İŞTE 926 SAYILI TSK PERSONEL KANUNU
Derece | Rütbeler |
2 | II. Kademeli Kıdemli Başçavuş |
3 | Kademeli Kıdemli Başçavuş |
4 | Kıdemli Başçavuş |
5 | Kademeli Başçavuş |
6 | Başçavuş |
7 | Kıdemli Üstçavuş |
8 | Üstçavuş |
9 | Kıdemli Çavuş |
10 | Çavuş |
01.03.1975 tarihinden geçerli olarak 11.07.1975 tarihli resmi gazetede yayınlanan 1923 sayılı kanunun 51'inci maddesiyle 926 sayılı kanuna eklenen ek geçici 31'inci madde: 01.03.1975 tarihinden geçerli olarak Astsubay rütbelerine Kademeli Başçavuş, Kademeli Kıdemli Başçavuş ve 2 Kademeli Kıdemli Başçavuş rütbeleri eklenmiştir.
Disiplin amirinin disiplin cezası verme yetkisi
Çok Değerli Genelkurmay Başkanım;
Kanunların, her kurum ve makam tarafından uygulanması gerektiğini ve hiç kimsenin kanunların yanlış olduğunu ileri süremeyeceğini aksi halde disiplinin temelden sarsılacağını benden daha iyi bilirsiniz.
Disiplin gereğince ve yukarıda sunduğum 926 sayılı kanunun geçici 31'inci maddesi gereğince 01.03.1975 tarihinde Kıdemli Başçavuşluğun 6'ncı yılında olduğumdan 01.03.1975 tarihinde Kademeli Kıdemli Başçavuşluğa ve 3'üncü derecenin 3'üncü kademesine intibakımın yapılması gerekirken TÜM ASTSUBAYLAR gibi benim de hakkım elimden alınarak intibakım yapılmamıştır.
Kanuni hakkım gereği 3'üncü derecenin 3'üncü kademesine intibakım yapılsaydı 2260 sayılı kanundan faydalanarak 1'inci derecenin 4'üncü kademesine yükseleceğimden emekli aylığımı 1'inci derecenin 4'üncü kademesinden alacaktım.
Kanunlarımıza göre vakit geçmiş değildir. Hukuka itaat ve haklara riayet edildiği takdirde kanunlara uygun şekilde hizmet belgemin yeniden tanzim edilmesiyle mağduriyetim giderilebilecektir.
Yeri geldiğinde çeşitli meslek gruplarınca maaş yönünden emsal gösterilen assubayların görevleri, ne yazık ki emsal gösterenlerce yeterince bilinmediği gibi, kendi kurumunda da görev ve sorumlulukları nispetinde karşılık bulamayan Assubaylar, orduda ne iş yapar?
Assubayların görevleri, genel olarak, sorumluluk ve icra etmek üzerine inşa edilmiş durumdadır, diyebiliriz.
Buna ilişkin olarak “Erbaş ve Er Ferdi Eğitiminden Assubaylar Sorumludur” başlığı altında assubayların erbaş/erlerin eğitimlerindeki icra sorumluluğunu ele almıştık. Şimdi ise yine “icra” sorumluluklarıyla dolu olan Bölük/Batarya Assubaylarının “icra” sorumluluklarını, Bl/Tk. Komutanlarıyla karşılaştırmalı olarak “Bölük/Batarya İdaresi El Kitabı”ndan aşağıda sunuyorum.
Görevler, icra ve sorumluluklarla dopdolu…
İcra etmek ile kontrol etmek, denetlemek birbirleriyle kıyaslanamayacak farklılıklar gösterir. Birisine, bunlardan tercih hakkı sunulsa, acaba kişi “icra”yı mı, yoksa denetleyen, kontrol eden olmayı mı tercih eder?
Görev yaptığı yılları
Harp Akademisi Mezunu olmayan bir albay emekliliğinde çalışırken aldığı maaşının yaklaşık %85’ini, 3.068 ile 4.026 TL arası emekli aylığı alırken, bir kıdemli başçavuş emekliliğinde, çalışırkenki maaşının %45-55’i, yani, 2013 yılı itibariyle 1.307 ile 2.012 TL arasında açlık sınırına yakın bir maaşa talim etmektedir.
Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1.007,10 lira,
Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı (yoksulluk sınırı) ise 3.280,45 lira,
Çalışan, tayinler gören en kıdemli assubayın maaşı dahi 3.381 TL, yani yoksulluk sınırında!a. Genel: Bölüğün muharebeye hazırlık seviyesini en üst seviyede tutmak maksadıyla; barış, savaş ve gerginlik hallerinde personel, istihbarat ve İKK, harekât-eğitim, idarî ve lojistik faaliyetlerini bölük komutanı adına takip, kontrol, koordine ve icra etmektir.
b. Personel:
c. İstihbarat, İKK ve Emniyet:
ç. Harekât ve Eğitim:
d. Lojistik:
e. Diğer Hususlar:
Takımının muharebeye hazırlık seviyesini en üst seviyede tutmak maksadıyla barış, gerginlik ve savaş hallerinde; personel, eğitim, idarî ve lojistik faaliyetleri takım komutanı adına takip, kontrol, koordine ve icra etmektir.
Md.5-BÖLÜK/BATARYA KOMUTANININ YETKİLERİ:Bölük/batarya komutanı, birinci maddede belirtilen görev ve sorumlulukları yerine getirebilmek üzere aşağıdaki yetkileri kullanır.
a. Ödül Yetkisi:
b. Ceza Yetkisi:
c. İzin Yetkisi:
Saygıdeğer Meslektaşlarım
15 gün once basında aşağıdaki haberi okudunuz;
Yaklaşık 2 milyon memurun merakla beklediği sicil affı ve uzun yıllardır derece alamayan memurlara ‘1 derece’ verilmesine ilişkin düzenlemede, metin yazım işleri tamamlandı.
Star gazetesinin haberine göre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in talimatı üzerine, Devlet Personel Başkanlığı konuyla ilgili bir ön çalışma gerçekleştirdi. Bu çalışmanın ardından, bir düzenleme metni hazırlandı.
Düzenlemenin önümüzdeki günlerde Bakanlar Kurulu’nda ele alınmasının ardından hayata geçmesi için düğmeye basılacak. Ancak düzenlemenin bir yasa tasarısına eklenmesi planlanıyor. Düzenlemenin hangi tasarıya ekleneceği konusunda ise henüz bir karar verilmedi.
Konu kaç kişinin dikkatini çekti kaç kişi “bizi yine yok saydılar” diye tepki gösterdi! Bilmiyorum ama konunun geneli yeteri kadar ilgilendirmediğini, bizi yine yok saydıklarını biliyorum.
Görevde iken birçok arkadaşımız Askerî Ceza Kanunu'nun amire verdiği sınırsız yetki ile hukuksuz cezalara tabi oldu. Bazılarımız da amir kaprisine evlatlarını düşünerek, yutkunup sessiz kaldı. İçimizde haksızlıklara karşı öfke volkan oldu ama "ateş düştüğü yeri yakıyor" misali kendimizi ilgilendirmeyen hususlarda sessiz kalmayı tercih edebiliyoruz. 1'inci dereceye yükselmiş arkadaşım "2 ve 3'üncü derecedekilerin sorunu beni ilgilendirmiyor" dediği an bu boşvermişlik halkasına "ben emekli oldum, muvazzafın disiplin yasası da beni ilgilendirmez" umursamazlığı eklenecek, birimizin sorunu hepimizin sorunu olmadığı an mücadelemizde gedikler açılacaktır. Bize haksızlığı, hukuksuzluğu yapanlar birliğimize zarar vererek kendi ayrıcalık ve imtiyazlarını devam ettirmelerini sağlayacaklardır. Mücadelede tüm sorunlarımız çözülünceye kadar birlik ve beraberlik ruhu ile kararlı bir şekilde yürümek mecburiyetindeyiz.
Hükümetin sicil affı ve bunun yanında içeriği tam olarak belli olmayan memura bir derece konusunu düşündüğünü anlıyoruz.
Daha once hükümet kendisine yakın olarak gördüğü irticai faaliyetlerden YAŞ kararı ile ilişiği kesilenlere af çıkarıp haklarını iade etti. Bu kişiler görev yapmadıkları yıllara ait terfi maaş kaybı gibi haklar elde ettiler. Görevde çileli yıllar geçirip emsallerinin derecelerine ulaşamayan birçok arkadaşımın "keşke beni de ihraç etselerdi!" pişmanlığını yaşadığını biliyorum.
Şimdi hükümet yeni bir sicil affı çıkarıyor. Bu affın temelindeki nedenleri bilmiyoruz ama TSK personelinin bundan yararlandırılmaması adalet, eşitlik ilkelerine aykırı olup vicdanları rahatsız edecektir. Genelkurmay bu affa TSK personelinin girmesini istememiştir; çünkü subaylardan disiplin cezaları nedeniyle terfi etmeyen mağdur olanların mevcudiyeti binde bir oranında bile değildir...
Bu nedenle bu afın sivil, asker tüm kamu görevlilerini kapsamasını ve daha önce hükümetin sözü olan bir derecenin istisna gözetilmeden tüm görevli ve emeklilere yansıtılması hakkaniyet gereğidir. Bu bir derecenin tüm görevdekiler ve emeklilerine verilmesi ayrıca birçok mağdur arkadaşımızın derdine merhem olacaktır.
Bunun gerçekleşmesi için Başbakanlığa, milletvekillerine, parti grup başkan vekillerine mail göndererek destek vermemiz gerekiyor. Bunu kendimize meslektaşlarımıza ve adalete olan saygımızın gereği olarak yerine getirmek zorundayız. Saygılarımla.
Saygıdeğer Meslektaşlarım,
Zaman zaman hepimizi çileden çıkaran bizlerle ilgili mesnetsiz yazıları, hakaretleri ibretle izliyoruz. Personelini korumak ve kollamakla görevli Genelkurmay Başkanlığı sık sık basın açıklamaları yapıp, subaylar ve TSK ile ilgili olumsuz yazılara anında yanıt verirken, ne yazık ki konu assubaylar olunca sessiz kalmaktadır!
TSK düşmanlığını 'sahipsizliklerine inandıkları' assubaylar üzerinden ifade edip belli çevrelere mesaj vermek isteyen bu dangalaklara bireysel olarak tepki verdiğimiz gibi sitemizin basın bölümü ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU olarak da tepki vermekteyiz. Haklarımızla ilgili davaların yanı sıra, basında yer alan bu tür haber ve yorumlarla ilgili tepkimizi dile getirip yasal ve idari başvurularda bulunuyor, sonuçlananları sizlerle paylaşıyoruz.
Hatırlayacaksınız, 27 Ağustos 2012 tarihinde BİZİM KOCAELİ gazetesinde kerameti kendinden menkul bir taşra gazetecisi olan Güngör Aslan yazdığı yazıda Kandıra Belediye Başkanı meslektaşımızı astsubay olmasından dolayı sözde aşağılamaya çalışarak aynen şu ifadeleri kullanmıştır:
Yıllarca askerlik yapan, hele hele astsubaylık yapan bir kişinin bırakın belediye başkanlığı yapmasını, sivil hayata bile alışması zordur.
Askerlik yapanlar bilirler. Astsubaylar görev yaptıkları yıllar boyunca askeriyede hep ikinci sınıf insan muamelesi görürler.
Yılların askeri olan astsubaya gelip bir asteğmen emir verir, asteğmenin emrini dinlemek zorunda kalır.
Ordu içinde gittikleri yerler bile ayrıdır. Bu nedenle hep içlerinde bir eziklik yaşar astsubaylar.
İşte böyle bir psikoloji ile yıllar yılı görev yapan bir insana siz belediye başkanlığını verirseniz, yaşayacağınız sorunlar da bunlardır (*).
Ardından tepkiler üzerine ne sözlerinin arkasında durabilmiş, ne de özür dilemenin erdemini gösterebilmiştir!
Kendisini hakkında GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU adına Kocaeli Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundum. Savunmasında “Assubaylara hakaret etmediğini, bu mesleğin zorluğunu ve sorunlarını dile getirdiğini ve bir belediye başkanını eleştirmek için yazı yazdığını" belirterek delikanlı gazeteci olduğunu ispatlamıştır !..
Bu yazdıkları ile ilgili Savcılığın “suç unsuru olmadığı” kararı üzerine Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi'ne itiraz müracaatım da aynı gerekçe ile ret edilmiştir. Hukuka saygı duyuyoruz!
Biz hukukun üstünlüğüne inanarak,hak edenlere bile hakaret etmeden sahipsiz olmadığımızı, böyle bir değerlendirmenin ahlakî olmadığını belirtip RTÜK ve savcılıklara başvuruyoruz. Kimi özür diliyor, kimi yanlış anlaşıldığını belirtip, assubayları şöyle sevirim, böyle severim, onlar olmadan ordu olmaz diye dansöz gibi kıvırıyor!
İnsan hata yapabilir, yanlış anlaşılabilir. Art niyet olmaz ise özür dilemek erdemdir, olgunluktur.
Bu kişiyi yargı mahkum etmese de biz vicdanımızda mahkum ettik! Yüz binler kulaklarını çınlattı. Madem yazdıkları hakaret değil, bir taşra gazetecisi olarak kabiliyetinin yettiği ölçüde bizim için yazdıklarını kendine uyarlasın, çerçeveletip duvarına assın.
Çünkü biz misli ile iade ettik.
Sevgi ve saygılarımla.
KAYNAK (*): http://www.bizimkocaeli.com/gungor-arslan/10211/kanin-kani-uyusmadi.htmlMilletin ordusunda önyargılarla subaylar dışındaki personele tahakküme varan haksızlıklar yapılıyor. Bunlardan biri de lojmanlardır. Adaletsiz oranlar yüzünden subayların tamamı lojmanlardan istifade ederken assubayların faydalanma oranı %25-30 arasındadır! Lojman olmadığı için varoşlarda kiraladığı evde evlatlarının gözü önünde teröristlerce şehit edilen Aydın Assubay'ın dramı bile bu adaletsizliği önlemeye yetmemiş, görevdekilere tanınan imtiyazlılara ek olarak emekli general ve amirallerimize can güvenliği(!) gerekçe gösterilerek ömür boyu lüks lojmanlar tahsis edilmektedir.
Fenerbahçe Orduevi içerisindeki meşhur lojmanları bilirsiniz. Yapımına İlker BAŞBUĞ döneminde başlanan, o günkü parayla 32 trilyon 750 milyar Liraya malolan ve Ekim 2011 yılında tamamlanan, denize sıfır, 200 metrekare, 46 adet süper lüks lojman… Hani, emekli oldukları halde “ÖMÜR BOYU” oturma garantisi verilerek seçkin emekli paşalarımıza tahsis edilmişlerdi. Aylık kirası, tel örgünün hemen dışında emsali konutlar 4000 TL iken kendileri kanunen en fazla 400 TL olabilen, kaçak olup olmadıkları basında tartışılırken, adının “alarm iskan tesisi” oluverdiği ultra lüks evler…
Madem ömür boyu oturacaklar, tapusunu da verseydiniz de, devlet ek masraflarından kurtulmuş olsaydı. Oysa, arsa payı olmadan aynı paraya TOKİ 1000 (yazı ile bin) adet personel lojmanı yapabilirdi! Bunu hangi değer yargısı haklı gösterebilir?
Bu aymazlığa bu adaletsizliğe bu imtiyazı gözler önüne sermek istiyorum;
Yayınlanan fotoğraflar Türkiye’nin büyükşehirlerinden birinde dün itibariyle assubaylar için tahsise açılan ve içine astsubay ailesinin oturmasına layık görülen bir lojmanın ibretlik resimleridir!
Bir hayvanı bağlasanız durmak istemeyeceği bu mekana ait, resimlerdeki pisliği, rezilliği kelimelerle anlatmanın imkanı yok… Fotoğraflarda veremiyorum, siz bir de girdiğinizde burnunuzun direğini sızlatan pis kokuları ve rutubeti duysanız, resim çekmek için bile olsa bir dakika daha kalmak istemeyeceksiniz.
Evet, burası 2 yıldır boş tutulan, assubay lojmanı olduğu için, içine masraf yapılmasına gerek görülmeyen, ödenek ayrılmadığı için bir çivi dahi çakılmamış, ama 2 yıldır boş olduğu için de en az 8500 TL kira gelirinin devletin kasasına girmediği, oturulabilmesi için ise en az 8500 TL’nin, tahsis edilecek assubayın cebinden çıkarıp, kendi imkanlarıyla yaptırmasının beklendiği bir lojman…(Bunu söylüyorum, çünkü aynı lojmanlarda diğer benzer durumdaki dairelere giren assubaylar bu şekilde ceplerinden benzer masraflarını ceplerinden karşılayarak oturulabilir hale getirdiler) Bazı sivil vatandaşların, bizlerin lojmanlarda bedava oturdukları gibi bir yanlış düşünceye sahip olduklarını biliyoruz.
Yeri gelmişken onu da söyleyeyim, bu resimdeki gibi bir lojmanın aylık kira bedeli yaklaşık 350 TL’dir… Buna elektrik, su, aidat gibi giderler de dahil değildir. Bizler aylardır kamuoyunda avazımız çıktığı kadar haykırıyoruz. Bizim bu feryadımızı anlamak istemeyenler derdimizin sadece “para–pul” olduğunu sanıyorlar. Böyle düşünenler buradaki resimlere bir daha baksınlar. Bizler lüks trilyonluk konutlar, ömür boyu kalacak villalar istemiyoruz. Biz insan olmanın gerekliliği olan, onurumuza yakışan tarzda yaşam standardı istiyoruz.
Vesayetin getirdiği imtiyazla çıkardıkları kanunlarla kendilerine sonsuz yetki donatanlar güzel ülkemin nimetlerini de kendi kendilerine sunmakta son derece cömert davranırlarken, aynı ülkemizin belki en ağır, şartları en zor, en yıpratıcı, külfeti en bol mesleği olan assubayığı ifa eden, hem de seve seve, ölümü bahasına, yılmadan, bıkmadan ifa eden insanlara gelince son derece cimri, katı ve acımasız olunmasının nedenini, hakettikleri değerin bir türlü verilmemesini anlayamıyoruz.
Hak ve onur mücadelesini bugüne kadar hiç bir kanunsuz girişime, hukuksuzluğa götürmeden, aylarca sosyal medyada, basında, TV’lerde, medeni, seviyeli, kendine yakışan bir üslupla anlatmaya, talep etmeye çalışan assubayların bu haklı feryadını bu ortamlarda takip eden, ama çözmek bir yana bundan rahatsızlık duyan, rencide olan bir komuta heyeti var! Ne yazık ki şimdi bu resimleri de görecekler ve assubayına reva görülen, adına lojman denilen bu mekandan mı, yoksa bunun resimlerinin yayınlanmasından mı rahatsızlık duyacaklar, merak ediyorum…
Çıkardıkları yönetmeliklerle mevcut personel oranlarının aksine, bir sınıfa sağlanan imtiyazlarla, teğmen olarak mezun olduktan sonra, mesleğinin sonuna kadar, hiç ara vermeden lojmanda oturma garantisi olan, hatta bir kısım seçkin emeklilerine ömür boyu lüks içerisinde ikamet imkanı sunulanların, benim gibi 26 yıllık meslek hayatında sadece bir kez lojmanda oturma hakkı bulabilmiş, bir daha puanı yetmediğinden imkan bulamamış bir assubaya velev ki böyle bir lojmanın tahsis edilmiş olsa, benim yerime kendileri olsaydı nasıl bir rencide hissi duyarlardı onu da merak ediyorum…
Mustafa AYTAR
E.Dz.Kd.Bşçvş.
Sayın Arkadaşlarım,
Bildiğiniz gibi açtığımız dava önce Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde daha sonra İdare Mahkemesi'nde “görevsizlik” sebebiyle ret edilmişti. Daha sonra İş Mahkemesi'nde açtığım dava mahkemenin yetki alanında görülerek 2 sene boyunca görüşüldükten sonra “RET” kararı verilmesi üzerine İş Mahkemesi kararının “BOZULMASI” talebiyle temyiz etmiştim.
Yargıtayın gerekçeli kararı İş Mahkemesi kanalıyla tarafıma resmen tebliğ edilecektir.
Amacım kararın bozulması yönündeydi, şayet İş Mahkemesi'nin kararı “ONANSA” idi davayı kaybetmiş olacaktık. Bu duruma göre yeni bir hak kazandık.
Şimdiden her türlü hazırlığa başladım. Hakkımın kesin kullanılış şeklini gerekçeli kararın tarafıma tebliğ edilmesinden sonra belirleyip siz arkadaşlarıma anında bilgi sunacağım.
Saygılarımla.
Assubaylar, yarım asra varan hak arayışı mücadelelerini her alanda sürdürmekte. Neredeyse hemen hemen her an, bir assubayımız, mağduriyetini gazetelerde, sosyal medyada, internet sayfalarında –artık BİMER hariç- dile getirmekte. Yazılar yazmakta, mektuplar kaleme almakta.
Bu arada, ülkenin siyasi gündemi de yoğun bir şekilde akıp gitmekte;
Türkiye; Millet, millet denilip de Milletin adının bir türlü telaffuz edilmediği, Türklüğün ayaklar altına alındığı bir dönemden geçiyor. Hâlbuki adsız millet olmaz, olunmaz.
Son olarak, iş, Avrupa baskısının basılmasıyla birlikte, 8 Kasım 1949 tarihinde Hürriyet Gazetesi adının yanında yer alan “Türkiye Türklerindir” ifadesine kadar dayandı.
Talepleri, bir zamanlar Osmanlı’yı işgal eden yedi düvelle uyuşan PKK ile yeni başlayan çözüm sürecine katkı olması adına, Hürriyet’de yer alan “Türkiye Türklerindir” sloganının “Türkiye, Türkiye halklarınındır” şeklinde değiştirilmesi, BDP milletvekilini Sırrı Sakık tarafından dile getirildi.
Ve, Atatürkçü, ulusal düşünceye sahip, yazılarıyla gerçekleri ortaya koymaya, ülke üzerinde dönen dolapları deşifre etmeye çalışan Hürriyet Gazetesi yazarı, Yılmaz Özdil, yine generallerin içeri alındığı bir günde, 28 Şubat 2013 günü Milliyet Gazetesi’nde “İmralı Zabıtları” başlığı ile yer alan yer alan Namık Durakan’ın haberini okumakta olduğu sırada telefonu çalmış.
Yılmaz Özdil’i hayretler içerisinde bıraktığı 01 Mart 2013 tarihli yazısından anlaşılan bu anı, kendi kaleminden okuyalım:
“Apo’nun mektubunu okuyorum.
“Herkes iyi bilmeli ki, üst düzey savaş söz konusudur.
Şimdiye kadar yaşananlar...
Devede kulak kalır” diyor.
“Başbakan’ın, çekilsinler onlara karışmayız demesiyle olmaz, tek taraflı çekilme olmayacak, parlamento kararıyla çekilme olacak, TBMM onaylayacak” diyor.
“İslamcıların rüyasını gerçekleştirdik, iktidarı AKP’ye altın tepside sunduk, AKP’yi 10 yıldır ayakta tutan benim, Tayyip bey’in başkanlığını destekleriz, ittifaka gidebiliriz” diyor... Sonra da ilave ediyor: “Benimle oyun oynanmayacağını AKP’ye iyi anlatın!”
“Bu iş başarısız olursa, 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne eskisi gibi savaşacağız” diyor.
Tam o sırada...
Telefonum çaldı.
Açtım.
Genelkurmay’dan arıyorlar.
İletişim Daire Başkanı.
Hayırdır?
Yılmaz Özdil’in facebook sayfasında emekli bi astsubayın mektubu yayınlanmış...
E-ee?
O astsubayın hukuki sorunları varmış, mektubunda genelkurmay’a giydiriyormuş, genelkurmay başkanımız hem rencide olmuş, hem de o mektubun benim facebook’umda yer almasına çok üzülmüş.
İzah ettim...
Necdet bey’i sevmem, sevmediğimi de zaten köşemde yazıyorum, el âlemin mektubuyla niye lafı dolandırayım? O mektuptan haberim bile yok. Çünkü, o facebook sayfaları bana ait değil... Devamlı mahkemeye veriyoruz, kapattırıyoruz, kapattığımız gün yenisini açıyorlar. Sadece Hürriyet’in hazırladığı facebook sayfam var, onda da sadece köşe yazılarım yayınlanıyor. Gerisi sahte.
İzah edemediğim ise, şu...
Apo mektup yazıyor, dediklerim harfiyen yapılmazsa, alayınızı oyarım, memleketi komple kabristana çeviririm diyor...
Bizim genelkurmay, çakma feysbuk’larda mektup kovalayıp, rencide oluyor, darılıyor öyle mi?”
***
Özdil’in, Genelkurmay’dan, generallerin tutuklanmasına tepki beklediği, gibi, bir sonucu, bu yazısından çıkarmak mümkün. Fakat, genelkurmayın tepkisinin, uğradığı haksızlıklar sonucu, erken yaşta emekli olmak zorunda bırakılan J.Kd.Bşçvş.Fikret Özdemir’in, Yılmaz Özdil’e yazdığı mektuba olduğu ortaya çıkınca, henüz okumamış olduğu mektuptan da böylelikle haberdar olmuş oluyor. Ve o mektup gündemde yerini buluyor…
Ben emekli Jandarma Astsubay Fikret ÖZDEMİR.
Sizin büyük bir hayranınızım ve bütün yazılarınızı mutlaka okuyorum, düşünce ve görüşlerinize de aynen katılıyorum. 22.02.2013 tarihli yazınızı okuduktan sora size bu yazıyı yazıp yazmama konusunda çok düşündüm ve sonunda yazmaya karar verdim. O kadar doluyum ki nereden başlayacağımı ve hangisini yazacağımı bilemiyorum. Keşke imkânım olsa da bunları size birebir anlatabilsem.
Öncelikle belirtmek isterim ki ülkesi için 20 yıl hizmet etmiş ve bu süre içerisinde dört defa şark görevi olmak üzere 12 defa eşya taşımış biri olarak, amacım Türk Silahlı Kuvvetlerini karalamak veya eleştirmek asla değildir ve olamaz. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve ülkenin düşürüldüğü durumdan en az sizin kadar ben de rahatsızım.
İlgili yazınızı okuduktan sonra benim suçum neydi diye kendi kendime sordum. Yazınızda mektubu yazan kişiye yalan da olsa bir suç isnat edildi, sahta de olsa deliller sunuldu, ifadesi alındı, hâkim karşısına çıkarıldı ve yargılandı. Bizlere ise hiç söz hakkı tanınmadan ifademiz alınmadan sırtımıza tebeşirle yazılan rakam kadar hapis cezaları verildi. Düşündüm bizim tek suçumuz astsubay olmaktı ve vatanını sevmekti.
Ellerinizden öper iki kızım var. İlk şark görevine gittiğimde (1987) biri üç yaşında, diğeri altı aylıktı. Olağanüstü hal yeni ilan edilmiş teröristlere üç beş çapulcu gözüyle bakılıyordu. Zaten terörist gruplar da çok kalabalık değil en fazla 5-6 kişilerdi. İşte bu günlerde benle ilgisi olmayan olaydan dolayı bana ceza verilmek istendi ve savunmam alındı. Yaptığım savunma sonunda ceza gerektirecek bir durumun olmadığı görülünce, görevler ceza olarak verilmeye başlandı ve benim için kötü günler başlamıştı.
Bulunduğum il Bingöl görevim ise Komando Tim Komutanı idi. Uyduruk görevlerle araziye gönderiliyor ve iki ay boyunca dağda bırakılıyordum. İki ayda bir bir hafta gelip tekrar gidiyordum. Siz hiç çocuğunuzun sizi yabancı sanıp ağlayarak sizden kaçmasını yaşadınız mı? Ben bunu defalarca yaşadım. Diyebilirsiniz ki görev kardeşim yapacaksın. Tamam, onu da kabul ettik katlandık yaptık. Ama üç yıl olağanüstü hal bölgesinde görev yapıp, batıda bir yıl tutulduktan sonra tekrar olağanüstü hal bölgesine hem de şubat ayında tayin edilmeme ne diyeceksiniz. Biz aile değil miyiz, bizim çocuklarımız çocuk değil mi? Biz onları ağaç kovuğundan mı aldık.
Bütün zor şartlara rağmen yine de isyan etmeden kimseye karşı gelmeden, çocuklarımı 5 yıllık ilkokulu üç ayrı ilde okutarak, onlara çocukluklarını yaşatamadan, hastalandıklarında yanlarında olamadan büyüttüm ve 2000 li yıllarda mesleğimin sonlarına geldim. Bu sırada çocuklarım büyüdü ve lise çağındayken yine bir tayin şoku yaşadım. Tayinim Şırnak'a çıkmıştı. Ben oraya ailemi nasıl götüreceğimi düşünürken bir şok daha yaşadım. Beni Şırnak'a 5 saatlik mesafede bulunan Beytüşşebap-Boğazören Karakol Komutanlığına vermişlerdi. Atandığım karakolun kadrosuna göre komutanı üsteğmen olması gerekiyordu. Ancak kritik bir yer olduğu için ve benim tecrübeli olduğum gerekçesi ile aile bütünlüğüm hiç dikkate alınmadan, çocuklarımın gidebileceği bir okul olmayan yere atamam yapıldı. Yaptığım itirazlar ve askeri mahkemeye açtığım davalar sonuçsuz kalınca, 2003 yılında hizmet süremi doldurup yaş sınırını beklemek üzere erkenden 3/2 derecesinden emekli olmak zorunda kaldım. Zor şartlarda çocuklarımı okuttum ve biri kamu yönetimi mezunu diğeri matematik öğretmeni oldu.
Askeri mahkemeye açtığım davada haklılığımı ve atamanın geri alınmasının gerektiğini belgeleriyle ve Anayasa hükmüyle ispatladığım halde geri almadılar. Ne zaman ben TSK’dan ayrıldım ondan sonra usulen davayı karara bağladılar.
O zaman da çok düşündüm. Görüştüğüm avukatlar yüzde yüz haklı olduğumu bu davayı daha ileriye taşımam gerektiğini söylediler. Ancak ben bu ülkeyi ve TSK’yı onlardan daha çok sevdiğim için bu olayı Avrupa’ya taşımadım. Belgelerim hala elimde duruyor, eğer dikkatinizi çekerse ve isterseniz gönderebilirim.
Çok vaktinizi almak ve başınızı ağrıtmak istemem ama küçük bir olay daha anlatmak istiyorum. Bütün bunlara diyebilirsiniz ki; kardeşim askerlik zor tabi sana zorla mı yaptırıyorlar? Askerlik elbette zor ama kuralsız olmasını gerektirmez. Askerlikte uzun saçın cezası o zamanlar 3 gün oda hapsi idi. Alay Komutanı sabah yaptığı içtimada saçı uzun olan Astsubayın ifadesini alıp ceza vermek yerine, saçlarını kendi eliyle makasla rastgele kesti ve koca alayın önünde Astsubayın onurunu, gururunu ayaklar altına aldı.
Zamanın Bölge Komutanı tarafından, 10 dakika içerisinde hiçbir soru sorulmadan, ifadem alınmadan 5 gün oda hapsi ile cezalandırıldım ve affedildim. Söyleyin bana böyle bir yetki hangi dünya liderinde veya hâkiminde var.
Başta da dediğim gibi o kadar doluyum ki burada size yüzlerce olay anlatabilirim. Ancak fazla zamanınızı almak istemiyorum.
Kendi kurumu içerisinde adalet, hak, hukuk ve kanun tanımayanlar, söz konusu kendileri olunca adaletten, kanundan, hukuktan bahsetmeye başladılar. Aile bütünlüğüne önem vermeyenler, kaynanasının cenazesinde aile bütünlüğünden, eşinin doğumu için izin isteyen personele sen mi doğuracaksın diyenler, çocuk sevgisinden bahseder oldular.
Sizden ricam eğer yine oraya ziyarete giderseniz, kendilerine bir sorun ve doğru söylemelerini isteyin. Hiç savunma bile almadan kaç kişiye ceza verdiniz. Ceza verdiğiniz astlarınız suçlarını biliyor muydu? Atama yaparken insanların aile bütünlüğünü düşündünüz mü? Adaletten bahsetmek, size lazım olunca mı aklınıza geldi?
Sözlerimi bitirirken, umarım TSK’lerine karşı bu yapılanları onayladığım gibi bir anlam çıkmamıştır. Söylediklerimin tüm TSK için geçerli olmadığını, içerisinde çok değerli ve mümtaz insanlar barındırdığını belirtmek isterim.
Ben sizinle tanışıp konuşmayı eskiden beri çok isterdim. İnşallah bu yazı bir vesile olur ve sizinle tanışma imkânı bulurum. Görüşmek dileğiyle iyi günler diler,
Saygılar sunarım..
Fikret ÖZDEMİR
İntibâkların Seyir Defteri
Güzel yurdumun ferâsetli ve hamiyetli insanları için pek âşina bir kelime değildir.
Duymayanlar da bilmez. Niye bilsin ki? Devlet memuru olanları ilgilendirir sâdece.
Nedir bu kelime?
İntibâ k.
İntibâ k demek “uyum; iki şeyin ölçülerinin birbirinin tutması” demek.
Türk Dil Kurumu’nun örütbağdaki Büyük Türkce Sözlük’de böyle yazıyor.
Astsubayların son 11 seneden beri gündem ettiği intibâ k konusunun kolayca kavranması için
Meseleyi şöyle izah edelim izninizle.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütün memurları 657 Sayılı Devlet Memurları Kânunu'na tâ bidir.
Devlet memurlarının maaş, tayin, terfi, taltıf ve tecziye gibi işleri bu Kânun esâslarına göre yapılır.
Devlet memurları, bu Kânun’a göre her 1 senelik hizmetinin sonunda 1 kademe alır.
Her 3 kademe sonunda da 1 derece alır.
Aldığı her kademe ve dereceye karşılık olarak makâmı yükselebilir ve maaşı bir miktar mutlaka artar.
Anayasamıza göre herkes; yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sâ hipdir. Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından mahrum edilemez.
işde, bu düşünceyle hareket edip
Anayasa’nın her vatandaşa verdiği eğitim hakkını kullanmak isteyen lise mezunu bir devlet memurunun görevdeyken kendi nam ve hesâ bına üniversite eğitimi aldığını farzedelim.
Aldığı her 1 senelik eğitim karşılığında o anki maaş derecesine 1 kademe ilâve edilir.
Örneğin lisans düzeyinde eğitim almış bir memura 4 kademe ya da 1 derece ve 1 kademe verilir. Bu bakımdan intibak işlemi, memurun makâmına ve maaşına doğrudan tesir eden önemli bir hususdur.
Ezmânın tebeddülü ve ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz derdi babamınbabası.
İşde bu kelâm-ı kibârda dedemin dediği türden bir keyfiyet vuku bulmuş, Türk Silâ hlı Kuvvetlerimizde.
Önce subay okullarında verilen öğretim süresini yükseltmişler.
Bir hayli zamâ n sonra da astsubay okullarının öğretim seviyesini yükseltmişler.
Hâl böyle olunca da intibâ k hazretleri zuhur eylemiş orta yere ve bakalım ne inciler dökdürmüş?
Haydi, beraber görelim.
* * * * *
1960 senesinde tertip etdikleri 27 Mayıs subay darbesinin dumanının,
Memleketin üzerinde tütmeye devâm etdiği 1969 senesinde
Bakanlar Kurulu ceffelkalem bir Karârnâme hazırladı…
Bu Karârnâme aslında taa 1928 senesinde meriyyete konulmuş başka bir Karârnâme’nin Beşinci Maddesinde “küçük” bir değişiklik yapıyormuş gibi görünüyor idi...
Fakat bu Karârnâmeye imzâ atan vekillerin ve tekâüd zâbit Cumhurbaşkanı’nın niyeti görünenden farklı idi…
Harp Okulları 1969 senesine kadar “kânunsuz” olarak faaliyet icrâ ediyorlar idi. Bir başka ifâde ile; TBMM’nin haberi ve izin olmadan Kara, Deniz ve Hava Harp Okulları subay mezun ediyorlar idi. Harp Okullarının böyle “kânunsuz” olarak eğitim-öğretim verdiğini TBMM’ye izah edemeyeceklerini bilen Bakanlar Kurulu, bir oldu-bitti tertib ederek atı alıp Üsküdar’a geçmek isdiyorlar idi. Zaman ve zeminin şimdilik müsâit olmadığının farkında olan Bakanlar Kurulu, ilk defâ hazırlayacakları Harp Okulları Kânununu TBMM’ye kabul ettiremeyeceklerini de gâyet iyi biliyorlar idi…
Bizim subayların tezgahladıkları oyunlarda her zaman kaçak bir yol, bir çâre bulmak mümkün idi. Kânun ile TBMM’de yapamayacaklarını; karanlık mahvillerde ayartacakları bakanlara cebren ya da hile ile imzâlatacakları bir Karârnâme ile şimdilik pekâlâ yapabilirler idi…
Öyle de yapdılar…
27 Mayıs darbeci subaylarının başını çektiği kulis çetesi;
Yüce Türk Milletinin yüksek irâdesinin yegâne tecelligâhı olan TBMM’nin denetiminden kaçırarak tertip etdikleri
Aşağıda gördüğünüz 6/12.691 Sayılı Karârnâme ile,
Kara, Deniz ve Hava Harp Okullarının eğitim-öğretim süresini,
1969-1970 senesinden başlamak üzere üç seneye çıkartdılar.
Tekâüd zâbit Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY’ın imzâladığı bu Karârnâmenin “tasdik târihinin” eksik olduğuna lutfen dikkat buyurunuz!..
Burada yeri gelmiş iken bir hakkı teslim etmeliyim. Harp Okulları eğitim-öğretim süresi konusunda meslek büyüğümüz Emekli Kara Mâliye Astsubay Fahrettin BAĞRI fikir teati eder iken kendisinden öğrendim. 27 Mayıs darbesini yapan darbeci subayların yazdırdığı 1961 Anayasasında hükumetin Kânun Hükmünde Karârnâme (KHK) çıkartma yetkisi yok imiş. Akılları başlarına sonradan gelen darbeci subaylar 1971 senesinde tertip etdikleri 1488 Sayılı Kânun ile; TBMM’nin belli konularda Bakanlar Kuruluna KHK çıkartma yetkisi vermesinin yolunu açmışlar. Bu hakikâtden ortaya çıkan korkunç rezâlet şudur;
* * * * *
1971 muhtırasına giden yola taşların tek tek döşendiği bir dönem...
Basiretsiz ve beceriksiz siyâsetçilerin kısır çekişmeleri ayyuka çıkmış. Arsızca tertipledikleri ayak oyunlarının bini bir para. Ne de olsa kendi karınları tok, sırtları pek. Halk, kimin umurunda. Sağ-sol, ileri-geri vs. ayrışması, vuruşması. Stokcu ve para babası üç beş fırsatcı sömürücü sermâye sâ hibi hâriç bütün halk aç, bîilaç, perişan...
Millet hâlinden memnun değil. Hayat pahalılığı, işsizlik, umutsuzluk, yolsuzluk, hırsızlık, uğursuzluk kol geziyor. Hayâli ihracât yapıp tüyü bitmemiş eytâmın hakkını hortumlayan Başbakan yeğenleri insandan sayılıp itibâ r görüyor. Hastane önünde bekleşen bîçâ re hastalar, banka önünde üç aylıklarını almaya çalışan ve gıdasızlıkdan dolayı avurtları içine çökmüş perişan emekliler kuyrukda ölüyor. Herkes tedirgin, herkes huzursuz. Türk milletini gene kara günler bekliyor. Fitneciler, fesatcılar, fırsatcılar, hâinler iş başında. Gelecek günler meşum olaylara gebe...
Genelkurmay Başkanı, Kâ nun’un 35’inci maddesinin kendisine tevdi ettiği salâhiyete dayanarak zamânın hükümetine bastırıveriyor 71 muhtırasını. Amaç, zâhirde terörü ve anarşiyi önlemek. Yıllar sonra muhtıracıların başı “Sosyal gelişme iktisâdi gelişmenin önüne geçti' diyerek ağzındaki baklayı çıkartıp “sözde” değil de “özde” gerekceyi fâş etmişdi. 12 Mart 1971 müdâ halesini, aşırı bir gelişme olarak gösteren TSK’nin asıl amacı sokakdan gelen halk hareketini basdırarak iktisâdi gelişmenin önüne geçmek idi.
Zamânın hükümeti, milletin daha iyi şartlarda yaşamak talebini görmezden gelmişdi. Halk ekmek bulamazken her neviden ekâbir takımı kaymaklı pastaları löpür löpür indiriyordu börkeneklerine. Milletin bu meşru hak arama hareketini “aşırı bir gelişme” olarak, kendi keyiflerine göre tehdit olarak yaftalayan subaylarımızın askeriyesi ise bu muhtıra ile siyâsîlere göz dağı verip halkın burnunu şöyle bir sürtmeye tevessül etmişdi aslında.
Aymaz, arlanmaz ve hırsız siyâsetcilerin ülkeyi idâre etmekdeki acizliği karşısında isyâ n noktasına gelen sokakdaki vatandaşın ayaklanmasını basdırmaya yeltenen ordumuz,
Bu tespitden hemen ders aldı ve kendini geliştirmek, zamâ na göre yenilemek ihtiyâ cını hissetdi.
Bu konuda hemen harekete geçerek subayların eğitimine el atdı.
Ve harp okullarının eğitim süresini arttırmaya karar verdi.
2 sene olan harp okullarının öğretim süresi 4.8.1971 târih ve 1462 sayılı Kânun ile 3 seneye yükseltildi.
Kânun’un 4’üncü maddesinin lafzına dikkatli bakılırsa,
Bir zamân sonra öğretim süresinin 4 seneye yükseltilmesi için kılıfın daha 1971 senesinde hazırlandığı rahatlıkla görülebilir. (Bkz.↓)
Harp okulları, 1970 senesine kadar 2 sene süreli eğitim verdi. Bu sene, son kez asteğmen rütbesinde subay mezun etdi. Bir başka ifâ de ile, 1970 neşetli subaylar harp okulundan asteğmen rütbesiyle mezun olan son devre.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet ÖZEL de 2 senelik eğitim veren harp okulundan asteğmen rütbesiyle mezun olan 1969 neşetli bir subaydır.
Ezmân burada tebeddül etmiş. Kendisi tebeddül etmekle iktifâ etmemiş ve ahkâmı da tagayyür ettirmiş. Harp okullarının öğretim süresi 2 seneden 3 seneye yükseltildi. Ölüsü dirisiyle, muvazzafı emeklisiyle 2 senelik harp okulu mezunu subayların hepsine üçer kademe, yâ ni birer derece verilerek yeni duruma göre maaş intibâ kları yapıldı. Böylece subayların memuriyete başlangıç dereceleri 9’dan 8’e yükseltildi.
Harp okulları 1971 senesinde mezun vermedi. 1970 senesinde harp okuluna giren öğrenciler, 3 senelik eğitim aldılar ve 1972 Ağustos ayında teğmen rütbesi ile mezun oldular. Buradan şunu söyleyebiliriz; 1972 neşetli teğmenler, 3 senelik harp okulu mezunu olan ilk subaylar.
Yukarıda okuduklarınız, askeriyemizdeki intibâ kların seyir defterine nakşedilen ilk cümleler idi.
* * * * *
Harp Okullarının tahsil süresini 2 seneden 3 seneye yükselten
Ve dahi
Yukarıda gördüğünüz 4 Ağustos 1971 târihli kânunun TBMM’de kabul edilmesinden tam bir ay evvel
Evet, doğru okudunuz! Tam bir ay evvel...
Subaylarımızın intibâk kânununu meclisden koşar adım geçirdiler...
2 senelik Harp Okulu mezûnu subayların intibâk kânunu,
Harp Okulları tahsil süresi henüz 3 seneye yükseltilmesinden bir ay evvelinden hazır edilmişdi bile...
1323 sayı ve 31 Temmuz 1970 târihli kânun ile ihdâs edilen EK-VI sayılı cetvelde târif edildiği üzere
O târihde harp okullarından asteğmen mezûn ediliyor ve 10’uncu dereceden göreve başlatılıyor idi...
Bu intibâk işleminden sonra asteğmenler, bir derece terfi etdiler ve 9’uncu dereceden görev almaya başladılar.
2 senelik harp okulu mezûnu olan
Ve hattâ
Yedek subaylıkdan teskere bırakan devlet lisesi ve sanat okulu mezûnları da dâhil olmak üzere
Subaylarımızın hepsi
Aşağıda gördüğünüz kânunda târif edilen derece/ kademeden görev almaya başladılar.
Yukarıdaki cetvelde gördüğünüz üzere
Harp okulu mezûnu en küçük subay rütbesi, 1970 senesine kadar asteğmen idi. Bu asteğmenlerin görev başlangıç derece/kademesi de 10/1 idi.
1971 senesinde kabul etdirdikleri Harp Okulları Kânununun 6’ıncı maddesine göre
Harp okulları, asteğmen mezûn etmeye son verdi.
Ve teğmen mezûn etmeye başladı...
Bu hamle ile ne mi oldu?
Teğmenlerin görev başlangıç derecesi 9’uncu derece yerine artık 8’inci derece oluverdi.
Bugün de hâlâ öyle...
Bu kurnaz kurmay hamlesi ile subaylarımız aslında iki yeni mevzi kazandılar;
1. İçinde “ast” sıfatı olan “astteğmen” kamburundan Harp Okullarını kurtardılar,
2. Harp okulu tahsil süresinin 3 seneden 4 seneye yükseltilmesi ile subaylara gizli olarak 1 derece hediye edildi...
* * * * *
Harp okullarının tahsil süresi 2 seneden 3 seneye terfi ettirildikden bir kaç sene sonra
1975 senesinde Meclisden sessizce geçirilen aşağıda gördüğünüz şu kânun
Bu kez de
Yedek subaylıkdan teskere bırakan devlet lisesi ve sanat okulu mezûnu subayların imdâdına yetişdi...
Yukarıda gördüğünüz 1923 sayılı işbu kânun ile;
Ve dahi hem de
Ve hâsılı kelâm
1970 senesinde, harp okulu mezûnu en küçük subay, asteğmen idi. Başlangıç derecesi de 10.
1975 senesinde, harp okulları asteğmen mezûn etmeye son verdi, Teğmen mezûn etmeye başladı...
Yukarıdaki sayfalarda fâş eylediğimiz hukûkî düzenlemeler neticesinde,
1975 senesine geldiğimizde
Harp okulu mezûnu en küçük rütbe olan teğmenler artık 8’inci dereceden görev almaya başladı.
Ez cümle,
1970 ve 1975 senelerinde hemen meriyyete konulan iki kânun ile
2 ve 3 senelik Harp Okulu, devlet lisesi ve sanat okulu mezûnu subaylarımızın hepsine
Tam 2 derece
Ya da 6 kademe,
Bir başka ifâde ile
Tam 6 sene hizmet ve maaş terfisi hediye edildi...
İçinde bulunduğumuz 2013 senesinin ikinci ayında da
Subay cenâhında manzarâ-i umûmî, aşağıda gördüğünüz üzere...
Subaylarımızın yüksek istikbâline dâir olarak bugün Genelkurmay Başkanlığımız gündeminde
Harp okulları tahsilinin yüksek lisans seviyesine yükseltilmesi vardır.
Genelkurmay Başkanlığımızın bu konuda yapacağını da Eski Tüfek sizlere bugünden fâş eylesin!
2 senelik eğitim terfisi karşılığında subaylarımız, 1 derece (3 kademe) birden dikey terfi alacaklar...
Hem de 6 senelik harp okulları daha ilk mezûn teğmenlerini,
Belki de üsteğmenlerini henüz mezûn etmeden...
* * * * *
27.03.1979 târih ve 2218 sayılı Kânun’unun 4’üncü maddesi ile
1462 sayılı Harp Okulları Kânunu’na yapılan değişiklik ile 3 sene olan eğitim süresi 4 seneye yükseltildi. (Bkz.↓)
Ezmân bu. Laf, söz dinler; dur, durak bilir mi? Bilmemiş! Tebeddüle devam eylemiş.
Sonra ne olmuş? İntibâkların seyir defterinin üzerine divitin ucundan dökülen kelimelere yenileri eklenmiş.
Teğmenler için 3 senelik harp okulu öğretimi de kısa zamânda kifâyetsiz kalmış.
Harp okulunun öğretim süresini 1977 senesinde bu kez de 3 seneden 4 seneye tebeddül ettirmişler.
Harp okulları 1977 senesinde mezun vermemiş. 1978 Ağustos ayında 4 senelik eğitim alan ilk teğmenleri mezun etmiş.
Demek ki 1977 neşetli teğmenler, 3 senelik eğitim ile harp okulundan mezun edilen son subay devresi oluyor.
Müslüman bir ülkeyiz ve nüfusumuzun yüzde doksan dokuzu müslüman. Ordumuz da bu milletin sînesinden çıkıp gelmiş müslüman çocuklardan mürekkep. Öyle ise askerlerimizin de yüzde doksan dokuzu müslüman. İnsan, inancı üzerine amel eyler. İnancının vecibesini yapmak da insanı şereflendirir. Askerlerimizin de yüzde doksan dokuzunun inancı, akidesi üzerine amel eylemesi umulur. Öyledir de, biliriz.
Müslüman dininin akidelerinden birisi, hattâ belki de en önemlisi, adâletdir. Bunu çok iyi bilen Hz. Ömer (ra), islamın temeli olan bu akideyi “Adalet Mülk’ün Temelidir” veciziyle târihe nakşetmiş ve insanlığa miras bırakmış.
“Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapma!” Bu hadis-i şerife mefhumu muhalifinden, yâni tersinden nazâr edelim; “Sana yapılan bir şeyi sen de başkasına yap!”
Hadisin anlamını bin dört yüz sene sonrasına, günümüze tefsir edelim.
Hiç vakit kaybetmeden subay için yaptığın maaş intibâk düzenlemesini astsubay için de yap.
Üstelik bu şeyi yapacağın kişi, hadisde bahsedildiği gibi “başkası” değil. Yabancı, hiç değil. Her yerde, her zamân ve her şart altında subay ile kader birliği eden astsubaya yapacaksın.
Aradan tam 11 sene geçdi. Niçin hâlâ hülle diyarlarında divâne divâne dolaşırsın?..
Makâlemizin konusuyla doğrudan ilintisi yok. Lâkin dikkatimi çekdiği için burada açıklamak istiyorum. 926 sayılı TSK Personel Kânunu astsubayı, “subaya yardımcı olarak görevlendirilen askerî şahıs” olarak târif etmiş. Fakat intibâkları konu olunca idâre, astsubaylara diyor ki sen, 657 Sayılı Devlet Memuru Kânunu'na tâbisin ve “Genel İdare Hizmetleri” sınıfına dâhil bir memursun. Nasıl mı oluyor?
926 sayılı TSK Personel Kânunu, “III-Gösterge tabloları” ara başlığı altında mezkur madde 137/c’ye istinâden; astsubaylar, 657 sayılı Devlet Memurları Kânunu, “Tesis edilen sınıflar” ara başlığı altında tefrik edilen “I-GENEL İDARE HİZMETELERİ SINIFI”na dâhil edilmiş. Genelkurmay Başkanlığımız vermiş bu karârı.
Fakat 657 Sayılı Devlet Memurları Kânunu madde 1 diyor ki;
Subay ve astsubaylar “Özel Kanun hükümlerine tabidir.” (Bkz.↓)
Bir başka ifâde ile, subay ve astsubayların bu Kânun ile herhangi bir ilgisi, âlâkası yokdur, olamaz.
Bu Kânun’un hükümleri subay ve astsubaylar için geçersizdir.
Ne var ki astsubayların intibâkı söz konusu olunca, 926 Sayılı TSK Personel Kânunu madde 137/c şöyle diyor;
“Astsubaylar, 657 Sayılı Devlet Memuru Kanununda tefrik edilen “Genel İdare Hizmetleri” sınıfına dâhildir.”
Kumandanlar, ağalar, paşalar!
Kararınızı verin gayrı.
Astsubaylar hangi Kanun’a tabidir?
* * * * *
657 Sayılı Devlet Memuru Kânunu'nun 2’nci maddesine göre TSK mensupları bu Kânun’un kapsamına dâhil değil. Peki, tamam. Bu sebeple astsubaylar, bu Kânun ile tespit edilen hiçbir sınıfa girmiyor, giremez.
Nasıl mı? Bakınız aynı Kânun’un madde 36’sı ne diyor; (Bkz.↓)
Şimdi, yukarıdaki Kânun hükmüne bakalım ve şu soruları soralım;
Kânun maddesi şöyle diyor;
“Bu Kânun’a tabi kurumlarda çalıştırılan memurların sınıfları aşağıda gösterilmiştir.”
Astsubaylar bu Kânun’a tâbi midir? Hayır tâbi değildir.
Çünkü
Aynı Kânun’un 2’nci maddesi öyle diyor.
Bu ne demek oluyor?
Astsubaylar, 657 Sayılı Devlet Memurları Kânunu'na tâbi değildir.
Tâbi olmadığından dolayı da bu Kânun’da târif edilen hiçbir sınıfa dâhil edilemez.
Vay be dediğinizi duyar gibiyim!..
* * * * *
Astsubaylar, 657 Sayılı Devlet Memurları Kânunu'nda tarif edilen “Genel İdare Hizmetleri” sınıfına dâhil midir? Hayır, dâhil değildir.
Kânun’un yukarıda gördüğünüz 36’ncı maddesi öyle diyor. Mâdem ki bu Kânun’a tâbi olmayan bir kurumda çalışıyor o zamân astsubaylar tâbi olmadığı bir Kânun’da târif edilen herhangi bir memur sınıfına dâhil edilemez.
Bir başka ifâde ile astsubayların “Genel İdare Hizmetleri” sınıfına dâhil edilmesinin hukukî bir mesnedi yok.
Demek oluyor ki idâre, astsubayları hukuksuz olarak bu memur sınıfına sokmuş.
Minâreden at beni, in aşağı tut beni.
Futbol topu gibi oradan oraya tepikle dur.
İşine gelince “sen memur değil, askersin” de, 926’ya doğru tepikle.
İşine gelmeyince “sen asker değilsin, memursun” deyip 657’ye yuvarla...
Ben hukukcu değilim. İlim ehli insanlar çıkıp bu konuyu açıklasın lutfen.
Şimdi, Mâliye Bakanlığı,
Millî Savunma Bakanlığı ve
Genelkurmay Başkanlığı
Oturup astsubayın;
Hangi Kânun’a tâbi olduğuna ve
Hangi memur sınıfına dâhil olduğuna karar versinler.
Yarım asırlık bu kakafoni bir an evvel zevâl bulsun gayrı. Bunu becerecek âkil insanları elbet var, biliyoruz.
* * * * *
Merakımı mucip oldu ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye’ye şöyle bir soru sordum. Dedim ki astsubayların 657 Sayılı Devlet Memurları Kânunu'na göre Genel İdare Hizmetleri sınıfına dâhil olduğunu söylüyorsunuz. Aldım, kabul etdim. Peki, subaylar, aynı Kânun’da tefrik edilen memur sınıflarından hangisine dâhildir?
Aldığım cevap şöyle;
“Subaylar fakülte mezunu olarak göreve başladıkları için bu şekilde bir intibâk işlemi yapılmamaktadır.”
Bu cümlenin tefsiri şudur;
Subaylar, 657 sayılı Devlet Memurları Kânunu'nda tefrik edilen memur sınıflarından hiç birine dâhil değildir.
Subaylar fakülte mezunu olarak göreve başlıyorlar, güzel. Peki, kendi hesabına yüksek lisans, doktora yapan subayların intibâkını hangi Kânun’a göre yapıyorsunuz, muhteremler?
Peki can dostlar şu suâlime bir ses verin lutfen.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün memurları,
Hâttâ Başbakan ve Cumhurbaşkanı bile 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'na dâhil iken
Nasıl oluyor da subaylar bu Kânun’da tarif edilen hiçbir memur sınıfına sığmıyor?..
Bileniniz, duyanınız var mı?
Dâhil oldukları subay sınıfının da fevkinde kendilerine bir makâm ve pâye vehmeden şizofrenik zihniyetlerin peydahladığı uyduruk "üstsubay” kepazeliğini Kılıçlar ve Tüfekler isimli makâlemde izah etmişdim.
Aldığım bu cevapdan sonra şimdi de subayların hiçbir memur sınıfına dâhil olmadığını ve sınıf üstü mahlûkat olduğunu keşfetdim.
Haydi hayırlısı...
* * * * *
Maaş derece intibâkı hususunda subay cenâhında zevâhir bu minval üzerey iken
Bakalım biz astsubaylar cenâhında neler zuhur eylemiş?
Mâdem hak, hukuk, ast’ın vazifesi, üst’ün mesuliyetleri, öyleyse o cenâhda da keyfiyet emsâl olmalı mı diyorsunuz?
Subay intibâkları hiç vakit kaybedilmeden ışık hızıyla yapıldığına göre
Astsubay intibâkları da aynı şekilde hemen yapılmışdır mı diyorsunuz?
Misâl var, emsâl teşkil eder mi diyorsunuz? Göreceğiz.
Çağı takip etmek, kavramak, idrâk etmek...
Zamânın icaplarına göre kendini yenilemek, geliştirmek, hareket etmek. Bilgi, kuvvetdir, fazilettir. Bilgilenmek, bilgiyle donanmak ne güzel, ne hoş. Bilerek, öğrenerek büyümek, her yeni güne yeni bilgiler ile uyanmak ne büyük keyif. Hep beraber, topyekûn, elele. Beraber büyümek ve refahı âdilane bölüşmek...
* * * * *
Liseden sonra 1 sene olan astsubay sınıf okullarının öğretim süresinin
Önlisans düzeyine yükseltilmesi kararı bildiğiniz üzere 19 Aralık 1994 tarihinde alındı.
Çünkü
1 senelik eğitim veren astsubay sınıf okullarının hukukî yapısı YÖK mevzuâtına uygun değil idi.
âani çağ dışı, aykırı, ilkel, köhne idi. Çağı kavrayıp subayın eğitim düzeyini yükseltmek için 1970 senesinde kolları sıvayıp harekete geçen Erkân-ı Harbiye-i Umumiye,
Konu astsubayların eğitim seviyesinin yükseltilmesine gelince işi elinden geldiği kadar ağırdan aldı, ayak sürüdü.
Seneler önce eceliyle ölmüş subayına kılıç vermek için bile Kanun çıkartdı.
Fakat astsubayın eğitimi mevzu bahis olunca hiç acele etmedi.
1994 senesinde alınan karâr tam 8 sene sonra, ancak 2002 senesinde uygulamaya konuldu.
11.04.2002 târih ve 4752 sayılı Astsubay Meslek Yüksek Okulları Kânunu kabul edildi.
Bu Kânun ile astsubay sınıf okullarının adı Astsubay Meslek Yüksek Okulları olarak değiştirildi. Kânun’un 30’uncu maddesinin a fıkrasına istinâden 1 sene olan öğretim süresi de 2 seneye yükseltildi. (Bkz.↓)
Hesapladım, tam 32 senelik gecikdirme söz konusu. Dikkat buyurunuz; gecikme demiyorum, gecikdirme diyorum.
Ürkerek, korkarak, ayak sürüyerek ve daha ziyâde istiskâl ederek hazırladıkları Astsubay MYO Kânunu
Ancak 2002 senesinde yürürlüğe girebildi.
Harp okulları eğitim süresinin 4 seneye yükseltilmesinden tam 32 sene sonra. Üsküdar’da sabah olmuş, şafak çokdan atmışdı. Atı alanın Üsküdar’ı geçip Gebze dolaylarına vasıl olmasından da epeyi bir zamân sonra.
Niye?
Astsubayın eğitim seviyesini yükseltmek için niye tam 32 sene ayak sürüdünüz?
Astsubay okullarının eğitim düzeyini harp okullarıyla aynı senede, birlikde düzenlemek için ne eksikdi?
Para mı?
Akıl mı?
Bu milletten ne istediniz de sizden esirgedi?
Peki, siz, Anayasa’nın her vatandaşa verdiği meşru eğitim hakkını astsubaylardan tam 32 sene niçin esirgediniz?
Astsubaylara 32 sene kaybettirerek düşmanın fitne değirmenine su taşıyan sakar saka mesabesine düşdüğünüzün farkında mısınız?
* * * * *
Hatırlanacağı üzere 31.07.1970 tâ rih ve 1323 sayılı Kâ nun’un 16’ncı maddesi ile
926 Sayılı TSK Personel Kâ nunu'na Geciçi 16’ncı madde ilâ ve edilmişdi.
Bu değişiklik ile astsubayları mevcut durumdan daha kötü duruma sürükleyen bir rütbe ve taban aylığı değişikliği yapılmışdı.
Bu hak gaspına tepki olarak astsubaylar ve yiğit eşleri 1970 senesinde Türkiye’nin dört bir yanında sokağa dökülmüş idi.
Buna benzer şekilde astsubayların müktesep haklarından olan yan ödeme katsayıları 1975 senesinde yapılan sinsice düzenlemeler ile tırpanlanmış ve mevcut duruma göre daha da kötüye götürülmüşdü. Astsubaylar, kahraman eşleriyle birlikte bu kâ nunsuzluğa da sert bir şekilde tepki göstermiş ve gene kendilerini sokaklara atmış idi.
Astsubayların eğitim seviyesinin 1970 senesinde subaylar ile birlikte eş zamanlı olarak yükseltilmemesinde acaba bu olayların bir etkisi var mı sizce?
Birileri “mâ dem ki hanımlarınız ile birlik olup isyan ettiniz öyle ise sizin kanatlarınızı kıracağız ve eğitim seviyenizi kasıtlı olarak yükseltmeyeceğiz” demiş olabilir mi?
Tıpkı birinci derece dördüncü kademe hususunda yaptıkları gibi, eğitim seviyesinin yükseltilmemesinin ve intibâ kların alenen savsaklanmasının sebebi,
Bu hakları astsubayların tepesinde bir sopa olarak biteviye sallamak amacı olabilir mi?
Anam der ki “Oğul, kötü komşu insanı mal sahibi yapar.” Tecrübe ederek gördüm anamın dediklerinin ayniyle vâki olduğunu. Komşumdan matkap istedim, yok dedi. Gittim satın aldım, matkap sahibi oldum. Havya sordum bir başkasına, yok dedi. Gidip satın aldım, havya sahibi oldum. Bilir misiniz, eğitim hakkını gasp ettiğiniz astsubaylar, siz kibiri boyundan büyük cücelere inat bu kara dönemi fırsata çevirmesini bildi. Sizler hak ve hukuk öğüten fitne değirmenine dibi delik helkeler ile biteviye çamurlu su taşırken
Onlar kendi hesabına önlisans, lisans hâttâ doktara eğitimini yapmakdan geri kalmadı. Kendi odununu kendi kesen kişi iki kere ısınır. Sâ yenizde astsubaylar da böyle yapdı.
Eğitimin önemine gönderme yapan Atatürk, bakın 1925 senesinde ne demiş;
“Eğitimdir ki bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir cemiyet halinde yaşatır
Veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder”
Anayasa’nın her Türk vatandaşına verdiği eğitim hakkını ve Atatürk’ün bu vasiyetini kendime rehber edinip sınavını kazandığım, ancak karşıma duvar gibi dikilen cüce beyinli statü hazretleri yüzünden devam etmek imkanı bulamadığım fakültenin sınav Sonuç Belgesini de ibret olsun diye aşağıya ekledim. Yorumu sizlerin güzel gönlüne havâ le ediyorum.
Eğitim seviyesinin yükselmesi ile birlikte astsubayların yeni duruma intibâ k ettirilmesi için
Bir satırlık Kâ nun teklifi hazırlanıp 2002 senesinde T.B.M.M’de gündem edilmeli idi.
Böylece özellikle ikinci ve üçüncü derecelerden emekli olan ve zâ ten açlık sınırında yaşayan astsubaylara en azından kısa bir nefes alma fırsatı verilecek idi.
Fakat gündem etmediler bir türlü. Niye?..
Astsubayların eğitim seviyesinin yükselmesine koşut olarak maaş göstergelerine 1 derece ilâ ve edilmesi konusunda, yani maaş intibâ klarının yapılması konusunda 2012 Mayıs ayında Kâ nun teklifi hazırlandığını şifâ hen duyduk. Bu konuda son 11 senede yapılanlar bildiğimiz kadarı ile sâ dece bu kadarcık.
Eğitim düzeyinin yükseltilmesi ile 2 senelik MYO mezunu astsubayların başlangıç derecesi 10/1’den 9/1’e yükseltildi.
Fakat
1 senelik sınıf okulu mezunu muvazzaf ve emekli astsubaylara verilmesi gereken 1 derece terfisi için
Erkân-ı Harbiye-i Umumiyemiz 2002 senesinden beri tam 11 senedir hülle yapıp karanlıkda ıslık çalıyor.
Niye? Niçin böyle?..
Subaylar için maaş intibâ k Kâ nun’u aynı sene içinde çıkartan idâ re, daha neyi bekliyor?
2002 senesinden beri kaç astsubay maaş intibâ kı yapılmadan imamın kayığına bindi, bileniniz, hesaplamak zahmetine katlananınız var mı? Yazıkdır, günahdır, paşalar.
İntibâ k konusunda astsubaya yapılan ilk haksızlık bu değil. Görünen o ki son da olmayacak.
Astsubaylar ile eşit düzeyde eğitim alan polis, Meclis’deki daktilocu memurlar ve diğerleri, mesleğe 9/2’den başlıyor.
Fakat astsubaylar 1 kademe aşağıdan, yani 9/1’den mesleğe başlıyorlar. Niçin? Niye böyle?..
Seyir defterine açılan intibâ k sayfasına yazılacaklar bitmedi. Yazılan son cümle henüz tamamlanmadı...
* * * * *
Bakın ne diyor bu konuda statü putu;
926 sayılı TSK Personel Kanun’unun 28.6.2001 tarihli 137/c maddesi;
“Astsubaylar hakkındaki gösterge tabloları Ek-VIII sayılı cetvelde gösterilmiştir. Yükseköğrenim yapmış olan astsubayların intibâ kları; 657 sayılı Devlet Memurları Kâ nununun Genel İdare Hizmetleri Sınıfında aynı yüksek öğrenimi bitirenler için tespit edilen derece ve kademelerden hizmete başlamış kabul edilerek yapılır. Bu intibâ klar personelin fakülte, yüksekokul veya meslek yüksekokulunu bitirdiğine dâ ir resmî belgeyi ibrâ z edip müracaatını yaptığı tâ rihteki derece ve kademelerine, 2 yıl süreli yüksek öğrenim için 1 kademe, 3 yıl süreli yüksek öğrenim için 2 kademe, 4 yıl süreli yüksek öğrenim için 1 derece ilâ ve edilerek yapılır.”
Haksızlığa bakar mısınız?
2 sene eğitim tamamlayana %50’si,
3 sene eğitim tamamlayana %66.6’sı,
4 sene eğitim tamamlayana ise %75’i veriliyor.
Gel de çöz çözebilirsen.
Astsubayları tefrik edip bölük bölük bölmek için bu konuda bile Aristo taktiğini devreye sokuyor küküm olasıca eyyamcı statüko hazreti.
* * * * *
Kadın-erkek, gece-gündüz, sıcak-soğuk, artı-eksi, doğu batı, madde- anti madde...
Tabiatın kânunları mutlakdır. Kararsızlığı kökden reddeder. Çünkü kararsızlık, hiç beklenmedik bir zamâ nda ve mahiyette zuhur edip felakete sebep olabilir. Bu mânâda, en kötü karar bile kararsızlıkdan yeğdir. Birbirinden farklı iki Kâ nun arasında bu kadar yalpalayıp hukuksuzluk burgacında oradan buraya savrularak nereye yaslanacağını bilememek bu olsa gerek. Buradan Allah'ın bir kuluna soruyorum.
Astsubay;
Astsubay nedir? Karar verin gayrı! Ben yanılıyorsam onu da söyleyin lütfen.
Niçin? Niye böyle? Çıkın ortaya ve açıklayın ey işgilli büzzükler...
* * * * *
Askerliğin şerefine yakışır bir davranış ortaya koysan
Ve kendin için hemen yapdığın gibi astsubayların maaş derece intibâ kını bugün, şimdi yapsan bile
Bak, bana neler borçlusun.
Mağdur ağlarken zalim gülemez! Ağlayanın göz yaşı gülene hayır getirmez!
Ey statü hazretleri, ey kibirli statü sanemi! Kul hakkıdır, bana olan borcunu öde!
Senden lütuf değil, babanın has parasını değil, hakkımı istiyorum.
Daha söyleyeceklerim var. Lâkin lafın tamamı aptala söylenir!..
Meçhule doğru kararsız ve pusulasız seyreden intibâk gemisi yolculuğuna tam yol devâm ediyor.
İntibâkların seyir defteri hâlâ açık.
Mürekkep, hokkada; divit, elde; gözler ufukda...
Son nokta bakalım ne zamân konulacak.
Her yıl yapılır, benzeri anketler.. Bu yıl Kadir Has Üniversitesi yapmış. Türkiye'nin En Güvenilen Kurumları..
Sıralamada Silahlı Kuvvetler yüzde 56.3 ile birinci..
***
Ordunun görevi ne?..
Cumhuriyeti "İç ve Dış Düşmanlar"a karşı savunmak..
Yani, mesela iç isyancılarla savaşmak.. Bir bölgeyi ayırıp orada ayrı bir devlet kurmak amacındakileri yok etmek.
Yani mesela, fırsattan istifade, Türk kıyılarına yüz metre mesafedeki adacıkları işgal ederek, Türkiye'yi sarmala almak isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakmak..
Şimdi bu güvende azalma var..
PKK ile kahramanca savaşıp "Devlet Üstün Hizmet Madalyası" alan subaylarımız şu anda Silivri'de tutuklu.. Ondan mı acaba?..
Kardak'a çekilen Yunan bayraklarını indirip, Türk Bayrağı çeken SAT Komandoları da tutuklu.. Ondan mı acaba?.
Güven, komuta kademesinde nerdeyse general rütbesinde adam kalmadığı, Deniz Kuvvetlerinde komutan yapılacak oramiral bırakılmadığı için azalmış olmasın sakın?..
***
Başkan Obama, geçen hafta Afganistan'da savaşan bir astsubay baş çavuşa Beyaz Saray'da yapılan bir törenle, Amerika Birleşik Devletleri Onur Madalyası verdi. Ertesi gece, o başçavuşu bir talk şovda izledim.
Salona girince, yüzlerce seyirci ayağa fırladı ve çavuşu on dakika ayakta alkışladı.
Çavuş öyküsünü anlattı. Afganistan'da kentten, uygarlıktan uzak, dağlar arasındaki bir vadideki dandik bir karakolda, 50 kişi görevliymişler.. 400 kişilik bir terörist gurubunun saldırısına uğramışlar. "Ben sadece görevimi yaptım" dedi, çavuş. Nasıl yaptığına bir kaç yıla kalmaz, Oscarlık bir Amerikan filminde izlersiniz.
Oysa hikaye size ne tanıdık geliyor değil mi?. 30 yıldır, böyle kaç bin kahramanımız oldu.. Şehit.. Gazi.. Yaşayan..
Bizde tüm televizyonların yayınladığı bir törende, Cumhurbaşkanından "Devlet Onur Madalyası" alan bir çavuş gördünüz mü?.
..Ve de bu çavuşun bir canlı programa davet edilip, ayakta alkışlandığını göz yaşlarıyla izlediniz mi?.
Ben de neler söylüyorum canım..
Amerika faşist.. Biz demokratız..
Ama ben de faşistim ya..Bırakın da bu kadar özeneyim, artık..
Saygıdeğer Arkadaşlarım
Kısa bir süre önce yazdığım “DİSİPLİN DEĞİL NEFRET SAĞLIYORSUNUZ” yazımda belirttiğim gibi 211 sayılı İç Hizmet Kanunu'nda askerliğin olmazsa olmazı disiplin'in tarifinde “astın ve üstün hukukuna riayet” ilkesi vardır. Yıllarca hepimizin edindiği acı tecrübeden de anlaşılıyor ki, yasalar sadece amir ve üstlerin hukukunu koruyormuş!
Cezalar elbette caydırıcı olmalıdır. Ancak çağdışı zihniyet ve yasalarla disiplin sağlanamaz. Cezalandırmaktaki amaç, cezalandırmak korkusu ile sindirip böylece otorite kurmak da olmamalılıdır!
Çağdışı yasalardan aldığı güçle kendini padişah sanan,devletin verdiği ünvanı rütbeyi terbiyesizliğine amaç olarak kullannan bazı amir ve üstlerin hukuksuzluklarını, personeli cinnet noktasına getiren uygulamalarını hepimiz biliyoruz. Bunlara bir halka daha eklendi. Ulaştırma ve Personel Okulu, Alaşehir Ulaştırma Taburu'nda yaşanan bir olayı çok detaya girmeden ve mahkeme tutanaklarına yansıyan hukuk rezaleti ile birlikte yazmaya çalışacağım;
Taburda görevli Ulş. Kd. Üçvş ... elindeki bilgisayar çıktılarını alarak Yüzbaşı …'nın yanına gider. Odada başka bir yüzbaşı daha vardır. Assubay, bilgisayar çıktılarının kendilerine ait olup olmadığını sorduğunda 1'inci yüzbaşı;
der. 2'nci yüzbaş;
dediğinde assubay;
der. Bu kez
sözü üzerine assubay;
demesi üzerine yerinden kalkar, assubayın üzerine yürür, karnına ve yüzüne yumruk atar. Diğer yüzbaşı araya girip
der ve ayırır. Olayın bittiğini sanan astsubay oradan ayrılır. Ancak, yüzbaşı assubaya doğru koşarak
der ve kafa atmaya çalışır. Devamında da
der ve bu küfürleri tekrar eder. Sonuçta dayanamayan assubay tekrar "orospu çocuğu" diyen yüzbaşıya
yanıtını verir.
Hepinizin nefretle bu satırları okuduğunuzu, kiminizin "Allah bizi böyle bir beladan korusun", kiminizin de "ne kadar sabırlı bir assubaymış" dediğinizi biliyorum.
Bu olay sonrası adalet gözündeki bantı çıkarır ve işlem başlar. Assubayımız Ege Ordu Üst Disiplin Mahkemesi'ne sevk edilir. Disiplin Mahkemesi, assubayın 'üste hakaret ve fiilen taarruz' suçlarından askeri mahkemede yargılanmasına karar verir.
Ne mutluki yüreğinde adalet duygusu olan Ege Ordu Askeri Mahkemesi, beklenmeyen ama saygı duyduğumuz, "işte adalet" dediğimiz bir uygulama ile assubay avukatının "aynı suçu işleyen kişilerin, aynı mahkemede ve aynı suçtan yargılandırılmaması Anayasa’ya aykırıdır" savunmasını yerinde bulurak Anayasa Mahkemesi'ne başvurur. "Hakaret edilen ast'ın sükunetle cevap vermeden beklemesini düşünmek hakkaniyete uygun değildir. Aynı sözleri söylen üst disiplin mahkemesinde, ast’ın askeri mahkemede yargılanıp sonuçları farklı olan cezaya çarptırılması insan haklarına ve Anayasa’ya aykırıdır” diyerek 477 sayılı yasanın 85'inci maddesinin iptalini ister.
Ege Ordu Mahkemesi'nin gerekçesindeki gibi, anayasanın eşitlik ilkesi dışında Askeri Ceza Kanunu'nun 92'nci maddesi tahrik nedeniyle işlenen suçlarda TCK 129'uncu maddesine atıfta bulunmuştur. Buna göre “Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde verilecek ceza 1/3 oranında indirileceği gibi ceza da verilmeyebilir” hükmüne amir olup, her iki yasada hakaret tanımında farklılık olmasına rağmen mevcut çağdışı As.Ceza yasası üst'e Anayasa ve AİHS aykırı ayrıcalık tanımaktadır.
Yemişim böyle adaleti! Bunun hiç bir ahlaki ve hukuki değerle haklı gösterilmesi düşünülemez. Nitekim, Anayasa Mahkemesi'nde maddenin iptalini isteyen üyeler karşı oy yazısında "Üst’ün ast'a hakareti de disiplini ve personelin moral motivasyonunu bozan bir durumdur. Ayrı ayrı yargılanmaları ve ceza almaları Anayasaya aykırıdır" şeklinde görüş belirtmişler ama çoğunluk bu görüşe katılmamıştır.
Şimdi bir kez daha buradan Genelkurmay Başkanımıza şahsım, meslektaşlarım ve adalet adına sesleniyorum;
Çağdışı olan bu yasalar ne padişah fermanı ne de Allah emridir. Lütfen, adalet, eşitlik ve insan haklarına aykırı bu yasaların değiştirilmesi için emir vererek gönüllerimizde adalet sağlayan bir komutan olarak yerinizi alın. Aksi halde her kuruma örnek olan TSK'de adalet, eşitlik, personelin moral motivasyonu ve kuruma olan aidiyet duygusu kalmayacaktır.
Saygılarımla.