Bu sayfayı yazdır

Kılıçlar Ve Tüfekler!..

By Eski Tüfek 10.12.2012 Okunma Sayısı: 6040 No comment Yorumlar (5)

Tarihi sayabilmemize imkân veren takvimlerin başlangıcına vesile olan vak’aları bilirsiniz. Bizler için pek manâlı ve ehemmiyetlidir. Tarih; beşeriyetin ortak mirâsı, en kıymetli hazinesi, müşterek hâfızasıdır. Huma guşu yere düşse ölmezmiş!. Fakat o nâdide ganedindeki tüylerden bir danesini bile gıpraşdırsa tarihde izi kalır.

Merakınızı mucip oldu mu hiç? Dernek ambleminde; TESUD, palaları yukarı doğru çatılmış “çifte kılıc”’ı, TEMAD ise namluları yukarı doğru çatılmış “çifte tüfek”i derneklerine simge olarak seçmişler. Hayırlı olsun. Tasa etmeyin, şimdilik bir tesbitden gayrı maksadımız yokdur!.. Muradımız, hem TESUD hem de TEMAD’ın bizâtihi kendileriyle alâkalıdır.

TESUD neyin nesi, kimin kimsesidir? Son 50 seneden beri astsubayların açlıkdan kokan nefesinin yürekler parçalayan kokusu taaa Hint’den, Çin’den duyulurken, TESUD’un merdane idarecilerinden bir daneciğinin bile meydana çıkıp da “Astsubaylarımız, taleplerinde haklıdır. Bu davalarında TESUD olarak kendilerini haklı buluyor, haklarının tahakkuk ettirilmesi için sonuna kadar destekliyoruz” dediğini duyanınız var mı? Silah arkadaşlığı bunu gerektirmez mi? Astsubaylar da tıpkı subaylar gibi etden kemikden mürekkep.  Onlar da zihayât. Hudâyinâbit (¹) (TDK/1988) değil ya!.. Peki, vaziyet bu minval üzereyken TESUD’un kendi sitesinde yayımladığı yazılar üzerinden astsubayların hâmiliğine soyunmasının sebep-i hikmeti ne ola ki? Ahde vefâ mı, kadirşinaslık mı, gönüldaşlık mı, silah arkadaşlığının icâbı mı? Saygı; sevginin yürekde mihnetle, samimiyetle, sabırla mayalanmış hâlidir. Bu muhabbetin sebebi, TESUD’un emekli astsubaylara olan saygısının bir tezahürü mü? Bu çabalarının hulûskârane (¹) olduğunu söyleyebilir miyiz? Astsubayların haklarını korumak, takip etmek hele hele tahakkuk ettirmek konusunda TESUD’un samimiyet imtihanından sınıfda kaldığını birileri kulağınıza fısıldamadı mı? Astsubay silah arkadaşlarınıza ¼’ünün verilmesinde pinhân ellerin harâretle döndürdüğü çark-ı feleğin akibetini unuttunuz mu? Önce kurt ol, duldalarda kuzuyu parçala; sonra çoban ol, otur başında ağla!... Şair ne demiş? Olmaz ki, böyle de yatılmaz ki!.. Burada şair, karşısındaki insanın kötü bir niyetinin olmadığını biliyor. Çünkü bu sözü söylemeden hemen önce diyor ki; “İçinde kötülüğü yok, biliyorum ...”. Sizin içinizde iyilik var mı? Olmaz, ağalar; olmaz paşalar!.. Böyle de yapılmaz ki!..

Bindokuzyüzyirmisekiz senesinin 1 Kasım günü T.B.M.M açılış konuşmasında “Cumhuriyet, bilhassâ kimsesizlerin kimsesidir” diyen; Bindokuzyüzyirmibeş senesinin ondört Ekim’inde İzmir Kız Muallim Mektebinin Musameresi esnasında “Cumhuriyet idâresi, faziletli, namuslu insanlar yetiştirir” diyen Atatürk’ün ruhlara hûlul eden bu muhteşem ve münebbih tavsiyesinin siz; neresinde, hangi cenahında, hangi kertesindesiniz? Yoksa siz Çekoslavakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?

TESUD ve TEMAD!..

Halen TESUD örütbağ sayfasında yayında olan 19 Temmuz 2012 Perşembe tarihli, "Özlük Haklarının İyileştirilmesine İlişkin Duyuru” başlıklı ilginç bir yazı var (¹). Sayfayı açtığınızda, aşağıdaki görüntü çıkıyor karşınıza.

image004

Bağlantıdaki TESUD Sosyal Hizmetler Başkanlığının hazırladığı yazıda özetle şöyle deniyor;

1.TSK personeli arasındaki maaş dengesinin yeniden oluşturulması maksadıyla; mevzuatta değişiklik yapılması, TESUD tarafından Genelkurmay Başkanlığından talep edilmiştir.

2.TSK personelinin özlük hakları ile ilgili çalışmaların, personel ayırımı gözetilmeksizin bir bütün olarak yürütüldüğü, bu kapsamdaki tekliflerin, halen görevde bulunan subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ve sivil memurların özlük hakları ile bunların emekli maaşlarında da iyileştirme yapılmasını içerecek şekilde ihtiyaca göre muhtelif zamanlarda Genelkurmay Başkanlığınca hazırlandığı Temmuz 2012 tarihi itibariyle öğrenilmiştir.

3.Özellikle aşağıda belirtilen TSK personelinin ve bunların emeklilerinin özlük haklarının iyileştirilmesine yönelik olarak hazırlanan çalışmalardan emekli personeli ilgilendirenler hususlar şunlardır:

Yeridir, söylemem lâzım. Dilimde tüy bitti, ben gene bir daha söylüyorum, TSK’de “başçavuş” şeklinde rütbe yokdur. “Uzman jandarma” dediğiniz rütbe de “uzman jandarma çavuş” olmalıdır. Sayın Ersen GÜRPINAR, “başçavuş kadar taş düşsün başınıza” diyor!” Dikkat edin, Sayın Ersen GÜRPINAR düşmesin başınıza!.. Astsubay rütbesini yanlış yazana ahmak mı diyelim, aymaz mı? Derneğinizde vardır, 926 sayılı TSK Personel Kanunu madde 77’ye  zahmet edip bir bakınız Allahaşkına?

  • a.Görev tazminatı alamayan 1’inci dereceye gelmiş muvazzaf ve emekli binbaşı ve başçavuşlara aylık yaklaşık 385 TL iyileştirme öngören teklif 17 Ocak 2012 tarihinde MSB’ye gönderilmiştir. Taslak, MSB tarafından 13 Şubat 2012 tarihinde ilgili Bakanlıklara görüşe gönderilmiştir. İlgili Bakanlıklarca olumsuz görüş bildirilen teklifle ilgili çalışmalar devam etmektedir.
  • b.Gelir seviyesi kısmen düşük olan binbaşı ve daha alt rütbedeki subaylar ile astsubaylar, uzman jandarmalar ve uzman erbaşların maaşlarına %20 artış yapılması maksadıyla hazırlanan ve 15 Mayıs 2012 tarihinde MSB’ye gönderilen Silahlı Kuvvetler Hizmet Tazminatı artış teklifi 23 Mayıs 2012 tarihinde Maliye Bakanlığına gönderilmiştir.
  • c.MİT, Emniyet Hizmetleri Sınıfı personeli gibi emeklilerin maaşlarına 100 TL ilave ödeme yapılması hususu, 2006 yılında 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nda yapılan değişiklikle kanunlaşmıştır. Yapılan çalışma ile makam tazminatı alamayan Kd.Bnb. ve altındaki subay, astsubay, uzman jandarma ve uzman erbaşların da bu kanun kapsamına alınması hedeflenmiştir. 24 Ağustos 2011 tarihinde MSB’ye gönderilen Kanun Tasarısı Taslağı, MSB tarafından yasalaşmak üzere 09 Eylül 2011 tarihinde Başbakanlığa gönderilmiştir.
Demek ki TESUD cenahında neler olmuş? Buyurun;
  1. TESUD, ... Genelkurmay Başkanlığından talep etmiş.
  2. TESUD, ...  Genelkurmay Başkanlığından Temmuz 2012 tarihi itibariyle öğrenmiş.
  3. TESUD;
  • a. ...teklifi 17 Ocak 2012 tarihinde MSB’ye göndermiş.
  • b. ... Maliye Bakanlığına göndermiştir.
  • c. ... 24 Ağustos 2011 tarihinde MSB’ye gönderilen Kanun Tasarısı Taslağı, MSB tarafından yasalaşmak üzere 09 Eylül 2011 tarihinde Başbakanlığa gönderilmiştir.
  • d. ...TESUD... miş, TESUD ... mış...

Bu yazıdan anlıyoruz ki emekli ya da muvazzaf ayırımı yapmaksızın hem kendi mensuplarının hem de astsubay, uzman jandarma çavuş, uzman erbaş ve sivil çalışanların özlük haklarının tahakkuk ettirilmesi için TESUD, hem Genelkurmay Başkanlığı ile hem de M.S.B.lığı ile meşveret ediyor ve iki yönlü, çok muhataplı ve mutlak çözüme odaklı müsbet bir yazışma içinde. Fevkalâde. Buraya kadar takdire şâyan bir hâl tarzıdır, bunu görünce umudumuz yeşeriyor. Peki yazı metninin ileri satırlarını gördüğünüzde hissiyatınız ne olacak? Bilemeyenlere bir ipucu verelim; Makam Tazminatının Fesat Sarmalı’na bir bakınız.

TEMAD, en meşru hakkı olarak sadece kendi üyelerinin hakkını aramak için faaliyet icra ederken Genelkurmay Başkanlığımızın e-muhtırasını burnunun dibinde buldu. TESUD ise hızını alamamış, TSK’nin çalışanlarının tamamının hâmiliğine soyunmuş. Kendi mensuplarının hakkını almak için çırpınan TEMAD’a, muvazzaf astsubayları tahrik ettiği iddiasıyla e-muhtıra veren Genelkurmay Başkanlığımız, TESUD’un bu yazısı için ne yapdı acap?

Sual sormak, ademoğluna fıtraten bahşedilmiş, vazgeçilmez, devredilmez bir hakdır. Benim yerime sen sor demek insanlıkla bağdaşmaz. Kalk ve sualini kendin sor. Çünkü sual sormak; çözümün yarısı, doğruya ulaşmanın ilk şartıdır. İnsan isek eğer “saçak altından yürümek” yerine iliklerimize kadar ıslanmayı göze almak pahasına bile olsa kendi fikrimizi kendimiz söyleyebilmeliyiz.(bkz. Kibrit Çöpü). Sorgulamak düşüncenin sağlamasıdır; sorgulamak, fikirlerin beyinde mayalanmasıdır; soru sormak, zihinde fırtınalar kopartır, tekeden süt çıkartır, çöle kırmızı kar yağdırır. Sual sormak, zihine dar alanda ve otuz üç saniyede doksan dokuz ters takla attırır. Soru sormak zihni parlatır demişdik bağlantısını hemen yukarıda gördüğünüz evvelki yazımızda...

TEMAD, tıpkı TESUD gibi, 2847 sayılı Dernekler Kanununa tabi olan ve bu kanuna göre faayet icra eden resmî bir dernekdir. Bu cümleden olmak üzere, yazışma kuralları çerçevesinde her resmî ve özel kurum ve kuruluşlarla eşit seviyede yazışma hakkını haizdir. Bu neviden yazışmak aynı zamanda vazifesidir de. Bu kapsamda, yeri geldi, şimdi şu soruları soralım; Cevapları siz veriniz.

  • TEMAD, kendi mensuplarının özlük haklarının tahakkuk ettirilmesi yönünde, bir dosya hazırlayıp bunu kendi örütbağ sitesinde üyeleriyle paylaşmış mıdır?
  • TEMAD, tıpkı TESUD’un yaptığı gibi M.S.B. ile veya Genelkurmay Başkanlığımız ile musahabe edip benzer muhtevada bir yazışma yapmış mıdır?
  • Dernek Tüzüğü ortada iken (²); TESUD’un emekli astsubayları temsil etmek, onlar adına talepleri gündeme taşımak, fikir serdetmek gibi bir hak ve salâhiyeti var mıdır?
  • Bu meyanda; TESUD’un, hazırladığı kanun tekliflerine emekli astsubayları da ilave ederek astsubayların hâmiliğine soyunmasını ve astsubayları ileri sürerek kendi menfaatlerini tahakkuk ettirmeye çalışması konusunda TEMAD ne düşünmektedir?
  • Ya da  kendimize bakalım; bizim adımıza TESUD’un fikir beyan etmesi, talepler ileri sürmesi konusunda biz emekli astsubaylar ne düşünüyoruz? Müştehi mi, yoksa müşteki miyiz?..

Söz uçar, yazı kalır. Bildiğimiz her neviden malûmatı ileriye doğru taşıyan, zamana karşı direnebilen; yazıdır, belgedir. Buradaki meramımıza vasıta olan belge ise bir soru önergesi. Makam tazminatının subaya ve astsubaya verilmesi için İstanbul Milletvekili sayın Mahmut TANAL, 22.10.2007 tarihinde T.B.M.M Başkanlığına 2/572 sayılı yazılı bir kanun teklifi vermiş. Söz konusu kanun teklifinde bakalım muhterem vekilimiz neler serdetmişler; Buyurun;

image007

Önce albaylar huzursuz olmuş. Emekliler de dâhil olmak üzere albayların ve yarbayların tamamına makam tazminatı altın tepside sunulmuş. Sonra ne olmuş? Bu kez de binbaşılarımız huzursuz olmuşlar. Onlara da ver kurtul, olsun bitsin.  Peki, huzursuz olma sırası kimde şimdi? Demek ki neymiş? Hak almak için huzursuz olmak gerekiyormuş.

sincap-serceGördüğünüz üzere yukarıdaki önergesinde sayın vekilimiz şöyle buyurmuşlar; “Bu tanımlardan da anlaşılacağı gibi Binbaşılar da diğer Üst Subaylar gibi yani Yarbay ve Albaylar ile aynı gruba ve aynı statütüye tabidirler. Üstelik Binbaşı ve Yarbay rütbesindeki subaylar aynı görevi ifa ederler...” Sayın milletvekilimize sorsak, baştan aşağı subay rütbelerini bîtamam sayamaz; bilmesini ve saymasını da beklemeyiz. Öyleyse bu ifadeleri sayın milletvekilimizin yazdığına siz inanıyor musunuz? Bu cümleye mefhum-u muhalifinden bakalım; yarbayın görevini binbaşı yaptığı doğruysa ki koca vekilimiz herhalde doğru söylüyordur; binbaşının görevini, yüzbaşı; yüzbaşının görevini, üsteğmen; üsteğmenin görevini, teğmen; teğmenin görevini de asteğmen yapar neticesine varmamız lâzım, değil mi? İşte burası tam da zurnanın zırt dediği yer. O zaman, yarbaya verdiğiniz her şeyi diğer subaylara da verin olsun bitsin bu iş demeye getiriyor hazretler, iyi mi? İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü nasılsa!. Biliyoruz bunları. Hatta bildiğimiz bir hakikat daha var; subayın yapdığı “komutanlık” ve “amirlik” gibi görevlerin bir çoğunu herhangi bir rütbedeki astsubayımız da yapıyor, yapabiliyor, yapdırıyorsunuz. Fakat bunu söylemeye sizin diliniz bir türlü varmıyor, varamıyor. Astsubaylara “komutanlık” ve “amirlik” makamı veriyorsunuz fakat tazminat vermiyorsunuz. Tasda çorbayı verip de kaşık vermemek gibi. Payamı sincap kırsın, çiğeyi  sen yut! Derenin taşıyla sağ tarafınızda gördüğünüz derenin kuşu işte böyle vurulur, kıymetli yiğitler.

İfadeye bakar mısınız?211 sayılı TSK İç Hizmetleri Kanununa ilişdirdikleri bir muteriza, evet sadece bir muteriza “}” işaretiyle; aslı mesnedi olmayan bir “üst subay” sınıfı uydurmuşlar. Evet, tekrar ediyorum uydurmuşlar ve binbaşı rütbesindeki subayı da bu “uyduruk sınıfa” dâhil etmişler.

Muteriza işareti “ } ” ile nasıl yeni bir subay sınıfı icâd edilir, bu satırdan itibaren sayarsanız üçüncü alt başlıkda nazar edeceğiz.

Sayın milletvekilimizin eline bu kanun teklifini tutuşturan apoletli fesat kumkumalarına buradan soruyorum. Gelin, benim gözlerimin içine bakarak “üst subay” sınıfı vardır, “general/amiral” şeklinde bir sınıf vardır deyin hele bir. Üst subay neymiş, general/amiral neymiş, bana bir izah edin hele. Muhterem ağalar, uydurduğunuz her fiilin, her kavramın, her kaidenin, her kuralın kanunda bir yeri, bir karşılığı ve bir tarifi olmak mecburuyeti vardır. Don Kişot gibi kılıcınızı öyle hoyratca oraya buraya savurup olmayan bir kavram peydahlayamazsınız. 926 sayılı TSK Personel Kanununda böyle bir tarif, tanım ya da kavram var mı? Âmâ olmadığı halde bu konuya âmâ bakan baldıran otlarına cevabı ben veriyorum; Yok, ağalar, yok paşalar! “Üst subay” diye bir sınıf yok, general/amiral diye bir sınıf yok, artık bunu böyle belleyiniz.

HAVAN DÖVÜCÜNÜN HIK! DEYİCİSİ?..

image012Yukarıda görüldüğü üzere, konumuz ile alâkalı olarak ortalıkda dolaşan yazılara, e-muhtıralara, soru önergelerine, kanun tekliflerine alıcı gözle bir bakarsanız, TESUD’un hazırlayıp sitesinde yayımladığı tekliflerin; maddesi maddesine, kelimesi kelimesine aynen kanun teklifine dönüşdüğünü görürsünüz. Nasıl olduğu  konusunda tevâtür, Elvan çeşitli. Benim bildiğim kadarıyla artık ordumuzda “emir eri” yok, yıllar önce ilğa edildi. Nasıl oluyorsa oluyor, daha TESUD tokmağı havana değdirmeden, birileri ortalık yerde zuhur eyleyip onların yerine “hık” deyiveriyor hemencecik? İpleri başkasının elinde kukla misâli...

ONLAR HUZURSUZ, BİZ İSE MAĞDUR!..

Huzur, subaya ezelden beridir altın tepside sunulmuş. Astsubayın nasibine ise mağduriyet düşmüş. Astsubay Hazırlama Okulu’na girerken rahmetli babama imzalatılan evraklar arasında, meslek hayatım boyunca “mağdur” olacağıma dair herhangi bir ifade yoktu. Kimse benden böyle bir şey istememişdi. Mağdur olacağımı bana tebliğ de etmediler. Fakat vatanıma, milletime hizmet etmeye başladıktan sonra, hele hele emekli olduktan sonra statü hazretleri beni mağdur etmek için hemen maaşımın yarısını tırpanladı. Yetmedi, her neviden herzeyi yemeye ve her türlü kepazeliği de ne hazindir ki yapmaya hâlâ devam ediyor.

Az önceki yazdıklarımdan ne demek istediğimi anlamanız için sayın vekilin verdiği kanun teklifine iliştirilen Madde Gerekçelerini buyurun, birlikte okuyalım. Bakalım ne demiş?

image015

Maaşların iyileştirilmesi için meclise verilen soru önergelerinde ortaya dökülen kelâmlara bakılırsa; subaylar “huzursuz” olmuş, astsubaylar ise “mağdur” olmuş. Bu betimlemeden; subaylarımızın mağdur olmakdan münezzeh, astsubayların ise huzursuz olma hakkının olmadığı  sonucuna varmak mümkün. (Huzursuz; Huzuru olmayan, tedirgin, rahatsız. Mağdur: Haksızlığa uğramış, kıygın) (TDK/1988). Önce uğunasıca sonra da inşallah tez zamanda boynu altında kalasıca statü paşa hazretleri, huzur kelimesini subaya, mağdur kelimesini ise astsubaya yakışdırmış. Hani türkümüzde diyor ya; “Oy Memedim, Memedim; Sana küsdüm demedim. Beni sana geçmişler, vallahi ben demedim...” Evet, billahi ben demedim, onlar demiş. Mağdur olmuş, aç kalmış, altı delik ayakkabıyla sokağa çıkmış, çocuğuna harçlık vermek şöyle dursun şeker alamamış bir subay, herhalde TESUD’un en meşum, en menhus kâbusu olsa gerek. Lâkin, astsubaylar, arafatda soyulmuş hacıya döndü ve yarım asırdır sizin ödünüzü patlatan kâbuslar ile koyun koyuna hayat memat mücadelesi veriyor muhterem ağalar.

Demek ki neymiş? Statü paşası ne buyurmuşlar? Sayın vekilimize “dikte” ettirilen bu ifadeye göre subaylara ebedî huzur vaadedilmiş. Astsubayların sehimine ise dipsiz mağduriyet düşmüş.

SUBAY, ÜST SUBAY, EN ÜST SUBAY, DAHA EN ÜST SUBAY!... YA SONRASI?...

Karargâhlarda, kışlalarda, sosyal tesislerde görmüşüzdür; üst subay berberi, üst subay helâsı, üst subay yemekhanesi, üst subay koltuğu (şaka değil), üst subay kıyafeti, üst subay havuzu, üst subay plajı, üst subay misafirhanesi; hastanelerde üst subay odaları vs... Muvazzaf iken söyledim bunları. Fakat sözümüz yere düşdü, verdiğim dilekceler dosyada tozlandı. Her yer kesif bir böbürlenme, doyumsuz bir yaftalama, hudutsuz bir hodbinlik, sınırsız bir payelenme kokar. Zannedersiniz paşa dedelerinin el emeği, alınteri parasıyla yapdırmışlar! Pekâla merak ettiniz mi hiç, nedir üst subay diye? Sayın komutanlarımız, ordumuzun “iki aslî unsuru” var derken, “birincisi subay” oluyor değil mi? İkinci aslî unsur da “astsubay” olduğuna göre peki ne menem bir şeydir bu “üst subay” ya da general/amiral hazretleri?

İzmir millletveki Sn. Bülent BARATALI’nın “Temsil Tazminatı Ödenmesi Hakkında” 22.10.2007 tarihinde Meclis Başkanlığına verdiği 2/572 sayılı kanun teklifine eklenen gerekceye bir göz atalım.

image017

Gerekcenin ilk parağrafını aynen yukarıya aldım. Sn. milletvekilimiz, 211 sayılı TSK İç Hizmetler Kanunu madde 11’e istinaden subayları; “subaylar”, “üst subaylar” ve “general/amiraller” olarak birbirinden farklı 3 sınıfa ayırmış. Bu sınıflandırma, sayın milletvekiline ait. Altına imzasını attığı bu kanun teklifinde, subay rütbelerini böyle tasnif etmiş. Peki, şimdi biz de, sayın milletvekilimizin bahsettiği  subay rütbeleri hakkında kanun hazretleri ne diyor? Aynı kanun, madde 3b/4 subaylar;

image018Gördünüz değil mi? İlgili Kanun, toplam 12 adet olan subay rütbesini, sadece “subay” başlığı altında toplamış. Fakat buna rağmen birileri “subaylar” başlığı altında olan e), f) ve g) satırlarında yazılı binbaşı, yarbay ve albay rütbelerinin sağ tarafına ve her üç rütbeyi kapsayacak şekilde bir muteriza (}) işareti koymuş ve bu üç rütbeye “üst subaylar” demiş. Sayın vekilimiz, bu sınıflandırmayı bir adım daha ileri götürerek general/amiral rütbelerini de “subay” rütbelerinden ayrı ve farklı telâkki etmiş. Bakın, aynı kanun madde 6 ne diyor; Subay: Hususi kanuna göre Silahlı Kuvvetlere intisabeden asteğmenden mareşala (Büyük amirale) kadar rütbeyi haiz olan askerdir. Anlaşılan, “subay” tanımı kendilerine dar gelmiş olmalı ki zabit efendiler, kanuna takla attırmak pahasına kanırta kanırta kendi akıllarınca “üst subaylar” ve “general/amiraller” şeklinde iki yeni, farklı ve üstün subay sınıfı türetmeye çalışmışlar. Tahayyülün de bir haddi, bir hududu vardır efendiler!...

Önce şunu ifade edelim; subay rütbeleri, sayın milletvekilimizin yazısında ifade ettiği üzere madde 11’de değil, madde-3b: “Rütbeler” başlığı altındaki 4’üncü parağrafdaki “subaylar” alt başlığında gösterilmişdir. Haydi, burada bir imlâ hatası var diyelim ve bu yanlışlığı geçelim.

Peki ağalar, olur da bu kadarı da olur mu? Bu kadar da palavra atılır mı Allahaşkına? Üst subay nedir? General/amiral nedir? Bu rütbelerin kanunda müstâkil, farklı ve ayrı bir tarifi var mıdır? Subay tarifinin içinde tam 12 rütbe sayılmış. Kanunda subayın tanımı gayet sarih olarak mevcut iken subay rütbelerini eğip bükerek hatta tahrif edip kasıtlı olarak 3 sınıfa ayırmak da ne oluyor? Bunlar kanunda var ise gösteriniz, biz de öğrenelim. Bu sakat tasnifleme ameliyesi hangi zihniyetin mahsulüdür? Kime ve neye hizmet eder? Binbaşı, yarbay, albay ve general/amiral rütbeleri, subay tanımına dahil değil midir? El cevap, dâhildir. Eh, öyleyse durup dururken kanuna tecavüz etmek pahasına kendinize yeni rütbeler ihdas etmeye, yeni payeler vehmetmeye utanmıyor musunuz? Devletin milletvekilini alenen kandırmaya çalışırken yüzünüz kızarmıyor mu? Siz kanun tanımaz mısınız? Bir muteriza işareti (}) ekleyerek “üst subay” gibi, “general/amiral” gibi yeni sınıflar peydahlamak da ne oluyor? 926 sayılı TSK Personel Kanunu madde 29’a niçin âmâ bakarsınız? Tıpkı yarbaya kanunsuz olarak makam tazminatı ödemenizde olduğu gibi, yaptığınız bu kurnazlığın, bu alicengiz oyununun, bu kanun tanımazlığın bir gün ayağınıza dolaşacağını hiç mi düşünmezsiniz? Hafifcecik bir rüzgâr esip de lüle saçlarınıza değse yeldir yepelek muhtıra vermesini biliyorsunuz. Berât-ı zimmet, asıldır! Şayet milletvekilimizin bu hatâsından hâlâ bîhaber iseniz, işte size bir fırsat. Buyurun, kamuoyuna duyurun ve milletvekilinin bu hatâsını düzeltiniz.

Muteriza  işareti “ } ”, muteriza işareti “ } ” olalı dostlarım inanın böyle işkence görmedi, böyle tevil edilmedi, böyle kötü emellere alet edilmedi, böyle vahşice tecavüze uğrayıp mor şalvarı gül dalına asılmadı. Bu tecavüzü yapsa yapsa 1960 darbecilerinin püsküllü generalleri yapar, hiç şüphem yok. Niye mi? Tarih önemlidir dedik ya! İç Hizmet Kanununun kabul tarihine bir bakınız. 1980 darbesi sonrası parti kurup kendini çöplüğün horozu zannederek horozlu parti kurup “asmayalım da besleyelim mi?”; “bir sağdan, bir soldan netekim” diyenin gazıyla siyasete soyunup seçim neticesinde avucunu yalamakla iktifâ eden muhterem bir paşamız; gazetecinin “darbe döneminde hapishanede kadınlara copla işkence edildi mi?” şeklinde soru sorması üzerine ne demişdi? “Ne münasebet, elimizde taş gibi delikanlılar var”. Delikanlıların “taş gibi” olduğunu nereden ve nasıl biliyorsa!..

Sonra şunu anlamak zor değil. Bu kanun teklifini, apoletli üç beş firavun faresinin hazırladığından ve milletvekilimizin tavassutuyla meclise ilettiğinden şüphe yok. Çünkü durup dururken sayın vekilin böyle hince bir kanun teklifi hazırlayıp meclise verme ihtimali yüzde sıfır. Bu itibarla sayın vekilimize sözümüz yok!. Kendileri nezaket göstermiş ve kendisine verilen söz konusu teklifi aynen bu şekliyle meclise teslim etmiş. Bu gerekcede döndürülen dalaverenin asıl müsebbibi, teklifi sayın vekile veren apoletli beşbıyıklardır.

Ordumuz; gururumuz, başımızın tâcı, gözümüzün bebeği, alnımızın ak’ı, vatanımızın ve namusumuzun bekcisidir. Bugün işgâl altında yaşamaya mecbur edilen ülkelerdeki insanların maruz kaldığı muameleye bir bakınız. Ordu yoksa, namus yoktur. Ordumuzu müdafaa mevzu bahis ise en önde ben olurum. Hedefimde ordumuz değil, ordumuza çöreklenmiş beceriksiz apoletliler var. Bu kanun teklifini hazırlayan apoletli zevat şu hakikâti artık anlasın. Her dâim şâz olmaya mecbur değilsiniz. Üst subay ve general/amiral sanrısından derhâl vazgeçiniz. Böylesi şenî, böylesi gaydırıguppak bu nevi güccük işleri bırakınız gayrı. Sömürgeci İngilizin icâdıdır, adına da “dolaylı tutum” derler. Her şeyi bilir. Fakat bön bön bakıp tecâhül eder. Bu arada boş durmaz, gizliden kendi bildiğini okur. Bu sömürgeci tutumdan fâriğ olunuz efendiler. İçinde debelenip durduğunuz bu paranoyadan; bu mâziprestlikden (bkz.Köhne Zihniyet ve Mâziperestler) artık kendinizi çekip kurtarınız.  Subay tanımı ve bu tanım içinde saydığınız diğer bütün rütbeler, subay tanımının içinde 1967 senesinden bu yana öylece duruyor, hiç değişmedi. Bilmeyenler öğrensin, bilenler bilmeyenlere öğretsin. Bilip de bilmeyenleri kandırmaya çalışanlar da bu hileden vazgeçsinler. Unutmasınlar; yalancının mumu...

İkibinonüç senesinin bütçe görüşmelerinin yapıldığı şu günlerde sayın milletvekilerimizi burada anlattığım hususları dikkate almaya davet ediyorum. Tazminatlar konusunda doğru ve nasfetli karar verebilmeleri için bu bilgileri mutlaka okumalılar. Kanun, kılıçdan keskindir...
YORUMSUZ!

Kendine takım elbise dikdirmek isteyen müşteri, koltuğunun altında 3 endâze kumaş ile terzi dükkanına girmiş. Kurnaz terzi, kumaşın en iyi cinsden olduğunu hemen anlamış. Önce ölçüyü almış, kalıbı çıkartmış. Sonra başlamış kumaşı biçmeye. Terzi, ne yapıp edecek, bir yolunu bulup bir kaç parça kumaşı el çabukluğu ile hemen tezgahın altına atacak. Müşteri, anasının gözü, cin gibi... Pür dikkat terziyi kesiyor. Terzi durumu fark etmiş ve kendince bir yol bulmuş. Hiç lüzumu yokken birden bire kavarayı çekmiş. Böyle bir şeyi hiç beklemeyen müşteri başlamış vecd ile gülmeye... Bu esnada terzi, masanın üzerinde kesdiği kumaşın bir parçasını müşteriye farkettirmeden hemen tezgahın altına atıvermiş. Oyunun tuttuğunu gören terzi, bir daha yellenmiş, bir parça kumaş daha... Bir daha yellenmiş bir parça kumaş daha... Aç, doymam; tok, acıkmam sanır! Gözü doymaz terzi, depoda gazı sebil suyu zannetmiş. Bir parça kumaş daha aparmak için bir kez daha yellenmek istemiş. Yaradana sığınıp var gücüyle motorun gazına basıp içinde ne varsa hepsini koyvermiş. Terzi, motoru o kadar zorlamış ki gaz ile beraber içeride ne kadar is, pas, kurum varsa donuna boca etmiş. Sonra, insanın burnunun direğini kıran ağır bir koku yayılmış etrafa...

Yanında çırak olarak çalışdığım ve kendisi de hâlâ çok iyi bir terzi olan Seydi dayım anlatmışdı bu kıssayı. Bu vesileyle kendisine selâm ediyor ellerinden öpüyorum.

Dün gece geç saatlerde kıymetli arkadaşım Hasan TAŞCI aradı. “Abi, hokkanı muslukdan dolduruyorsun herhalde. Son makaleni tam 4 saatte okuyabildim” dedi. Ben de önce “Hasan, ben seni okur-yazar bilirdim” dedim. Sonra da “yazılarımı okuman için sana para vermiyorum!” dedim. Sahi, deyip soruyu bana tedvir etdi; “bu kadar vakit harcayıp bu yazıları yazmak için sana kim para veriyor abi, Allahaşkına?” Tecâhül ettim. Bu satırlarımı okuyorsa, duysun; kimseden para almıyorum, daha doğrusu vermiyorlar. Peki, niye mi yazıyorum; Kimsenin müttehidi ya da muhalifi  değilim. Benim için “kim” değil, “ne dediği” önemli. Ben, bilginin memlûku, doğrunun divânesiyim (²) (TDK/1988). Ben, yanlışa bakarak uğrunda canımı seve seve vereceğim doğruyu, sadece doğruyu bulmaya çabalıyorum. Zira dem (²) (TDK/1988), şaşmaz yanılmaz hassas terazide doğruyu tartmanın demidir, can dostlarım.

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb.III Kad.Kd.Bçvş.

 

Ögeyi Oylayın
(226 oy)
Son Düzenlenme Çarşamba, 03 Ekim 2018 01:12