Saygıdeğer Meslektaşlarımız,
Yıllardır ön yargılarla assubaylara yapılan sosyal ve ekonomik haksızlıkları her platformda dile getiriyoruz. Sesimizi sağır sultan duysa da kulaklarını ve vicdanlarını mühürleyenlere duyuruncaya kadar yasal mücadelemize devam edeceğiz.
Bazı ön yargılılar haksızlıkları hiyerarşi ve statü kılıfı ile haklı göstermeye çalışmakta, sık sık “Siz mesleğe girerken bu şartları bilmiyor muydunuz?” savunması ile karşımıza çıkmaktadırlar.
Sn.Ersen Gürpınar’ın ADALETSİZLİKTEN DE ÖTE yazısında belirttiği gibi, ekonomik haksızlıklarımızın yanına sosyal haksızlıklarımızın birinci sırasını orduevi ve kamplarda sayılarımızla ters orantılı ve kalitesiz hizmet almamız yer almaktadır. Bunu kabullenmemiz mümkün olamaz. İstanbul'da subaylar için yeterinden fazla orduevi olmasına rağmen Kasımpaşa subay orduevinin binasındaki sorun bahane edilerek Beylerbeyi Dz.Asb.Hzl. Okulu'nun bulunduğu yere subay ordu evi yapılacağı duyumlarını almış bulunuyoruz. Bu konudaki talebimizi Genelkurmay Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na iletmek için adınızı, soyadınızı, sınıf ve rütbenizi yazarak aşağıdaki metnin ilgili komutanlıklara gitmesini temin edebilirsiniz. Unutmayın, haksızlıklara sessiz kalmak haksızlık kadar suçtur.
Saygılarımızla.
Orduevi ve kamplara gitmek istemeyen meslektaşlarıma “Biz ürettik, biz çalıştık. Biz bu orduya ve ülkeye sadakatimizi terimiz, kanımız ve canımızla ispat ettik. Bunun karşılığında vatanseverlik duygularımız istismar edilerek, ön yargılarla tahakküme varan haksızlıklara sessiz kalmamalıyız! Orduevi ve kamplar, sayılarımızla ters orantılı ve hizmet kalitesi düşük olsa da giderek bu olumsuzlukları dile getirmeliyiz!” diye yazsam da; “Hoca verir talkımı, kendi yutar salkımı” dedikleri gibi ben de bu tesislere giderken ayaklarım adeta geri geri gider. Sinirlerimin bozulacağını bilmesine bilirim de eşimin, çocuklarımın bu ayrımcılığın ruhumda yarattığı fırtınaları daha fazla anlamaması için bu tesislere istemeyerek giderim...
Neden orduevini, askeri kampı tercih ederiz? Bunun en önemli nedeni ekonomik sorunlarımızdır. Yani, mecburiyet! Bana da hak ettiğim maaşı, hâttâ benim kadar tahsili ve hizmeti olmayan subaya verilen maaşın yarısını verseler lanet olsun diyerek bu tesislerin yakınlarından geçmem ama, bu durumda bu tesislerden faydalanmak öncelikle bizim hakkımız olmalıdır.
Sosyal tesislere, sözüm ona haksızlık depremleri ile hasar gören ruhumuzu dinlendirmeye gideriz ama, bu mümkün mü? Cumhuriyetin kazanımlarını kendi kazanımı olarak görenler, anayasanın yasakladığı imtiyazı, zümre egemenliğini hak olarak değerlendirenlerin uygulamaları ruhunuzda yeni fırtınaların kopmasına neden olur!..
211 sayılı Kanun, Tugay dahil daha ast birliklerde subay ve assubayların müşterek yararlanacağı askeri gazino, Tümen ve daha üst birliklerde ise subay ve assubaylar için ayrı ayrı orduevi kurulacağını öngörür. Burada yasa ayırımı değil, hizmetin sağlıklı verilmesini amaçlamıştır.
Ön yargılı kişilerce, müşterek faydalanılan bazı gazinolarda bile 'dünyadaki utanç duvarları yıkılmasına rağmen' salonlar paravana ile ayrılmakta ya da ayrımcılığı çağrıştıran ayrı bölümler tahsis edilmektedir. Bu düşmanca tutum TSK'ye ne kazandırıyor? Bunu hangi değer yargısı ile haklı gösterebilirsiniz? Bu olsa olsa sadece ordudaki sevgisizlik sarmaşığını büyüterek, TSK düşmanlarının ekmeğine yağ sürmektedir!
Kimse bizlerin subaylarla bir arada hizmet almayı lütuf saydığımızı zannetmesin. Bizim, sayılarımızla orantılı, hizmet kalitesi tahakkümü çağrıştırmayan ve tesislerden hakça yararlanmaktan başka bir isteğimiz yoktur.
İzmir’de Assubaylar için yapılması planlanan ve şimdiki K.K.Komutanımızın Ege Ordu Komutanı iken “Yeni asb.ordu evinin ödeneği ve planı hazır. Yer tespiti yapıp inşaat başlayacaktır” sözünü verdiği Asb.orduevi bürokrasiye mi yoksa ön yargılara mı kurban edildi?
Antalya Karpuzkaldıran Kampı subay ve assubayların müşterek hizmet aldığı bir kamptı. Assubayın üç moteline göz dikenler, "tüm kuvvetlerin kampları birleşecek, TSK kampları olacak" diyerek, bu kampı subaylara tahsis ettiler. Yanında bulunan havacıların avuç içi kadar büyüklükte 3ncü sınıf otelden farksız mozaik ve eternit kaplı motellerin bulunduğu kampını astsubay kampı yaptıktan sonra, amaç gerçekleşince kampları tekrar kuvvetlere ayırdılar.
Hukuksuzluğun sonu yoktur! "Elimizde çekiç olduğu sürece karşımızda olan herkes çividir" mantığı ile denizinden faydalanması mümkün olmayan Erdek kampını assubaylara tahsis edip, Foça Kampı'nıda sadece subay kampı yaparız dediler ve yaptılar! Sadece assubayların yararlandığı Ören Kampı'na karşılık sadece subayların yararlandığı AKÇAY-HAMZAKÖY-BODRUM-FOÇA-CEVİZLİ-ALTINKUM-YALOVA gibi kamplarının sayısı, tesislerin kalitesi tam bir imtiyaz ve ayrımcılık örneğidir!
Öyle ya, TSK her kuruma örnek, Anayasanın ve Cumhuriyetin teminatı olarak bilinmektedir. Mum dibini aydınlatmaz! Ceza, tayin, sicil korkusu ile muvazzaf sessiz kalır, emeklisi ise bu hukuksuzluğa lanet eder, razı olurdu!...
Böyle mi düşünülüyor? Bu zihniyet ve davranışla mı orduda birlik ve beraberliği sağlayacak, bizleri gözümüzü kırpmadan ölüme göndereceksiniz?
Kimse adaletsizliği, hiyerarşi kılıfına sokmaya çalışmasın! Bizler hiyerarşiye saygılıyız. Ayrıca eşimizin, çocuklarımızın, emeklinin hiyerarşi ile ilgisi olabilir mi?
Yaşanan ayrımcılığı, tahakkümü, ego tatminine dayanan ayıpları saymakla bitiremeyiz...
Karpuzkaldıran'daki astsubay lokantası deprem tehlikesine karşın kapatıldığı için subay yemek salonunun ayrılan bir bölümünden istifade ediliyordu. Yüksek kültür ve sosyeteye sahip (!) bir grup bayan, bundan duydukları rahatsızlığı self servis kuyruğunda dile getirirken “Bunlar bıktırdı, assubayın burada ne işleri var?” tarzındaki konuşmayı bizlerle birlikte duyan bir hanım söze karışarak “Hanımefendi sizi tanıyorum. Sizin çocuğunuz benim öğretmenlik yaptığım okulda okuyor. Ben astsubay eşiyim. Belki beni hatırladınız. Sizin beni aşağılamaya çalışmanızı şiddetle kınıyorum! Tahsiliniz mi, kültürünüz mü, ailenizin sosyal yapısı mı kendinizi üstün görmenizi sağlıyor? Yoksa siz kocanızın rütbesini mi taşıdığınızı düşünüyorsunuz? “ yanıtını hayranlıkla izledim. Bu ordudaki sevgisizliğin, eş ve çoçuklarımıza kadar sirayet eden üstünlük kompleksinin ve bulunduğumuz durumun resmidir! Umarım bundan orduyu yönetenler ders alırlar.
Başta ekonomik haksızlıklarımız olmak üzere, bu tür ayrımcılık, adaletsizlik, sahipsizlik duyguları görevdeki kardeşlerimizin hizmet verimliliği ve moral motivasyonunu olumsuz etkilemekte, emeklilerimizin ise kurumlarımıza olan AİDİYET duygusunu her geçen gün erezyona uğratmaktadır.
Saygılarımla...
İktidar partisi;
dedi! Muhalefet ise;
dedi. Halk, hukukun üstünlüğünün kazanmasını tercih etti. Peki şimdi ne oldu?
Hem iktidar, hem muhalefet hepsi birlikte üstünlerin hukukunda karar kıldılar. Menfaatleri ortak. İstikbale yönelik. Kimsenin kimseye meydanlarda diyeceği bir söz olmasın diye de ortak hareket edilmesi gerekirdi. Öyle de yaptılar zaten. Demokrasi, hukuk, adalet, hakkaniyet, insaf, vicdan insanlık vız geldi, tırıs gitti..
Basında ise, bu dönemde en iyi para getiren iş şakşakçılık oldu! Söz konusu olan menfaat olunca tarafsızlık ve halkın doğru haber alma hakkı bir yana, utanma duygusu bile yok oldu.
Bize hep kaynak sorununu ileri sürmüşlerdi.. Özellikle kaynak sorununu ileri sürenlere sormak lazım. Kaynak üst tarafta bu şekilde paylaşılırsa, alttakilere kalır mı? Kalsa bile vermek istenir mi? Kaynağın adil paylaşımını bu zihniyettekiler gönüllü olarak yaparlar mı? Sorun burada işte. Açıkça ve mertçe kaynak sorunu yerine adil paylaşım problemimiz var. Size vermek istemiyoruz deselerdi daha doğru olacaktı. Bu bir duruştur. Şahsen ben saygı ile karşılardım...
Türk Parlamenterler Birliği Başkanı, yapılan “kıyak” emekli düzenlemesi ile ilgili sorulan bir soruya karşılık;
diyor. Adam gerçekten haklı. Çünkü nasıl olsa Meclis ve üst düzey yöneticiler, kendi aralarında özlük haklarını düzenleme konusunda yarışa girdiler. Bir kesime 2. tur iyileştirmeyi 631 sayılı KHK ile yaptığı için geride kalmış oldular. Elitler arasındaki sıralamada kimse kimseden geride kalmak ister mi?
Halkımız, önce hastane muayene katılım paylarını, sonra reçetelerinde her kalem ilaç için 1 liralarını, harcayacakları her kuruştan vekillerimize ve onların uygun gördükleri kesimlere verilmek üzere vergilerini aksatmadan ödemek zorundadırlar. Hukukçular;
söylemektedir. Yani "devlet yok hükmündedir" diyor. Bu tanıma ve yapılan bu uygulamalara baktıklarında, vicdanları ile baş başa kaldıklarında gerçekten bu tanımın doğru olduğunu düşünüyorlar mı acaba? Bu tanım doğru ise, 19-50 TL. arasında zam yapmayı düşündükleri büyük toplum kesimlerinin alın teri ve göz nurunu düşünerek haram sözcüğü çağrışım yapıyordur her halde!
Biz assubaylar ise hak ettiğimiz derece ve kademeler verilmediği gibi, kamu personeli arasında adeta ayrımcılığa tabi tutulmuş, sahipsiz, hukuk ve adalete güveni kalmamış, zul içinde, olan biteni hayret ve dehşetle izler durumdayız. Yalvararak el avuç açarak hak alınamayacağını biz de bir gün öğreniriz sanırım. Bize hak ettiklerimizi vermek istemeyenlerin yaptıkları açıklamalarda sık sık şunu tekrarlıyorlar. “Assubaylar hallerinden memnundur. Yalnızca bir avuç azınlık var. Onlar şikayetçi. Onlar da dışarıdan okul bitirdikleri için hak talep ediyorlar” deniyor.
Sorumluluk mevkiinde olanların, kendi menfaatlerini bölüşmemek uğruna bir milletin 3000 yıllık var olma nedeni olan ordusunun büyük bir kısmını uyduruk bahanelerle nasıl zillet içinde bırakıldığı, bu yetkililer açısından ibret ve hayret verici olmaktadır.
Mücadele ile hak kazanılmayacağını düşünen meslektaşlarıma acizane bir tavsiyem var. Gelişmiş toplumlarda hak arayan insanların, mücadele evrimlerini bir kenarda tutalım. Belgeselleri dikkatle izlesek dahi, haklı olunca, aynı amaç uğruna birlikte hareket edince, kararlı bir mücadele verilince, nasıl başarılacağının örneklerini görür, belki bizler de kendi açımızdan ibret alırız. Farklılıklarımızı bir tarafa bırakarak, asker olarak birlikte hareket etmenin ne anlama geldiğini bizlerden daha iyi bilen topluluk olmaması gerekir.Saygılarımla.
Bir emekli generalin gözüyle!
Aylar önce “Bir devlet ve silahlı kuvvetler içeriden nasıl parçalanır” konulu bir makale kaleme almıştım. Bu makale, yurtiçi ve yurtdışındaki pek çok gazete ve dergilerde yayınlandı.
Söz konusu makalede; “Bir devleti, tereyağdan kıl çeker gibi zahmetsizce bölüp parçalamak istiyorsanız, öncelikle o devletin silahlı kuvvetlerini içeriden bölüp parçalayacaksınız” diyerek, Devlet ve Ordu düşmanlarının, Türk Ordusu içine nifak sokmak maksadıyla, başvurdukları şeytanca 13 oyuna dikkat çekmeye ve önlem alınmasını sağlamaya çalışmıştım.
Bu 13 şeytanca oyunun en önemlilerinden birisinin de “Ordunun belkemiğini oluşturan subay ve astsubaylar arasına nifak sokulması” olduğunu vurgulamıştım.
Eğer, yandaş medya ile bazı tarikat ve cemaatlerin köşe yazarlarının arşivlerine girersek, bıkmadan usanmadan subay ve astsubaylar arasına nifak sokmaya çalıştıklarını görürüz. Bunlar, kayıtlara geçmiş olup, arşivlerde durmaktadır.
Dünyada olduğu gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de belkemiğini Astsubaylar oluşturmaktadır.
Ancak, bu kardeşlerimizin özlük hakları, son derece yetersiz olup acilen iyileştirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Gerçi, Astsubaylarımız bu konuyu problem haline getirip Türk Ordusu’nun içine nifak sokulmasına izin ve fırsat vermemişlerdir ve vermeyeceklerdir. Onların vatanseverlikleri ve silah arkadaşlığı ruhu, nifak sokmaya çalışanların heveslerini kursaklarında bırakacak yüceliktedir. Ama anadan doğma Cumhuriyet ve Ordu düşmanlarının istismarına da açık kapı bırakılmamalıdır diye düşünüyorum.
Örneğin:
E.General Hikmet YAVAŞ (İZMİR)
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
http://hikmetyavas.wordpress.com/
Saygıdeğer Arkadaşlarım
YİBB. Komutan'ının 3 yıl emir assubaylığını yaptım. Hakikaten saygıdeğer, zeki, önyargısız, adaletli, bilgili biri idi. Sanırım konsey tarafından bu yüzden emekli edildi.
İstanbul 1'nci ordu plan tatbikatına katılacaktık, mesajla kimlerin katılacağı ordu’ya bildirildi. O tarihlerde emir assubaylıklıkları yeni bir uygulama. Ayrıca kolordu komutanı seviyesinde birinin emir subayının assubay olduğunu tahmin etmedikleri için bana Kalender Orduevi'nde suit bir oda vermişler ama hazımsızlar! Benim başçavuş olduğumu görünce ertesi gün tamirat bahanesi ile odamı değiştirip arka taraftaki bir odada kalmamı istediler. Komutanımız buna şiddetle karşı çıktı. Kendisi ile konuyu tartışırken;
“Komutanım, biz ne tahsilimizi, ne müfredat programımızı, ne statümüzü ne de tipimizi kendimiz tayin ve tespit ediyoruz! 'Emir subayı astsubay olunca tekli kordon, subay olunca üçlü kordon taksın' diye kıyafet kararnamesini değiştirenler, 'astsubay olmak için lisans veya yüksek lisans mezunu olmalıdır' desinler, tipimiz hoşa gitmiyorsa da mülakatta istedikleri kriterleri uygulasınlar. Bu düşmanca tavır nedir?“
diye sormuştum. Komutan, ön yargılara karşı çaresizliğini dile getirmiş, benim gönlümü alacak birkaç söz söylemişti.
Evet bizim kanımızın rengi yeşil! Biz Türk ordusuna değil, Yunan ordusuna hizmet ediyoruz! Müşterek tatbikat için Türk ordusunda bulunuyoruz! Onun için mi bize ön yargılı bakılıyor? Bu nasıl bir zihniyettir? Şimdi size bu konuda çarpıcı bir örnek vermek istiyorum;
1964 yılında, ilk kez K.K. Asb. Snf. Hzl. Okulları lise seviyesine çıkarıldı. Ardından diğer kuvvetlerde de bu uygulamaya geçildi. Ama, MEB. Talim Terbiye Kurulu bizim lise ve muadili okul mezunu olduğumuzu, ancak 'bizlerin mücadelesi sonucunda' 1995 yılında kabul etti!
Bunun tek nedeni, bizlerin yüksekokula devam etmemizi engellemekti! Tüm engellere rağmen, bizler yüksekokulları bitirmeye başlayınca, derece terfi yapmamızı engellemek için bu kez zamanın Cumhurbaşkanı Anayasa mahkemesine dava açtı. Dava’da "assubayın emsali subaydır. Emsallerinin başlangıç derecesine bir derece ileve edilmesi Anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır." gerekçesini ileriye sürerek maddenin tamımın iptalini talep etmişti.
Anayasa mahkemesi oyuna gelmedi. Maddenin tamamın değil sadece "üst derece verilir" ibaresini iptal etti . Bunun üzerine tüm yüksekokul mezunu assubaylar subaylarla birlikte aynı dereceden göreve başlamış kabul edildi. Hukukun guguk olduğu bir ülkede devreye bu kez AYİM girdi. “Assubayın emsali subay değil, 657 sayılı devlet memurları, kanunundaki genel idari hizmetler personelidir (yani büro memurları)" kararı ile bizleri mağdur etti.(Anayasa Mah.16.3.1976 gün 1976/15-AYİM 1.12.1978 gün ve 1978/572 sayılı kararları)
Bu durumda ya Cumhurbaşkanı yalan beyanla Anayasa mahkemesini yanılttı ya da AYİM hukuka aykırı karar verdi. İki ucu boklu değnek. Neresinden tutarsan tut !..
Sağduyu sahibi herkesin birleşeceği tek ortak nokta, EĞİTİMİN gerekliliğidir. "Yüksekokul mezunu assubayın ülke ve TSK'ya zararı mı olacak? Neden engelleniyor?" sorusuna tek yanıt; tahakküm duygusu ve üstün olma kompleksidir!...
Assubayların taleplerinden olan, okullarının lisans seviyesine çıkmasını engelleyip, fakülte mezunlarının assubay olmaları uygulamasına son vermekle yetinmeyip, kendi hesabına yüksekokul bitirmesine, yüksek lisans yapmasına engel olacaksınız ama, subayınıza gerektiğinde maaş ödeyerek 'hukuk mezunu assubaylar olduğu halde', 5 yıl maaşlı izin vererek, hukuk fakültesinde okumasını ardından da devlet desteği ile milyon dolarlara mâl olan bir sistemde yüksek lisans yapmasını sağlayacaksınız!...
Bu nasıl bir zihniyettir? Hiç kimse "yüksek lisans konularında verilen eğitim, assubayların görevleri ile ilgili değildir" gibi sığ bir mazeretin arkasına saklanmasın! Bizim vatanseverlik duygularımızı daha fazla istismar etmesin!
Demokrasinin olmazsa olmazı, adalet ve eşitliktir. Demokrat kimliği ön plana çıkan Sn.Genelkurmay Başkanı'mızın bu ve buna benzer önyargılı adaletsizlikleri önlemesini, TSK personeli arasındaki ayrımcılığı son vererek, sosyal adaleti gerçekleştirmesini diliyorum.
Saygılarımla.
Saygıdeğer Arkadaşlarım,
Bu nasıl bir zihniyet, nasıl bir adalettir? Her kurum kendi personelini korur-kollarken milletin gözbebeği TSK, "211 sayılı yasada amirlerine personeli koruma görevi vermişken" kendi personelinin haklarını korumuyor! Adeta, TSK=Türk Subay Kuvvetleri olmuş! Bu durum, görevdeki personelin moral motivasyonunu olumsuz etkileyerek hizmet verimliliğini düşürürken, emekliler arasında da kuruma olan saygıyı azaltıp hukuka olan inancı erozyona uğratmıştır!
Onlarca sosyal ve ekonomik haksızlıklarımızdan birisini daha bilgilerinize sunuyorum. Haklı taleplerimizin mücadelesine destek vermek hepimizin görevi olmalıdır.
Saygılarımla.
NOT: Arkadaşlarımızın vatandaşlık numaralarını yazmalarını öneriyoruz.Saygıdeğer Üyelerimiz,
Üç dönemdir MSB olan Sn.Vecdi GÖNÜL (Namı-diğer Sabret GÖNÜL) yeni kabinede tekrar MSB. olarak görevlendirilmedi. Çok da üzüldüğümüz söylenemez! Hâttâ bundan mutluluk duyduk. Çünkü, kendilerinin assubaylar için yaptığı tek şey, umutlarımızla oynamak oldu! Temsil ettiği bakanlığın ordusunun sadece subaylardan ibaret olduğunu düşünmüş olmalı ki basına açıklama yapmış olmasına rağmen bizler için verdiği sözleri tutmadı. Biz, zat-ı alilerinin temsil ettiği bakanlıktan ve Genelkurmay’dan imtiyaz ve ayrıcalık değil, haklarımızı istemiştik. Sıra bize geldiğinde "adalet" kelimesini parti tabelası sananlar, subaylarla ilgili ayrıcalık sağlayan birçok yasayı 'üstelik kendi verdikleri önergelerle' jet hızı ile yasalaştırdılar !..
Şimdi yeni MSB. Sn.İsmet YILMAZ göreve başladı. Bizim taleplerimizi değerlerdirirken evrensel hukuku ve anayasanın eşitlik prensibini dikkate alır mı, yoksa kendileri de söz verip tutmamaya, "adalet" kelimesini Sn.Gönül gibi değerlendirmeye devam mı eder, bunu zaman gösterecek!
Sn.MSB.Bakanı’na "hoşgeldin" mesajını ve duygularımızı dile getiren aşağıdaki mektubu ortak düşüncelerimizi dikkate alarak kaleme aldık.
Arzu eden arkadaşlarımız adı, soyadı ile sınıf ve rütbesini yazarak GÖNDER tuşu ile mektubun bakan’a ulaşmasını sağlayabilirler.
Saygılarımızla.
Yaşadığımız dünyada su gibi elzem, herkesin ve her kesimin ihtiyacı olan en önemli evet en önemli ihtiyaç HUKUK' tur. Yasa yapıcılar bu çok önemli konuyu hazırlarken bir masa başında kendi çıkarları açısından bakarak işlerler! O zaman karşımıza çıkan yasa, ÜSTÜNLERİN HUKUKU olacaktır. Bir işveren ile bir işçi kesimin temsilcisi masa başında, örneğin asgari ücret artırım konusunu tartışırken çıkacak sonucun ÜSTÜNLERİN hukuku şekline sonuçlanacağı kesindir!
KONU TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN bir yasası hazırlanır iken de, bu yasa çok kapsamlı bir yasa ise ve tüm personeli kapsıyor ise adalet terazisinin endazesine çok dikkak etmek gerekir! ALLAH'INI SEVEN, BİRAZ VİCDAN DUYGUSUNU İÇİNDE BARINDIRAN BİRİ BU YASAYI NASIL HAZIRLAR VE DE YASAMA NASIL ONAYLAR?
ANAYASANIN BİLMEM KAÇINCI MADDESİNİN BİLMEM KAÇINCI FIKRASININ VS. HERKES EŞİTTİR! ASSUBAYLAR HARİÇ! Şayet yasalar hazırlanırken, daha önceden HASDAL-SİLİVRİ konuları düşünülse idi ÜSTÜNLERİN hukuku bu konuyu hallederdi!
Hak arama mücadelesinde biz assubaylar yıllardır hukukun tüm enstrümanlarını kullanarak TEMAD çatısı altında ve güncel sistemlerle SABIRLA yasa yapıcılara ADALETİN BOZUK DÜZENİNİN bir an önce düzeltilmesi yönünde mücadele veriyoruz. Görülüyor ki; bu sistemde BİRİNİN İKİ DUDAĞI ARASINDA sıkışmış hukuk devleti mi yoksa polis devleti yapısı mı bu yapı diye tereddüd ediyor olmamız üzücüdür.
Polis devleti demek, polis teşkilatı bulunan devlet demek değildir. İlla belirli bir kanuna dayanmak zorunluluğu hissetmeden, doğru bildiğini aklınca kullanan devlet ve yönetim biçimi demektir. Krallık, padişahlık, tek partili diktatörlük gibi. Ya da çete örgütleri gibi; belirli bir töresi, kuralı olsa da karar liderin iki dudağı arasındadır. Lider değişirse kararın niteliği de değişebilir. Mesela bir lider, "sana ateş edeni alnından vuracaksın" diye karar verirken, bir başkası; "buna gerek yoktur" diyebilir. Çete üyeleri açısından her iki karar da doğrudur.
Hukuk devleti, kimin neyi ne zaman ve hangi yasaya göre yapacağını karara bağlayan, sadece bununla da kalmayan aynı zamanda denetleyen, sorumlulukları ön plana çıkaran, gerektiğinde devletin kendisi de suç işlese bunu ört bas etmeyip yargı yolunu açık tutan devlettir. Bu devlette her birey ve her kurumun ödevleri, yetkileri kanunla belirlenmiş olup, bunu nasıl kullanacağı yine yasa ile belirtilmiştir. Velev ki kişi cumhurbaşkanı ve/veya başbakan, ordu kumandanı vs. kim olursa olsun herkesin ortak paydası kanundur.
Devletin bireye, bireyin de devlete karşı sorumlulukları vardır. Toplum içinde aynı şey geçerlidir. Buradan da anlaşılacağı gibi kişilerin, kurumların söyledikleri değil, hukukun söylediği geçerli olan devlete hukuk devleti diyoruz.
DAHA DÜN GİBİ....
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ ARARKEN, ÜSTÜNLERİN HUKUKU ARASINDA SIKIŞTIK KALDIK...
BU GİRDAPTAN BİR GÜN ÇIKILACAKTIR ELBET! ANCAK BU YENİ BİR YÖNETİM VE BÜTÜNLEŞME İLE OLACAKTIR?
Ancak assubay sınıfı küstürülmüştür, kırgındır ve de sahipsiz kalmıştır... Bir kaç itici insanın gayretleri ile bir kaç önderlik yapan siteler ile çaresizlik gömleklerini atan arkadaşlarımızın birbirlerine verdikleri moral ile yola devam ediyoruz.
BİLİYORUZ VE İNANIYORUZ Kİ BU YOLUN SONU AYDINLIKTIR, ADALETİN GERÇEKLEŞMESİ YAKINDIR!
VİCDANLAR HUKUK DENİZİNDE BOĞULMUŞTUR.
ASSUBAY HAKLARI ABLUKA ALTINDADIR .
İNSANLIK SUÇU İŞLENMEKTEDİR .
ASSUBAYLAR HAKLARINI AİHM GİBİ YURT DIŞINDA ARARKEN DAVALARI KAZANMAKTADIR .
BU GERÇEK KARŞISINDA YÜZLER ACABA KIZARIYOR MU DERSİNİZ?
Ne zamana kadar dersiniz? Bu düzenin bu utanç sisteminin sürdürülmesi ne zamana kadar dersiniz? Ayırımcılık, kayırmacılık alt gördüklerine yapılan bu 21. yüzyılın utanç armasını daha ne kadar taşıyacaksınız beyler?
NE ZAMANA KADAR?
ATİLLA ABAYLI - İZMİR
Saygıdeğer Meslektaşlarımız,
Son günlerde EMS ve BDES olan arkadaşlarımız 'haklı olarak' faiz hesapları yapmakta, mağduriyetlerini dile getirmektedirler. Kesinlikle katılıyoruz! ANCAK, bizler için iki husus büyük önem taşımaktadır;
TEMAD, bu iki konuyu AİHM taşıdığını belirtmiştir. Fakat, "her üyeye katılımları nispetinde hisse senedi verilmesi" konusundaki dava dilekçesini, tüm ısrarlarımıza rağmen açıklamamakta 'nedense' ısrar etmektedir!
Temad Yönetimi "Kurum iştiraklerininin yönetim ve denetim kurullarında görevlendirilme" talebimiz ortada dururken, Temad Genel Sekreteri'ni OYAK Aslan Çimento Denetim Kurulu'na atanmasını resmen talep ederek, AİHM'deki açtığı davayı tehlikeye atmıştır. OYAK avukatları, TEMAD'ın görevlendirme yazısını mahkemeye sunsa ve "davacının talepleri yerine getirilmeye başlandı. Kadrolar boşaldıkça, assubay ataması yapılacak" dese, sizce sonuç ne olur? Kişisel hesaplarla STK temsil edilip, yönetilir mi?
Bizler, bir bankanın tasarruf mevduatına para yatırmadık, bir yardımlaşma kurumuna ortak üye olduk. Emekli olduğumuz zaman kurumun birikimlerimize 'kendi hesaplamalarına göre' nema vererek, bizi kapı önüne koyması hukuka aykırıdır. Bir çok kurumun sosyal yardım sandıkları üyelerinden bizler kadar aidat almamasına rağmen, ikinci emekli maaşı bağlamaktadırlar. Kuruma tekrar üye olamayanların % 80 i, o gün için sistemde olan emsallerinin birikimleri değeri üzerinden talep edilen parayı temin edemeyen assubaylardır. Bu nedenle, OYAK hisse senedi konusunu gündeme getirmiyor!
Kimsenin aldığı nemada gözümüzün olduğu düşünülmesin! OYAKBANK satıldığında sistemde olan üyeler bir gecede %50 oranında nema aldılar. Peki daha önceki yıllarda OYAK'ın amiral gemisi OYAK RENAULT satılsaydı, o tarihte sistemde olanlar kazanacak kurum şimdiki kadar güçlü olmayabilecekti. Bugün sistemde olanlardan hastalık, evlenme, mülk edinme vb. sebeplerle kurumdan ayrılmaları gerekirse 1-2 yıl sonra, örneğin; ERDEMİR satıldığında "ne yapalım, şansızlık mı" diyecekler ?..
Bu konuları dile getirdiğimizde bazı arkadaşlarımızın bencilce "ne yapalım, biz paramızı OYAK'ta değerlendirirken sizler harcadınız" deme hakkı yoktur. Çünkü, mağdur olanlar içerisinde, bu düşüncedeki arkadaşlarımız daha assubay olmadan OYAK'a katkı sağlayanlar vardır. Bunun için en adil çözüm, hisse senedi verilmesidir. Böylece çoğunluk hissesine sahip olan assubaylar yönetim ve denetimde söz sahibi olacaklarıdır. OYAK'ı yönetenler işte bu gerçeği bildikleri için radikal kararlar almamaktadır. Lakin, biz bu hukuksuzluğa kesinlikle razı olmayacağız!
Değerli Meslektaşlarımız, Sn.İsmail TURAN'ın AYİM'deki açtığı dava "OYAK'ın, kurumdan ayrılan üyelere yaptığı ödemelerin nominal değerden değil, tüm kurum varlıklarının üzerinden hesaplanarak ödenmesi"dir ve Sn.TURAN karar düzeltme talebinde bulunmuştur. "Tüm üyelere hisse senedi verilmesi" talebi ile benzerlik taşıyan bu dava karar düzeltme talebinden sonra muhtemelen AİHM'ne taşınacaktır. Bu davanın destekçisi olarak takibini yapmaktayız.
Saygılarımızla...
İnsanlar ünlü olunca sözleri de ünlü oluyor. Nitekim birçok ünlü kişi bin yıl sonra bile sözleriyle anılmaktadır. Merhum Necmettin Erbakan’ın meşhur “ Kadayıfın altı kızarmadan” deyişi çok değişik alanlarda kullanılmıştır. Ancak merhum Erbakan zamanın iktidarı olan Adalet Partisi’ni kerhen desteklediklerini bildiren bir açıklama ile “ Kadayıfın altı kızarmadan hükümet değiştirilmez” diyerek bu sözü siyasi literatüre sokmuştur. Daha sonra da hükümetin güven oyunun kendi ellerinde olduğunu ve bunu her zaman kullanıp hükümeti düşürebileceklerini belirten bir açıklama ile “ kadayıfın altı kızarmış mı bir bakacağız.” Diyerek tekrar kullanmıştır.
Bu sözü günümüzde kullanmak ne kadar zor değil mi? Merhum’dan sonra artık kimse kadayıfın altını kontrol etmedi.
Siyaset hayatımıza bir bakalım. Kadayıfın altını kontrol edecek bir parti var mı? Maalesef yok. Artık ağızlardan çıkan kokuşmuş bir laf var. Doğru ve hiç duymayı istemediğimiz bir laf bu… “Tuz koktu.” Sözün uzunu şöyle “Balık kokarsa tuzlanır. Ya tuz kokarsa…” Tuzun kokması kelime anlamı ile ; yöneticilerin yetkilerini aşarak bir takım kuralları sorumsuzca çiğnemesinin sonucunda ortaya çıkan kavram kargaşası demektir.
Hükümetin torba yasanın içerisine merhum Erbakan’ın devletin hazinesine olan yaklaşık on bir milyon TL borcunu affeden bir madde eklemesi ve bunun sebebinin ise siyasi ahde vefa olması tuzu kokutmuştur. Mahkeme kararıyla halkın parası olarak hazineye ödenmesi gereken bu para küçük bir siyasi duyguyla affedilmiştir. İşe dinsel açıdan bakınca da durum vahimdir. Bunu yapan kişilerin dini ancak bir afyon olarak kullandığını düşünmek yanlış olmasa gerek.
Yürütmenin başında bulunanların yargıyı halka şikayet etmesi de tuzu kokutmuştur.
Devletin çalışanlarının hiyerarşisini hiç düşünmeden, menfaat ayrıcalığı temel amaçlı düzenlemeler yapılması, bazı kurum çalışanlarının sorunlarının bilinçli olarak giderilmemesi ve bazılarına da haksız iyileştirmeler yapılması da tuzu kokutmuştur. Siz daha da çok fazla örnek verebilirsiniz.
Bu gizli gündemi göremeyerek alet olan bilinçsiz halk kesimine nasihatten öte bir diyeceğimiz elbet yoktur. Ancak her istediği özlük hakkını alıp, kendi kurumunda çalışanların özlük haklarını görmeyerek kendi kurumundaki hiyerarşiyi, birlik beraberliği bozan sözde eğitimli zümreye ne demeli? Böl parçala ve istediğin gibi yönet taktiğini en iyi bilenler nasıl da böyle bir oyuna geldiler…
Basın özgürlüğünde dünyadaki yerimiz gittiğimiz yönün en doğru göstergesi, gizli gündemin de deşifresidir.
Ben hiçbir siyasi hareketin destekçisi olmadan direk olarak assubayların ortak sesinin şu olduğuna inanıyorum.
Bizi öteleyen, yaptığımız işi küçümseyen, neredeyse dışarıdan toplu para yatırıp hiç çalışmadan emekli olan en düşük maaşlı SSK ve Bağkur emeklisi ile kıyaslama cüretinde bulunan, kendisinden haklarımı istediğimde haklı olduğumu söylediği halde parmağını kıpırdatmayan, benden aldığı hakkı torba yasa içinde iş adamlarına ve yandaşlarına peşkeş çeken bu kadayıfın altı kızardı.
Saygılarımla…