|
* * * * *
Emekli olduğum 2011 senesinden bu yana emekli asubay ben ŞÜKRÜ IRBIK da
Bilgi Edinme Kânunu kapsamında devlete dilekceler gönderiyorum.
Bugüne kadar BİMER ve CİMER’e gönderdiğim dilekcelerimin sayısı 1.500’den fazladır.
Gönderdiğim bu dilekcelerim;
Ve özellikle de
Bu dilekcelerimi ben Şükrü IRBIK, “astsubay” dedikleri köle askerlere yapılan;
Gönderdiğim dilekcelerimden de bugüne kadar çok iyi neticeler aldım.
Aldığım bu neticelerin ancak çok az bir mikdarını emekliassubaylar.org’daki
Eski Tüfek isimli köşemde kamuoyuna ve târihin şaşmaz hâfızasına teslim etdim.
Fakat
İçinde yaşadığımız 2019 senesinin Ağustos ayından beri tuhaf bir şeyler oldu!
e-devlet vasıtası ile gönderdiğim dilekcelerime, CİMER işlem yapmamaya başladı.
Sebebini öğrenmek için gene e-devlet vasıtası ile
Aşağıda gördüğünüz 1902715748 sayılı şu dilekcemi CİMER'e gönderdim.
CUMHURBAŞKANLIĞI MAKȂMINA
Beştepe / ANKARA
20 Kasım 2019
KONU: CİMER’de İşlem Yapılmadan Bekletilen Dilekcelerim Hakkında.
İLGİ: (a) CİMER’de İşlem yapılmayı bekleyen 14 adet dilekcem.
(b) 4982 sayı ve 09 Ekim 2003 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânûnu.
1. 30 Ağustos 2019 târihinden başlamak üzere müteaddit zamanlarda e-devlet vasıtası ile CİMER’e gönderdiğim bugün itibârı ile 14 adet dilekcem, hiçbir gerekce gösderilmeden CİMER’de bekletilmekdedir.
2. Bu durumu bildirmek üzere, 08 Kasım 2019 Cuma günü öğleden sonra CİMER’e bizzat gitdim. İsminin Filiz olduğunu söyleyen hanımefendi ile görüşdüm. Durumu Filiz hanıma anlatdım ve CİMER’de bekleyen dilekcelerime işlem yapılmasını talep etdim. Filiz hanım, bir dilekce yazıp bana verin dedi. Ben de yazdım ve dilekcemi kendisine teslim etdim.
3. Cumhurbaşkanlığı makamına hitaben CİMER’de yazdığım işbu dilekcemde; CİMER’de bekleyen dilekcelerime işlem yapılmamasının sebebinin tarafıma izah edilmesini talep etdim.
4. 08 Kasım 2019 Cuma günü öğleden sonra CİMER görevlisi Filiz hanıma elden teslim etdiğim işbu yazılı dilekceme, 12 gün geçmesine rağmen henüz bir cevap alamadım.
5. Cumhurbaşkanlığı makamından taleplerim şunlardır;
a. 30 Ağustos 2019 târihinden başlamak üzere müteaddit zamanlarda e-devlet vasıtası ile CİMER’e gönderdiğim İlgi (a)’da mezkûr 14 adet dilekceme CİMER’in İlgi (b) kânuna istinaden işlem yapmasını,
b. 08 Kasım 2019 Cuma günü öğleden sonra CİMER görevlisi Filiz hanıma elden teslim etdiğim aynı konulu yazılı dilekceme cevap vermesini,
Saygılarımla arz eylerim. 1902715748.
* * * * *
20 Kasım 2019 Çarşamba günü gönderdiğim bu dilekceme de CİMER cevâp vermedi.
Bunun üzerine bizzat “Külliye'ye” gitdim. Ve CİMER’deki ilgili memur ile görüşdüm. Dilekcelerime niye işlem yapmıyorsunuz şeklindeki suâlime Filiz isimli bayan memur, cevap veremedi. Kendisi bana, durumu anlatan bir dilekce yazıp vermemi tavsiye etdi. Hemen orada, cumhurbaşkanlığı makâmına hitâben bir dilekce yazdım ve Filiz hanıma teslim etdim. Bu dilekcem ile; dilekcelerime CİMER’in işlem yapmamasının sebebinin tarafıma izah edilmesini talep etdim.
Fakat CİMER, bu dilekceme de cevâp vermedi…
Bu yazımı neşretdiğim 13 Aralık 2019 Cuma günü itibârı ile
Aşağıdaki ekran görüntülerinde sizlerin de gördüğünüz üzere
CİMER’in işlem yapmadan bekletdiği dilekcemin sayısı 18’dir.
* * * * *
İşde, muhterem asubay meslekdaşlarım ve kıymetli okuyanlar;
BİMER/CİMER’e gönderdiğim dilekçelerimden bâzılarının konuları şunlar;
1. Düzenli ilk Türk Ordusunu M.Ö. 209 senesinde kurduk diyorlar, yalan söylüyorlar, 2. Deniz Astsubay Okulunu’nun kuruluşunu 17 Kasım’da kutluyorlar, yalan söylüyorlar, 3. Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulunu’nun ingilizce ismini Yüksek Öğretim Kânununa aykırı olarak yazıyorlar, yalan söylüyorlar, 4. Deniz Harp Okulunu 18 Kasım 1773 târihinde kurduk diyorlar, üç yalan birden söylüyorlar, 5. Deniz Lisesini 18 Kasım 1773 târihinde kurduk diyorlar, üç yalan birden söylüyorlar, 6. Deniz Astsubay Okulunu 17 Kasım’da kurduk diyorlar, yalan söylüyorlar; “Deniz gedikli” sınıfı “Deniz astsubay” sınıfıdır diyorlar, iki yalan daha söylüyorlar, 7. İstanbul Teknik Üniversitesini 1773 senesinde kurduk diyorlar, yalan söylüyorlar, 8. Kara Harp Okulunu 1834 senesinde ferman ile kurduk diyorlar, yalan söylüyorlar, 9. Kara Harp Okulu ilk mezunlarını 1841 senesinde verdi diyorlar, gene yalan söylüyorlar, 10. Târihcesindeki bilgide Deniz Kuvvetleri Komutanlığı; Subay (zâbit) sınıfına dâhil olan “Deniz Gedikli” sınıfının uyduruk bir asker sınıfı olan “Deniz Astsubay” sınıfı olduğu yalanını söylüyor. 11. Kara Havacılık Komutanlığını 1911 senesinde kurduk diyorlar, yalan söylüyorlar! Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ümit DÜNDAR; bu konuda sana gönderdiğim dilekcelerime cevap ver! 12. Jandarma Teşkilâtı’nı 14 Haziran 1839 târihinde teşkil etdik diyorlar, götlerinden uyduruyorlar, 13. Resmî örütbağ sayfasındaki târihcesinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı; “Deniz Astsubay” sınıfının “Deniz Gediklisi” isimi ile 03 Nisan 1890 târihinde kurulduğu yalanını söylüyor. Bu yalanı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı; "müstakil bir zâbit sınıfı" olarak teşkil edilen “Donanma gedikli zâbit” sınıfını inkâr ediyor hem de “Donanma gedikli zâbit” sınıfının târihini “muvazzaf deniz astsubay” sınıfının sırtına yüklüyor. 14. Hava Kuvvetleri Komutanlığını 1911 senesinde kurduk diyorlar, yalan söylüyorlar, 15. Bu yalan tutmayınca bu kez de Hava Kuvvetleri Komutanlığını 1944 senesinde kurduk diyorlar, gene yalan söylüyorlar! Millî Savunma Bakanı Hulusi AKAR; bu konuda sana gönderdiğim dilekcelerime cevap ver! 16. Deniz Kuvvetleri Komutanlığını "15 Ağustos 1949 günü" kurduk diyorlar, yalan söylüyorlar, 17. Hava Harp Okulunu 1951 senesinde “kurduk” diyorlar, yalan söylüyorlar! Millî Savunma Bakanı Hulusi AKAR; bu konuda sana gönderdiğim dilekcelerime cevap ver! 18. Hacettepe Üniversitesinde hâlen "doktora" talebesi olan yarbay rütbesinde hava öğretmen Deniz KURT isimli bir subay var ki; Hava Harp Okulu 1911 senesinde “kuruldu” demekden hiç utanmıyor! Millî Savunma Bakanı Hulusi AKAR; bu konuda sana gönderdiğim dilekcelerime cevap ver! 19. Yazdığı uyduruk okul târihcesinde Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulu Komutanı; Astsubaylar “orta kademe yöneticidir” diyor, yalan söylüyor. 20. “Erbaş” olan “küçük zâbit ” sınıfı “ astsubay” sınıfıdır diyorlar, yalan söylüyorlar, 21. İngilizce “ noncommissioned officer ” teriminin türkcesi “ astsubay”dır diyorlar, yalan söylüyorlar, 22. Amerikan Ordusunda “ astsubay” denilen “ortada sandık” bir asker sınıfı var diyorlar, yalan söylüyorlar, 23. Amerikan Ordusunun “ erlerine” Ankara'da "astsubay” diyorlar, yalan söylüyorlar, 24. Kara Astsubay Okulunu 2003 senesinde kurduk diyorlar, yalan söylüyorlar, 25. Deniz Astsubay Okulunu 2003 senesinde kurduk diyorlar idi! Bu yalanı söyleyenlere yedirdik, evvel Allah. Fakat 26. Hava Astsubay Okulunu 2003 senesinde kurduk diyen Hava Kuvvetleri Komutanı hâlâ yalan söylüyor!.. 27 . Cumhuriyet târihinin en büyük yalanını ise Genelkurmay Başkanları söylüyor! Amerika, İngiltere ve NATO üyesi devletlerin ordularında “subay” ve “er” olmak üzere iki sınıf asker mevcut. İki senelik ön lisans düzeyinde eğitim/öğretim verip; Sanki harp okulu mezunu “muvazzaf subay” imiş gibi “astsubayları cebren ve hile ile muvazzaf yapan” Ve dahi “15 mecburî hizmete” cebreden dünyada Türkiye’den başka ordu yok!
1956 senesinden beri Genelkurmay Başkanları; Amerikan ve İngiliz Orduları ile NATO’da “astsubay” isimli ortada sandık bir asker sınıfının mevcut olduğu yalanını söylüyorlar. İngilizcede “muvazzaf astsubay” tâbiri mevcut bile değil! “Muvazzaf astsubay” tâbirine karşılık olarak Genelkurmay Başkanlarının götlerinden uydurduğu “Noncommissioned officer” ve “Petty officer” tâbirleri de yalan. Bu yalanlar ile Genelkurmay Başkanları; a. Amerikan ve İngiliz “erlerine” Türkiye’de “astsubay” muamelesi yapıyor, b. Kânunun “subay yardımcısı” dediği “Türk astsubayları” da; Amerika, İngiltere ve NATO’da “yabancı erlerin” emrinde çalışdırıyor. NATO devletlerindeki “er” kurslarına “Türk astsubayları” gönderiyorlar. c. Bizim dangalak astsubaylar da; Amerika’da, İngiltere’de ve NATO’da “astsubay” kadrolarında görev yapdıklarını sanıyor gerzekler. Bu yalanları Emekli "Astsubay" Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK, Sizlerin huzûrunda 13 Aralık 2019 Cuma günü burada târihin şâhidliğine teslim ediyorum.
Eski Tüfek – 2019 .
|
Askerlik târihimiz konusunda, Subaylarımızın şu güne kadar ortaya sıçdıkları bu yalanları anlatmak için yüz yüze görüşmek üzere MSÜ Rektörü Prof.Dr. Erhan AFYONCU’ya dilekceler yazdım.
Fakat Erhan AFYONCU, “vakdim yok” diyerek “astsubay” ben Şükrü IRBIK ile görüşmeye tenezzül etmedi…
İşde, MSÜ Rektörü Prof.Dr. Erhan AFYONCU ile görüşme talebime dair CİMER dilekcem
Ve bu dilekceme MSÜ’nün verdiği cevap;
Elbet bir gün gelecek, Vicdanlı, ahlâklı, bilime saygılı, cesur ve tabi ki “vakdi olan” bir hoca, MSÜ’ye rektör olacak! İşde o gün, Erhan AFYONCU, ben Şükrü IRBIK ile görüşmeye tenezzül etmediğine çok hayıflanacak, haberi olsun!..
Eski Tüfek – 2019 .
|
Bugüne kadar gönderdiğim dilekcelerime cevap verirler ise şâyet
Subaylarımızın söyledikleri bu yalanlar bir bir ortaya dökülecek,
Vatandaş da bu yalanlardan kurtulacak, inşallah...
Millî Savunma Bakanları, Genelkurmay Başkanları, Kuvvet Komutanları…
Kurmayından, öğretmeninden, doktorundan doçentine kadar omuzu bol rütbeli anlı şanlı subaylarımıza…
Üfürükden unvânlı, çok kitaplı, pek kibirli profesörlerimize sesleniyorum!..
Bu söylediklerimin yalan olduğunu iddia ediyor iseniz şâyet!
Ben Şükrü IRBIK’ı hemen mahkemeye verin!..
Hele bir verin de! Vicdânlı, nâmuslu hâkimlerin huzuruna çıkalım hep berâber.
Ve kitapsız yazar, emekli asubay Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK,
O çirkef yüzlerinizdeki şirin yalan maskelerini bir bir yırtayım, inşallah!
Haydi!
Ciğeriniz, ilminiz, rütbeniz, unvânınız ve şerefiniz yetiyor ise şâyet, buyurun!
İşde meydan!..
* * * * *
e-devlet vasıtası ile gönderdiğim dilekcelerime CİMER işlem yapmayınca,
Ben de bu kez bakanlıklara yazılı dilekce vermeye başladım. 1902823554 sayılı CİMER dilekcem, Millî Savunma Bakanlığına 02 Aralık 2019 Pazartesi günü elden teslim etdiğim dilekcemdir.
Fakat bakanlıklarda tuhaf birşeyler olmaya başladı.
Yazılı dilekcelerime yakın zamana kadar cevâp veren ilgili bakanlıklar da artık cevâp vermemeye başladı.
Cevap vermeyen bakanlıkları şikâyet etmek için gönderdiğim itiraz dilekcelerime,
İlgili makâm olan Adalet Bakanlığı da işlem yapmıyor…
* * * * *
Anlaşılan o ki dilekcelerimde tevcih etdiğim suâllerimden sineklenen birileri var.
Bunların kim olduklarını şimdilik bilemiyorum.
Ancak şunu çok iyi biliyorum ki; Devletin yapdığı hiçbir işlem ilelebet sır olarak kalamaz!..
Fakat
Dilekcelerime cevap vermeyenlerin maksatlarının ne olduğunu gâyet iyi biliyorum;
Bugün dilekcelerime cevap vermeyen siyâsiler,
"Astsubay" dedikleri askerleri köleleşdiren kokuşmuş "subay zihniyetinin" hâmiliğini yapıyorlar…
* * * * *
Düne kadar gönderdiğim dilekcelerime,
Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıkları cevâp vermiyor idi. Dilekce hakkı "yasak" idi.
AK Parti, hükûmet oldu ve “yasakları” kaldıracağını söyledi.
Bu seneye kadar da dilekcelerime gâyet iyi bir şekilde işlem yapıyor idi.
Fakat bu Ağustos ayından buyana işler, tam da eski duruma döndü!..
Dilekce hakkı gene "yasak" oldu.
Millete “efendi” değil, “hizmetkâr” olmaya geliyoruz dediler.
Fakat şimdi görüyorum ki millete “efendilik” yapıyorlar.
* * * * *
Anadolu Ajansı’na 18 Şubat 2019 Pazartesi günü verdiği beyanda
CİMER Başkanı Prof.Dr. Fahrettin ALTUN şöyle diyor;
“ Başvuruları ilgili mercilere sevk ediyoruz! ”
Lâkin Fahrettin Başkan,
2019 Ağustos ayından bu yana bizim dilekcelerin üzerine yatıyor!..
* * * * *
Düne kadar memleketde “subay tahakkümü” var idi. Çünkü subaylar dilekcelerime cevâp vermiyorlar idi.
|
“Subay tahakkümü” mağduru olduğunu söyleyerek vatandaşdan rey isdeyen “siyâset”, Kasım 2002 senesinde hükûmet oldu.
Bugün ise artık görüyorum ki bir “siyâsî tahakküm” ile karşı karşıyayım.
Bu kez de "siyâsetin kendisi" vatandaşa “tahakküm” tatbik etmeye başladı. Çünkü bugün de "siyâsiler" dilekcelerime cevâp vermiyorlar.
|
|
Ben Eski Tüfek Şükrü IRBIK şunu çok iyi biliyorum ki;
Her şey, inceldiği yerden kopar!
Fakat zulüm, kalınlaşdığı yerden kopar!
Gönderdiğim dilekcelerime yapdıkları “siyâsî zulüm” iyice kalınlaşdı…
Bugün dilekceme cevap vermeyen "siyâsilere" diyorum ki;
Bir zamanlar memlekete zulmeden "darbeci subaylara" bak! Ve Kendi hâlini gör!..
|
* * * * *
AK Parti’ye rey veren muhterem "astsubay" meslekdaşlarımdan ricâ ediyorum. Herhâlde sizi kırmaz!
Ak Parti Genel Başkanı reyise söyleyin de! CİMER, üzerine yatdığı şu dilekcelerimi bir zahmet, ilgili "mercilere" sevk etsin!
|
Hamiş: Bu makâleyi yazmaya hiç niyetim yok idi. Fakat CİMER dilekcelerime işlem yapmadığı için yazmaya mecbur kaldım. Ağustos ayından buyana kânunsuz olarak bekletdiği dilekcelerime CİMER işlem yapar ise şâyet Ben Şükrü IRBIK bu makâlemi yayından kaldıracağım. |
Asubay Tefrikası 6-4
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
Türkiye’nin en çok aldatılan insanlarının
“Asubay” denilen askerler olduğunu anlatmak için yazmaya başladığımız
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm birinci kısımında;
“Asubay” dedikleri biz “ortada sandık” askerlerin
Ve dahi
Asubaylık sınıfının özlük hakları” konusunda;
Ve dahi
Asubayların taleplerinin neler olduğunu gördük!
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm, ikinci kısımında;
Cârî mevzuâtımıza göre “astsubay” dediğimiz “köle” asker sınıfının
Deniz Kuvvetlerimizde teşkil edilmesinin gizli maksadını fâş eyledik!
Meğerse bahriye zâbitân heyetimizin kendileri “ gemi güvertesinde öte beri göt gezdirsin ” diye Donanmamızda “gedikli” (asubay) olarak tesmiye etdikleri “ ortada sandık ” asker sınıfını teşkil etmişler!..
|
* * * * *
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm, üçüncü kısımında;
“Astsubay” denilen ve dahi seferde “hizmet eri” olan asker sınıfının
Hava Kuvvetlerimizde teşkil edilmesinin kan dondurucu maksadını öğrendik!
|
Pilot olduğumuz için;
Biz küçük zâbitân zannediyor idik kendimizi “ makbûl ”,
Meğerse olmuşuz beyaz zâbitânın yerine biz “ maktûl." |
* * * * *
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin şimdi okuyacağınız altıncı bölüm, dördüncü kısımında ise;
|
Akabinde de; Berrî (Kara) küçük zabitliğin (Asubaylığın) M.Ö bilmem kaç senesinde teşkil edildiğini söyleyen lâhanacı bosdan danası târihcilerin Bu ısmarlama ezberini külliyen ve ebediyyen bozacağız, inşallah!
|
* * * * *
Ey, Çadırcı! İçdiğin şarap, sevdiğin güzel idi.
Gitdin câmiye, niyetin kilim aşırmak idi!
Lâkin, dilinden dökülen hiçbir kelâm yalan,
Sen de yalancı değil idin be!..
Senin garbî komşu memleketdeki her boku bilen kerizci beyaz zâbitân
Ve dahi bu beyaz zâbitânın kuyruğuna takılan küçük beyinli küçük zâbitân
Bak, Allah aşkına! Ne yalanlar üfürmüşler!
* * * * *
Berrî (Kara) Ordumuzda küçük zâbitliğin (asubaylığın) teşkil edilmesine kalem batırmadan evvel
Bu köle asker sınıfının târihcesi hakkında bir iki kelâm edelim.
Târihcesine bakdığımızda
Bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz okulun kuruluş senesinin belli olduğunu görüyoruz.
Nasıl olmuş ise olmuş, Kara Harp Okulumuz gökden zembille inmiş de!
Babalarının minderi kendinden yaylı fayton koltuğuna “cup” diye oturur gibi
1834 senesinde “şıp” diye “kurulmuş!”
* * * * *
Amma ve lâkin Kara Asubay Okulunun târihi söz konusu olunca
Kerâmeti kendinden menkul borazancıbaşılar hoşafın yağına buz tutdurmuşlar!
Kara Kuvvetleri EDOK Komutanlığının 2009 senesinde neşretdiği kitaba, öyle bokdan şeyler yazmışlar ki!
Mesnetsiz, asılsız ve yalan dolan bilgiler ile “târih yazdığını” zanneden
Ve fakat
“Târih yapanlara” ihânet etdiğinin farkında bile olmayan bu lâhanacı bosdan danaları
“Kara Asubaylığı târihi” konusunda bakınız, güneş görmemiş ne inciler üfürmüşler!
“Tarihi süreç içinde” okuma-yazma bilenlerden oluşturulan “astsubaylık müessesesi”
|
“Tarihin en eski döneminden itibaren var olan astsubay yetiştirme sistemi”
|
Kara Kuvvetlerinin M.Ö. 209 senesinde teşkil edildiğini “şıp” diye biliveren müneccimbaşı subaylarımız
“Astsubay” dedikleri asker sınıfının teşkil edildiği târihi söylemeye gelince dut yemiş garga guşu oluyorlar!
Bu kitabı yazan lâhana beyinli subaylarımız hem gelin hem de güvey olmuşlar!
Bilim adamlarımıza göre insanlığın başladığı târih bile belli.
Fakat ordumuzdaki asubaylığın ne zamân başladığını bilen yok!
Burada gevelediğin “târihî süreç” nedir? Ne zamân başladı? Sen, bu sürecin neresinde idin?
“Târihin en eski dönemi” ne demek? M.Ö. mü, M.S. mi?
Böyle muğlak ifâdeler kullanan lâhana beyinli târihcilerimizin bu suâllere verecek cevâbı var mı?
* * * * *
MSÜ Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulunun örütbağda neşretdiği târihceye, bakınız neler yazmışlar.
Ordumuzun “orta” kademe yöneticileri ve teknisyenleri olan “astsubaylar”
|
İlk başlarda; sürekli olarak aynı görevi yapan ve bu nedenle bilgi ve becerisiyle sivrilmiş erbaşların “gedikli” unvanı ile muvazzaf hizmete alınmalarıyla sağlanıyordu.
|
“İlk başlarda” tâbiri ile hangi târihi kasdediyorsun? M.Ö. mü? M.S. mi?
“İlk başlarda” diye üfürdüğün o zamânda, sen nerede idin?
Sen;
“Subay yardımcısı” dediğin askerin târihcesini mi yazıyorsun?
Yoksa
Gözlüklü nene gibi dizinin dibine oturtduğun emzikli bebelere masal mı anlatıyorsun?
Ey bu cümleyi yazan “târihci” kardeşlerim benim!
Sen, târih nedir; ne ile beslenir, ne ile yaşar; nasıl yazılır, biliyor musun?..
* * * * *
İlim fukarası bu subaylarımızın yazdığı ucuz târihceye bakdıkdan sonra cezbeye tutulup da
Kendini târih yazmaya vakfeden bosdan bülbülü kimi asubay meslekdaşımız ise
Tıpkı lâhana beyinli bu subaylarımız gibi börkenekden öyle bir üfürmüşler ki!
Tarihsel süreçte “gedikli” sınıfının ne zaman ve ne şekilde kurulduğu tarih olarak net değildir.
|
Böyle yalanlar üfürmek ile “târih” yazdığını zanneden bosdan bülbülü asubay meslekdaşlarımız Kendisini köle yapdığı için beyaz efendisinin elini öpen “köle” durumuna düşdüklerini bilmiyorlar mı?
|
Subay okullarına sahte târihce düzmek için “yontulmamış yalanlar” söyleyen bosdan gargalarının
Asubay okullarının târihi konusunda böyle dübürden laflar üfürmesinin sebebini de
Eski Tüfek fâş eylesin sizlere;
Bugüne kadar kasden ve sahtekârlıklar ile tertip etdikleri binbür türlü kânun ile
Asubayları hem madden hem de mânen nefes alamaz duruma getiren şerefsiz beyaz subaylarımız,
Kendi hatâ ve günâhlarını, ne zamân başladığı bilinmeyen bir târihin sırtına yıkmak ve hedef sapdırmak isdiyorlar!
* * * * *
Bin dört yüz sene evvelinden Hz. Ali (ra) şöyle nasihât etdi bizlere; “İlim bir nokta idi, Onu câhiller çoğaltdı!”
İşde, yukarıdaki sayfalarda kimlerin ne inciler yumurtaladığını gördünüz, okudunuz!
Berrî Küçük Zâbitliği (Kara Asubaylığı) konusunda da hakikât aslında “bir doğru” idi.
Onikinci havârinin İsa (as)’yı 30 gümüş dinara satdığı gibi
Akıl ve ilim fukarası subay ve asubay meslekdaşlarımız da
Kara Asubaylığı konusunda “bir doğruyu birçok yalana satdılar!”
Kara Asubaylığı konusunda ağızlarını domaltarak kerâmet buyuran târih câhili subay ve asubay mesledaşlarımız;
Hz. Ali’nin bu sözünün ne kadar isâbetli bir tesbit olduğunu bir kez daha hatırlamamıza vesile oldu!
Asubay dediğimiz “ortada sandık” asker sınıfına târihce düzme yarışında
Kimlerin ne bokdan inciler üfürdüğünü gördükden sonra
İmdi başlayalım Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm, dördüncü kısımının konusuna...
* * * * *
Küçük Zâbitlik Avrupa Devletlerinde Niçin Teşkil Edildi?
Küçük zâbit isimli “ortada sandık” asker sınıfının Osmanlı Berrî Ordusunda teşkil edilmesinin sebebini anlatmadan evvel
Avrupa devletlerinde “küçük zâbitliğin” teşkil edilmesi hakkında kısa bilgiler verelim.
Zere;
Küçük zâbit asker sınıfının Avrupa Ordularında teşkil edilmesinin sebebini öğrenir isek şâyet
Bizim ordumuzda tezgahlanmasının sebebi de kendiliğinden ortaya çıkacak.
Avusturya, Almanya ve Fransa Orduları;
“Zâbit ile er arasında yer almak üzere” kendi ordularında “küçük zâbit” ismini verdikleri yeni bir asker sınıfını
19’uncu asırın başlarında teşkil etdiler.
Çünkü;
Her üç devlet de bütün dünyâyı kendi sömürgesi yapmak isdiyor idi.
II. Frederick William’ın Prusya Almanya’sı
Ve dahi Napolyon Bonapart Fransa’sının bu asırda yapdıkları harblere bakdığımızda
Bu niyetlerini açıkca görebiliyoruz.
Allah’ın kendisini bütün dünyâyı Fransa’ya köle yapması için yaratdığına inanan
Ve dahi
Fransa’yı “topyekûn seferberliğe” hazırlayan Napolyon,
Ordusunun erlerini coşdurmak için şöyle dedi;
“İnkilâp târihleri neferlerin çantasında dâima mareşallik batonu taşımışdır!”
Bu sözünü unutmayan Napolyon;
Harblerde fedâkârlık gösderen neferlerini hemen mareşalliğe terfi etdirdi.
* * * * *
“Asker kıral” olarak bilinen Prusya Almanya’sının kıralı II. Frederick William da
Ordusu için kânunlar yapdırdı. Askerine çok iyi maaşlar verdi, iâşenin en iyisini yedirdi, kıyâfetlerin en iyisini giydirdi. Silâhın en iyisi ile donatdı. Askerini çok seven bu kıral, boylu-poslu ve kuvvetli gençleri ailelerinden para ile satın aldı. Vermeyi kabul etmeyen ailelerin çocuklarını da zorla kaçırıp asker yapdı. Kendi yapdırdığı kânuna göre mahkemeye kadar giden ve aleyhine karâr vermesine rağmen mahkemeye saygı gösderen kıral, II. Frederick William’dır. “Berlin’de hâkimler var!” dedirten, bu kıraldır. Bilime, akıla ve kânuna her zamân saygı gösderen II. Frederick William, girişdiği bütün harbleri kazandı ve “hiç mağlup edilmeyen kıral” olarak târihe geçmeyi hak etdi.
* * * * *
Aynı dönemde bizim padişahımız III. Mustafa ise
Sarayındaki dalkavuk müneccimlerin üfürüklerine göre devleti idâre ediyor idi.
Kıral II. Frederick William’ın harblerdeki başarıları karşısında şaşkına dönen bizim padişahımız III. Mustafa;
En güvendiği veziri olan Ahmet Resmî Efendiyi elçi olarak Prusya’ya gönderdi
Ve dahi
Kıral II. Frederick William’dan üç müneccim isdedi.
III. Mustafa’nın maksadı;
Ve dahi
|
II. Frederick William, bizim padişahın bu gülünç isdeği karşısında çok şaşırdı fakat alay etmedi.
Harbde muzaffer olması için III. Mustafa’ya şu üç nasihâtı verdi;
1. Târihi iyi bilmek ve târihde yaşanmış harblerden ders çıkartmak. 2. İyi bir orduya mâlik olmak ve sulh vakdinde dahi muharebe zamânında imiş gibi tâlim etdirmek. 3. Her dâim dolu bir hâzineye mâlik olmak.
|
Ve Kıral II. Frederick William, elçimiz Ahmet Resmî Efendiye şöyle dedi;
“Git, III. Mustafa’ya evvelâ selâmımı söyle! Sonra da şöyle de; “İşde, benim üç müneccimim bunlardır.”
* * * * *
Makâlemizin bu bölümünün konusu olmadığından ötürü 18’inci asır askerliğinden bahsetmeye gerek yok!
Çünkü bu asırda dünyâda “düzenli ordu” yok idi!
Olduğunu iddia eden ve “dünyânın ilk düzenli ordusunu M.Ö 209 senesinde kurduk” diyen de “dünyâda” sâdece bizim Genelkurmay Başkanlığımızdır.
|
O zaman kusura bakma sen, Genelkurmay Başkanı! "Aklın yok ise hakkın da yokdur!"
Bunları icâd edecek kadar aklı olmayan ordunun, “dünyânın düzenli ilk ordusunu kurma” hakkı da yokdur.
Kibir; kibirden daha çok cehâlet; cehâletden daha çok hamâset; hamâsetden daha çok hamakât!
Her boku kendilerinin bildiğini zanneden târihci zübük subaylarımıza sesleniyorum;
Eyi, gözel!
Asker, gitdiği yere kânunu da götürür! Kânun yok ise asker de yokdur!
Mâdem "dünyânın ilk düzenli ordusunu" sen kurdun! "Düzen" demek "kânun" demekdir !
Maçan yiyor ise şâyet ;
|
Mâdem “dünyânın ilk düzenli ordusunu" kuracak kadar aklın var idi! Öyle ise Avrupa’lının, Amerika’lının ayağına gadar gidip de;
|
Bütün bu acı hakikâtler karşımızda sırıtırken sen hiç utanmadan, sıkılmadan diyorsun ki;
“Dünyânın ilk düzenli ordusunu ben kurdum!” Yuf olsun, sizin ervâhınıza be!..
Kuduruk âşık âlemi kör, etrafındakileri de dört duvar zanneder imiş!
“Dünyânın ilk düzenli ordusunu biz Türkler kurduk” diyecek kadar azgınlaşan zübük subaylarımızın da
Kuduruk âşıklar gibi o “incir çekirdeği” kadar akılları da başından uğramış zâhir!..
* * * * *
19’uncu asırın büyük bir bölümü, birbirinin topraklarını ele geçirmek isdeyen Avrupa devletlerinin kendi ordularını ve vatandaşlarını sürekli olarak “topyekûn seferberlik” hâlinde tutmalarına sebep oldu.
Avusturya, Almanya ve Fransa gibi Avrupa devletleri, dünyâyı sömürmek siyâsetinden 20’inci asırda da vazgeçmedi. İkincisinin çıkacağını bilemediğimiz için “Birinci Dünyâ Harbi”’ne “Harb-i Umumî ya da Büyük Hârp” dedik. Birincisi biteli daha 20 sene bile geçmemiş idi ki bu kez de aynı sömürgen devletler İkinci Dünyâ Harbinin müsebbibi ya da muhatabı oldular. Avrupa devletlerinin bu bitmek tükenmek bilmeyen “sömürgenlik” hırsı yüzünden 20’nci asırın ilk 50 senesi de tam anlamı ile gene “topyekûn seferberlik” hâlinde geçdi.
Bizim devletimiz İkinci Dünyâ Harbine girmedi. Fakat neticesi itibâri ile mağlub devletlerden bile daha ağır bedeller ödedik. BM ve NATO gibi milletlerarası sömürgen teşkilât, mağlub devletlerde bile yapamadığı sömürüyü ve hovardalığı bizim hâin subaylarımız ve hâin siyâsetcilerimiz vasıtası ile bizim memleketimizde yapdılar. 2016, 15 Temmuz subay darbesinden sonra Türkiye’nin NATO üyeliğinden çıkmasının açıkdan konuşulması, işde bu sömürünün ve hovardalığın açık bir emâresidir. Üsdelik de kendilerini iktidâra getiren Coniperestiş siyâsetciler söylüyor bu hakikâti...
Bu Avrupa devletlerinin “küçük zâbitliği” teşkil etmesinin esâs gâyesi de
Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın 1910 senesinde Meclis-i Ȃyan’da itirâf etdiği gibi;
Yaklaşan “topyekûn seferberlikde” ölecek zâbitin yerini hemen alacak yeni bir asker sınıfı teşkil etmek idi!
Bu sömürgeci devletler işde bu maksatla ve sâdece “seferde” (harbde) görev yapmak üzere “küçük zâbitliği” teşkil etdiler.
Fakat bu devletlerin aristokrat ailelerine mensup beyaz zâbitânı da
Cephenin en önüne sürdükleri fakir ve köylü ailelerin çocukları olan “küçük zâbitânın” kendileri yerine kolayca öldüğünü fark etdi.
Bu fırsatı kendi lehine ganimete çeviren zengin ve aristokrat aile çocukları olan Avrupa’lı beyaz zâbitân da;
Ve dahi
|
Bu sebepden dolayı Avusturya, Almanya ve Fransa Ordularında “küçük zâbitlik” bugün de hâlen mevcutdur.
* * * * *
C. Berrî (Kara) Ordumuzda Küçük Zâbit (Asubay) Sınıfının Teşkil Edilmesinin Sebebi;
Şimdi gelelim “küçük zâbitliğin” bizim kara ordumuzda peydahlanmasına...
Ağacın kurdu, gövdesindedir!
Küçük zâbit ismini verdikleri askerleri aldatanlar da gene
Ağacın gövesindeki kurt misâli kendi ordumuzun zâbitânı oldu!
Çok örnek var. Fakat biz şimdilik sâdece üç zâbitin söylediklerini burada fâş eyleyeceğiz.
Târih sırasına göre bu zât-ı şahâneler şunlar;
* * * * *
Târih; 1909, 22 Kasım
Berrî (Kara) Ordumuzda Piyâde Binbaşı rütbesi ile görev yapıyor idi. O vakitlerde zâbitân heyetimiz, askerlik görevlerine ilâve olarak aynı zamânda mebus da seçilebiyor idi. Binbaşı Ali Vasfi Bey de bu hakkını kullandı. 1908 senesinde memleketi Taşlıca/Üsküp’den seçime girdi. Ve sâdece 21 rey alarak mebus seçildi. Sonra, Millî Müdafaa Encümeni Mazbata Muharriri olarak Meclisde göreve başladı.
Meclis-i Mebusân 22 Kasım 1909 Pazartesi günü içtimâ eyledi.
|
Gündem;
Osmanlı askerî târihinde ilk kez teşkil edilmesi tasarlanan İhtiyât Zâbitânlığı idi.
Aslında gündemde yok idi.
Fakat “Ömer diyecekmiş gibi” ağzını domaltan Ali Vasfi Bey,
Henüz üç ay evvel teşkil etdikleri Berrî (Kara) “Küçük Zâbitliği” hakkında şu incileri dökdü;
Söylendiği, yazıldığı ve meclis kayıtlarına girdiği günden bu buyana bu kayıtları hiç kimse görmedi.
Bugüne kadar geçen 108 seneden sonra bu belgeyi,
İlk olarak sizler görüyorsunuz.
Sayfa: 62 ALİ VASFİ BEY (Taşlıca (Üsküp) Mebûsu (Devamla); Şimdiye kadar bizde “küçük zabitlik” yoktu. Vakıa Dahiliye Kanunnamemiz kırküç (Milâdî 1827. IRBIK) senesinde tercüme edilmiş kırkbeşte (Milâdî 1829. IRBIK) tadil edilmiş, yani Sultan Mahmut zamanında kabul edilmiş. Bu nizamnamenin bazı yerlerinde “küçük zabit” tabiri vardır. Bunun aslı Fransızcadan tercüme edildiği için (sou-officier)’den aynen alınmıştır. Fakat orası bizde unutulmuş. Belki “onbaşı, çavuş, bölük emini” yerinde kullanılmıştır. Bundan dolayı şimdi “küçük zabit” tabirini kabul etmeli ve Ordu kabul etti. Bugün her orduda hemen hemen Almanya tensikatının aynı caridir. Avusturya keza. Hep “küçük zabit” kadrosu vardır. O orduların vakti hazarda en büyük ve mühim uzvu, cüz'ütâmı bölüktür. Bölükteki heyeti muallime, “küçük zabitan” heyetidir. “Küçük zabitan” efratla beraber yatarlar, onlarla beraber hem haldirler. Seviyei irfanları yekdiğerine daha karib (yakın) olduğundan, onun için kuvvei muavine ile talebe arasında bulunurlar. Binaenaleyh bugün Ordu, hakikî bir terakki etmek için o mühim tensiki yapmak şartıyla “küçük zabitan” kadrosunu kabul etti. “Küçük zabitan” yetiştirmek için şurada bir mektep küşad edildi. “Küçük zabitan” kabul ediliyor, yetiştirilecektir. Şimdi Avrupa devletleri ne yapıyor? Bir defa hizmeti muvazzafai askeriye üç senedir, sonra bir de ihtiyat vardır. Beş sene bir “küçük zabit” manen, fıtraten, ahlaken tabiatı saniye hükmüne gelmiş silâh endazlıktan şöyle yıkanıp çıktıktan sonra talebeyi teşkil eden efrada karşı zabitlik haysiyetini, etvârını, evsafını takınabilir. Zabitin bulunmadığı bir zamanda gaybubetini (yokluğunu) hissettirmeyecek; efrad üzerine maddî tesir icra edilmek için bir defa sinnen (yaş olarak) azıcık ziyade olması lâzım gelir. "Küçük zabit” 28 yaşında olmalı. Hiç olmazsa celî (bilinen) bir tabirimizle «Ağabey» dedirtecek kadar olmalı. Bunların zaten tahsilleri; terbiyeleri iptidai olduğu halde, kendileri müddeti medîde (uzun süre) ameliyat ve tecrübe görerek zabitleşmeli. Zabitlik, kendilerine kumandan vazifesi, tabiatı saniye hükmüne gelmeli. Fakat yirmisinden otuzuna kadar temini maişet edemeyeceğinden ondan sonra hiçbir iş tutamaz. Fakat Şarkî Avrupa devletleri ne yapıyorlar? Bilfarz Almanya'da oniki senedir istikamet ve iffet dairesinde iktidar ve maharet göstererek, iyi muallim ve mürebbi olduğunu ispat ederek, bir çok efrad yetiştirerek bir gün şahadetname alacak olursa, ki biz bunu daha teklif etmiyoruz, çünkü bütçemiz fakirdir - kendisine senede bir defa zengin bir ordu, bin mark yani elli tane İngiliz lirası veriyor. Bu şahadetname ile polis memuriyeti, telgraf memurluğu ve posta memurluğu gibi hizmetlerde istihdam olunur. Bu hizmetinden istifade edilmek için kendisine her gün öğleden sonra ikişer saat müsaade olunur. Ait olduğu mevakii askeriyede isbatı vücut eder. Meselâ hukuk müntesibininden birisi her gün öğleden sonra iki saat ders alır, sonra dört senede bir şahadetname alıp devairi adliyede (adliye dâirelerinde) kâtiplikle vesair hizmetlerde istihdam edilir. Veyahut Polis Dairesine devam eder. Cezaya, kavanini adliyeye ait icabeden malumatı tederrüs eder. İşte Avrupa hükümetleri “küçük zabitana” böyle muaveneti nakdiye vesairede bulunur. Şimdi biz muaveneti nakdiyede bulunamayız. Komisyon burayı düşünmüş, teemmül etmiş (düşünmüş). Buraya konmamış, sonra bu kanunda böyle bir madde yoktur. Fakat Ciheti Askeriye, tabiî diğer bir kanun ile sureti saniyede bunu teklif eder, talep eder. Şimdi “küçük zabit” iyi bir muallim, mürebbi olabilmek için sekiz on sene işlemeli, yoksa yetiştiririz, terhis ederiz, vücudundan istifade edemeyiz. O noktai nazardan sair devletlerin oniki sene olduğu halde bizde on sene kabul edilmiş. O halde bu haddi asgarî diye telâkki edilmelidir.
|
Kara Piyâde Binbaşı Ali Vasfi Beyin yukarıda okuduğunuz itirâfından,
İşde, şimdi en az iki yeni şey daha öğrendiniz;
1. Küçük zâbit denilen bu melâneti biz Türklerin, kimlerden ve ne zamân aşırdığımızı, 2. Avrupada küçük zâbitlik ne imiş! Fakat bizim vatan hâini subaylarımız küçük zâbitliği ne yapmışlar!..
|
Ben, Eski Tüfek Şükrü IRBIK buna; âdi, alçak ve hâince yapılmış bir şark kurnazlığı diyorum!..
İşde,
Küçük zâbitlik konusunda ordumuzun Diyârıbekir garpuzu gibi ikiye yarıldığı yer, tam da burasıdır.
Bu sakat, sapkın ve sürgün zâbit zihniyeti, bugün bile hâlâ aynen devâm ediyor.
Bu konuda söz değil fakat, bunu yapan şerefsiz zabitân heyetimize sülâle boyu öyle küfürler etmek isdiyorum ki!..
* * * * *
Kara Piyâde Binbaşı Ali Vasfi Bey’in bu konuşmasında bir kitabı dolduracak kadar ibret verici gerçek var.
Fakat makâlemizin dördüncü kısımını fazla uzatmamak için bu konuyu şimdilik kızağa çekiyorum.
|
Bu esrârengiz sakâmeti suâl eden bir dilekce yolladım meclise. Bakalım ne cevâp verecekler.
|
* * * * *
İşde,
Küçük zâbitlik konusunda yukarıda gördüğünüz incileri yumurtalayan mebus Ali Vasfi Beyin künyesi.
|
Bir “zâbitden”, “zâbit olmayan askerler” hakkında başka ne bekliyor idi ki?
Ve dahi
Avrupa Ordularındaki küçük zâbitliği anlatırken Ali Vasfi Beyin konuşmasına dikkat etdiniz mi?
Kara Öğ. Albay Tahsin ÜNAL’ın asubaylığı târif ederken kullandığı kelimeleri hatırladınız mı?
* * * * *
Târih; 1910, Yaz aylarında bir gün.
Berrî (Kara) Ordumuzun küçük zâbitânını aldatanların en başında,
Harbiye Nâzırı Müşir Mahmut Şevket Paşa var.
Çünkü, padişahın karşı koymasına rağmen, Osmanlı Devletini yıkıp padişahı tahtından indiren ve küçük zâbitliği teşkil eden kişi, O!
|
Berrî (Kara) Ordumuzda bugün “asubay” dediğimiz “ortada sandık” asker sınıfı,
Aşağıdaki nizâmnâmesinde de görüldüğü üzere
“Küçük zâbit” ismi ile 06 Ekim 1909 Çarşamba günü teşkil edildi.
Bu târihden evvel Osmanlı Kara ordusunda “Küçük zâbitlik” var idi diyen bosdan gargalarının gulağı çınlasın!
Bu asker sınıfının isminin önüne kendi akıllarınca “gedik” sıfatını ekleyen
Ve dahi
Mekteb isminin “gedikli” küçük zâbit mektebi olduğunu söyleyen karacı ve târihci(!) asubay meslekdaşlarımın da yüzleri kızarsın!
Resmî ve fakat sahte târihci subay tayfamızın gönüllü piyâdesi olan bosdan bülbülü bu meslekdaşlarımız,
Demek ki daha nizâmnâmesini bile görmeden, mezûnu oldukları mekteb hakkında târih(!) üfürmüşler!
Bizim zottirik subaylarımız daha gıdaklamadan “ortada sandık” bir asker sınıfı yumurtalıyor!
|
Bizim saftirik asubaylarımız da hidâyete erip “biz, ortada sandık yöneticiyiz!” diye piyasa yapıyor!
|
Ayıpdır! İnsanda biraz edep olur, hayâ olur!
Askerim diyor iseniz şâyet bu hasletlerden sizde kat kat fazlası olur, olmalıdır!
Akılları yetdiği kadarı ile hakikâti araştırıp doğru târih yazmak yerine
Bosdan danası târihci subaylarımızın dübürlerinden üfürdüğü yalana inanıyorlar.
Ve böyle davranmak ile de kendilerini köle yapan beyaz subaylarımızın elini, eteğini öpüyorlar!
|
Laklâkiyât yapan bu meslekdaşlarımızın bir hatâsı daha var.
Bu zevât diyor ki; ordumuzun sözüm ona “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı var imiş!
Senin ordunda niye olsun? Bunu akıl eden birisi de hiç yok!..
Amerikalı Coni’ye ve İngiliz Tomi’ye kendi devletinin, kendi ordusunun verdiği kıymeti, hakkı hukûku
Sen, kendinden niye esirgiyorsun be adam? Yoksa sen de mi bir bozukluk var?
Biraz aklı olan bir insan;
Kendi kendine “ortada sandık” bir asker sınıfının kuluyum, kölesiyim der mi, Allah aşkına?
“Ortada sandık” bu asker sınıfının mensubu olmakdan memnun isen şâyet
Meydânlara doluşup salya sümük niye ağlaşıyorsun, be adam?
* * * * *
“Gedikli erbaş” tâbiri hakkında üfürdüğü yalandan dolayı Asubay Tefrikası 6-3’de
Asubay neşetli Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ.Yarbay Osman YALÇIN’a kısa ve fakat unutamayacağı bir ders vermiş idik!
Bu kez de bu dördüncü kısımda “gedikli” tâbiri konusunda kendi meslekdaşımıza bir ders verelim.
Aşağıda görülen makâlesinde kıymetli bir meslekdaşımız;
Laf kıtlığında asma budamış!
Ve dahi
1909 senesinde açılan mekteb isminin “Gedikli Küçük Zâbitân İptidâî Mektebi” olduğunu yazmış!
|
Târih yazıyorum diyerek alıp da kalemi eline yukarıdaki yazıda sözünü etdiğin;
Ve dahi
Türk askerî ıstılâhına ne zamân duhûl eylediğini biliyor musun sen?
“Gedikli erbaş” tâbiri,
Askerî mevzuâtımıza ilk kez 2717 sayılı şu kânun ile 25 Mayıs 1935 Cumartesi günü hulûl eyledi.
Bu târihden evvel ordumuzda “erbaş” ve “gedikli erbaş” olarak tesmiye edilmiş bir asker sınıfı yok idi.
|
“Astsubay” dedikleri uyduruk asker sınıfı hakkında bu yalanı söyleyen meslekdaşlarımız, subaylarımızın kucağından insinler artık!
Bunu götlerinden uyduran hileci subaylarımızın ilimleri yetiyor ise şâyet, buyursunlar!
Eski Tüfek’in karşısına gelsinler hele!..
Ordumuzun “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı olduğu yalanını üfüren bu zübükler,
Kendi işlerini “asubay” dedikleri köle askerlerin sırtına yüklemeye çalışan kurnaz zâbitânın ta kendisidir.
Bu konuda da subaylarımızın papağanı olan meslekdaşlarımız,
Subaylarımızın bu yalanına çanak tutmak ile üç halt ediyorlar;
1. Subaylarımızın uydurduğu ordumuzun “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı var yalanına ortak oluyorlar, 2. Gayri meşrû ve “ortada sandık” bir asker sınıfı olan “asubaylığı” meşrûlaşdırmaya yeltenen subaylarımızın fesat değirmenine su taşıyorlar. 3. Ȃdî bir yalan söylüyorlar; Biraz araşdırmasını bilseler! Hele bir de okuduğunu anlayabilseler idi şâyet! Bu zevât; o vakitlerde donanma gemilerimizde en düşük rütbe ile göreve başlayan bir tayfanın, kâbiliyetine ve celâdetine koşut olarak o gemiye “reis” (komutan) olabildiğini görebilecekler idi.
|
Yeri gelmiş iken şu şerhi de buraya hakkedelim;
Subaylarımızın üfürdüğü gibi ordumuzun “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı yokdur. “Yönetici” dediğiniz o zikzikli şey, mahalle derneklerinde filan olur!
Kendilerini “orta düzey yöneticiliğe” lâyık gören “kes-yapışdırcı” meslekdâşlarıma buradan söylüyorum;
Ordumuzun bir tek şeye ihtiyâcı vardır; ölmeye ve öldürmeye her an hazır “subay ve erâta.”
Kendilerini ATATÜRK’den akıllı zanneden kurnaz ve fakat hâin ve fitneci subaylarımız ile
Bu kurnaz, hâin ve fitneci subaylarımızın eteğinde dolaşan “köle rûhlu meslekdaşlarım” biraz daha laklâkiyât yapsınlar bakalım. Bu konuda bugüne kadar söylediklerini de yalayıp yutmaya şimdiden hazır olsunlar!
* * * * *
İmdi teveccüh eyleyelim, küçük zâbitliğin Osmanlı Berrî (Kara) Ordusunda duhûl eylemesine...
Küçük zâbitân ismi verilen köle asker sınıfının tâlihsizliği 1909 senesinde kânunun kabul edildiği gün başladı.
Nizâmnâmesinin daha birinci maddesine “dâimî” kaydı düşülen “küçük zâbitân”
Berrî (Kara) Ordumuza “menzil eşşeği” gibi rapdedildi.
“Küçük zâbitânı” niçin “menzil eşşeği”ne benzetdiğimi de aşağıdaki sayfalarda belgeleri ile göreceksiniz.
|
Bilirsiniz, harbde firâr eden asker, kurşuna dizilerek infâz edilir.
Firâr etse bedeli, Divân-ı Harp Mahkemesinde kurşuna dizilerek ölecek!
Hamiyyet gösderip yiğitce atılarak düşmân üsdüne! Bu kez de zâbitin yerine ölecek!..
Öyle bir asker sınıfı düşünün ki! Yürümeye mecbur edildiği her iki yolun sonunda da ölüme varsın!
İşde, ordumuzdaki "asubaylık" tam da bu demek oluyor...
* * * * *
Küçük Zâbit Mektebi ismi ile açılan mekteplerin kaderi de
Tıpkı Donanma “gedikli” sınıfının kaderi gibi oldu.
Bu mekteplerden birisi olan Kasımpaşa’daki Dersaâdet küçük zâbit mektebi tâlime başlayalı daha bir sene bile olmamış idi.
Fakat mektebde er muamelesi gören cingöz talebeler, zâbit olmayacaklarını çokdan anlamışlar idi bile...
Bu sebepden dolayı da küçük zâbit mekteplerine talep birden bire dibe vurdu...
(1911 senesinde;
mülâzım
(teğmen) maaşı 2,5 lira, kıdemli çavuş
rütbesindeki küçük zâbitin aylık maaşı ise 2 lira idi.)
Azrâil (as)’in intihâr kisvesi ile can almak için buralarda kol gezmeye başladığı günlerden bir gün
Küçük zâbitliğin mucidi ve dönemin Harbiye Nâzırı Müşir Mahmut Şevket Paşa, bu mektebe gitdi.
Mekteb bahcesinde içtimâ eylediği talebelere şunları vaad etdi;
Sene: 1910 Mekân: 1326 bütçe müzâkeresinde Meclis-i Mebûsân’a hitâben; Sayfa: 329
Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) Müşir Mahmut Şevket Paşa
Osmanlı Ordusunda teessüf ederim ki, bugüne kadar küçük zâbitân heyeti yoktur.
Vâkıa Çavuş, Bölük Emini, Başçavuş denilen şeyler vardır fakat lafzî idi.
Mânen küçük zâbit değildir.
Küçük zâbit 12-15 sene hizmet etmeli ki, küçük zâbit mektebinde tahsil etmeli ki küçük zâbit olabilsin. Biz bunu, devr-i sabıkâda dikkate aldık. Defaatle teklif ettik fakat düşününüz haysiyyeti Hükümeti ki zâbitânın mektepli olmasını istemiyor. Nerede kaldı ki küçük zâbitânı mektebden yetiştirsin.
İşde, bu fikir, devri sâbıkta küçük zâbitân heyeti teşkiline mâni oldu.
Fakat meşrutiyet teessüs eder etmez can attık, bu mektepleri tesis ettik!
|
Merdi kıptî gibi şecaâ t arz eder iken,
Sirkatin fâş eyleyen Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın
1910 senesi bütçe müzâkeresi esnâsında Meclis-i Ȃyan’da söylediği bu sözlerini
Aradan geçen 107 sene sonra
İlk gören ve ilk okuyan da gene sizler oluyorsunuz!
|
Mektepli zâbitânın tertip etdiği Birinci Dünyâ Harbinde ölmesi istenen askerler kim?
Gene mektepli zâbitânın tertip etdiği 2016, 15 Temmuz subay darbesinde ölmesi isdenen askerler kim?
Birisi zâbit, diğeri siyâsetci olan bu iki zevâtın 107 sene sonra söyledikleri arasında bir fark var mı, Allah aşkına?
|
Meclise peşpeşe kabul etdirdiği kânunlar ile
“Alaylı zâbitânı” ordudan ihrâc eden 31 Mart zâbit darbesinin sahte kahramânı Mahmut Şevket Paşa’nın maçası tutuşdu!
Hudutlarımıza dayanan düşmânların sayısı karşısında dudağı uçuklayan Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa,
Hiçbir suçu olmadığı hâlde ordudan tard etdiği “alaylı zâbitânı” mum ile arar oldu!
“Mektebli zâbitânı” ölümüne cephenin önüne sürmek isdemeyen paşamız; vatandaşın harp korkusunu ganimete çevirmesini bildi.
Ve dahi
“Mektebli zâbitânın” yerine ölmesi için “mektebli küçük zâbitân” ismini verdiği yeni bir asker sınıfı teşkil etdi.
* * * * *
Der Saâdet Küçük Zâbit Mektebi;
Ve dahi
Sanki mârifet imiş gibi;
Berrî (Kara) Küçük Zâbitliğin bizim ordumuzda teşkil edilişinin bokdan şerefini
Mahmut Şevket Paşa’mıza yamamak isdeyen târih câhili zübük subaylarımız,
Bu hakikâtden niyeyse pek bahsetmezler.
Der Saâdet Küçük Zâbit Mektebi isimli bu mekteb;
10 Temmuz 1911 Pazartesi günü
“Kıdemli Çavuş” rütbesi ile 173 “kıdemli küçük zâbiti” ilk dönem olarak mezûn etdi.
Aşağıda;
Kağıthâne çayırında icrâ edilen
Ve
Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın da iştirâk etdiği bu törene ait bir resim görüyorsunuz.
|
* * * * *
Son padişahımız Sultan Vahdettin’in Başimamı Sadık Efendi’nin oğlu idi. Padişahın ikâmet etdiği Dolmabahce sarayının karşı sokağındaki konakda yaşıyorlar idi. Babasının namaz kıldırdığı camiye ve saraya gider ve Padişah Sultan Vahdetdin’i hemen hergün görür idi. Saray bahcelerinde padişah çocukları veliaht ve sultanlar ile oyunlar oynadı. 1909 senesinde 16 yaşında bir delikanlı iken Taksim Topcular Kışlası, Nişantaşı, Yıldız Sarayı ve Dolmabahce civârında cereyân eden 31 Mart Vak’asının sokak boğuşmalarına bizzat şâhidlik etdi.
Ve dahi
Bu harplerin hemen hepsinde yaralandı. Irak cephesinde harb ederken İngilizlere eşir düşdü. Hindistan’daki İngiliz esir kampına sürgün edildi.
Bu kampda tanışdığı Muhammed Ali isimli bir müslüman ile çalışarak Hintli müslümanları tek başına örgütledi. Pakistan devletinin kurulması ile neticelenen halk hareketine önderlik etdi.
Muhamed Ali isimli bu müslüman; 1947 senesinde Pakistan Devletini kuran ve ilk Cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Ali CİNNAH idi. Küçük zâbit Nurettin Efendinin esir kampında müslümanlara yapdığı yardımları asla unutmadı. Pakistan’ın kurucu Cumhurbaşkanı Muhammed Ali CİNNAH Türkiye’ye ilk gelişinde, İstanbul’da konakladığı otele merhum Nurettin PEKER’i dâvet etdi. Pakistan’ın kurulmasındaki emeklerinden dolayı kendisine hediyeler verdi ve yardımları için bir kez daha teşekkür etdi.
Der Saadet Küçük Zâbit Mektebinden kıdemli çavuş rütbesi ile 1912 senesinde mezun olan Nişantaşı’lı Kıdemli Küçük Zâbit Nurettin (PEKER) Efendinin başçavuş rütbesi ile 1914 senesinde çekdirdiği bir resimi.
Yukarıda gördüğünüz resimleri ve bu bölümdeki bilgilerin bir kısmını;
Piyâde Kıdemli Küçük Zâbit merhum Nurettin (PEKER) Efendi'nin oğlu olan
Ve dahi
16 Aralık 2016 Cuma günü kendisini evinde ziyâret etdiğim Sayın Orhan PEKER’den aldım.
Sayın Orhan PEKER,
Babası Piyâde Küçük Zâbit Başçavuş merhum Nurettin PEKER’in yazdığı
Ve yayınlamaya ömrünün vefâ etmediği
Ve fakat
Babasının vasiyeti olarak oğlu Orhan PEKER'in yayına kendisinin hazırlayıp
Doğan Kitap’dan Temmuz 2019’da birinci baskını yayınladığı
Tüfek Omza isimli kitabının bir nüshasını kendisini ziyâretim esnâsında imzâlayıp bize verme nezâketini gösderdi.
Bu vesile ile;
Sayın Orhan PEKER‘e teşekkür ediyor, ellerinden hörmetle öpüyor
Ve
Kendisine sağlık ve esenlikler temenni ediyorum.
* * * * *
Dönemin Harbiye Nezâreti;
Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) Müşir Mahmut Şevket Paşa’nın
Berrî Ordumuzda “küçük zâbit” sınıfını teşkil etmekdeki “gizli maksadı”,
Meğerse “mektepli zâbitân” yerine cephede ölecek “ucuz” ve “küçük rütbeli” askerler tertip etmek imiş!
Cephenin en önünde, zâbit yerine ölüme sürüldüğünü gören küçük zâbitân, aldatıldığını anladı!
Ayrıca;
Berrî (Kara) Küçük Zâbit Mektebi;
31 Martcı zâbitân heyetimizin bu sinsi maksadını bilen padişahın irâdesine rağmen tesis edildi.
Ve dahi
"Küçük Zâbit" ismini verdiği asker sınıfını darbeci zâbitân heyetimiz, Berrî (Kara) Ordumuzda gayri meşru olarak teşkil etdi.
İşde belgesi;
|
Sene: 1910 Mekân: 1326 bütçe müzâkeresinde Meclis-i Mebûsân’a hitâben; Sayfa: 329
Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) Müşir Mahmut Şevket Paşa
Osmanlı Ordusunda teessüf ederim ki, bugüne kadar küçük zâbitân heyeti yoktur.
Vâkıa Çavuş, Bölük Emini, Başçavuş denilen şeyler vardır fakat lafzî idi.
Mânen küçük zâbit değildir.
Küçük zâbit 12-15 sene hizmet etmeli ki, küçük zâbit mektebinde tahsil etmeli ki küçük zâbit olabilsin. Biz bunu, devr-i sabıkâda dikkate aldık. Defaatle teklif ettik fakat düşününüz haysiyyeti Hükümeti ki zâbitânın mektepli olmasını istemiyor. Nerede kaldı ki küçük zâbitânı mektebden yetiştirsin.
İşde, bu fikir, devri sâbıkta küçük zâbitân heyeti teşkiline mâni oldu. Fakat meşrutiyet teessüs eder etmez can attık, bu mektepleri tesis ettik!
|
Yukarıdaki bu belgeyi de
Söylendiği günden 107 sene sonra ilk gören gene sizler oldunuz!
“Târihin başlangıcından beri küçük zâbitlik var” diyen bosdan danaları bunları iyi öğrensinler!
* * * * *
Târih; 1914, 07 Mayıs
Dönemin Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) Müşir Enver Paşa,
İçtihâd dergisinden Doktor Abdullah CEVDET’e 07 Mayıs 1914 Perşembe günü bir mülâkat verdi.
|
Mülâkat esnâsında muhabir Doktor Abdullah CEVDET, şöyle bir suâl tevcih etdi, Enver Paşa’ya;
— Küçük zâbit mektebi açılmışdı;
Harbiye Nâzırı Enver Paşa, şöyle cevâp verdi;
|
Harbiye Nâzırı Enver Paşa küçük zâbitâna yukarıda gördüğünüz sözleri verdi.
Fakat 30 Ekim 1918 Çarşamba akşamı Osmanlı Devletinin teslim olması ile birlikde
Enver Paşa’nın verdiği bu sözlerinin hepsi suya düşdü!..
* * * * *
Târih; 1920, 04 Eylül
1910 senesinde Meclis-i Ȃyan’da yapdığı konuşmasında Mahmut Şevket Paşa şöyle demiş idi;
“Esnâyı seferde kesretli (çok) telefât (ölüm) vukû bulabilir. Bunun için de küçük zâbitân yetiştirmeli!”
31 Mart'ın darbecisi Mahmut Şevket Paşa’nın “zâbit” yerine “küçük zâbit” ölsün tuzağı çok iyi çalışıyor idi.
İstiklâl Harbinin en şiddetli günlerinde,
Teşkil edilmesinden 6 ay sonra Büyük Millet Meclisi 192 sayılı karârnâmeyi meriyyete koydu.
Cephenin en önünde, düvel-i muazzâma gevuru ile göğüs göğüse cenk eden
Ve dahi
“Ateş hattında” fevkalâde fedâkârlık gösderen küçük zâbitân,
Okuma-yazmasına bakılmadan zâbit vekilliğine (asteğmen) terfi etdirildi.
Gevur Napolyon; “Ateş hattına” sürdüğü kendi gevur neferine “mareşal batonu” vermiş idi.
|
Fakat bizim müslüman Müşir Mahmut Şevket Paşalarımız ise Zâbitin yerine ölmesi için “ateş hattına” sürdüğü kendi müslüman küçük zâbitânına Sâdece “zâbit vekilliği apoleti” verdi.
|
|
* * * * *
Ne vaad etdiler? Ne yapdılar?
Numara 170 - Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit İbtidâî Mektebi Nizâmnâmesi H. 21 Ramazan 1327- R. 22 Eylül 1325 (M. 05 Ekim 1909) Madde 47: Küçük zâbit mekteblerinden veya alay mektebinden yetişerek kıt’ada toplam 9 sene hizmet etmiş olanlar polis, jandarma, saray, müze dâireleri muhafızlığı, koruculuk, tahsildârlık, şimendifer ve şirket idârelerinde, yol ve köprülerde, askeriyeye ait fabrika, fırın, anbarlarda ve dâirelerde kâbiliyetlerine göre istihdam olunurlar. 12 sene hizmet etmiş olanlardan imtihanla liyâkatlarını ispatlayanlar yedek subaylığa nakil edilecekleri gibi genellikle en az 300 kuruş maaşlı memuriyetlere de tercihen tayin edilirler. Madde 48: 9 sene hizmet edenlerden işiyle gücüyle iştigal edemeyecek veya 30.maddede zikrolunan hizmetleri yerine getirecek kudreti olamayanlar maluliyetini beyan edenler son maaşları yarısı ile emekli edilirler, “diğerlerine” emeklilik verilmez. 12 sene hizmet edenler genellikle son seneleri maaşlarını yarısı ile berâber her sene için maaşlarının 1/6 nisbetinde bir miktar ilâveyle emekli edilirler. Ancak 30’uncu maddede zikredilen maaşlı memuriyetlere tayin olunduklarında işbu emeklilikleri geçici olarak kesintiye uğrar.
|
Yukarıda gördüğünüz Küçük Zâbit Mektebi Nizâmnâmesinin madde 48’i hakkında yeri gelmiş iken şu hususu söyleyelim. Madde 48’de “diğerleri” dedikleri küçük zâbitândan birisi de Gâzi Piyâde Pilot Küçük Zâbit Kıdemli Başçavuş Vecihi (HÜRKUŞ) Efendi idi. 1910-1918 seneleri arasında talebelik dâhil Kara Ordumuzda piyâde, tayyâre makinist ve pilot küçük zâbit olarak vatanına tam 10 sene hizmet eden Ali Fehamoğlu Vecihi Efendi de
Ve dahi
Mondros Mütârekesini 30 Ekim 1918 Çarşamba günü imzâlayıp silâh bırakan Osmanlı Devleti,
İstiklâl Harbi süresince istihdâm etdiği İhtiyât Zâbitânını terhis etdi.
Terhis etdiği İhtiyât Zâbitânına birikmiş üç-dört aylık maaşını da peşin ödedi.
Fakat aynı dönemde harb edip aynı târihde terhis edilen küçük zâbitânâ
Devletimiz, delikli bir tek guruş vermedi...
* * * * *
Küçük zâbit “sou-officier” unvânını,
Dâhiliye Nizamnâmesini aşırdığımız Fransa Kara Ordusundan 1830 senesinde ilk defâ tercüme etdik!
Fakat bu aşağılayıcı tâbire, Padişahlarımız ve Osmanlı Ordumuzda kimse itibâr etmedi.
Birinci Cihân Harbi ile dünyâyı ele geçirmeye daha 19’uncu asırın sonlarında karâr veren Prusya Almanyası;
Ve dahi
Bu maksada mâtuf olarak da küçük zâbit mektebleri açdı. Zâbitleri kadar iyi eğitim verdiği küçük zâbitânına,
6 senelik hizmeti tamamlamaları karşılığında devlet dâirelerinde çok iyi ücretli memuriyetler veriyor idi.
06 Ekim 1909 târihli nizâmnâmesinde “küçük zâbitliğin” “dâimî” olarak teşkil edildiği yazıyor. Fakat Meclis-i Mebûsân’da bir sene sonra yapdığı konuşmasında Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa, Kara küçük zabitliğinin “sefere” özgü olarak teşkil edildiğini itirâf ediyor. Birbirini yalanlayan bu kıvırmalara bakdığımızda aslında Kara küçük zâbitliği için Harbiye Nezâretinin ileri sürdüğü gerekcenin “çürük” olduğu ortaya çıkıyor.
|
* * * * *
1326 senesi Muvazenei Umumiye Kânunu Lâyihası müzakeresi esnâsında
16 Haziran 1910 Perşembe günü Meclis-i Mebûsân’da yapdığı konuşmada;
Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa şöyle dedi;
“Esnâyı seferde kesretli telefât vukû bulabilir. Bunun için de küçük zâbitân yetiştirmeli!”
|
Mahmut Şevket Paşa’nın bu cümlesinde de açıkca görüldüğü üzere
Bizim Ordumuzdaki küçük zâbitân sınıfı da aslında,
Kapıya dayanan birinci dünyâ harbi esnâsında cephede ölecek beyaz zâbitânın yerine
Ateş hattına sürmek üzere “muvakkat” (geçici) olarak teşkil edilmiş idi.
Harbden sonra da lağv edilecek idi.
Fakat öyle yapmadılar!.. Beyaz zâbitân bu sözünden çark etdi!..
Bu sözü söyledikden 13 sene sonra;
1922 senesinde İstiklâl Harbi sona erdiğinde Mahmut Şevket Paşa’nın dediği oldu!
Donanmamızın “gedikli”, “küçük zâbitânı” ve “gedikli zâbitânı” ile
Kara ordumuzun “küçük zâbitânı” öyle bedbaht asker sınıfları oldular ki
Mühendisin (Asteğmen) mâfevki (üsdü) olan bahriye gedikli zâbiti
1923 senesinde kabul edilen aşağıdaki şu kânunda “zâbit” sınıfına dâhil edilmedi.
|
Fakat yanlış hesâb, Bab-ı Ȃli’den döndü!
Cumhuriyetin kurucu ruhû, gedikli zâbitânın hakkını, gedikli zâbitâna teslim etdi...
Bahriye gedikli zâbitânının “zâbit” sınıfına dâhil olduğunu anladılar.
Ertesi sene kabul etdikleri 508 sayılı şu kânun ile bahriye gedikli zâbitânını, “zâbit” sınıfına dâhil etdiler.
|
Fakat “bahriye gedikli zâbitini” “zâbit” sınıfına dâhil edeli daha 3 sene olmamışdı ki bu sefer de
Aşağıda gördüğünüz şu kânun ile zâbit vekili (asteğmen) altındaki bütün askerleri “er” kabul etdiler.
|
18 Ekim 1907 târihli La Haye (The Hague) Sözleşmesine göre harbde esir edilen askerler, iki ayrı kampda hapsedildi;
1. Mükellef Efrâd, (diğer rütbeler)
2. Muvazzaf Zâbit
Esir düşen “kıdemli/kıdemsiz küçük zâbitânı” “erâtımız” ile aynı kamplara hapsetdiler. Zâbit olduğunu söyleyip zâbitân ile aynı kampa yerleşdirilen “küçük zâbitânı” düşmâna, önce kendi zâbitlerimiz ihbâr etdi ve zâbit kampından atdırdı!
Ruslara esir düşen piyâde küçük zâbit kıdemli çavuş Süleyman NURİ, bunlardan sâdece birisidir.
* * * * *
Bilen ile bilmeyen bir olur mu Allah aşkına?
Evvelâ harp okullarımızın müfredâtına bir bakın! Sonra da Asubay Okullarının müfredâtına...
Dört sene “harb sanatı” tahsil etmiş subay ile
Bir iki sene yarım yamalak “meslek” tahsil etmiş asubay, bilgi ve harb kıymeti bakımından aynı olabilir mi?
Dört sene eğitim almış bir subayımız ile bir iki sene eğitim verdiğimiz bir asubayımız arasında emir-komuta ve sevk- idâre bakımından en az yarı yarıya bir kıymet farkı olduğunu kim inkâr edebilir?
En az dört sene eğitilmiş bir subayımızın tâlim etdirdiği erâtımız ile
Bir iki sene eğitdiğimiz asubayımızın tâlim etdirdiği erâtımız arasında harb kıymeti bakımından en az yarı yarı fark olduğunu kim bilmiyor?
Muhtemel bir dünyâ harbinde muzaffer ordu olmak isdiyor isek şâyet
Bunu ancak, dünyânın en iyi tâlimini verdiğimiz erâtımız ile yapabiliriz.
Erâta dünyânın en iyi tâlimini de ancak dünyânın en iyi tâlimli subayı ile verebiliriz.
Tâlimgâhda erâtımıza harb sanatını öğreten zâbitânımızın karârgâhda masabaşı görevlere çekilmesi ile
Osmanlı Devletinin yıkılması arasında çok ciddi ve çarpıcı bir bağlantı olduğunu ilk söyleyen kişi de
Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK oluyorum.
Buyursunlar! Osmanlı Devletinin çöküşünü bir de bu zâviyeden incelesinler.
Dört sene eğitim verdiğimiz subayımız karârgâhda öte beri göt gezdirirken
Erâtımıza harp sanatını öğretmek işini yarım yamalak tâlim verdiğin asubayın sırtına yıkan zihniyet kimdir?
Bu zihniyetin amacı nedir?
Dünyânın en iyi eğitimini verdiğimiz zâbitânımızın eğitdiği dünyânın en iyi erâtından müteşekkil bir ordu tasavvur edin hele! Peki, bunun böyle olmasını isdemeyen kimler olabilir, sizce?
Tâlimgâhda ter döküp erâtımızı harbe hazırlayan zâbitânımızı karârgâhda masabaşı görevlere çekenlerin; ordumuza ve devletimize ihânet etdiğini de gene ilk kez ben Şükrü IRBIK iddiâ ediyorum.
Bütün bu ihtimâlleri ortaya döken emekli SG asubayı ben Şükrü IRBIK, Bugüne kadar inandığım doğrudan çark etmiş değilim! Tam tersine, yukarıdaki cümlelerimde söylediğim her kelime, Savunduğum hakikâte beni biraz daha yaklaşdırıyor. Dünyâ siyâsetinde iddiâsı olan ordularda, “astsubay” denilen “ortada sandık” bir asker sınıfı yokdur! Asubay denilen asker sınıfı, devletimizin taraf olduğu;
Ve dahi
Ben, ordumuzdaki “uyduruk” Asubaylık sınıfı lağv edilecek diyorum ve buna inanıyorum. Aklı başında siyâsiler ve subaylarımızın devletimize ve ordumuza hâkim olduğu gün; Beyaz subaylarımızın icâd etdiği ve “astsubay” dediği bu gayri meşrû asker sınıfını hemen lağvedecekler.
|
* * * * *
Kurtul artık dün gece içdiğin horoz kanı şarabın kemendinden,
Ve haber yolla bana Çadırcı, elâ gözlerine kurt dolanlardan!
Gözüm, kör değilsen, bunca mezârı gör;
Dünyâyı saran yalan dolanları gör;
Krallar, padişahlar çürüyüp gitmiş:
Elâ gözlerine kurt dolanları gör!
Asubay denilen vatan evlatlarına bu hâinlikleri yapanların elâ gözlerine kurtlar dolalı epeyi zamân oldu!
Lâkin
Mürteşi Müşirlerden İngiliz sevicisi zâbitânın çevirdiği bu kuyruklu yalan dolanların ceremesini
Asubay dedikleri askerler çekiyor!
* * * * *
Ȃrif olan adamın gözü gamaşmaz! 10 Temmuz 2012 Salı gününden beri yazdığım makâlelerim ile Asubayların özlük hakları mücâdelesini tâkip eden emekli bir asubay olarak şu hakikâti gördüm;
Zayıf şahsiyetli ve âciz insanlar olduğunu fark etdim. Yorulmadan, emek vermeden kolay ve kısa yoldan peyniri kapmaya çalışırlar. Bir nevi dilencilik yaparlar!
Uzun ve meşakkâtli de olsa hedeflerine; emek, sabır, akıl ve hele de kânun ile ulaşırlar!
|
* * * * *
Üç kısımdan mürekkep Asubay Tefrikası -6- isimli bu makâlemizde fâş eylediğimiz kânunlar ve belgelerden âşikâre gördüğünüz üzere;
Beyâz zâbitân heyetimiz Türk Ordusunun hizmet çarklarını; “Küçük zâbit” dedikleri “mektebli ve muvazzaf” askerlerin alın teri, emeği, kanı ve canı ile döndürüyor!
|
Müteakip bölümlerin birisinde gösdereceğiz!
İstiklâl Harbinde şehid olan “zâbit” ve “Er” sınıfına dâhil etdikleri “küçük zâbitân ile efrât” sayısı da
Bu gerçeği gâyet güzel isbâtlıyor!
* * * * *
Bugün, 29 Kasım 2017
“Her yalanın bir zevâli vardır!" Târih yazıyorum diyerek kalemi kağıdı eline alan sözde târihci subay ve asubay meslekdaşlarımızın “Küçük zâbitlik” konusunda abdestsiz üfürdükleri yalanların zevâli de bugüne kadar imiş!
|
Yukarıda ilk defâ neşretdiğimiz belgeler tahdında Osmanlı Berrî (Kara) Ordumuzda “küçük zâbit”liğin teşkil edilmesinin Târih dizini şöyle oluyor;
1. Târih: 1909, 31 Mart (Milâdî 13 Nisan) Salı;
Meşrûtiyete karşı olan ve padişahlığı yeniden ihyâ etmek bahânesi ile
Ve aslında Osmanlı Devletini yıkmak isdeyen saltanâtperestiş mektepli beyaz zâbitân, siyâsetci, ve İngiliz muhibi vatan hâinlerinin tertiplediği Ve dahi Tıpkısının aynısını 15 Temmuz 2016 Cuma akşamı bizzat yaşadığımız “isyân” başladı.
* * *
2. Târih: 1909, 06 Ekim Çarşamba;
Osmanlı Berrî (Kara) Ordumuzda “küçük zâbit” ismi verilen “ortada sandık” yeni bir asker sınıfının Nizâmnâmesini Meclis-i Ȃyan kabul etdi. * * *
3. Târih: 1911, 21 Ocak Cumartesi;
Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit-i İbtidâî Mektebi Nizâmnâmesi isimli nizâmnâme Takvim-i Vekâi’de neşir ve ilam edildi.
* * *
4. Târih: 1911, 10 Temmuz Pazartesi;
Der Saadet Küçük Zâbit Mektebi “kıdemli çavuş” rütbesi ile 173 küçük zâbiti mezûn etdi. Demek ki ne imiş?
Ve hattâ
Bakalım şimdi ne halt edecekler!
* * *
5. Târih: 2013, Aralık;
Kaynak : Kara Öğr. Albay Ali BAL, Der-Saadet (İstanbul) Piyâde Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit İptidaî Mektepleri, Askerî Târih Araştırmaları Dergisi Yıl:11, Aralık 2013, Sayı: 22, Sayfa: 47.
Dersaadet (İstanbul) Küçük Zâbit Mektebi;
Ve dahi
Mükellefiyet-i Askeriyye Kânun-u Muvakkati mucibince Sinn-i mükellefiyyete dâhil olarak Harbiye Nezâretinin taht-ı silâha celbetdiği 1312, 1313, 1314 ve 1315 tevellütlü talebelerden birkaç aylık tâlim ettirildikden sonra “zâbitin yerine ölmesi için” “küçük zâbit” unvânı ile cepheye sürülenlerin sayısını ise kimse bilmiyor. (MAZC, İ-44, 15 Mart 1333 (1917).
* * *
6. Târih: 1920, 14 Aralık Salı;
82 sayılı Karâr ile (T)BMM, meclisde kabul etdiği kânunlara sayı (numara) vermeye başladı. Bu sebepden dolayı Meclis-i Ȃyan’da 06 Ekim 1909 Çarşamba günü kabul edilen Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit-i İbtidâî Mektebi Nizâmnâmesi’nin sayısı (numarası) yokdur.
|
* * * * *
Târih; 1925, 12 Mart
1909 senesinde teşkil edilen Kara (Berrî) “Küçük zâbitliği” ise muvakkat (geçici) idi.
“Târihin en eski döneminden itibâren astsubay sınıfı var idi!” diyen lahâna beyinlilerin suratına bir tokat daha aşkedelim, buyurun!
“Küçük zâbitlik” denen uyduruk ve ortada sandık asker sınıfının 1925 senesinde dahi ordumuzda mevcut olmadığına dâir
İşde, en yüksek devlet dâiresi olan T.B.M.M.’den resmî bir belge!
Hem de Müdafaai Milliye Vekili (Millî Savunma Bakanı) Ali Fethi Bey bizzat fâş eylemiş!..
Asubay Tefrikası 6-4, Eski Tüfek-2017 |
Târihciyim diyerek soytarılık yapan subay ve asubaylarımızda biraz şeref ve haysiyet var ise şâyet,
O şom ağızlarını domaltıp “küçük zabitlik” hakkında bundan kelli tek kelime söz etmezler, herhâlde!..
* * * * *
Ordu; dürüst ve âdil olduğu kadar güçlüdür!
Orduyu idâre edenler de; dürüst ve kânuna uygun iş yapdığı kadar saygı görür!
|
Küçük zâbitân ismini verdiği asker sınıfı hakkında, Beyaz zâbitân heyetimizin bugüne kadar söylediği yontulmamış yalanları Ve dahi Yapdığı akıla hayâle gelmez hâinlikleri okudukdan sonra;
|
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Asubay Tefrikası 6-2 Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
Asubay Tefrikası -6-‘nın birinci kısmını teşkil eden makâlemiz ile; Türkiye’nin en çok aldatılan insanlarının kimler olduğuna dâir Epeyi bilgi edinmiş idiniz. Lâkin, Kırmızı buğday niyetine tarladan değil fakat Dağarımızdan binbir emek ile derleyip de İrili ufaklı binlerce kelimeyi sabır değirmeninde şevk ile un eyleyerek Bunca zamândan beri sinemde biriken ter ile yoğurdukdan sonra Ekşi mayalı, mis kokulu çıtır ekmekler pişirip Agaya beleş! düsturu ile kapınıza kadar bilâ ücret ulaşdırsak da Varın, siz o makâlemizdeki kelimelerin hiçbirisine kulak asmayın! Asubay Tefrikası -6-‘nın ikinci kısmını terkip eyleyen işbu makâlemizde, Aslında bugün sâdece bir tek bilgi öğreneceksiniz, inşallah! * * * * *
Asubaylığın teşkil edilmesindeki sinsi maksadı fâş eylemek, bu makâlemizin elbetde yegâne hedefi değildir! Özü itibârı ile bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” olarak tesmiye etdiğimiz askerlerin, Memleketimizin en çok aldatılan vatandaşları olduğunu belgeleri ile gözler önüne sermek sûreti ile Asubayların aldatılmasının perde arkasını tam olarak görmek Ve dahi “Gedikli” isimi verilen asker sınıfının donanmamızda teşkil edilmesindeki gizli maksadı ortaya çıkartmak için yazdığımız bu makâlemiz aynı zamânda; “Astsubay” denilen asker sınıfının ordumuzda teşkil edilmesine karşı duran dar kapsamlı bir “reddiye”’dir.
* * * * *
Ellerini açıp başını göğe doğru çeviren Oğuz Kağan İkibinikiyüzyirmibeş sene evvelinden şöyle duâ etdi;
Ulu Tengri! Gök Tengri! Gözel Tengri; Türk toprağında hürler yaşasın! Ȃdâlet hüküm sürsün sâdece! Türk yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki Fakirlik suç sayılsın!
Türk atası Oğuz Kağan;
Gök Tengri’ye işde, böyle yalvardı!
|
* * * * *
Kendisini ziyârete gelen Romanya Dış Bakanı Vicktor Antonesko ve hanımı şerefine yemek vermek için 16 Mart 1937 Salı akşamı Ankara Park Otele giden Birinci Cumhurbaşkanı ATATÜRK, Yemekler yenir iken sohbetin koyu bir deminde Romanya’lı misâfirlerine şöyle dedi.
|
* * * * *
Ve dahi
Peki,
Bizim devletimizin kimi adamları ve zâbitânı, “Astsubay” dedikleri uyduruk askerlere geçen asırlarda;
Ve daha da mühimi
Bu suâllerin cevâbı da işbu makâlemizin “ast” başlıkları olacak, inşallah!
Asubay Tefrikas -6-‘nın ikinci kısmını terkip eden konumuza sayfalar dar geldi.
Bu sebepden dolayı ikinci kısmı üç “ast” başlık altında neşredeceğiz.
Bunlar;
Eski Tüfek’den bugünlerde, buralarda öğreneceğiniz bilgiler karşısında
Şaşırmakdan da öte,
Afallayacaksınız!..
* * * * *
Asubay dedikleri asker sınıfının ihtiyâçlar silsilesindeki yerini anlamak için
İltifât buyurursanız şâyet
Evvelâ Deniz Asubaylığının ordumuzdaki târihine doğru ve kısaca bir nazâr eyleyelim.
Genelkurmay Başkanlığı MSB diyor ki; Berrî (Kara) Ordumuzu, M.Ö. 209 senesinde teşkil etdik.
Bahrî (Deniz) Ordumuzu, 1081 senesinde teşkil etdik. |
Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi, 1776 senesinde teşkil etdik. Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiye”’yi de 1834 senesinde teşkil etdik. |
Harp Okullarımız hizmete açılmadan evvel Osmanlı Ordularımızda iki sınıf asker mevcut idi;
1. Nefer (Gönüllü/Kur’alı) 2. Zâbit (Alaylı)
|
Aynı cümleden olmak üzere gene bu târihlere kadar komutanlarımızın hemen hepsi “alaylı” idi.
Erlikden terfili başkomutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız,
Asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu...
Üç kıtayı yurt, denizleri göl eyleyen devletimizin yüzölçümü, 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi.
Fakat, şu tuhaflığa bakınız ki;
Avrupa devletlerinden örnek aldığımız “harp okullarının” memleketimizde açılması ile birlikde,
Berrî ve bahrî ordularımız, muharebelerde düşmân karşısında peşpeşe mağlub edilmeye başladı.
Ve bu sözde ve şâibeli “garblılaşma” neticesinde bir şey daha oldu;
Ordumuzda çok tehlikeli bir “sınıflaşma” ve “kastlaşma” başladı...
Açdığımız her yeni asker mektebi, kendine özgü yeni ve ayrı asker sınıfları doğurdu!
“Er ve zâbit”’den müteşekkil Osmanlı Devletinin iki sınıflı kavi ordu yapısını
İlk defâ teşkil etdiğimiz “gedikli” sınıfı ile 1890 senesinde, Bahrî ordumuzda bozduk!
İlk defâ teşkil etdiğimiz “küçük zâbit” sınıfı ile de 1909 senesinde, Berrî ordumuzda bozduk!
Peki,
Ordularımızın iki sınıflı sağlam bünyesini bozmak bahâsına icâd etdiğimiz bu “ara sınıf” askerleri,
Paslı bıçak gibi ordumuzun döşüne saplayan beyaz zâbitân heyetimizin,
Bu “ara sınıfları” peydahlamasındaki gizli maksadı ne idi?
* * * * *
Gülgûn şarap, gül kokulu güzeller, yeşil çimen, bir somun da ekmek dedin hep;
Ey Hayyâm! Sana ayyaş diyenler utansın! Sen, güzel adammışsın be!
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;
Bana sapık, dinsiz der durursun.
Peki, ben ne görünüyorsam O’yum:
Ya sen? Ne görünüyorsan O musun?
* * * * *
Ordularımızdaki bu tehlikeli “kastlaşmanın” sebebini anlamak için
Evvelâ ordularımızdaki “sınıflaşmayı” ve bu sınıflaşmanın getirdiği “bölünmeyi” anlamalıyız!
Bölünmeyi iyi olarak anlar isek şâyet bölünmenin sebebi de kendiliğinden zuhûr eyleyecek, inşallah!
Ordumuzun kaşar dilimi gibi ince ince ve “sistemli” olarak sınıflara bölünmesini fâş eylemeye
Benim de eski bir mensûbu olduğum Donanmamız (Deniz Kuvvetleri) ile başlayalım...
* * * * *
A. Donanmada “Gedikli”, “Gedikli Zâbit” ve “Küçük Zâbit” Sınıflarının Teşkil Edilmesinin Sebebi;
Donanmamıza “kastlaşma” ve “bölünme” getiren ilk tâbirât da târih sırasına göre şunlar;
Bu tâbirâtı donanma ıslâhımıza dâhil eden Nizâm/Kânunnâmeler de gene târih sırasına göre şunlar;
1. 1701 Donanma Kânunnâmesi,
2. 1792 Donanma Kânunnâmesi,
3. 1890 Gedikli sınıfı Nizâmnâmesi,
4. 1913 Efrâd, Küçük Zâbit ve Gedik Zâbit Nizâmnâmesi.
* * * * *
İsimlerini yukarıda zikretdiğimz Donanma Nizâmnâmelerini târih sırasına göre şöyle bir görelim hele!..
1701 Donanma Kânunnâmesi;
Bahriyemize özgü olan “gedik” tâbirine ben ilk kez, donanmamızın ilk kânunu olan 1701 Donanma Kânunnâmesinde rastladım. Bu kânunnâmede “nefer”, “aga”, “reis”, “ümerâ”, “zâbit”, “gedik” ve “donanma gedikli zâbitliği” tâbirâtı var. Bu dönemde donanmamızda mektep henüz yok idi. Mekteb olmadığı için gemi tayfasının handiyse tamâmı okuma-yazma dahi bilmiyor idi. Gemicilik mesleği “usda-çırak” esâsına göre ezbere öğreniliyor idi. 1701 Kânunnâmesinden de anlaşılacağı üzere “gedikli” ve “gedikli zâbit” tâbirâtının donanmamız ıstılâhına 1701 senesinde girdiğini görüyoruz. Bu kânunda ”gedik”lerin ne olduğu ve bu “gedik”lerde hangi “zâbit”’lerin görev yapacağı açıklanmış. Fakat o dönemde donanmamız tayfası arasında henüz belirgin bir “sınıflaşma” yok! Bir başka ifâde ile “gedik”lerde görev yapan “zâbit” tayfasının tamamı, tek sınıf olarak teşkil edildi.
Bu dönemlerde donanma gemilerimizde en düşük rütbe ile göreve başlayan bir tayfa,
Kâbiliyetine ve celâdetine koşut olarak o gemiye “reis” olabiliyor idi.
Buna en güzel örnek ise “palabıyık” lakablı Cezâyirli Gâzi Hasan Paşa’dır.
Tekirdağlı bir tüccarın âzâd etdiği bir köle olan
Ve dahi
Cezâyir’deki korsan gemilerinde tayfalık yapdıkdan sonra
1761 senesinde Osmanlı donanmasında “kalyon kaptanı” olarak gemiciliğe başlayan Hasan,
Kaptan-ı Deryâ (Deniz Kuvvetleri Komutanı)’lığa kadar terfi edebilmiş idi.
* * * * *
“Gedik” ve “gedikli” kelimelerinin anlamını öğrenmek için de sözlüğe bakdık!
TDK, ilk Türkce sözlüğünü 1944 senesinde neşretdi. Bu sözlüğümüze göre “gedik” ve “gedikli” ne demek imiş, buyurun görelim;
Hazır, TDK’ya gitmiş iken bir de “asubay” kelimesine bakalım dedik!
Çift “s” ile yazıldığına bakmayın siz!
Cumhuriyetimizi;
"Asubay" kelimesini 1944 senesinde TDK sözlüğüne böyle çift “s” ile yazan gerzeklerin;
Ve dahi
|
* * * * *
Gedikliler ve Ȃdem SERT isimli makâlemizde 17 Şubat 2017 Cumâ günü fâş eylemiş idik!
Bu hakikâti bugün burada bir kez daha tekrâr edelim. Gerek 1701, gerekse aşağıdaki bölümde bahsedeceğimiz 1792 Donanma Nizâmnâmelerinden ortaya çıkan çarpıcı hakikât şudur;
Bugün “çavuş” ve “başçavuş” olarak bildiğimiz ve "astsubay" sınıfına özgü olan “rütbe isimleri”, bu kânunnâmelerde “gedikli zâbit” sınıfına dâhil olan tayfaları temsil ediyor idi. Bir başka ifâde ile Deniz Kuvvetlerimizde bugün “subay ve asubay” olarak bildiğimiz asker sınıflarının her ikisi de 1701 ve 1792 kânunlarına göre “gedikli zâbit” idi.
Bugünkü mevzuâtımızda “astsubay” dediğimiz biz askerlere “gedikli” diyerek tahkir ve tezyif etmeye yeltenen târih câhili, yalancı, bölücü ve şerefsiz subaylarımız bu hakikâti öğrensinler!
|
* * * * *
1792 Donanma Kânunnâmesi;
Osmanlı Donanmasına çeki düzen veren ikinci kânunnâme ise 1792 kânunnâmesidir. “Gedikli” kelimesine de ilk defâ bu kânunnâmede rastladım. 11 Temmuz 1792 târihinde meriyyete konulan bu kânunnâme ile donanmamızda ilk kez bir sınıflaşma başladı. Bunun sebebi de 1776 senesinde “hendesehâne” ismi ile ilk bahriye mektebinin teşkil edilmesi ile birlikde donanmamızda “mektebli zâbit” döneminin başlamasıdır. “Hendesehâne”den mezûn olan zâbitânın gemilerde göreve başlaması ile birlikde, donanmadaki tayfa sınıflarından birisi bu kez “zâbit” ya da “gedikli” olarak tesmiye edildi. Buradaki “gedikli” kelimesinin anlamı ise bugünkü “muvazzaf” kelimesinin ta kendisidir. 1792 Donanma Kânunnâmesi ile tayfalar, aşağıda görülen dört sınıfda tasnif edildi;
Yukarıda söz etdiğimiz donanma tayfalarından;
Birinci sınıfa dâhil olanlar “gedikli (dâimî)” bugünkü anlamı ile “muvazzaf” tayfa,
Diğer üç sınıf ise “muvakkat (geçici/mevsimlik)” bugünkü anlamı ile “sözleşmeli” tayfa idi.
“Gedik” ve “zâbit” kelimelerinin 1792 senesinden sonra meriyyete konulan nizâmnâmelerde “zâbit gediği” ve “gedikli zâbit” şekline tebdil olunarak bugünkü “gedikli zâbit” tâbirine evrildiğini görüyoruz.
* * * * *
Yeri gelmiş iken târih uğrusu zâbitânımızın yapdığı bir târih sahtekârlığını burada teşhir edelim. Bugün bildiğimiz “subay” sınıfının bir zamânlar “gedikli zâbit” olduğunu beyaz subaylarımız hep inkâr ederler. Bakınız, aşağıda iki kitabdan sayfalar var. Donanma gedikli zâbitliğinden bahseden soldaki kitab, bir doktora tezi olarak yazılmış. Bu bilim adamı, kaynak olarak aldığı makâlede ne gördü ise aynısını kitabına almış.
Fakat sağ tarafda gördüğünüz kitabı Genelkurmay Başkanlığımız, Naci ÇAKIN ve Nafiz ORHON isimli emekli iki zâbitine yazdırmış.
Şöyle bir mukâyese ediniz, bakalım!
Her iki kitabı yazan şahıslar; bu sayfalardaki bilgiyi, kendisi emekli bir bahriye zâbiti olan Safvet’in 1913 senesinde neşretdiği “1205’de Donanmamız” isimli makâlesinden almış.
Fakat beyaz zâbitân heyetimiz, nasıl da âdice bir “târih uğruluğu” yapmış, yukarıda siz kendiniz görünüz!
Ordumuzun “Gedikli Erbaş” isimli asker sınıfı hakkında Genelkurmay Başkanlığımızın çevirdiği tezgâhı
Gedikli Erbaş Sahtekârlığı isimli iki bölümlü makâlemiz ile 09 Ocak 2015 Cuma günü fâş eylemiş idik!
“Gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtının Türkce söz dağarımızdan silinmesi konusunda Türk Dil Kurumu ve Genelkurmay Başkanlığımızın çevirdiği çok sinsi bir kumpas var ki,
Bu tezgâhı çevirenlerin etinden et kopartacağımızı da bilsinler!
* * * * *
Çavuş Mustafa Kemâl! isimli makâlemizde 09 Mart 2016 Çarşamba günü ile fâş eyledik! Kara Harp Okulu talebelerine “sınıf çavuşu” ve “sınıf başçavuşu” gibi rütbeler veriliyor idi. 1889 senesinde Pangaltı’daki Harbiye Mektebine kayıt olduğu gün Mustafa Kemâl efendi de sınıfının “çavuşu” oldu.
Aynı durum Bahriye Mektebi (Deniz Harp Okulu)’nde de mevcut idi. 1897 senesinde yapılan bir düzenleme ile günlük faaliyetin müfredâta uygun olarak tatbik edilmesine yardımcı olması için her sınıfın kâbiliyetli talebeleri arasından birer “sınıf onbaşısı” ve “sınıf çavuşu” tefrik edilir idi. Beyaz subaylarımızın tertiplediği Deniz Harp Okulunun “resmî ve fakat düzmece” târihcelerinde bunlardan tek kelime bahsetmezler.
Yukarıda gördüğünüz bilginin kaynağı da Şakir BATMAZ’ın 2002 senesinde hazırladığı şu doktora tezidir.
* * * * *
Donanmamızın başına tüneyen soyu bozuk beyaz zâbitânımız;
Zamâna yayarak sinsice çıkardıkları elvân çeşit kânun ile
Donanma ordumuzu “sistemli” bir şekilde, birbirini anlamayan, sevmeyen ve güvenmeyen sınıflara böldüler.
Vatan hâini ve garbperest beyâz zâbitân heyetimizin sokduğu bu fitne ve irticâdan sonra
Osmanlı Donanması denizlerde bir daha gâlibiyet yüzü görmedi...
Donanmamızın şanlı târihindeki o ihtişâmlı günlerine tekrâr dönmesinin biricik şart vardır; Yekpâre ve sınıfsız orduyu esâs alan 1701 Donanma Kânunnâmesini ihyâ etmek! |
Donanma Gediklisine dâir olarak bu bilgiyi ben,
Kendisi de bir donanma zâbiti olan Safvet’in 1913 senesinde neşretiği “1205’de Donanmamız” isimli makâlesinden iktibâs eden kitaplardan aldım.
Donanma târihimiz hakkında çok kıymetli bilgiler ihtivâ eden ve eski türkce yazılmış 8 sayfalık bu makâleyi,
Bugüne kadar 105 sene geçmesine rağmen Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız bugüne kadar hâlâ Türkceye tercüme etmedi.
* * * * *
Donanmamızın zâbit hâricindeki asker sınıflarını doğru ve tam olarak anlayabilmek için
Konuya girmeden evvel üç hususda doğru bilgileri fâş eyleyelim. Bu konularımızın başlıkları şunlar;
1. “Gedikli” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
2. “Gedikli zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
3. “Küçük zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
* * * * *
1. “Gedikli” sınıfının teşkil edilmesi ve Donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
1792 kânunnâmesini hâriç tutar isek şâyet donanmamızda “gedikli” isimli asker sınıfı, ilk kez 1890 senesinde ihdâs edildi. 1792 kânunnâmesi ile teşkil edilen “dört sınıflı” teşkilâtın yerini, 1850’lerde “iki sınıflı” bir teşkilâta bırakdığını görüyoruz. Bunun sebebi de Osmanlı Bahrî ve Berrî ordularında kur’a esâsına dayalı “mükellef” askerliğin başlamasıdır.
Osmanlı donanmasında 1792 kânunnâmesi ile teşkil edilen “dört sınıflı” teşkilâtın yerini, "mükellef" askerliğin ihdâs edilmesi ile birlikde 1846 senesinde “iki sınıflı” bir teşkilâta bırakdığını görüyoruz. İşde, bu sebepden dolayı 1890 senesine kadar Bahrî ordumuzda aşağıda gördüğünüz şu iki sınıf bahriye askeri mevcut idi;
1. Mükellef Er
2. Muvazzaf (Alaylı/Mektebli) Zâbit
Bu iki sınıf askerin bugünkü sınıflarını, biliyoruz; “Zâbit ve Er." 1890 senesinde meriyyete konulan nizamnâme ile,
Donanmamızda “zâbit ve efrâd arasında” olmak üzere “gedikli” ismi ile “orta kademe” yeni ve "üçüncü" bir asker sınıfı ihdâs edildi.
1890 Nizamnâmesinin irâde buyurulması ile birlikde, bu seneye kadar donanmanın (dâimî, muvazzaf) askerlerini târif eden “gedikli” kelimesi yeni bir anlam kazandı. Beyaz zâbitân heyeti, “gedikli” kavramından “zâbit” rütbelerini ayırdı. Ve böylece zâbitân heyetimiz, “gedikli” olarak anılmakdan kurtuldu! “Gedikli” unvânını; tıpkı zâbit gibi muvazzaf olarak çalışan, zâbitin yapdığı her işi yapan hattâ yapmadığı işleri de yapan ve “çavuş, başçavuş” gibi rütbeleri de kapsayan bu yeni sınıf donanma askerlerinin sırtına yükledi. 1890 senesinde bu “gedikli” sınıfı, bugünkü anlamı ile “asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisidir. Bu sınıfın akibetini, makâlemizin aşağıdaki bölümlerinde anlatacağız.
* * * * *
1890 Nizamnâmesinde çok sayıda “gedikli” kelimesi var. Ve fakat “gedikli zâbit” tâbiri hiç yok! Bu nizamnâmeyi hazırlayan donanma zâbitân heyeti nuh demiş, peygamber dememiş. Ve “gedikli” kelimesi ile “zâbit” kelimesini bir kez bile olsun yanyana kullanmamışlar! Gerek 1701, gerekse 1792 Donanma nizamnâmelerinde Osmanlı Donanma gemilerininin “dâimî/muvazzaf” tayfasını târif etmek için “zâbit” kelimesi ile aynı anlamda kullanılan “gedikli” tâbirinin, 1890 nizamnâmesi ile sinsice bir “ameliyata” tâbi tutulduğunu ve “zâbit” tanımından dışlandığını görüyoruz.
1890 Gedikli Nizamnâmesinin bir özelliği daha var; “zâbit” anlamına gelen “gedikli” tâbiri ile “zâbit” tâbiri arasındaki anlam bağını kopartdılar! Osmanlı Donanmasında kullanılmaya başlandığı senelerden beri gemilerin devâmlı çalışan tayfasını târif etmek için hem “gedikli” hem de “zâbit” sözcükleri kullanılır idi.
Fakat 1890 Gedikli Nizamnâmesi ile;
1890 Gedikli Nizamnâmesi ile böylece;
Donanmamıza özgü tâbirât olan “gedikli” ve “zâbit” kelimeleri üzerinde yapılan “ameliyatı” şöyle özetlemek mümkün.
1701 senesinden beri donanmamızda anlamdâş olarak yek diğerinin yerine ya da birlikde kullanılan bu iki tâbiri donanma zâbitânımız, tam 190 sene sonra birbirinden ayırmış;
Ve dahi
Lâkin,
Hakikâtin er ya da geç, kendini teşhir etmek tıyneti vardır, değil mi?
Şahsen ben, hakikâtin kendisi olmasam da
O hakikâtin "sesi" olarak fâş eylemeye mecburum!
İşde,
Zamân, şimdi teşhir zamânıdır!
Kânunnâmemize girdiği 1701 senesinden beri Donanmamızda tam 190 sene birlikde yaşayan “gedikli zâbit” zencirini Vatan hâini ve bölücü beyaz zâbitân heyetimiz, 1890 senesinde kırdılar. |
Kırdıkları “Gedikli Zâbit” zencirinden de ortaya aslında; “tek gövdeli ve fakat iki başlı” şöyle iki sınıf asker çıkartdılar! |
Donanmamızın beyaz zâbitân heyeti, derenin guşunu, o derenin daşı ile vurmuşlar! Helâl olsun vallahi!..
1890 Gedikli sınıfı nizamnâmesi ile donanmamıza kazandırılan(!) bir tâbir daha var; “sergedikli” ya da “başgedikli.” Gediklilerden fevkalâde hizmet edenlerin “sergedikli/başgedikli” rütbesine terfi ettirileceği, bu sayının da 10’u geçemeyeceği yazıyor. Bir başka ifâde ile “sergedikli/başgedikli” rütbesi, donanma “gedikli” sınıfına dâhil olan muvazzaf askerlerin en yüksek rütbesi idi.
* * * * *
2. “Gedikli Zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve Donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
Donanmamız “gedikli zâbit” sınıfı hakkında 1913 ve 1914 senelerinde olmak üzere iki kânun tertip edildi.
a. 1913 senesinde teşkil edilen Gedikli Zâbitlik;
Deniz Kuvvetlerimizde bugün “astsubay” unvânı ile bildiğimiz asker sınıfının, “resmî ve düzmece” târihcelerde 1890 senesinde teşkil edildiği söylenir. Bize de böyle yutdurmaya çalışırlar. Fakat asubaylığa nüve teşkil ilk mektebin târihini biraz daha gerilere götürmek mümkün. Deniz Kuvvetlerimizin “târih uğrusu” beyaz subayları bu hakikâti çok iyi bildikleri hâlde deniz asubaylığının târihini 1890 senesinden başlatırlar. Konuyu uzatmamak için ve “şimdilik” şerhi ile bu meseleyi bir kenara bırakalım. Ve Deniz Kuvvetlerimizin “resmî ve fakat uydurması” 1890 senesi ile yolumuza devâm edelim.
1890 senesinde teşkil edilen ilk “gedikli” sınıfının 1900’lü senelerde iflâs etmesinden sonra 1913 senesinde meriyyete konulan muvakkat (geçici) bir kânun ile “gedikli” sınıfı ikinci kez teşkil edildi.
1913 nizamnâmesi ile teşkil edilen “gedikli” sınıfı, “zâbit” sınıfına dâhil idi. Coni ordusunda “warrant officer” denilen asker sınıfının ta kendisi idi.
Bir senelik tecrübeden sonra, 1915 senesinde tatbikata konuldu. 1429 sayılı sayılı kânun ile de bu “gedikli zâbit” sınıfı 1929 senesinde lağv edildi.
Sebebi mi? Gâyet basit!
Beyaz zâbitân heyetimiz, gedikli zâbitânı kendileri için çetin bir rakip gördü de ondan...
İşde, belgesi...
İslâmiyeti kabul etdikden sonra bir gün Hz. Ömer (ra) şöyle der; ''Cahiliye döneminde yaptığım iki şey vardır ki hatırladığımda birisi beni güldürür, diğeri ise ağlatır!
|
|
Bilge bir subay olan ve deniz târihimiz hakkında kıymetli kitaplar yazan emekli Tümamiral Afif BÜYÜKTUĞRUL;
Ve dahi
|
Bugüne kadar yazdığı târihce kitaplarında kimi târihci asubay meslekdaşlarımızın bizlere;
“Astsubay”, “Küçük zâbit” Ya da “Gedikli küçük zâbit”
Diye yutdurmaya tevessül etdiği soldaki resimde gördüğünüz "ispaletli" ve "kılıçlı" bahriye askeri aslında, Sayın BÜYÜKTUĞRUL’un 1967 senesinde yazdığı kitabın yukarıda gördüğünüz 52’nci sayfasında bahsetdiği "Zâbit" sınıfına dâhil olan Ve dahi 1492 sayılı kânun mucibince 1929 senesinde tasfiye edilen “bahriye gedikli zâbitliğinin” son temsilcisidir. |
Bahriye gedikli zâbitlik konusunda bizim beyaz zâbitân heyetimizin yapdığı bu alicengiz oyununa bakınca,
Benim de aklıma şimdi, Hz. Ömer (ra)'in yukarıda okuduğunuz şu hazin kıssası geliverdi...
İngiliz Bahriyesi’nden aşırdıkları “Gedikli Zâbitliği” bizim beyaz zâbitân heyetimiz, İyi taraflarını guşa çevirdikden sonra kendi bahriyemizde teşkil etdiler.
Fakat kendi elleri ile yapdıkları bu asker sınıfını beyaz zâbitânımız; Sırf kendilerine rakip olarak gördükleri için gene kendi elleri ile yediler.
Sadr-ı âzam daşşağından düşme bizim bahriye zâbitânımız;
Ve dahi
İşde bu sebepdendir ki bahriye zâbitân heyetimiz; Dikensiz gül bahçesine çevirdikleri Deniz Kuvvetlerimizde 1929 senesinden beri tam anlamı ile tatlı bir saltanât sürüyorlar...
|
b. 1914 senesinde teşkil edilen "Küçük Zâbitlik" ve "Gedikli Zâbitlik";
1914 senesinde meriyyete konulan muvakkat (geçici) bir kânun ile Osmanlı Donanmasında;
“Küçük zâbit” ve “gedikli zâbit” sınıfının her ikisi de ikinci kez teşkil edildi.
Bir senelik tatbikatdan sonra 1915 senesinde meriyyete konulan yeni bir kânun ile 1914 nizamnâmesi tasdikan kabul edildi ve meriyül icraya konuldu.
Böylece hem “küçük zâbit" sınıfı hem de “gedikli zâbit” sınıfı, “muvazzaf” birer asker sınıfı hâline getirildi. “Gedikli zâbit” sınıfı, aynı nizamnâme ile teşkil edilen “küçük zâbit” ve “mühendis” (teğmen)’in mafevki ve fakat “zâbit” sınıfının ise mâdûnu idi. Bir başka ifâde ile 1914 senesinde teşkil edilip 1915 senesinde “muvazzaf” (dâimî) hâle getirilen “gedikli zâbit”, “zâbit” ile “küçük zâbit” arasında yer alıyor idi. Ve İngiliz Bahriyesindeki “warrant officer” denilen asker sınıfının aynısı idi. Çünkü Bahriyemiz, İngiliz Bahriyesinin kendi Deniz Harp Okulunda 1905 senesinde tatbik etmeye başladığı eğitim/öğretim müfredâtını 1909 senesinde aynen tatbik etmeye başladı. Ve hattâ Bahriye Mekteblerimize İngiliz hocalar ve müdürler tayin etdi. Deniz Asubaylığının 125’inci kuruluş sene-i devriyyesi vesilesi ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 2015 senesinde neşretdiği aşağıda gördünüz târihce’de bile bu önemli meseleyi doğru anlatamamışlar. “Gedikli zâbit”liğin, “küçük zâbit” (astsubay) olduğunu yazmış gerzekler.
1914 nizamnâmesi ile muvakkat (geçici) olarak teşkil edilip 1915 nizamnâmesi ile “muvazzaf” yapılan ve “zâbit” sınıfına dâhil olan “gedikli zâbit” sınıfı, donanmamızdaki mevcudiyetini 1929 senesine kadar devâm etdirdi.
Bu sene içinde kabul edilen yeni bir kânun ile;
Ve
1927 senesinde meriyyete konulan bu kânun ile donanmamızda bu kez de “gedikli küçük zâbit” ismi ile ve gene “zâbit ile efrâd” arasında “ortada sandık” vazife yapmak üzere bugünkü “asubaylığın” aynısı olan yeni ve uyduruk bir asker sınıfı teşkil edildi.
Bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” olarak bildiğimiz asker sınıfı üzerinde oynanan ihânet oyunları bunlardan ibâret değil elbet. Kendilerinin hamallık olarak addetdiği ve yapmaya tenezzül etmediği işleri yapacak yeni asker sınıfları tertiplemekde zâbitân heyetimiz, hiç vakit kaybetmedi. 1927 senesinden sonra da başka isimler ile fakat gene aynı kokuşuk zâbit zihniyeti ile “ortada sandık” ve kendi görevlerini yapdıracak yeni ve uyduruk asker sınıfları peydahladılar.
Dedelerimizin Umûmî Harb dediği Birinci Cihân Harbi'ne iştirâk eden donanma “gedikli” ve “küçük zâbit”lerden düşmân eline düşenler, kendi zâbitânlardan ayrıldı ve esir kamplarında efrâd (er) muamelesi yapıldı. Er ile birlikde aynı koğuşlarda kaldılar. Er maaşı ve er tayını aldılar. Birinci Cihân Harbi esnâsında taraf olduğumuz 1906 Cenevre ve 1907 La Haye Sözleşmesine göre “zâbit” hâricindeki askerlerin hepsine “er” muamelesi yapılıyor idi. Donanma “gedikli”, “küçük zâbit” ve “gedikli zâbit”lerimizden düşmân eline esir düşen var mı, ne hazindir ki bilemiyoruz.
Fakat “muvazzaf” olup da düşmân kampında “mükellef er” muamelesi gören Berrî (Kara) küçük zâbitânımız, yaşadıkları acı hâtırâları yazdılar. Rusya’ya esir düşen askerlerimize de imkânları daha iyi olan binâlarda esir tutulan kendi subaylarımıza “hizmet erliği” yapdırıldığını yazan kitaplar da var. Yeri gelmiş iken bu konu ilgili bir hâtıradan kısaca bahsedelim. Muhabere küçük zâbit olan Hamit ERCAN, Başçavuş rütbesindeyken hasta olduğundan dolayı yürüyemez. 1916 senesinde İngilizlere esir düşer ve Mısır’daki Belbis esir kampına kapatılır. Gönüllü olarak çalışmak isdediğini söyler. İngilizler Hamit ERCAN’ı, tamir için zâbitânımızın hapsedildiği Seydibeşir esir kampına gönderir.
Küçük zâbit Hamit ERCAN, Seydibeşir zâbit kampında esir zâbitânımız için;
Ve dahi
Buraya kadar yudumladığımız sözün özü şudur;
Akıllı değil fakat kurnaz olan zâbitân heyetimiz, “semer vuracak eşşekleri” her devirde aradılar ve buldular.
* * * * *
Seccâde niyetine üsdüne secde edip de
Güzellerin gül kokulu göğsünde namaz kılan, sen, Hayyâm!
Farkında mısın?
Eşi, dosdu verdik birer birer toprağa;
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.
Sen, yorgun eşşek, hâlâ bu kalleş çöldesin:
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hâlâ!..
* * * * *
Asubaylık târihi konusunda kalem oynatan meslekdaşlarımızın hepsi, donanmamızdaki bu “gedikli zâbit” sınıfını, “asubay” sınıfı olarak kabul etmek hatâsına düşüyorlar. Böyle yapmak ile de; akıllarını dinleyerek doğruyu arayıp doğruyu anlamak ve yazmak yerine o azıcık akıllarını da beyaz zâbitânımıza ödünç veriyor ve beyaz zâbitânımızın yazdığı ezberleme ve kuru sıkı târihin papağanı oluyorlar.
2. “Küçük Zâbit” sınıfının teşkili ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
Donanma ordumuzda 1890 senesinde teşkil edilen “gedikli” sınıfı, nizamnâmesinde sarahâtle ifâde edildiği üzere, “zâbit” değil idi. Bu “gedikli” sınıfı, bugün “asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisidir. 1890 senesinde ilk kez teşkil edien “gedikli” sınıfının 1900’lü senelerde iflâs etmesinden sonra 1914 senesinde çıkartılan muvakkat (geçici) bir kânun ile, efrâd ve zâbit sınıflarına ilâve olarak iki yeni sınıf asker teşkil edildi;
1. Küçük zâbit
2. Gedikli zâbit
Bu kânun ile tertip edilen “gedikli zâbit” sınıfını yukarıda bölümde izâh etdik. Gene aynı kânun ile teşkil edilen “küçük zâbit” sınıfı, “asubay” muâdili olarak donanmamızda ikinci kez ihdâs edildi. Bir senelik bir denemeden sonra 1915 senesinde muvazzaf (dâimî) hâle getirilen bu kânuna istinâden “küçük zâbit” sınıfı askerler, “gedikli zâbit” ile “efrâd” arasında görev yapacak idi. Bu “küçük zâbit” sınıfı da bugün “asubay” olarak bildiğimiz asker sınıfının ta kendisi idi.
* * * * *
Donanmamızda bir zamânlar canı bahâsına vatan hizmeti görmüş; zâbitân heyetimizin yapmaya tenezzül etmediği sağlığa zararlı ve çok tehlikeli ileri yapmış “gedikli”, “gedikli zâbit” ve “küçük zâbit” sınıfları hakkında bu kısa, doğru ve son derece önemli bilgleri fâş eyledikden sonra;
İmdi dönelim, bu üç sınıf bahriye askerinin ihdâs edilmesinin esbâb-ı mucibesine...
Buraya kadar verdiğimiz bilgiler ile bu ara sınıfların niçin teşkil edildiği konusunda belli bir fikriniz teessüs etmişdir, herhâlde.
Bildiğiniz üzere buhar makinesini İngilizler keşfetdi. İcâd etdikleri buhar makinesini İngilizler, 1850’lerden itibâren kendi donanma gemilerinde kullanmaya başladı. Bu vakde kadar yelken ile hareket ettirilen ahşap gövdeli gemiler, deniz harblerinde nal toplar oldu. Buhar teknolojisindeki bu başdöndürücü gelişmelerden dolayı; dönemin büyük devletleri, yelkenli ve ahşap gövdeli gemilerini buharlı gemiler ile değişdirmek için müthiş bir yarışa girmeye mecbur kaldı. Buhar makinesini ilk icâd eden millet, İngilizler olmuş idi. Buhar makinesini harb gemisine ilk tatbik eden millet de gene İngilizler oldu.
Buhar demek o vakitlerde kömür demek! Kömür demek; cehennem ateşi demek, insanın ciğerini çürüten toz demek, zehirli duman demek! Dünyânın buharlı ilk harb gemisi olan HMS Agamemnon’u İngilizler, 1852 senesinde hizmete aldılar ve sâdece 10 sene kullandılar. Bu gemiyi işletmek için çoğu elektrikci, motorcu, çarkcı, kazancı ve ateşci olmak üzere 860 “zâbit ve er”, geminin kazan dâiresinde hep birlikde ter döküyorlar idi.
Donanmamızda, bugün hâlâ “muhabere” sınıfı subay yokdur.
Kara ve Hava Kuvvetlerimizde muhabere subaylarımızın yapdığı işin aynısını, Deniz Kuvvetlerimizde, telsizci asubaylarımız yaparlar.
Okuduğunuz şu kelimeleri sizlere üfüren Eski Tüfek Şükrü IRBIK da
Telsizciliği tam 30 sene icrâ eden bir donanma “gediklisi” idi.
İşde, İstanbul / Beylerbeyi Deniz Astsubay Hazırlama Okulu'ndan 1981 senesinde mezun olan Ve dahi 1979-1980 senesi II-C sınıfı arkadaşlarım ve ben Şükrü IRBIK...
İlk resimdeki isimsiz öğrenci, bir üst devreden bizim sınıfa gelen İzmitli arkadaşım Tunay AKIN'dır. |
|
İşde,
Deniz Astsubay Güverte Sınıf Okulundan 1982 senesinde mezun olan 92’nci dönem Deniz Astsubay Adayları...
Lâkin;
Cumhuriyetimizin ilk senelerinde; telsiz, mayın, motor, elektrik, torpido vs. meslekleri zâbitân heyetimiz icrâ ediyor idi.
Fakat bu işleri kendilerine yakışdıramayann sadr-ı âzâm daşşağından düşme beyaz zâbitân heyetimiz,
Bu meslekleri zamân içinde “gediklilerin” döşüne yüklediler!
|
İşde belgesi...
Yukarıda kapak resimini gördüğünüz Deniz Asubaylığı târihcesinin 54 ve 55’inci sayfalarında neşredilen makâlenin sahibi Abidin DAVER’dir. İstanbul Soğukçeşme (Kara) Askerî Rüşdiyesi mezunu olan DAVER, denizciliği seven ve "sivil amiral" olarak tanınan bir kişi idi. Bu sebepden dolayı bu makâlesinde dönemin donanma gedikli zâbitliği hakkında verdiği bilgiler bilen bir kişinin kaleminden dökülmüş gerçeklerdir.
Osmanlı saltanâtının Sadr-ı âzam daşşağından düşme bahriyeli beyaz zâbitân heyetimizin;
Kendileri gibi zâbit sınıfına dâhil olan gedikli zâbit dedikleri askerler hakkındaki gerçek düşünceleri
1918 senesinde işde, aynen aşağıda gördüğünüz gibi idi...
Kendi yapdıkları bütün işleri sübyan gediklilerin döşüne yükleyen bahriyeli beyaz zâbitânımız artık bundan sonra;
Sonracığıma;
Fakat
|
İstanbul / Beylerbeyi’ndeki Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’na kayıt yapdırdığım 1978 senesi Eylül ayında
Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK da 15 yaşında, Bahriyeli sübyan bir talebe idim.
Ayaklarının altını öpdüğüm anam Şahinde IRBIK, yeğenim Ali Osman ŞAHİN ve ben Şükrü IRBIK.
Fakat bizim 1982 devremizde 13 yaşında olan arkadaşlarım da var idi.
* * * * *
Muzaffer bir donanmaya mâlik olmak için teknolojinin dayatdığı tekâmülü inkâr etmenin artık imkânı yok idi. Osmanlı Devleti de maddî imkânlarını iyice zorlamak bahâsına bu yarışa girdi Buhar makineli ilk harb gemilerimizi, İngiltere’den satın almaya başladı. Dünyâda denizcilik konusunda yaşanan bu hızlı dönüşüm ve acımasız rekâbet, buharlı gemilerdeki yeni makineleri çalışdırabilecek uzman bir iş gücüne sahip olmayı dayatdı. 19. yüzyıl ortalarına doğru Osmanlı Donanmasındaki bu teknoloji devrimini yapacak “uzman emek gücü” mevcut değil idi. Çünkü buhar makinası imâl etmeyen ülkenin bu makinaları işletecek uzmanı da olamaz idi! Hâlihazırda donanmamızdaki gemilerde ona buna emir vermekden başka bir işe yaramayan mektepli bahriye zâbitân heyetimiz; donanmamıza yeni alınan buharlı gemilerin kömür ile çalışan makine dâiresine inmek isdemedi. Yağlı, isli, tozlu, dumanlı, gayri sıhhî ve bu çok tehlikeli işlerde çalışmaya tenezzül etmedi. Bahriye zâbitân heyetimizin yapmak isdemediği bu ağır ve tehlikeli işleri yapacak, “uzman”, “ucuz” ve fakat “ara sınıf” emekci askerlere şiddetli bir ihtiyâç zuhûr etdi.
Batının icâd etdiği teknolojinin getirdiği yeni işleri yapmak isdemeyen bizim beyaz zâbitân heyetimiz,
Tezgahladığı yeni ve ara sınıfı askere olan ihtiyâcı, bakınız kendi sözleri ile nasıl da mâsum ve mâkul gösdermeye tevessül etdi.
Deniz Asubay Okulunun yukarıda gördüğünüz târihcesinde; “Subaylar ile erbaş ve erler arasında görev yapacak “astsubay” sınıfına ihtiyâç duyulmuş!” diyorlar.
Bu ihtiyâcı “duyan” şerefsizler kimler idi? Böyle bir ihtiyâc olduğuna kim, ne zamân, nerede karâr verdi? Buhar makinesini icâd eden İngiltere’de ve Amerikan ordusunda, 1890 senesinde sâdece iki sınıf asker var iken sen, üçüncü bir sınıf askere olan ihtiyâcı, nerenden uydurdun be şerefsiz?
Yukarıda gördüğünüz târihi yazan subaylarımız diyorlar ki; 1890 senesinde donanmamızda “erbaş” ve “astsubay” isminde asker sınıfları var imiş! Târih yazıyoruz diye üfürün bakalım dübürünüzden, üfürebildiğiniz kadar, nâmussuzlar!
Bu cümleyi yazan avanak subaylarımız;
1890 senesinde Türkce söz dağarımızda “erbaş” ve “astsubay” kelimelerinin mevcut olmadığının farkında bile değil!
Töre konuşunca han sükût eder! “Târih uğrusu ve târih câhili” bu subaylarımız bilmez ki “erbaş” dedikleri tâbiri ATATÜRK’ün kendisi türetdi. Hem de 1890 senesinden tam 45 sene sonra, 2771 sayılı kânun ile taa 1935 senesinde...
Ayrıca
Haşmetli Kraliçenin donanmasında bugün bile hâlâ iki sınıf asker var;
1. Er
2. Zâbit
Sen, Donanmandaki üçüncü asker sınıfı olarak “astsubaylığı” 1890 senesinde nerenden uydurdun, be şerefsiz?
Ananızın çakır gözlü çocukları sizlersiniz öyle mi?..
* * * * *
Tomi’lerin kıyâfetleri, işde bugün böyle!
Bizim her boku bilen bahriye zâbitânımız bir baksın hele!..
"Asubay" dedikleri "ortada sandık" bir asker sınıfı Tomi’lerde var mı imiş?
|
Yukarıda gördüğünüz resimlerde bir şeye daha dikkat buyurunuz; Bizim zottirik subayların “astsubay” dediği askere, bakınız, İngiliz Tomi’si ne diyor! |
* * * * *
14 Haziran 1935 Cuma günü Reisicumhur K. ATATÜRK;
Cümhuriyet Ordusunu sâdece iki sınıf askerden teşkil etdi;
1. Erât
2. Subay
|
Siz, ATATÜRK’ün askeri olduğunu söyleyen, bugünün zübük subayları;
Cümhuriyet Ordusuna;
Sınıf askerleri sokuşdurmak hakkını kimden aldınız?
|
* * * * *
İngiltere’nin buhar makinesini icâd etdiği senelerde bizim donanma neferimiz okuma-yazma dahi bilmiyor idi. İşde, sırf bu “uzman” “ucuz” ve “ara sınıf” emek gücünü temin etmek üzere Donanma-yu Hümâyûn, 1890 senesinde; “zâbit” ile “efrâd” arasında “ortada sandık” misâli görev yapacak “gedikli” isimli yeni bir asker sınıfı tertip etdi. Nizamnâmesini ise dört deveyi havutu ile bir lokmada yutması ile meşhur olan “yeyici” lakaplı Bozcaadalı Mürteşi Müşir Hasan Hüsnü Paşa hazırladı ve padişaha arz eyledi.
Bahriye Mektebi ismi ile eğitim veren Deniz Harp Okulunda bu senelerde eğitim süresi sâdece 3 sene iken,
Gedikli sınıfının eğitim süresi tam 5 sene idi.
Donanma Gedikli Sınıfı;
Talebe olarak gemide geçirilen beş senelik tâlim taallümden sonra gediklilerimiz;
Vay, anam babam, vay!.. Donanmamıza asker değil de sanki kendilerine köle alıyorlar be!
Ve böylece;
Gedikli mektebine evvela İstanbullu çocuklarımızı aldılar. Fakat İstanbulun gün görmüş cin göz çocukları, bu yemsiz zokayı yutmadı! Gemide eğitim veren mektebe talebe bulamayınca Donanma-yu Hümâyûnumuz, bu kez de taşradan fakir fukara çocuklarını devşirmeye başladı. Gedikli onbaşı oldukdan sonra içine düşdükleri tuzağı anladıklarında, babasının evinde yiyecek ekmeği bile olmayan köylü ve fakat cin göz çocuklarımız da Gedikli sınıfına rağbet etmediler.
1890 Nizâmnâmesine göre “Gedikli” sınıfının, “zâbit” sınıfına nakil ve tahvilleri kati’yyen câiz değil idi.
Beş senelik mükemmel bir tâlim taallümden sonra donanmamızda göreve başlayan
Ve dahi
Zâbitân heyetimizin yapmak isdemediği
Ve fakat
Bahriye erlerimizin de yapamadığı ağır, tehlikeli ve karmaşık işleri yapan Gedikliler aslında;
* * * * *
Bugün itibârı ile şöyle bir düşünsek! Ordularımızda bugün subaylarımızın yapdığı hangi işleri, asubaylar yapamazlar? Ya da Meseleye mefhumu muhâlifinden bakalım ve şöyle bir suâl soralım! Asubaylarımızın bugün yapdığı işlerden hangilerini subaylarımız yapamazlar? Bu suâllerin bugün cevâbı ne ise, yüz sene evvel de aynen öyle idi... |
* * * * *
1890 Nizamâmesinin son maddesi şöyle diyor idi; “Madde 29 — İleride icâbı hâle göre işbu nizamnâmenin “tevsi” veya “tâdili” zımnında lüzumu tahakkuk eden mevâddın derç ve ilâvesi câizdir.” Eldeki mevcut Nizamnâme, günün şartlarına göre değişiklik yapmaya cevâz verdiği hâlde bahriyeli zâbitân heyetimiz bu maddeyi, günün icâbına göre ne “tevsi” etdi ne de “tâdil”. Kendinden başkasına hayât hakkı tanımayan şerefsiz zâbitânımızın bu fesat tavrı yüzünden donanma gedikli sınıfı ölüme mahkûm edildi. Yirminci asırın başına geldiğimizde, donanmamızda mevcudu yedi yüz civârında olan gedikliler tamâmı, padişah irâdesi ile zâbit sınıfına nakledildi. Mektep gemilerine de yeni gedikli talebesi kayıt edilmedi.
Zâbit ile erat arasında “ortada sandık” misâli görev yapacak bu yeni sınıf askerler, bugünkü anlamda “asubaylığın” aynısıdır. 1890 senesinde tâlim taâllüme başlayan Donanma Gedikli mektebi; bir senesi limandaki gemide, dört senesi de denizde gezen gemideki işinin başında olmak üzere toplam beş senelik mükemmel bir eğitimden sonra ilk mezûnlarını, gedikli onbaşı rütbesi ile 1895 senesinde verdi.
Zâbit kadar eğitimli ve donanımlı olduğu hâlde; Zâbitin aldığı maaşın nısfını dahi alamadığından Ve dahi Zâbit olamadığından dolayı, Bahriye Gedikli sınıfına talep daha ilk senelerde birden dibe vurdu... |
O an mevcut olan 700 civârındaki Donanma Gediklisinin tamâmı, padişah irâdesi ile zâbitliğe nakledildi. Ve akabinde, Donanma sefinesinde talim taallüm veren “Gedikli mektebi” kepenk indirdi. 1900 senesinin başlarında da Donanmanın ilk “gedikli” sınıfı tamâmen iflâs etdi.
Ve böylece Donanmamızda “zâbit ile nefer arasında” ortada sandık” misâli görev yapmak üzere ilk kez teşkil edilen “gedikli” sınıfı, şimdilik böylece iflâs etdi.
01 Nisan 1890 Salı günü meriyyete giren nizamnâmesinin ilgâ edildiğine dâir hiçbir belge bulamadım. Daha da hazini, gedikli sınıfı Nizamnâmesinin akıbetini, bugün Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız dahi bilmiyor!..
* * * * *
1890 senesinde ilk kez teşkil edilen “gedikli” sınıfından farklı olarak,
Muvakkat (geçici) bir kânun ile “gedikli zâbitân” sınıfı 1913 senesinde ilk kez teşkil edildi. Bu “gedikli zâbitân” sınıfı, zâbit sınıfına dâhil idi. Fakat, kendi sınıfına dâhil olan “gedikli zâbitânı” bu kez de mektepli bahriye zâbitânı kendisine çetin bir rakip olarak gördü. Bu maya da tutmadı! Ve 1915 senesinde kabul edilen bir kânun ile, zâbit sınıfına dâhil olan bu “gedikli zâbit” sınıfı da lağv edildi.
Gelişen teknolojinin dayatdığı âlet, makina ve silâhları kullanmaya, bahriye zâbitânımız hâlâ istekli değil idi. Zâbitânın yapmayı hamallık addetdiği ve fakat efrada da yapdıramadığı işleri yapacak “orta kademe” bir asker sınıfına olan şiddetli ihtiyâç azalmak şöyle dursun iyice artmış idi. İngiltere’den satın aldığımız buharlı gemileri işletecek bahriyeli askerimiz yok idi. Bembeyaz bahriye elbesesini çıkartıp, yağlı tulumu giymek isdemeyen bahriyeli kurnaz zâbitânımız, kendilerinin yapması gereken işi yapacak “ortada sandık” bir asker sınıfını ikinci kez peydahlamakda gecikmedi. Bu şiddetli ihtiyâcı tedârik etmek üzere bu kez de 1914 senesinde muvakkat bir kânun tertip etdiler. Bu muvakkat kânun ile o târihde mevcut olan zâbit ve efrâda ilâve olarak iki yeni muvazzaf asker sınıfı birden teşkil edildi;
1. Küçük zâbit,
2. Gedikli zâbit.
Bir senelik bir sınamadan sonra 1915 senesinde tasdikân (aynen) kabul edilip meriyyet-ül icrâya konulan bu kânun ile ihdâs edilen donanma “küçük zâbitliği”, bugün bildiğimiz “asubay” sınıfının ta kendisi idi. “gedikli zâbit” denilen asker sınıfı ise zâbitin mâdûnu, fakat küçük zâbitin mafevki idi. Zâbit hâricindeki bütün askerlerin içine tıkışdırıldığı bu yeni kânun ile Bahriyemizde bir anda 4 sınıf asker peydâ oldu...
Bahriye zâbitân heyetimizin beceriksizliği, işbilmezliği ve en çok da hâinliklerinden dolayı donanmamız, batılı donanmalar karşısında mağlubiyetler aldıkca bahriyemizi çağın gereklerine göre tanzim etmeye çalışdık. Donanmamızı ıslah ederken de gidip düşmânımız olan devletlerden yardım devşirdik, iyi mi! Küffar deyip cihâd ilan etdiğimiz bu devletlerin aklı ile sıçmaya gidip kendi donanmamızı tanzim etmeye çalışdık.
Türk donanmasının rûhuna uymayan bu iki sınıfdan birisi olan “gedikli zâbit” sınıfını, subaylarımız kendilerine çetin bir rakip gördüğü için kısa sürede lağv etdiler.
Fakat bahriyemizin beyaz zâbitân heyeti, kendi yapması gereken işleri sırtına yıkdığı “küçük zâbitliğe”, denize düşeninin yılana sarıldığı gibi sarıldı ve canı bahâsına idâme etdirdi. Menfaatperest zâbitânımızın bu tek taraflı tutumu yüzünden bugün yüzlerce sıkıntısı ile karşımızda duran onbinlerce “deniz asubayı” var.
Neticeten;
İstiklâl ve Çanakkale Harplerinde, birbirinden tamâmen farklı tam 4 sınıf bahriye askeri harb etdi;
1. Mükellef Efrâd (Er)
2. Muvazzaf Küçük Zâbit
3. Muvazzaf Gedikli Zâbit
4. Muvazzaf Zâbit
Kendilerinin yazdığı ya da kendi şakşakcılarına yazdırdığı kahramanlıklar ile süslü menkıbelerinde bahriye zâbitân heyetimiz; şan, şöhret ve şeref pâyelerini sâdece kendi hânelerine ganimet kayıt eder iken
Zâbit hâricinde kalan “muvazzaf küçük zâbit” ve “muvazzaf gedikli zâbiti” ise
Nefer (er) hânesine yazdılar ve bu donanma askerlerinin adından bile bahsetmediler.
Nereden mi biliyorum?
Çünkü sordum,
Bugüne kadar İstiklâl Madalyası tevdi edilen; a. Subay, b. Astsubay, c. Erbaş ve Er Sayısı ayrı ayrı olmak üzere nedir? 17.12.2013. 943 890 başvuru numarası ile mesajınız başarı ile iletilmiştir.Göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederiz. |
Ve dahi
Muttali oldum!
MÜS.YRD. : 32984417-1640- 980 -13/ASAL D.Loj.ve İd.Ş. 02 Aralık 2013
(Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.) İLGİ : 26 Kasım 2013 tarihli elektronik postalarınız incelenmiştir.
1. İlgi elektronik posta incelenmiştir. 2. 4982 sayılı bilgi edinme hakkı kanunu ve kanuna ilişkin yönetmelik esasları gereği tarafınızca istenilen bilgiler aşağıya çıkarılmıştır. Bu kapsamda; a. Subay (Askerî memurlar dâhil) 16.647, b. Astsubay/Erbaş ve er 120.869 olmak üzere toplam 137.516 kişi İstiklal Madalyası ile taltif edilmiştir. Rica ederim. İMZALIDIR Nihat ÇAĞAN Personel Albay ASAL D.Bşk.Yrd.
|
İşde,
Yukarıda görüyorsunuz!
* * * * *
1890 nizamnâmesinin “esbâb-ı mucibesi” yok!
Dönemin Bahriye Nâzırı Hasan Hüsnü Paşa güyâ kerem eyleyip bir emir buyurmuş!
Ve düşünüp tartışmadan donanmamızda “gedikli” isminde üçüncü bir asker sınıfını tertip etmişler.
“Yeyici, yutucu” Hasan Hüsnü Paşa’nın emir buyurup hazırlatdığı o nizamnâmenin son satırına bakıyoruz
Ve dahi
Orada şu şerhi görüyoruz;
Devletin padişahı dururken, Sadr-ı Ȃzamı dururken, Seraskeri dururken; Bahriye Nâzırı bir zâbitin emir buyurup yeni bir asker sınıfı tertiplediğini söyleyen “târih câhili” zâbitân gürûhumuz, Altı yüz seneden fazla yedi düvele nizâm veren Osmanlıyı, kabile devleti zannediyor zahir!..
Donanma Gedikli sınıfının teşkil edilmesi için Bahriye Nâzırı’nın emir verdiğini söyleyen târih soytarısı subaylarımız, Demek ki nizamnâmesini görmedikleri Donanma “gedikli” sınıfı hakkında târih yazmaya tevessül etmişler! Yazıklar olsun sizlere!.. Eski Tüfek de gemici tayfası idi, bilir bu işleri! Senin Bahriye Nâzırı dediğin Mürteşi Müşir Hasan Hüsnü Paşa, Sultan II. Abdülhamid’den izin almadan değil yeni bir asker sınıfı tertiplemek, Kumandanı olduğu sefinedeki helâya sıçmaya bile gidemez idi...
İşde isbatı; Osmanlı Devletinin İlk Anakânunu olan Kânun-i Esâsî, 24 Aralık 1876 târihinde meriyyete konuldu.
“Donanma Gedikli” sınıfının teşkil edildiği 1890 senesinde meriyyetde olan işbu Kânun-i Esâsi’nin Yedinci Maddesi şöyle der;
|
* * * * *
1915 Nizamnâmesi meclisde müzâkere edilmiş. Fakat maddeler üzerinde hiçbir tartışma yapılmamış. “Gedikli zâbit ve küçük zâbit” sınıfı donanmamızda niye teşkil edilmiş, belli değil! Maddeler okunmuş, mebuslar dinlemiş! Maddeler reye sunulmuş, mebuslar ellerini havaya kaldırmış! Hiçbir mebus, bir tek dahi olsa fikir beyân etmeden bu kânunu kabul etmişler!
* * * * *
“Resmî(!)” târihcesine bakdığımızda bahriyeli subaylarımız, Deniz Kuvvetlerimizi 1081 senesinde teşkil etdiğimizi söylüyolar. Kurulduğu ilk günlerde donanmamızın doğru dürüst bir nizâmı olmadığını ve gemilerimizi “usda-çırak” esâsına göre idâre etdiğimizi de gene aynı subaylarımız söylüyor. Donanmamıza dâir ilk kânunnâmemizi, 1701 senesinde yazmışız. Bu kânunnâmede, gemideki işlerin kısmen de olsa bir düzene göre yapıldığını ve fakat tayfa arasında hâlâ bir “sınıflaşma” olmadığını görüyoruz. 1792 Kânunnâmesi ile gemi tayfası dört sınıfa tefrik edilmiş. Bu Kânunnâmenin tatbik edilmesi ile donanmamız tayfası arasında ilk kez “sınıflaşma” başlamış.
Teşkil edildiği ve “sınıfsız” olarak hizmet verdiği 1081 senesinden, gemi tayfasını ilk kez “sınıflara” böldüğümüz 1792 senesine kadar geçen 711 sene içinde Osmanlı Donanmasının en parlak ve muhteşem dönemlerini yaşadığını görüyoruz.
Donanmamızı utanç denizinde boğan donanma mağlubiyetlerinin başlangıç döneminin ise
Donanma tayfası arasındaki bu “sınıflaşma” ile başladığını bugüne kadar görebilen bir subayımız var mı acap?
|
Deniz mağlubiyetlerimizden aklıma ilk gelenler...
Bütün bu deniz mağlubiyetlerini biz, bugün Deniz Harp Okulu isimi ile bildiğimiz mektebi açdıkdan sonra yaşadık!
Donanmamızda “mektebli ilk sınıflaşma” 1890 senesinde oldu! Deniz Asubay Okulunun târihcesine bakdığımızda, Bahriye Nâzırı denen “yeyici ve yutucu” bir zâbitin emir verdiğini ve “mektebli gedikli” sınıfının ilk kez olmak üzere teşkil edildiğini görüyoruz. Nizamnâmesinde, “gedikli” sınıfı adını verdikleri askerlerin görev tanımları var. Fakat bu sınıfın teşkil edilmesinin “esbâb-ı mucibesi” (gerekcesi) yok! Çok tuhaf bir durum! Esbâb-ı mucibesi (gerekcesi) olmayan kânun, gayri meşru demekdir!..
Deniz zaferlerimizden söz etmeye gelince; Övüngen, böbürgen, sömürgen, semirgen ve kemirgen bahriye zâbitân heyetimiz kahramanlığı kimselere bırakmazlar! Fakat bu deniz zaferlerini kazanan tayfanın eğitimlerinin ne olduğuna ise hep kör bakarlar. O muzaffer denizcilerimizin “okuma-yazma” dahi bilmediğini, Ve dahi Hemen hepsinin; “Alaylı”, “Gönüllü”, “Sokakdan toplama”
Ya da
“Köle” olduğunu ağızlarına dahi almazlar.
|
Deniz mağlubiyetlerimizden bahsederken de gene o aynı üfürükcü bahriye zâbitânımız; Donanmamızı o harblerde sevk ve idâre eden zâbitân heyetimizin “mektebli” olduğundan tek kelime söz etmezler! |
Beyaz zâbitân heyetimizin bizzat yazdığı
Veya
Devletin parası ile ısmarlama yazdırdığı sahte ve düzmece resmî târihimiz de
İşde, böyle zırvalar ile doludur.
* * * * *
Tam 10 sene devâm eden Birinci Cihân Hârbi, millet harbidir. Bu harbin gerçek kahramanı da Türk milletidir.
Ayrıca;
Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi açdığımız 1776 senesinden beri
Ve dahi
Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiyye”’yi hizmete açdığımız 1834 senesinden beri
Deniz ve Kara Ordularımız gâlibiyet yüzü görmedi...
* * * * *
15 Temmuz darbesinde bugün Coni’nin ayak izlerini arayanlar,
Gene ordumuzun içindeki subaylarımıza baksınlar!
Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan siz Coniperestiş Rüşdü’ler, zottirik Kenan’lar, etekli Doğan’lar, kıvrık Hüseyin'ler, molla İ. Hakkı’lar, kambur Yaşar’lar, köstebek Hilmi’ler, sucukcu Necdet’ler;
Kendi subayına taa 1952 senesinden beri Coni hurması yedirir ise şâyet
O hurmalar Harp Okullarımızda semirir, semirir, semirir,
2016 senesinin bir 15 Temmuz akşamı çıkar gelir
Ve dahi
Senin gıçını tırmalar!
* * * * *
Elde tesbih, dilde Allah, biteviye besmele çekiyorsun;
Ve fakat gene sen!
Kul hakkı yerken de besmele çekiyorsun ya! Yuf olsun senin soyuna!..
İçin temiz olmadıkdan sonra
Hacı, hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tesbih, post, seccâde gözel;
Lâkin, Allah kanar mı, bunlara?
* * * * *
Sen, adam olmadıkdan sonra
Sen, adam gibi denizci yetişdirmedikden sonra
Zâbit olmuş, erbaş olmuş
Alaylı olmuş, mektebli olmuş
Demeki ki hiçbirisinin kıymeti harbiyesi yok!
Deniz Kuvvetlerimizde “zâbit ile efrâd” arasına üçüncü bir asker sınıfı olarak paslı kama gibi sokulan “gedikli” ya da bugünkü ismi ile “astsubay” dediğimiz asker sınıfının teşkil edilmesinin gizli maksadı meğerki ne imiş? Donanmamız beyaz zâbitân heyetinin kendi saltanâtını devâm etdirmesi için; Harb sanatının kendilerine tahmil etdiği ağır ve çok tehlikeli görevleri “Zâbit” olmayan ve “ortada sandık” bir asker sınıfının "döşüne" yüklemek! |
(Devâm edecek)
* * * * *
Eski Tüfek’den Açıklama; 07 Temmuz 2023, Cuma
emekliassubaylar.org sitesinde 11 Ekim 2017 Çarşamba günü yayınladığım Asubay Tefrikası 6-2 ve 02 Şubat 2020 Pazar günü yayınladığım Asubay Tefrikası-8 isimli makâlelerimizi;
Ve
(Ankara 51. Asliye Cezâ Mahkemesi, Dosya Nu.:2022/120E.)
İlgili mahkeme; ifâdesini almak üzere mezkûr yeğâne vâris müştekiyi hâkim huzûruna dâvet etdi.
Fakat bu yeğâne vâris müşteki, duruşmaya gitmedi.
Akabinde aynı mahkeme, bu şahısın bu kez de mahkeme huzûruna zorla getirilmesine karâr verdi.
Mahkemenin bu karârı üzerine yeğâne vâris müştekinin avukatı;
03 Temmuz 2023 târihindeki duruşmada, hakkımdaki şikâyetinden ferâgat etdiğini mahkemeye bildirdi.
Bu karârı yeğâne vâris müştekinin kendisine hayırlı olsun…
Bu şikâyet, evvel Allah, bizim için de hayırlara vesile oldu…
Asubay Tefrikası 6-2 ve Asubay Tefrikası-8 isimli makâlelerimiz bu şikâyet vesilesi ile ibrâ edildi.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti adına bu karâr Türk kamuoyuna da hayırlı olsun.
Eski Tüfek
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Beğenilmek ve takdir edilmekden hepimiz hoşlanırız!
Hele hele!
Bildiği ve inandığı bir hususda haklı çıkdığını görmek daha da güzeldir! İnsana, kendisini iyi hissetdirir.
Fakat bu kez haklı çıkmakdan ben, hiç de hoşnut değilim! Kendimi de iyi hissetmiyorum!
Çünkü,
Teker kırıldıkdan sonra çâre serdetmek akıllı adam işi olamaz!
Eskimez kitaplarımıza göre istisnâlar kâideyi bozmasa da
Demek ki bir tek istisnâ dahi bütün kâideyi bozabiliyor imiş!
Bugüne kadar söylediğim bâzı konularda bugün haklı çıkdığımı görmek
Kanaatimce işde, bu kâideyi bir kere daha yer ile yeksân etdi.
* * * * *
2014 senesi Mart 12’de bir makâle neşretdik!
İsmi işbu makâlemizde mezkûr subaylarımızdan
Ordumuz, tez zamânda kurtulmalıdır dedik!
Bu üç subayımız hemen harekete geçdiler...
Basın Mahkemesinden alelâcele karâr aldırtıp makâlemizin neşrini yasaklatdılar. Hâlâ da yasaklı.
30 sene aidat ödediğim orduevlerine girmemi, ömür boyu yasakladılar,
Hâmili olmakdan şeref duyduğum kimlik kartımı elimden almaya tevessül etdiler,
20 bin liralık tazminât dâvası açdılar,
İftirâ ve hakâret etdiğimi söyleyip hakkımda cezâ dâvası açdılar.
Hukûken yapabilecekleri başka bir işlem de zâten kalmamış idi...
Her şeyin en iyisini bildiklerini,
Yapdıkları her işin mutlak doğru olduğuna koşulsuz inanacak kadar kudret zehirlenmesine uğramış bu subaylarımızın
Bana karşı böyle sopalar kullanmalarını bekliyor idim.
Çünkü,
Sayın Ersen GÜRPINAR, Zihniyet Sürgünü’nü yayınlarsak başıma filfilli işler açılacağı konusunda beni ihtâr etmiş idi.
Kendisine dedim ki;
“Ersen bey. Bu makâleden dolayı alacağım her türlü cezâya ben râzıyım. Tek kelimesine dokunmadan aynen neşredilmesini isdiyorum.
Siz de sonucuna katlanacak kadar cesûr iseniz makâlemizi lutfen aynen neşrediniz!”
Fermânsız baş, ipden korkar mı, Allah aşkına?..
Gurur duydum kendisiyle, cesûr imiş!
Tam bir hafta devâm eden harâretli görüşmelerimizden sonra
Zihniyet Sürgünü’nü Ersen bey, aynen yayınladı.
* * * * *
Zihniyet Sürgünü’ne konu etdiğim üç subayın birincisinden ordumuz,
O’nu ancak emekli etmekle, bıldır kurtulabildi!
Verilmiş sadakası varmış! 15 Temmuzda Başkanlık makâmında olmadığı için herhâlde en çok kendisi sevinmişdir.
Yoksa,
Kendi emir subayı, belindeki o yağlı palaskayı Necdet beyin boğazına geçirecek imiş!
Hâlen muvazzaf olan diğer iki subaya gelince;
15 Temmuz akşamı kendi subaylarının kendi karargâhında tezgâhladığı akim darbe eyleminde
Ne acıdır ki
“Ürkütücü” diye nitelediği kendi emir subaylarının eline esir düşen gomutanlar olarak târihe geçdiler!
15 Temmuz akşamı kendi subaylarının tevessül etdiği akim darbe eyleminde
Kendi emir subaylarının rehinesi oldular!
Yazdığımız makâlede söylediklerimizden dolayı bize cezâ verdirmek için
Mahkeme kapılarına dayanmak yerine dediğimizi yapsalar idi şâyet
15 Temmuz akşamı kendi subaylarının ihânetine uğrayıp ellerine esir düşmek yerine,
Emekliliğin tadını çıkartıp şanlı şerefli subaylar olarak târihimizde yerlerini alacaklar idi.
Fakat
Dinlemediler!..
İhtârımızı anlamayı da kendileri istemedi.
15 Temmuz günü başlarına gelenlerden sonra
Aynı gün istifâ edip görevlerini terk etmedikleri için
Ve dahi
Siyâsetin KHK’lar ile ordumuzda yapacağı ıslahâta(!) “konu mankeni” oldukları için de çok pişmân olacaklar.
Koltuklarında oturmak bahâsına daha çok “baldıran zehiri” içecekler!
Söylemesi Eski Tüfek’den...
Kader kadar mutlakdır! Hayâtın dayatdığı hakikâtlerden hiç kimse kaçamaz!
Netekim, bu iki subayımız da kaçamadı!
Tavsiyemizi anlamak isdemeseler de acı bir ders vererek onlara bu hakikâti hayât, zecren anlatdı.
Allah yardımcıları olsun!
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığımızın basın açıklamasında gördük ki
15 Temmuz darbe teşebbüsüne iltisâk, iltihâk ve iştirâk eden asker(!) sayısı, “yüzde bir buçuk” imiş!
İyi, gözel!
Sen, darbe yapdılar diye generallerinin “yüzde ellisini” ordudan tard et!
Sonra çık basının karşısına ve “yüzde bir buçuk” de!..
Biraz daha cebretseler, hani utanmadan, “darbeyi asubaylar yapdı” diyecekler.
Bu ne pişkinlik yarabbim?
Orgeneralim diye kasıla kasıla gezen gomutanlarımıza
Mehmetcik posdalının ardına saklanmak pek yakışdı doğrusu!...
* * * * *
630 binlik ordumuzdan,
Kâhir ekseriyetini subaylarımızın teşkil etdiği bu “yüzde bir buçuk”luk cephe,
Topunu, tüfeğini, tabancasını kuşanıp hükûmeti ele geçirmeye çalışdı. Fakat eline yüzüne bulaşdırdı!..
Akim kalan bu darbe teşebüssünden sonra karşı hucüma geçen siyâset cephesi
Meclise uğramadan peşpeşe çıkartdığı KHK’ler ile
630 binlik ordumuzun hepsini birden, bir hamlede, hem de silâhsız teslim aldı.
Şaşırmadım! Yaman fırsatcılardır kendileri!..
Avcı, av ararken,
Ava, av oluverdi!..
31 Temmuz 2016 Pazar günü bir çırpıda çıkartdığı 669 sayılı Kânûn Hükmünde Karârnâme ile
65’inci hükûmet bakınız, ordumuzda neler yapdı ve yapacak;
Askerî yargıyı tamâmen lağvedecekler imiş! Ȃdâlet dağıtamayan yargı varsın, kahrolsun! Ki buradaki subay sultası son bulsun!
Asker hastanelerini Sağlık Bakanlığına rapdedecekler imiş! Şehidin, hastanın rütbesi mi olur, ya rabbim?.. Rütbeye göre sağlık hizmeti veren hastaneler, varsın kahrolsun! Ki buradaki subay saltanâtı son bulsun!
Genelkurmay Başkanlığını, Cumhurbaşkanlığına,
Kuvvet Komutanlıklarını, Millî Savunma Bakanlığına,
Jandarmayı ve benim de mensûbu olduğum Sâhil Güvenlik Komutanlığını İçişleri Bakanlığına tamâmen rapdetdi.
Subay Akademilerini kapatdı...
Askerî Liseleri kapatdı,
Asubay Hazırlama Okullarını kapatdı,
Millî Savunma isimli üniversite teşkil etdi,
Harp Okulları ve Asubay Meslek Yüksekokullarına şimdilik dokunmadı.
Bundan sonra daha neler yapacağını da ancak ilgili KHK’ler Resmî Gâzete’de neşredilince öğreneceğiz.
15 Temmuz akşamı abdestsiz yakalanan ve cin çarpmışa dönen siyâsi erk, subay darbesinden o kadar korkdu ki!
Aklı ve binlerce senelik devlet töresini bir yana bırakarak
Önümüzdeki dönemde korku saikiyle davranıp daha da ilginç KHK’ler çıkartdığına da şâhid olacağız!
Bu makâlemizde;
Askerimizin huzûru, milletimizin selâmeti ve daha da önemlisi devletimizin bekaası için
Ordumuzun mevcut teşkilâtında yapılması bugün artık şart olan “ıslahât” ve “tanzimât” konusunda
Şahsî fikrimizi ilgili makâmların dikkatine arz edeceğiz, evvel Allah.
* * * * *
2015 Kasım 20’de bir makâle neşretdik; Sayın Ayhan BAYIRLI’ya Reddiye!
İşbu makâlemizde şöyle dedik;
Dedelerimizin Harb-i Umûmî dediği İstiklâl Harbinde,
Yedi düvele karşı harp eden Osmanlı Devlet Ordusunda iki sınıf asker mevcut idi;
1. Erler (Efrâd)
2. Subaylar (Zâbitân)
Bu cümlenin devâmı olmak üzere;
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde Astsubaydenilen asker kişiler,
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânununa göre 1950 senesinde Gedikli Erbaş denilen asker kişiler,
1001 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Menbalarına Dâir Kânun ile 1927 senesinde Gediklidenilen asker kişiler,
İstiklâl Harbinde, Subay sınıfına dâhil idi...
Bu târihleri çok gerilere götürmek mümkündür. Ancak konumuz itibâriyle bu kadarıyla iktifâ etdik.
Tafsilâtlı bilgi için Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar isimli beş bölümlük makâlemizi okuyunuz.
Yukarıda verdiğimiz bilgiler,
Bizi, aşağıda gördüğünüz şu neticeye götürür.
İnsanlık konusunda ölümden öte köy yok!
Astsubay denilen gayri meşrû asker sınıfı konusunda ise
Bundan öte söz yok!
* * * * *
15 Temmuz 2016 Cuma gününden dört buçuk ay evvel bir makâle neşredik; Sözün Doğrusu
İşbu makâlemizde,
T.C. Ordusunun muvazzaf askeri olan Asubayların mevcut durumunu tetkik etdik!
Ve gördük ki hazar vakdinde;
Karakollarda ve gemilerde Asubaya “komutan” diyen subaylarımızın,
Asubay, “subay yardımcısıdır” diyen kânûnlarımızın,
Asubaylar için “ordumuzun iki asıl unsurundan birisi” diyen Genelkurmay Başkanlarımızın,
Cenâze namâzlarında, tabutunun yanı başında atdığı nutuklarda “gahraman” diyen siyâsi gürûhun
Anayasa’nın onbirinci ve doksanıncı maddelerini ihlâl etdiğini
Ve hepsinin aslında filfilli yalanlar söylediğini anladık!
Sözün Doğrusu! isimli bu makâlemiz, acı bir hakikâti daha öğretdi bize;
Ordumuzun muvvazzaf iki sınıfından birisi olan Asubay dediğimiz asker kişilerin NATO nezdinde
Aslında “Er” olduğunu resmî belgeleriyle fâş eyledik.
* * * * *
Sözün Doğrusu’nu söyledikden tam bir ay sonra da
26 Nisan’da başka bir makâle daha neşretdik; Beterin Beteri!
Bu makâlemizde ise gene
T.C. Ordusunun muvazzaf askeri olan Asubayların mevcut durumunu tetkik etdik!
Ve gördük ki;
Karakollarda ve gemilerde Asubaya “komutan” diyen subaylarımızın,
Asubaya “subay yardımcısıdır” diyen kânûnlarımızın,
“Ordumuzun iki asıl unsurundan birisi” diyen Genelkurmay Başkanlarımızın,
Cenâze namâzlarında, tabutunun yanı başında atdığı nutuklarda “gahraman” diyen siyâsilerin
Anayasa’nın onbirinci ve doksanıncı maddesini ihlâl etdiğini
Ve dahi
Hepsinin aslında filfilli yalanlar söylediğini anladık!
Bu makâlemiz, başka bir acı hakikâti daha öğretdi bize;
Devletimizin “Komutan” ve “subay yardımcısı” unvânı verdiği biz Asubay kişilerin
Dünyâ nezdinde ise meğerse subaylarımızın;
Yemeğini pişiren,
Çamaşırını yıkayan,
Odasını temizleyen “Hizmet eri”, evet, “Hizmet eri” olduğunu da resmî belgeleriyle isbât eyledik!
* * * * *
Beterin Beteri’ni neşretdikden tam bir ay on gün sonra da
10 Haziran Cuma günü başka bir makâle daha neşretdik; Asubay mısın, Er misin?
Bu makâlemizde ise gene
T.C. Ordusunun muvazzaf askeri olan Asubayların mevcut durumunu tahlil etdik!
Ve dahi
Ordumuzun kendi üniversitesini kurması konusunda
15 Temmuzdan 35 gün evvel şöyle dedik;
Sözümüzü de
Yukarıda gördüğünüz üzere şöyle bitirdik;
Sizde, eksik olan nedir öyleyse?
Akıl mı?
Zihniyet mi?..
15 Temmuz sonrasında hükûmetin yapdıklarına bakdığımızda
Hem “akıl” hem de “zihniyet” konusunda ordumuzda derin bir zâfiyet olduğunu üzülerek gördük!
1982 senesinden buyana geçen 34 senede Genelkurmay Başkanlığımızın bir türlü yapmadığını
Siyâset, sâdece 34 dakikada yapıverdi!.. Üsdelik Genelkurmay Başkanına haber bile vermeden!
Hakikâten çok elem verici bir vaziyet!
* * * * *
Haklı çıkmakdan gene hazzetmiyorum fakat
Ordumuzun başına bugünlerde gelecekleri de
2014 senesi 15 Kasımında neşretdiğim Merhâba Memur! ile 3 sene evvelinden haber verdim.
Sen,
Herşeyin en güzelini, en iyisini sâdece kendine hak görürsen
Ve sen,
Kendi askerine sırtını dönüp sahip çıkmaz isen şâyet
Kıymetli meslekdaşım Dr. Mustafa C. SADAKOĞLU’nun tâbiriyle
Askerin kıblesini siyâset bir anda, işde böyle kendine çevirir.
Üsdelik,
Senin o yağlı ve galın ensene guvvetli bir şamar aşkederek...
* * * * *
27 Mayıs subay darbesinden bir sene sonra TBMM’nin kabul etdiği TSK İç Hizmet Kânûnu,
Ordumuzda “6 sınıf asker” ihdâs etse de, siz inanmayınız!
Çünkü
211 sayılı işbu kânûn,
1949 Cenevre Sözleşmesine,
1952 Kuzey Atlantik Andlaşmasına,
Ve daha da önemlisi
Anayasa’nın;
Hem on birinci maddesine
Hem de doksanıncı maddesine temelden aykırıdır!
* * * * *
Karârgâhındaki fitneci subayların dolduruşuna gelen sâbık Genelkurmay Başkanımız Necdet bey,
04 Mayıs 2012 Cuma günü bir Basın Açıklaması yapdı.
Kamu vicdânında “Asubaylara e-muhtıra” olarak kendine yer bulan yukarıda gördüğünüz açıklamanın ikinci maddesinde Necdet bey,
Türk Ordusunun askerlerini kendince “8 sınıfa” tefrik etse de siz, O’na inanmayınız! Çünkü yalan söylüyor!
1. Subay
2. Astsubay
3. Sivil memur
4. Uzman jandarma
5. Uzman erbaş
6. Sözleşmeli er
7. Erbaş
8. Er
Bu tesbitlerimizi ilk söyleyen Eski Tüfek,
İlk duyan ve bilenler de sizler oldunuz...
Hayırlara vesile olur inşallah!
* * * * *
15 Temmuz sonrası üçüncü Pazar gününde
Bugün, burada bir defâ daha ilan ediyoruz;
Bu 2 asker sınıfından başka sınıf ihdâs etmek;
* * * * *
T.C. Devleti,
Taraf olduğu uluslararası andlaşmalara göre ordusunu hemen, 2 sınıf asker üzerine teşkil etmeli,
Bu asker sınıfları da şunlardan müteşekkil olmalıdır;
1. Subay
2. Er
Yukarıda yazdığım bu konulara dâir hukûkî düzenlemeyi;
Bir tek günde,
Bir tek KHK ile bugün halletmek mümkündür.
Yapılacak iş, bu kadar kolay ve basitdir.
Siyâsî ve askerî erkân bilgimizden istifâde etmeye tenezzül eder ise şâyet
Eski Tüfek göreve hazırdır!
Türk Ordusunu;
Hem iç mevzuâtımıza
Hem de taraf olduğumuz milletlerarası andlaşmalara uygun olarak tanzim etmek konusunda
15 Temmuz, devletimizin, milletimizin ordumuzun önüne çok kıymetli bir fırsat getirdi!
Devlet olarak, millet olarak, ordu olarak bu fırsatı değerlendirmeye mecbûruz!
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Kapak Resmi: (E) Dz.Por.Asb.Kd.Bçvş. Halil ERGENLİ
Okumak için resimleri tıklayınız!
Sözün Doğrusu!
Beterin Beteri
Asubay mısın, Er misin?
5802 sayılı ve
1951 tarihli Astsubay Kânun’unun ışıltılı sularında
Sazan balığı arayan Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar ismiyle mâruf
5 tefrikalık makâlemizin hitâmına nihâyet vâsıl olduk!
Son ve beşincisi olan bu bölümümüze mürekkep üflemeden önce
Şâyet iltifat buyurursanız
İlk dört bölümde hangi konuları fâş eyledik, bir görelim can dostlarım!
Birinci bölümde;
İkinci bölümde;
Üçüncü bölümde;
Dördüncü bölümde;
Bu Kânun’u sabır ile un eyleyip kalburda eledik, eledik, eledik...
Ve
Turpun en irisini heybeye değil
Fakat
Şu anda kıraat etdiğiniz işbu bölüme sakladık!
Makâle külliyâtımızın sonuncusu ve beşincisi olan bu bölümde ise evvel Allah;
Bugün Astsubay unvanıyla bilinen asker kişilere yapılan haksızlıkları keşfetmekle bitiremedim. Bulduklarım elimde… Henüz bulamadılarım kim bilir nerede?..
Ben yazmaya çalışıyorum. Sizler de hayretle okuyup şaşırıyorsunuz.
Fakat Astsubaylara yapılan haksızlıklar silsilesinin
Bugüne kadar bulduklarımdan daha fazla olduğundan hiç şüphe etmiyorum.
Beşincisini okuduğunuz Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar tamgalı işbu tefrikamızda
Şu satırlara kadar okuduğunuz bilgileri sâdece bir bölümlük bir makâlede anlatırım sizlere diyerek başladım çalışmaya...
Okudukca çoğaldı,
Buldukca üredi,
Yazdıkca uzadı...
Beş, on, yirmi, otuz, kırk…
Bu bölümü bu kadar uzatmak istemezdim.
Lâkin bulduklarımı yazmazsam mesleğime haksızlık, meslekdaşlarıma da saygısızlık etmiş olurdum.
Meseleye bu saik ile temâs eden Eski Tüfek
Hasretle ol şeb gâh uyuyup gâhi uyanırken
Mebzul miktarda kuyruk yağı bulmuş gedâ kasab misâli
Mürekkebi üflemekde pek cömert davrandı sizin anlayacağınız…
Bu bölümü emekliassubaylar.org konağında
Sayın Semih KOÇ
Bakalım kaç sayfada iskân edecek.
Övüneceğimiz, sevineceğimiz bir şeyler bulmak umudum hâb-ı hayâl oldu. Neşve aradıkca nâmertlik çıkdı karşıma.
Hâl böyle olunca da
Derdi dağları aşan Şâir Âli Efendi’nin o bildik beyiti zihnimde cezbeye tutulup
Vecd ile raksetmeye başladı göynümüm köşe bucaklarında;
Neşve tahsil etdiğin o sâgâr da senden gamlıdır,
Bir dokun, bin âh işit kâse-i fağfurdan…
Şâir, dokunur dokunmaz sâgâr inlemiş ya!
Astsubayların meselesi de işde aynı minval üzere…
Hattâ bizim dertlerimiz,
Daha dokunmadan dertli dertli inileyiveriyor!...
Allah sıhhatli ve uzun ömürler versin kendisine...
Mevlâna Hazretleri diyârından muhterem büyüğümüz
Hava Emekli Astsubayı Sayın Tayyar YILDIRIM ile bugüne kadar 4 kere buluşmak imkânım oldu Seymenler şehrinde.
Bu sene üçüncüsünü kutladığımız 17 Ekim Dünya Astsubaylar Günü faaliyetleri kapsamında
Başkanımız Sayın Ahmet KESER’in yerlisinden yabancısından yaklaşık 750 misafirin şerefine verdiği kabulde bir araya geldik Tayyar Bey ile...
Kısa bir hasbıhâlden sonra evvelki buluşmalarımızda mûtad olduğu üzere gene şöyle sitem eyledi kendisi bana;
“İyi güzel de Şükrü kardeşim! Yazıların çok uzun!.. Biraz daha gayret etsen hani! Makâleyi yazdığın kağıdın bir ucu tâ Konya’ya erişecek! Kısa tut da şunları Allah aşkına, herkes okusun!”
TEMAD Konya İl Başkanımız Sayın YILDIRIM’ın bu tavsiyesinin başımızın üstünde yeri var elbetde. Kendisinin yazdıklarını okudum tek tek. Hakikâten Tayyar Bey kısa, kolay okunan ve çok lezzetli yazılar yazabilmiş! Bunu yapabildiği için de huzurlarınızda kendisine hayranlığımı ifade edeyim müsaadenizle...
Eski Tüfek,
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar hüviyetli muhammes işbu makâlemizde
186 seneden beri öksüz kalmış bir mevzuya el atdı kendileyin.
Biricik kellesini koltuğuna alıp vatan hizmetine koşan iki sınıf askerden birisi olan Subaylarımız
186 seneden beri tam maaş ile emekli olmayı kendine hak bellemişken
Biricik kellesini koltuğuna alıp
Aynı vatanın hizmetine koşan öteki(!) sınıf asker olan biz Astsubyaların tam maaş ile emeklilik hakkını
Birileri tam 64 sene evvel gasbetmiş!
Bu haksızlığa, bu vefâsızlığa, bu kadirbilmezliğe, şu şerefsizliğe sebep olan ve imzâ atanlar hakkında yazılacak bir makâleye
Söyler misiniz Sayın YILDIRIM,
Vicdâni ahlâk,
Silâh arkadaşlığı,
Allah korkusu şöyle dursun
Kâğıt mı yeter,
Mürekkep mi?..
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısı 1951 senesinde komisyonda müzâkere edilirken yapılan konuşmalarda bir emâre göremedim. Fakat söze konu Kânun’un kabul edildiği yıllarda Türkiye’nin NATO’ya girmesi için çoğu siyasetci ve Subay yaltakcıların şahsî menfaatleri için gizli kapaklı tezgâhlar çevirdiğini söylemeye hâcet yok!
Hâl böyle olunca da gıçına bile Amerikan donu giymeye müptelâ Conisever Subaylarımız
Ordumuzun teşkilât yapısında köklü bir değişiklik yapdılar.
Buradan varmak istediğim netice şudur. Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla birlikte ordu teşkilâtımızın da Coni’nin rahatlıkla nüfuz edebileceği ve kullanabileceği şekilde tanzim edilmesi gündeme geldi.
Silâhından, kıyâfetinden donuna, çorabına, şapkasına kadar; hattâ uygun adım yürüyüşüne kadar Coni’ye öykünen subaylarımız askerî mevzuâtımızı da Coni’ye uydurmaya yeltendi. Astsubay Kânun’u konusunda da bu hâkikatler ayniyle vâkidir. Şöyle ki 1951 senesinde çıkartılan Astsubay Kânun’unun esâsını ve ruhunu Coni’nin askerî mevzuâtından aldığı ayan beyan ortadadır.
Eşit fırsat, şeffaf rekâbet, sürekli ve dikey terfi temeline oturtulan Amerikan askerî teşklilâtının 5802 sayılı Astsubay Kânun’una kısmen yansıdığını komisyondaki konuşmalardan anlıyoruz.
Şöyle ki; Millî Savunma Komisyonunun hazırladığı Kânun Tasarısında o zamanlarda “Gedikli Erbaş” dedikleri asker kişilere yeni bir unvan olarak “Gedikli Küçük Zabit” ismi verildi. Astsubay sınıfının olmadığı Amerikan ordusunda bu tâbir, Warrant Officer ibâresinin kaba bir tercümesinden başka bir şey değildir. Warrant Officer’lik unvanı, bilindiği üzere bizdeki astsubayların üstünde, subayların altında bir konumdadır. Dikey terfi silsilesi içinde Gedikli Erbaş Coni’lerin terfi edebileceği bir unvandır.
Düşünebiliyor musunuz, 1951 senesinde ordumuzda astsubayların subay olması öngörülüyor. Ve 5802 sayılı Astsubay Kânun’u için işde Genelkurmay Başkanımız bu maksatla T.B.M.M.’deki vekillerden rey istiyor.
Astsubay Kânun’u Meclis’de müzâkere edilirken vicdân, akıl ve şeref sahibi hamiyyetperver vekiller de yok değildi elbetde. Kendisi emekli bir subay olan Elazığ mebusu Sayın M. Şevki YAZMAN, kânun müzâkere edilirken Meclis’de şu önemli açıklamayı tarihe şerh düşdü;
Emekli subay Sayın YAZMAN, o vakitlerde “Gedikli Erbaş” denilen ve “Astsubay” unvanı verilen asker kişilerin
Terfi ederek mutlaka “Subaylık” mertebesine yükseltilmesi şartını Meclis’de mertce ve açıkca söyledi.
Bugün itibariyle hâlâ T.B.M.M. milletvekili sıfatını taşıyan;
Ordumuz
Bugün hâlâ ayakda durabiliyorsa
İşde bu
Sayın Şevki YAZMAN gibi mert, dürüst, şerefli, yiğit, vefâlı, nâmuslu, sözüne sâdık, vatansever subaylarımız sâyesindedir. Bu nitelikleri haiz subaylarımızın ordumuzdaki sayısı herkesin bildiğinden bile çok fazla, biliyoruz!
Hepsine selâm olsun!..
Gönlümüz, ruhumuz ve yüreğimiz onlarla...
Meclis’de müzâkere edilen kânun tasarısında Astsubay unvanı verilen askerlerin
Belli bir süre görev yapdıkdan sonra muhakkak “Subaylığa” yükseltilmesi gerektiği konusunda
Zamânın Başbakanı rahmetli Adnan MENDERES de kendi şerhini açıkca ortaya koydu.
Bu maksatla Meclis Başkanlığına takdim etdiği Kânun Tasarısında bu konuda bakınız Sayın MENDERES neler dedi;
Gördünüz, okudunuz ve anladınız, değil mi?..
Zamânın Başbakanı Sayın MENDERES
Astsubay Kânun’unu yukarıdaki tasarıda okuduğunuz bu şart ile imzâladı.
Ne diyor Sayın MENDERES? “Astsubayların subaylığa yükseltilmeleri esas olarak alındığından ...”
Fakat Kânun’un bu hükmünü Genelkurmay Başkanlarıı hiçbir zamân işletmedi.
Astsubayların belli bir süre görev yapdıkdan sonra subaylığa terfi etmesine imkân verecek iç düzenlemeleri
Zamânın Genelkurmay Başkanı Org. Mehmet Nuri YAMUT yapmadı.
Kendisinden sonra görev alan halefleri de bu Kânun kabul edildikten sonra kasden yapmadı.
Ve Kânun’u bu yönüyle kelimenin tam anlamıyla iğdiş etdiler.
Astsubaylık tarihinde Astsubaylara şu tarihe kadar en büyük kötülüğü yapan kişi,
Sağ tarafınızda tavsırını gördüğünüz işde şu subaydır.
Zottirik Kenan bile ikinci sırada gelir!..
Kendisine birinci sırada yer tutan bu subay;
Ordu içine çöreklenmiş korkak, haysiyetsiz, yüreksiz ve maslahatcı üç beş subay
Kendilerini astsubaylar ile çetin bir rekâbetden korumak için bu Kânun’u delinmez bir zırh olarak kullandı.
Subay ismini verdikleri sahte cennete kendilerini kapatıp kapısını da sıkıca kapatdı. Arkasından kilitledikleri bu sahte cennetin kapısını bugüne kadar kimseye açmadılar.
Bu sahte cenneti, silâh arkadaşları olan astsubaylar ile paylaşmayı hazmedemeyen bâzı subaylar
Daha güçlü, sürekli, dikey ve şeffaf rekâbet imkânı veren, birlik ruhu daha kuvvetli, çalışma şevki ve harp etme azmi yüksek bir ordu teşkil edilmesine bugüne kadar bilerek ve isteyerek engel oldular.
Ordumuzun bugün itibariyle içine yuvarlandığı fesat uçurumuna bakıldığında bu subayların başarılı oldukları gün gibi ortada duruyor.
Mahkemedeki ifâdesinde inkâr etse de Başbakan Sayın Adnan MENDERES’e atfedilen bir söz vardır. “Ben orduyu, Astsubaylar ile de idâre ederim!” dediği söylenir. Astsubay Kânun’una karşı gösterdiği müspet ve şefkât dolu bu tavrına bakılırsa rahmetli MENDERES’in böyle bir söz irâd etmiş olması da gâyet muhtemel görünüyor.
Kimbilir!..
Rahmetli MENDERES belki de kimi subayların kendisine karşı beslediği hasmâne tutumu hissetmiş ve böyle bir Kânun hazırlamışdır.
Olamaz mı?
1951 senesinde meriyyete giren 5802 sayılı Astsubay Kânun’u madde 20’de bakınız neler yazıyor.
Makâlemizin önceki bölümlerinde defalarca ifâde etdik. Astsubay Kânun’unun temelinde, astsubayların belli bir süre görev yapdıkdan sonra subaylığa terfi ettirilmesi şartı vardır. Astsubay Kânun’unun yukarıda gördüğünüz maddesinde 1951 senesinde bu hak teslim edidi ve kararlı bir şekilde kânun’a işlendi.
Yukarıdaki sayfalarda şu dakikaya kadar görüp okuduğunuz üzere
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısındaki Gerekce ve Kânun metninde
Astsubayların belli bir süre görev yapdıkdan sonra subaylığa yükselmeleri esâs alınmış idi.
Fakat bu kânun meriyyete girdikten sonra 27 Mayıs 1960 subay darbesi vurdu Astsubayları bu kez.
Darbeci subaylar aşağıda gördüğünüz 926 sayılı TSK Personel Kânun’u ile 1967’de önce Astsubay Kânun’unu ilgâ etdiler.
Zamânın darbeci Genelkurmay Başkanı Org. Ahmet Cemal TURAL bu kânun’a “ince bir balans ayarı” yapdı. (3) Bu ayar ile Astsubayların Subaylığa yükselmesini sözde yeni esâslara bağladı. Bir başka ifâdeyle astsubayların Subaylığa yükselmelerinin önüne aşılmaz bir duvar ördü.
Bütün bunların üsdüne bir de tüy diken Aristo’cu subaylar
1935 senesindeki 2 sınıflı teşkilâtdan
Sanki marifetmiş gibi
1961 senesinde 3 sınıflı ordu teşkilâtına yöneldiler...
Kendi sınırları içine hapsedilen ve dikey terfi imkânı bulamadığından cinnet geçiren Astsubay zümresinin yanına
Mağdur edilmiş ikinci bir sınıf olarak bu kez de Erbaş’ları dahil etdiler.
Yakın zamanlarda teşkil etdikleri Sözleşmeli Subay/Astsubay/Er sınıfları ile de ordumuzdaki bölünmeye zirve yapdırdılar.
Muvazzaf asker sınıfının sayısı böylece 2’den 6’ya yükseltildi. Fakat subaylar hariç diğer sınıfların hepsi gene kendi rütbe ve sınıflarının içine hapsedildi. Kendi dertleriyle başbaşa bırakıldı.
Mesleğe Astsubay başla, Astsubay bitir.
Erbaş olarak asker ol, Erbaş olarak emekli ol...
Hindistan’da bile artık çökmeye yüz tutan kast düzeninden ne farkı var bunun?
Daha çok sınıf, daha çok ayrışma, daha çok dert...
Bundan daha güzel “Divide E Impera” olabilir mi?
Aristo bile bu kadarını hayâl edemezdi.
Ve “bir hak ver fakat karşılığında en az ve mutlaka bir hak geri al!” ilkesi gene tekerrür etdi.
Yukarıdaki kânun sayfalarında gördüğünüz üzere
Erbaş’lıkdan Astsubaylığa terfi(!) ettirilen asker kişilerin elinden bu kez de Subaylığa yükselme hakkı geri alındı.
Böylece;
Aşağıda gördüğünüz 1967 tarihli kânun mucibince
Subay olmak isteyen Astsubayın önüne 4 şart konuldu...
TEMAD’a verdiği 04 Mayıs 2012 tarihli e-muhtırasında Necdet Bey,
“Subaylığa geçiş miktarının” “%15’den %25’e” çıkartıldığını” yumurtalamışdı.
Beyim, muhtırada bahsetdiğin
%15 rakamı ne idi ki?
%25 dediğin rakam ne oldu?
Söyle de bilelim!..
Bermutâd,
Necdet Bey söylemedi!
Fakat ben sual yolladım kendisine...
Ucu gırmızı mumlu bir istidâ gönderip
Dedim ki;
Tam 21 gece ve 22 gündüz düşündükden sonra
Hemen aşağıdaki çerçevenin içinde siyah beyaz vesikalık tavsırını gördüğünüz Necdet Bey
Şöyle bir cevâb yolladı bana.
Subay olarak sen tâ 1826 senesinden beri “tam maaş” ile emekli oluyorsan
63 seneden beridir neredeyse “çeyrek maaş” ile emekli etdiğin Astsubayların
Hâlinden memnun olmasını bekleyemezsin!
Hayat denen mefhum
Hakikâtler üzerinde devinir.
Leylek lakırdısı
İnsan eylemez!
Tekeden teleme çıkartmaz,
Geniş garınlı
Goca mideli
Geri kafalı siyâsetci ağzıyla sıkılmış palavradan öte bir mânâ ifâde etmez.
Nefes soluduğumuz şu 2014 senesi itibariyle ordumuzda
Astsubayların subaylığa yükselmeleri için
Değil bu engelleri aşmaları
Ağızlarıyla angıt guşu tutmaları bile yeterli olmayacak bundan kelli.
Astsubayların Subaylığa yükselmesini Genelkurmay Başkanları o kadar zorlaşdırdı ki.
“Subay olmak için Astsubaylardan istenen şartlar” listesine
Bu kez de “subay olmaya engel hâller” listesini eklediler.
Harb okuluna girişde aradıkları koşullardan bile daha fazlasını
Subay olmak isteyen Astsubayların önüne koyuyorlar.
Astsubaylıkdan subaylığa terfi şartlarını düzenleyen 926 sayılı TSK Personel Kânun’unun 109’uncu maddesinde;
Astsubayı asla Subay yapmam demenin başka yolu olabilir mi?
21 Mayıs 1952 tarihli Astsubay Yönetmeliğine göre
O vakit ordumuzda görevli bir Astsubaya dikey terfi fırsatı veren üç tercih hakkı var idi;
Bugün meriyyetde olan 926 sayılı TSK Personel Kânun’unda bile Astsubayların bu kadar tercih hakkı yok!
Her türlü sınavı kazanarak Astsubaylıkdan Subaylığa terfi eden Teğmenleri kıdem sırasında bakınız tâ nereye yazdılar;
Bu sıralamayı yapan Aristo’cu akl-ı evvel subaylar
Biraz daha cebretseler
Teğmen olan Astsubayları
Yedek subay dedikleri Asteğmenin altına yazacaklar!.
Dedikleri her şeyi yapdı. Subay nasbedildi. Fakat aldığı sicil numarasında bile Asubay olduğunu yüzüne vurdular. Hatırladığım kadarıyla Asubaydan Subaylığa terfi edenlerin sicilleri Asubay anlamına gelen ‘A-’ ile başlıyor. Deniz kuvvetlerinde ise sâdece Asubaylıkdan Subaylığa terfi edenlerin sicilleri Güverte anlamına gelen ‘G-’ ile başlıyor.
Kara Kuvvetlerinden bir arkadaşım sınavları kazandı ve Teğmenliğe terfi etdi. Subay olmasına rağmen sicil numarası “A” harfi ile başlıyordu. Sebebini sordum. “Subay oldum. Fakat bana hâlâ Astsubay muamelesi yapıyorlar!” dedi...
Subaylığa terfi edebilmek için
Subayların iki dodağının arasından çıkan her şeyi ferman belleyip hepsini başarıyla yapdı.
İbrişimden ince iplik olup iğne deliğinden geçdi
Deve olup hendek atladı
Cin olup şişeden çıkdı
Zağanos olup ağzıyla anka guşu yakaladı
Fakat
Sicil numarası almaya gelince
Subay olamadı...
1935 senesinde ATATÜRK’ün kendi eliyle ‘Asubay’ şeklinde türetdiği kelimeye
Astsubay dedikleri askerler için çıkartdıkları kânun ile
1951 senesinde yapılan al takke ver külâh faslında
5802 sayılı Astsubay Kânun’una aşağıdaki hükümler dâhil edildi:
Yukarıda gördüğünüz kânun ile
Ve dahi şunlar yapıldı;
Aslında 5802 sayılı Astsubay Kânun’u ile bir değil fakat iki asker sınıfı teşkil edildi. İkinci asker sınıfının adı da Subaylık.
Burada tuhaf olan durum ise şudur. 5802 sayılı Kânun, Astsubay Kânun’udur. Fakat yeni bir sınıf olan Subay sınıfının, Astsubay Kânun’u ile teşkil edilmesi hayli dikkat çeken bir hususdur.
Sen ‘Astsubaylar’ için bir kânun kabul ediyorsun. Bu kânun’un içine de yeni teşkil etdiğin ‘Subay’ sınıfını sokuşduruyorsun. Kendi kânunları dururken Subayların, Astsubay Kânun’una saklanmaları hayra alâmet değil! Bu ürkekliği ifâde edecek kelime bulamıyorum. Zamânın Genelkurmay Başkanı Orgeneral M. Nuri YAMUT’un böyle hülleli bir yol tutması tuhaf görünüyor.
Biz Genelkurmay Başkanlarımızı goltuklarında oturur zannederdik. Meğer yeni sınıf asker peydahlamak için gurka yatarlar imiş. Gurkdan kalkdıklarında, hemen oracıkda yeni sınıf askerleri çıkartdılar.
Tarih, bu sene 2014. Bu tarih itibariyle ordumuzda birbirinden tamemen farklı tam 7 (yedi) sınıf asker görev yapıyor. Bunların hepsi de muvazzaf. Bu sayıya sözleşmeli subay ve astsubayı da dahil edersek rakkam 9 oluyor. Her biri kendi içine kapanmış, birbirinden tamamen kopartılmış, birbirini umursamayan ve hattâ görmezden gelen tam 9 sınıf asker.
Şunca ömrün sahibiyim.
Girş çıkış tam 34 sene hizmet etdim ordumuza. General/Amiral unvanı ile bilinen muvazzaf bir asker sınıfına hiç rastlamadım bugüne kadar.
Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey’e sordum. Böyle bir asker sınıfı hangi mevzuatda yazıyor diye.
Biliniz bakalım ne yapdı Necdet Bey?..
1951 senesinde
T.C. Ordumuzun tarihinde ilk defa “Astsubaylık” unvanı verilen yeni bir asker sınıfı teşkil edildi. Yapılan bu rütbe/sınıf tanzimiyle ordumuzdaki yekpâre teşkilât yapısı paramparça edildi.
Osmanlı Devletinden miras aldığımız “Er’likden Generalliğe” terfi imkânı veren teşkilât yapısı terkedildi. Astsubay ve Subay sınıfı arasına kalın ve aşılmaz duvarlar inşâ edildi. Her biri kendi içine hapsedilmiş iki ayrı sınıf türetildi. Subay sınıfı devletin her türlü imkânı ile beslenip büyütüldü. Astsubaylar ise Subayların bu saltanatını, karın tokluğuna muhafıza eden askerleri oldu.
Bugün dahi sıkıntısını yaşadığımız ayrışma-bölünme-ötekileşdirme
Ve bunun neticesi olarak da 2002 senesinden itibaren ordumuzun itildidiği parçalanma-dağılma sürecine giden yollar açıldı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin
ATATÜRK’ün oturtduğu mahrekden uzaklaşdırılması ve
Sömürgen devletlerin çekim alanına girmesini araştırmak isteyecek hamiyyetperver bilim adamları
Ordumuzdaki bu ağulu ve kumpasvârî yapılanmada ihânetinin derin ve silinmez ayak izlerini bulabilirler.
Kasapdaki ete
Bir kelle acı soğan dahi doğramayan Köstebek Hilmi
Türk’ün tarihinde
Türk Askerinin başına ilk defa çuval geçirtdi.
Üsdelik müttefik belleyip goynuna tünediği Coni’ye yapdırdı bunu.
Sonra
Türk Milleti,
Coni’den özür dilemesini beklerken
Hâfıza dumuruna uğrayan bu köstebek
Üç bin senelik şanlı bir tarihin sancağını dalgalandıran Türk Ordusunun komutanı olduğunu unutup
Yüzü hiç kızarmadan çıkıp meydâne
Soyu sopu iki yüz senelik bir devlet’e “büyük devlet” diyecek kadar alçaldı ve
“Coni, büyük devletdir. Özür dilemeler büyük olaylarda olur!” diye yumurtalayıverdi ağzından. (4)
Sokak arkadaşlarının Köstebek dediği Hilmi’ye
Bu sebepden dolayı “başına çuval giyen Paşa” lakâbını lâyık gördü Türk Milleti...
Üç beş vakit önce ahiret dolmuşunun en ön koltuğunda
Azrail (as)’ın kendisine sessizce sâdece gidiş bileti kesdiği paşamız
Goltuğunda bir sene daha oturmak bahasına
Çifte vatandaş çilli Başbakan Tansu’yu kasdederek;
“Tansu Hanım takk diye emrediyor,
Ben de şakk diye yapıyorum!” diyen Genelkurmay Başkanı Doğan GÜREŞ’in gıçına
Etekli bir vekilimiz İmran AYKUT, etek giydirdi...
Ve Türk Milleti bu paşamıza “Gıçına etek giyen Paşa” unvanını lâyık gördü. (5)
Memur, kalemini,
Asker; silâhını konuşdurur!..
Memurun mahâreti kaleminin ucunda,
Askerin celâdeti silâhının ucundadır...
Memur, kendisi için yaşar ya da yaşatır
Fakat
Asker;
Vatanı için ölür,
Vatanı için öldürür.
Askerin sanatı, savaş; vazifesi, ölmek ve öldürmekdir...
Bu hususiyetlerinden dolayı
Askerlik mesleğini dünyadaki hiçbir meslek ile kıyaslamanın imkânı yokdur!
Çünkü askerin vazifesi, düşman denen insanları öldürmekdir.
Görevi insan öldürmek olan başka bir meslek var mı şu dâr-ı dünyada?
Hele bir Türk subayının kamuoyu önüne çıkıp da kendi askerleri için
“Bizler memuruz!” dediği görülmüş, duyulmuş değildir.
Fakat, O yapdı!...
Şu lafa bakar mısınız?..
Aşağıdaki konuşmasında, “Asker, memurdur!” diyor.
Hulusi Agamız, devletin kendisini
Vatan uğruna ölmek ve
Düşmanları öldürmek için beslediğinin hâlâ farkında değil demek ki...
Yiğitlik, vurmayınan,
Agalık da vermeyinen...
Şimdi imtihan sırası sende Hulusi Aga!..
Bakalım bu millet sana hangi lakâbı münasip görecek!...
Şu anda 2014 senesini idrâk ediyoruz.
Aradan 63 sene geçmesine rağmen astsubayların subaylığa terfi etmeleri
Subaylar için hâlâ tam anlamıyla bir kâbus değil mi?
Rekâbetsiz bir ortamda masada kalem oynatarak ya da elleri gıçında dolaşarak terfi etmekden hangi subay vazgeçer?
Generallik/amirallik makâmlarını astsubaylar ile paylaşmayı
Hele hele
O yumuşak goltuklarını
Astsubaylara kapdırmaya hangi subay tahammül edebilir?
Eh, peki yiğidim!
Mâdem ki vaziyet bu kadar berbad öyleyse olmayacak duaya niçin âmin diyorsun, diyenleri duyar gibiyim.
Olmayacak duaya âmin demek bizim işimiz değil!
Demeye niyetimiz de yok!
Biz,
Olanlardan bahsediyor ve
Ordumuzda olacakları muştuluyoruz.
Leyleğin ömrü lakırtı ile geçer.
Genelkurmay Başkan’ının bir fincan acı gayfesini içip irşâd olduğunu zanneden bizim boyalı cilâlı gazetecilerimiz de
Biz astsubayları Genelkurmay Başkanlarının yalan-dolan pamuk helvâ dadında kof lakırtılarıyla avutadursun.
Bakınız Con’in ordusunda neler oluyor!
Zamânında uygun fırsat bulamayan
Ya da
Mesleğe iyi başlangıç yapamayan Erat’ın
Yeni bir fırsatı hak etdiğine inanmak gibi son derece insanî bir gerekceyle hareket eden Coni’nin Genelkurmay Başkanları
Kendi Er’lerine Orgeneral/Oramiralliğe kadar terfi etmek fırsatı verebiliyor.
Er olarak askerliğe başlayan askerler;
Subay,
Kuvvet Komutanı,
Hattâ
Genelkurmay Başkanı dahi olabiliyor.
Bu kural bizim subayların yapdığı gibi labada-hindiba-ebegümeci salatası değil!
Lafda kalmıyor.
İşde örneği;
J. Mike BOORDA, lise eğitimini yarıda bırakıp 1956 senesinde Coni’lerin Deniz Kuvvetlerine Er olarak girdi. Özgürlükler ve sonsuz fırsatlar ülkesinde Kânun’larının kendisine tanıdığı eşit, sürekli ve şeffaf terfi hakkını kullandı. Önce Astsubay oldu. Sonra da subay. Ve Oramiralliğe kadar terfi etdi. Harp okulu mezunu denizci subaylardan daha zeki ve kabiliyetliydi.
Oramiral BOORDA, 1994 senesinde Coni’lerin Deniz Kuvvetleri Komutanı oldu.
BOORDA, öğrencilik döneminde kifâyetli eğitim imkânı bulamayan askerleri kendilerini gelişdirmesi yönünde sürekli olarak teşvik etdi. Mesleğinde yükselecek yeteneği haiz Erlerin ve Astsubayların ordudaki en yüksek rütbelere ve makâmlara kadar yükselmesini samimî olarak destekledi. Deniz Erlerine bu eğitim fırsatını vermek üzere kendisinin STA-21 adını verdiği eğitim müfredatını tatbik etmeye başladı. Çünkü sürekli, şeffaf ve eşit fırsatlar verilen rekâbet ortamında yerine göre Er’lerin ya da Astsubayların dahi kahraman olabileceğini kendisi harp meydanlarında bizzat yaşadı ve gördü.
Yurtdışı görevindeyken Napoli’de bu subay ile defalarca biraraya geldik. Törenlerde, toplantılarda sohbet etdik. Tavsırında görüldüğü gibi kendisi temiz yüzlü, son derece kibar, mütevazı, neş’eli ve insan canlısı bir subay idi. O zaman Oramiral idi. Sohbetlerinde Er’likden Astsubaylığa ve sonra da Oramiralliğe kadar nasıl terfi etdiğini iftiharla anlatırdı.
Tek örnek bu değil elbet!
Larry D. Welch, 1951 senesinde Hava Kuvvetlerine Er rütbesiyle girdi. 1960 senesinde başlatılan “Er’likden Orgeneralliğe Terfi” düzenlemesi kapsamında Orgeneralliğe kadar terfi etdi. Harp okulu mezunu binlerce havacı subayın arasından sıyrılıp 1986 senesinde Coni’nin Hava Kuvvetlerine Komutan oldu.
John SHALİKASHVİLİ, 1958 senesinde Kara Kuvvetlerine Er olarak girdi. Orgeneralliğe kadar terfi etdi. Harp okulu mezunu binlerce subaya nal toplatan Gürcü John, 1993 senesinde Coni’lere Genelkurmay Başkanı oldu. (bkz.)
Yukarıda anlattıklarımız çok uzaklarda zuhur etmiyor! Atlantik deryâsının hemen öteki yamacında... Karargâhda kendi yıldızlarını parlatmakla meşgul olan Conisever subaylarımızın bu olup bitenlerden haberi var mı? Var elbet!..
Peki bu konu hakkında ortaya dökecek bir tek fikirleri var mı acap? Mamayı sâdece kendi midelerine akıtan subaylarımız bu çeşmenin suyunun bir 60 sene daha böyle çağıldaya çağıldaya haksızlığa akacağına gerçekden inanıyorlar mı?
Ağzının sularını akıtarak peşinden koşduğun adamlar kendi erlerine “orgeneralliğe” kadar terfi imkânı veriyor. Peki sen ne yapıyorsun? Kendine ezel-ebed “baş” lığı hak ve layık gördün. Ayaklar, baş olamaz dedin utanmadan. Harbiye’de, birinci sınıf iaşeler ile büyütüldün. Cumhurbaşkanı olacaksın ninnileriyle uyutuldun.
Peki,
Orası tâ Atlantik ötesi...
Sen buralardan haber ver!
Şimdi,
2014 senesinin şu günlerinde yaşayan Astsubayların vaziyeti
1908 senesinde ordumuzda görev yapan Erlerden bile daha da kötüdür desem?
İtimat buyurur musunuz?..
Önümüzü görebilmek için arkamıza doğru bakmamızın şart olduğunu makâlemizin birinci bölümünde söyledik.
İtimat buyurmayan sınasın!
Tuhaf da olsa gerçek vaziyet bu! Böyle yapıyoruz hepimiz.
Önemine binaen başka bir örnekle konumuzu berkitelim ve
Evvel’in ağulu sularında başlayan hak arama yolculuğumuza
Âhir’e doğru devâm edelim.
Arabanızın sürücü koltuğuna oturduğunuzda, bakınız!
Karşınızda kaç ayna var?
Dikkat etdiniz mi?
Bu aynalar hangi istikâmeti gösteriyor?
Tekrar sayalım;
Etdi tam 3 ayna.
Hepsi de sürdüğümüz aracın
Önünü değil fakat arka tarafını kolaçan etmek için.
Yanlış mı?
İşde meydan! Haydi bakalım. Sökün dikiz aynalarının hepsini ve çıkın yola!..
Gevur bu! Elzem olmasa imâl etdiği arabalara fazladan bir tek vida takmaz.
Akış sırası itibâriyle aslında olup bitmesine rağmen geçmişde kaldığını zannetdiğimiz zamân ve olaylar silsilesi, biz farkına varamasak bile önümüzdeki zamân ve olaylar dizisini şekillendirir.
İşde sırf bu yüzdendir ki aracımızı kullanırken bir kez önümüze, ileriye doğru bakarız.
Fakat geriye doğru ise üç kere bakarız.
Üç ayrı dikiz aynası ile arkamızdaki olayları takip etmek istediğimize göre
Geçmişde kalan durumların
Geleceğimizi biçimlendirmede aslında önümüzdeki vaziyetden daha önemli olduğunu sessizce itiraf ederiz.
Şimdi, bu sessiz itirafımızı ete kemiğe büründürelim.
Her üç dikiz aynasına bakalım...
Ve
Bugün önümüzde duran hakikatler kadar önemli bir hakikati
Geçmişden alıp gözümüzün ve aklımızın önüne koyalım hep beraber.
1826 senesinden 1908 senesine kadar ordumuzda tatbik edilen
Âsakir-i Mansure-i Muhammediye isimli Kânûn’a bir dikiz atalım şöyle.
Bugün Coni’nin ordusunda mevcut olan terfi silsilesinin neredeyse aynısı.
Kendi ordularında bugün geçerli olan terfi esaslarını Coni’ler kimbilir belki de biz Türklerden aşırdı?..
Ya da
Velev desek ki
Osmanlı Ordusunda Küçük Zâbit Mekteplerinden 1910’lu senelerde mezun edilen
Küçük Zâbit ya da bugünün tabiriyle Astsubayların
General rütbesine kadar yükseldiğini fâş eylesek?!!
İkinci Meşrutiyet’in ilânından hemen sonra
Büyük Osmanlı Devletimizin açdığı Küçük Zabit (Astsubay) Okullarından Onbaşı ve Çavuş rütbesiyle mezun oldular.
Tek dişi kalmış garbî canavarların
Memleketimizi paylaşmak için peydahladıkları Birinci Cihân ve Balkan Hârblerinde
Yurdumuzu müdafaa etmek için ATATÜRK ile beraber her cephelere koşdular.
Bu Küçük Zâbitlerin
Çoğu, geri gelmedi...
Mukaddes bildikleri vatanlarını uğruna gözlerini kırpmadan şahâdet şerbetini içdiler...
Bugün kimilerinin burun kıvırdığı ve inkâr etmeye yeltendiği Osmanlı Devletinin yetişdirdiği Küçük Zâbitlerin
Memleket müdafaasında ordumuzun vurucu gücünü teşkli etdiğini ATATÜRK bizzat gördü.
Onbaşı ve Çavuş rütbesiyle cephelere koşup
Yedi düvel ile cenk eden Küçük Zâbitlerden
Gâzi olanların hemen hepsi Zâbitliğe terfi etdi. Ve üsteğmen, yüzbaşı, binbaşı olarak geri geldiler.
Çok başarılı Küçük Zâbitleri bizzat tespit eden ATATÜRK,
Onları önce zâbitliğe terfi ettirdi
Sonra da
Erkan-ı Hârbiye’de kurmaylık eğitimine gönderdi.
Ve bu Küçük Zâbitler
Kurmay Subay oldular...
ATATÜRK,
Küçük Zâbitleri
Zâbitlerden hiçbir zaman ayrı tutmadı.
ATATÜRK,
Küçük Zâbitleri, ordunun müstakbel Zâbitleri olarak gördü hep.
ATATÜRK,
Küçük Zâbitlere sürekli ve dikey terfi imkânları verdi. Onları Zâbitliğe yükselmeleri için eğitdi, ödüllendirdi, teşvik etdi.
Başkomutan’ın dikey terfi imkânı verdiği Küçük Zâbitlerin (Astsubayların) çoğu
Cumhuriyet Ordusunda Albay rütbesine kadar yükseldi.
Ve hattâ
General rütbesine kadar terfi etdiler...
Şimdiki Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey’in boynunda
7 yabancı memleketden aldığı tam 7 dâne çil çil madalya var.
Liyâkat madalyalarını boynuna takması için Genelkurmay Başkanlarımız
Yabancı devlet adamlarının huzurunda başlarını öne eğmekde tereddüt etmiyor.
O ülkelerin ordularında neler oluyor?
Astsubayların hak ve hukuku nicedir?
Ve dahi
Senin ataların neler yapmışlar?
Madalyayı boynunuza takdırırken öne eğdiğiniz başınızı şöyle bir kaldırıp da
O ülkenin astsubaylarının durumuna
Ya da
Atalarınızın 100 sene evvel yapdıklarına niye bakmazsınız?
Atatürk size, akıl ve bilimi mirâs bırakdı.
Fakat sizlerden kimileri
Devletin mamalarının mirâs bırakıldığını farz ve kabul etdiniz.
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısı, her astsubayın bir zaman sonra subay olmasını şart koşdu. Fakat Genelkurmay Başkanlarımız, astsubayların subaylığa geçişini kasıtlı olarak zorlaşdırdı. Hattâ zımnen engelledi. Kânun’un yürürlükden kaldırıldığı 1967 senesine kadar subaylığa terfi ettirlen astsubay sayısı iki elin parmaklarından fazla değildir. Belli sınıflardan her sene üç-beş astsubayı göstermelik olarak subaylığa terfi ettiren Genelkurmay Başkanlarımız
Subay sınıfını tam anlamıyla ipekden bir koza içinde korumaya aldı.
Her türlü rekâbete kapalı olan mevcut terfi esasına göre teğmen olarak göreve başlayan subaylar
Otursalar bile albay rütbesine kadar yükselmeyi daha mezun olduğu gün cebine indiriyor.
Astsubay rütbesindeki askerleri 5802 sayılı Kânun’un içine hapseden Genelkurmay Başkanları rekâbete kapalı bir ortamda dikensiz gül bahçesinde askerlik yapmanın tadını çıkartıyor. İtiyad hâline getirdikleri subay darbeleriyle devlet erkini eline geçiren arsız ve darbeci subaylar devletin her türlü imkânını kendi midesine akıtarak da imtiyazlı bir duruma geldiler.
Genelkurmay Başkanlarımız,
Subaylar lehine tam bir imtiyazlılar ordusu peydahlıyorlar...
Hani ordumuz, milletimizin bağrından çıkıp gelmişdi sayın başkanlarım?
Kimi Subaylarımız hep;
Askerin üstünde üst asker,
Memurun üstünde üst memur,
Siyâsetin üsdünde üst siyâsetci,
Devletin üstünde devlet oldular.
Sömürgen batı medeniyetinin icâdı olan “Divide Et Impera” yönteminin başka bir çeşidini Hulusi Agam tatbik ediyor bugünlerde...
“Sizden daha kötü durumda olan vatandaşlara bakın ve hâlinize şükredin!” demiş agamız. Bu yöntemin adı da herhâlde “sınıf kılıfıyla sömürü!” olsa gerekdir. (bkz.)
Gerek biz Astsubaylara çaycı diyen İkinci Başkan Yaşar Efendinin
Gerekse Hulusi Aga’nın bugünlerde tatbik etdiği sınıf sömürüsünü geçmiş tarihlerde de başka subaylar fakat gene aynı yöntemlerle tatbik etdiler.
Ve ordumuzun bir tarafını çeşitli isimlerle hep baskı altında tutdular.
Bu maddî ve mânevi dayatmaların adı;
Bugünün Genelkurmay Başkanı Necdet Bey ve şürekâsı;
İçinde yaşadığımız şu 2014 senesinde dahi astsubayların tepesinde hoyratca sallandırıyor.
Cesur, temkinli, sabırlı ve azimli bir kişiliğe sahip idi. 28 Temmuz 1808 tarihinde padişahlık tahtına oturduğunda 23 yaşındaydı. Zeki ve bilgili bir insan olan 30 uncu padişahımız Sultan İkinci Mahmud, Avrupa'daki çağdaşlaşma faaliyetlerini yakından takip etdi. Adâlet işlerine büyük ehemmiyet Verdi. Yeni kânun ve tüzükler hazırlatdı. Bu sebepden dolayı millet kendisine "Adlî" unvanını verdi.
Sultan İkinci Mahmud; Osmanlı Ordusunun terfi, tayin ve özlük haklarını tanzim eden bir kânûn irat etdi. Bugün bizim bildiğimiz İç Hizmet ve Personel Kânûn’unun birleşimi olan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye Kânûnnâmesi isimli kânun ile aynı zamanda emeklilik maaşları askerî mevzuatıma ilk defa duhûl eyledi.
7 Temmuz 1826 tarihli söze konu işbu Kânûnnâme ile
Büyük Osmanlı Devlet Ordusunda askerlerimiz
İhtiyarlayıncaya kadar vazife yapdıkdan sonra
Rütbesine bakılmaksızın hepsi “tam maaş” ile emekli ediliyor idi.
Bu bilgiyi aşağıda gördüğünüz kânûn hükmünden öğreniyoruz.
Büyük Osmanlı Devleti ömrünü tamamlayıp da
Tarihdeki yerini Türkiye Cumhriyeti’ne emânet etdikden sonra
Başda ATATÜRK olmak üzere Cumhuriyeti’n kurucu irâdesi bile
O tarihde Küçük Zâbit unvanı verilen Astsubayların
Tam maaş ile emeklilik hakkına dokunmadı.
Astsubayların bu mukaddes hakkına saygı gösteren Cumhuriyet’in mümtaz devlet adamlarından
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK,
Başbakan İsmet İNÖNÜ
Ve
Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi ÇAKMAK
1929 senesinde kabul etdikleri yeni kânun ile
Padişahımız Sultan İkinci Mahmud’un fermânına saygı gösterdi.
Tam 11 sene sonra
O vakitlerde Gedikli Erbaş dedikleri Astsubayların emeklilik maaşı tekrar Meclis gündemine geldi.
Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ
Başbakan Refik SAYDAM
Ve
Efsanevî asker
Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi ÇAKMAK
Hem Padişahımız Sultan İkinci Mahmud’un
Hem de Başkomutan ATATÜRK’ün vasiyetine dokunmadı.
Astsubayları “tam maaş” ile emekli etmeye devâm etdiler.
Cumhuriyet sonrasında yaşadığımız açlı, yokluk ve kıtlık dönemlerinde bile devletimiz
Emekli etdiği Gedikli Küçük Zâbit,
Gedikli Erbaş
Ya da bugünkü unvanıyla
Astsubay dediğimiz askerlerine “tam maaş” bağladı.
Fakat
1950 senesine geldiğimizde
Ordumuzu idâre eden NATO’cu ve Aristo’cu Subaylarımız
Hem Padişahımız Sultan İkinci Mahmud’un
Hem Cumhurbaşkanı ATATÜRK’ün
Ve dahi Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün bu emânetine hıyânet etdiler...
Önce
Gedikli Küçük Zâbitleri, Gedikli Erbaş yapdılar 1950 senesinde
Sonra
Gedikli Erbaşları bu kez de Astsubay yapdılar 1951’de.
Ve
Astsubay unvanını verdikleri askerlerin emekli maaşlarının “yarısını” gasp etdiler.
1967 senesinde gasp edilen subaylığa terfi hakkımızı da elimizden aldılar.
Bugün Astsubay unvanı taşıyan asker kişiler
23 Mart 1950 tarihini asla unutmasınlar.
Astsubaylık şuurunu yüreğinde ve Astsubaylık mühürünü alnında şerefle taşıyan her meslekdaşımız şunu çok iyi bilsin!
Türkiye Cumhuriyeti ordusunda Astsubay haklarının gasp edilmesinin başlangıç tarihi 23 Mart 1950’dir.
Hâfıza-i beşer, nisyân ile mâlûl ise şâyet
5619 sayılı Kânun ile bu tarihde neler olduğunu muhakkak tekrar etmemiz gerekir.
1. “Tam maaş” ile emekli hakkımızı şöyle gasp etdiler;
İşde burada gördüğünüz işlem,
Astsubaylara 64 seneden beri yapılmış en büyük haksızlık ve ihânetdir.
Bunu yapan asker ise yukarıda sağ tarafda tavsırını gördüğünüz
Zamânın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT’dur.
2. Sınıfımızı Gedikli Subaylıkdan Gedikli Erbaş’lığa tenzil etdiler.
Özellikle 1950 senesinden buyana Astsubay haklarındaki değişmelere bakıldığında
Verilen bir hak karşılığında başka bir hakkın mutlak suretde geri alındığını görüyoruz.
Meclis, bir kânun kabul etmiş. Bu kânun ile Astsubay denen asker kişilere yeni bir hak verilmiş.
Fakat o tarihe kadar mevcut olan başka bir hak, aynı kânun ile geri alınmış.
Bir başka ifâdeyle bir hak vermiş ve bunun karşılığında elimizden başka bir hakkı geri alınmış.
Son 60 seneden beridir Astsubay haklarındaki savrulmalara bakdığımızda
Kenya Cumhuriyetinin kurucusu ve
ilk Cumhurbaşkanı olan Jomo KENYATTA’nın anlatdığı ibretlik bir kıssa aklıma geldi.
Teveccüh buyurursanız şâyet hatırlatalım.
Bakınız, Sayın KENYATTA ne dedi bu hususda;
“Papaz cübbesi giymiş Avrupa’lı hıristiyan sömürgeciler memleketimize geldiklerinde
Onların avucunda İncil vardı,
Bizim avucumuzda ise topraklarımız...
Bize, “gözlerinizi kapatın ve dua edin!” dediler.
O papazlara inandık, ve dediklerini yapdık!..
Bir vakit sonra gözlerimizi açtığımızda bir de gördük ki
Onların İncil’i bizim avucumuzda idi.
Bizim topraklarımız da Avrupalı sömürgeci papazların avucunda... (6)
T.C. Ordusunda biz astsubayların vaziyeti
Tam da zenci Jomo’nun ifâde etdiği minval üzeredir.
Genelkurmay Başkanlarımız biz Astsubaylara bir hak verdiklerinde
Gördük ki karşılığında mutlaka başka bir hakkı geri aldılar.
Dün; Küçük Zâbit,
Gedikli Küçük Zâbit,
1950 senesinde Gedikli Erbaş unvanı verillen
1951 senesinden beri de bugün hâlâ Astsubay denilen asker kişilerin;
Peki,
Bütün haksızlıklardan bir çırpıda kurtulmanın yolu var mı?
Evet!..
Bilmediğimiz, anlamadığımız şeyleri benimsemeyiz ve korkarız onlardan.
Gördüğümüzü anlarsak şâyet sahipleniriz.
El, kantar; göz, terâzi dedik ve
Tarihin tozlu, rutubetli dehlizinde
Unutulmaya yüz tutmuş 1951 tarihli ve 5802 Astsubay Kânun’unu
2014 senesi itibariyle
Vicdânımız ve aklımızın emrine râm olup
Sabır ve sebât ile sonuçlandırdığımız bu tetkik neticesinde
El yordamıyla ölçdük
Parmak hesâbı ile saydık!..
Kayıtcının görevi
Bakıp, görüp, bulup, anlayıp, kayıt etmekdir.
Eski Tüfek, vazifesini yapdı!..
5802 sayılı Astsubay Kânun’u ile 1951 senesinde Gedikli Erbaşlara verilen Subay olma hakkını aradı, buldu, anladı...
Aradığımızı biliyor idik,
Ve nihâyet
Bulduğumuzu anladık!..
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT
Millî Savunma Bakanı Ahmet Hulusi KÖYMEN
Ve dahi
Başbakanı Adnan MENDERES’in
Biz Astsubaylara söz verdiği
Subay olmak hakkı
Tam 63 sene sonra
Bugün tekrar bizim oldu!..
Bunca zamândan beridir T.C. Ordusunun Astsubaylarına revâ görülen;
63 sene Evvel’de bizden gasp edilen bu hakkımızı
Âhir’e bırakmıyor
Ve
Biz Astsubaylar
Subay olmak hakkımızı
Bugün hemen geri istiyoruz!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Okumak için resimleri tıklayınız!
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -1-
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -2-
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -3-