×

Uyarı

JUser: :_load: 932 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

Bu sayfayı yazdır

UMUR TALU

 

Eski Holiwood filmleri Pazar sabahlarımızı süslerdi. O filmlerde iyi ve kötü karakterler olurdu. Kuşkusuz hayat bir drama. O nedenle kötü karakter veya iyi karakteri filmlerdeki gibi net göremiyoruz. Ama o filmler boşuna mı çekildi? Yalan mıydı o karakterler? Tabii ki hayaldi derdim her zaman. Ama şu sıralar hayatın akışına ters bir şeyler yakaladım. Gerçekten, gerçekten çok kötü kalpli insanlar ve başrolümüzdeki iyi kalpli kahramanımız Umur Talu. Kovboy filmi gibi…

“İyi, Kötü, Çirkin.”

Sonra Facebook’ta bir paylaşım dikkatimi çekti. Bunu paylaşmak istiyorum. Almanya’da bir lise müdürü her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş.

Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.  İyi yetiştirilmiş ve eğitilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar… Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur. Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.

İşte bu yazıyı okuduktan sonra Umur Talu’yu bir kez daha anladım. Umur Talu bir insanlık dersi öğretmenidir. Bu ekolün öncülerindendir. Umur Talu’nun yazılarının tutkulu okuyucularından biri olmaya 2009 yılında başladım. O yıl yeni bir yıla girerken yayınladığı mesaj çok anlamlıydı. Değerler’den bahsediyordu. İnsan olmanın erdeminden bahsediyordu. Sonraki yıllarda her yazısında gerçekten hep bu uğurda çarpan bir kalp, yapılan haksızlıklara karşı “ben gördüm” diyen bir kalem oldu benim için.

Umur Talu’yu anlayamayan veya anlamak istemeyen insanlar şunu çok iyi bilmelidirler. Umur Talu nerede bir yere düşmüş, düşürülmüş, çelme takılmış, itilmiş görmüşse ona el uzatmıştır. Onun kalemi tersanelerde, madenlerde kazalarda ölen emekçileri, sağlık çalışanlarını, Assubayları, Uzman Çavuşları, sigortasız çalıştırılanları, muktedirlerin haksız yere hışmına uğrayanları, depremzedeleri, umudu çalınanları yazmıştır. Kendisinin, sadece assubayları savunduğunu söylemek bu nedenlerle doğru değildir. Dahası sığ düşüncedir. Eğer Umur Talu sık sık Assubayları ve Uzman Çavuşları yazıyorsa gerçekten bu mesleklerde çok büyük haksızlıklar var demektir. Bu nedenle algılama makamı olan Genelkurmayın savunma refleksi göstermesi iki yönden önemlidir. Birincisi, Umur Talu’nun eriştiği kesimleri, sessiz yığınların sesi olma yönündeki başarısını kabul etmişlerdir. İkincisi ise bu eleştirileri kabullenememelerinde eğitiliş sistemlerinde kocaman bir yanlış olduğu gerçeğidir.

Umur Talu sosyal sorumluluk bilinci yüksek bir köşe yazarı, hümanist bir insan olarak elinde büyüteçle haksızlık aramaya bile gerek duymadan, kendini devasa haksızlıkları karşısında bulmuştur. Konusunu insani değerler üzerine yoğunlaştıran bir yazar için Assubaylar ve sorunlarından alâ bir malzeme olabilir mi?

Son zamanlarda Genelkurmay Başkanlığı Askeri Kolaylık Tesislerine bazı emekli personeli sokmamaktadır. Buna en büyük gerekçe ise meslek hayatında yaşananları kamuoyu ile paylaşmak. Çalıştığı döneme ilişkin anılarını anlatmak. Ama aynı kurum Askeri Derneklerin anıların yaşatılacağı yer olduğunu bunun ötesine gidilemeyeceğini söylüyor. Birazcık düşünürsek şu sonuca varırız. Dernekçilik vesilesi ile anılarını yaşatan biri, bunu paylaşırken kimlik kontrolü mü yapacak? “Kimliğini göster. Eğer emekli asker isen sana bir anımı anlatacağım. Ama kimseye anlatma” Ne kadar komik…  “-Genel Kurmay Başkanlığı sivillerle paylaşılan anılardan neden korkar ki?” diye sormak istiyorum. Acaba oturup da branşlarıyla ilgili gizli bilgileri anlatıp, kitap yazıp teknik özellikleri mi deşifre edecekler?  Böyle bir şeyi kahvede anlatsalar inanın kahveden herkes kalkıp kaçar. Ya da teknoloji ve askeri donanım bilgileri yazsalar kimse okumaz. Koyacaksan bu konuda bir yasak koyabilirsin. O nedenle de böyle bir endişe kapısı zaten kapalıdır. Açık olan bir kapı kalmıştır. O da kişisel ilişkilere dair anılar. Çünkü anılar öyle bir şeydir ki, temcit pilavı gibi ısıtılır ısıtılır anlatılır. Eğer bu anılar kötüyse ve haksızlıklarla doluysa, bu anıları Sayın Umur Talu duydu ise hiç çekinmez yazar. İnternet ve twitter bu yönüyle Başbakan’ın ve Bülent Arınç’ın ifadesiyle zaten bir başbelası…

Bir emekli assubaya yaşadığı olumsuz sosyal ortamı anlatmak ne kadar yasaklanabilir ki? Yasaklanırsa da bunda ne kadar başarılı olunabilir ki?.. Hastanelerde yaşanan çifte standart yalan mı? Mesai mefhumuna riayet edilmemesi yalan mı? Lojman ve orduevlerinin mevcuda göre kullanma oranlarındaki haksızlık yalan mı? Son on yılda subay maaşlarına yapılan bir çok düzenlemeye rağmen Astsubay maaşlarına bir kuruş bile ek ödeme yapılmadığını söylemek yalan mı? Diyelim ki bunları söylemek de yasaklandı. Diyelim ki susturulduk. O zaman daha büyük haksızlıklara çanak tutmuş olmayacak mı? Ve torba bir gün yine öylesine dolacak ve etrafa kötü anılar saçılmayacak mı? En vahimi inancını yitiren biriyle düşmana karşı nasıl birlikte savaşılacak? Bu durumda başarı beklemek aşırı iyimserlik değil mi?

Aile… En kutsal kurum. Ve bizim komutanlarımızın ısrarla dillendirdikleri kelime. TSK bir ailedir. Bu doğru değil. TSK bir aile değildir, olamaz da, olmamalıdır da… Profesyonel bir meslekten bahsederken, nasıl olur da aileden söz edebiliriz. Duygusala bağlayıp iş yaptırma mantığına bürünenler, aile kavramını kullandıklarında bir gün bu aile lafı bumerang gibi kendilerine geri gelmez mi? Biz bir aile isek neden bizi hor görüyorsunuz? Hiyerarşi statükonuzu neden hoyratça kullanıyorsunuz? Neden üvey evlat veya zalim baba muamelesi yapıyorsunuz demezler mi? Sayın Umur Talu bunu yazmaz mı? Aile lafının temelinde “-akşam saat beşten sonra komutana sormadan mesaiyi terk etmeyin.” “Mesai servislerinde komutana ait koltuklara oturmayın.” varsa ve gerçekten de böyle bir paradigmaya sahip isek, bir değil binlerce Umur TALU yazsa fayda yok. Tek yapılabilecek şey çocuklarımıza itiraf etmemiz  gereken ve onların asla yapmaması gereken hatalı davranışlarımızdır. Bizler de yukarıdaki paragraftaki Alman Okul Müdürünün öğretmenlere mektubunu çalışanlarımıza doktrin olarak dağıtmak için sanırım felaket görmek zorunda kalacağız.

Nitekim son zamanlarda yaşadıklarımız ne kadar ilgi çekici. Bu yakınlarda diktatörlerin siyasi hayatlarını okuyorum. Hitler iktidara geldiğinde günden güne artan bir halk popülasyonu kazanmıştır. Bu popülasyonunun en büyük destekçileri “Büyük Almanya” megalo idea havasının yarattığı rüzgardır. Hedefe kilitlenmiş bir kitle maalesef “şeyhin uçmadığını ancak müritlerinin uçurduğunu” kanıtlamaktadır. Gestapo denen bir polis teşkilatı vardır. Bu teşkilat Alman polis teşkilatının en eğitimli, en yetenekli polislerinden oluşan toplumsal haber alma teşkilatıdır. Otuzlu yıllara kadar bu teşkilat başka bir yapılanma ile paralellik göstermiştir. Ancak daha sonra Hitler bizzat kendisine bağlı bir gestapo kurmuş ve paralel yapılanmanın önünü kesmiştir. Gestapoya çok büyük ayrıcalıklar sağlamıştır. Yargılanmama garantisi vermiştir. Hitlere karşı olanlar fişlenmiş, sesini yükselten muhaliflere karşı infazlar yapılmıştır. Tüm bunlara karşı yükselen en ufak bir ses, bir cüret olarak kabul edilmiş ve Hitleri öfkelendirmiştir. Muhalefetin sesini kesmek için yabancı düşmanlığı, dış güçlerin oyunlarını sona erdirmek adına körüklenmiş ve Yahudi,muhalif katliamı yapılmıştır. Ancak savaştan sonra Nürnberg mahkemeleri Gestapo’yu suçlu bulmuş ve cezalandırmıştır.

Bu son paragrafımın Sayın Umur Talu başlığı altındaki yazıyla ne alakası var demeyin. Var. Torba paket ve HSYK hakkında yapılan değişikliklerin nerelere kadar uzanabileceğinin altını çizmek, Umur Talu ekolünün ne kadar zor günlere gebe olduğunu göstermek istedim. Bu kapsamda kendisine ve bu ekol sahiplerine kim bilir daha ne davalar ve ezalar çektirilecektir. (Bugün 25 Ocak 2014. Lütfen Ahmet Hakan’ın köşe yazısını okuyun.)

Şu aile vurgusunun üzerini burada karaladıktan sonra gelelim profesyonel mesleğimize. Neden yıllarca Assubayların birinci derecenin dördüncü kademesine gelmesi engellendi? Sonra hangi gerekçe hasıl oldu da bu kademeye yükselme serbest bırakıldı?  Bir açıklama yok mu? Bir özür dileme olmayacak mı? Ya da hangi yeni şart bu gerekçeyi oluşturdu. İki kelam edilmeyecek mi? Neden OYAK bünyesinde kurulan iştirakler ve Savunma Sanayine ait fabrikalar, yirmi yıl önceki ordu pazarı zihniyeti ile subay yakınlarına ve emekli subaylara istihdam yeri olarak görülürken bu kurumun yüzde altmışı yok sayıldı? OYAK üyeliği neden mecburi? Neden TSK vakfının hizmet alanı aidat şartına bağlanıyor? Eğer ortada bir vakıf varsa ve bu vakıf ülke savunmasında birinci derece görevli kurumun çalışanlarına ve yakınlarına destek olacak ise, neden aidat şartı getiriliyor? Oysa bal gibi de aidat şartını kaldırarak ve sadece bağışlarla da ayakta kalabilecek aynı zamanda tüm çalışanları kucaklayacak bir vakıf yapısı oluşturulabilir.. Olmaz deniyorsa hodri meydan… TSK vakfının bilançoları açıklansın. Bunlar ve bunun gibi paraya endeksli konular bir tarafta… Diğer tarafta da mobing. Soruyorum. Açıklanan istatistiklere göre neden Türk Silahlı Kuvvetlerinde disiplin suçu işleme oranı korkunç denecek boyutta hakkaniyetsiz. Yüzde doksanlar seviyesinde Assubaylar disiplin suçu işlemiş ya da disiplin cezası almış. Bu nedir? Bu bir rezalet değil midir? Bu bir mobing göstergesi değil midir? Bu intiharlar neden bu kadar hafife alınıyor? Bu mesleğe başlarken belirli hedeflerle ve inanarak görev yapan insanların zaman içindeki hüsranlarının aile ilişkilerine ve bir çok konuya yansıması gitgide bardak taşması gibi en basitinden mental çöküntü ile yaşadıkları bir trajedi olan intiharı basitçe geçiştirmek nasıl bir mantıktır? Siviller Stalin’in Tavuğu, askerler de hep Stockholm Sendromu ile mi kontrol altına alınacak. Bu uygulamaların firesini intihar olarak görmek sonra istatistiğe bakıp, az mı çok mu demek ne kadar insancıl? Toplumun intihar ortalaması ile bir mesleğin intihar ortalamasını kıyaslamak nasıl bir mantıktır? Bir toplumda her türlü insan vardır. Bunların içinde hastalar vardır. İşsizler vardır. Yani örnekleme tipleri çoktur. Oysa hepsi aynı maaşı alan, aynı sosyal yapıyı temsil eden bu insanları kıyaslarken başka bir meslek erbabını kıyaslamak daha doğru olacaktır. Bütün bu hatalı bakış açılarından sonra Sayın Umur Talu’ya kızıyorlar. Sayın Talu’nun sivil bakış açısından gözlemlerine savaş açılıyor. Binlerce emekli astsubay diyor ki, iyi ki varsın Umur Talu…

Bu hoyrat aristokrat zihniyetin gözden geçirilmesi gerek. Kurum sorunlarının daha objektif saptanması gerek. Kuruma düşman kesilmiş insanları anlamaya çalışmak gerek. Bu yöneticilerin görevidir. Atalarımızın dediği gibi, kanı kanla değil, kanı suyla yıkamışlar.

  • Aynı orduevine girmek ne Subayı Astsubay yapar, ne de Assubayı Uzman çavuş…
  • İş haricinde diğer rütbelerle entelektüel veya sosyal sohbetler edip arkadaş olabilmek bir zafiyet değil profesyonelliktir.
  • Aynı meslek grubunun üyeleri arasındaki maaş uçurumu saygıyı arttırmaz bilakis azaltır.
  • Kurum içine giren kibir ve kompleks en büyük hastalıktır.

Umur Talu’nun suçu ne? Toplumun karşısına çıkıp kendi üslubunca hiçbir zaman yükselmeyecek ve kükremeyecek ses tonuyla anlatıyor. Kırkbeş yaşına girdiği için ordudan atılan uzman çavuşları, onların doğum yaparken yanlarında olamadıkları hanımlarını, damatsız yapılan düğünleri, ordu evinden kovulan uzman çavuş babası olan yaşlı amcaları anlatıyor. Yirmi yaşında karakol komutanlığı yaparken şehit olan genç assubayı anlatıyor. Mecburi gönüllü TSK vakıflarını anlatıyor. Eline el bombası tutuşturulan erleri anlatıyor. Afyon’daki cephanelik patlamasını anlatıyor. Mobingi anlatıyor. Tıpkı taşeron işçisinin sorunlarını anlattığı gibi. Kendinin de söylediği gibi banka patronlarını yazmıyor. Banka çalışanlarının sorunlarını yazıyor. Lüzum hissettiği alan bu…

Tabuları kırmak gerek!.. Hatta Sayın Umur Talu’yu mahkemeye vermek yerine, kendisinden Harp Akademisinde derse girmesini rica etmek gerek. Çünkü ondan öğreneceğimiz çok şey var.

Koskoca Genelkurmay İkinci Başkanı olmuş, bir iki sene sonra emekli olacak bir adama, Astsubay ile General arasındaki ilişkiyle, Genel Müdür ile Çaycı arasındaki ilişkiyi bir görmek yakışıyor mu? Bu söz Genelkurmay Başkanlığı tarafından tekzip edilmeye lüzum görülmediyse demek ki aynı zihniyet komuta kademesinde yaygın kabul görmüş.

Şu sıralar Sayın Umur Talu’dan ve insan onuruna uygun yazan birkaç köşe yazarından başka bir umudumuz yok gibi. Ama bir umut daha var. Hani derler ya… Hapishaneler mektep gibidir. Belki birileri hapisten çıkar da, bir şeyler itiraf ederler. Topluma doktrin liderliği yaparlar.

Umur Talu’ların artması ve Türk toplumunun tarihinde ikinci kez Ergenekon’dan çıkması ümidiyle…

Saygılarımla…

Ögeyi Oylayın
(60 oy)

Son ekleyen