Gedikliler ve Ȃdem SERT
Ortaokulda iken Hasan MÜLȂYİM hocamdan yarım asır evvel öğrendiğim şu hârika mısraları kullanmak
Meğerse bugüne kısmet imiş!
Tevriye sanatının gözel örneklerinden birisidir.
Yazdığı hicive öfkelenip kendisine “köpek” diyen softa Tâhir Efendiye cevâben
Meşhûr heccâv Nef’î’nin tertiplediği şu dörtlük dize, tam da yerine denk geldi;
Aynı ailenin(!) üyesi olduğumuz emekli bir subay gardeşim, biz asubaylara “gedikli” demiş!
Hem de köylerden “teneke” çalarak toplamışlar bizi!
Nef’î’nin yukarıdaki şu dörtlük mısrâsı aslında bu subay gardeşime en iyi cevâbı veriyor vermesine de...
Anlamak isdeyene işin doğrusunu öğretmek aşkına
Tam da birinci sene-i devriyesine denk gelen Şubat’ın 16’sında
Aşağıdaki şu kısacık dersimizi verelim dedik.
* * * * *
Kıymetli meslekdaşım Mustafa AYTAR,
2016 Şubat 16’da bir tek kare resim neşretdi emekliasubaylar.org’daki FOTO-YORUM köşesinde...
Bu resimde;
İhtisâs bröveleri göğsünün sol üst tarafından yukarı doğru taşıp omuzunu aşan bir Asubay çocuğumuz var idi.
Görünce ben de abartılı bulup inanmamış idim. AYTAR herhâlde gene bir hınzırlık yapdı diye düşünmüş idim. TEMAD Muğla İl Başkanımız Halil ERGENLİ’yi arayıp sordum, işin aslını. Halil bey, resim, gerçek dedi.
Yazısından emekli Subay olduğu anlaşılan Ȃdem SERT isimli bir vatandaşımız, sağolsun
Bu resimin altına aynı gün kendi yorumunu eklemiş idi. Demek ki subay gardeşlerimiz Mustafa AYTAR’ı yakın takibe almışlar!
Yukarıda gördüğünüz yorumunda Ȃdem SERT şöyle demiş;
Emekli maaşımızın azlığından dolayı biz asubaylar ekmek parası için emlâkçılık filan yapdığımız günlerde de
Ȃdem bey şunları yapacak imiş;
Yapsın elbetde! Türkiye gibi ateş cehenneminin göbeğinde kavrulan bir devletin ordusunda
Kellesini vermek bahâsına askerlik yapmak her kişinin harcı değildir, bu bir.
Biricik canını sermâye ederek vazifesini şerefiyle yapıp emekli olabilen her askerimiz de
Ȃdem beyin yapdıklarını yapabilmelidir, bu da iki...
Darısı hepimizin başına. Sağlıklı ve huzûr dolu bir emeklilik temenni ederim kendisine.
Lâkin bu sözündeki bunca doğruların içinde Ȃdem beyin iki yanlışı var ki tashih etmeden geçmek olmaz;
Bu yanlışlarından dolayı Ȃdem beye kızamıyorum. Çünkü yorumunda her ne kadar rütbesini söylemese de,
Bir subay olarak Harp Okulunda kendisine öğretilen kadarıyla biliyor askerî târihimizi.
Daha fazlasını merâk edip de öğrenmediyse şâyet işde,
Câhil cesâretiyle tertiplenmiş böyle berbâd bir üfürüzma çıkıyor ortaya...
Fakat burada bugün vereceğimiz bilgiden sonra meselenin doğrusunu öğrendiği için
Ȃdem bey hem şaşıracak hem de sevinecek...
Kim bilir, belki de bize teşekkür edecek!..
Ȃdem beyin söyledikleri konusunda asubaylarımızın takındığı tavıra bakdığımda ise
Beni asıl şaşırtan husus da şu oldu;
Emekli subay olduğu anlaşılan fakat kimliği meçhûl birisi,
“Asubayların teneke ile toplanan gedikliler olduğu” yalanını üfürmüş!
Bu subayımızın yorumu hakkında fikir serdeden asubaylarımız da bu yalanı peşinen yutmuş!
Bir Ȃdem işgillenip yellenmiş!
Bin âdem yellenmeden abdest bozmuş!
Demek ki Ȃdem beyin üfürdüğü yalanları sorgulamadan kabul eden asubaylarımız
Subaylarımızın biz asubaylara dayatdığı “belletilmiş çâresizlik” foliminin ucuz figüranı oluvermişler...
* * * * *
Hepsi bu kadar değil elbet. Bugüne kadar hiçbir yerde duymadığınız, bilmediğiniz hakikâtler de var elbetde...
İmam-ı Şâfiî, bir delil ile kırk âlimi iknâ etdi,
Fakat biz, kırk delil ile bir Ȃdem’i iknâ edeceğiz, evvel Allah.
Bu girizgâhdan sonra,
Ȃdem beyin yanlışlarından başlayalım işe...
Dellâl, Davul ve Türk
Konuya girmeden önce dellâl kelimesinin sözlük anlamını verelim; “Bir şeyin satılacağını veya herhangi bir haberi halka bildirmek için çarşıda, pazarda yüksek sesle bağıran kişi.” Dellâl, bugün bizim postacının görevine benzer iş yapar idi. Duyurusuna başlamadan evvel ahalinin dikkatini celbetmek için yüksek ses ile peşrev çekip davul çaldığını da biz ilâve edelim.
Araplardan aldığımız tellâl ya da dellâl geleneği bizim milletimizde de vardır. Hattâ, meskûn mahallerde devlet memuru olarak görevli (Gedikli) maaşlı dellâllarımız var idi. Haberleşme imkânlarının son derece sınırlı ve zor olduğu eski devirlerde devletin buyruklarını memleketin ücrâ yerlerindeki ahaliye iletmek için dellâl çıkartıp davul çaldık. Çağın gereği olarak davuldan daha iyi imkânımız da yok idi.
Biz Türkler; davul çaldık, sevincimizi çoğaltdık!
Davul çaldık, üzüntümüzü azaltdık!
Dellâllık geleneği memleketimizin taşrasında bugün de hâlen devâm eder.
Davul kelimesinin Arapça “tabl” kelime kökünden geldiği tahmin edilir. Türk müziğinin en eski vurmalı çalgılarından biridir. Hattâ, çift derili davulun en çok kullanılan ve uzun mahrut biçiminde olanına “Tabıl-ı Türkî” denir.
Harblerde kullandığımız davulları görüp tanıyan Avrupalı milletler bu davulları kendi ülkelerine götürdü ve benzerini yapdılar. Mehter Takımındaki köszenin çaldığı kösün Türk’e çoşku, düşmâna dehşet ve korku salan sesini arkasına alan Türk Ordusu’nun zaferlerinde davulun payı büyükdür. Beethoven, Mozart gibi Avrupalı meşhûr besteciler “Türk Marşı”nı bu yüzden bestelediler.
Biz müslüman olduktan sonra davul, eski işlevini yitirdi. Fakat bu kez de tuğ ve sancakla birlikte devletimiz, askerimiz ve hürriyetimizin timsâli oldu. Türk’ün târihi kadar eski olan davulun izini aradığımızda, bakınız karşımıza neler çıkıyor;
* * * * *
Ȃdem bey teehhül etdi mi?
Ya da teehhül etdiyse, düğününde davul vurdurup, gelin-güvey çıkıp meydâna yiğitce oynadı mı, bilmiyorum!..
Fakat bakınız Ȃdem bey, biz Türkler daha başka;
Nerede,
Ne zamân,
Ne için davul çalarız;
Hepsi bu kadar değil elbetde... Daha fazla sebepler de var. Fakat biz burada câhile davul dersi vermiyoruz.
Bu kadarla sınırlı değil elbet, davul çalmamızın sebepleri... İşde, birkaçı daha;
|
Aslını inkâr edenin nesli gevşek olur; Neslimizden dolayı aslımızı da inkâr etmiyoruz...
Neticeten biz Türkler;
Fakat asker celp etmek için hiçbir dönemde “teneke” çalmadık! Geç de olsa Ȃdem SERT, bu hakikâti öğrenmelidir.
Davul dese idi, isâbetli ve doğru bir tesbit olurdu.
Fakat “davul” yerine “teneke” diyen Ȃdem bey, diken ile tahâretlenmiş!
Üsdelik teneke çalarak değil fakat
Zamânın Padişahı II. Madmud Han’ın 1837 senesinde irâde buyurduğu fermân ile...
İşde belgesi.
Kara Harp Okulu öğretim görevlisi Kara Dr.Öğ.Yzb. Hayrullah GÖK hocamızın doktora tezinden...
* * * * *
1701 Donanma Kânunnâmesi: Bahriyemizde “İlk Gedikli Subay" Sınıfı
Bahriyemizdeki “gedikli” konusunu kısaca şöyle izâh edelim.
Buhar makinesi gemilere koşulmadan evvel,
Bir başka ifâde ile şunun şurasında daha 100-150 sene evveline kadar
Donanmamızın Harp gemilerinde iki sınıf “muvazzaf” bahriye tayfası var idi;
1. Muvakkat (Geçici, mevsimlik) tayfa
2. Müdâvim (Gedikli) tayfa
Donanma-yı Hümâyûnun kürek ve yelken ile yürütülen gemileri;
Limanda bağlı durduğu kış mevsimi süresince gemide işi gücü olmayan “muvakkat” tayfaya yol verilirdi.
Böylece;
Limanda geçirilen kış dönemi, geminin bakım-onarımı ve eksiklerin ikmâl edilmesi için bir fırsat olarak görülür idi. Bu süre içinde gemide yatıp-kalkan ve bakım-onarımda çalışan tayfaya “daimî çalışan” anlamına gelen “gedikli” denilir idi. 1890 senesine kadar Donanmamızda "subay-asubay" vs. gibi bölücü sınıflaşmalar henüz yok idi. Gemide kış mevsiminde de çalışan ve maaş alan “müdâvim” (gedikli) tayfanın hepsine birden “Gedikli” ya da “Gedikli Zâbit” denilir idi.
315 sene evvel meriyyete konulan bu kânunnâme,
Bugün yürürlükde olan 926 sayılı TSK Personel Kânunundan bile çok daha âdil, çok daha şeffâf ve câzip haklar veriyor idi. Her tayfanın dikey ve sonsuz terfi hakkı var idi. Coni personel kânununun temelinde, bizim bu kânunun ruhû ve esâsı vardır hâlâ.
Fakat Deniz Kuvvetlerimizin her boku bilen tavşan yürekli subayları,
Bu kânundan, vampirin salipden korkduğu kadar korkar ve tek kelime dahi bahsetmezler.
Çünkü 1701 senesinde meriyyete konulan bu kânunda, bahriye gediklilerinin “zâbit” olduğu açıkca yazılıdır.
Resmî ve fakat sapkın subay zihniyetinin uşağı olmuş Prof. unvânlı târihciler de bu kânunu hep görmezden gelirler.
Ȃdem SERT’in ikinci yanlışı ise şudur; "Gedikliler", bugün “Asubay” olarak bildiğimiz askerlerdir.
Bahriye ordumuzun “ilk gediklileri”, bugün “zâbit” olarak bildiğimiz asker kişilerin ta kendisi idi.
ünkü Gediklilerin istihdam edildiği dönemlerde bahriyemizde “asubay” denilen uyduruk ve “ara kademe” bir asker sınıfı henüz tezgâhlanmamış idi.
* * * * *
1890 Nizâmnâmesi: Bahriye’de “Gedikli (Asubay)” Sınıfının İlk Defâ Teşkil Edilmesi
Hakkında söylenen filfilli rüşvet iddialarını, dünyânın öbür ucundaki sağır sultan bile duydu.
Fakat sarayda sefâ süren bizim sultan, kulağının dibindeki bu dedikokuları bir türlu duyamadı...
Hiçbir zamân büyük söz söylemeyi beceremedi!
Fakat lokmanın en yağlısını ve en büyüğünü yutmasını her zamân becerdi.
Kendisine “yeyici” diyenleri aynı gün Basra’ya, Bahri-î Ahmer’e veya Karaman’a sürgün etdi.
Donanma gemileri için yüksek kalorili parası verip en ucuzundan curûflu ve tozlu kömür satın aldırdı. Kazanlarda sitim azaldı, sefineler denizde kaldı!..
Aradaki farkı, kemiği ile birlikde midesine indirdi.
Bahriye efrâdına; mahlût undan yapılmış ekmek, gayr-i kâbil yemek, yağ, erzak, kart ve hasta hayvanât eti yedirdi.
Fakat kendisi, sâdece rüşvet yedi...
Yediği rüşvet neticesinde edindiği “sitim serveti” ile meşhûr olan Bozcaadalı Müşir Hasan Hüsnü Paşa,
Tam 24 sene Bahriye Nâzırlığı yapdı. 1903 senesinde eceli ile irtihâl etdi de Bahriyemiz O'ndan ancak kurtulabildi...
1902 neşetli bahriye Zâbiti Emin YÜCE, Hasan Hüsnü Paşa dönemi Bahriyesini hâtırâtında şöyle târif ediyor;
“Bahriye, Hasan Hüsnü Paşa’nın çiftliği, bizler de O‘nun hayvanâtı idik!”
((Yayına hazırlayan Şakir BATMAZ, Yazar: Emin YÜCE. Abdülhamit Donanmasında Bir Bahriyeli; Donanma Zabiti Emin YÜCE’nin Hatıraları. Timaş Yayınları, İstanbul-2010. Sayfa:100.)
Donanmamız Haliç’de çürüyüp tel tel dökülür iken,
Böyle bir Bahriye Nâzırının 1890 senesinde tertipletdiği ve
Padişah II. Abdülhamid’in buyurduğu 154 sayılı irâde-i seniyye ile
Bahriyemizde ilk “Gedikli (Asubay)” sınıfını ihdâs etdiler.
Bu tanımı ile de “gedikliler”, bugün “Asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisi idi...
Tam 5 senelik çok iyi ve çok donanımlı bir tâlim-taâllüm-tedris verilen İstanbullu çocuklarımıza
Böylesi uyduruk, tahkir ve tezyif edici “ara kademe” bir görevi lâyık gördüler.
Bugün Deniz Harp Okulu ismiyle mâhûd Bahriye Mektebinde
O senelerde tâlim-taâllüm-tedrisin süresi, sâdece 3 sene idi.
Üç sene oku, "Zâbit" ol!
Beş sene oku, "Gedikli Zâbit" ol!
Gel de bu rüyâyı hayra yor!
Bahriye zâbitân heyeti, kurmay zekâsını hemen kullanmış
Ve
Kendi yapması gereken işleri, sırtına yıkacak “ara kademe” ve “hamal” bir asker sınıfını nihâyet peydahlamış idi.
Zâbitâna bile “hayvan” muamelesi yapılan bahriyede
Zâbitin mâdûnu olan Gedikli Zâbitâna ne muamelesi yapdıklarını varın siz tahâyyül edin...
İşde belgesi.
Bahriyemizde “Gedikli Asubay” sınıfının ilk denemesi olan 1890 Nizâmnâmesine göre;
Ve dahi
Erlikden Gedikliye terfi zinhar yasak; Gedikliden zâbitliğe terfi, kat’iyen yasak!..
Hem altdan hem de üstden tahkim edilerek ömür boyu hapse mahkûm edilmiş bir askeri sınıfı demek oluyor bu...
Bu açıdan tetkik etdiğimizde 1890 Bahriye Gedikli Asubay Nizâmnâmesi,
1967 senesinde meriyyete konulan ve sözde dikey terfi imkânı veren 926 sayılı TSK Personel Kânununa benziyor idi.
Gemide talim-terbiye edildikden sonra 1895 senesinden itibâren mezûn edilen İstanbullu Gedikli Zâbitân;
Gediklilerden gelen haklı ve şedit şikâyetlere iknâ edici cevâplar veremeyen Bahriye Nâzırlığımız,
Zâbitân kadar donanımlı olduğunu çok iyi bildiği bahriye gediklilerinin hepsini “zâbit”nasbetdi ve mektebi kapatdı.
Üsdelik,
Bahriyeli zâbitlerimiz, kendilerinin tezgâhladığı bu kepâzeliğin suçunu da Padişah II. Abdülhamid’in üzerine atdılar.
Nizâmnâmesi olan ve açıldığı târih, gününe kadar bilinen bu “Bahriye Gedikli Zâbit Mektebini” kapatdığı târihi,
Bugün dahi bilememektedir(!).
Bahriyemizde “Gedikli Asubay sınıfı” teşkiline dâir 1890 senesinde ortaya konulan bu ilk teşebbüs ve ilk tecrübe,
Yirminci asırın ilk senelerinde işde böylesi koca bir kepâzelik ile son buldu.
* * * * *
1915 Kânunu: Bahriye’de “Gedikli Zâbit (Asubay)” Sınıfının İkinci Defâ Teşkil Edilmesi
1890 Donanma Nizâmnâmesi ile peydahlanan Bahriye Gedikli Zâbit (Asubay) sınıfı kısa zamânda iflâs edince
Bu kez de 9 Mart 1915 târihinde kabul edilen ve
20 Mart 1915 târihli Bahriye Efrat Ve Küçük Zâbitaniyle Gedikli Zâbitânı Kânun’u ile bahriyeli zâbitân gürûhu
Bahriyemizde Gedikli (Asubay) sınıfı teşkil etmek için ikinci teşebbüse “tam yol ileri” dedi.
Sefine-i Hümâyûnda Gedikli Sınıfının Sûreti Teşkiliyle Usûlü Terfi ve Terakkileri Hakkında Rumî 19 Temmuz 1913 târihli (muvakkat) Kânunu fesheden 1915 Kânunnâmesinin önemli maddeleri ise şunlar idi;
Lâkin
Tıpkı 1890 Gedikli Nizâmnâmesinde olduğu gibi,
1915 Kânunnâmesi de Gediklilere dikey terfiyi gizli olarak yasaklıyor ve tamamen kendi sınıfı içine hapsediyor idi.
Mühendisin (Asteğmen) mâfevki (üsdü) olan Bahriye Gediklisi
1923 senesinde kabul edilen aşağıdaki şu kânunda “Zâbit” sınıfına dâhil edilmedi.
Fakat yanlış hesâb, Bab-ı Ȃli’den döndü! Cumhuriyetin kurucu ruhû, gediklinin hakkını gedikliye teslim etdi...
Bahriye Gedikli Zâbitânının “zâbit” sınıfına dâhil olduğunu anladılar.
Ertesi sene kabul etdikleri 508 sayılı şu kânun ile Bahriye Gedikli Zâbitânını, “zâbit” sınıfına dâhil etdiler.
* * * * *
1927 Kânunu: Kara ve Hava Ordumuzda “Gedikli (Asubay)” Sınıfının İlk Defâ Teşkil Edilmesi
Hava ordumuz bu târihde henüz müstakil bir “kuvvet” değil idi. Kara ordumuza merbut bir “şube” idi.
Kara ve Hava ordumuzda ilk “Gedikli” asker sınıfını 1001 sayılı bu kânun ile 1927 senesinde teşkil etdiler.
Tertipledikleri bu yeni(!) asker sınıfına “Gedikli Küçük Zâbit” ismini verdiler.
1890 ve 1915 Kânunları ile Bahriyemizde piyasaya sürdükleri rezâlet ve kepâzeliğin aynısını bu kez de
1927 senesinde Kara ve Hava’da yapdılar;
Nazâriyyât, ameliyyâta tatbik edilirse menâfî olur!
Kendisi de bir zâbit olan Müdafâî Milliye Vekili Recep bey
Meclisde verdiği ve sizin de yukarıda gördüğünüz asker sözünün hiçbirisini tutmadı.
Fakat bu kânun ile “Gedikli Küçük Zâbitân” ismini verdiği asker sınıfına
Meclisimizin biçdiği görevin özeti aslında tam da şöyle idi;
* * * * *
İşde, belgesi.
Bugün Asubay olarak bildiğimiz asker sınıfına dâhil olan baş gedikliler
Bu kânun ile efrâd (erat) sınıfına dâhil edildi.
Demek ki biz Asubaylar, 1930 senesinde erat idik!
Aslında uluslarası hukûka göre işin doğrusu da bu idi...
* * * * *
Yukarıda verdiğimiz târihlerde bu tâbir, “gedikli” değil fakat “gedikli zâbit” şeklinde yazılıyor idi. Bir başka ifâde ile bu kânunların bâzılarında da “gedikli” denilen askerler, tıpkı Ȃdem SERT gibi “subay” sınıfına dâhil ediliyor idi.
Bu konuda tafsilâtlı bilgi edinmek ister ise şâyet
Ocak 2015 senesinde neşretdiğimiz “Gedikli Erbaş Sahtekârlığı” isimli iki bölümlük makâlemizi okumalıdır.
Ȃdem SERT, yukarıda verdiğimiz târihlerden öncesini kast ediyor ise şâyet
O dönemlerdeki gedikliler, ordumuzun müdâvim askerini teşkil eden ve bugün “subay” dediğimiz askerin ta kendisi idi.
Bu târihlerden geriye doğru giderseniz “Gedikli” sınıfı zamân aynasında siz, ancak kendi aksinizi görürsünüz Ȃdem bey.
Dolayısı ile ordumuzda olmayan “Gediklileri” teneke çalarak toplamak da söz konusu değil idi.
* * * * *
Devlet, ordusu ile; ordu da kânunu ile kâindir!
Belgesiz bilgi, ancak bebelere masal olabilir. Biz bu makâlemizde bebelere masal anlatmıyoruz...
* * * * *
25 Şubat 2016 târihinde Ȃdem SERT’e cevâben yazdığı makâlesinde
TEMAD Konya İl Başkanımız Tayyar YILDIRIM şöyle demiş idi;
Bugün, burada, buraya kadar verdiğimiz izâhât ve fâş eylediğimiz deliller tahtında böylece;
Tayyar beyin gündem etdiği bu iki iddianın her ikisinin de külliyen sâkıt olduğu ortaya çıkıyor.
* * * * *
Şâir Nef’î ile başladık,
Ruhûnu şâd edip Şâir Nef’î ile bitirelim!
Şâir Nef’î, kendisine "köpek" diyen softa Müftü Tâhir Efendiye ithâf etmiş idi,
Eski Tüfek de biz asubayalara “Gedikli” diyen emekli subay Ȃdem Efendiye ithâf ediyor şu sözü;
Ȃdem Efendi biz Asubaylara “Gedikli” demiş, İltifâtı bu sözde zâhirdir! Uyduruk "Asubay" sınıfımız bizim, zere Kânuna göre “İlk Gedikli”, Bahriye Zâbiti Ȃdem’dir. |
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.