Türk Silahlı Kuvvetlerinde ve toplumda bir meslek grubu olarak astsubay sorunlarını incelerken; psikoloji, sosyoloji, davranış bilimi, eğitim, sağlık, temel insan hakları, hukuk ve diğer birbirine ilintili bir çok kavramı bilmeden, konu hakkında bir şeyler söylemek eksik olabilir. Yıllar yılı siyaset kurumunun, idare olarak genelkurmay başkanlığının; yok saydığı, varlığını göremediği, toplumun yeterince bilgi sahibi olmadığı, astsubay sorunlarının; iki üç yıldır Türkiye Emekli Astsubaylar Derneğinin öncülüğünde kamuoyu önünde tartışılması, öncelikli olarak hükümet ve genelkurmayın soruna; bilim dışı yetersiz ve sakat bakışının eseridir. Bugünkü haliyle bu sorunlara dikkat çekme, ölüm orucu eylemiyle vücut buluyorsa; durum üzerinde herkesin düşünmesi gereken, bir ciddiyeti ifade ediyor demektir. Bu nedenle emekli astsubay eylemlerine gayri ciddi yaklaşılamaz.
Anayasalar, yasalar, yönetmelikler, uygulamalar değişmez- değiştirilemez şeyler değillerdir. Genel olarak silahlı kuvvetler içinde bir meslek grubu olarak astsubayların eğitim ve öğretimle başlayan, ağır insan hakları ihlalleri ve ötekileştirmeyle sürüp giden; temelde üç dört başlık altında toplanabilecek insanı, sosyolojik, psikolojik ve ekonomik, kronik sorunları vardır. Uygarlığın geldiği bugünkü seviyede ve insan yaşamındaki baş döndürücü hızlı değişimin karşısında, bırakınız sorunların çözümünü, sorunların altmış yıl önceki haliyle kalmış olması, bir ülke ve yönetenler için utanç duyulması gereken seviyedir. Özetle; bugün bir emekli astsubay Başkentin göbeğinde ölüm orucuna yatıyorsa; sorunun çözümünde ne kadar geç kalındığının kanıtı değilse, başka nedir? Bu durum ciddi bir duyarsızlığın sonucudur.
Geçmişte astsubay okullarında neredeyse işkence eksenli uygulanan eğitim ve öğretim, birliklere her yönüyle yetişmiş bir astsubaydan daha çok travmalı bir kişilik yetiştirmiştir. Birlikler içinde sadece astsubay olmasından kaynaklanan; hukuki, psikolojik, insanı ve ekonomik sorunları altında ezilen bu meslek grubu, ötekileştirmenin ve insan hakları ihlallerinin en ağırını yaşamıştır. Ve bu durum bir gelenek haline gelmiştir. Çoğu zaman anayasa, yasalar, yönetmelikler astsubaylar için bir emirden daha geçerli olamamıştır. Hak arama yolları tıkanmış, yetkisini yasadan almayan ya da yetkisini aşan bir subayın kişisel insafına terk edilmiştir. Bu uygulamaların sadece bir kısmını bile anlatmaya kalkmak bugünkü bilinç düzeyinde çok sayıda subayı utandırabilir. Dolayısıyla bunca yıllık bir tarihe sahip astsubay sorunlarının bugün Temad tarafından seslendirilmesinden daha doğal bir şey olamaz. Bir sivil toplum örgütü olarak Temad özetle; sürekli kanayan mesleki ve sosyal bir yaranın kabuğudur.
Peki astsubaylar ne istiyor? Ne olabilir ki her şeyden önce insan olmaktan kaynaklanan onurlarına saygı istiyorlar. Ötekileştirmenin insan haklarına aykırı olduğunu duyurmaya çalışıyorlar. Statü olarak astsubay olmanın kişilik seviyesi olmadığını anlatmaya çalışıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Ordusunda yani milletin ordusuna aidiyet duymalarını ruhlarında hissetmek istiyorlar. Gayri insani bütün uygulamaların kaldırılmasını istiyorlar. Özetle huzur bulmak istiyorlar. Ankara’da yürüyen yüz yirmi bin emekli astsubay, çalışan ve ailesi, varlığını; kamuoyuna, hükümete ve genelkurmaya hissettirmek istiyor. Yetkilileri vicdanlı ve adil olmaya çağırıyor. Teröristle pazarlık masasına oturanları, onlarla mücadele eden insanlar olarak insafa davet etmek için yürüyorlar.
Temad yurt genelindeki şubeleriyle örgütlü bir sosyal yapı olarak dimdik ayaktadır. Mücadelesinin bugün geldiği nokta, sadece yukarıda belirtilen sorunların bir çözümüne dikkat çekmektir. Bu örgütlü mücadeleyi yetkili yetkisiz hiç kimse ama hiç kimse hafife almamalıdır. Temad’ın duyarlığını yanlış okumamalıdır. Hal böyle iken, genelkurmay kaynaklı çözüm amaçlı göstermelik girişimlerle, Temad dışında astsubay üçüncü kişilerle ilişkileri gayri ciddi buluyorum. Halen değişmeyi başaramamış bir idarenin, yetersiz düşüncesini de anlamakta gerçekten zorlanıyorum.
Tüm meslektaşlarıma mücadele azmiyle dolu sağlıklı, mutlu ve onurlu bir yaşam diliyorum.
H.İhsan Sönmez
Yetmişli yılların meşhur tekerlemesidir. Pazarlamacıların ağzında meşhur oldu.
Çin işi Japon işi
Bunu yapan iki kişi
Biri erkek biri dişi.
Hey gidi günler hey… Koskoca millet yıllardır oraya buraya koşuşturup duruyor. O iki kişinin ürettiklerini kapış kapış alıyor. Halkımız sadece kendine sunulanı, sunulduğu kadarıyla almak zorunda. Soru sorarsa yukarıdaki dörtlük karşısına çıkıyor. Sen anlamazsın bu işlerden der gibi…Türkiye Cumhuriyeti son yıllarda bir “Çin işi, Japon işi sen anlamazsın bu işi… Hop hop hop, değiş tonton” uygulaması ile karşı karşıya.
Çıkmış iki yiğit meydane… İkisi de birbirinden merdane… Bir tiyatro sahnesindeyiz sanki. Ama bir türlü başrol oynayanı sahnede göremedik. Faili meçhul cinayetler, kamyonlar, derin devletler, Ergenekonlar, Helikopter kazaları, balyozlar, Ses kayıtları, ayakkabı kutuları, Paralel ortaklıklar, şartlı salıvermeler, devletin üniter yapısını hiçe saymaya cesaret edecek kadar kurumları yok sayan baskı ve sansürler…
Halkımız bir şeyler soruyor ama boş. Tıpkı Vizontele filminde Cem Yılmaz’ın sorduğu “Peki Zeki Müren de bizi görecek mi?” sorusu gibi…
Henüz 30'lu yaşlarda genç bir adam. Türkiye Cumhuriyeti'nde cirit atıyor.Adı Reza Zarraf. Makamını bilmiyoruz. Mesleğini bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa hükümetin bir çok bakanına hatta başbakanın yakınlarına kadar yaklaşabilmiş ,VİP bir şahsiyet. Birazcık detaylandırırsak karşımıza başka ülkelerdeki hükümetlere yakın yine benzer hüviyetli şahsiyetlere ulaşıyoruz. El Kadı, Babek Zencani… Ve ben yine soruyorum.
Biz böyle operasyon, paralel derken kenarda duran bir mücadelemiz vardı. Sokakların karışıklığından olsa gerek iyiden iyiye unutmuştuk. İnsanlar her akşam ortaya çıkacak olan yeni ses kayıtlarına odaklanmıştı. Ancak bir Şubat günü TEMAD’ın yapmış olduğu bir açıklama ile sarsıldık. Ölüm orucu kararı almışlardı. Kendi kendime düşündüm. Hiçbir anlam veremedim. Kafamdan bir sürü soru geçti. Böyle bir eylemin gerçekçi olmadığını düşündüm. Aldatıcı olduğunu düşündüm. Hâttâ uygulanırsa güncel olaylarla ilişkilendirileceğini düşündüm. Nasıl olur da böylesi hayati bir karar TEMAD Genel Merkezi tarafından oybirliği ile alınır da başka hiçbir şubeden benzeri bir karar, oybirliğini bırakın oy çokluğu ile bile alınamaz diye düşündüm. Acaba Genel Merkezimiz diğer şubelere göre çok daha azimli, çok daha cesur ve çok daha Astsubay mücadelesine konsantre mi olmuş? Bu yönlü düşüncemizi diğer tüm düşüncelerin üstünde tutarak yolumuza devam ettik. Ama gördük ki, ölüm orucu, yerini açlık grevine bıraktı. Gördük ki açlık grevi de sürdüğü gün zarfında birkaç kişi ile sınırlı kaldı. Amaç sanki uyuyan bir devi uyandırmak imiş gibi geldi bana. On binlerce emekli astsubay ölüm orucunu da kulağının arkasıyla dinleyecek değildi ya… Seçim takviminde meclisin çalışmalarının süresi, meclisin ne zaman tatile gireceği biline biline… Hâttâ çok daha eylem gereken dönemlerde, disiplin kanununun yasalaştığı zamanlarda, eylem yapmanın hükümete karşı elimizi zayıflatacağını savunanlar, yaşlı başlı assubayların sokaklara dökülmesine gönlünün razı olmadığını söyleyenler neden ateş almaya gelmiş gibi “eylem” dediler?
İşte böylesi durumlarda çeşitli sesler yükselmeye başladı. Bazıları şöyle düşündüler. Bu eylem TEMAD Genel Merkez seçimlerine yönelik bir çalışmadır. Kimi şöyle düşündü. Seçim zamanı… Ne alırsak şimdi alırız. TEMAD akıllılık etti. Kimi de aynen şöyle düşündü. Eylem iyi de ölüm orucu demeselerdi keşke. Ama olsun. Sonuçta bizim için yapıyorlar. Evet buraya kadar her şey normal. Bizim için yapıyorlar.
Ancak 15 Mart eyleminden iki gün önce www.milliiradebirliği.org internet sitesinde Araştırmacı Gazeteci Sayın Banu Avar’ın bir video konferansına rastladım. O video konferansta maalesef bizim hak arama eylemlerimiz hakkında hiç de duymak istemediğimiz şeyleri söylüyordu. Bizlerin tıpkı Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşananlar gibi bir sürecin bir parçası olduğumuzu ve bu eylemlerimizin dış güçler tarafından organize edildiğini söylüyordu. Kan beynime sıçramıştı. Hemen bir yazı yazdım. Sayın Banu Avar’a gönderdim. Kendimce bizim mücadelemizin nedenini anlattım. Bizim vatan hainliğinin bir parçası olmadığımızı, asıl hainlik içinde olanların TSK içindeki hiyerarşiyi subaylar lehine bozarak itaat ve sadakati zedeleyenlerin olduğunu açıklamaya çalıştım. Kendisi benden müsaade isteyerek benim görüşlerime de sayfasında yer verdi. Ama bana inandı mı bilemem.
Korkarım ki, rüzgarın yönü değişebilir. Şu an TEMAD yönetiminin ifadesiyle 120 bin kişi Ankara’da bir eylem gerçekleştirdi. TEMAD Genel Merkezinin tamamen insiyatifi ele alarak düzenlediği bu eyleme karşı bir rüzgar eserse sanırım yine bu rüzgarı Genel Merkez kendisi savuşturmak zorunda kalacaktır. Bundan sonraki eylemlerde şubelerin de görüşleri alınarak hareket edilmesi daha uygun olacaktır. En azından kendimizi daha iyi savunmak açısından.
Yok canım… O kadar da değil. Kökü bize ait olmayan organize işlere taşeron olmak bizim camiamıza yakışmaz. Değil mi? Değil mi?
Yıl 2009 idi. O zamanın Temad Başkanımız Sayın Mustafa EROL dönemindeki ilk sokak eylemimiz idi.
Yine yer Ankara, yine aynı park.
Yine aynı haykırışlar,
Benzer sloganlar,
Hak hukuk adalet, insan onuruna saygı feryatları...
2012 ve 2013 yılları bu kez sayın KESER Başkanımız ve arkadaşlarının arkasında ANITKABİR'e ve ANKARA 'ya akan binler, onbinler
Aynı sesler, aynı sologanlar, haykırışlar.. Hak, hukuk, adalet feryatları...
GÖRÜNMEZ İNSANLAR ASSUBAYLAR
SESLERİDE DUYULMUYOR TAM ANLAMI İLE!
Yıl bu kez 2014, aylardan mart.. Yer aynı, insanlar aynı, sologanlar aynı, yer aynı...
Değişen ne ki anlıyamıyorum...İçim sızlıyor.
Ordunun bel kemiği assubaylar. Eski yüzlere bakıyorum biraz daha yorgun, soluk bu kez, Ankara buluşmasında. Yüzlerindeki kin ve defreti, kızgınlığı okurken omuzlarındaki o ağır yaşam koşulları ile ilgili yükü görebiliyorum.
GÖRDÜĞÜM EN ÖNEMLİ GERÇEK GÖZLERİNDEN "PES ETMİYECEĞİZ" İFADESİDİR !
Başladı ve bitti bir eylem daha.
Ölüm orucu, açlık gerevi Ankaranı tam göbeginde görünsün diye göze batan farklı giysilerle on gün boyunca görünmeden durdular.
Vesayetci sistem
Hükümet yanlısı medya
Solcu medya
Milliyetci medya...
Her biri orada idi.. Ancak görünmediler.. Bir şeyler onları durduruyor!
Onlarda görünmez oldu bu surede..
Sakın bir yıl sonra bir yeni Ankara buluşması kimse demesin !
Ne oldu bu surede? 2009*2012*2013 ve 2014...
Ne değişti bu surede? Ne kazandık? Ne aldık? Ne verdik ?
GÖRÜNMEK İÇİN NE YAPMALIYIZ?
GÖRÜNECEGİZ MERAK ETMEYİN YAKINDA!
ÜSTELİK TÜM DÜNYA GÖRECEK...
Saygılarımla...
Atilla ABAYLI
Oysa neler neler planlamıştım. Çok farklı şeyler yazacaktım. Ama hepsi hayatın içinde, hayata dair…
Yaralıydık. Bir tarafımız kırık, kulağımız telefonda idi. Mehmet Ali Kılınç Abimiz bir trafik kazası sonucu bilinci kapalı bir şekilde hastanede yatmakta idi. Ah bir kendine gelse de bir gidip ziyaret etsek diye bir taraftan gelecek telefonları bekliyorduk. En son Perşembe günü halen uyutulduğu ama iyiye doğru bir gidişatının olduğu yönünde haberlerini almış ve o moral ile Ankara yollarına düşmüştüm.
Ankara Abdi İpekçi Parkında, Mehmet Emin Atılgan ve Ersen Gürpınar ağabeylerimle birlikte Mehmet Ali abinin son durumunu konuşuyorduk. O an Mehmet Emin abinin telefonuna mesaj geldi. Maalesef Astsubay davasının fikir önderlerinden, Cumhuriyet Türkiye’sinin savunucularından, emekliassubaylar.org sitesi yazarımız, aydın bir abimiz Emekli Assubay Mehmet Ali Kılınç abimizi kaybetmiştik.
Hayat işte böyle…Hiç birimizin itiraz edemediği, her canlının bir gün tattığı o gün… O, 15 Mart 2014 Günü aramızda idi. Onun tam kara toprak ile kucaklaştığı saatlerde, vefakar bir dostunun göğsünde Anıtkabir’de görevi başında idi.
Başımız sağolsun…
Tufan böyle oluşur.
Sel böyle gelir.
Bu insan tsunamisidir.
Uyuyan bir devi uyandırırsaniz onun neye benzediğini görmüş olursunuz.
Assubaylar geldi mi işte böyle gelir.
Zincirlerini kırarak.
Devrani ve gök kubbeyi yıkarak.
Mazlum adalete uyanınca sesi de böyle gelir.
Vücudu hikmeti de.
Ruhu da.
Abdi İpekçi taşmıştır.
Yollar taşmıştır.
Anıtkabir ayağa kalkmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk kabrinde doğrulmuştur.
Gerçek ordusunu, Mehmedini kucaklamıştır.
Dün o malum medya gördüğüne inanamasa da , ağzı açık kalsa da, yazamasa da, yayımlayamasa da;
Yalakalığından utanmıştır.
Basın adına isminden, varlığından yüzü kızarmıştır.
İkaz ve uyarılara aldırış dahi etmeden;
Binlerce muvazzaf kardeşimiz eş ve çocukları ile davası ve abileri ile buluşmuş,
Temad la kucaklaşmıştır.
Bu dernek artık bir davanın ruhunda tüm toplumu ile en büyük güçle sımsıkı bütünleşmiştir.
Cumhuriyet tarihinde bir ilk yaşanmıştır.
Onbinlerce vatansever, hak ve emeği adına hükümete kafa tutmuştur. Gözdaği vermiştir.
Genel Başkanınca ifade edilemese de;
Tüm seçimlerde assubaylardan Sana da Çankaya ya da oy yok demiştir.
Genelkurmaya;
“Bu ordunun %65 i bizler geldik, buradayız. Ya siz neredesiniz?“ demiştir.
Hükümete ve Genelkurmaya en büyük uyarısını yapmıştır.
“Bundan sonra olacaklardan siz sorumlusunuz“ mesaji Anitkabir'den verilmiştir.
“Bu toplum artık o bildik yalanla susturulamaz, avutulamaz. İçeriden yıkılamaz.“ uyarısı önlerine konmuştur.
İktidar bir milyon oyu yitirmiştir. Artık Temad'ı ve assubayları da karşısına almıştır.
Bu toplumdan bu anlayışa zinhar destek ve sempati artık asla duyulmayacaktır.
Bu anlamda her kim bir siyasi hesap peşinde olur ise bu öfkeli kitle yakasına yapışacak, hesabını soracaktır.
Hiç bir assubayın oyu bu iktidarın hanesine yazılmayacaktır.
Hiç kimse bu iktidara hiç bir sebeple oynamayacaktır. İkbal gütmeyecektir.
Bundan sonrası hem demokrasi hem de ekmek davasıdır.
Hem cumhuriyet hem de assubaylara dair ayırımcılığa son kavgasıdır.
O taşınan onbinlerce Türk Bayrağının bir anlamı ve mesajı vardır.
Hiç bir güç böylesi bir görüntüyü bu güne kadar verememiştir.
Temad artık;
Yıkılamaz bir güçtür, kudrettir.
Herkesin ve her kurumun resmen artık muhatabıdır.
TSK nın % 65 nin resmi temsilcisidir.
Artık TSK nın yavru vatanıdır, Kıbrıs'ıdır.
Bu gerçek dün en büyük güçle tescillenmiştir.
Tezahür etmiştir.
Dahasi ve sonrası hedef;
İktidar ve bugünkü Genelkurmay anlayışı ve tavrının bu gerçeğe göre değişmesidir.
Bu mevcut anlayışlar artık bitmelidir. Bitecektir.
Bu toplumu durdurmaya bu dünyada kimsenin gücü yetmeyecektir.
Dün adına,
Genel Başkanımıza, Genel Merkezimize, il ve ilçe Başkanlarımıza, teşkilatlarımıza, dava insanlarımıza, dışarıdaki gönül dostlarımıza, vefalılarımıza, dürüstçe gerçekleri gören tüm subaylarımıza, emeklilerine, yürekten destek veren ve parlamentoda ellerinden geleni yapan tüm muhalefet partilerimize, tüm katılanlara, o asil kahramanlara yani kadınlara, annelere, eşlere, o yaşına aldırmayan büyük çınarlarımıza;
Yürekten kocaman, selamlar olsun.
Bu davaya, bu insanlık kavgasina kalem tutan tüm kalplere sevgiler olsun.
Yeter ki bu onbinler nereye istenirse gitsin orada olsun.
Bu toplumun engeller diye bir korku ve endişesi yoktur.
Her yere daha da büyüyerek akacaktır.
Bu dava kutsaldır. Bu çileli ve fakir yüzler elbet çok yakındır, gülecektir.
Hak ve adalet önümüze konacaktır.
Çalınan lokmamız ve rızkımız geri verilecektir.
Yeter ki inanalım.
Yeter ki bir olalım, diri olalım.
Ta en dibinden, en içinden, en katmerlisinden;
Kocaman bir kıt a gibi
Kocaman bir teşekkür benden; Ulu Temad Ailesine.
Ne mutlu o dünü; gidip te yaşayana ve görene.
Saygılarımla.
Adnan Fuat ÖZDEMİR
E. Kara Assubayı
GSM : 05432734502
Sevgili Adnan Kardeşim.
Sabah kalktım. Makineyi açtım (bilgisayarı) ve karşımda adnan fuat özdemir var……
Yazıları var...
15 mart cumartesi.
önemli bir gün astsubaylar için.
bu bir, uyanış.
yıllardır verilmeyen haklarımızı vermeyenlerin.
yüzlerine karşı haykırma günü, olacak.
15 mart 2014
Her zaman olduğu gibi bugün yine, 'astsubay hakları konusunda ne var ve yok?'
merakı içinde,
senin yazıların ve diğer kendini adamış kahramanlar, lider konumunda arkadaşların,
makalelerini okuma alışkanığı edindim,
kendi kendime.
Mesaj alındı, verildi ve mesaj gününde değiliz artık.
Gerçekçi olmak gerek.
Gerçeklerin peşindeyiz.
Ölüm oruçlarına yatarak.
Haklarımızı vermeyenleri Atamıza şikayet etmek için.
15.mart.2014 günü Aslanlı Yol'dayız.
Çare bu bizim için.
Dualar, yalvarışlar kar etmeyince.
Mesajlaşma zamanı değil elbette.
Çağdaş ortamdayız, zamanındayız.
İnsan Hakları diye kavramlar var.
Birleşmiş Miletler, Avrupa İnsan Hakları bildirgeleri görmezden gelinemez ortamındayız.
Devletimizin altına imzalar koyduğu uluslararsası belgelerde..
Zaman kavramı yetersiz olunca.
Ölüm oruçlarına, terkedilme, ortamında.
Bunun karşılığında, gerçekçi söylemler beklenmekte.
Kaloriferli bürolarda oturupta tüm tazminatlara.
"Bu benim hakkım"
derken düşünmek gerekir, esas hizmete, ağırlığını koyan,
üretenlerin de hak ettilerinin verilmesi günündeyiz.
Sosyal haklardan eşit faydalanma beklenmekte.
Haklar, şunlardır. Şu haklar verilmelidir. İçeriğinde
kabahat, bizlerin değil.
Okumayı, bilinçlenmeyi öğrettiniz astsubaylara.
Haklarını vermeyip de,
ölüm oruçlarına terkettiniz onları.
1965 yılında üniversite mezunu, 12 yıllık meslek deneyimi olan donanımlının başına getirip iki yıllık yeni mezun harbiyeli teğmeni amir yaptınız.
Oysa, hizmetin içeriği asayiş hizmetleri.
Jandarmalık.
Haklarını vermediniz.
Bugün lise mezununa "albay" deyip ve iki yıllık harbiyeli ye,
"unvan" deyip 2,5 kat maaş ödediniz.
Ödüyorsunuz.
Eğitilmişlik belgeleri, lisanslar, kariyerler görmezden gelinerek,
bürolarda çalışanlara değişik isimlerle 6 tane tazminat verdiniz.
Veriyorsunuz.
Hizmetin ağırını yüklenmiş olanlar da seyir ediyor.
Bende bunları çiçeklere benzettim.
Hizmetlerin ağırlığını taşıyanla,
Elinde bloknotu olanların arasına.
Ücret yönünden uçururum var.
Ünvanlı emeklilere 5000 cıvarı,
Ünvansız emeklilere 1400.
Oysa hizmet ortamı aynı.
Gelde çık işin içinden.
Çare ölüm oruçları ile sesini duyurabilmekte.
Ve Sayın Bakanımın yanıtı;
"mesaj alınmıştır."
Sayın Bakanım,
Saygılarımı sunarım.
Mehmet KAYALI
Ey basın, Ey halkım, 15 Mart Günü Haksızların Eylemi var. Düşünsenize bir, assubaylar eylem yapıyor. Neymiş efendim haksızlıklara maruz kalmışlar. Neymiş mobinge itiraz ediyorlarmış, Disiplin yasasına karşılarmış, Maaşları azmış. Duydunuz mu maaşları azmış. Beter olsunlar.
Oysa ne kadar haksızlar değil mi? Bu memlekette insanlar asgari ücretle geçiniyorlar değil mi? Hayatları rahatlık içinde geçiyor. Bir de meydanlara çıkıyorlar değil mi? Lojmanlarda bir elleri sıcak bir elleri soğuk suda, bir de isyan ediyorlar değil mi? Hepsinin kapısının önünde araba var. Bir de ağlıyorlar değil mi?
Sinirlendin. Kan beynine sıçradı değil mi? Sana kalsa Assubaya asgari ücret verirsin. İşine gelirse çalışsın değil mi? Elinden gelse Assubayı lojmana da sokmazsın. Arabasının da hacı murattan öte olmamasını sağlarsın değil mi? Çünkü sen ne çektin bu Assubaylardan değil mi? Hâttâ onlara “Assubay” değil de “Asttttttsubay” demek istiyorsun değil mi? Onun “Assubay” yazmasını da kompleks olarak görüyorsun değil mi? Onların karıları ve çocuklarına da söyleyeceğin kötü şeyler olmalı. Söyle söyle… Şu Güneydoğu'da terörisle çarpışıp o kadar öldüler daha yok olmadılar değil mi? Onlar öldüğünde “Şehitler ölmez vatan bölünmez.” denmemeli, ne de olsa parasını alıyorlar değil mi? Ona olan kininden ve nefretinden vatandaşlık tanımını içeren kanunu bile değiştirmek istiyorsun değil mi?
Sen Mamak'ta cezaevindeyken hani annen ziyarete geldiydi de, o seninle görüşmesine engel olmuştu, onun getirdiklerini sana vermemişti değil mi? O, senin babana tokat atmış değil mi? O şerefsiz, onun bunun çocuğu, yüzbaşı ise kral dı değil mi? Hani sen askerdeyken bir de assubay dövmüştün değil mi? Gıcık oluyorsun değil mi?
Ezikler, aşağılık kompleksleri var değil mi? Hâttâ eziyet etmeyi severler değil mi? Onlar toplumun en psikopat kesimi değil mi? Askere eziyet olsun diye getirilmiş cahil ve sadist insanlar değil mi? Sanki uzaydan gelmiş gibiler, hiç kişilikleri yok değil mi? Haddini bilmezler kendilerini subayla kıyaslarlar değil mi? Adını bile duyunca tüylerin diken diken oluyor değil mi?
Oysa senin kahramanın harbiye marşıyla gezer değil mi? Vatanı Harbiyeli kurtardı. Harbiyeli kahraman değil mi? Hâttâ Cumhuriyetin bekçisi değil mi? Hâttâ Mustafa Kemal onun kişiliğine gömülü değil mi? Senin hayatının gerçek kahramanları bunlar iken kim bu soytarı gibi çıkıp subaycılık oynayan azsubaylar değil mi?
Belki yürüyüş yapmalarının sebebi yeniçeri gibi kazan kaldırmak, belki de dış güçlerle ilişkisi var değil mi? Kesinlikle ihanet içindeler değil mi? Sana gösterilen hayat filminde başrole soyunmuş bu palyaçonun işi ne değil mi? Ve elinden gelse her kötü sıfatı söyleyeceğin, hâttâ yetiştiremeyeceğin, bir türlü ortada dolaşmasına hazmedemediğin hayatının kötü kalpli insanı nasıl olur da rolünü beğenmez. Otursunlar oturdukları yerde. Bir de onlar çıktılar, değil mi?
Orduyu onlar sattı. Ergenekonda onları kullandılar. Gizli tanık onlar. Hâttâ dinci onlar, gerici onlar, hâttâ ateist, alevi hâttâ ordu malına tenezzül edip bedava yumurta yiyen onlar değil mi?
Öyleyse 15 Mart günü sokağa çıkma! Televizyonunu açma! Gazete okuma! Çünkü assubaylar senin algına karşı yürüyor. Bu sefer başçavuşun eşeği osurmuyor. İşte Assubaylar bu koskocaman mobinge karşı haykırıyor.
“HAYIR” Ben bu role itiraz ediyorum. Ben bu senaryoyu istemiyorum. Ben bu ahlaksız linçe, bu kocaman mobinge daha fazla müsaade edemem. Artık yeter.”