Bu sayfayı yazdır

NE OLUYORUZ, NEREYE GİDİYORUZ?

Temad çatisi altında yıllardir sürdürdüğümüz özlük ve mesleki haklarımızla ilgili mücadelemizde 2013 yılını da umutsuzluk ve düş kırıklığı içinde devirmeye az kaldı. Bu tarihe kadarki tek kazanım; yarbayların unutulan yasal düzenlemelerine dair sıkıntılarını gideren maddenin de içine Genelkurmay'ın yasa rahatça geçsin diyerek ilave ettiği dışarıdan fakülte bitiren assubaylara verilen 1 /4 derece oldu. Tabii ki içi boş olarak!

O kadar çok reklam edildik ki, defalarca “assubaylara zam müjdesi” diyerek gazetelere atılan manşetler yüzünden, alınan zamlara doymayan haris bir toplum olarak da tüm emekçi örgütlerinin, sendikaların ve emeklilerin nefret ve kızgınlığına maruz kaldık.

Her televizyon kanalına çıktığımızda “biz maaşlarımıza zam ücret istemiyoruz, biz kaybolan onurumuzu ve adaletimizi istiyoruz” diyerek cephemizi genişlettik, maddeler dolusu talepleri sıraladık, ya hep ya hiç diye bir bütün halinde hükümetin kucağına bıraktık.

Kısa, orta ve uzun vade şeklinde bir çözüm sunumu oluşturmadık. "En acil olan en kısa vadeli olan tek mesele önce emekli aylıklarıdır, bu assubayların sorunlarının çözümünde olmazsa olmaz tek şartımızdır" demedik. "Müzakere şartımız budur" diyemedik. Başta açlık sorunu yaşayan tüm emeklilerin insanî öncelikleri dahil, ekonomik olarak maaş aciliyetimizi örneklerle anlatmak yerine defalarca başa dönüp kendimizi yani assubaylığı anlatmaya kalkıştık. Biz elli yıldır hep burada idik ve zaten kim olduğumuzu da herkes biliyordu. Ama yirmi beş ay önce söylediğimizi yirmi beş ay sonra hâlâ aynı bildik kelimelerle anlatmaya devam ettik.

Çare ve çözüm alternatifi sunanları adam yerine koymadık, yazan, araştıran, yeni taktik ve pratikler keşfeden kalemlerimizi, ”bunun da yerimizde gözü var” diyerek karalattık. Muhalif ve Temad düşmanı ilan ettirdik. Bizi biz yapıp da bu derneğin başına oturtan yüz bin kişiyi adam değil odun gibi görmeye başladık. Bir kez olsun dönüpte "merhaba, seni görüyor ve sesini duyuyorum" demedik. Kendimizi ulaşılamaz yaptık.

Milat biziz, bizden öncekileri ne assubaydan ne Temad'dan sayarız ve kabul ederiz, onlar düşmanımız“ dedik. "Herşey bizimle başlıyor" dedik; aradan yirmi beş ay geçip elde var sıfırı görünce "onları dokuz yıl beklediniz ya daha biz üçün başındayız" dedik. Kendimizi kaybedilen zamanda eski yönetimlerle kıyaslatmaktan medet umduk. "Bu toplumun adam yerine konabilmesinin ve eşit maaş alabilmesinin tek çaresi, assubayların fakülte kaynaklı olmasıdır. Sadece bu yasa tüm sorunları çözecektir" diye yazanlara muhtıracı dedik.

Artık sizlanmak ve arz-ı endamda bulunmak bu toplumu Genelkurmay ile hükümetin karşısında acziyet ve alay konusu toplum haline getirmiştir. İkinci adımınızı atın bizler arkanızdayız. Bu toplum patlama noktasındadır“ diyenlere de; yüzümüzü çeviripte bakmak ve cevap vermekten imtina ettik.

Biz kimiz ve ne istiyoruz?“ talep ve metnini uğraşıp yapanlara ve oturup güncelleyenlere inat o kadar televizyon kanalına çıkıpta bir kez elimize alıp okumadık. Her seferinde Hakkari'deki kırsalda yaşayan karakol komutanını milletin gözüne sokup çıkardık. Ama oraya açlık sınırının altında yaşayan seksen bin emekli assubayın feryadını çıkaramadık.

110 bin emekliye sırtımızı döndük, irtibatı kestik, genel kurul ve seçimler olunca sessizce oralarda bir görünüp geldik. Delegeleri Hilton'larda ağırlayıp gönlünü aldık. Rakipsiz seçimlerde seçim kazandık. Beş delegeyi bire indirdik. Beş saydık. Temad'ı kapris, hırs ve bencillikle mahkemelik yaptık.

"Şu insanlara ne olup bitiyor bir kelam edelim gönül alalım, derdini soralım" demedik. Bilgilendirme toplantıları yapıp sadece kendimiz konuştuk. Soru soran üç beş kişiyi de Demirel kıvraklığıyla geçiştiriverdik.

Frekansımızı kapattık. Senaryolar yazıp çizip, “Başbakan'dan mesaj var, Başbakan şunu şöyle diyor. Genel Başkan'ımız Başbakan'la görüşüyor. İşte çağırıldı gidiyor“ diyerek tiyatroculuğa da soyunduk. Topluma mertçe çıkıp "evet bizi çağırdı. O şunu dedi, biz şunu söyledik" diye bir kelam açıklama dahi yapamadık. Senaryo kurgulayıp, film çevirdik.

Yirmi beş aydır bir dernek tüzüğünü oturup adam gibi hazır hale getiremedik. Duyuru yapıp, karar defterine yazıp milletle dalga geçtik. O çok kızdığımız eski yönetimlerin bıraktığı Temad Sigorta Şirketi'nin üstüne ikinci bir şirket kuramadık. Önerme yapanlara da bir telefon açıp "sağ ol kardeşim" diyemedik.

Eski yönetimden alınan parayı yirmi bin kat artırıp, yirmi bin kat kolayca harcadık. Davaya dair on paralık bir eylemde ve söylemde bulunamadik. Otelleri, vipleri zengin ettik.

Orduevlerini ve kantinleri boykot edip, öğlen yemeğine girmeyen çalışan kardeşlerimizden çare ve destek bekledik. "Sakın girmeyin ha" dedik. Zannettik ki alişveriş merkezlerine assubaylar ve aileleri gitmiyor, assubay aileleri evlerinin ihtiyacını erat kantinlerinden görüyorlar. Boykotçu kardeşlerimizi ortada bıraktık, "vallahi biz yokuz" dedik, hepsini sattık. Temad ruhunu iki paralık ettik!

Oysa kasada paramız varken, bu bağışları yapanların hayrına ve ahdına iki büyük ulusal gazeteye Tüsiad örneği tam sayfa Temad bildirisi koymayı bir türlü beceremedik. Dergi çıkardık. İçine aktüel haber koyduk. Sanki memlekette aktüel dergi kıtlığı varmış gibi; onu da sayın assubay evladı cumhuriyet karşıtı Arinç Bey'e tam boy fotoğraf ile hediyeye vasıl eyledik.

Sanki bu toplumun yazarı, aydını yokmuş gibi içini assubaylık meselelerine dair makalelerle dolduramadık. Assubayların yaşam arşivinden istifade edemedik.

Bir dünya assubaylar günü etkinliğinde topluma ve medyaya “yeter artık bizimle alay edildiği ve bekletildiği“ deyip siyasete bir deklerasyon yayınlayamadık. “2013 sonu son insanî günümüzdür. Onun ertesi yeni yıl ve gün de diğer yüzümüzün yani eylem ve direniş davamızın acımasız günlerinin başlangıcı olacak ve gerekirse canlarımız yanacaktır” diyemedik.

Bir umutla geçen yıl yüzünü bize dönen binlerce emekliyi bu yıl ikna edemedik, yine küstürdük ve bezdirdik. Her ölen insanın vicdan yükünün ağırlığına ve zamana saygı göstermedik. Ağırdan aldık. Bizim de dokuz yılımız ve kredimiz var sandık. Oysa her geçen umutsuz koca ve boş bir gün Temad'ın ve bu toplumun beklentilerinin ve umutlarının yaklaşan acı sonu ve sonucu oluyor diye düşünmedik.

Hiç bir eylemsel duruş, tavır sergileyemedik, adım atamadık. Her ne kadar açlık ve yoksulluk içinde yaşamak gelip geçicidir, önemli olan assubay sınıfının onurudur diyen bazı tok gözlere ve idraksızlara rağmen; ülkenin hükümetine karşı başbakanlığın merdivenlerine gidip bir utanç çelengini bırakamadık. Bir protesto yapamadık.

Sayın Başbakan siz bu sınıfın haklarını Genelkurmay'a teslim ediyorsunuz ama o makam bizi hiç sevmeyen ve bizden nefret eden, köle gören ve ezen, haklarımızı gasp ettiren, iki ihtilal ve üç muhtıra dönemlerinde elimizdekini ve avucumuzdakını da alan makamdır. Bu mu senin Hz. Ömer adaletin?" diyemedik.

Ne sakala yaranabildik, ne bıyığa. İkisini de kesemedik.

Ne Başbakan'a şirinlik yapabildik, ne de Genelkurmay'a.

İkisini de beceremedik.

Geldik bu güne.

Ne yazık ki cesur bir adım atamamak ve kararlı, dik olamamak adına geldiğimiz bu noktada; bu toplumun bugün sorduğu soru “biz ne olduk, nereye gidiyoruz?” şeklini aldı.

Kaldık son bir yıla. O da gelecek, o da geçecek...

ADNAN FUAT ÖZDEMİR - İSTANBUL 

Ögeyi Oylayın
(32 oy)

Son ekleyen KONUK YAZAR