Emekli albaylarımız yoksulluk sınırında maaş alıyormuş, Sayın TESUD Başkanı öyle diyor. Bu arada lütfedip astsubayları da araya sıkıştırmış!
Üzüldüm, çünkü bu kadar zorda olduklarını bilmiyordum...
Bildiğim kadarı ile bu gün emekli albay 3.500 TL civarında maaş alıyor…
En iyi konumdaki emekli astsubay 2.200 TL alıyor…
Emekli astsubay zaten ölmüş ağlayanı yok… Muvazzaf astsubaylar ne durumda? 3.500 TL nin üzerinde çalışan astsubaylardan maaş alan var mı?
“İnsaf dinin yarısıdır” diye bir ata sözümüz var, öbür yarısını bilemem ama insaf kısmı kesinlikle sizde dumura uğramış. Arıza yapmış, bencilliğiniz, özellikle her nedense astsubaya karşı insafınızı iyice köreltmiş.
Sayın TESUD Başkanı, emekli astsubayı geçelim bir an için, muvazzaf astsubayların maaş listesini edinip Allah rızası için bir baksın, kim ne kadar maaş alıyor?
Kim açlık, kim yoksulluk sınırında?
Az maaş alan kirada, çok maaş alan lojmanda!
Az maaş alan otelde, çok maaş alan orduevlerinde,
Az maaş alan on yılda bir askeri kamptan yararlanıyor, çok maaş alan her sene!
Az maaş alan %48 ile emekli oluyor, çok maaş alan % 70 ile!
Birilerinin inadı, hırsı, kini için savaş tamtamları çalıyor memlekette! Az maaş alan cephede en önde, çok maaş alan yine cephe gerisinde, yine klimalı koruganlarda!
Savaş kazanılırsa şan şeref çok maaş alanın!
Bir düşünün, siz de insansınız biz de! İnsan olarak sizin bizden farkınız, ayrıcalığınız, üstünlüğünüz ne? Ayrı ve üstün bir ırksınız diyeceğim, astsubayların da subay olmuş çocukları var, uymuyor!
Öyleyse sizi insan olarak bizden üstün kılan ne?
Hiyerarşiye itirazımız yok, olacak, olmalı! Hiyerarşi tamamen görevle ilgili bir durum!
Gerçekten birazcık olsun bu orduya, bu orduda görev alan insan unsuruna saygı duyan, değer veren egemenlerin öncelikle erattan başlaması gerekir. Sonra emeklisi, muvazzafıyla Uzman Çavuş arkadaşlar, sonra astsubaylar, sonra da elbette subay kesimi.
Orduda hep baba olduğunuz iddiasındasınızdır. Kimse kusura bakmasın, isteyen de baksın, ama ben evladı açken kendi midesini düşünen babaya adam demem!
Uygarlığın özü:
karşındakine eziyete yönelmeden, sızlandırmaya varmayan yaklaşımdır.
Uygarlık,
doğal, tabiat yasasına uygun,
eşitlik olgusunda, eşit paylaşımdır olanakları.
Haksız oranlamaların yok oluşu, ortak kazanımların eşit kullanımıdır.
Aynı ortamda çalışan insanların ızdırap tebessümü içinde bulunmamalarıdır çağdaşlık.
Çağdaşlık, karşısındakini küçümsememek, küçümseyerek bakmamaktır.
Hizmette hep hazır olanların,
fiili hizmet üretenlerin,
yükü taşıyanların,
karşısındaki de hakkı olanı kullanırmışçasına, teklifsizce kabulüdür.
Biraz haksızlık olmalı bu;
üretenlerin iyilik dolu bakışlarını eksik etmemesi zorunludur!
Zira onlar için, tek çıkar yol,
nedenini sormadan “itaat et, rahat et” felefesi olgusundadır.
Güçsüzün ezilmesine fırsat vermemektir erdem.
Bugün, toplum içinde öyle bir bölüm oluşmuştur ki,
her an,
hizmet içi ve hizmet dışı fark etmez,
alt statü olanlara olumsuz ayırım içindedir.
Birileri çıkıp zevahiri kurtarma olgusunda,
“biz bir aileyiz der”.
Hayır…
Biz bir aile, hiç olamadık ki!
Kendince, kullandığı üstün olanakların devamı için,
"aileyiz" kandırmacası olmalı.
İçtenlikten uzak bir söylemdir bu.
Hizmetin fiili ağır yönü, olanakların hep kıt yönü!
Gönlünden koparcasına olanı, hep reva görüldü!
Ve bu olumsuz, düzmece oranlamalarla,
kısıtlı, eşitlikten uzak olgu devam ediyor.
Aile olsak, paylaşımların eşit olması gerekir.
Olsa olsa aile içinde üvey evlat olabiliriz!
Ya da kast sisteminde "parya sınıfı".
Aile olunsa mirasta da eşitlikten bahsedilir.
Emekli maaşları eşitsizliği,
tazminatlarda ayırım, kayırım ve ayrıcalıklılık bunun kanıtıdır.
Mankurt gibi buyurulanı yapmaktan başkaca seçeneğin olmadığı konumdur.
Birilerine olanaklar imtiyazlı olarak altın tepside sunulurken,
bizler karavanaya çala kaşık, klasik olgusundayız!
Çağdaşlık (uygarlık) güçlünün her ortamda,
haklı olduğunun varsayımının reddidir.
"Ben hep haklıyım" diyememesidir.
Haksız olduğunda da, haklı olamamasıdır.
Hep, haklı olduğunu kabul etmemektir.
Uygarlık, insancıl kültürün gelişimidir.
Çağdaşlığın erdem olgusunda kazanımlarıdır, birikimidir, buluştuğu bir yerdir belki.
Karşısındakini, kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmeye yönelik zorlamalar,
fikir ve düşün uygarlığının eksik olan gösterisidir.
Gelişmişlik eksikliğinin zora dayalı uygulamaları,
çağdaşlıktan uzaklaşmadır bir yerde!
Konumuz ve içinde bulunduğumuz yapı itibarıyla
siyasi konular ve siyasi analizlere her ne kadar girmek istemesek de,
Siyasi iktidarların içinde bulunduğumuz,
yaşadığımız sıkıntı, ayrımcılık ve hukuksuzlukla boğuşan bizlerin
en büyük sorumlularından birisi olduğunu biliyoruz.
Tam 12 yıl tüm yetki ve yaptırımları elinde bulunduran AKP iktidarı
en yaşamsal haklarımızın bile
önüne geldiği önerge, araştırma, soruşturma tekliflerini bile
elinin tersiyle ittiğini biliyoruz!
Hele ki mesleksel açıdan ülkenin en fazla insan kaybının yaşandığı,
her aya neredeyse bir intiharın yaşandığı
Assubay intiharları için bile
önüne gelen sebeplerini bulma adına
meclis araştırması açılması tekliflerini bile ciddiye almayıp
ölümlere bile ne kadar duyarsız bir yaklaşım sergilediklerini de biliyoruz!
Adalet, hak, hukuk arayan bir toplumun üyesi olarak
hep doğruların yanında olmak zorundayız.
İçinde bulunduğumuz ay mübarek ramazan ayı.
Kişiler ve kurumlarca herkes farklı etkinlikler yapıyor,
ihtiyacı olanlara çeşitli gıda yardımlarının yapılmasının yanında
en büyük etkinlik verilen iftar yemekleri.
size birisi bizim ülkemizde,
diğeri dünyanın başka bir köşesinde iftara açılan 2 masayı örnek vereceğiz.
Bir tanesi dünyanın en refah ülkesi.
Yıllık kişi başına düşen milli geliri bilmem kaç bin dolar,
Diğeri, bizim ülke.
Asgari ücret yaklaşık 330 dolar.
Emekli maaşı ise 400 dolar.
Hani emekliye 2 maaş ikramiye verilse batacak ekonomisi olan Türkiye!
Bu iki ülke devletinin en başında bulunanların verdiği iftar yemeği
Özellikle bizimkine bir bakın.
Mütevaziliğe bir bakın!...
Masanın bir ucundan diğer ucuna ulaşmak için,
oluşacak saat farkından,
bir tarafta sahur yapsanız,
diğer tarafa geçeceğiniz sürede,
nerede ise iftara yetişeceksiniz!
Bilenler bilir,
Bilinmeyecek, unutulmayacak,
hiç bir zamanda unutturmayacağımız bir tarihtir.
6 ocağın yanarak söndüğü,
bir ocağın ağır yara aldığı kara bir gün.
22 Haziran 2010 İstanbul Halkalı,
mega kentin nerde ise göbeği...
6 Assubay' a mezar olan kanlı bir yol!
Ve yine kahpe bir tuzak,
Güpegündüz kurulan bir pusu,
Askeri servis aracının geçiş güzergahına bırakılan bombanın patlatılmasıyla
yaşamını yitiren 6 canımız!
6 Assubay;
Çağlar Bölük,
Uğur Ekiz,
Bekir Çelik,
Duran Bayram Ve Mehmet Boşnak
ile yine bir Asssubay'ın,
daha henüz hayatının baharında 17 yaşındaki kızı Buse Sarıyağ hayatını kaybetmiş,
15 kişi de yaralanmıştı.
Saldırıyı yapanlar belli,
hiç bir güvenlik önlemini almayanlar da belli,
Türkiye'nin kalbinde elini kolunu sallayarak bir öğle vaktinde patlatılan bomba,
Ölen Assubay' lar unutulup gitti.
Zaten acısı yine ailelerine kaldı.
O zamandan bu yana dinmeyen gözyaşları bugün vicdanlardan taştı sel oldu.
Saldırının ardından başlatılan soruşturmada,
olaydan bir gün önce gözaltına alınan işbirlikçilerin,
olayı gerçekleştiren terör örgütü üyelerine yardım ettiği,
çok önemli delillerle tespit edilmişti.
Katiller, tetiği çekenler yoktu ama en az onlar kadar sorumlu olanlar yakalanmıştı.
Şehitlerin kanın kaldığı yerde,
Eşlerinin,
Analarının göz yaşı aktığı yerden daha kurumadan,
Mahkeme 5 yıldır karar veremediği için katiller bu gün serbest bırakıldı!
Bir günde karar çıkaran,
çıkan kararı yine bir günde iptal eden mahkeme,
bu caniler için bir karar çıkaramadı!
Gözyaşları ve onların kanı yine yerde kaldı!
Adalet olmayan bir ülkede,
Binlerce Şehit Olsa Ne Olur?
/Levent Ulucan/
Değerli arkadaşlarım,
Bir genel seçimi daha yaşadık, sonuçlarının ülkemiz adına hayırlı olmasını dilerim.
Derneğimizdeki delegelik sisteminin assubayların özgür iradesini adil olarak yansıtıp yansıtmadığını (1) bilgilerinize sunmuştuk.
Çok partili döneme geçtiğimiz 1946 yılından bu yana değişen koşul ve düşüncelere göre seçim sistemi değişikliklere uğramış olsa da demokrasilerde olması gereken adil yarış parlamentoya yansımış mı bu kez kısaca ona bir göz atalım isterseniz.
Tek parti iktidarının çok partili sisteme geçiş kararı adaletsiz çoğunluk sistemi ile olmuş, bu sistem özellikle 1950 seçiminden sonra iktidarlara aşırı bir sayısal çoğunluk getirmesi nedeniyle güç farkı oluşmuş, partilerin bu güç farkını kendilerine göre algılayıp muhalefeti neredeyse yok sayması sonucu ayrışmalar, kutuplaşmalar neticesinde 1960 darbesi ile son bulmuştu.
1961 Anayasası ile çoğunluk sistemi terk edilerek Çevre Barajlı d'Hont (2) sistemi getirilmiş, çoğunluk sistemine göre kısmen adalet sağlanmıştı.
1965 seçimlerinde Milli Bakiye sistemi (2) uygulanmış, Millî bakiye veya ulusal artık nisbi temsil ile beraber kullanılan ve oyların mecliste en adil şekilde temsilini sağlayan seçim sistemi kabul edilmişti.
1969 seçimlerinden sonra demokrasimiz 1971 muhtırası ile yara almış, 1973 ve 1977 seçimlerinden sonra ise 1980 yılında cumhurbaşkanının yüzlerce turda seçilememesi ve terör nedeniyle akan kanın durdurulması gerekçesiyle TSK yönetime el koymuştu. Sonuçlarının analizini herkesin kendi penceresinden yaptığını sanıyorum.
1982 Anayasası ile ülkede istikrar olması gerekçesiyle getirilen %10’luk antidemokratik baraj, seçim sisteminde yeni bir tartışmanın başlamasına neden oldu. O yıldan sonra her iktidara aday olan seçimden önce barajın kaldırılacağı sözünü verse de seçimden sonra iktidarı ele geçirdiler mi ne yazık ki adaletten uzak antidemokratik barajdan diğer partilerin hakkını gasp ederek haksızca beslenmeye devam ettiler…
Gelelim 2015 genel seçimlerine…
Sonuç olarak; barajın tamamen kaldırılması, partilerin aldıkları oyların parlamentoya adaletli bir şekilde yansıması için il bazında değil, siyasi partilerin parlamentoya adil yansıması için kullanılan geçerli oyların bir milletvekiline düşen oy sayısına göre ülke bazında hesaplanarak kabul edilen bir seçim sisteminin uygulanması daha doğru olmaz mı ?…
Örneğin kullanılan geçerli oy: 46.161.049 :550=83.929 1 milletvekiline düşen oy sayısı.
Bağımsız adayların alacakları oyların yansımasını da siyaset uzmanlarına bırakalım…
Saygılarımla.
Bir elimiz yağda, bir elimiz balda, her şey altın tepside sunuluyor hâttâ imtiyazlı olduğumuz, gökten zenbille indiğimiz bile söylenebilir. Bakmayın siz eleştirel yazılar yazarak haktan, hukuktan, adaletten, vicdandan bahsettiğimize. Bunları spor olsun, macera olsun diye egomuzu tatmin için yazıyoruz!..
Bendeniz iflah etmez bir muhalifiyim hak aramanın, haksızlığa karşı koymanın suç olduğu bir ülkede görevde iken bile Adalet – Eşitlik - İnsan onuruna saygı dediğim için bir çok kez açılan soruşturmalarda hukuken suç unsuru bulunamayınca genelkurmay tarafından SAKINCALI PERSONEL statüsünde soruşturmadan, soruşturmaya koştum, yurt dışı görev ne demek lise üniversite çağında çocuklarım olduğu halde köy gibi yerlerde sürgün tarzında tayinlerle haddim bildirilmeye çalışıldı. O zaman da yılmadım susmadım, adalet sağlanıncaya kadar da susmayacağım.
Adalet sağlamak kadar kolay erdem’li bir yol varken haksızlıkları yok sayıp adalet isteyenlere yapılan baskılarla hepimiz çileler çektik yüreğimizdeki haksızlıklara isyanımız büyüdü. Adaletsizlikler karşısında susmanın kendime saygısızlık olacağını düşünerek görevde iken de haksızlıklarla mücadele ettim. Bana verilen tek ceza fakülte ve yüksek okul mezunu assubayların kendini geliştirmelerini ve okumasını, önlemek adına tek teşvik olan üst derecenin iptali için zamanın Amiral emeklisi Cumhurbaşkanının Anayasa mahkemesini yanlış, yalan ifadelerle açtığı davadan istenilen sonuç alınamaması üzerine bu kez AYİM Anayasa ve hukuka aykırı kararı ile bizleri büro memuru statüsünde mahalle bekçisi, ziraat ev ekonomisti gibi kamu görevlilerinden daha alt derece ve kademeden göreve başlatması adaletsizliği nedeniyle 2'nci dereceden emekli olarak ilkokul mezunu KİT işçi emeklisinden daha az maaş alarak cezalandırılmış (!) olmamdır. Haksızlık, adaletsizlik konusunda emek verenlerin kulaklarını çınlatıyorum...
Meğer adalet isteyen sadece bizler değilmişiz. Şimdi paralel yapının eseri olarak değerlendirilen Silivri davaları yüzünden yüzlerce general, amiral, subay ve assubay da çileler çekti kendi kurumlarının vefasızlığından sahipsiz bırakılmalarından yakındılar. Adalet arayan bir mesleğin mensubu olarak bu davalarda aynı zamanda demokrasimiz yargılanıyor diyerek yanlarında olduk...
Hukuksuzluğa isyan edenlerin biri de tutuklanmamasına rağmen yaşananları onuruna, gururuna yediremeyen ve bu yüzden suçlamalarla Donanma Komutanlığı'ndan istifa eden oramiral Nusret Güner “Sakincalı Amiral” isimli bir kitap yazdı, kitabında özetle;
İlker Başbuğ Paşa hapisten çıktı diye seviniyor, ‘Geride silah arkadaşlarım kaldı’ diye üzülüyor. Bizde gemi batarken, komutan gemiyi en son terk eder. O hapisten çıkmaya çalışırken; ben içeri girmeye çalışıyorum yaptığım hareketlerle.
İlker Paşa’nın Kozmik Oda’yı aratması bir skandaldır. Beni 13 yaşında okula alırken tüm çevremi, ailemi didik didik araştırıyorsun, sonra sürekli kontrol altında yetiştiriyorsun. Her yıl sicil sistemiyle beni gözden geçiriyorsun. Binbir elekten geçirerek general/amiral yapıyorsun. Sonra bana güvenmeyip 40 yaşında nasıl yetiştiği belirsiz bir hâkime güvenip ‘Gelsin, Kozmik Oda’yı arasın’ diyorsun. Orası senin namusun, oraya başkasını sokmayacaksın.
Bana göre İlker Paşa işlerini basınla değil, Başbakan’la görmeliydi. Kozmik Oda için Başbakan’ı ikna etmeliydi. İlker Paşa ne yaptı? Basına çıktı konuştu. Bu olmaz. Koşaner Paşa hiç basına çıktı mı? Çıkmadı... Olayları Başbakanla çözmeye çalıştı. Baktı ki Başbakan dinlemiyor, istifa etti. İlker Paşa da böyle yapmalıydı.
TSK için yapılan ‘Kâğıttan Kaplan’ değerlendirmesine katılmıyorum. Bana göre ‘Sabun Köpüğünden Kaplan’ Çünkü kâğıt uçsa da şekli bozulmaz, kaplan şeklinde kalır. Ama sabun köpüğünü üfledin mi gider, şekli de kalmaz, darmadağın olur. Onun için bu tanımı daha doğru buluyorum. ‘Kâğıttan Kaplan’ diyerek az bile” demişler.
Orduevi yasağı “savunmasız yargı olamaz” ilkesi bile yok sayılarak savunmam alınmadan verildi. Neden orduevi yasağı verildiğini AYİM'ne dava açtığımda öğrendim. Oramiral Nusret Güner'in kitabını haber yapan bir internet sitesindeki yukarıdaki habere ben de yorum yaptım ve aynen;
Balık baştan kokar amiralim, sarı öküz aslanlara yem edilince her şey bitti; ancak hepimizi derinden üzen TSK Güç ve itibar kaybında en önemli faktör personel arasındaki ayrımcılık,adaletsizlik ve saltanat hevesi yatmaktadır. Subaylar dışında kalan personel sadece göreve ve ölüme gönderilirken hatırlanıyor
dedim.
Amirlere güveni astlık-üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir ve komutanlara karşı aşağılayıcı söz ve davranışlarda bulunmak hükmü ile orduevi yasağı verilmiş. Lütfen söyler misiniz bu eleştirimin neresi yanlış, neresinde hakaret var? Elbette yok, nitekim mahkemenin çoğu hukukçu olmayan üyeleri genelkurmayın yasağına karşı çıkmayı uygun görmeseler de AYİM başsavcısı benim yazdıklarımın özgür ifade ve eleştiri hudutlarında kaldığı konusunda görüş bildirmiş.
Orduevi yasağını duyduğum ilk gün yasakla ilgili tepkimi sitemizde ve facebook’ta yayınlanan ORDUEVİ YASAĞI isimli makale ile verip TEMAD Hukuk Komisyonu başkanı avukat Erkan Akkuş kardeşimle görüştüm. Kendileri, "Ersen ağabeyim siz uğraşmayın mahkeme masrafları dahil hiçbir ücret talep etmeden davanızı üstleneceğim, bana vekalet gönderin" demiştir bu vesile ile mevcut TEMAD yönetiminde tek olumlu çalışmalarda bulunan bu yürekli kardeşime bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.
Adalet herkes içindir. Bir üniforması kefen olan assubayların ve uzmanların artık sadece göreve ve ölüme gönderilirken hatırlanması kabul edilemez, bu adaletsizlikleri sorunları yok sayarak geçiştirirseniz hiç bir zaman aile olamayız. Dünyanın en tehlikeli silahını kullananın insan olduğu unutulmamalıdır.
Adaletsizlikler, görevdeki personelin moral ve hizmet verimliliğini, yıllarını bu orduya feda eden emeklilerin kurumlarına olan aidiyet duygusunu yok etmektedir. Milletin gözbebeği orduya bundan büyük kötülük yapılamaz. Saygılarımla.
Yılmaz, Bakanlar Kurulu'nda yapılan değerlendirmede, silahlı kuvvetlerinin öncelikle "Bedelli askerlik çıkmasa daha iyi olur" dediğini dile getirerek, şöyle devam etti:
"Çok net olarak, 'Çıkmasa daha iyi olur. Ama toplumsal bir gerçek de var. Eğer böyle bir talep olacaksa o halde sizden ricamız, isteğimiz şudur ki mümkün olduğu kadar yaş düşük olmasın, bedel de çok düşük olmasın. Yaş düşük olursa çok kimse katılır. Bedel de düşük olduğunda daha fazla kişinin başvurması mümkün olur. Mümkünse çıkarmayın, ama illa ki toplumsal ihtiyaçlarla Bakanlar Kurulu'nda değerlendirme yapacaksanız çok fazla bedel düşmesin, çok fazla da yaş düşmesin'. Bir de şunu dikkate alırsanız çok uygun olur; sözleşmeli erbaş... Sözleşmeli erbaşla ilgili 2011 yılında çıkarılan yasa kapsamında kadro miktarımız 72 bin 55 olmasına rağmen çağrıda bulunduk, gelen şu anda 4 bin 122 kişi. Yani çağırıyoruz gelmiyor. Mevcut sözleşmeli erbaşı alırken askerliğini yapmış olma şartı var. Askerliğini yapmamış olanları da kapsamda çağıralım, ola ki gelirse belli bir eğitimden sonra sözleşmeli erbaş olarak ilk dönem 3 yıl, sonra 7 yıla kadar çalıştıralım dedik. "
Yılmaz, Genelkurmay Başkanı'nın görevini hakkıyla yaptığını belirterek, "Bu geçiş sürecinde, zor davalarda kendi arkadaşlarının süreci en az hasarla atlatması için hukuk çerçevesinde elinde geleni her şeyi yaptığını Milli Savunma Bakanı olarak, her türlü talepleri cumhurbaşkanı, başbakan ve ilgililere aktardığını biliyorum" ifadesini kullandı.
Uzman jandarma okullarında geçen sürenin emeklilikten sayılmasına ilişkin çalışmaları olduğunu anlatan Yılmaz, okulda geçen sürelerin de emeklilikten sayılmasını sağlayacaklarını söyledi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 19 Kasım'da Cezayir'e giderken bedelli askerlikle ilgili sözleriyle ilgili sorulara Yılmaz, askerlerin 6 Kasım'da gittiğini ancak aralık ayında gideceklerin düzenlemeden yararlanacağını kaydetti.
http://www.haberturk.com/gundem/haber/1017945-milli-savunma-bakanindan-bedelli-askerlik-aciklamasi
Mili Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Türkiye'de 200 bin 338 kişinin bedelli askerliğe başvurduğunu açıkladı. Yılmaz, "Biz 200 bini beklemiyorduk. Bu çok iyi bir rakam. Ve yine bir kez daha söylüyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin güçlenmesi için, emniyet, güvenlik güçlerimizin, teknik imkanlarını, kabiliyetlerini artırmak için Savunma Sanayi Fonu'na gidiyor bu kaynak. Destek veren tüm kardeşlerime teşekkür ediyorum" dedi.
http://www.sabah.com.tr/gundem/2015/02/14/bedelli-askerlik-icin-200-bin-338-basvuru
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güçlenmesi için, emniyet, güvenlik güçlerimizin, teknik imkanlarını, kabiliyetlerini artırmak için Savunma Sanayi Fonu’na gidiyor bu kaynak. Destek veren tüm kardeşlerime teşekkür ediyorum. Bu bir seçenekti. Bu seçeneği kullanmayıp da Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bedenen katılmak istiyorum diyenlere de teşekkür ediyorum. TSK’nın hem bedenen, hem askere ihtiyacı var hemde mali olarak teknik kabiliyetlerini geliştirmeye ihtiyacı var.
http://www.milliyet.com.tr/bedelli-askerlige-200-bin-338--gundem-2013649/
En üstte Bizzat Milli Savunma Bakanının ağzından bu ülkenin ordusunun başındaki kişinin fikirlerini ve açıklamalarını okuduk. Görüyoruz ki, şahıs sadece bir memuriyet yapıyor. Ama kimin memuriyetini?
2015 yazında Türk Silahlı Kuvvetlerinde Yükümlü olarak görev yapan askerlerimize yönelik bir anket yapılmasını öncelikler Üniversitelerden, daha sonra Genelkurmay Başkanlığından istiyorum.
Ayrıca Profesyonel olarak Askerlik mesleğini icra edenlere de konu hakkında bazı sorular bulunan bir anket yapılmalıdır.
Benim bildiğim kadarıyla devletin gelirleri ve giderleri bir havuzda toplanır. Daha sonra bu havuzdan bakanlıklara ve kurumlara bütçe ayrılır. Bu bütçeler sayıştay tarafından denetlenir.
Tekrar soruyorum, kendi fikrine bile sahip çıkamayan bu Bakan kime ve neye sahip çıkabilir. Haydi dostum itiraf et!
Saygılarımla…
Her insan bulunduğu toplumun özgür bir üyesidir ve bu toplumda herkes eşit haklara sahiptir, anayasa gereği.
İnsan olarak herkes tek başına özeldir.
Alt statüde olsa bile.
Özel kişiliğin altı- üstü olmamalı, yoktur. Bunu arayanların KAST sistemine gitmeleri gerekir.
Ve her insanın doğuştan getirdiği birtakım temel hakları vardır, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gereğince.
Bu haklar çiğnenemez!
Her insan tek başına değerlidir.
İnsan olmanın erdemlerinden bir tanesi de toplumun diğer fertlerine saygı göstermektir.
Saygının olmadığı toplumlarda kişiler arasında empati gelişemez.
Çağdaşlıkta sürtüşme kaçınılmazdır.
Birbirine saygı göstermeyen insanlar toplum içinde kopukluğa sebep olur.
Milletleri millet yapan özelliklerin başında bu vardır. Sevgi ve saygı içinde, huzur dolu bir ortamda hep bu değerlerin var olması gerekir.
Bir arada olabilmek, huzur içinde yaşamak için olmazsa olmazlardandır karşılıklı saygı. Sadece toplum içerisinde değil, kişisel hayatımızda da diğer insanlara karşı saygıyı eksik etmemeliyiz.
Edemeyiz!
“Rütbe, makam, statü geçicidir. Şişirme özellikler, bunların karinesi olan güçlü görünüm geçicidir“. Kaybedince oluşan pişmanlık, dönüşümü olası değildir! Çünkü saygının olmadığı yerde hiç bir şey olmaz.
Birliktelikten, birlikteliğin oluşturacağı güçten söz edilemez. Güçlülük var gibi görünse de, içtensizlik olgusundadır.
Sevgi, saygı ve güven denildiğinde genellikle akla ilk önce gelen, tarafların birbirine yaklaşımıdır. Şehla bakışların oluşturacağı, güven duygusu inandırıcı değildir aslında.
İki karşı kişinin yada toplumu oluşturan kişilerin arasındaki güven duygusu içtensizlikle olmamasıdır, istenen. Kişiye gösterilen saygının karşılığıdır, içtenlik. Güveni oluşturan etken ve biçimlerine bağlı olarak büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Şefkat, merhamet ve fedakarlık sevginin farklılıklardaki yansımalarıdır. Saygı herhangi bir ilişki, iletişim, tüm kurum içinde oluşan birliktelik, birey içtenliği ve benzerinde söz konusu var olmanın karinesi saygıdır.
Veya oluşumun ilgi ve duygularının farkında tutum sergilemek. Buna göre uygun bir davranış tarzını, tutumu, eşitliği benimsemektir.
Saygı, genellikle hizmet ilişkisinde oluşan, iletişim kurulan varlık veya oluşumun hak, haksızlık, değer yargılarına ve her türlü özelliğini göz önünde tutmak, bunlara önyargısız eşitlikle yaklaşmayı içerir. Saygı kavramı, haklar kavramının hakların teslimi konusunda, varlığından söz etmek için haklar önde gelir. Haksızlığın olmamasına bağlıdır saygı sunumu. Haksızlığın kaldırılmasına ve kavramına dayanır.
Saygı kavramı, genellikle kişilerde ilişkilerde kullanılır. Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, hizmetteki verimliliği.. Verimin zirvesine ulaşmış kişilerde, saygı beklenti olgusundadır. Saygı kavramı ile yakından ilgilidir. Dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi, saygı duygusu, hürmet, ihtiram, başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu olursa kişiye üstünlük kazandırır. Güvenin temel taşıdır!
Aslında saygı terimi kişiler arası ilişkilerle sınırlı değildir; müesseseler ve örneğin ülkeler arasında kullanabilen bir terimdir.
Her ne kadar saygı zaman zaman kibarlık veya görgü ile eş anlamlı kullanılsa da, bunlar birer davranışken, saygı farklı bir tutumdur. İnsanlığın, insan olmanın içtenlikli unumudur.
Davranışlarda görülen kültürler arası farklılıklar ve aynı davranışın farklı kültürlerde farklı anlamlar taşıması sonucu zaman zaman kişiler tamamen kendilerine dair unsurlardan veya dışa dönük çeşitli davranışlarından dolayı, saygısızlık kastı olmasa da saygısız olarak tanımlanabilirler.
Saygı anlamı, değeri, üstünlüğü, yararlılığı, meslekteki başarılar, gözlerden uzak tutulması, paye olarak kullanılıp, esas başarılının yok sayılması kabul edilemez olgudur. Üstü örtülemeyen başarıların, ve bu olguya karşı dikkatli, özenli, ölçülü saygılı olmak kaçınılmaz gerçekler içeriğindedir.
Bir kişiye, bir düşünüşe, bilinç üstünlüğüne, başarıya yüksek değer vermekten doğan özel bir duygudur, saygı. Hürmet duygusuna bağımlı içtenliktir.
Toplumumuzda saygı duymak sözcüğünün söz dışında, "öz olarak da" gerçek ifadesini bulup, toplumun karşılıklı hakkaniyet ölçüsünde tümden barış huzur içinde yaşaması dileği ile oluşmasıdır. İnsan, belli bir özelliğine göre eşitlik olgusunda değerlendirmek, eşit süreli eğitim almışların, kendini üstün görmemesi gerçek istemidir saygının. Herkesin kendi doğruları çerçevesinde yaşadığının farkında olmaktır.
Bir insanın, hangi statüden, milletten, renkten, coğrafyadan, dilden, düşünceden ve anlayıştan olursa olsun, öncelikle insan olduğunu algılanması gerekir.
Her birey, saygıya değer bir varlıktır.
Bu arada; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi içeriği, Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi, ülkemizinde onayladığı, gerçek, zorunlu sunumlardır bunlar. Eşitlikler olgusunda, çok önemli uyum içeren, belirleyici niteliktedir kuralları.
İnsanların değerleri, olaylara bakış açıları bulundukları konumlar, farklı farklı olabilir. Bu farklılık, bir ayrışma, ayrıştırma, dışlama, sebebi olmamalı. Farklılıklar bir dayatma unsuru haline getirilmemeli, baskı nedeni olmamalıdır saygı ortamında.
Saygı, bir kurumda çalışanlar arasında ilişki içinde olan birey veya kurumların (örneğin suni olarak oluşturulan statüler) insanları sınıflamadır. Kast sistemince geçerlidir. Çağdaşlıkta kendine yer bulamamalı.
Buna bağımlı hak kısıtlamaları ya da haksız kullanımların kişilere sunum yaratılması, farklılıkları düzmece oranlamalarla birbirlerinin ilgi ve tutumlarının farkında oldukları halde yapıcı bir davranış tarzını seçmemeyi benimsedikleri zaman olumlu sonuç oluşması, oluşmaz.
İlişkide oluşan, iletişim kurulan varlık veya oluşumun, hak, değer ve her türlü özelliğini göz önünde tutmak ve bunlara ön yargısız yaklaşmayı içerir. Her ne kadar tersi gibi gözükse de saygı kavramı, haklar kavramının birlikteliği içeriğindedir.
"Saygı", terim olarak genellikle kişiler arası içtenlikli ilişkilerdir.
Aslında saygı terimi kişiler arası ilişkilerle sınırlı değildir. Tüm canlılar üzerinde etkendir. Bir çiçeği dalından koparmak bile, o çiçeğe saygısızlıktır. Çiçek dalında güzeldir ve mutludur.
Saygı bir tutumdur. Mutluluğun ve güvenin sunumudur.
Saygı bir kimsenin düşüncelerine, hizmet verilerine, sözlerine ve davranışlarına, toplum içindeki itibarına ve inanılırlığına karşı duyulan bir histir.
Tarif ve tanımlanması zor bir deyimdir. Sevgi, inanma, güvenme, ahlakına kefil olma, yapacaklarından ve yapmayacaklarından emin olma, hoşnut olma gibi çok sayıda duyumun, etkenin, bir tek sözcükte ifade edilmesidir; S A Y G I……
Saygı bir kültürdür ve iki insan arasındaki “empathy“ yi işaret ettiği gibi, bir toplum içi yaşamını ve bir milletin yaşamını da çok önemli ölçülerde belirler. Saygı, konuşma adabını, kendinden küçükleri sevgi ile kendine yaklaştırmayı, sosyal ve paylaşım adabını, çalışma ve iş dünyasının kurallarını, kaybettiklerimizle olan ilişkilerimizi ve vecibelerimizi, vermiş olduğumuz ve bize verilmiş olan sözlerin bütününü, düzenleyen çok anlamlı ve çok güçlü bir anahtar kelimedir.
Saygı ! Yaşamın ve insan olmanın gururudur.
Esenlik dolu mutluluklar sizlerin olsun. Sizlere saygılarımı sunarım...
Mehmet KAYALI
Alt statü,
üst statü diye söylemler,
dolanır durur anılmalarda.
Sınıfsal ayırım, ayrıcalıklardır gayesi.
Bu sınıflamayı
hiç ama hiç beğenmiyorum!
Assubaylar alt statü değildir.
Teknik hizmetleri,
zimmet yükünü taşıyan kahramanlardır.
Cefakarlarıdır bulundukları ortamda, bu toplumun.
Gerçek fiili hizmetleri üretenleridir, verenleridir.
"Alt” değil,
daha onurlandırıcı, hak ettikleri söylemlerle anılmalıdırlar.
Hizmette önde, ileri karakol olanlar,
alt statü olamazlar!
Emeklileri de,
sosyal tesislerde uyduruk oranlamalarla,
hak kısıtlamalarını hak etmiyorlar!
Ben,
1965 üniversite mezunuyum.
Lisanslıyım.
Bana yakıştırılan "alt statü"!
İki yıllık harpokullu,
gümrükten geçme liseli, belki de meslek okullu "üst statü"!
Öyle mi?
Düzeltilmeli bu haksız söylemler.
Gerilere itilemeyecek kadar nadide, eğitimli insanlardır onlar da.
21. yüzyıl modern Türkiye’ sine yakışmıyor.
Haklarda, anılmalarda öteleme değil,
İdeal hukukun gereklerince anılmalıdırlar.
“Alt statü” uygun olmayan söylem!
Eşitlikten uzak olmamalı.
emeklileri haksızlıkları dolu dolu yaşamamalı.
Sızlanmaları paylaşmamalı.
Gerçek üreticilere ve cefakarlara,
alt olmak yakıştırılmamalı.
Haksızlıkları görüp, içine sindiremeyip, yutkunarak bakmamalı onlar da!
Boğazlarına düğümlenmemeli haksızlıklar.
Vefalı insanlardır.
Minnet duyguları ile dop doludurlar.
Mehmet KAYALI
Çırpınışları ile,
kendilerine yapılan haksızlıkları,
karine olarak sergileyen,
tüm açıklamalar, sızlanmalar orta yerde.
Üstü örtülemeyecek kadar belirgin.
Aynı hizmet ortamında,
benzerlikte,
görev yapıp da,
eşit süreli eğitimli olmalarına rağmen,
eksik eğitimlilere haklar verip de,
iki yıllıkları okulun önünden bile geçmedikleri halde,
yasa ile dört yıllık sayıp,
”YÖK“ kulakların çınlasın.
Tazminatlarla donatıp
1965 üniversite mezunu,
canlı örnek!
Örneği;
Ben!......
Haklılıkları ve yapılan haksızlıklar,
kazandığı hakları bile
yürütülmeyen.
Sen assubaysın, yerinde say.
İçeriği uygun görülen
görmezden gelinen,
küçümsenen,
dışlanan,
sosyal tesislerde,
olumsuzluklarla ayrıştırılan,
alt statü diye uyduruk söylemlerle
nitelenen.
Küçümsenen!
Assubay toplumuna yapılan haksızlıklar,
21. Yüzyılın ayıbıdır.
Haklarımızı vermeyen sayın yetkililer
yapılan bu haksızlıkları sizler vicdanınızda yargılayın...
Mehmet KAYALI