Aydın Kulak

Aydın Kulak

YENİ EKİP İŞ BAŞINDA

Malcolm-Allison10

Fethi Demircan, daha sezonun başında G. Saray camiasına faydalı olmak adına üçüncü adamlığa bile razı olmuştu. Sonradan gelişen olaylar neticesinde ikinci adamlığa yükseldi. Daha bir sezon önce takımın tek yetkili hocası olmasına rağmen arka planda kalmaktan hiç gocunmadı. Bir ekip işçiliğiyle, bir takım ruhuyla hareket etti. Kuyu kazanlardan olmadı. Bay Allison’a güç zamanlarında sahip çıktı, destek oldu. Bu öyle bir duruştu ki Bay Allison bile ülkeden ayrılırken Türkiye’deki en iyi dostlarının Başkan Beyazıt ve Fethi Hoca olduğunu özellikle vurgulamak gereğini hissetmişti. İşte öylesine onurlu bir duruştu onunki…

Galatasaray yönetimi, Allison’un ayrılışı sonrasında Genel Sekreter Jerfi Fıratlı’nın açıklamalarıyla taraftara seslenir:

Allison’un ayrılması G. Saray’ın antrenörsüz kalması anlamına gelmez. Elimizde Fethi Demircan ve Naci Özkaya gibi iki kıymet var. Onlar G. Sarayı şampiyonluğa götürebilecek yeteneğe sahipler. Bize güvenin…

dogan-kologluDoğan Koloğlu da yeni ekibi açıklar. Sezon sonuna kadar takımı Fethi Demircan Hoca çalıştıracaktır. Naci Özkaya ve bizzat kendisi de (Doğan Koloğlu) teknik ekibe destek verecektir. Takımın şampiyon olabilmesi için bu üçlü el birliğiyle çalışacaktır. Naci Özkaya, eski milli futbolculardandır ve antrenör olarak takımda görev yapmaktadır. Unutmadan söylemek gerekir ki ne zaman G. Saray’da hoca boşluğu olsa bir eski dost hemen selam göndermektedir, o eski dost elbette ki Brian Birch’tür. “Karşıma iyi şartlar çıkarsa Türkiye’ye gelirim” demektedir.

Ekim ortalarına doğru takımın puan sıralamasındaki yeri üçüncülüğe değin yükselmiştir. Bu arada takım, İran’ın daveti üzerine, 18 Ekim’de Tahran’a gider ve orada İran Milli Takımı ile bir dostluk maçı yapar. İran, Dünya Kupası Eleme Grubu müsabakalarına hazırlanmaktadır. G. Saray’ın 3–1 yenildiği bu maçı, veliaht Rıza Pehlevi de seyreder.

Bir ara B. Mehmet ile sorun yaşanır, yönetim onun faydalı olamadığını düşünmekte ve jübilesini yapmak istemektedir fakat B. Mehmet, yaşının henüz 28 olduğunu söyleyip karşı çıkmaktadır.

Takım istikrarsız sonuçlar almaktadır, hani yine zirve yarışında vardır ama üçüncülükten daha yukarılara bir türlü tırmanamamaktadır. Bu durumdan rahatsız olan bazı yöneticiler Kasım ayı ortalarında Coşkun Özarı ismini ortaya atarlar. Yönetim Kurulu konuyu gündeme getirdiğinde, Coşkun Özarı ismi tartışmalara sebep olur. Yönetim ikiye bölünür. Yöneticilerin bir kısmı onun G. Saray’da görev almasına karşı çıkar. Bir türlü ittifak sağlanamayınca, Özarı ile görüşmekten ve ona teklif götürmekten vaz geçilir. Sezon sonuna kadar yeni bir teknik direktör getirilmeyeceğine karar verilir.

KAJGANİÇ SON MAÇINI AZRAİLLE OYNADI

Bu sezon G. Saray için gerçekten şanssız ve bahtsız bir sezondur aslında. Hoca değişimi ile başlayan süreç çok yakında kulübün üzerinde kara bulutların dolaştığını apaçık gösterecektir. 20 Kasım 1977 tarihinde, Samsunspor deplasmanında oynanan müsabaka golsüz beraberlikle sonuçlanmıştır ama takımı yenilgiden kurtaran, harikulade kurtarışlar yapan bir isim vardır, kaleci Kajganiç. Bu o kadar açıktır ki spor sayfalarının manşeti durumu aynıyla yansıtır:kajganic1

Kajganiç, Samsunspor ile berabere kaldı. Maç golsüz tamamlandı.

Daha gazete haberinin mürekkebi kurumadan, hemen bir gün sonrasında kaleci Kajganiç, yine manşetlerdedir. Fakat bu kez yanlış sayfadadır, spor bölümünde değil ana manşet bölümünde… Türkiye acı bir haberle çalkalanmaktadır; Kajganiç, trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. O enfes kurtarışlarından birini daha yapamamış ve Azrail’e teslim olmuştur.

kajganic2Bayram tatili nedeniyle lige ara verilmesinden yararlanan Kajganiç, Samsunspor maçı sonrasında Yugoslavya’ya gitmek üzere yola çıkmıştır. Silivri yakınlarında bir otobüsü sollamıştır ama karşıdan gelmekte olan bir diğer otobüsten kurtulamamıştır.  Çarpışma sonucu, kullandığı araç hurdaya dönmüştür. Yanındakiler sağ kurtulmuştur ama maalesef Kajganiç, olay yerinde vefat etmiştir. Türk spor camiası hem üzgün hem şaşkındır, daha bir gün önce dev kurtarışlarla ölümsüz bir kahraman izlenimini veren adam nasıl olup da bu kadar trajik bir kazanın kurbanı olmuştur? Nasıl olup da bu kadar kolay yenilmiştir ölüme? Fenerlisi, Beşiktaşlısı, G. Saraylısı velhasıl tüm Türkiye hem şoktadır hem de derin bir yasta…

G. Saray futbol takımı bu acı kaybı uzun bir süre unutamaz. Bu travmayı kolayca atlatamaz.

Öte yandan şimdi takımda bir de kaleci gediği açılmıştır. Öyle ya kalanlar için şampiyonluk yarışı sürmektedir ve iyi bir kaleci neredeyse bir takımın yarısı etmektedir.

Bu trajik kazadan bir hafta sonra yönetimin acı feryadı duyulmaya başlar. Takımın üzerinde kara bulutlar dolaştığı gazete sayfalarına da yansır. Yöneticiler, son olaylardan dolayı şaşkınlık içindedir. Allison’un gidişi, Kajganiç’in elim kaybı ve sonra… Takımı rahatsız eden pek çok olay;  Tacettin askeri hapishanede, B. Mehmet ile Fatih kadro dışı. K. Mehmet, askerlik vazifesinde. Ali’nin sakatlığı devam ediyor. Bir türlü temel kadrosunu bir araya getiremeyen Fethi Demircan Hoca çok zor durumdadır.

G. Saray üst üste gelen sorunlarla boğuşmaktan yorgun argın düşmüş durumdayken İzmir’de Altay’a 2–1 yenilmekten kurtulamaz.

Türkiye Kupası 3.tur ilk kademe maçında İzmirspor ile oynayan G. Saray’da kalede Nihat yer alır. Aslında kaleciliği bırakmayı düşünen Nihat, sevgili takım arkadaşı Kajganiç için son bir jest yapmak istemiştir. Maçta kalede yer almaktadır ama formasında kendi adı değil Kajganiç’in adı yazmaktadır. Bu güzel jest, seyirci tarafından da alkışlarla karşılanır. Sanki sahada Kajganiç için bir veda, bir jübile yapılmış gibidir.

Öte yandan şanssızlıklar hâlâ sürmektedir. Birkaç hafta içinde alınan başarılı sonuçlar sonrasında yine bir kötü durum yaşanır. Adanaspor’u ve Beşiktaş’ı farklı yenen G. Saray, Kupa’da İzmirspor’u da kolayca geçmiştir fakat Beşiktaş maçında, uzatmalı kaleci Nihat da sakatlanmıştır. Sağ kolu alçıya alınan Nihat’a iki ay futbol yasaktır. Birinci kalecisini kazada kaybeden, ikinci kalecisi ise sakatlanan G. Saray, artık üçüncü kalecisi ile sahalarda mücadele edecektir.

Fethi Demircan ve ekibi yine de bu zorlu süreçten yüzünün akıyla çıkmıştır. İlk yarı bittiğinde sıralamadaki yer, ısrarla, üçüncülüktür. Üzerinde dolaşan kara bulutlara karşın, G. Saray futbol takımı, inançlı ve ümit dolu bir direniş göstermektedir. Lider Fenerbahçe ile arasında beş, ikinci Trabzonspor ile üç puan fark vardır, 18 puan ile onların peşinden umutla gitmektedir.

ŞAMPİYONLUK İDDİAMIZ SÜRÜYOR

Lige verilen devre arasından faydalanan Fethi Demircan, Boluspor’un hocası Mehmet Başaygün ile birlikte Londra’da bir futbol seminerine katılırken, menecer Doğan Koloğlu, takımın şampiyonluk iddiasının hâlâ sürdüğünü şu sözcüklerle dile getirmektedir:

İlk yarı sonunda G. Saray’ın aldığı sonuç normaldir. Sezon başından beri antrenör değişiminden ölüm ve iç çekişmelere kadar geçirdiğimiz sarsıcı olaylar yaşanırken, yenilerin takıma uymaları G. Saray’ın başarısında önemli rol oynamıştır. G. Saray’ın şampiyonluk iddiası vardır ve mücadelemiz ikinci yarıdaki ilk beş maçın sonucuna göre şekillenecektir.

Ligin ikinci yarısı başladığında takımın aldığı istikrarsız sonuçlar devam etmektedir. Ne zaman hangi sonucun alınacağı tamamen şans işi olmuştur. Mart (1978) başında Boluspor karşısında alınan 3-0’lık yenilgi sonrası tekrar Coşkun Özarı ismi gündeme getirilmiş ve hoca ile bir görüşme yapılacağı gazete sütunlarına yansımıştır. Hemen bu müsabakanın arkasından gelen Trabzonspor galibiyeti ise ortalığın bir süreliğine durulmasına neden olmuştur. Gökmen’in iki güzel golüyle Trabzon gibi güçlü bir ekibi yenmek (2–1) bu karışık dönem için gerçekten büyük bir başarıdır. Fakat bu galibiyetin ardından kupada çeyrek finalin ilk ayağında Kayserispor’a karşı alınan 1-0’lık mağlubiyet tam bir istikrarsız, dengesiz sonuçtur. Yani takımda bu sezon yaşanan olayların verdiği tuhaf ve karışık bir duygu kargaşası vardır. Bir türlü dengeli gidiş yakalanamamakta, bir türlü şampiyonlukta iddialı konuma gelinememektedir. Mart ayı sonuna gelindiğinde futbolsuz bir maç diye tabir edilen ve 2-2’lik skorla berabere biten ezeli rakip Fenerbahçe maçı, takımın dirençli duruşunu gösterse de sıralamadaki yer yine değiştirilememiştir, üçüncülükte çakılıp kalmıştır G. Saray.

Mart ayının son günlerinde kupanın rövanşında çok kötü bir futbolla Kayseri’ye teslim olan G. Saray, golsüz beraberlikle kupanın dışında bulmuştur kendisini. İşin garibi, Fenerbahçe ve Beşiktaş gibi ezeli rakipler de kupada saf dışı kalmış ve Trabzonspor’un yolu açılmıştır. Spor medyası, İstanbul’un üç büyükleri olmaksızın kupanın tatsız tuzsuz olacağını yazmaktadır.

Kupada havlu atan G. Saray, yaşadığı moral bozukluğu sonrasında ligde de ummadığı bir yenilgi alır. Ankara’da Ankaragücü’ne 3-1’lik bir skorla boyun eğer. Ardından, yağmur nedeniyle bir gün sonraya ertelenen maçta Orduspor’u Ordu’da 1–0 yenerek, yine o mukaddes üçüncülüğe tutunmayı başarır. Menecer Doğan Koloğlu, bu sezon yaşanan sorunlara rağmen takımın üçüncülüğe tutunmasının gerçek bir başarı olduğunu şu sözlerle ifade eder:

Bugünkü üçüncülüğümüz küçümsenemez. Fakat yerimizden memnun değiliz. Antrenör değişikliği elbette bazı problemler doğurdu. Ligin hemen başında kaleci problemi yaşadık. Hiç hesapta yoktu. Kajganiç’i ebediyete uğurladık. Nihat sakatlandı ve genç Bahattin’e kaldık. Genç ve tecrübesiz Bahattin’le tam 16 maç oynadık. Ligde üçüncü kalecisi ile oynayıp üçüncülüğe yükselecek bir takım düşünemiyorum. Ayrıca milli olmuş Ali’nin sakatlığı da sonuçları etkiledi.

KARADENİZ FIRTINASI DİNDİ, ŞAMPİYON FENERBAHÇE

Tüm bu istikrarsızlığa rağmen ortada bir Fethi Demircan klasiği vardır. Ezeli rakiplere karşı başa baş ve dişe diş bir mücadele… İkinci yarıda Fenerbahçe ve Beşiktaş ile berabere kalmış, Trabzon’u ise Gökmen’in golleri ile yenmeyi başarmıştır. Bay Allison’un 2-0’lık Fenerbahçe yenilgisi sonrasında G. Saray, derbi maçlarda yenilgi yüzü görmemiştir. Aldığı yenilgiler Anadolu takımlarına karşı alınan umulmadık yenilgiler olmuştur. Oysa şampiyonluğa göz diken bir takımın Anadolu takımlarını bir bir geçmesi gerekmektedir.

Sezon sonuna kadar takımın istikrarsız duruşunda bir değişiklik olmaz. Bir ara Real Madrid takımının eski hocası Yugoslav Miljan Miljaniç ile prensip anlaşmasına varıldığı ve G. Saray’da futbol işlerinin başına onun geçeceği yazılıp çizilir ama bir netice çıkmaz. Bu arada Nisan ayı sonlarında K. Mehmet ile hoca Fethi Demircan arasında bir tartışma yaşanır, K. Mehmet; kadro dışı kalacağını görünce, saygıda kusur etmez, hocasından özür diler ve işler tatlıya bağlanır.

Galatasaray bu sezon kazalar, uğursuzluklar, şanssızlıklar ve daha pek çok sorun yaşamıştır ama hep zirveye tutunmuş ve liderin ensesinde soluğunu hissettirmiştir. Bu, daha önce İngiliz hocaların bir türlü başaramadığı bir şeydir. Tabi ki Brian Birch hariç. O, takımı yönettiği son sezon hüsrana uğramıştır. 1977–78 sezonunda şampiyon olan Fenerbahçe, şampiyonluğunu ancak bitime bir hafta kala ilan edebilmiştir. Hatta son hafta Trabzonspor’a 1–0 mağlup olmuş ve aradaki farkı bir puana düşürmüştür. Yani şampiyonluk yarışı üç takım arasında kopmadan sürmüştür. Eğer G. Saray, istikrarsızlığını birkaç haftalığına aşabilmiş olsa, şampiyonluk kolayca mümkündü. Yine de en kötü ve en şanssız sezonu yaşarken umutla ve dirençle üçüncülüğe tutunması, son haftalara kadar yarıştakilere kâbuslar gördürmesi ve iddiasını sonuna kadar sürdürmesi gerçek anlamda çok büyük başarıdır. Şampiyon olan Fenerbahçe’nin puanı 42 iken, ikinci Trabzonspor 41 puanda ve üçüncü G. Saray 38 puanda bulunmaktadır. Yine bir Fethi Demircan klasiği olarak belirtmemiz gereken durum bu sezonda da mevcuttur, beraberlik sayısı 12’dir. Mağlubiyet sayısında şampiyonla aynı durumda olan G. Saray, galibiyet sayısında Fenerbahçe’yi yakalayamamıştır. Öte yandan galibiyet sayısında şampiyon takımı geçen Trabzonspor, fazladan aldığı iki mağlubiyet nedeniyle ipi göğüsleyememiştir. Trabzonspor, o sezon yine kupasız kalmamış, Türkiye Kupası’nın sahibi olmuştur. Fenerbahçe, bu sezon kazandığı şampiyonlukla Karadeniz’den esen Trabzon Fırtınasına bir sezonluk da olsa dur demeyi başarabilmiştir.kajganic3

Kajganiç anısına Kızılyıldız takımı ile oynanan müsabakanın ardından gazete sayfalarında Coşkun Özarı ile G. Saray başkanının anlaştığı yazılıdır. Takımın yeni patronu Coşkun Özarı olacaktır. Bir sonraki sezon, Türkiye’de yabancı hoca yasağı yürürlüğe gireceğinden dolayı kulüp yönetimi böyle bir seçim yapmıştır. Fethi Hoca’nın durumu ise daha sonra belli olacaktır. Coşkun Özarı, takım ile ilgili değerlendirmelere çoktan başlamıştır bile:

Kilit adamlar var. Üzerine oyun kurulabilecek. Gerisi gençlerden oluşuyor. Bazı yerler dolmalı. Nihat futbolu bırakıyor. Kaleye adam lazım! Orta sahada organizatör yok. Gol sadece Gökmenden bekleniyor. Bu sezon, takımda genç ve tecrübesiz oyuncu fazla…

İşte Coşkun Özarı’nın bizzat ağzından duyduğunuz bu sözlerle değerlendirilen bir takım, tüm olumsuzluklara ve sorunlara rağmen şampiyonluk için varını yoğunu ortaya koymuş, sonuna kadar mücadelesini sürdürmüş ama üçüncülükle yetinmek durumunda kalmıştır. Fethi Demircan, olumsuzluklardan yılmadan, sakin ve serinkanlı duruşuyla, karabulutların sardığı bir gökyüzü altında büyük bir başarı destanı yazmıştır. Asker disiplini ile sporun centilmenlik ruhunu kendi karakterinde birleştiren Fethi Hoca, şanssızlıklar sonucu şampiyonluk tacını elinden kaçırmış ama umutlu bir direnişin, hayata tutunmanın, son ana kadar direnmenin gerçek bir sembolü olmayı başarmıştır.

Mayıs ayı sonunda İstanbul’da oynanan Adana Demirspor maçı, Fethi Demircan Hoca’nın G. Saray kulübesinden takımını yönettiği son maç olur. Lig perdesini 4-3’lük bir galibiyetle kapatırken, Galatasaray sayfasını da noktalamak üzeredir.

coskun-ozari2Temmuz ayı ortalarında yine bir seminer için Londra’ya gidecek olan Fethi Hoca, son olarak Kalamış’ta verilen ve kulübün sezon kapanış yemeği olarak nitelediği yemekte bulunur. Bu yemek aynı zamanda Coşkun Özarı için “Hoş Geldin Partisi” niteliğindedir.

Coşkun Özarı da bir sonraki sezon takımı şampiyon yapmak için var gücüyle çalışacaktır, son haftaya kadar mücadeleyi sürdürecektir ama ikincilikle yetinmek durumunda kalacaktır. G. Saray’ın şampiyonluk özlemi daha uzun bir süre bu şekilde devam edecektir.

G. saray kulüp yönetimi henüz isimsiz olarak nitelendirilen Fethi Demircan Hoca yerine, Türkiye’de kariyer yapmış ve ismi spor camiası tarafından kabul görmüş Coşkun Özarı adını yeğlemiştir. Coşkun Özarı, göreve gelişiyle birlikte kendi kadrosunu, kendi düzen ve yapılanmasını kuracaktır. Bu yapılanmada, G. Saray’ın hocasız kaldığı dönemlerde özverili bir şekilde takımın başında bulunan mütevazı hoca Fethi Demircan ismi, elbette ki yer almayacaktır. Bizzat sorumluluk alarak, bizzat liderlik yaparak takımı yöneten, yönlendiren ve çeşitli başarılara imza atan Fethi Hoca için artık ikinci adam olarak kulübede bulunmak çok zordur. Üstelik böyle bir durumun takımda ikilik çıkarma tehlikesi de mevcuttur. İsmi cismi duyulmadığı halde, kendisine samimiyetle kucak açan G. Saray için ne uygunsa, ne doğruysa, Fethi Hoca buna gönülden razı olacaktır. Bu yüzden kendisine gelen teklifleri değerlendirmeye alacak ve yeni bir yol haritası çizecek, yeni bir rota belirleyecektir.

turgan-eceGeçmiş zaman olur da Fethi Demircan’ın Galatasaray hikâyesi sorgu sual edilir ise buna verilmiş en güzel cevap, Turgan Ece’nin 17 Aralık 1979 tarihinde söylemiş olduğu o nadide güzellikteki sözleri olacaktır:

İngiltere’nin en büyük antrenörleri gelmiş hiçbir başarı elde edemeden ayrılıp gitmişlerdir. Oysa isimsiz bir Fethi Demircan ile Galatasaray, Türkiye Şampiyonu olmuştur.

İşte kısa ve öz bir anlatımla Fethi Demircan’ın Galatasaray serüveni budur!

SPOR YAZARI FETHİ DEMİRCAN

Galatasaray’da görev yaptığı süre içinde, Fethi Demircan’ın özel yaşamında da önemli ve güzel değişiklikler olmuştur. Fethi Hoca,  mutluluk paydasında birlikte soluklanacağı eşini bu dönemde seçmiş, onunla dünya evine bu dönemlerde girmiştir. Hayat arkadaşı olarak seçtiği Canan Göksu ile 28 Şubat 1976 tarihinde nişan merasimi yapmış, yüzükleri bizzat başkan Selahattin Beyazıt tarafından takılmıştır. Nikâh töreni ise 28 Ekim 1977 yılında, çoğunluğunu Galatasaraylıların oluşturduğu davetliler huzurunda yapılmış, şahidi ise yine başkan Beyazıt olmuştur. Merasimde şeref konuğu olarak, dönemin Bayındırlık Bakanı Selahattin Kılıç bulunmuştur. Bu aileye 19 Eylül 1978 tarihinde Didem Demircan adını alan, sevimli bir kız çocuğu da katılacak, mutluluklar perçinlenecektir.

Fethi Demircan Hoca’nın spor yazarlığı da bu dönemlere denk gelir. Fırsat buldukça, modern futbol üzerine bilgiler aktarır, katıldığı seminerlere ilişkin detaylı açıklamalarda bulunur, Türk Futbolu ile dünya futbolunu ve de özellikle İngiliz Futbolunu sık sık kıyaslamaya çalışırdı. 1976 yılında, G. Saray’ın İngiltere’deki hazırlık kampı sürecinde Milliyet Gazetesi’nden Namık Sevik’e göndermiş olduğu mektuplarla başlayan spor yazarlığı hikâyesi 1979 yılına değin sürmüştür. Futbolun bir spor olduğu kadar, önemli bir ticari faaliyet olduğunu da o zamanki satırlarında bulabiliriz. İngiltere’de bulunduğu bir seminere ilişkin gözlemlerini aktarırken, İngiliz Futbolunun ana unsurunu seyircilerin oluşturduğunu, İngiliz hocaların sözlerine bağlayarak belirtmiştir. İngilizler, “Biz seyirciye oynarız, onlar müşterimizdir, yoksa kasamız boş kalır” diyerek, futbolu bir sanayiye çoktan çevirmişlerdir bile…

Modern futbola gönül veren ve Avrupa’da nasıl bir futbol oynanıyorsa, aynısının Türkiye’de de oynanmasını ilke edinen Fethi Hoca’nın en önemli özelliği; İngiliz Futboluna duyduğu hayranlıktır. Buna sırf seyir açısından bakmamak gerekir, bu hayranlığın temel felsefesi özellikle altyapı, eğitim ve tesisleşmedir. Hocalığı süresince, İngiliz sistemini örnek alan Fethi Hoca, elbette ki antrenmanlara özel bir önem vermektedir. Fakat en önemli sorun da burada yaşanmaktadır çünkü bizim futbolcular da tam aksine, antrenmanları hiç sevmemektedir. Diğer bir sorun da futbol sahalarımızın pür melal halidir. Bırakın Anadolu takımlarını, İstanbul Beylerinin bile doğru dürüst futbol oynanacak şartlara haiz sahaları yoktur. Galatasaray’da Malcolm Allison, Turgan Ece ve Fethi Hoca arasında yaşanan şu diyalog, son derece çarpıcıdır:

  • Allison: Anlayamıyorum. Her maçta 50 bin taraftar toplayan bir takımın antrenman yapacak bir çim sahası yok.
  • Turgan Ece: Antrenmanı çim sahada yap, maç için çamura çık. Olmaz öyle şey. (Beşiktaş müsabakasının oynanacağı İnönü Stadı için söylüyor.)
  • Demircan: Sir, yarınki maçı İnönü Stadı’nın çamurlu zemininde yapacağız. Onun için çocukları alıştırmamız gerek.

Burada Fethi Hoca’nın içinde yaşadığı tezata bir bakın. Çocukları çamurlu sahaya alıştırmak sözünü iyice düşünün ve bunu söyleyenin ya da söylemek zorunda kalanın Demircan Hoca olduğunu unutmayın. İdealler ile gerçeklerin muhteşem bir çatışması söz konusudur burada.

Yine o dönemler beraber çalıştığı Allison’un şu sözleri de ilginç bir gerçeklik barındırmaktadır:

Galatasaray’da elverişli çalışma şartlarım olsaydı, Avrupa ölçülerinde bir futbol takımı yaratırdım.

Berbat sahalarda oynanan futbolunuz karşısında bir gün taraftar isyan edecek.

İşte o günlerden bu günlere çok zor koşullar altında ulaşmıştır Türk Futbolu. Ara nesil ya da yapıcı ve onarıcı nesil diyebileceğimiz Fethi Demircan neslinin futbol adamları, bu yüzden, futbolumuz için çok önemlidir. Emeklerine her daim saygı duyulması ve mutlak surette isimlerinin yâd edilmesi gereklidir. (Devam Edecek)

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

  • NOT–1: Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.
  • NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.
  • NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

MALCOLM ALLİSON DÖNEMİ: HAYALLER VE GERÇEKLER

Galatasaray, yeni sezon (1976–77) hazırlıkları için yaptığı planlamayla Türkiye’de bir ilke imza atar. Takım hazırlık kampını İngiltere’de yapacaktır. Başkan Beyazıt, “G.Saray’ı yeni sezona İngiltere’de en şöhretli hocalar hazırlayacak” der ve ekler: “İsveç ve İngiltere’de büyük takımlarla maçlar yapacağız. Teknik kadronun başına laf olsun diye değil, ciddi anlamda bir İngiliz hoca getirilecektir. Londra’da kamp yapacağız ve takımı bir ay süreyle İngiliz Milli Takımı teknik direktörü Don Revie ile Don Howe çalıştıracak

Fethi Demircan ve Turgan Ece ikilisi ile yakalanan başarı yönetimi tatmin etmemiştir. Hâlâ yabancı hoca ile çalışma sevdası sürmektedir. Bunun iki büyük sebebi vardır, birincisi, lig şampiyonluğu hedefi henüz yakalanamamıştır, ikincisi ise G. Saray’ın mutlak surette Avrupa’da da adından başarıları ile söz edilen bir kulüp olması arzusudur. Avrupalı G. Saray için atılan en önemli adım, bu yurt dışı kampı olmuştur. İlk defa bir Türk takımı yurt dışında hazırlık kampı yapmaktadır.

Yine aynı dönemlerde Fethi Hoca da bir aylık bir kurs için İngiltere’ye gidecektir. G. Saray’ın yabancı hoca arayışını fırsat bilen kimi kulüpler, Fethi Hoca’ya teklifler sunar lakin Fethi Hoca bu teklifleri “döndüğümde yine G. Saray için çalışacağım” diyerek geri çevirir. Fethi Hoca, takımın İngiltere’deki kampı ile de yakından ilgilenecek ve kurs bitiminde takımın hazırlık kampında görev alacaktır.

Yabancı hoca arayışları tam hızıyla sürmektedir. İngiliz antrenör Danny Mc Lennan, G. Sarayı çalıştırmak için başkan Selahattin Beyazıt ile görüşme yapar. İskoç asıllı olan hoca, o dönemlerde Irak Milli Takımını çalıştırmaktadır. Öte yandan kimilerince yine Bobby Charlton adı gündeme taşınmaktadır. Daha önce G. Saray’ın teklifine yüz vermeyen Charlton, en sonunda kendisine layık bir yer bulmuştur; Güney Afrika’da çalışmaktadır.

G. Saray’ın Londra’daki kampı başladığında Don Revie ile Don Howe beklentisi boşa çıkar. İki farklı isim belirir: Malcolm Allison ve Arthur Cox. Bu arada teknik ekibin yerli hoca kısmı olan antrenörler Ahmet Karlıklı ve Yılmaz Gökdel’in görevine son verilir. Yerli hoca olarak bir tek Fethi Demircan bırakılır.

Bu arada Avrupa Kupaları kurası çekilmiş ve rakip takımlar belli olmuştur. G. Saray’ın rakibi İsveç’in A.İ.K takımıdır. İsveç takımının hocası, G. Saray’ın İngiltere kampına en çok sevinen isimdir; “Türkiye’ye gitme zahmetinden kurtulduk, onlar ayağımıza geldi” diyerek, G. Saray’ın hazırlık maçlarını dikkatlice izleyeceklerini söyler.

Hazırlık kampının patronu Malcolm Allison’dur. İngiltere’nin alt liglerindeki takımlarla hazırlık maçları yapılmaktadır. Genelde başarısız sonuçlar alınmaktadır fakat dikkat çeken şey; Allison’un takımı sahiplenmiş olmasıdır. Yeni sezonun hocasıymış gibi davranmaktadır. Zaten bir İngiliz hoca arayan yöneticiler de ona öyle davranmaktadır. Bu hazırlık kampı bir nevi Malcolm Allison’u ikna etme kampı gibidir. Yine de Allison “Hazırlık maçlarını gördükten sonra fikrimi söyleyeceğim” gibi kararsız ifadeler kullanmaktadır.

Nihayetinde İngiltere Hazırlık Kampında ortaya bir üçlü teknik ekip çıkmıştır. Allison, Cox ve Fethi Demircan. Fakat bu durum Fethi Hocayı üçüncü konuma düşürmektedir. O yine de gocunmadan G. Saray’a hizmet etmeyi sürdürmekte, görevini layıkıyla yerine getirmektedir. G. Saray, Türkiye’ye döndüğünde İngiliz hocalar da takım kafilesinde yer almaktadır. Yeni teknik ekip İstanbul’da tam anlamıyla şekillendirilecektir.

Bu arada Fenerbahçe ile bir hazırlık maçı yapılır. Yenilgiyle biter. Allison, kendisinin sihirbaz olmadığını vurgulayarak şöyle der: “Şu anda başarı beklemek bir mucizedir. Sihirbaz değilim ve de mucizelere inanmıyorum. Geçen yıl başkan istedi gelemedim ama bu yıl geleceğimi söyledim. Para pul için değil, başkanla olan dostluğum için buradayım. Yardımcılarım Cox ve Demircan işinin ehli olan kişiler. G. Saray iyi bir çalıştırıcı ekibin elindedir. Bize güvenin.

ARTHUR COX’UN TUHAF HİKÂYESİ

Arthurcox1973SunderlandAğustos ayı ortalarında, Turgan Ece, Galatasaray’da hoca sorununun halledildiğini ve iki yabancı hocanın da İstanbul’da takımın başında kalacağını açıklar. Hemen sonrasında teknik ekipteki detaylar belli olur. Buna göre; Turgan Ece, idari menecer olacak, Allison takımın daimi müşavir/danışman hocası olacaktır. Arthur Cox’a teknik direktörlük görevi verilmiştir. Yardımcısı ise antrenör olarak görev yapacak olan Fethi Demircan’dır. Bu dönemlerde Arthur Cox, İngiltere futbolunda yepyeni bir devir açan hoca olarak takdim edilmektedir. Bir ikinci lig takımını (Sunderland) İngiltere’de ilk kez Kral Kupası Şampiyonu yapan ekipte yer almış ve bizzat kraliçenin elinden kupa alma şerefine nail olmuştur.

Yeni sistemde ipler Allison ve Cox’un elinde gözükmektedir fakat on, on beş gün sonra hiç beklenmedik bir gelişme yaşanır. Arthur Cox’un görevine aniden son verilir. Söylenen şey, “bir aylık deneme sürecinde sizin G. Saray’a faydalı olamadığınızı gördük ve sizinle çalışmaktan vaz geçtik” sözleridir. İşin aslı, bu sistem yürümemiştir. Hazırlık maçlarında Fenerbahçe’ye karşı iki kez başarısız olunmuş, Beşiktaş ile berabere kalınmıştır. Ligin ilk maçında da Bolu deplasmanından yenilgiyle dönülünce, Cox ile yapılan başlangıç, hüsran dolu bir öyküye dönüşmüştür.

Öte yandan kulüp yönetiminin arzusu, başta kariyerli bir yabancı hoca ve yanında da Türkiye ligini bilen bir yerli hoca ikilisinden oluşan bir ekiple yola devam etmektir. Başarı için belirlenen ideal yapı budur. İşin içine iki yabancı ve bir de yerli hoca girdiği zaman takım içinde mutlak surette sorunlar çıkması kaçınılmazdır. İşte Arthur Cox’un gönderilişinin kısacık ve bir o kadar tuhaf hikâyesi böyle gerçekleşmiştir.

SAHADA FETHİ HOCA, TRİBÜNDE ALLİSON   

Malcolm Allison futbol takımının patronudur, Fethi Hoca ise yardımcısı durumundadır. Fakat yine de ortada bir gariplik vardır çünkü oynanan maçlarda Allison tribünde oturmakta ve kulübeye talimatları oradan vermektedir. Kulübede Fethi Hoca ve Turgan Ece, Allison’un verdiği talimatları yerine getirmeye çalışmaktadır. İşin aslı sonradan ortaya çıkar; Allison ile henüz sözleşme yapılmamıştır. Yani resmi olarak henüz takımın hocası değildir. Nihayetinde Ekim ayı ortalarında mukavele yapılır ve Allison kulübedeki yerini alır, takımını sahadan yönetip yönlendirmeye başlar.

anderlethBu sezon Avrupa Kupa Galipleri Kupasında yarışan G. Saray’ın rakibi A.İ.K. takımıdır, ilk maç deplasmanda Rasunda Stadı’nda oynanır ve G. Saray müsabakayı 2–1 kazanır. Rövanş maçı İstanbul’da oynanır, bu kez A.İ.K. takımı daha dirençli çıkar fakat G. Saray’ı eleyecek sonuca ulaşamaz. Maç 1–1 sonuçlanır ve G. Saray ikinci tura yükselir. Avrupa Kupalarında sadece Trabzonspor ve G. Saray bir üst tura yükselme başarısı gösterirken, Fenerbahçe ve Adanaspor elenmekten kurtulamaz. Tur atlayan her iki takıma da çok dişli rakipler çıkar. Trabzonspor’un Şampiyon Kulüpler Kupası’ndaki rakibi Liverpool olur. G. Saray’ın rakibi ise geçen sezon Avrupa’yı alt üst eden ve Avrupa Süper Kupası’nı kazanan Anderlecht takımıdır. Artık daha yukarılara çıkmak hayal ötesi bir şeydir. G. Saray, Brüksel’de ve İstanbul’da rakibine aynı sonuçla (5–1) yenilir. Fakat her iki maçta da hücum futbolu oynayıp rakibi korkutmaktan geri kalmaz. Belçika’nın Le Sport Gazetesi bu turu şu şekilde özetler: “G. Saraylı futbolcular, Anderlecht önünde çok büyük bir cesaretle ve saygı duyulması gereken bir oyunla mücadele ettiler.” Trabzonspor ise kendi evinde yenme başarısı gösterdiği Liverpool takımına rakip sahada 3–0 yenilmekten kurtulamaz. Böylece hem Türk takımlarının hem G. Saray’ın bu sezonki Avrupa seferi noktalanmış olur.

KUPADA VE LİGDE BÜYÜK HÜSRAN

Malcolm Allison yönetimindeki Galatasaray, iyi kötü ligi götürmektedir. Üçüncülük sırasına yerleşmiş gibidir. Allison, Türkiye’deki ilk hatasını o dönemlerde yapar, milli takım yetkilileri ile görüşmek istemez. Yani milli takım hocalarının kulüp futbolcuları hakkında bilgi alışverişi yapmasına sıcak bakmaz ve bu yüzden federasyon tarafından dikkatinin çekilmesine karar verilir.

fb6gs124 Kasım 1976 tarihinde yaşanan acı bir deprem felaketi nedeniyle (Van/Çaldıran Depremi) bir futbol turnuvası düzenlenir. Turnuva Depremzedelere yardım amacıyla düzenlenmiştir. İstanbul’un üç büyük kulübü ve Eskişehirspor’un katılımıyla bu organizasyon gerçekleştirilmektedir. İşte bu depreme yardım turnuvasında; G. Saray, Fenerbahçe karşısında aldığı 6–1’lik yenilgiyle tam bir hezimete uğrar. Bir önceki hafta Adanaspor karşısında alınan 3-1’lik mağlubiyet de göz önünde bulundurulunca, takım içinde bir şeylerin kötü gittiği hissine kapılan Turgan Ece, sesini yükseltmeye başlar, Allison’dan ve uygulamalarından rahatsızlığını dile getirir. Gazete sütunlarına yansıyan dedikodulara göre; Turgan Ece ve Fethi Hoca’nın Malcolm Allison ile aralarına kara kedi girmiştir, birbirlerine küs durumdadırlar. Fethi Hocadan ziyade idari menecer Turgan Ece’nin duruşu daha dikkat çekicidir. Nihayetinde Fethi Hoca, Allison ile birlikte çalışmak ve onun direktifleri doğrultusunda takımı hazırlamak durumundadır. Daha ileri boyutlarda tavır koyması pek olası değildir.

Her ne kadar Bay Allison; G. Saray’da futbolun patronu benim dese de kimi zaman çeşitli hastalıkları bahane ederek, kimi zaman ise sahiden ciddi derecede rahatsızlığından dolayı antrenmanlara gelmemeye başlar. Küskünleri barıştırma girişimleri olur ve göstermelik bir barış yapılır. Fakat Ece ve Allison ikilisi arasındaki sürtüşme, gazeteler aracılığıyla yapılan atışmalara ve karşılıklı göndermelere kadar varır. Turgan Ece, Allison’un İngiltere’de başarıları ile değil, yakışıklılığıyla ünlü olduğunu söyler. Allison ise bir İngiliz soğukkanlılığıyla davranır, bunun çok güzel bir iltifat olduğunu ifade eder. Başarılarını bir bir sıralar.

Bu çekişmenin neticesinde, 8 Ocak 1977 tarihinde, Turgan Ece, görevinden istifa etmek zorunda kalır. Basına sunulan sebep, Turgan Ece’nin başkan Beyazıt ile olan anlaşmazlığıdır. İstifanın Allison ile hiçbir alakası yoktur. Turgan Ece’nin yerine getirilen isim ise Doğan Koloğlu olur. Artık takım içindeki huzursuzluk, görüntü itibarıyla giderilmiştir.

Sezonun ilk yarısı sona erdiğinde G. Saray üçüncülüğünü sürdürmektedir. Son maçlarda Beşiktaş ile 2–2 berabere kalmış, Cemil’in golüyle yine Fenerbahçe’ye 1–0 yenilmiştir ama bu yenilgi sıralamada yer değişimine sebep olmamıştır. Aynı puana gelen iki takım arasında üstünlük gol averajı nedeniyle G. Saray’dadır.

İkinci yarının ilk maçında Boluspor karşısında alınan 2-1’lik yenilgi sinirlerin iyice gerilmesine neden olur. G. Saray kendi evinde mağlup olmuş ve şampiyonluk yolunda ağır yara almıştır. Bay Allison en sonunda dayanamamış ve eleştirilere şu karşılığı vermiştir: “Ne yapayım? Çıkıp sahaya ben mi oynayayım?

Galatasaray’da düşüş devam etmektedir. Şampiyonluk yolunda galibiyetler serisi yakalamak düşlenirken, art arda beraberlikler ve yenilgiler gelmektedir. Ali Kemal’in golüyle Trabzonspor’a karşı da mağlup olurlar, artık sıralamadaki yer altıncılıktır. Mart ayı başlarında Trabzonspor erken şampiyonluğunu ilan etmiş ve en yakın rakibine 6–7 puan fark atmıştır, Trabzon genel kaptanı Süha Akçay, İstanbul’un üç büyüklerine nazire yapmaktadır: “Erken şampiyonluk bizi üzüyor. Bu pazar Adanaspor maçının galibiyeti ile ligde şampiyonluğumuzu ilan edeceğiz. Bunun için son derece üzgünüm.

G. Saray’ın aldığı Altay yenilgisiyle taşlar yerinden iyice oynar. Seyirci takımını protesto eder. Artık sıralamadaki yeri onunculuktur. Başkan dayanamaz ve sitem dolu bir konuşma yapar: “İngiltere dediniz İngiltere’ye götürdük. Para dediniz para verdik. Ailevi problemleriniz oldu, polisle askerle ilişkileriniz oldu, hepsini hallettik, hiç kimsenin haberi olmadı… Sizden, yapılanların karşılığını istiyorum. G. Saray, onunculuğa düşmüştür. Bunun suçlusu hepimiziz… Sizleri bir yere kadar taşırım. Sonra kaderinizle baş başa kalırsınız.

Başkanın konuşması gidişatı değiştirmemiştir. Mart ayı ortalarında ezeli rakip Fenerbahçe ile oynanan müsabaka tamamen bir prestij/onur mücadelesidir, tadı tuzu yoktur. Zaten 2-2’lik skor da bunu doğrulamaktadır.

G. Saray, geçen senenin kupa şampiyonu olduğu için Türkiye Kupası kuralarına çeyrek finalden başlamıştır. Rakibi Orduspor’dur. Her iki maç da Mart ayı içinde, yani düşüş döneminde oynanmıştır ve G. Saray elenmiştir. İnönü’deki ilk maç 1–1 bitmiş, Ordu’daki rövanştan gol sesi çıkmayınca, Orduspor yarı finale çıkmış, G. Saray ise kupaya da erkenden havlu atmıştır.

Malcolm Allison yeni hedefi belirlemiştir, “Amacımız ilk dörde girip UEFA Kupası’na katılmak” fetvasını vermektedir. Fakat onunculuktan altıncılığa zar zor gelinmiştir. İlk dörde girmek bile artık çok zordur. Göztepe ile oynanan maçta B. Mehmet bir penaltı kaçırır, İnönü Stadı’nda beraberliğe razı olunur. İşte bu maç sonrası spor yazarı Coşkun Özarı, Galatasaray’ın o sezonki durumunu şu ibretlik sözlerle anlatır: “Koca G. Saray; ne kupada, ne ligde ne de futbolda var.

Olaylı Samsunspor maçından sonra Pakistan’ın kurucusu Cinnah adına düzenlenen turnuvadan da eli boş dönen G. Saray, (finalde Altay’a penaltılarla elendi) sezonun bitiminde ancak beşinci olabilmiş ve bu sezonu hayal kırıklığıyla tamamlamıştır. Bay Allison, sezon sonu içinde bulunduğu durumu şöyle özetlemiştir: “G. Saray’da elverişli çalışma şartlarım olsaydı, Avrupa ölçülerinde bir futbol takımı yaratırdım. Berbat sahalarda oynanan futbolunuz karşısında bir gün taraftar isyan edecek.

MALCOLM ALLİSON’UN TEDİRGİNLİĞİ   

yetmislerdeMalcolm AllisonHüsranla biten sezona rağmen G. Saray yönetimi Malcolm Allison ile çalışmaya devam kararı almıştır. İngiliz hocanın yenisini aramaktansa eldekini tutmak daha cazip görünmektedir. Öyle ya geçen sezon ilk deneyimini yaşamış ve Türkiye Ligi’ni tanımıştır. Bu kez başarılı olması ihtimali çok daha yüksektir. Allison ise bu devam kararının baskı ve tedirginliğini içten içe yaşamaya başlamıştır; daha hırslı ve daha asabidir.

Haziran ayı içinde G. Saray’ın iki hocası da (M. Allison ve Fethi Demircan) Londra’da bir kursa katılır. Lilleshalle Spor Merkezi’nde icra edilen 15 gün süreli Futbol Antrenör Geliştirme Kursu’na İngiltere’den başka ünlü teknik direktörler de katılmaktadır.

Bu kurs sürecinde, Londra’dayken, Türk futbolu hakkında bir değerlendirme semineri  (açık oturum) de yapılır. Konu başlığı, “Futbolda Gelişmeler ve Türk Futbolu“ olur. Bu seminere Fethi Hoca başkanlık eder. Dave Saxton, Terry Venables, Alan Wade, Arthur Cox, Malcolm Allison ve Don Howe gibi değerli isimler katılımcı olarak iştirak ederler. Hocalar fikir ve görüşlerini sunarlar. Varılan noktada Türkiye’de ana sorunun altyapı ve tesis noksanlığı olduğu görüşü savunulur.

Türkiye’ye dönüşte Boluspor Fethi Demircan Hoca’ya teknik direktörlük teklifi sunar. Fethi Hoca, menecer Doğan Koloğlu ile görüşüp yeni sezon için durum değerlendirmesi yapmayı müteakip bu teklife cevap vereceğini belirtir. Eğer yeni sezonda G. Saray, Fethi Hoca ile çalışmak istemez ise Boluspor’un teklifine sıcak bakacaktır. G. Saray ona gönül kapılarını açmıştır ve bu yüzden G. Saray istemedikçe, bir başka kulübe gitmesi söz konusu değildir. Bu durumu şu sözcüklerle dile getirir: “Bana git demedikleri müddetçe sarı-kırmızı renklerin hizmetindeyim.

fethidemircanULUDAĞ KAMPINDA MÜTHİŞ İDDİA

Temmuz ayı kamp ayıdır ve bu kez takımın kamp yeri Uludağ’dır. Uludağ kampının en ilginç olayı ise bir tepeye tırmanış konusunda girilen iddia oldu. Aynı dönemde Trabzonspor da Uludağ’da kamp yapmaktaydı ve iki kulüp arasında samimi bir ortam oluşmuştu. Fethi Demircan Hoca’nın antrenörlük öncesindeki mesleğinin assubaylık olduğunu ve orduda komando olarak görev yaptığını bilmeyen Allison ile Trabzonspor’un Hocası A. Suat Özyazıcı, müthiş bir şekilde faka basarlar. Uludağ’ın zirvesindeki bir sarp tepeye çıkma konusunda Fethi Hoca’ya karşı iddiaya girerler. Bu iddiaya Galatasaraylı ve Trabzonsporlu futbolculardan da katılım olur. Kimse Fethi Hoca’nın zirveye ilk tırmanan kişi olacağına şans vermez. Öyle ya gencecik futbolcuların yanında yaşlı başlı bir adam nasıl birinci gelecektir? Oysa Fethi Hoca, zirveye tam 32 dakika 14 saniyede çıkarak kendisiyle bahse girenleri kelimenin tam anlamıyla tuş eder. M. Allison’dan 1000, Özyazıcı’dan 500 lira kazanırken, futbolculardan kendisine gelen hediyeler, çamaşır makinesi ve saat olur. Bu iddia olayı, Uludağ kampında yaşanmış tatlı bir hatıra olarak akıllarda kalır.Coskun-Ozari

Daha sonra Ankara’da bir kamp yapılır ve Kırıkkalespor, Şekerspor gibi bölge takımları ile hazırlık maçları oynanır. Ardından İstanbul’da Trabzonspor ile ciddi bir hazırlık maçı yapılır, sonuç ümit vericidir, maç 1–0 kazanılmıştır. O dönemler sezon açılışında geleneksel olarak düzenlenen TSYD Kupası’nı da kazanan Galatasaray olmuştur ki bu kupanın kazanılması da hayli ilginçtir. G. Saray ilk maçta Beşiktaş’ı 4–0 gibi net bir skorla yenmiş, Fenerbahçe ise ikinci maçta Beşiktaş’a mağlup olmuştur. Fenerbahçe ile G. Saray arasında oynanan son maçta G. Saray 2–1 mağlup olmasına rağmen, Beşiktaş’ı farklı yendiği için averajla kupanın sahibi olmuştur. Yani o günlerde spor sayfalarının manşetinde yazıldığı gibidir durum: “Galibiyet Fenerbahçe’nin, Kupa Galatasaray’ın!

BRİAN BİRCH RUHU GERİ Mİ GELDİ?

Hazırlık maçları serisi devam etmektedir ve bu kez yer İzmir’dir. Ne yazık ki İzmir’de oynanan Altay maçı sezon içinde yaşanacak olayların ilk işaretini vermiştir. Bay Allison geçen seneden farklıdır, hırslı ve hırçındır. Talimatlar gereğince eşofmanlı olarak sahada bulunması gereken Allison, bu kuralı bilmediğinden ya da önemsemediğinden farklı bir kıyafetle maça gelir. Saha komiseri durumu fark edince, Bay Allison’u sahaya sokmak istemez ve kızılca kıyamet kopar. Bay Allison, çok aşırı tepki gösterir. İtiraz eder ama nafiledir. Maçı tribünden izlemek zorunda kalır. “Üç gün içinde ülkenizi terk edeceğim” diye veryansın eder, “Konuk takım olduğumuz için misafirperver olunmalıydı” der fakat talimatnameyi bilmediğini ve kendisine yapılan davranış karşısında oldukça sinirlendiğini de itiraf eder. Bu gergin ortamda oynanan müsabakadan 1–0 mağlup ayrılan G. Saray, bunun acısını Göztepe’den çıkarır, Göztepe’yi 4–1 mağlup eder.

28 Ağustos 1977 tarihinde sezonun ilk maçı Zonguldakspor ile yapılır. Maç, İstanbul’dadır ve bu müsabakayı G. Saray, Gökmen’in golüyle 1–0 kazanır. Ne yazık ki bu maç olaylı bir maç olmuştur. Müsabakanın 75.nci dakikasında G. Saraylı Fatih ile Zonguldaksporlu Sinan arasında bir tekmeleşme sahnesi yaşanır. Bu sezon kaybetmeye müsamahası olmayan Bay Allison, bir anda sahaya doğru fırlar. Rakip oyuncu olan Sinan’ın üzerine yürür. Fethi Hoca ve Gökmen, zor bela Allison’u engellemeyi başarırlar. Sanki Brian Birch’ün olaylı gidişi yeniden yaşanır gibidir.

Hakem Ertuğrul Aybay ve saha müşahidi, Allison’un izinsiz olarak sahaya girişini raporlarında belirtirler. Ayrıca Zonguldaksporlu yöneticiler de Federasyona şikâyette bulunurlar. Eylül ayı başlarında Federasyondan beklenen ihtar gelir. Federasyon Başkanı İbrahim İskeçe imzalı yazı ile Bay Allison uyarılır. Bundan sonra benzer davranışlar yaparsa ortaya tehlikeli sonuçlar çıkabileceğine vurgu yapılır ve daha dikkatli davranması istenir. Bay Allison, Türkiye’de ikinci ihtarını almıştır.

MALCOLM ALLİSON’UN GÖZYAŞLARI

gsfbrekabetiOrtalık artık ısınmıştır, ikinci Brian Birch vakası yaşanmıştır ve artık geri dönüş pek mümkün değildir. Bir sonraki maçta Allison, kulübede yer almaz. Londra’dadır. Eskişehir’deki deplasman müsabakasında kulübede Fethi Hoca vardır ve sonuç (2–2) beraberliktir. Bir sonraki maçta Allison görevinin başındadır.

G.Saray’ın bu sezon Avrupa maçı yoktur fakat Fenerbahçe Avrupa arenasındadır. Rakibi Aston Villa takımıdır. Eylül ayının ikinci yarısında oynanan müsabakalarda; Aston Villa, Fenerbahçe’yi ilk maçta 4–0, ikinci maçta ise 2–0 yenerek tur atlar. İlk maç sonrası, Aston Villa’nın teknik direktörü Ron Saunders, bir açıklama yapar ve Fenerbahçe hakkında verdikleri bilgiler için iki İngiliz hocaya teşekkür eder. Bu iki isimden birisi daha önce G. Saray’ı kısa bir süre çalıştırmış olan Don Howe, diğeri ise halen çalıştırmakta olan Malcolm Allison’dur.

Don Howe için sorun yoktu çünkü ülkesindeydi fakat Bay Allison ajanlıkla suçlanmış ve bir anda çok güç durumda kalmıştı. İki ihtar ve bir eşofman olayından sonra şimdi de ajanlık olayı patlak vermişti. Allison, bu suçlama karşısında kendini tutamayıp şöyle bir serzenişte bulunmuştu: “Zaten iki ülke futbolu arasında dünyalar kadar fark var. Mucize her zaman olmaz. Ayrıca casusu değilim. Ekmek yediğim takımın ülkesine nankörlük etmem.

Yine de bu olay bir şekilde sabıka dosyasına işlenmişti. Kaçınılmaz sona doğru koca bir adım daha atılmıştı.

Eylül ayı sonunda deplasmanda Trabzonspor ile oynanan müsabaka golsüz berabere bitmiş ve bir puan kazanılmıştır ama bu bir puanın kahramanı yeni transfer edilen Yugoslav kaleci Kajganiç olmuştur. Yani G. Saray, Trabzon’da ecel terleri dökmüştür. Sıralamadaki yer altıncılıktır.

Daha önce G. Saray’ı çalıştıran hocalardan bilmekteyiz ki sabıka dosyası kabaran bir hocanın ipi çekilecekse bu genelde bir Fenerbahçe yenilgisi sonrasında gerçekleşir. İşte Bay Allison için de o final sahnesi gelmiştir. 2 Ekim 1977 tarihinde iki ezeli rakip arasında oynanan derbi maçı Fenerbahçe 2–0 kazandığında, ilk serzeniş Doğan Koloğlu tarafından yapılır. Futbolcuların dikkati çekilir, Galatasaray’ın sıradan bir takım olmadığı hususuna vurgu yapılır. Sonra Bay Allison ile ilgili eleştiriler birden artmaya başlar. Sık sık Londra’ya gidip gelmeler ve keyfi davranışları sıkça gündeme getirilir. Fakat Bay Allison oldukça hazırcevaptır: “Kontratımda, G. Saray, her maçı kazanacak diye bir madde yok” sözleriyle eleştirilere karşılık verir. G. Saray ile F. Bahçe arasındaki çok özel rekabeti anlamazlıktan gelir. Sıradan bir maçmış gibi bahseder. Artık kıyamet saatleri çok yakındır.

9 Ekim 1977 tarihinde Mersin deplasmanında oynanan müsabakada kulübenin lideri Fethi Demircan’dır. Bay Allison ortalıkta yoktur. Maç 1–1 berabere bitmiş, puanlar paylaşılmıştır. Olayın aslı birkaç gün sonra ortaya çıkar. Yönetim Bay Allison’a takımdan el çektirmiştir. Mersin’de otel odasında misafir olarak kalmış, kadroyu menecer Doğan Koloğlu ile Fethi Demircan hazırlamıştır. Hikâyenin sonunda Malcolm Allison’un payına düşen, Adana Havaalanı’nda gözyaşları eşliğinde istifasını açıklamak olmuştur. Takım kafilesinin geri dönüşü esnasında yaşanan bu olayı, spor medyası “Allison maç sonrası Adana Havaalanında istifasını açıkladı, hüngür hüngür ağladı” şeklinde duyurur ülkeye. Bir gün sonra Bay Allison için veda yemeği tertiplenir ve ayrılış gerçekleşir. Malcolm Allison, önce Londra’ya gidecektir sonra da bir başka takımı çalıştırmak üzere A. B. D.’ye… Başkan Beyazıt, Bay Allison ile bağlarını koparmadıklarını ve onu teknik konularda müşavir/danışman hoca olarak gördüklerini, gerektiği zaman bilgi ve deneyimine başvuracaklarını açıklayarak, nazikâne bir jest yapar.

Bay Allison, birkaç gün sonra İngiltere’den açıklamalarda bulunur: “Patron olarak geldim. Haysiyetli ve şerefli bir patron olarak gidiyorum. En son olarak Mersin’de işime karışmak istediler. Eğer onlara boyun eğseydim şimdi yine takımın başındaydım. Bunu yapmadım.

Ayrıca yaptığı açıklamalarda Fethi Demircan için güvenoyu verir. Onun Türkiye’deki en iyi dostlarından birisi olduğunu söyler, ona çok şey öğrettiğini, onun deneyimli olduğunu ve başarısına inandığını belirtir. Galatasaray’ın şanlı tarihinde bir İngiliz hocanın daha sayfası hüzünle kapanmıştır.

Artık ikinci Fethi Demircan dönemi başlamak üzeredir. (Devam Edecek)

 

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1:Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

NOT–4: 19 Kasım 2013 tarihinde, İstanbul’da, 29 Mayıs Hastanesi’nde kalp ameliyatı geçiren sevgili Fethi Demircan Hocamıza acil şifalar diliyorum.

TEK KİŞİLİK GÖSTERİ: DON HOWE SHOWdonhowe1

1975 Ağustos ayının son günlerinde G. Saray’da takımı yeni sezona hazırlayan ekibin başında Fethi Demircan vardır. Ahmet Karlıklı ve Yılmaz Gökdel ile birlikte, Sarıyer sahasında ve Ali Sami Yen’de tempolu antrenmanlar başlamıştır. Gelin görün ki yönetimin İngiliz Hoca arayışı henüz son bulmamıştır.

Aceleye getirilmiş bir şekilde Don Howe ismi kabul görmektedir. En sonunda Don Howe ile çok ilginç bir anlaşma yapılır ve hoca biraz da zoraki olarak takımın başına getirilir. Yapılan anlaşmaya göre Don Howe, bir aylığına Türkiye’de kalacak ve takımı çalıştıracaktır. Her şeyi yerli yerinde görecek ve seçimini buna göre yapacaktır.

Eylül’ün yedisinde, takım, sezonun ilk maçına çıkar. Kulübede Turgan Ece ve Fethi Demircan vardır. Sezona kendi evinde Trabzonspor’a 2–1 yenilerek başlamıştır G. Saray. Don Howe, bu maçı tribünden izlerken bir taraftan da medyaya konuşmaktadır. Ülkede bir ay kalacaktır. İngiltere Milli Takımı’nı çalıştırmayı ummaktadır ve eğer bu gerçekleşirse ülkesine geri dönecektir. Yok, işler istediği gibi gitmez ise G. Saray’ın başında kalmaya devam edecektir.

Bu arada G. Saray’ın rakibi Rapid’in hocası da değişmiştir ve o takımı da yeniden izlemek şart olmuştur. Turgan Ece ve Fethi Hoca Eylül ayı başında Viyana’ya gitmiş ve Rapid’i yeni hocası Pinderin’in yönetiminde izlemiştir.

Don Howe göreve başladığında kamuoyuna danışma hoca olarak takdim edilmiştir. Fethi Demircan, yardımcı hocadır, futbol meneceri ise Turgan Ece’dir. Teknik kadronun diğer elemanları ise Yılmaz Gökdel ve Ahmet Karlıklı isimlerinden oluşmaktadır.

Don Howe da Rapid’i izlemek ister ve o da bir Viyana yolculuğu yapar. Bu esnada medyaya hep misafir olduğundan söz eder. Misafirlik durumuna çok özel bir vurgu yapar. Dönüşte bile kalıcı olacağı hakkında bir ipucu yoktur. Eğer kalırsam yardımcım Fethi Demircan olacaktır açıklamasıyla her an gidebileceğinin akılda tutulmasını ister.

Bu arada ligde oynanan Ankaragücü maçında da kulübenin lideri Turgan Ece’dir.

Don Howe’un ilk maçı Rapid maçıdır. Artık takımın başındadır. Bu maçta deplasmanda oynayan G. Saray, (17.9.1975 tarihinde) rakibine 1–0 yenilir ama bu yenilgi tur umutlarıyla dolu bir yenilgidir. Rapid Wien’i İstanbul’da eleyecekleri kesin gibidir. Bu maç sonrasında Turgan Ece, Don Howe’ın Londra’ya gittiğini ve ailesini İstanbul’a getireceğini, sezon sonuna kadar da takımın başında kalacağını basına açıklar.

Ligde oynanan Orduspor maçında kulübede ilk kez Fethi Demircan Hoca tek yetkilidir. Bu zorlu deplasmandan bir puanla dönülmüştür. Bir sonraki haftanın maçında rakip Altay’dır, Don Howe takımın başındadır, maç İnönü’dedir ama sonuç yine beraberliktir.

1371 Ekim 1975 tarihinde oynanan Rapid maçını G. Saray, Don Howe’ın liderliğinde, 3-1’lik skorla kazanır ve Avrupa’da ikinci tura yükselen tek Türk takımı olur. Fenerbahçe, Benfica’dan toplam 8 gol yemiş, Beşiktaş, Fiorentina’dan toplam 6 gol yemiş, G. Saray haricinde bir tek Eskişehirspor, rakip filelere şeref sayısını atmayı başarabilmiştir. Levski takımına 3–0 ve 4-1’lik skorla boyun eğmiştir. G. Saray, ilk kez katıldığı UEFA Kupasında ülkesinin gururu olmuş, ikinci tura çıkmıştır. İkinci turdaki rakibi hayli zorludur. Napoli’yi 4–1 ve 1–1 gibi net sonuçlarla geçen Torpedo Moskova’dır kurada çıkan.

Ekim ayında G. Saray, Don Howe ile birlikte beraberlik serisini sürdürür. Deplasmanda Zonguldak’tan alınan bir puan iyidir ama kendi evinde Boluspor’a kaptırılan bir puan kötüdür. Bütün bunların üstüne bir de Torpedo Moskova’dan alınan 4-2’lik yenilgi tam bir moral bozukluğu yaratır. Torpedo güçlüdür ama böyle farklı bir yenilgi de beklenmemektedir. Yani bu sonuçla Moskova’ya gidiş tam bir turistik seyahat haline dönüşmüştür.

30 Ekim 1975 tarihinde bomba patlar. Don Howe, G. Saray kulübüne herhangi bir bilgi vermeksizin basına konuşur ve takımdan ayrıldığını, İngiltere’ye döndüğünü, bir İngiliz takımını çalıştıracağını açıklar. Nezaketten yoksun bir ayrılıştır söz konusu olan. Fakat G. Saray kulübü olgun davranır, sözleşmede böyle bir durumun zaten olduğunu belirtir. Turgan Ece; “Don Howe gitti diye antrenörsüz kalmış değiliz. Elimizde iyi bir antrenörler kadrosu var” diyerek, Fethi Demircan ve ekibine olan güvenini vurgular.

donhowe2Kasım ayının başında, Don Howe’ın Leeds United takımının hocası olarak görev aldığı açıklanır. Hoca, G. Saray’ı yüz üstü bırakmış, çekip gitmiştir. Üstelik çok yakında Torpedo maçının rövanşı vardır, bunu bile umursamamıştır. O dönemde gazetelere yaptığı açıklamalar ise Türk futbolunun o dönemki gerçeğini haykırmaktadır. Don Howe’un sözleri adeta futbolumuzun suratında patlayan bir tokat gibidir:

Türkiye ve G. Saray benim futbol dünyam değil ki, ne yapabilirim. Oysa şimdi Leeds United’in antrenörü oldum. İngiltere’nin en büyük takımlarından birisi... Hem Leeds United ismi hem de Don Howe ismi dünya futbol piyasasının gözü önünde olacaktır.

G. Saray’da kaldığım sürece hiçbir zaman takım tertibini ve takım taktiğini, saha içi uygulamasını ben yapmadım. Üçlü bir komitemiz vardı. Bu komitenin başkanı Turgan Ece idi. Saha içi çalışmalarda bana asistanlık yapan Fethi Demircan, Turgan Ece ile birlikte G. Saray’ın teknik planını hazırlayan kişi idiler. Ben de onları ikaz ediyor, tavsiye ve uyarılarda bulunuyordum. Karar onlarındı. Torpedo maçında hep beraber hataya düştük. Adamlar öncekinden bile daha iyi oynadılar, bizi şaşırttılar.

Böylece Eylül ayının dokuzunda başlayan Don Howe Show, Ekim ayı sonunda noktalanıyordu. Galatasaray tam da söylediğimiz gibi İngiliz sicimiyle asılmıştı. Terkedilmişti.

Takımın yeni teknik patronu Fethi Demircan olacaktı. Turgan Ece ve Fethi Demircan ikilisi sezonun sonuna kadar kader birliği yapacaklardı. Çok ama çok ilginç bir sezon yaşayacaklardı.

1975–76 SEZONU: FETHİ DEMİRCAN’LI GALATASARAY

Fethi Hoca’nın farkı, en önce antrenmanlarda hissedilir. Futbolcuların kondisyonuna özel bir önem vermektedir. Gazeteciler dahi onun yaptırdığı çalışmaları ilginç bulup izlemektedir. Yıllar sonra kendisine antrenmanlarla ilgili olarak sorulan bir soruya şu şekilde cevap verir:

Ben ilk gittiğimde Galatasaray’ın mevcut durumu çok iyi değildi. Sıkı çalışmaya başladık. Değişik idman şekilleri uyguluyordum. Gazeteci çocuklar merak edip çekiyorlardı bizi. Normalde Fenerbahçe’yi tek sezonda yenmeyi başaramayan Galatasaray, o sene hem Fenerbahçe’yi hem Beşiktaş’ı iki maçta da yendi.

anadolutrabzonEvet, gerçekten de G. Saray; o sezon hem Beşiktaş’ı hem Fenerbahçe’yi yenmeyi başardı. Fakat Trabzonspor’a şansı tutmadı. Belki de bir Anadolu takımının yukarılara tırmanıp hep zirvelerde kalacağına hatta şampiyon olacağına, herkes gibi, o da olasılık vermedi. O yüzden de ciddi bir rakip olarak görmedi. Bunun bedeli, hem Fenerbahçe için hem G. Saray için ağır oldu. Trabzonspor şampiyon oldu, Fenerbahçe’ye ikincilik, G. Saray’a ise üçüncülük düştü.

1975–76 sezonunda Türkiye Liglerinde çok önemli iki olay yaşandı ki birisi Trabzonspor’un ilk şampiyonluğudur. İlk kez İstanbul takımları dışında, bir Anadolu takımı, şampiyonluk ipini göğüslemiştir. Diğeri ise daha sonra anlatacağımız Metin Kurt Olayıdır. Bizzat Galatasaray Kulübünde cereyan eden bu olay, bazı yönleriyle dikkat çekicidir ve tarihe mutlak anlamda not düşülmesi gereken bir hadisedir.

Don Howe sonrasında, Fethi Demircan yönetiminde, oynanan ilk maç Adanaspor müsabakasıydı ve deplasmandaydı. Bu maç, golsüz sonuçlanıyor ve o sezon bolca yaşanan beraberlik hanesine bir çarpı daha atılıyordu. Adanaspor zaten zorlu bir rakipti ve o sezon ligi dördüncü tamamlayacak, G. Saray’la aynı puanı (37) paylaşacaktı.

Fethi Hoca’nın ikinci müsabakası Torpedo Moskova ile oynanacak rövanş maçıydı ve tur atlama şansı zaten yoktu. Moskova’da alınan 3-0’lık mağlubiyet çok önceden kabullenilmiş gibiydi.

EZELİ RAKİPLERE KAFA TUTAN BİR TAKIM

Sezonun geneline bakacak olursak, G. Saray açısından söylenmesi gereken ilk söz, bu sezonun bir berabere biten maçlar sezonu olduğudur. Ligde oynanan 30 müsabakanın tam on üçü beraberlikle neticelenmiştir ki, ligi o sezon on birinci sırada tamamlayan Beşiktaş’tan sonra (Beşiktaş’ın beraberlik sayısı on yedi) en çok beraberlik alan takım (Orduspor ile aynı) Galatasaray’dı.

Daha önceki yıllarda özellikle Fenerbahçe karşısında hüsrana uğrayan ve bu nedenle de pek çok huzursuzluk yaşayan G. Saray; bu sezon tam anlamıyla bir derbi canavarı olmuştur. İlk maçta Fenerbahçe’yi 3–1 mağlup etmiş, keza ikinci maçtan da 1–0 galibiyetle ayrılmıştı. Bu duruma alışkın olmayan Fenerbahçe taraftarları takımlarını protesto etmişlerdi. İlk galibiyet sonrasında Milli Takımın hocası Coşkun Özarı, durumu şu şekilde özetliyordu: “G. Saray, kararsızlıktan kurtulduğu için Feneri yendi.” Gerçekten de hoca arayışında çıkmaz sokaklardan kurtulamayan kulüp yöneticileri, bu arayıştan vaz geçip teknik kadroya güven telkin ettikleri anda, böylesi görkemli bir galibiyete ulaşmışlardı. Kasım ayı başlarında bir ara yine bir yabancı hoca, İngiliz Steve Burtenshaw, görücüye gelmiş ama işin sonunda bir ses seda çıkmamıştı.

G. Saray’ın Fenerbahçe ile oynadığı ikinci maç da oldukça önemliydi. Eğer Fenerbahçe kazanırsa şampiyonluk şansını sürdürecekti. Yok, eğer G. Saray kazanırsa, Trabzonspor’a şampiyonluğunu ilan etmek kalacaktı. Yani G. Saray, Fenerbahçe’yi bu maçta 1-0’lık skorla geçtiğinde, Fenerbahçe, şampiyonluk yolunda çok büyük bir çelme yemiş oluyordu. Kupada da eli boş kalınca, sezon tastamam hüsranla bitiyordu. Nihayetinde ilk kez bir Anadolu takımının şampiyon olmasının yolunu Fethi Demircan’lı G. Saray açıyor ve bu yüzden de sırası geldiğinde, Trabzon seyircisi, Turgan Ece başta olmak üzere G. Saray’ın teknik ekip ve futbolcularını dakikalarca alkış yağmuruna tutuyordu.

Öte yandan bu müsabaka sonrası, Fener ile G. Saray puan olarak başa baş kalıyor ve bundan sonrası ikincilik yarışı olarak sürüyordu. Ligin sonunda hiç umulmadık Göztepe yenilgisi ile G. Saray, üçüncülüğe razı oluyor, ikinciliği Fenerbahçe’ye bırakıyordu.

Beşiktaş ile hem ligde hem de kupada karşılaşan G. Saray; ligde 1–0 ve 1-1’lik neticelerle yüz güldürmüş, kupada ise rakibini 3-1’lik skorla hezimete uğratmıştı. O dönem aynı şehrin takımları kupada tek müsabaka üzerinden oynuyorlardı ve bu sonuçla, Beşiktaş, kupaya da havlu atmış oluyordu. Berabere biten lig maçı ise olaylı geçmiş, hakem Doğan Babacan, sahaya inen bir taraftarın saldırısına uğramış, yumruk yemişti. Spor yorumcuları, Beşiktaş’ın galip gelemeyeceğini anlayınca, beraberliğe yattığını dillendirdikleri bu maç, şampiyonluk şansını da zora sokan maçlardan birisiydi. Hemen ardından Eskişehirspor (1–1) ve Adana Demirspor engeline de (0–0) takılan G. Saray, zirveyi takiple yetinmeye başlamıştı.

Zaten Turgan Ece, 28 Nisan 1976 tarihinde, bu durumu açıkça söylüyordu: “Ligde yapılacak işimiz kalmadı. Kupaya asılacağız. Bütün gücümüzle kupayı almaya çalışacağız.

O sezon için futbol yazarlarının söylediği en önemli şey, G. Saray’ın ligin ikinci yarısında daha cesur ve tutarlı oynadığı, daha başarılı olduğuydu. İlk devre kafaları karıştıran yabancı hoca sorunu belki de olası bir şampiyonluğun önünü kesmişti.

TÜRKİYE KUPASINDA CİM BOM BOM

ML19760527001101205O sezonun en ilginç müsabakası, kupada Eskişehir Demirspor ile oynanmıştı. Türkiye Kupası üçüncü kademe müsabakasıydı. İlk maç Eskişehir’de oynanmış ve gençlerden kurulu Eskişehir Demirspor, G. Saray’ı 2–1 yenmişti. Ne var ki Eskişehir Demirspor, rövanşta bu denli şanslı değildi, müsabakada 7–0 gibi bir gol sağanağına yakalanmış, G. Saray’ı yendiğine yeneceğine pişman olmuştu.

Kupa Canavarı olarak bilinen G. Saray, daha sonraki rakibi Adanaspor’u da elemeyi başardı. İlk maçı Adana’da 1–0 kazandı fakat ikinci maç biraz tuhaflıklarla doluydu. 25 Şubat 1976 tarihinde İstanbul’da oynanan müsabaka şiddetli tipi ve kar nedeniyle ertelenmişti. Kar ve tipi, sonuca etki edecek derecede yoğundu, öyle ki G. Saraylı Fatih, zeminin kayganlığının kurbanı olmuş, ayağı kayınca topa müdahale edememiş ve top filelere süzülerek gitmişti.  Adanaspor, sürpriz sayılacak bir şekilde öne geçmişti. Tabi ki maç ertelenince bu gol de heba oldu. Ertesi gün oynanan müsabakayı G. Saray, 2–0 aldı ve çeyrek finale çıktı.

Ardından Beşiktaş ve Ankaragücü engeli geçildi ve finale yükseldi. Finalde rakip Trabzonspor’du. O dönemin efsanevi Karadeniz Fırtınası her takımın korkulu rüyasıydı. Finalin ilk ayağı Trabzon’da oynandı ve G. Saray, Trabzonspor’a 1–0 yenildi. Bu skor avantajlı bir skordu. İstanbul’a şanslı dönülüyordu. Finalin ikinci ayağında oynanan müsabaka Türkiye’nin en uzun süren final mücadelesi olarak hafızalarda yer alacaktı. Çünkü hem maçın uzatmaya gitmesi hem de bazı teknik sorunlar nedeniyle mücadele tam 3 saat 15 dakika sürmüştü. Maçın normal süresi, G. Saray’ın 1–0 üstünlüğüyle bitince uzatmalar, uzatmalarda da sonuç değişmeyince penaltılar şampiyon takımı belirledi. G. Saray, bütün atışları gole çevirirken; Trabzonsporlu Hüseyin, bir atışı dışarı gönderince kupanın kralı Galatasaray oldu. Maç oynanırken, yan hakeme konserve kutusu atıldı ve tedavisi için maç 12 dk. durdu. Uzatmaların bitmesine 3 dk. varken bu kez elektrikler kesildi ve müsabakaya 18 dakika ara verildi.

ilk-sampiyonlukBöylece Fethi Demircan, Türkiye’deki ilk yılında kupa ile tanışmış oldu. Fethi Hoca, işin penaltılara kalabileceğini hissettiğini ve bu yüzden yedi penaltıcıya tam 210 penaltı atışı yaptırdığını açıklıyordu basına. “İşte diyordu Türkiye Kupası şampiyonluğunun sırrı bu!

Bu kupa şampiyonluğu sonrasında kulüp yönetimi yeni sezonda da takımı Turgan Ece ve Fethi Demircan ikilisinin çalıştıracağını söylüyordu ama daha çok sular akacaktı o dereden…

Galatasaray ve Trabzonspor bir kez de Cumhurbaşkanlığı Kupasında karşı karşıya gelir. Buradan galip çıkan (2–1) Trabzonspor olur ve o sezonun süper takımı olarak nitelendirilir.

TÜRK FUTBOL TARİHİNDE BİR SOSYALİST HAREKET: METİN KURT OLAYI

metinkurt1Taraflı tarafsız herkes az çok Metin Kurt ismini bilir. Haksızlıklara karşı direnen ve politik duruşuyla tam bir sosyalist futbolcu karakteri çizen isimdir. İşte bu futbol sezonunda, takım tam da şampiyonluk şansını sürdürürken, G. Saray’da,  başını Metin Kurt’un çektiği bir prim isyanı yaşanmıştır.

Turgan Ece, 1976 yılının Mart ayı ortalarında hem ligde hem kupada iddialıyız açıklamalarını yaparken, takımın içinde prim huzursuzluğu yavaşça alevleniyordu. Nihayetinde Nisan ayı sonlarında ve Mayıs ayı başlarında, Türkiye Futbol tarihinde mutlak anlamda dikkat çekecek bir tuhaf isyan başlıyordu. Üstelik çok yakında şampiyonluk için önemli olan bir müsabaka vardı. Hatta şampiyonluğu geçin, ezeli bir rakiple, Fenerbahçe ile oynanacaktı. Bu durumda çıkan isyana yöneticiler müsamaha mı gösterecekti yoksa acımasız mı davranacaktı, merak konusuydu.

Kupadaki başarılar nedeniyle takımda yüklü bir prim beklentisi vardı. Fakat yönetimden hiç ses seda çıkmıyordu. Bu beklenti zamanla dedikodulara ve oradan da isyana dönüştü. Futbolcular hak ettikleri primleri alamadıkları için antrenmana bir saat geç çıkıyorlar ve haksızlığı protesto ediyorlardı. Bu, şimdiye kadar sahalarda görülmemiş, sıra dışı bir olaydı. Elbette işin içinde Metin Kurt vardı. Pek çok futbolcuyu etkilemiş, birlik ve beraberlik içinde hareket ettikleri takdirde futbol dukalarını (yöneticileri) yenebileceklerini herkesin ruhuna üfleyerek bir direnişçi ruh yaratmıştı.

Futbolcular kendi aralarında beş futbolcuyu (Metin Kurt, B. Mehmet, Yasin, Ekrem ve Enver) temsilci seçerler ve Turgan Ece ile görüşürler. “Ankaragücü’nü kupadan eledik, 10 bin lira prim bekliyorduk. Oysa siz ligdeki Adana Demirspor beraberliği ile birlikte bize 5 bin lira prim takdir ettiniz. Bunu haksız ve yetersiz buluyoruz” derler. Turgan Ece; “Primi sizin takdir etmeye hakkınız yok. İsteyen antrenmana çıkar, isteyen çıkmaz” şeklinde sert bir karşılık verir. Hemen ardından içlerinde Metin Kurt’un da olduğu bu beş futbolcu kadro dışı bırakılır. Soyunma odasında “Türk futboluna anarşiyi soktunuz, elebaşı da sensin” diyerek Metin Kurt’u işaret eden Turgan Ece, onun ipini çekmeye kararlıdır.

Kadro dışı bırakılan futbolcular, 5 Mayıs tarihinde, bir basın açıklaması yaparlar ve özellikle Turgan Ece’yi tavrından dolayı eleştirirler. Ayrıca bir de bildiri yayınlarlar. Kulüp yönetimi Metin Kurt’a bir mektup gönderir ve sezon sonuna kadar kadro dışı olduğunu ve antrenmanlara da alınmayacağını bildirir. İlginç olan şey, böyle bir mektubun sadece Metin Kurt’a gönderilmesidir. Kadro dışı bırakılan diğer dört futbolcuya kapılar aralık bırakılmıştır. Elebaşı görünen Metin Kurt’un işi tamamıyla bitirilmiştir. Bunun üzerine Metin Kurt, geri çekilmek yerine yine bir basın toplantısı yapınca ipler tastamam kopar. G. Saray, Metin Kurt’u yaptıklarından dolayı Federasyona şikâyet eder.

Zaman içinde geri kalan dört futbolcu özür dileme şartıyla affedilir. 30 Mayıs 1976 tarihinde Yasin ve B. Mehmet, bu şartı yerine getirir ve bir bildiri yayınlarlar. Bildirinin özü şöyledir: “Hatamızı anladık. Tüm Galatasaraylılardan özür diliyoruz.

metinkurt3Metin Kurt ise özrü bir geri adım olarak gördüğünden dolayı tavrından ödün vermez. Fakat artık futbol camiasında mimlenmiştir. Hiçbir takım, yönetimlere kafa tutacak ve futbolcuları örgütleyecek böylesine potansiyel bir tehlikeye kapı aralamaz. Metin Kurt’un futbol hayatı bitmek üzeredir ki İkinci Ligde oynayan Kayserispor onu her şeyiyle kabul edeceğini açıklar ve o da futbol yaşamını orada sürdürür, noktalar. Daha sonraları sendika girişimleri de olur. Metin Kurt, Türk futbolunun efsanelerinden birisiydi ve ne yazık ki 2012 yılında aramızdan ayrıldı.

Fethi Hoca ister istemez bu olaylar süresince tarafsızlığını korumak durumunda kalmıştır. Basına olumlu ya da olumsuz bir açıklamada bulunmaz. Sessiz kalır. Tek amacı futbolcularını tekrar kazanmaktır. En sonunda içindeki yangına dur diyemez ve şöyle bir demeç verir: “Evlatlarını kaybeden bir baba gibiyim. Beş futbolcumuzu kazanmaktan başka düşüncem yok.

Metin Kurt’un başı çektiği prim isyanında onca sözün arasında dikkati çeken bir önemli cümle daha vardır aslında. Metin Kurt, yönetimi eleştirirken “Siz Anadolu’dan bir takımın şampiyon olmasını istemiyorsunuz” der. Eğer bu sözün içeriğini doldurmaya çabalarsak, Galatasaray yönetiminde bir kararsızlığın söz konusu olduğunu düşünebiliriz. Yani Fenerbahçe’yi yenseler, Trabzonspor’u şampiyon yapacaklar ve İstanbullu saltanatı sona erecek. Üstüne üstlük, diğer Anadolu takımları da Trabzon başardıysa biz niye yapamayalım diyerek, daha arzulu ve istekli olacaklar. Şampiyonluğun bir ütopya olmadığını hissedecekler. Fenerbahçe’ye yenilseler, şampiyonluk ve hâkimiyet İstanbul’da kalacak, sınıfsal farklılık korunacak ama bu arada ezeli rakibe şampiyonluk tacı altın tepside sunulmuş olacak.

Metin Kurt’un bu söyleminden anlıyoruz ki G. Saray yönetimi Fenerbahçe’nin şampiyonluğuna razı, fakat futbolcular böyle bir iltimasa karşı. Hak edenin şampiyonluğundan yanalar ve bu yüzden bir Anadolu Devrimine (Metin Kurt önderliğinde) selam çakıyorlar. İşte bu ilginç olayın böyle de bir özelliği var.

(Devam Edecek)

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1:Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

GALATASARAY’DA FETRET DEVRİ

1972–73 sezonu bittiğinde Galatasaray üst üste üçüncü kez şampiyonluğunu ilan ediyordu. Teknik Direktör Brian Birch, Türkiye’de bir ilke imza atıyordu. Aslında coşkuyla yaşanan bu mutluluk, aynı zamanda Galatasaray için 14 yıl sürecek mutsuz bir dönemin de başlangıcı oluyordu. Galatasaray, çok uzunca bir süre şampiyon olamayacaktı. Ta ki 1986–87 sezonuna değin. Hani aslında bu 14 yılı çok da abartmamak lazım, çünkü o dönemlerde Türk Futbolunda bir Karadeniz Fırtınası esiyordu ki sormayın. Peş peşe 6–7 yıl İstanbul Beylerine kök söktüren Trabzonspor efsanesi başlamak üzereydi. Galatasaray’ın bu 14 yıllık hüzünlü hikâyesinin 6–7 yılında zaten üç büyüklerin hiçbiri şampiyonluk yüzü görememişti.

Brian-Birch-Hikmet Cilli21973–74 sezonu Brian Birch efsanesinin hayal kırıklığıyla nihayet bulduğu sezondu. Yeni bir şampiyonluk bekleyen Galatasaray, ne yazık ki liderlik yarışından çok uzaktaydı. Bir de buna Kupa’da Fenerbahçe yenilgisi eklenince… Ve bu yenilgi biraz da olaylı olunca… Takım iyice karışıyor, yarıştan kopuyor, ligi kazasız belasız tamamlamaya odaklanıyordu. 17 Nisan 1974 tarihinde Fenerbahçe’nin sahasında oynanan maçı gazete manşetleri şöyle özetliyordu: “Birch; foto muhabirlerine, üç Galatasaraylı futbolcu da tribünlere saldırdı.

Türkiye Kupası yarı final maçı olaylı geçmiş ve özellikle Hoca Brian Birch’ün foto muhabirlerine yaptığı saldırı taraflı tarafsız herkesçe kınanmıştı. Artık Birch, istenmeyen adamdı. Kulüpte kalması mutlak surette takıma zarar verecekti. Bu yüzden dolayı kulüp yönetimi çeşitli tedbirler almaya başlamış, Brian Birch’ün başına bir adam tayin etmiştir. Futbol Meneceri olarak görev yapacak olan Reha Eken, tam yetki ile donatılmıştır. Brian Birch, bu atamanın, istifa etmesi için yapılan bir oyun olduğunu söyler ve direnir. Nihayetinde zoraki olarak sezon sonuna kadar görevde kalacaktır ama ok yaydan çıkmıştır, yeni hoca arayışı çoktan başlamıştır.

23mart1975-jackmansellGalatasaray’ın istikrar bulamadığı bir diğer sezon da 1974–75 sezonudur. Takımın başına yine bir İngiliz Hoca getirilmiştir: Jack Mansell. Yardımcısı ise Tamer Kaptan’dır. Temmuz ortasında Metin Oktay; Futbol menajeri olarak göreve başlar. Futbol Şubesi genel kaptanı olarak vazifelendirilir. Takım sezonun ilk yarısında gayet başarılıdır ve devreyi lider kapatmıştır. Lakin ikinci yarı ne olduysa olmuş, büyük bir performans düşüşü yaşanmaya başlanmıştır. Kulüp yönetimi hemen olaya el koymuş, 12.3.1975 tarihinden geçerli olmak üzere, Doğan Koloğlu’nu tam salahiyetle futbol takımının başına getirmiştir. Yani tüm teknik ekibin lideri olmuştur. Bunu bir tür “Bizans Oyunu” olarak niteleyen Metin Oktay, hemen istifasını sunar. Nihayetinde 15 Nisan 1975 tarihinde oynanan Fenerbahçe müsabakasında, Doğan Koloğlu, Jack Mansell ve Tamer Kaptan’dan oluşan ekip iş başındadır ama sonuç yine aynıdır. Yine bir Fenerbahçe yenilgisi vardır ve takım şampiyonluktan uzak düşmüştür.

Bu yenilgi; uzun ve karmaşık sürecek yeni bir hoca arayışının da başlangıcı oluyordu. Sezon daha tamamlanmadan, yönetim yeni hoca arayışına geçmişti ki bu süreç beklenenden çok daha uzun sürecek ve dillere destan bir macera haline gelecekti.

O tarihlerde ilk akla gelen isim yine Brian Birch’tü ama ülkeden olaylı ayrılmıştı. Onu yeniden göreve getirmek riskliydi. Tüm ülke futbol camiası, takıma karşı cephe alabilir hatta federasyon ona çalışma izni dahi vermeyebilirdi. Akla gelen ikinci isim ise Milli Takım’ın hocası Coşkun Özarı idi. Fakat ilerleyen süreçte o da yapılan tekliften onur duyduğunu ama kabul edemeyeceğini söyleyecekti.

Daha çok uzun bir süreç yaşanacak, hocalık için nice isimlerle temas kurulacaktı. Bu arada Jack Mansell, 1 Haziran 1975 tarihi itibarıyla, takımla ilişkisini kesmiş ve ülkesine dönmüştü. Sezonun son maçında (G.Saray-Boluspor/1 Haziran) takımın başında Doğan Koloğlu vardı.

selahattinbeyazitO dönem Bursaspor’u çalıştıran Abdullah Gegiç’e de bir teklif sunuldu. Haziran ayında Selahattin Beyazıt yeniden başkan seçildi. Yönetimin üç hoca adayı vardı: Abdullah Gegiç ile Brian Birch’ün yanına yeni aday olarak bir de Metin Türel katılmıştı. Fakat Metin Türel yapılan teklifi kabul etmemişti. Ortalıkta yeni bir isim dolaşıyordu, bir İngiliz Hoca; Don Howe! Fakat Don Howe, Türkiye’ye gelmeyeceğini söyleyince, yeni bir arayış başlıyordu. Bir yandan İngiliz Hoca saplantısıyla yurt dışında yeni ve ünlü isim arayışı sürüyor, öte yandan yerli hocalardan itibarlı ve sorumluluk taşıyacak bir isim aranıyordu. Yeni rota Mersin’de bulunan Kadri Aytaç ismine çevrilmişti. Onunla da görüşme yapılacaktı.

Kimileri eski teknik ekibin yeterli olduğunu, göreve devam edip istikrar sağlayabileceğini savunuyor kimileri ise “asılacaksam İngiliz sicimiyle olsun” diye diretiyordu.

Bu boşluk döneminde takımın antrenmanlarını Ahmet Karlıklı yaptırıyordu. Temmuz başında Tamer Kaptan’ın görevine son veriliyor, teknik ekibe, yeni bir isim alınıyordu: eski futbolculardan Yılmaz Gökdel.

İNGİLTERE’NİN MİLLİ MESELESİ GALATASARAY

Galatasaray’ın hoca arayışı Türkiye sınırlarını çoktan aşmış ve hatta İngiltere’nin milli meselesi olmuştu. Başkan Beyazıt şöyle anlatıyordu hoca arayışlarını: “İngiltere’deki dostlarımız ve İngiliz Futbol Federasyonu yetkilileri ile ve bazı futbol otoritelerinin yardımı ile mevcutlar arasından üç hoca adayı seçtik. Durumlarını inceliyoruz ama nihai seçimi yapmadık. O yüzden isimlerini veremiyorum.

Niçin ille de İngiliz Hoca sorusuna ise şu yanıtı veriyordu: “Galatasaray’da bu bir adet haline gelmiştir. G. Saray, son 50 senede üç kere üst üste şampiyonlukları daima başında bir İngiliz antrenör bulunduğu zaman elde etmiştir. Biz de bu ananeyi tekrar yaşatırız ümidiyle bir İngiliz antrenörüne yönelmiş olduk.

Başkan Londra’ya gidiyor, geliyor yeni açıklamalar yapıyor ama bir türlü yeni hoca belirlenemiyordu. İngilizlerin önerdiği iki hocadan birisi Don Howe, diğeri ise Frank Lord’tu. Her ikisinin de başarısı tartışılmazdı, Frank Lord, o sezon Crystal Palace takımını, Don Howe ise West Bromvich Albion’u çalıştırmış ve bu iki takımın da küme düşmesine vesile olmuşlardı. Bunun yanında İngiliz Federasyonu yetkilileri onlara bir isim daha önermişti, bu gerçek bir sürprizdi, çünkü İngiltere’de çalışan bir Türk hocadan bahsediyorlardı. Böylece halen İngiltere’de West Ham United takımında menajer yardımcılığı yapan Fethi Demircan da G. Saray’ın radarına yakalanmış oluyordu. Artık onun ismi üzerinde de sıkça duruluyordu.

Don Howe, açıkça çok daha fazla para istiyordu. Çok özel şartlar talep ediyordu ve bunu da gizlemiyordu:

Geleceğimi İngiltere’de kurmak istiyorum. O yüzden yurtdışından gelen tekliflere sıcak bakmıyorum. Eğer bu teklifte ciddi iseler, aldığım bu riske değecek bir teklifleri olmalı. Çoluğumu çocuğumu yabancı bir ülkede yetiştirmek çok zor. Yunanistan’ın Panatinakos takımının teklifini de bu yüzden reddettim. Teklifleri şişirme idi. Ortada bu riski almama değecek bir şey yoktu. G. Saray eğer ciddi ise belirttiğim koşullar dikkate alınmak kaydıyla doğrudan bir teklif yaparsa ben de ciddi şekilde düşünürüm. Bu konuda şimdiye kadar aracı kullandılar. Ben doğrudan temas arzuluyorum.

UEFA Kupası’nda G.Saray’ın rakibi de bu arada belli olmuştu. G. Saray meneceri Turgan Ece, 20 Ağustos 1975 tarihinde, hem rakipleri Rapid Wien hakkında hem de Fethi Hoca hakkında şu sözleri sarf ediyordu: “Fethi Hoca ile Başkan Selahattin Beyazıt konuşmuş, hakkında iyi bilgiler aldık. Kendisi ile Viyana’da buluşup ben de konuşacağım. Anlaşırsak G. Saray teknik heyetine dâhil edeceğiz.

Yeni bir İngiliz Hoca ismi daha çıkmıştı piyasaya; Malcolm Allison. İngiliz olmuyorsa İskoç da olur hesabıyla Jock Stein adı da ortalarda dolaşmaktadır. Fakat çıkan sonuç hep aynıdır; teklif cazip ve yeterli değildir, kabul edemeyiz.

ALAN-WADEİşler o kadar sarpa sarar ki en sonunda İngiltere Futbol Antrenörleri Birliği Başkanı ( aynı zamanda Eğitim Dairesi Başkanı ve ayrıca UEFA Teknik Komite Üyesi) Allen Wade, Türkiye’ye gelme zorunluluğu hisseder ve Başkan Beyazıt’ın konuğu olur.  Adı G. Saray ile anılan hocalar hakkında açıklama ve yorumlar yapar, özellikle Frank Lord’u över. Fakat bambaşka bir isim önermekten de geri kalmaz. Yeni hoca adayımız ünlü isim Boby Charlton’dur. Preston takımını çalıştırmaktadır ama anlaşmazlıklar nedeniyle istifa etmiştir. Alan Wade, şiddetle onu tavsiye ediyor ve ikna etmek için elinden geleni yapacağını söylüyordu.

Allen Wade, Galata Saray Kulübü’nün hoca sorununun İngiltere için de bir milli mesele olduğunu şu sözleriyle ortaya koymaktaydı: “G. Saray gibi Türkiye’nin en büyük kulüplerinden birinde bir İngiliz antrenörün görev almasından biz İngilizler gurur duyarız. Ancak, İstanbul’a yollayacağımız antrenörün de İngiltere’yi tam anlamıyla temsil etmesini isteriz. Bu bakımdan İngiltere Antrenörler Birliği olarak konunun üzerinde hassasiyetle durmaktayız.”

FETHİ DEMİRCAN GALATASARAY’DA

turganeceYönetim takımın başına bir İngiliz Hoca getirilmesi konusunda kararlıdır ama Fethi Demircan ile çalışmaya da ikna olmuştur. Turgan Ece, Rapid Wien’i izlemeye gidip döndüğünde şöyle konuşur:

Benimle beraber Viyana’ya bir adam geldi. Bu Fethi Demircan’dı. Beraberce Rapid’i inceledik ve bir rapor hazırladık. Demircan, Londra’dan Viyana’ya geldi. 14 aydır İngiliz kulüplerinde görev yapıyor. Çok yetenekli olduğu, İngilizler tarafından bize verilen bilgiler arasında…

Başkanımız S. Beyazıt’ın Londra’da görüştüğü Demircan ile Viyana’da ben de bir konuşma yaptım. Kendisini yardımcı antrenör kadrosunda görevlendireceğiz.

Böylece Fethi Demircan’ın Türkiye’deki teknik direktörlük kariyeri de 29 Ağustos 1975 tarihinde başlamış olur. Fethi Demircan, kendi sözleriyle bu süreci şöyle dile getiriyor:

Menecer Yardımcısı olarak görevli bulunduğum West Ham United kulübünde futbolcularla beraber antrenmandaydım. Bir ara kulüp yöneticileri benim telefondan istendiğimi söylediler. Acaba kim diye düşünerek telefonun başına gittim. Benimle görüşmek isteyen G. Saray Kulübü Başkanı Selahattin Beyazıt’tı. Doğrusu büyük bir sürprizle karşılaştım. Daha sonra iki defa randevulaştık. Eğer bu teklifi kabul edersen Türk futboluna Bab-ı Ali’den giriş yapacaksın dedi. Ben de G. Saray’a antrenör olarak gelmeyi kabul ettim. Türkiye’ye döndüm. O güne kadar benim profesyonel anlamda bir futbol hayatım yoktu. Herkes kim bu Fethi Demircan diye sormaya başladı. Gazetelerde hakkımda yazılar yazıldı.

İşte Fethi Demircan’ın Galatasaray’a geliş serüveni böyleydi.

HOCA ARAYIŞ SÜRECİNİN EN İLGİNÇ OLAYI

NecmiErsanGalatasaray Kulübü hoca arayışını sürdürürken çok ilginç bir olay yaşanır. Adı sanı duyulmamış bir yerli hoca, G. Saray başkanına ve gazetelere bir mektup yazar ve takımı çalıştırmaya talip olduğunu söyler. G. Saray’ı başarıdan başarıya koşturacağını, nice görkemli şampiyonluklar yaşatacağını belirtir. Gerçek bir medeni cesaret gösterisidir bu, kendisine oldukça güvenen bir adam büyük bir kulübü çalıştırmaya talip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu adam, İngiltere, B. Almanya ve Amerika’da başarılı çalışmaları olduğunu belirten,  FİFA Antrenörü Necmi Ersan’dan başkası değildir. Gerçekten de iyi bir eğitimi vardır, bilgi ve donanımı gayet yerindedir.

Bu olayın bir önemli tarafı, G. Saray’ın hoca arayışının ne safhaya geldiğini göstermesidir. İş artık mektupla başvuru aşamasına kadar sulandırılmıştır.

Diğer bir önemli tarafı ise böylesine donanımlı ve bilgili bir yerli hoca (Necmi Ersan), kendi memleketinde çalıştıracak kulüp bulamamaktadır. İşsizdir, beklemededir. Bir kulübe kamuoyuna açık bir mektup gönderecek denli canı sıkkındır.

Necmi Ersan’ın mektubu 5 Ağustos 1975 tarihinde gazetelerde yer bulur. G. Saray kulübü, gerçek anlamda bir nezaket gösterir ve bu yerli hoca ile 26 Ağustos 1975 tarihinde bizzat görüşür. Hocayı tanır ve fikirlerini dinler. Fakat seçimini Fethi Demircan olarak yapar.

Kişisel yorumum şudur ki Necmi Ersan; iyi ve donanımlı bir hocadır lakin mektubunda belirttiği üzere işsizdir, inzivadadır. Fethi Demircan ise aktiftir, bir İngiliz Kulübünde bizzat görev başındadır. İşte niçin Necmi Ersan’ın değil de Fethi Demircan’ın seçildiğinin en tatmin edici açıklaması budur bence.

Ne yazık ki Necmi Ersan Hocamızın öyküsü burada bitmiyor. Necmi Hoca, kendi memleketinde çalışabilmek için bir süre daha direndi. Bu arada bir iki kulübü de kısa süreliğine çalıştırdı. Fakat hemen başarı bekleyenlere sanırım yaranamadı. Türk kulüplerinin ve kulüp başkanlarının beklentilerini karşılayan günübirlikçi hoca olmayı beceremedi. Nihayetinde Türkiye’de istediği anlamda çalıştıracağı bir kulüp bulamadı, küstü, küstürüldü. Kızdı, kırıldı ve çekip gitmeyi seçti. 1979 yılında ansızın bavulunu topladı ve Amerika’ya gitti.

Aradan çok uzun yıllar geçti. Tekrar memleketine döndüğünde gazetelerde küçük bir haber olarak yer alabildi. Şöyle anlatıyorlardı Necmi Ersan’ı:

A. B. D.'de geçirdiği kalp krizi sonucu vefat eden Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) Üyesi Necmi Ersan, dün (29.5.2003) Adana'da son yolculuğuna uğurlandı. Ersan için önce başkanlığını yaptığı Ziya Paşa Cosmosspor Kulübü ile Çukurova Gazeteciler Cemiyeti önünde tören düzenlendi. Necmi Ersan'ın cenazesi daha sonra Kabasakal Mezarlığı Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından aynı yerde toprağa verildi.

Bir yerli hocanın hüzün dolu öyküsü işte böyle son bulmuştu… (Devam Edecek)

 

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)
NOT–1:Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

fethi-demircan

BAŞLARKEN

Uzun süredir üzerinde çalıştığım bir biyografi yazısıyla karşınızdayım. Kara Kuvvetlerinde 10 yıl görev yaptıktan sonra gönül verdiği futbola dönen ve çok uzun yıllar Türk futboluna hizmet eden bir ismi sizlerle tanıştıracağım. Bizler için adeta bir yaşayan efsane olarak addedilebilecek bu büyüğümüzün ismi; Fethi Demircan. Komando assubayı olarak mecburi hizmetini tamamladıktan sonra, 1973 yılında Elazığspor’da başlayan teknik direktörlük serüvenini 2008 yılına değin sürdüren, neredeyse ömrünün tamamını Türk futboluna harcayan emekçi bir yürek olarak takdim edebiliriz Fethi Hocamızı. Uzun yıllar süren kariyerinde Galatasaray, Boluspor, Kocaelispor, Bursaspor ve Samsunspor gibi büyük takımları çalıştırmış, çalıştırdığı dönemlerde efsane kadrolarla büyük başarılara imza atmış ve bu başarıları neticesinde de Milli takım hocalığına değin yükselmiş, saygın bir isimden söz etmekteyiz.

1842865 w2bayan milliEn son olarak Bayan Milli Futbol Takımlarımıza emek vermiş, Türkiye Bayanlar Liginin uluslararası yapıda işlemesi için ortam hazırlamış ve mütevazı başarılarıyla adını Türk Futbol tarihine nakşetmiş, karakterli yapısıyla her daim dikkat çekmiş bir büyük adamın yaşam öyküsüdür bu.  Şimdiye kadar bir teknik direktörün biyografisinin bu denli detaylı yazıldığına tanık olmadım, o yüzden, bu yazımın bir ilk olduğuna inanıyorum. Ayrıca, Türk futbolunun uzunca bir dönemine de ışık tutacağını düşünüyorum.

Bu çalışmam nedeniyle, Fethi Demircan Hocam ile bir görüşme de yaptım. Çeşitli notlar aldım. Bu notları da bu uzun soluklu yazımın bitiminde sizlere takdim edeceğim.

Oldukça uzun sürecek bu yazı dizisini sabırla takip edeceğinizi umuyorum. Bu vesileyle, beni nazikâne bir şekilde kabul eden ve sorularımı  içtenlikle cevaplayan Fethi Demircan Hocama; en içten, en candan teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca, bu yazımın danışmanlığını yapan, Fethi Hoca ile iletişim kurmama yardımcı olan ve her koşulda desteğini benden esirgemeyen Denizgücü’nün eski hocası Ali Yaşar hocama da samimi bir teşekkürü bir borç biliyorum.

YETMİŞLİ YILLARDA TÜRK FUTBOLU

Yetmişli yıllar Türk Futbolu için tam anlamıyla bir duraklama dönemiydi. Büyük kulüplerde başkanların tartışılmaz bir saltanatı  vardı. En ufak bir başarısızlık söz konusu olduğunda öz eleştiri yapılmıyor, alaturka çözümlere başvuruluyordu. Hocayı değiştir, takıma yeni hava gelsin. Yabancı hoca getir ki futbolcu, onun havasına kapılıp havaya girsin. Futbolcuya hesap sormak mı, kimin haddine? Özellikle yıldız futbolcular ne antrenman tanır ne disiplin bilirdi. Hiçbir hoca onlara söz geçiremezdi. Canları istedi mi çalışmalara gelirlerdi. Onlar futbolun tanrılarıydı. Hangi hoca ya da hangi başkan onlara hesap sorabilirdi ki? Maç günü  geldiğinde sahaya çıkar, şöyle bir görünürlerdi. Seyirciyi hoşnut edecek iki üç hareket yeter de artardı kariyeri kurtarmaya. Zaten büyük takım olmanın bir sürü avantajı vardı. Nasıl olsa maç kazanılırdı. Öyle disiplinmiş, antrenmanmış, takım oyunuymuş kimin umurundaydı ki.

Altyapı ve tesis yok denecek kadar azdı. Futbol çok ilkel şartlarda oynanmaktaydı. Mahalle aralarında rastgele keşfedilen yıldızlar takımlarına hayat veriyordu. Ya da kulüp efradının eş dost çevresinden duyumlarla ve torpillerle bulduğu sıradan futbolcular, kulüp kadrolarında rahatça yer buluyordu. Mahalle aralarında futbola gönül veren, emek veren koca bir genç nesil, keşfedilemeden ekmek kavgasının ortasına düşüyor ve silinip gidiyordu. Onları  bulup işleyecek, Türk futboluna armağan edecek yetişkin yerli hocalar yok denecek kadar azdı. Varsa bile, hocalar kendilerini kurtaramıyordu ki bu yetenekleri kurtarıp yeşertebilsin.

Türk Futbolunun gerçek yüzü Avrupa arenasında ortaya çıkıyordu. Takımlarımız kupaların daha ilk turunda hezimete uğruyor, gerisin geriye dönüyordu. Bir Avrupa kulübüyle yapılan futbol maçı, farenin fille savaşını anımsatacak denli tuhaf ve düşündürücüydü.

Kulüplerin başına gelen elbette ki milli takımın da başına geliyordu. O da bu hüsrandan payını alıyordu. Haritada yerini bile bulamayacağımız ülke takımlarına karşı alınan şerefli mağlubiyetler üzerine destanlar yazılıyordu. Galibiyetler yok denecek kadar azdı, çünkü alaturka futbol anlayışı, sınırın  ötesinde hiçbir işe yaramıyordu. Buna karşın kulüp yöneticileri, milli takım hocalarını alaşağı etmekten bıkmıyordu. “Benim futbolcumu niye kadroya almadın, hezimetin sorumlusu sensin, bu sana müstahak” nidaları gazete sayfalarında sürmanşet oluyordu. İki günde bir teknik direktör değiştiriliyordu ama kader değişmiyordu.

İşte böyle bir ortamda yeni, genç ve dinamik bir teknik direktör, orta yerde, alabildiğince haykırıyordu. Altyapı diyordu, takım çalışması ve antrenman diyordu. Tesisleşme diyordu. Fakat yerli malı olduğu için sesi o denli fark edilmiyordu. Nihayetinde bu ülkeye Jupp Derwall diye bir dev adam gelince, futbolun eskimişliği ve köhnemişliği ister istemez fark edilmiş ve ülke futbolu uyanmaya başlamıştı.

Jupp Derwall’den çok seneler önce altyapı, tesis ve antrenman konusunda sesini yükselten ve elinden geleni olabildiğince yapmaya çalışan yerli hocamızın adı Fethi Demircan’dı.  Mecburi hizmet sonrası Silahlı Kuvvetlerden ayrılmış bir müstafi assubaydı. Ordudan ayrılınca, yurt dışına kurslara gitmiş, kendisini geliştirmiş ve İngiliz kulüplerinde kariyer yapma fırsatı bulmuştu. Daha sonra bir tesadüf sonucu yolu Galatasaray ile kesişmiş, ardından milli takım hocalığına değin yükselmişti. Mütevazılığından ve futbolun gerçeğine olan inancından dolayı büyük kulüpler piyasasında ısrarcı olmamış, taşra futbolunu değiştirirse; büyük kulüpleri de değiştirebileceğine inanmıştı. Futbolda Anadolu Devrimini başlatan, yaşatan dev isimlerden birisiydi. İlklerdendi. İmza attığı başarılar destansıydı. Tam bir Anadolu Kaplanıydı. Bugün anlı şanlı başarılara imza atan büyük hocaların mayasında onun ruhu vardı. Yetmişli yıllardan itibaren Türk futboluna serpiştirilen Fethi Demircan tohumları tutmuş, yeşermiş ve başarıya aç yerli hocalar neslinin doğmasına vesile olmuştu.

Türk Futboluna adanmış koskoca bir ömürdü onunki.

İNGİLTERE’DE BİR TÜRK TEKNİK DİREKTÖR: FETHİ DEMİRCAN

fethihoca11Fethi Demircan; 20 Haziran 1938 tarihinde Elazığ’da doğdu. Eğitimine orada başladı ve devam etti. Elazığ Lisesi’nden mezun olduktan sonra seçimini askerlik mesleğinden yana yaptı. 1955–56 eğitim yılında Çankırı’da bulunan Piyade Assubay Sınıf Okulu’nda okudu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yaptığı sürece hep sporla iç içe oldu, kendisini durmaksızın geliştirdi. Kara Kuvvetleri bünyesinde özel eğitim veren Spor, Savaş Komando Okulu’nda zorlu bir eğitim gördükten sonra uluslararası bazı görevlerde bulundu. 1962–1963 yılları arasında Kore’de görev yaptı. Kore Savaşı’ndan sonra, Türk Ordusu; 1971 yılına değin bölgede barış amaçlı olarak tugay/bölük/manga seviyesinde birlik bulundurmuştur. Fethi Hoca da savaş sonrasındaki bu süreçte Kore’de görev yapmıştır. Burada da kendisini geliştirecek yeni şeyler bulup öğrenmiştir ki bunlardan birisi de istem dışı hareketlerle ilgili bir kurstur. Bu kursta tiroit bezi, prostat, diyafram, kulak, çene kasları gibi vücutta bulunan organ ve kasların kullanımı ile ilgili çeşitli egzersizler öğretilmektedir.

1960 yılına doğru gelinirken Kıbrıs Adası’nda büyük sorunlar yaşanmaya başladı. Rumlarla Türkler arasında tansiyon oldukça yükseldi. Nihayetinde süreç; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla tamamlandı. Fakat yine de ortalık durulmadı. Zürih ve Londra Anlaşmalarına (Şubat 1959) dayanarak biz de ( sanırım 15.8.1960 tarihinden itibaren) Kıbrıs Adası’nda alay seviyesinde ve barışı korumak amaçlı  birlik bulundurmaya başladık. Fethi Demircan, assubay olarak orduda bulunduğu süreçte, Kıbrıs’ta konuşlanan bu özel birlikte de (1965 yılı) başarıyla görev yapmıştır.

Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kurulmuş olan amatör takımlarda da futbol oynamış olan Fethi Hoca, Balıkesir Karagücü, İskenderun Karagücü ve Muhafızgücü takımlarının kadrosunda yer buldu. Silahlı Kuvvetler bünyesinde yer alan amatör futbol takımlarında oynadığı dönemlerde, 1963–1964 sezonunda, Balıkesir Karagücü takımıyla bir şampiyonluk da yaşadı. Bildiğiniz gibi bu kulüpler bir zamanlar Türk Futboluna çok şey katmış amatör ruhlu kulüplerdi.

On yıllık mecburi hizmetini tamamladıktan sonra ordudan ayrıldı  ve yeni bir başlangıç için kolları sıvadı. Hedefi futbol konusunda kendisini geliştirmek ve Türkiye’de modern futbolun öncülerinden olmaktı. Bu seçimi çok önceden yapmıştı aslında. Yaşamının bir döneminde bir kırılma anı yaşamış ve yepyeni bir hedef belirlemek zorunda kalmıştı. 2004 yılında vefat eden duayen gazeteci Erol Dallı, onun birliğinde askerlik yükümlülüğünü yerine getirmekteydi. Altmışlı yıllardı. İskenderun Karagücü’nde oynuyordu. Erol Dallı ise orada Asteğmen olarak görev yapmaktaydı. Fethi Demircan’ın futbolunu beğeniyordu. Bu yüzden onu, İstanbulspor’a tavsiye etti. Fethi Demircan, İstanbulspor takımı tarafından da beğenildi ve kadroya dâhil edilmek istendi. Ne yazık ki assubay olarak mecburi hizmetini tamamlaması gerekiyordu. Kanunlar nedeniyle, orduyla ilişiğini kesemiyordu. Yani silahlı kuvvetlerden ayrılması mümkün olmadığı için bir büyük futbol takımında oynayamayacaktı. Mecburi hizmet yükümlülüğünü tamamladığında ise futbol için yaşı geçkin olacaktı, kendisini yeşil sahalarda gösteremeyecekti. İşte o gün seçimini yaptı ve kendisine futbolda yeni bir hedef belirledi. Mademki futbolcu olamıyordu, o halde teknik direktör olacak ve o çok sevdiği futbola bu şekilde hizmet edecekti. Yaşadığı bu olay onun için hüzünlü bir yıkım anı değil, gerçek bir devrim anı olmuş, yeni hedefi için kendisini geliştirmek üzere harekete geçmişti. Artık sahada yaşananlara farklı bakıyordu. Teknik adam olabilmek ama aynı zamanda yeniliklere ayak uydurabilecek bilgi ve beceriye kavuşabilmek için arayışlara başlamıştı çoktan. İngiliz futbolunu gözüne kestirmişti. Modern futbolu Türkiye’ye taşımak amacındaydı. Bir hayal kuruyor ve o hayalinin gerçeğe dönüşmesi için çabalıyordu. Ordudan ayrıldığı andan itibaren hedefine doğru emin adımlarla ilerledi.

İlk durağı Elazığspor oldu. 1973–74 sezonunda bu takımı çalıştırdı. Fakat sezon ortasında yurt dışı antrenörlük eğitimi için ayrıldı. Bir sezon sonra Elazığspor, Üçüncü Lig’den İkinci Lige yükselme başarısını gösterdi.

Fethi Demircan, Macaristan’da Spor Akademisine kabul edilmişti. Burada futbol antrenörlüğü üzerine sekiz aylık bir eğitim görmüş ve süreci üstün başarıyla tamamlamıştı. Bundan sonraki hedefi İngiltere’ydi. Futbolun beşiği olarak tanınan bu ülkede modern futbol üzerine çalışmalar yapmak, gözlemlerde bulunmak ve bunu ülkesinin futboluna uyarlamak düşüncesindeydi. Bu yüzden, İngiliz Kulüplerinde gözlemci antrenör olarak yer almak arzusundaydı. 1973–74 ve 1974–1975 sezonunda önce Arsenal F.C. Kulübü’nde, sonra ise Westhome F.C. kulübünde gözlemci antrenör sıfatıyla bulundu. Başarılı oldu ve sevildi.

millitakimgunleri1Hatta bu esnada, Londra’da her yıl düzenlenen Uluslararası  Antrenör Semineri’ne de katılma fırsatı buldu.

Bu süreçte, İngiliz futbolunu tanıdı, modern futbol konusunda yeni şeyler öğrendi. Özellikle İngilizlerin altyapı, tesis ve antrenmanlara verdiği önemi gördü. Ülkesinde futbolun gelişemeyişini bu konulardaki zayıflığa bağladı. Bunlar aşılırsa, Türk Futbolunun çağ atlayacağına inandı.

Gözlemci antrenörlük dönemini tamamladıktan sonraki hedefi yine İngiltere’de bir kulüp çalıştırıp deneyim kazanmaktı. Bu konuda hiç zorlanmadı. 1975 yılında, başlayacak yeni sezonda, West Ham United F.C. Kulübüne yardımcı antrenör olmak üzere anlaşmaya vardı. Galatasaray Kulübü hoca arayışı içindeyken 28 Haziran 1975 tarihli Milliyet Gazetesi’nin spor manşetinde ilginç bir haber göze çarpıyordu:

TÜRK ANTRENÖR FETHİ DEMİRCAN, WEST-HAM UNİTED’TA MENECER YARDIMCILIĞINA GETİRİLDİ.

Ünlü Arsenal Kulübü’nde bir sezon asistanlık yapan Türk antrenör Fethi Demircan, İngilizlerin Birinci Lig takımı olan West-Ham United’ta  menecer yardımcılığına getirilmiştir.

Macaristandan sonra İngiltere’de katıldığı iki antrenör kursunu da bitiren F. Demircan, West-Ham United gibi büyük bir kulüpte çalışmak benim için büyük şans. Görgümü ve tecrübemi artırdıktan sonra Türkiye’ye döneceğim demiştir.

İngiltere’deki kurslarda modern futbol yenilikleri hakkında geniş bilgi toplama imkânı bulduğunu söyleyen Demircan, daha sonra şöyle konuşmuştur: ‘Ünlü futbol adamları olan Allen Wade, Dettmar Cramer, George Knobel ve Artori Brezanczyk ile beraber olma fırsatı buldum. Daha önce de Macaristan’da kurs gördüğüm için futbolda söz sahibi iki ülke arasında bazı kıyaslamalar yapabilme imkânına sahip oldum.

HERKESİN İLK SÖZÜ  KONDİSYONDUR

Öte yandan sadece antrenör kurslarına katılmakla kalmayıp kondisyon okuluna da devam ettiğini belirten genç antrenör sözlerini şöyle bitirmiştir: ‘İngiliz, Polonyalı veya Macar antrenörlerle konuştuğum zaman herkesin ilk sözü kondüsyon oldu. Bugün her spor gibi futbolda da kondüsyonun büyük rolü olduğu kabul edilmiş durumda. Bu sebepten kondüsyon okulunda inceden inceye bu konu üstünde durdum. Türkiye’ye her konuda bilgi sahibi olan bir antrenör olarak dönmek istiyorum.'

demrcangs2Anlaşmaya varmıştı Demircan Hoca ama çok ilginç bir dönem yaşandığının henüz farkında değildi. Çünkü tam o esnada kaderini değiştirecek bazı sıra dışı olaylar yaşanmak üzereydi. West Ham United takımında yardımcı hocalık yapamayacaktı çünkü Galatasaray Kulübü onu çoktan gözüne kestirmişti.

Ordudaki assubaylık görevinden sonra, gönül verdiği futbol için kendisine yeni, yepyeni bir kariyer arayan adam, engelleri bir bir aşıyordu. Sıfırdan başlamış ta İngiltere’ye kadar gelmişti. Üstelik burada tutunabilmişti. Dimdik ayaktaydı. Torpili yoktu, hatırlı tanıdıkları yoktu, sponsor desteği sunan yoktu. Bütün zorlukları kendi yüreğiyle kendi bilgeliğiyle yeniyor, her şeyin üstesinden geliyordu.

İşte şimdi şans yüzüne gülüyor, önüne koca bir kapı açılıyordu. Türkiye’nin anlı şanlı kulübü Galatasaray, ona yardımcı hocalık teklifi sunuyordu. (Devam Edecek)

 

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1: Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

EMRET KOMUTANIM’A KAMUOYU TEPKİLERİ

Gerek yazı dizisi gerekse kitap okuyucularından büyük ilgi görür. En çok satılan, okunması tavsiye edilen kitap listelerinin başında yer alır. Basın ve medyanın usta kalemleri Türk Ordusu’nun incelendiği bu eseri oldukça beğenir. Ordunun eleştiriye açık olmasını bir yenilik olarak algılar. Darbeler sürecinin artık bittiğini düşünerek, ülkenin gerçek demokrasiye geçiş aşamasında olduğu sanrısına kapılır.

M. Ali Birand’a gelen ve Milliyet Gazetesi’nde yayımlanan okuyucu mektupları da tatminkârdır. Kimileri ordunun gerçek yüzünü olabildiğince net resimlediğini söyleyerek beğenisini belirtirken, bir kesim ise hayal kırıklığına uğradığını söylemektedir. Onlara göre yazar, orduyu halkının gözünde küçük düşürme çabası içindedir ve önyargılıdır. Ordunun saygınlığı alaşağı edilmiştir.

Assubaylardan bir kesim okuyucu ise assubayların sorunlarını tam olarak yansıtmadığını, özellikle emekli assubayların çok kötü durumda olduğuna değinmediğini söyleyerek, konuyu çok yüzeysel geçiştirdiğini yazar.

Halen görev yapan bir amiral olduğunu belirten okuyucunun mektubu ilginç ve gerçekçi bakış açısıyla dikkatimizi çekti:

… Kitapta eksiklikler tabii ki var. Ancak Silahlı Kuvvetler mensupları yaşamlarını bazen hayretle, zaman zaman da ibretle okuyacaklar. Belki bazı kısımlarından hoşlanmayacaklar ama objektif olarak düşünebilirlerse ‘gerçekten böyle’ demekten de kendilerini alamayacaklar… Okurken çoğu zaman okuduklarımın yanına ‘çok doğru’ diye not düştüm. Bazı doğrular hoşuma gitmese dahi… İlk defa Silahlı Kuvvetlerimizi böylesine ayrıntılı, gerçekçi, sorunlarını dile getiren, güçlü ve zayıf noktalarını ortaya koyan bir eser yayınlandı.

Emekli bir Jandarma Assubayı olduğu anlaşılan okuyucunun mektubu da yazara teşekkür eden zarif sözcüklerle doludur:

Talihsiz Kuvvet: Jandarma ve Tanınmayan Kuvvet: Assubaylar bölümlerinden dolayı sizi yürekten kutlarım. Kim ne derse desin, ordunun en ağır yükünü bilinçli ve başarılı olarak omuzlarında taşıyan bu zümreyi anlatılabileceği kadar, gayet iyi anlatmışsınız.

GENELKURMAY’DAN AĞIR TEPKİ

Birand’ın kitabında yazdıkları alışılmışın dışında şeylerdi. Bu çalışması için Genelkurmay’a başvurmuş, gerekli izinleri almıştı ama ordu üst kademesinin beklentilerini karşılayamamıştı. Daha da ötesi yazdıkları; kendi özgür iradesiyle ortaya koyduğu bilgi, değerlendirme ve yorumlardı. Kitabı denetime sokmamıştı. Hep o alıştığımız “Er Mektubu Görülmüştür” kaşesi yoktu kitapta. Birand, yaptığı bir değerlendirmede şöyle anlatıyordu durumu:

Bu eseri Türkiye’de olsam yazamazdım. Biz birbirimizi ‘Aman paşalar ne der?’ diye korkuturuz. Yok böyle bir şey. Ayrıca kitabı sansüre de vermedim.

Özgür düşünce ve yorum genelde hiçbir durumda karşılıksız kalmaz. Mutlaka ağır bir bedeli olur. “Emret Komutanım” başlıklı kitaplaşan çalışma da eleştiriden yana nasibini aldı. Milliyet Gazetesi’nde yazı dizisi tamamlanır tamamlanmaz Genelkurmay tarafından ağır bir şekilde eleştirildi. Yazarın önyargılı olduğu, halkı ile ordusu arasına nifak soktuğu ve hatta assubay sorununa değindiği için ordunun birlik ve bütünlüğünü bozmayı amaçladığı şeklinde ithamlar yapıldı. Genelkurmay Başkanlığı’nın 10 Aralık 1986 tarih ve GENSEK: 3050-273-86/BASHALK (753)sayılı, Genel Sekreter Tuğgeneral Güven Ergenç imzalı değerlendirme yazısında yer alan hususlar kısaca şöyle:

1.Yazı dizisinin veya kitabın meydana getirilmesinde yapı taşı olarak, bazıları emekli, birkaç generalin, küçük bir grup subayın ve askeri öğrencinin kişisel görüş, yargı ve eylemlerinin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu yüzden TSK’nin genel durum ve görünüşünü yansıtması mümkün değildir. Metot ve yöntem hatası söz konusudur. Buna göre yazı dizisi pek çok bölümlerde eksik, yanlış ve geçerliliği olmayan bilgi, düşünce ve yargıları ihtiva etmektedir.

2.Kaldı ki yazarın deyimiyle Türk Silahlı Kuvvetleri gibi son derece geniş bir kompleks kurumun, yalnızca subaylar heyeti hakkında bile ilmi bir inceleme yapabilmek için, bu mesleğin kendine özgü atmosferini kısa da olsa, inceleyicinin bizzat teneffüs etmesi, en ücra köşesine kadar ülke sathına yayılmış bu vatan evlatlarının mezahim ve meşakkat ile feragat ve fedakarlığın kalplerinde nasıl bir yurt ve millet sevgisi halinde şekillendiğini görmesi ve hissetmesi gerekir. Bu yöntem noksanlığını ‘vatanın gerçek sahipleri, içine kapanma, ilk komut, sivil toplumdan kopma, paşanın ayrı dünyası’ ve diğer başlıklar altında yazılmış bölümlerde bariz şekilde görmek mümkündür.

3.Yazarın, kendi tabirine göre incelemesinde (!) gerçekte subayın dünyasını ortaya koymak amacından çok, kendisinde birikmiş birtakım önyargıların tahkik ve teyidine yönelik bir fikir gayreti içinde olduğu, değerlendirme ve yargılarını, mutlaka önceden zihninde hazırladığı kalıplara oturtmak yöntemini kullandığı müşahede edilmektedir.

4.Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Türk milleti içindeki yerini gölgeleyebilecek, Silahlı Kuvvetler içindeki hiyerarşik düzeni zedeleyebilecek ve subay heyetini haksız töhmet altına sokabilecek bir istidat taşıyan bazı hassas fikir ve değerlendirmeleri düzeltmek gerekli görülmektedir.

  • a) Yazarın Harp Okullarına ve uygulanan eğitime ilişkin bakışı eleştirilmektedir.
  • b) Yazı dizisindeki Batı ile fark bölümü eleştirilmekte ve Türk Silahlı Kuvvetleri eğitim sisteminin bütün kademelerinde belirlenen öğretim hedeflerinin başında ‘inisiyatif sahibi subay yetiştirmek’ geldiği vurgulanmaktadır ki bizler zaten buna çok yakından tanık olmuşuzdur!
  • c) Subayın, TSK dışındakilere şüpheci bakışının daha okulda başladığı, kendisini sivillerden ayrı ve üstün gördüğü, muhafazakârlığı nedeniyle subayın çağa ayak uyduramadığı tespitlerine karşılık olarak bazı yanıtlar verilmiş. Vatan millet edebiyatına dayalı uzun paragraf boyunca, ordunun Atatürkçü tavrına da dikkat çekilmiş. Bu maddede en göze çarpan şey, lojman, orduevi, kantin gibi bazı sosyal kolaylıkların subay ve assubaylara hizmet vermesinin içine kapanıklık olarak değerlendirilemeyeceği, böyle bir değerlendirmenin ya kasıtlı olduğu ya da çok iyi araştırılmadan yapıldığı şeklindeki vurgulamadır.
  • d) Asker gözü ile politikacı bölümüne ilişkin değerlendirmeler yapılmış, TSK personelinin politikacılara ve partilere güven duymaması gibi bir durumun söz konusu olmadığı anlatılmış. Yazarın ilgili kişilere yönlendirici sorular sorarak bu tespitlere ulaştığı belirtilmiş. Anayasaya bağlılığa vurgu yapıldıktan sonra kitapta yer alan olumsuz ifadelerin söyleşide bulunan kişileri bağlayacağı ifade edilmiş.
  • e) Yazarın Jandarma Genel Komutanlığı için kullandığı ‘talihsiz’ ve ‘çok kocalı Hürmüz’ benzetmeleri eleştirilerek yine yazarın konuyu enikonu incelemediği ve dünyadaki Jandarma teşkilatlarına yeterince bakmadığı ifade edilmiş.
  • f) Yazarın assubayları anlattığı bölümlere yapılan değerlendirmeler bu maddede yer almış. O yüzden bu maddeyi tamamen aktarıyoruz: “Yazarın assubaylarımızı ‘tanınmayan kuvvet ve ayrı bir dünya’ olarak vasıflandırması ise, ardındaki saklı fikirleri ile Silahlı Kuvvetler içinde bir ‘kırgınlar’ grubu yaratmak temayülünü teşvik eder mahiyette görülmektedir. Türk Assubayı, Silahlı Kuvvetler içinde subayı ile omuz omuza birlikte çalışmakta şerefli hizmetlerinin gerektirdiği saygı ve onura sahip bulunmakta, idarece subaya sağlanabilen her türlü hak ve imkânlardan aynen yararlanmalarına büyük bir özen gösterilmektedir.” (Acaba ordu içinde kırgınlar grubu yaratma konusunda Rahmetli M. Ali Birand mı çok başarılı oldu yoksa idarenin aşırı özen göstermesi nedeniyle mi assubaylar mutsuz ve umutsuz hale geldi, tartışmak gerekir…)
  • g) Subayın kişisel yaşamına ve eş seçimine ilişkin yazarın yaptığı değerlendirmeler bu maddede eleştirilmektedir. Subayın genelde çalışan eş seçerek toplumsal yaşama katkı sunduğu anlatılırken, subay ve assubay eşlerinin oluşturduğu derneklerin faaliyetlerine atıf yapılmakta, bunların her gün gazetelerde haber olduğundan hareketle ne denli sosyal ve yardımsever oldukları vurgulanmaktadır.
  • h) Milli savunma Bakanlığı’nın işlevsizliği konusunda yapılan tespite karşı çıkılmakta ve bakanlığın görevleri bir bir sayılmaktadır. İşin garibi maddelere şöyle bir baktığınızda, bir iki konu dışında yazarın söyledikleri ile uyuştukları görülmektedir. Ayrıca Milli Savunma Bakanlığı’nın savunmasını da Genelkurmay Başkanlığı’nın yapması konuya tuhaf bir güzellik katmaktadır.
  • i) TSK’nin koruma ve kollama görevine ilişkin olarak yazarın yorum ve tespitlerine karşı çıkan açıklamalar yapılmış ki bunların en çarpıcı olanı şu şekilde: “Yazarın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin neyi koruyup kolladığı hususundaki şüphesini gidermek için büyük Ata’nın gençliğe hitabesini okuması tavsiyeye değer görülmektedir.” Ayrıca İç Hizmetler Kanunu’nda yer alan “cumhuriyeti koruma ve kollama görevinin” yeni bir şey olmadığı, 1935’ten bu yana var olduğu vurgusu yapılmış.

Genelkurmay’ın yaptığı değerlendirmelere bir köşe yazısıyla yanıt veren M. Ali Birand, özellikle Milli Savunma Bakanlığı ile ilgili eleştirilere neden Milli Savunma Bakanlığı’nın cevap vermediğini sorgu sual etmekte ve kendi eserini şu şekilde savunmaktadır:

Genelkurmay değerlendirmesindeki iddianın aksine, çalışmamız olanaklar çerçevesinde, mümkün olduğu kadar geniş, derinlemesine ve çok görüşü içine alacak şekilde yapılmıştır. Şimdiye kadar yazdığımız beş kitapta da uyguladığımız bu yöntem, Genelkurmayımız tarafından beğenilmemekle birlikte, beni ve okuyucularımı tatmin etmiştir. Genelkurmay ile bizim aramızda yöntem farkı olması da doğaldır… Genelkurmay yetkililerimizin çok sık kullandıkları ‘yapıcı eleştiri’ sınırlarını aşan bu değerlendirmede, daha ileri gidilip, kitabın ‘önyargılı’ ve ‘kasıtlı’ yazıldığı iddialarını kabul edemeyiz. Çünkü bugüne kadar yaptıklarımız yeterli örneklerle doludur.

M.ALİ BİRAND KALICI İZLER BIRAKTI

M. Ali Birand, seveni olduğu kadar sevmeyeni de olan bir gazeteci. Fakat dikkat edin bu sevememe hali genelde imzasını taşıyan haberlerle ilgilidir, kişiliğiyle değil. Kamuoyuna hoş gelmeyen bazı haberlere cesurca yönelmesi nedeniyle tepkiler alması kaçınılmazdır. Ancak haber yaptığı konuların da Türkiyemizin bir gerçeği olduğunu görmek gerekir. Birand, ne yaptıysa uluslararası standartlarda bir habercilik anlayışı yaratabilmek adına yapmıştır. Belki kişisel hataları ve acemiliğinden ötürü TRT döneminde yanlışlardan söz edilebilir ama TRT’nin o dönemler dünyaya açılmada acemiliğini de hesaba katmamız lazım gelir.

Türkiye halkı onu programlarında ve haber sunumlarında yaptığı dil sürçmeleriyle, hatta bazı gaflarıyla tanıyıp sevmiştir. Yılların klasikleşmiş programı “Otuz İkinci Gün”; tartışılamayacak konuları tartışılır, konuşulur hale getirmesiyle ve gündemin nabzını tutmasıyla halkımızın alışkanlığı ve tutkulu bir sevdası olmayı başarmıştır.

M. Ali Birand, sanki sistemin adamıymış gibi görünür kimilerine. Fakat tam olarak herhangi bir görüş ve ideolojinin temsilciğini yapmamıştır. Habere yakın olabilmek için iktidara yakın durmuştur. Lakin bunu her iktidar için yapmıştır. Kimileri için herkesin adamı görüntüsü çizmesi de belki bundandır. Onu kısaca tarif edecek olsak gerçek manada haber adamı olduğunu öncelikle vurgulamamız gerekir. Onu ayrıcalıklı kılan sansasyonel çalışmalarıdır. Sıra dışı işlere kolayca kalkışabilmesi ve habere ekip ruhuyla imza atabilmesidir. Tüm bunların başlangıç noktasında ise “Emret Komutanım” çalışması gelir. Bu çalışma ile ilk kez Türk Ordusu tabu olmaktan çıkmış, iyi ve kötü pek çok yönüyle halkına anlayacağı dilden sunulmuştur. Üst komuta kademesinin Assubaylara ne derece farklı baktığı ilk kez açık ne net bir şekilde ifade edilmiştir. Assubayların sorunları derli toplu olarak ilk kez dile getirilmiştir. Bu yüzdendir ki assubayların Rahmetli Birand’a hak ettiği ilgi ve saygıyı göstermesinden yanadır tavrım.

Emret Komutanım” kitabının sonuç bölümünde yer alan başlıklara göz attığınızda, M. Ali Birand’ın adeta bugünlere ayna tuttuğunu da söyleyebiliriz. Özellikle şu sözler çok çarpıcı geliyor insana:

Eğer önümüzdeki yıllarda müdahaleler devam ederse, bu yaralar daha da derinleşebilecek ve cerahatlenen apseler de patlayabilecektir. Bu varsayım, Türkiye için her yönden en büyük sakıncayı oluşturmaktadır.

Aslında kitaba gelecek eleştirilere daha ilk baştan vermiş olduğu cevapları da görmemiz gerekir:

Okuyucularıma bu kitapta Türk Silahlı Kuvvetleri’ni az da olsa tanıtmaya çalıştım. Daha başında da belirtmeye uğraştığım gibi, bu öylesine geniş ve her bölümü öylesine derinleştirilerek incelenecek bir konu ki, amacım ilk adımı atabilmek, doğruya en yakın tanımı verebilecek bir çalışmayla perdeyi hafifçe aralayabilmekti. Mutlaka aksilikler vardır, umudum, bundan sonraki çalışmalarla başkalarının boşlukları doldurabilmeleri, bu kitapta bulabilecekleri temel verileri de kullanıp, ordumuzu kendilerini de rahatsız etmeye başlayan esrar perdesinden çıkartıp toplumla diyalogu arttırıcı adımlar atabilmeleridir.

İyi ve aksayan yönleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri toplumumuzun bir parçası, bir aynasıdır. Şimdiye kadar bozulmamış olan ve dış güvenliğimiz açısından da büyük gereksinme duyduğumuz ordumuzun, hep birlikte çözümlememiz gereken sorunları da vardır. Her şey güllük gülistanlık değildir.

Keşke diyor insan, herkes payına düşeni görseydi. Kolay olanı seçip acımasızca eleştirmek yerine, sorunları çözecek ilkeli adımlar atılabilseydi.

Biliyoruz ki artık o yok. Unutulmamak adına izler bırakarak ayrıldı aramızdan. Hayat zaten böyle değil mi, kim olursan ol bir masalın başlangıç sözcükleriyle “bir varmış, bir yokmuş” diyerek özetleniyor her yaşam…

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/ kullanılmasında bir sakınca yoktur.)
KAYNAKÇA
  1. Emret Komutanım/Mehmet Ali Birand/Milliyet Yayınları-65/Kasım 1986/Erişim: Ocak 2013/ http://www.mehmetalibirand.com.tr/kitaplar/emret_komutanim.pdf
  2. Muhteşem Medya Maestrosu: Mehmet Ali Birand/ Amberin Zaman/Habertürk Gazetesi ve İnternet Sitesi Köşe Yazısı/19 Ocak 2013/Erişim: Ocak 2013/ http://www.haberturk.com/yazarlar/amberin-zaman/812746-muhtesem-medya-maestrosu-mehmet-ali-birand
  3. Sosyalizmde Ordu Sorunu/Erişim: Ocak 2013/ http://kutuphane.halkcephesi.net/Lenin/sosyalizmde_ordu.htm 
  4. Cengiz Çandar Röportajı/O Gazeteyi Önümde, Gözümün İçine Bakarak Hazırladılar/16.4.2012/Erişim: Ocak 2013/ http://www.gazeteciler.com/roportaj/o-gazeteyi-gozumun-icine-bakarak-hazirladilar-50525h.html
  5. Okuyucu Mektupları/Milliyet Gazetesi/16.12.1986-Syf.12/ Erişim: Ocak 2013/ http://gazetearsivi.milliyet.com.tr
  6. Türkiyede Olsam Yazamazdım/Milliyet Gazetesi/03.11.1986-Syf.8/Erişim: Ocak 2013/ http://gazetearsivi.milliyet.com.tr  
  7. “Emret Komutanım” Yazı Dizisi ile İlgili Genelkurmay Açıklaması/Milliyet Gazetesi/15.12.1986-Syf.12/Erişim: Ocak 2013/ http://gazetearsivi.milliyet.com.tr
  8. M. Ali Birand’ın Genelkurmay’a Cevabi Köşe Yazısı/ 16.12.1986/Syf.7/ Erişim: Ocak 2013/ http://gazetearsivi.milliyet.com.tr

 

BİRAND’IN ORDU İLE İLGİLİ TESPİTLERİ

Dile kolay, aradan çeyrek asır geçmiş. Fakat “Emret Komutanım” kitabını elinize alıp okuduğunuzda pek çok şeyin hiç değişmeden durduğunu görüyorsunuz. Hatta bazı konularda durumun daha da kötüleştiğini söylemek olası… Örneğin, o zamanlar en azından Uzman Çavuşlar sorunu yoktu. Ordumuzun üst kademesinde bulunanlar, geçen zaman içinde, küstürülmüş bir kitle daha yaratmayı başardılar nitekim.

Kitaptan bazı çarpıcı tespitleri belirteceğiz şimdi. Bunlar 1986 yılında söylenmiş. O dönemde kamuoyuna sunulmuş. Eğer zamanında durum değerlendirmesi yapılsaydı ve çözüme yönelik adımlar atılabilseydi, çok yakın tarihimizde yer alan bir takım üzücü olaylar hiç yaşanmamış olabilirdi. Keşke diyoruz, keşke hem asker kesimi hem sivil kesim bu kitaptan yeterince ders çıkarabilseydi…

İşte birbirinden ilginç satırbaşları:

Türk subayı; asker-sivil ilişkisine dair şöyle bir düşünceye sahip:

Subay ülkeyi nasıl görüyorsa, sivil de o şekilde görmelidir. Sivil’e o şekilde göreceği, aynı değerleri ve değer yargılarını vermek gerekir. Böyle bir eğitim verilmedikçe asker-sivil sürtüşmesi sürecektir. Atatürk, bu ilkeleri ve vatanı bana (Türk Subayına) emanet etmiştir. Sahibi benim.

Türk subayının okuma alışkanlığı ile ilgili olarak yapılan tespit ise şu şekilde:

Türk subayının da okumaktan fazla zevk aldığını ve ne kadar işi olursa olsun kendine okumak için vakit ayırdığını söyleyemeyiz. Bu okumadan kopma, meslek eğitimini etkileyeceği gibi, subayın aldığı önemli rolde kendini günün koşullarına ve sorunlarına, dünyada olup bitenlere uyum sağlamakta güçlük çekmesine de yol açar.

Türk subayının eş seçimi ve eşlerinin davranış biçimleri hakkında yapılan tespitler ise hayli ilginç:

Subaylarda evlenecek eş seçimi kariyer açısından önemlidir. Rütbe terfilerinde ve özellikle generallik aşamasında etkin hale geliyor.

Subay eşleri arasındaki rütbeye sahip çıkma veya rütbeyi kullanma, kocalardan çok daha fazladır. Bazı eşler için rütbe alamamak kendinden çok eşini (hanımefendiyi) rahatsız eder.

Kurmaylık öylesine önemlidir ki, bazen evlerde aile kavgasına bile konu olur. ‘Hâlâ kurmay olamadın. Bak sınıf arkadaşın nerede’ diye bağırmalara rastlanır.

Batı dünyası ile yapılan kıyaslamalar ise şu şekilde:

Batı’da askerlik bir meslek olarak uygulanıyor. Bizde ise bir hayat tarzı olarak kabul ediliyor. Batı’daki subay sadece askerlik değil meslek de ediniyor. Sivil dünya ile ilişkisi sürüyor. Onlarda askeri liseler yok. Amerikan ordusunun subay kaynağı, Harp Okulları, er ve assubay okullarından yetenekli gördüklerini alma olanakları ve sivil üniversitelerden gelenler. Bizde ise tüm bunlar göstermelik olarak uygulanıyor.

Bizde ülkenin koşullarından ve geleneklerden dolayı giderek yoğunlaştırılan “Atatürk İlkeleri ve Ordunun Vatanı Koruma ve Kollama Görevleri” ise, Batı ülkelerinin hiç birinde görülmüyor. Askere sadece dışarıdan gelecek saldırıya karşı, kendisini ve ülkesini “koruma” sanatı öğretiliyor.

Batı’nın disiplin anlayışı oldukça farklı! Amerikalı bir teğmen görev başında değilse, subay kulübünde veya bir eğlence yerinde karşılaştığı komutanına küçük adıyla hitap edebiliyor. Rahat davranabiliyor. Bundan kimse gocunmuyor. Bizde ise askerlik özel yaşamın da içine girmiş. Komutan her yerde, her zaman komutan… Daima ayrıcalık bekliyor ve istiyor.

Batı ordularının bir diğer karakteristiği de, kendilerini tamamen sivil yönetimin emrinde görmeleri. Denetimler ve yapılan eleştiriler normal karşılanıyor. Bizde ise ordu; üstün ve dokunulmaz. Yönetimsel konularda (ülkenin) istediği gibi ahkâm kesebiliyor.

Batı ordularında en üst düzey general terfileri ve ordu-kuvvet komutanlarının atamaları bizden farklıdır. Bizde bu atamalara sivil hükümetler, kesinlikle karışmazlar. Batı’da ise Genelkurmay Başkanlarının önerileri arasından seçimi sivil kanat, yani Milli savunma Bakanları yapar. Genelkurmayın önerileri dikkate alınır. Fakat geri çevrildiği de olur. Bazen genelkurmay başkanının bunlardan haberi dahi olmaz.

Milli savunma Bakanlığı bizde işlevsiz bir bakanlıktır. İnşaat ihaleleri ve para bulma işlevi dışında etkisiz ve yetkisiz bir kuruluş durumundadır.

Avrupa’daki akademilerde kurmay subaylar için tartışma ortamı yaratılır. Subayın düşünmesi tahrik edilir. Bizdekilerde ise sadece ders veriliyor.

Generallere ve subaylara tanınan ayrıcalıklara ise şu tespitlerle değiniyor: “Subay Orduevlerindeki özel katlar; Sheraton Oteli’nin kral daireleriyle karşılaştırıldığında zevk yönünden epey farklı olmasına rağmen lükslük açısından başa baş denilebilir. Bu özel katlar, genelde orgenerallere tahsis ediliyor.

General olunca yani paşalıkta yaşam tamamen değişiyor. Paşalara en çok ilgiyi siviller gösteriyor. Özel sektör olsun, bürokrasi olsun, daha küçük düzeydekiler ile mahallelilerin olsun daima yakın ilişki kurmak istedikleri bir ‘dost generalleri’ vardır. Çeşitli niyetlerle (Hava atmak, torpil ve yardım talebi, darbe ya da özel durumlarda bir tür güvence) bu dostluğu sürdürür ve kullanırlar.

Birand, bu bölümlerde, generallerin dünyasını, paşalık anlayış ve felsefesini ve özellikle paşa eşlerinin lüksünü okuyucularına ayrıntılı olarak aktarmış.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst yönetimini en çok kızdıran tespitlerden birisi de Jandarma Genel Komutanlığı’na ilişkin söylenenlerdi.  M. Ali Birand’ın yorum ve değerlendirmesine göre, T.S.K.’nin ana gövdesini oluşturan kuvvetler (Kara-Deniz-Hava), Jandarma’yı kendilerinden görmüyor ve daha çok Polis Teşkilatına benzediğini düşünüyorlardı. Hatta Birand daha da ileri gidiyor, bu iki arada bir derede kalmışlık nedeniyle, Jandarma Genel Komutanlığı için “Talihsiz Kuvvet” tabirini kullanıyordu.

M. ALİ BİRAND VE ASSUBAYLAR

Assubayların eylemler yapıp sokaklara taştığı dönemlerde (1970 ve 1975) pek çok gazeteci ve yazar, konuyu dile getirdi ve assubaylara destek verdi. Yine de kimse assubayların sorunlarını gerçekçi olarak ortaya koyamadı. Kim olduklarını, ne istediklerini ve hangi haksızlıklara uğradıklarını kamuoyuna tam olarak anlatamadı. Assubaylarların farklı dünyasına derli toplu olarak ilk kez bakabilen kalem sahibi Mehmet Ali Birand oldu. Onları önce anlamaya, sonra yazmaya çalıştı. Ordu içinde yapılan ayrımcılığa çuvaldızı soktu. İltihabı akıttı.  Yıl 1986 idi. Hâlâ 12 Eylül İhtilalı’nın güçlü generalleri iş başındaydı. Bir takım tehlikeleri göze almadan gerçekleri kamuoyuna sunmak o kadar da kolay değildi anlayacağınız.

Şimdi, M. Ali Birand’ın assubaylarla ilgili tespitlerine göz gezdireceğiz. Onun değerlendirme ve yorumlarıyla assubayları ve sorunları nasıl tanımladığına değineceğiz:

  • M. Ali Birand, yaptığı çalışmada dünya ordularını da değerlendirmeye almış ve onlarda da assubayların tam anlamıyla mutlu olamadıklarını söylemiş. Bunu “Dünya ordularının sorunlu kitlesi assubaylar” olarak dile getirmiş. Türkiyedeki durumu ise “Tanınmayan Kuvvet: Assubaylar” olarak vurgulamayı seçmiş.
  • Assubayların meslekte kariyer beklentisinin tam olarak karşılanamadığından hareketle bir tespit yapma gereği duymuş ve şunları söylemiş: “Assubayların hayatları kıt’aya çıkmalarıyla değişmeye başlar. Hemen herkeste olduğu gibi, kimi zaman abartılmış beklentilerin gerçekleşmemesi, kimi zaman yaptıkları işin ikinci sınıf olduğu izlenimine kapılmaları ve kişisel ilişkilerinden doğan rahatsızlıkları olur.”
  • “Assubaylar meslek yaşamları boyunca yönetilmek zorunda kalmaları ve hiçbir zaman yönetici durumuna girememeleri nedeniyle rahatsızdırlar. Subaylar ise buna şöyle yaklaşırlar: ‘Herkesin okula girerken ne olacağı belli. Harp Okulları imtihanı herkese açık! Oraya başvursalardı.’(YAZAR NOTU: Madem o kadar kendinize ve zekânıza güveniyorsunuz, Assubay Hazırlama Okulu mezunlarının da Harp Okulları sınavına girmesine yasal izin verip onlara fırsat tanısaydınız. Demek ki bu sınavlar herkese açık değilmiş!)
  • Assubayların görev ve sorumluluklarının rütbeleriyle orantılı olarak gitmemesi de yazarın bir başka tespiti. Birand, bu konuya şöyle değiniyor: “Bir yıllık assubayken de yirmi yıllık assubayken de aynı göreve atanabilirsiniz. Aynı işi yıllarca yapmanın bıkkınlığı bu mesleğin güç yönlerinden birisidir.”
  • Assubayların ordudaki nöbet hizmetlerinden duydukları rahatsızlık da yazar tarafından açıkça gündeme getirilmiş: “Subayın nöbet tutması rütbeleri arttıkça azalırken, assubaylar; mesleklerinin sonuna kadar nöbet görevini sürdürür.” Gerçi daha sonra bu konuda bir hamle yapıldı ama biliyoruz ki bu da vaziyeti kurtarmaktan başka bir işe yaramadı. Nöbetle ilgili sorunlarımız yine de devam ediyor. Assubayların rütbe, kıdem ve tecrübesine saygı duymaktan yoksun bazı subaylar durumdan rahatsızlık duyuyor. Kıdemli assubayların nöbetten muaf olmaları göze batıyor. Başka adlar altında nöbet hizmeti benzeri görevler icat ediliyor.
  • M. Ali Birand, dillere pelesenk olmuş bir söylemi de okuyucularına aktarmış. Oysa assubaylar bu söylemi çoktan aştı: “Meslekte uzun yıllar görev yapmış bir assubayın, Harp Okulu’ndan yeni çıkmış bir teğmenin emrine girmesi, onun en acemi dönemlerinde emrinde çalışması bu mesleğin güçlükleri arasında yer alır.” Hepimizin bildiği gibi, assubayların en önemli görevlerinden birisi de subayı eğitmek, onun lider ve komutan olmasına bilgi ve tecrübesiyle katkı sunmaktır. Eğer iyi bir subay ve iyi bir komutandan söz ediyorsak, ona emek vermiş nice assubaydan da mutlaka bahsetmemiz gerekir. Çünkü her subayın altyapısında; harp okullarındaki eğitimden çok, kıt’adaki assubayların tecrübe, bilgi ve emek harcı vardır.
  • Assubayların kendilerine pek çok konuda haksızlık yapıldığına dair söylemlerine de değinen yazar bunu şu şekilde dile getiriyor: “Assubay ‘Ben asıl yükü çekiyorum ama subaylarla aynı hakka sahip değilim’ diye düşünür. Kendine hem bu becerisi, hem de verdiği uzun emek karşılığında, orantılı muamele yapılmasını bekler ve ister. Ancak beklentilerine yeterli karşılık gelmez.”
Assubaylarla ilgili olarak orduevi, tatil kampı ve lojman dağıtımı gibi sorunları da kamuoyuna aktaran Birand, özellikle şu hususları vurgular:
  • General ve amirallere tüm bu konularda büyük ayrıcalıklar tanınmaktayken, diğer personel ve özellikle assubaylar sıkıntı içindedir. Lojman dağıtımında sıra tahsisi subaylara öncelik tanımaktadır. Durum, ordunun personel sayısı ile ters orantılıdır. Orduevlerinde ise assubayların çok daha mütevazı olan kendi orduevleri var. Bu durum kimi zaman onları rahatsız eder. “Ordunun belkemiğini oluştururuz ancak hep ikinci sınıf muamele görürüz” derler.
  • Sicil verme konusuna da değinen Birand, bu konuda şöyle bir anlatıma başvurur: “Bazen kişisel ilişkiler sicil vermede etkindir. Astına kızan bir üst, sicilde düşük not verebileceği gibi, kişiler arasındaki dünya görüşlerinin farklılığı, mesleğe yaklaşımı ve meslek anlayışı da ister istemez rol oynar. Sicil uygulamasında hep insan unsuru vardır.”
  • Assubaylarla ilgili olarak ordunun üst kademesini tedirgin eden en önemli durum, eklerde yer alan maaş dökümüdür. Rütbelere göre alınan maaşları belirten Birand, özellikle assubay maaşlarındaki adaletsizliğe vurgu yapar. Fazla söze gerek duymaksızın haksızlıkların görülmesine olanak sağlar. Gerçi bugün itibarıyla o maaş dökümüne bakacak olursanız, assubayların yıllar içinde nasıl bir ayrımcılığa tabi tutulduğunu net bir şekilde görmeniz mümkün. Ogünler bile iyi günlerimizmiş. Assubaylar feryat figan ettikçe, daha çok darbe yemiş, özellikle maaşları subaylara oranla muhteşem bir şekilde eritilmiş. Tazminatların ve ayrıcalıkların hepsi subaylara yaramış. Emekliler arasındaki derin uçurumdan söz etmiyorum bile…
MAAŞLARINI ORDU PERSONELİ İLE KIYASLAYANLARA TOKAT GİBİ CEVAP

Assubayların sorunlarını keşfedip Türkiye kamuoyuna sunmasının yanında, ordu personeli ile maaş kıyaslaması yapanlara da, kitap içeriğinde, M. Ali Birand tarafından okkalı bir cevap verilir:

Askeri sivilden ayıran en önemli unsur 24 saat görev yapmasıdır. İç Hizmet Kanunu’na göre bir asker yirmi dört saat görev yapmakla sorumludur. Bu ne mesaidir ne icaptır, tamamen görevdir. Devlet memurlarının önemlice bir bölümünde olduğu gibi ‘Tamam, saat 17.00 oldu, büro kapandı’ diyemez. İstese dahi bunu yapamaz. Komutan karargâhtan ayrılmadan kimse birlikten çıkamaz. Cumartesi-Pazar bile durum böyledir. Her şey komutana bağlıdır. Bunun gecesi gündüzü, yazı kışı yoktur.

Maaşlarını assubaylarla kıyaslayanların bu gerçeği dikkate alması gerekir. Kaldı ki daha bu işin tatbikatları var, denetlemeleri var, vardiyalı nöbet sistemi var. Yediğinize, içtiğinize ve hatta tuvalet ihtiyacınıza bile karışıldığı, her şeyin emir-komutaya bağlandığı durumlar var. Kimi memur kesimi; hem ek mesai ücreti alır, icap parası alır, hatta döner sermayeden pay bile alır ama yine de maaşını, gözüne kestirdiği assubay kesimi ile kıyaslamadan yapamaz. Aslında kendilerine biçtikleri rol daha yukarılardaki rütbe ve makamlardır lakin oradakilerle kıyaslama yapmaya cesaretleri yoktur zannımca.

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/ kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

ÖNSÖZ

 

Bu kitabın amacı bir ilki başarmaktır. Daha önce gerek Türk Silahlı Kuvvetleri'ni anlatan, gerekse Assubayları anlatan kitaplar yayımlanmış ama bunların hiç birisi bir Assubay tarafından kaleme alınmamıştır. İşte bu kitap, bu kapıyı aralamak için yazılmıştır. Görevi, bu ilki başarmak ve arkadan geleceklere yol açmaktır.

Bu kitapta genel olarak assubayların sorunları anlatılacak, onların tarihçesi ve bilinmeyen yönleri okuyucusuna aktarılacaktır. Tabular yıkılacak ve Türk halkına assubaylarının tanıtımı resmi ideolojinin çok ötesinde yapılacaktır.

Bu kitap, bilimsel verilere dayanılarak hazırlanmaya çalışılmıştır fakat mutlak bilimsellik gibi bir gayesi yoktur.

Assubayların emek ve onur mücadelesi sürdükçe ve bu mücadele her kesim tarafından ve bizzat muhatapları tarafından yok sayılmaya devam edildiği müddetçe; assubayların hak mücadelesi yeni cepheler kurarak var olmaya devam edecektir.

Bu kitabın Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurumsal kimliğini erozyona uğratmak ya da Türk Halkının gözbebeği olan biricik ordusunu gözden düşürmek gibi bir kötü niyeti yoktur. Tam aksine, Atamızın bize emanet ettiği Cumhuriyetimizin muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasında ilk kilometre taşının Büyük Türk Ordusu olduğundan hareketle; insan onuruna yakışır uygulamaların, hak, hukuk ve eşitliğin bir an önce bu kutsal ocakta yürürlüğe girmesini savunmaktır amaç.

Assubayların sorunlarını şimdiye kadar kitap ve yazılarıyla Türkiye gündemine taşıyan -ki isimleri yeri geldikçe zikredilecektir- aydın gazeteci ve yazarlarımıza da bu vesile ile teşekkürlerimi sunuyorum.

Kamuoyuna saygılarımla

Aydın Kulak

AÇIKLAMA: e-kitap, pdf formatında ve epub formatında hazırlanmıştır.

Pdf formatındaki e-kitabı bilgisayarlarda, epub formatındaki e-kitabı ise cep telefonu ve iphone gibi elektronik cihazlarda okuyabilirsiniz.

Eğer dosyaları görüntüleyemiyorsanız ilgili programları bilgisayarınıza kurmalısınız!

Pdf için gerekli program: http://get.adobe.com/reader/otherversions/

Epub için gerekli program: http://www.adobe.com/tr/products/digital-editions/download.html

Winrar için gerekli program: http://www.rarlab.com/download.htm

Vatanını Ast Seven Subaylar (.pdf) Vatanını Ast Seven Subaylar (.epub) Vatanını Ast Seven Subaylar (.rar)
vatanini-ast-seven-subaylar-ASSUBAYLAR-pdf vatanini-ast-seven-subaylar-ASSUBAYLAR-epub winrar
Boyut:15 mb. (pdf) formatıyla indirmek için TIKLAYINIZ! Boyut:14 mb. (epub) formatıyla indirmek için TIKLAYINIZ! Boyut:26 mb. Her iki formatı (rar) ile sıkıştırlmış olarak indirmek için TIKLAYINIZ!

Cumhuriyetin kuruluşu sonrasında yaşanan birtakım gelişmeler sebebiyle, Türk ordusu; halkına darbe yapan bir işleyiş kazanmıştır. Önce 1960 Darbesi, ardından 1971 Muhtırası ve sonrasında 12 Eylül 1980 İhtilalı. Günümüze doğru yaklaştığımızda ise 28 Şubat 1997 Muhtırası ve halen mahkemesi devam eden, içinden çıkılmaz derecede karmaşık darbe öyküleri… Türk Ordusu, yıllar boyunca kendisini cumhuriyetin temel kurucusu olarak gördüğünden dolayı, kurtarıcılığının da kaçınılmaz bir sonuç olduğunu düşündü. Bu yüzden ne zaman ortalık karışsa ya da karıştırılsa, barış ve huzur ortamını sağlamayı kendine görev bildi. Fakat bunu yaparken çok canlar yaktığını, halkı ile arasına kara kediler soktuğunu görmedi, göremedi. Aslında bu darbelerin bir alışkanlık olmasının temelinde cumhuriyetin koruyucusu olma tavrından öte şeyler de aranmalıydı. Karl Marx, genelde ordunun üst yapısını sermayenin koruyucusu ve kollayıcısı olarak niteler. Yani onların halkı değil de, var olan sistemi savunduğunu dillendirir. Hiyerarşik yapının ve rütbe sisteminin kaldırılması için denemeler yapan sosyalist devletler; rütbeli ordu sistemini eleştirirken şu tespitte bulunurlar:

Rütbeli ordu sistemi, yönetici kadrolarla asker kitlesi arasında sıkı ve yoldaşça ilişkilerin kurulmasını önlüyor, küçük burjuva kibirliliğini ve gururunu körüklüyor, yaratıcı inisiyatifin gelişmesini köstekliyor ve böylece subayların ve generallerin kitlelerden kopma tehlikesini getiriyordu.

Burada küçük burjuva kibirliliğini biraz açalım. Eğer bir insanı; mevkisinden, makamından ve rütbesinden soyutladığınızda, karşınızda boş bir beyinden başka şey kalmıyorsa, “bunu da şu yaptı” diyeceğiniz bir kalıcı eser bırakmamışsa, işte orada bariz şekilde, bu kibirlilik olayı vardır. Bu kibirle yaşayanları sistem var etmiş ve kendisine koruyucu tayin etmiştir. Onlar;  üretmez, yenilik yapamaz, devrim gerçekleştiremez, çağ atlatamaz. Sadece sistemin var olan yapısını korurlar. Gerçekleştirdikleri darbe ve ihtilallara dayanak olarak kutsal ve albenisi olan pek çok şeyi bahane etseler de bunların içi temelinden boştur.

Olaylara bir de bu pencereden bakmanın faydalı olacağı düşüncesindeyim.

İstiklal Savaşı’nın düzenli ordu ile kazanılması ve Cumhuriyet ilan edilirken en büyük güvencenin ordu olması ona halk nezdinde apayrı bir kutsiyet kazandırdı. Darbeler ve muhtıralar nedeniyle halkın içine işleyen korku da ordunun tabulaşmasında ayrı bir etken oldu. Nihayetinde kutsallaşan ordu, ülkenin dokunulmazları arasına girdi. Konuşulmuyordu, eleştirilmiyordu. İçinde neler olduğunu kimse bilmiyor, kimse görmüyordu. Bilenler ve görenler de susuyordu. Bilmezden geliyordu. Ordu, ülkeyi ve rejimi kurtarma sevdasıyla ha bire darbeler yapıyordu ama kendi içinde yapması gereken devrimi beceremiyordu. Bir gün bir şekilde duvara toslaması kaçınılmazdı.emret-komutanim

Tabulaşmış olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ilk kez 1986 yılında dokunuldu. 29 Ekim 1986 tarihinden itibaren 12 günlük süre ile Milliyet Gazetesi’nde yayımlanan Mehmet Ali Birand’ın “Emret Komutanım” başlıklı yazı dizisi, bir anda Türkiye’nin gündemine oturmuştu. Bu bir ilkti. Mehmet Ali Birand, daha sonra kitaplaştırdığı bu yazı dizisine başlarken şöyle bir giriş yapıyordu:

Türk Silahlı Kuvvetleri, 800 bin kişilik mevcuduyla, 1986 yılında bütçenin yüzde 25’ini (yaklaşık bir buçuk trilyon) harcadığımız, ülkenin en iyi örgütlenmiş, bozulmadan bugüne kadar getirilmiş ve en disiplinli kuruluşudur. Aynı zamanda bütün NATO ülkelerinin de en büyük ordularından biridir.

Türk Silahlı Kuvvetleri aynı zamanda, müdahaleleriyle siyasi ve günlük yaşantımızı da etkilemiş, önümüzdeki yıllarda da ağırlığını hissettireceği anlaşılan bir güçtür. Özel sohbetlerden, iç politika tartışmalarına kadar, daima ‘ordu ne der?’ sorusu sorulur, yanıtlar aranır. Gazetelerde müdahaleleri nasıl yaptığı tefrika edilir, kitaplar yayınlanır.

Türk toplumu genelde ordusu ile iftihar eder, onun güçlü olmasını ister, başka hiçbir NATO ülkesinde bulunmayan bir yerde tutar. Ordudan sadece övgüyle söz edilir. Hiçbir zaman eleştirilmez. Adeta bir tabudur. Sıkıntıya düşülünce de kurtarıcı gözüyle bakılır.

Oysa aynı toplum, bu dev kuvveti yöneten yaklaşık 70 bin kişilik subay-assubay çekirdeğini pek tanımaz. Dünyanın başka hiçbir uygar ülkesinde, bu kadar iç içe yaşanan, ancak az tanınan bir başka ordu yoktur. Günlük hayatımızı ve güvenliğimizi böylesine yakından etkileyen bu insanların hangi kökenden geldikleri, nasıl yetiştikleri, hangi fikirle büyüdükleri, ne yiyip, ne içtikleri, nelere önem verdikleri, özetle ‘subayların dünyası’ çok az bilinir.



Türk Ordusu, bu toplumun bir parçası, bir aynasıdır. Bundan dolayı da Türk toplumundaki çelişkiler, belirli geri kalmışlıklar veya hastalıklar, Türk Ordusu’nda da mevcuttur. Amacım, sizlere uygar ülkelerde olduğu gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin doğruya en yakın resmini çekebilmek, zaten her gün karşılaştığımız övgülerin dışında gerçekleri gösterip, orduyu gerçek boyutlarda değerlendirebilmenizi sağlamaktır.

posta-malibirand-haberiM. Ali Birand, geçirdiği bir kalp krizi sonucu, 17 Ocak 2013 tarihinde aramızdan ayrıldı. Sevenleri tarafından,  hüzünle, ebediyete uğurlandı. Basın ve medya alanında usta bir isim olarak pek çok başarıya imza atmış, unutulmazlar arasına girmeyi başarmıştı. Yine de siyasetin sığ sularında gezinen kimi insanlar, onu, ölümünde bile acımasızca eleştirmeyi erdem saydı. Oysa o; tarafını gerçek anlamda habercilik olarak seçmişti. Demokrasiden ve insandan yana tavır koymuştu.

Her daim olduğu gibi, tartışılan insanların gerçek değerini geçen zaman ortaya koyacak. Anlık değerlendirmelerin tarihte hiç yeri yok.

M. Ali Birand’ı nasıl hatırlayacağımıza ilişkin bir şeyler söylemek gerekirse, Habertürk Gazetesi yazarı Amberin Zaman’ın sesine kulak vermemiz yerinde olacaktır:

Mehmet Ali Birand, Türkiye’nin askeri vesayet rejiminin, kapalı ekonomisinin yaydığı griliği, hepimizin iple çektiği 32’nci Gün programıyla birlikte delmeyi başarmıştı. Türkiye’nin de ötesinde koskocaman bir dünya olduğunu göstererek Türkiye’nin bu dünya içerisindeki yeri ve önemini bizde merak ve heyecan uyandıracak şekilde anlatan Mehmet Ali Birand televizyon haberciliğinde yeni bir çığır açtı. Bunun ötesinde Türkiye’nin gözlerini açtı. Rahmetli Turgut Özal’ın Türk ekonomisi ve siyasetinde gerçekleştirdiği devrimi, rahmetli Mehmet Ali Birand da medyada gerçekleştirdi. Bizleri dünyaya açtı. Ufkumuzu genişletti. Nice başarılı meslektaşım, Mehmet Ali Birand ekolünden yetişti.



“Emret Komutanım” kitabıyla bir kutsala dokunmuştu. Abdullah Öcalan’ı da Türkiye’ye ilk tanıtan gazeteci yine Birand’dı.

Mehmet Ali Birand, istikrarlıydı. Savrulmuyordu. Çizgisi netti. Türk siyasetinde esen fırtınalarda eğilmeden bükülmeden, temel prensiplerinden asla taviz vermeden ve zaman zaman maruz kaldığı karalama kampanyalarına karşın her daim ayakta kalmayı başardı. Ve her zaman zirvedeydi.

malibirand5İşte onu kısa ve öz olarak anlatan yazı. Onun ismini zikrettiğimizde ilk aklımıza gelecek şeyler; Emret Komutanım kitabı, Otuz İkinci Gün programı, gazetecilik ve habercilik ekolü ve bir de Abdullah Öcalan röportajı… Herhalde burada en çok canımızı sıkan, terörist başı diye nitelendirdiğimiz Abdullah Öcalan Röportajı olsa gerek. Fakat bunu da bir habercilik başarısı olarak değerlendirmemiz mümkün.

Mehmet Ali Birand ismi assubaylar için ne ifade ediyordu derseniz, bu kez size cevabı bir başka yazı ile vermemiz gerekecek. Gazeteci ve yazar Cengiz Çandar, kendisi ile yapılan bir röportajda Mehmet Ali Birand’ın askerleri (yani aslında general tayfasını) niçin kızdırdığını ve neden andıçlandığını şöyle ifade ediyor:

Birand’ın iki büyük kusuru oldu askeri algılamaya göre. Bir, Abdullah Öcalan’ı ve Osman Öcalan’ı ekrana çıkarttı. İki, Emret Komutanım kitabının son halini yayımlanmadan önce göstermedi. Kitaptaki maaş bordroları, assubay maaşları onları çok rahatsız etmiş.

Gördüğünüz gibi bizim paşaları en çok kızdıranlar assubaylar ve teröristler. Nerden isterseniz oradan buyurun, dilediğiniz gibi değerlendirin. Yorumunuza açık bırakıyorum.

O halde gelin şu “Emret Komutanım” kitabını bir değerlendirmeye alalım. Neden bu denli ortalığı karıştırmış, neyin teşhisini yapmış, hangi tespitleri ortaya koymuş ve başına ne işler açılmış bir bir inceleyelim.

Birand, bu kitap için yaptığı çalışmalar esnasında sessiz ama derinden assubayların sorunlarına değindi. Mümkün olduğunca diplomatik bir üslup kullandı. Fakat buna rağmen yarayı buldu ve deşti. Kimsenin o ana değin yazmadığı şeyleri öyle derli toplu, öyle anlaşılır ortaya koydu ki camdan saraylarda saltanat sürenlerin yüreği hopladı. Ona bu kitabı yazması için fırsat verip olanak tanıyanlar, çok şaşaalı şeyler üreteceğini ve kremalı bir ordu portresi yaratacağını sanıyorlardı. Bundan o denli emindiler ki her yerde ona özel ilgi ve alaka gösterdiler. Sonuna kadar yardımcı oldular. Bütün kapıları ardına kadar açtılar. Fakat Mehmet Ali Birand, Cilalı Taş Devri gazetecilerinden birisi değildi. Gerçeği bütün çıplaklığıyla kamuoyuna sunmayı görev olarak benimsemiş, aydınlanmayı ve aydınlatmayı düstur edinmiş ilkeli bir kalemdi.

Aydın Kulak

Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/ kullanılmasında bir sakınca yoktur.

ASSUBAY HAKEMLER

İsmine ilk rastladığımız assubay hakem Sıddık Babakol’dur. Sıddık Babakol, hem futbol hem de atletizm hakemidir. Onun bu denli göze çarpmasını sağlayan şey ise yaşadığı bir sağlık sorunudur. Yıllarca assubay olarak görev yapmasına rağmen ve yine yıllarca sporun içinde olup hakemlik görevi icra etmesine rağmen iç organlarının yerinin ters olduğu fark edilememiştir. 1953 yılında yapılan bir sağlık kontrolünde, durum ortaya çıkmıştır; kalbi ve midesi sağda, karaciğer ve apandisiti ise soldadır. Fakat o ana kadar ciddi bir sağlık problemi yaşamamış ve sahalarda da görevini aslanlar gibi icra etmiştir.

İslam Çupi, 1997 yılında kaleme aldığı “Astsubay, Yönetim, Babacan ve Lig” başlıklı makalesinde assubayların hakem olmasına olumsuz baktığını söylerken, 1960 yılında oynanan bir maçın hakemini örnek veriyordu. O yıl oynanan bir Fenerbahçe müsabakasında taraflı yönetim gösterdiğini iddia ettiği bir assubay hakemi olabildiğince ağır şekilde eleştiriyordu. İslam Çupi’nin Milliyet Gazetesi’ndeki “Pazarın Ertesi” köşesinde olumsuz eleştiriler yönelttiği hakem; FİFA kokartlı Macit Sarıdana idi. Macit Sarıdana da, hem atlet hem de hakemdi. Üstelik atletizmde Aydın İl Birinciliği vardı. Oldukça başarılı bir hakemdi. İz bırakan isimlerden birisiydi. Kaldı ki 1970’li yıllarda dahi güzel maçlar yönetti, FİFA kokartı aldı ve özellikle 1972-73 sezonunda uluslararası maçlarda da düdük çaldı. UEFA Kupası üçüncü tur elemelerinde yönettiği Dynamo Berlin-Liverpool karşılaşması unutulmayan maçlarından birisidir.29 Kasım 1972 tarihinde oynanan ve 0-0 biten ilk maçı Macit Sarıdana yönetmiş, Liverpool bu maçın rövanşını 3-1’lik skorla kazanmış ve o sene (1973)kupaya uzanmıştır.

TalatTOKATKuşkusuz asker hakemlerin içinde efsaneleşmiş bazı isimler de var ki herhalde bunların en başında Talat Tokat gelir. Talat Tokat, 1937, Siirt doğumludur. 1954-56 yılları arasında Hava Teknik Okulu’nu bitirdikten sonra 1976 yılına değin Hava Kuvvetleri’nde assubay olarak görev yapmıştır. 1960 yılında hakemliğe başlamış ve faal hakemlik yaşamını 1986 yılına kadar sürdürmüştür. Oğlu Metin Tokat da Türkiye’nin en bilinen hakemleri arasındadır. Talat Tokat, faal hakemlik dönemi sonrasında MHK üyeliği yaptığı gibi, mentörlük (istikbal vaat eden hakemleri izleme ve raporlama) görevi de ifa etmiştir. Türkiye Liglerinde pek çok maç yönetmenin dışında, kırkın üzerinde uluslararası maçta da ülkemizi temsil etmiştir. UEFA Kupası, Şampiyon Kulüpler Kupası, Avrupa ve Dünya Kupası Eleme müsabakalarında defalarca düdük çalmıştır. 110 bin kişi önünde yönettiği UEFA Kupası çeyrek final maçı (İnter-Real Madrid/02.03.1983) uluslararası alanda yönettiği maçların herhalde en görkemlisidir. Dinçer Oruç’un blogundaki (milliyetblog) anlatımına göre, televizyonda (TRT) siyah-beyaz olarak yayınlanan son maçı da yönetmek ona kısmet olmuş. Bu maç Eskişehir ile Beşiktaş arasında oynanıyormuş (13 Haziran 1982) ve Beşiktaş’ın şampiyonluk maçıymış. Maç 1-1 berabere giderken, Beşiktaş’ın 76. dakikada Ziya’nın ayağından kazandığı ikinci golden sonra ortalık karışmış. Eskişehirsporlu futbolcular ofsayt itirazları yapınca, seyirci ve yöneticiler de buna uyunca, istenmeyen olaylar gelişmeye başlamış. Nihayetinde yardımcı hakemin (Hüseyin Karaca) kafasına çivili bir sopa gelince, maç tatil edilmiş. Daha sonradan federasyon kararıyla maçı Beşiktaş 3-0 hükmen kazanmış ve şampiyonluğunu ilan etmiş. Böyle kötü anlar yaşanan bir müsabaka, tarihe siyah-beyaz izlenen son maç olarak not düşülmüş olsa da futbolun cazibesine asla gölge düşüremez. Hakemlerin saygın çabalarına da… Biliyoruz ki Talat Tokat, Türk Futbol hakemliğinin sembol isimlerinden birisi olarak biliniyor, tanınıyor ve Türk Futbolu için verdiği hizmetler saygı ile yâd ediliyor.

ihsan-tureAssubay hakemler deyince, en başta gelen isimlerden birisi de kuşkusuz İhsan Türe’dir. Türe, 1946, Eskişehir doğumlu ve Malatya bölgesi hakemi olarak biliniyor. O da Hava Assubayı olarak orduda görev yaptı. Hakemlik mesleği ile 1966 yılında tanıştı. Gösterdiği başarı sonrasında, 1969-70 sezonunda, Birinci Lig’de maç yönetmeye başladı. Hakemlik kariyerini 1993 yılına kadar sürdürdü. Faal hakemlik döneminden sonra kaleme aldığı (2002 yılı) ve futbolda şike olaylarını anlattığı “Tanrının Küçük Oğlu” isimli kitabı, adının yeniden gündeme taşınmasına neden oldu. İhsan Türe, bayan hakemlerimizden Elmas Arabacı’nın hakemliğe başlamasına da vesile olan isimdir. Anlatılanlara göre, tesadüfen Diyarbakır’da bulunduğu bir dönemde, hakemlik başvurusu yapan Elmas Arabacı, ilgilileri şaşkına çevirir. İhsan Türe de bu hanımefendiyle görüşmek ister, hakemliğin meşakkatli olduğunu anlatıp vazgeçirmeye çalışır. Fakat Elmas Hanım’ın inatçılığı karşısında fazla direnemez ve azmine şapka çıkarır. Böylece Diyarbakır bölgesinden bir bayan hakem, erkeklerin egemen olduğu yeşil sahalarda, düdüğünü çalmaya başlar. Kimileri Elmas Arabacı’yı Türkiye’nin ilk bayan futbol hakemi diye tanıtır fakat basın arşivinde yaptığım incelemede gördüm ki, Türkiye’nin ilk bayan futbol hakemleri; Drahşan Arda, Sema Tokat ve Sevinç Yıldız’dır.

HamzaAlanAssubay hakem deyince akla gelen bir diğer duayen isim ise Hamza Alan. 1936 doğumlu olan Hamza Alan, İzmir bölgesi hakemi olarak görev yaptı. Oldukça uzun bir hakemlik kariyeri oldu ve hakem camiasının saygı duyulan isimlerinden birisiydi. Tahminen 1954 mezunu bir assubay olduğunu düşünüyorum çünkü bu konuda kesin bir bilgiye ulaşamadım. Hamza Hoca’yı 1966 yılından itibaren yeşil sahalarda görmeye başlıyoruz. Genelde ismine yan hakem olarak rastlıyoruz ta ki 1978 yılına değin. O yıl Birinci Lig’de (Süper Lig) orta hakem olarak maç yönettiğini görüyoruz. Ayrıca 1975 yılında Türkiye Kupası maçlarında da orta hakem olarak düdük çaldığını belirtmemiz gerekir. 1982 yılından itibaren A Klasman hakemliğine yükseliyor. 1981 yılında UEFA Kupası ilk tur maçında Talat Tokat’ın yönetiminde yan hakem olarak Dinamo Bükreş-Levski Spartak maçında görev alıyor. 1983-84 ve 1984-85 sezonlarında dört büyük kulübün maçlarına pek verilmediği de dikkat çekici bir tespit olarak karşımıza çıkıyor.

fatihterimHamza Alan, 1985 yılının Ağustos ayında, İzmir’de düzenlenen bir dörtlü futbol turnuvası ile hakemliği bıraktı. Jübilesini yaptı. Bu turnuvaya Fenerbahçe-Beşiktaş-Altay ve Karşıyaka kulüpleri katıldı. Hakemliğe son noktayı koyduğunda tamı tamına 49 yaşındaydı. Belki de o yıl (1985) yönetmiş olduğu Galatasaray-Antalyaspor maçında (İnönü Stadyumu) yaşananlar nedeniyle böyle bir karar aldı. O yılın Şubat ayında (10 Şubat 1985)oynanan bu maçta Erdal Keser’i ve Kaptan Fatih Terim’i oyundan atmıştı. Erdal Keser, maçın 74. dakikasında hakeme hızla çarpıyor (kalçası ile vuruyor/hakem raporu) ve bunun sonucunda da kartı görüyordu. Maçın son dakikalarına gelindiğinde ise bu kez Galatasaray Kaptanı Fatih Terim, yan hakemi protesto edercesine topu yere çarpıyor ve tükürüyordu. Yan hakem gerekli uyarıyı yapınca da orta hakem Hamza Alan, kırmızı kartını tereddütsüz çıkarıyordu. Fatih Terim, karara tepki olarak, hakemin yüzüne tükürüyor ve gitgide hırçınlaşıyordu. Hakem Hamza Alan en sonunda dayanamıyor ve polislere “Alın şu adamı!” diye bağırıyordu. Maç, 2-1 Antalyaspor’un galibiyetiyle bitiyor ama kırmızı kart tartışmaları hafta boyunca sürüyor, hakemler oldukça yıpratılıyordu. Bu kötü macerayla anılmak istemediğini sık sık dile getiren Hamza Alan, hakemlik kariyeri sonrasında yaşamını İzmir’de sürdürdü ve 18 Aralık 2010 tarihinde geçirdiği bir kalp krizi sonucu, (74 yaşında) hayata veda etti. Aslında bu olaylı maçı ben de yazmak istemezdim fakat Türk Futbol tarihine işlenmiş bazı şeyleri değiştirmemiz mümkün değil. O, Türk Futbolunun kaliteli bir hakemi olduğu kadar, Fatih Terim’e kırmızı kart çıkartan nadir hakemlerden birisi olarak da hep anılacak.

erolersoy-1Hava Assubayı Erol Ersoy, sıra dışı bir futbol hakemi olarak, yıldızı parlayan isimlerden birisiydi. Kuşkusuz asker hakemler konusunda alınan kararlardan olumsuz etkilendi. Belki de sırf bu nedenle 2002 yılında FİFA listesinden çıkarıldı. 1962 doğumlu olan ve hakemlik kariyerine 1990 yılında başlayan Ersoy, aktif hakemliği 2006 yılında bıraktı. İzmir Bölgesi hakemlerindendi. Fatsaspor-Bayburtspor (3.lig müsabakası) maçı ile başlayan serüven, 19 Şubat 2006 tarihinde oynanan Gaziantepspor-Trabzonspor müsabakası ile noktalandı. Derbi maçların tartışmasız ismiydi ama Galatasaray-Fenerbahçe müsabakalarında hep Fenerbahçe’yi kolladığı dedikoduları ve özellikle 2001 yılında Hagi ile arasında yaşanan olay nedeniyle çok yıprandı ve yıpratıldı. Ulusoy Federasyonu ile kan uyuşmazlığı yaşadığından dolayı, hakemliği erken bıraktı. MHK ve Futbol Federasyonu bünyesinde yaşanan yönetimsel çekişmeler ve sorunlar pek çok hakemin düdüğünü asmasına neden olduğu gibi Erol Ersoy’un da kariyerini noktalamasına vesile oldu. Fakat futboldan kopamadı ve gözlemci olarak macerasına devam etti. Hatta tartışmalı olduğu Hagi ile tekrar karşılaşması bu dönemde oldu. Hagi artık teknik direktördü, Ersoy ise gözlemci. Ersoy, UEFA maçlarında da gözlemci olarak görev yaptı. Hakemlik döneminde UEFA Kupası ve Şampiyonlar Ligi maçlarında, Dünya Kupası elemelerinde ve U-21 müsabakalarında (UEFA) başarı ile düdük çaldı, güzel maçlar yönetti.

MustafaCulcu-22006-2007 yılları arasında MHK başkanlığı da yapan Mustafa Çulcu, göze çarpan asker hakemlerden birisiydi. 1960 doğumlu olan Çulcu, askerlik mesleğine bir Hava Assubayı olarak başladı ama emekli olduğunda Yüzbaşı rütbesi taşıyordu. Asker hakemler konusunda verilen karar nedeniyle, emekliye ayrıldı ve hakemliği seçti, hakemlik sonrasında 1,5 yıl MHK Başkanlığı yaptı. FİFA Kokartlı hakemlerimizdendi ve Kocaeli bölgesini temsil etmekteydi. Türkiye’de Lig ve Kupa maçları haricinde, uluslararası maçlarda da düdük çaldı. Milli müsabakalarda, özellikle dostluk maçlarında hakemlik görevi yaptı. Bunun yanında, UEFA Kupası maçları, Şampiyonlar Ligi Ön Elemeleri ve U-21 maçlarında (UEFA) görev aldı. O da Federasyon ve MHK çatışmaları nedeniyle anlaşmazlığa düştüğünden, 2005 yılı sonunda, hakemliği bıraktı. Levent Bıçakçı Federasyonu ve Ufuk Özerten MHK’sı ile geçinemedi. Faal hakemliği sezon ortasında bırakması oldukça ilgi çekti. Son olarak 11 Aralık 2005 tarihinde Trabzonspor-Ankaraspor karşılaşmasını yönetti. Turkcell Süper Liginde yönettiği ilk maç 26 Eylül 1993 tarihinde oynanan Altay-Bursaspor müsabakasıydı.

ismetArzuman-1FİFA kokartı taşıyan İsmet Arzuman da assubay kökenli asker hakemlerimizden birisidir. İzmir Bölgesi hakemlerinden olan Arzuman, 1964 doğumludur. Hava Assubayıdır. 19 Eylül 1993 tarihinde oynanan bir BAL Ligi (Bölgesel Amatör Ligi) maçı ile (Ankaragücü-Çorumspor) hakemlik kariyerine başladı. 2003-2004 sezonunda yılın hakemi seçildiğinde Süper Lig’de 24 müsabaka yönetmişti. Toplamda 130 Süper Lig müsabakası yönettiği bilinmektedir. İsmet Arzuman, son derece pozitif özelliklere sahip bir hakem olarak dikkat çekmekteydi. Özellikle son beş-altı yılında en başarılı üst klasman hakemlerden birisiydi. 2005-2007 yılları arasında FİFA Kokartı taşıdı. FİFA Kokartını bileğinin hakkıyla alan isimlerden birisiydi. FIFA'nın bir hakemde istediği tüm özelliklere sahipti. Hakem Metin Tokat, bir yazısında onu şu şekilde tarif etmekteydi:

İsmet Arzuman: 43 yaşında, Emekli Assubay, İzmir bölgesi. Çok koşar. Az kart gösterir. Futbolcularla iletişimi iyidir. Maçın akışına göre yönetim tarzında inişli çıkışlı grafikler oluşur.

Ne yazık ki uluslararası hakemlik kariyeri beklentilerin aksine, çok kısa sürdü. Asker hakem olması ve bazı kısıtlamalarının bulunması, asker hakemler üzerinden yapılan tartışmalar ve futbol camiasında vuku bulan cepheleşmeler onu da yıprattı. Uluslararası arenada, UEFA U-21 maçlarını, Arnavutluk-Malta özel maçını, UEFA Kupası ilk tur maçlarını yönetti. Asker hakemler konusunda alınan Genelkurmay kararı sonrasında ikileme düştü. Ya Mustafa Çulcu ve Erol Ersoy gibi emekli olup, hakemliğe devam edecek, ya da hakemliği bırakıp mesleğini yapacaktı. Sonunda o da hakemlikte karar kıldı. 2003-2004 sezonunda, emekli olana değin, listede gösterilmedi. Emeklilik dilekçesini verdikten sonra, hakemlik kariyerine geri döndü. Arzuman da büyük kulüplerden birisinin hışmına uğrayanlardan. 2007 yılında Yönettiği Fenerbahçe-Beşiktaş maçından sonra, Yıldırım Demirören onun hakkında bazı ağır söylemlerde bulunmuş ve “hakemliği bırakacak” tarzında telkinleri olmuştu. Beşiktaş Kulübü tarafından yıpratılması sonrasında maç sayısı azalmaya başladı. 10 Şubat 2008 tarihinde Fenerbahçe-Hacettepe maçıyla hakemliğe veda etti. Bu tarihten sonra kendisine 8 hafta süresince maç verilmeyince, MHK’ya kırgın olarak düdüğü bıraktığını açıkladı. Bu açıklamasını yaptığında tarihler 4 Nisan 2008’i gösteriyordu. Hasan Doğan Federasyonu ve Oğuz Sarvan MHK’sı göreve geldikten sonra yaklaşık 2 ay görev alamayan ve bundan mesaj çıkartan Arzuman, böylece hakemlik mesleğine veda etmiş ve düdüğünü asmıştı. İsmet Arzuman deyince akla gelen ilginç şeylerden birisi de onun facebook’un kapatılması yönünde göstermiş olduğu büyük çaba. 2008 yılında Facebook’ta bazı grupların kendisini kötüleyici beyanlarda bulunduğu gerekçesiyle, savcılığa suç duyurusunda bulundu ve facebook’un kapatılmasını istedi. Bazı medya yorumcuları, bu olayı “İsmet Arzuman facebook’a kırmızı kart çıkarttı” şeklinde yorumladı.

BulentUzunPek çok tartışmalı maçta imzası bulunan Bülent Uzun da assubay kökenli hakemlerden. 12 Ağustos 1960 Balıkesir doğumlu. 1978 mezunu, Hava Uçak Bakım Assubayı olarak Hava Kuvvetleri’nde uzun yıllar görev yaptı. İzmir bölgesi temsilcilerinden olan Uzun, hakemlik kariyeri için emekli olmayı seçen isimlerden bir diğeri. TFF kayıtlarına göre, ilk yönettiği maç 9 Eylül 1990 tarihinde oynanan Yüksekova Cilospor- Karsspor Üçüncü Lig maçı. Ardından Fortis Türkiye Kupası maçları yöneten Bülent Uzun, kısa sürede 2.lig maçlarına terfi ettirilmiş. Türkcell Süper Lig’de yönettiği ilk maçın tarihi ise 18 Eylül 1994. Dokuz yıl A Klasman hakemliği yapan Uzun, 5 yıl FİFA Kokartı (1999-2004)taşıdı. Futbol camiası içindeki tartışmalarda kimilerince “Cemal Aydın'ın adamı” olarak nitelendirildi. 1999-2004 yılları arasında yönettiği pek çok maç tartışmaları da beraberinde getirdi. 16 Ekim 1999 tarihinde Trabzon’da oynanan Trabzon-Fenerbahçe maçı bunların en önemlisi. Spor medyasına “Ogün-Alpay Bombası” diye düşen habere göre, rakibine dokunmadığı halde Alpay (Fenerbahçe) kırmızı kartı görür, hakeme itiraz eden Ogün de (Fenerbahçe) karttan yana nasibini alır. Galatasaraylı Hakan Şükür’e ilk kırmızı kartı gösteren hakem de Bülent Uzun’dur. 26 Mart 2004 tarihinde oynanan ve Samsunspor’un 1-0 galibiyeti ile biten maçta, Hakan Şükür’e yapılan bir faul sonrasında düdük çalınmayınca, Şükür tepki gösterir. Hakem Bülent Uzun da kırmızı kartını çıkartıverir. Maçtan sonra konuşan Hakan Şükür, “Hayatımın ilk kırmızı kartını gördüm. Sağ olsun Bülent Uzun beni atıp tarihe geçti!” şeklinde bir beyanatla, tarihe notunu düşer. Hakem Bülent Uzun’dan en çok canı yanan takım Galatasaray olarak bilinmektedir. 25 Nisan 2004 tarihinde oynanan Denizli-Gençlerbirliği müsabakası, Uzun’un son kez düdük çaldığı maç olarak kayıtlara girdi. Bu maçtan sonra Sabri Çelik yönetimindeki MHK’dan uzun süre maç alamadı. Bu durumu protesto ederek, 30 Ağustos 2004 tarihinde hakemliği bıraktığını açıkladı. FİFA Kokartı taşıdığı yıllarda uluslararası müsabakalarda da düdük çaldı. UEFA U-21 müsabakalarını yönetti. UEFA Kupası ön eleme maçlarında, Şampiyonlar Ligi Eleme Turu’nda görev aldı. 10 Ağustos 2004 tarihinde yönettiği Pasching – Zenit müsabakası bu müsabakaların en kayda değer olanıdır. Türk sporunda şiddet, şike, rüşvet ve haksız rekabet iddialarını inceleyen Haluk İpek başkanlığındaki TBMM Araştırma Komisyonu, 10 Mart 2005 tarihinde yaptığı bir kapalı oturumda Bülent Uzun’un bilgisine de başvurdu. Konu hakkında onun fikir ve değerlendirmeleri de alındı.

Her ne kadar hata sabıkası yüksek olsa da Bülent Uzun, Türk futbolunda iz bırakan hakemlerden birisi olarak bilinmekte ve iyi yönleriyle hatırlanmaktadır.

GalipBitigenHakemlik kariyerinde iz bırakan isimlerden birisi de Galip Bitigen’dir. 1955, Kayseri doğumlu olan Bitigen, 1975 mezunu Hava Personel Assubayıdır. Spora atletizmle başlayan Bitigen, hakemlik kariyerine 1980 yılında başladı. Sırasıyla 1 yıl yan klasman, 2 yıl C klasmanı, 4 yıl B klasmanında görev yaptı. 7 yıl A ve Üst klasmanında düdük çaldı. 1990 yılında İkinci Lig müsabakalarını yönetmeye başladı. Turkcell Süper Lig’de yönettiği ilk maç, 19 Ekim 1991 tarihinde oynanan Gençlerbirliği-Aydınspor müsabakasıydı. 1993-1994 sezonundan itibaren Süper Ligin etkin hakemlerinden birisi oldu.  16 Mayıs 1999 tarihinde yönettiği Samsunspor-Gaziantepspor müsabakası düdük çaldığı son maç oldu. Diyarbakır ve Kayseri bölgesini temsil etmesine rağmen daha çok Kayseri bölgesi hakemi olarak ün yaptı. Çeşitli defalar MHK üyeliğinde bulundu. Halen Gözlemci ve Hakem Hocası olarak spor faaliyetlerini sürdürmektedir. Oğlu Abdulkadir Bitigen de babasının izinden gidip futbol hakemliği yapmayı seçmiştir.

YavuzKaraozan1947 yılında Diyarbakır’da doğan futbol hakemi Şükrü Yavuz Karaozan da 1965 mezunu bir Hava Assubayıdır. Hakemliğe 24 yaşında başladığı bilinen Karaozan’ın kariyeri tam 22 yıl sürdü. 1 Ağustos 1993 tarihinde düdüğünü bıraktı. Son müsabakası, 30 Mayıs 1993 tarihinde oynanan ve Trabzonspor’un 6-2 galibiyeti ile biten Trabzonspor-Gaziantepspor maçı oldu. Süper Lig dâhil tüm liglerde ve Türkiye Kupasında pek çok müsabaka yönetti. Faal hakemliğinin 12 yılı A Klasmanda geçti. Süper Lig’de yüzün üzerinde maç yöneten Karaozan, İzmir bölgesi hakemi olarak tanındı. Genelde üst klasman hakemi olarak bilinen Yavuz Karaozan, (Ekim) 1988 yılında FİFA listesine alındı ve kayıtlara göre kariyeri boyunca yurt dışında da üç maçta görev aldı. 14 Aralık 1982 tarihinde oynanan Yugoslavya-Galler Ümit Milli takımları müsabakasında İhsan Türe’nin yardımcı hakemi oldu. 30 Eylül 1987 tarihinde ise UEFA Kupası kapsamında, Hajduk Split-Aalbarg arasında oynanan maçta, Sadık Deda’nın yardımcılığını yaptı. Yavuz Karaozan, 26 Eylül 1992 tarihinde yönettiği Fenerbahçe-Ankaragücü maçından sonra seyircilerin hışmına uğradı. Polis kontrolünde stadyumu terk edebildi. Bu maçta Fenerbahçe’nin bir golünü ofsayt olduğu gerekçesiyle iptal ettiği için hem medyadan hem de Fener camiasından yoğun tepkiler gördü. Yönettiği birkaç maçta Galatasaray, Beşiktaş ve Bursaspor’dan da ağır eleştiriler aldı. Özellikle (20 Mart)1993 yılında yönettiği Bursaspor-Galatasaray karşılaşmasındaki yönetimiyle her iki kulübün de tepkisini üzerine çekti. Hatta bu maçtan sonra bir süre dinlendirildi. Süper Lig’deki faal hakemlik döneminde, genelde büyük takımların aleyhine düdük çalmakla itham edildi. Ayrıca söylememiz gerekir ki, Türkiye Süper Ligi’nde kart rekoru da muhtemelen Karaozan’a ait. İstanbul’da, 24.4.1988 tarihinde oynanan ve Galatasaray’ın 3-0 galibiyeti ile biten G.Saray-Samsunspor maçında çıkan kart sayısı, 13 sarı ve 2 kırmızı olmak üzere tam on beşti. İşin gerçeğini söylemek gerekirse, hakem hataları elbette var ve daima olacak fakat bizim liglerimizde büyük takımların aldığı her yenilginin hesabı öncelikle hakemlerimize kesilmektedir. Takımlarımız kendi özeleştirilerini hep en sona bırakmaktadır. Ta ki Edirne sınırının ötesinde ağır bir darbe alıncaya değin.

Karaozan, faal hakemlik dönemi sonrasında gözlemci olarak futbolla ilişkisini sürdürdü. Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu üyeliği ve MHK üyeliği görevlerinde de bulundu. Türkiye Faal Futbol Hakemleri ve Gözlemcileri Derneği kurucu üyeleri (1989 yılı)arasında yer aldı. Halkla İlişkiler dalında ön lisans eğitimi gördü. İz bırakan hakemlerden olan Karaozan’ın öğrencilik dönemine ait birkaç resmine 65 mezunu Hava Assubaylarının internet sitesinden ulaşmanız mümkün.

Assubay hakemlerden bir diğeri de medyada adı sıkça geçen hakem Ali Uluyol’dur. Kamuoyuna Ali Fevzi Bir Skandalı olarak yansıtılan şike olayları nedeniyle çok yıpratılan isimlerden bir tanesidir. Söz konusu bu olaylar nedeniyle ifadesi alınmış ancak hakkında herhangi bir dava açılmamıştır. Hakkında takipsizlik kararı verilince, Genelkurmay da Federasyon uygun gördüğü takdirde dava sonuçlanana kadar maç yönetmesine izin verdi. Ali Fevzi Bir Skandalı’nın mahkeme süreci tamamlandıktan sonra TSK’dan emekli olmuş ve yeniden hakemliğe dönmek istemiş fakat dönemin Federasyon Başkanı Levent Bıçakçı’nın vetosu ile karşılaşmıştır.

AliUluyol1Ali Uluyol, 1963 yılında Kırıkkale’nin Kaletepe mahallesinde doğdu. İlk, Orta ve Lise tahsilini Kırıkkale’de tamamladıktan sonra, 1980 yılında Hava Kuvvetleri’ne Hava Assubayı olarak katıldı. Değişik illerde görev yaptıktan sonra 2005 yılında kendi isteği ile emekli oldu. 1983 yılında futbol hakemliğine başladı. 20 yıl profesyonel olarak futbol hakemliği yaptı. Bunun son sekiz yılı Süper Lig hakemi olarak geçti. Süper Lig’de yaklaşık olarak 100 civarında maçı yönetti. Adının duyulmaya başladığı ilk maç 9 Eylül 1990 tarihinde oynanan Vanspor-Polatlıspor İkinci Lig müsabakasıdır. Bundan sonra görev aldığı maçlardaki istikrarlı yönetimi ile yükselişe geçmiş ve 18 Ağustos 1996 tarihinde Turkcell Super Lig’de ilk maçını (Denizlispor-Dardanelspor) yönetmiştir. 30 Mayıs 2003 tarihinde yönettiği son maç olan G.Saray-Gaziantepspor müsabakasına kadar Süper Lig’in vazgeçilmez hakemlerinden birisi olmayı başarmıştır. 1 Temmuz 2003 tarihinde kendi arzusuyla hakemliği bıraktığını açıkladı. Hakemlik kariyeri boyunca ismi, Kırıkkaleli Ankara Bölgesi hakemi olarak zikredilmiştir. FİFa Kokartlı hakemlerimizden olan Uluyol, yurt dışı müsabakalarında da görev almıştır. 29 Eylül 1998 tarihinde oynanan UEFA Kupası birinci tur rövanş karşılaşması Celtic-Guimaraes maçında Oğuz Sarvan’ın yanında dördüncü hakem olarak görev yaptı.

23.8.1998 tarihinde yönettiği Beşiktaş-Gaziantep müsabakasında Alpay’a gösterdiği kırmızı kart ve Beşiktaş lehine vermediği söylenen penaltı nedeniyle eleştirildi. Alpay’ın seyircileri tahrik ettiği ve ayrıca hakeme küfür ettiği de söylenen bu maçta seyirciler sahaya indi, maç bir süre durdu. Hatta seyircilerden birisinin hakemi yumrukladığı da yazıldı. Bu maç sonrasında “başarılı ve cesaretli yönetiminden dolayı” Futbol Federasyonu tarafından ödüllendirildi. Fenerbahçe Kulübü de 1998-99 sezonunda kaybettiği 15 puanın beşini hakem Ali Uluyol ‘un kötü yönetimine bağladı. 2002 yılının başlarında Çaykur Rizespor-G.saray maçında görev alan Uluyol, bu maçtaki performansı nedeniyle    G. Saray Kulübü’nden de (maçı 4-1 kazanmasına rağmen) eleştiri aldı. Dışarıdan çevrilen topun oyuna girmesi ve verilmeyen penaltılardı gündem yaratan.

AliUluyol-2Faal hakemliği bıraktıktan sonra gözlemci olarak futbolla ilişkisini sürdürdü. Gözlemci Kurulu Başkanlığı ve Ankara İl Hakem Kurulu Başkanlığı görevlerinde bulundu. MHK üyeliği yaptı. Yeniçağ Gazetesinde spor konulu makaleler yazdığı bir köşesi var. Bu köşede haftalık futbol yorumları yapıyor. Ali Uluyol, siyasetle de ilgisi olan bir isim. 2011yılında MHP’den Ankara Milletvekili aday adaylığı başvurusunda bulundu. Halen MHP Ankara İl Başkanlığında Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yapıyor.

HAKEMİN İYİSİ FUTBOLU GÜZELLEŞTİRENDİR!

Futbol hakemliği gerçekten meşakkatli bir iş! Milyon dolarlık futbolcuların oynadığı yeşil sahalarda adalet dağıtmak ve bu işi onlarca yıl sürdürmek, gerçekten zor. Yani bu meslekten hatasız ve yıpranmamış olarak ayrılmak mümkün değil. Ya kulüpler, ya federasyon ve MHK, ya futbolcular olmadı taraftarlar sizi mutlaka eleştirir. Kaçınılmaz olarak kararlarınız hep sorgulanır. Ya yanlı medya kalemleri? Tıpkı büyük kulüplerin tribün amigosuymuş gibi yanlı ve acımasız davranan o spor yazarları? Yani bu mesleğe bir başladınız mı, Dante’nin İlahi Komedyası’ndaki gibi bir cehennem yolculuğuna da hazır olmanız gerekir. Asla alnınızın akıyla çıkmayı başaramayacağınız koca bir yolculuktur bu.

Ve aslında hakemin iyisi futbolu güzelleştirendir. Futbolun özünde yenmek ya da yenilmek yoktur, sonuç odaklı değildir. Nihayetinde üç sonuçtan birisi gerçekleşecektir. Esas olan; kaliteli ve seyri güzel bir oyunla seyirciyi mest etmektir. Kim kazanırsa kazansın! İyi hakem, adaletli düdük çalmanın yanında, akıcı ve hızlı maç yöneten hakemdir. Futbol oyununun seyircisini mutlu etmesini sağlayabilen kişidir iyi hakem…

Kısaca yaşam öykülerini sunduğumuz assubay kökenli hakemlerimizin genelde Hava Kuvvetleri mensubu olduğunu fark etmişsinizdir. Aslında diğer kuvvetlerden de çok sayıda assubay hakemlerimiz var. Fakat onlar çeşitli nedenlerle –ki buna görev zorluğu ya da görev önceliği de diyebiliriz- daha alt liglerde düdük çalmışlardır. Eski deyimle, İkinci Lig, Üçüncü Lig ve Amatör Liglerde hâkimiyet onlardadır.  Görev ve tatbikatlarının yapısı, bu meslekte yükselmelerine ve kariyer yapmalarına engel teşkil etmiştir.

Örneğin (eskiden) Deniz Kuvvetleri’nde hakemlik yapan pek çok assubay olduğunu biliyorum. Fakat denizcilerin şanssızlığı, görev ve tatbikatlarda mecburen yer değiştirmeleri. Yani tatbikat arasında gelip maç yönetemezsiniz. Ayrıca denizci birliklerinde sportif faaliyetlerde bulunanlara üst kademe pozitif baksa da birlik komutanları negatif bakar. Denizgücü Kulübünde görev alan subay ve assubayların karşılaştıkları zorlukları (görev, atama gibi…) duysanız şaşar kalırsınız. İşte bu nedenledir ki diğer kuvvetlerden çıkan assubay hakemler, hakemlikte başarılı bir kariyere ulaşamazlar. Özverili bir mücadele ile ancak ya alt liglerde tutunmayı başarırlar ya da tutunamayanlardan olurlar. Fakat belirtmek gerekir ki hakem olmayı ve hakemlik yapmayı severler ve hakem kalabilmek için mümkün olan her türlü fedakârlığı da yaparlar.

Türk sporuna ve özellikle de futbola emeği geçen tüm hakemlerimizi sevgiyle selamlıyorum.

FUTBOLCU VE ANTRENÖR OLARAK İZ BIRAKANLAR

Türk futboluna yüreğini koyup hizmet eden hakem meslektaşlarımızı anlattık şimdiye kadar. Aslında futbolcu ve antrenör olarak iz bırakan birkaç isimden de söz etmemiz gerekir. Bunun yanında Türkiye’de profesyonel olarak futbol ligleri kurulmadan önce (1959) Türk futboluna katkı sunmuş Silahlı Kuvvetler takımlarından da bahsetmeliyiz. Hatta daha sonrasından… Pek çok bölgesel/mahalli ve amatör ligde kurumsallaşmış olan Karagücü, Jandarmagücü, Havagücü ve Denizgücü gibi takımlardan. Özellikle Denizgücü’ne büyük bir parantez açmamız gerekir çünkü Türk futbol tarihine adını altın harflerle yazdırmış bir futbol takımı…

ertugrul aslanEmekli Hava Assubayı Ertuğrul Aslan, bu isimlerden ilki. Yalova’nın Safran köyünde 1936 yılında doğan Aslan, 1955 mezunudur. 1975 yılında emekli oluncaya kadar Hava Kuvvetleri’nin çeşitli birliklerinde görev yapmış, görev yaptığı bölgelerde kurulu olan Havagücü futbol takımlarına da futbolcu olarak hizmet etmiştir. Bu kapsamda İzmir, Balıkesir, Merzifon ve Bandırma Havagücü kulüplerinde top oynamış ve “Kaptan” sanıyla kendisini kalıcı kılmıştır. Şu anda Spor Toto 2. Lig’de (Beyaz Grup) bulunan Balıkesirspor ve Spor Toto 2. Lig’de (Kırmızı Grup) bulunan Bandırmaspor’un mazideki şanlı günlerinde hocalığını (Teknik Direktörlüğünü) yapmış bir isimdir Ertuğrul Aslan. Bugün dahi Bandırma ve Balıkesir’e ayak bastığında ilgi ve hürmet görmektedir.

Aslan Hoca, 1976 yılından sonra memleketi Yalova’ya yerleşmiş ve Yalovaspor ile bütünleşen bir isim olmuştur. Önce hocalık yapmış, sonra kulübün çeşitli kademelerinde hizmet etmiş ve 1987 yılına geldiğimizde de Yalovaspor Kulüp başkanlığı ile onurlandırılmıştır. Yetmiş altı yaşına merdiven dayamış olan ihtiyar delikanlımız Ertuğrul Aslan, sıkı bir Beşiktaş taraftarıdır ve aynı zamanda Yalova TEMAD üyeleri arasında yer almaktadır. Kendisi hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak isterseniz, Yalova TEMAD’ın internet sayfasını ziyaret edebilirsiniz. Sevgili hocamıza uzun ömürler dilerken, başarıları ile gurur duyduğumuzu da bilmesini arzulamaktayız.

AMATÖRLERİN EFSANESİ: ŞAKİR KURUŞ VE İZMİR DENİZGÜCÜ

Türkiye’de profesyonel ligler kurulmadan önce belirli şehirlerde ve bölgelerde kurulmuş futbol ligleri Türk sporuna katkı sağlamaktaydı. Anadolu Ligleri de denen bu yapılanmada, daha önce adlarını zikrettiğimiz Silahlı Kuvvetler takımları da kendilerini göstermekteydi. Ankara’da, İzmir’de, Eskişehir’de ve daha nice kentte bu ligler seyircilerine amatör bir ruhla futbol resitalleri sunmaktaydı. Futbol profesyonel bir yapıya bürününce amatör ruhla oynayan bu takımlar da Amatör Liglerin takımları olarak kaldılar. Türk futboluna çekirdekten yıldızlar yetiştirdiler ya da kimilerinin göze çarpmasına ve fark edilmesine sebep oldular. Yani futbolumuz için hayırlara vesile oldular… Fenerbahçe’nin sembol ismi Lefter’in bile bir dönem Diyarbakır’da Karagücü takımının formasını giydiğini söylersek, bu kulüplerin önemini çok daha iyi anlarsınız. Bünyelerinde genelde assubay ve subay futbolcular, bir de vatani görevini yapmak üzere yolu kışlaya düşmüş profesyonel ve amatör futbolcular yer almaktaydı. Çekirdeğini assubaylar ile subaylar oluşturmaktaydı. Zorunlu hizmetini yapmak için TSK’ne katılan kimi ünlü futbolcular bu kulüpler tarafından takip edilir, tespiti yapılır ve geçici süreliğine kulübün renklerine kazandırılırdı. Ayrıca Ordu Milli Takımı denen bir de milli takım vardı ki kaynağını bu amatör kulüp oyuncuları oluştururdu.

Denizgücü, Havagücü, Karagücü, Jandarmagücü ve hatta Muhafızgücü isimleriyle futbolumuza renk katan bu güzide kulüplerin tarihleri pek çok başarıyla dolu. Örneğin, Muhafızgücü Kulübü, 1927 yılında düzenlenen Türkiye Futbol Şampiyonasını kazanan takım. Denizgücü ise Başbakanlık Kupasını ve Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası’nı müzesine götürmeyi başaran yegâne amatör kulüp. Alper Duruk tarafından hazırlanmış Anadolu Ligleri ve Amatör Ligler hakkındaki bilgi sayfalarında, (http://www.turkfutbolu.net/tumligler/digerlig.htm ve http://www.turkfutbolu.net/tumligler/turkiyeamator.html ) bu kulüplerin başarılarına ilişkin bazı bilgilere ulaşabilirsiniz. Çeşitli spor dallarında hizmet veren ve futboldan başka öteki amatör dallarda, özellikle basketbol ve voleybolda önemli başarılara imza atan bu kulüpler ne yazık ki birer birer kapanıyor. Tarihin tozlu raflarında nostaljik bir öykü olarak yerlerini alıyor. Fakat kim ne derse desin, onlar bir döneme damgasını vurmuş, futbolumuzda iz ve renk bırakmış kulüpler olarak daima anımsanacak. Daima hatıraları yâd edilecek.

Sakirkurus-2Burada bizim özellikle üzerinde duracağımız kulüp İzmir Denizgücü futbol takımı ve onun efsane futbolcusu ve hocası Şakir Kuruş. Bu takımı efsane yapan ise tarihinin bir döneminde yakalamış olduğu önemli başarılar.

Şakir Kuruş, 1935 yılında Çorum’da doğmuş ve Deniz Assubaylığı’nı meslek edinmiş bir spor adamıdır. 1954 mezunudur. Futbola ilk adımını Çorum Güneşspor’da atmıştır. Burada 1947-52 yılları arasında top koşturmuştur. 1952-62 yılları arasında ise Gölcük, İstanbul ve İzmir Denizgücü takımlarının formasını taşımıştır. 1968 yılında Teknik Direktörlük Kursu görmüş ve 1981 yılında Ordu Milli Takımı Teknik Direktörlüğü görevini üstlenmiştir. 1988 yılına kadar aktif olarak futbol oynamıştır. Ordu Milli takımı ile dünya şampiyonluğu başarısı elde etmiştir.

Sakirkurus-1Şakir Hoca, faal futbola jübilesini Alsancak stadında yaptı. Alsancak Stadı’nın santra noktasında eski sevgilisi olan futbola veda ederken, yeni sevgilisine merhaba dedi ve eşi ile nikahını oracıkta kıydı. Fakat bu jübileden sonra da futbola hizmetlerini sürdürdü. İzmir’in gözbebeği kulüplerinden Altay’ı, Göztepe’yi ve İzmirspor’u çalıştırdı. Karşıyaka Kulübünde de hocalık görevinde bulundu.  1968 yılında İzmirspor’da 2.Lig şampiyonluğu yaşadı ve Süper Lig’e çıkmasına katkı sundu.1980 yılında Altay’da Türkiye Kupası Şampiyonluğu başarısını yakaladı.  2003 yılında Bayan Milli Futbol takımını yönetti. 2008 yılına değin milli takımlar için oyuncu izleme görevi de yaptı. Spor yazarı olarak Hürriyet Gazetesi’nde yazılar yazdı. Futbol Federasyonu’nun İzmir bürosuna bağlı olarak futbolumuzun gelişmesine katkılarda bulundu. Yıldızları keşfetme görevi üstlendi. 2005 yılında Türkiye Futbol Adamları Derneği (TÜRFAD) tarafından Spora Hizmet Eden Teknik Direktörler ödülüne layık görüldü. Bu ödül, “spora hizmet edenler yaşarken onurlandırmalıdır” parolasıyla verilmeye başlanmış ve zamanla geleneksel hale getirilmişti.2011 yılında düzenlenen bir Antrenör Geliştirme Semineri’ne onun adı verildi; “Şakir Kuruş Antrenör Geliştirme Semineri” denildi. Ayrıca İzmir’de Mini Minikler Futbol Ligi yine onun ismiyle anıldı, “Şakir Kuruş İzmir Mini Minikler Ligi” denildi. İzmir’de futbol deyince ilk onun adı akla geldi. Onun adı söylendiğinde ise ilk önce İzmir Denizgücü Kulübü ve onun o efsane liberosu!

Bundan sonrasında dilerseniz onun yaşam öyküsünden birkaç bukle ile devam edelim. Ardından anlatımımızı İzmir Denizgücü’nün başarıları ile sürdürelim. Sonra da sözü, o dillere destan Başbakanlık Kupası’nın kazanılmasına getirelim.

Şakir Kuruş, 53 yaşında aktif futbola veda etti. O yaşına değin Denizgücü’nün 5 numaralı formasını giydi, unutulmaz liberosu oldu ve nice başarılara imza attı. Aktif futbola veda edişi, aynı zamanda askerlik mesleğine ve bekârlığa da veda idı. Denizgücü’nde futbolcu ve hoca olarak bulunduğu o uzun süreçte futbol dünyasının yakından tanıdığı pek çok isimle de yolu kesişti, unutulmaz anıları paylaştı. Örneğin; Mustafa Denizli, daha 16 yaşındayken Denizgücü’nün takviye kontenjanında yer almış. Denizgücü forması ile oynadığı ilk maçında iki gol atarak kendisini belli etmiş. Ardından da Altay Kulübü’nde futbol yaşamını sürdürmüş. Altay’ın Türkiye Kupasını kazandığı sezon olan 1979-80 sezonunda yine Şakir Hoca ile Mustafa Denizli’nin yolları kesişmiş. O yıl Şakir Hoca, (Ayfer Elmastaşoğlu ile birlikte) Altay’ın teknik kadrosunda görev yaparken, Denizli de takımın kaptanıymış. Kupa sevincini birlikte yaşamışlar. Altay Kulübü 1979-80 sezonunda, finalde, Galatasaray’ı (1-0 ve 1-1) yenerek, Türkiye Kupası’nı aldığında Mustafa Denizli, bu final serisinde, takımına penaltıdan gol kazandırmış ve takımını kurtaran kaptan olmuştu.

Necati Ateş, Semih Şentürk, Hasan Kabze ve Servet gibi Türkcell Süper Ligi’nde yıldızı parlayan nice isimler Şakir Kuruş’un dikkatini çektikten sonra yükselişe geçmiş. Coşkun Süer, Şakir Kuruş ve onlara daha sonradan katılan Özer Yurteri Türk Futboluna yeni yıldızlar kazandırabilmek için keşif seferberliği yapmışlar, el ele vermişler. Şakir Hoca’nın Semih Şentürk’le ilgili anlattıkları gerçekten ilginç. Nerelerden yıldız keşfi yapıldığını çok çarpıcı şekilde ortaya koyuyor:

Semih'i tesadüfen bir amatör küme maçında gördüm. Çamdibi takımında oynuyordu, topa vuruş tekniği dikkatimi çekti. Karmalara çağırdım. Oradan Fenerbahçe altyapısına alındı ve bugünkü yıldız Semih oldu.

Vatani görevi esnasında Denizgücü’nde top oynama şansını yakalayıp Şakir Hoca’nın asker disiplinli ama amatör ruhlu eğitim sürecini yaşayan Mazlum Fırtına, Güngör Çilekçiler, Cudi Vergeli ve Abdülkerim Durmaz gibi isimler de sonrasında futbolumuzda yer bulmuş, iz bırakmış ve Milli takım’a kadar yükselmiş isimlerden bazıları.

Şakir Hoca, İzmir Denizgücü’nde futbol oynadığı dönemde, futbolculuğun yanında kulübün menajerliğini ve hocalığını da yapmış. Futbola olan aşkı yüzünden kalbinde gerçek bir sevgiliye yer açamamış. Futbol, bir başka aşkı kabul etmemiş. On kez sözlenmesine rağmen, nişan ve düğün gibi ileriki aşamalara bir türlü geçememiş. Bir keresinde sözlüsüne verdiği randevuyu maç yüzünden unutunca, sözlüsü ona unutamayacağı bir ayrılık hediyesi göndermiş. Üzerinde “Sen bu topla evlen, eminim o seni daha çok mutlu eder” notu bulunan bir futbol topuymuş bu sürpriz hediye…

Futbolculuk ve hocalık kariyerinde nice başarılara imza atan Şakir Kuruş, evinin bir bölümünü anı köşesi olarak düzenlemiş. Kazandığı yüzlerce kupa, plaket, ödül, başarı belgesi ve bir o kadar fotoğrafı adeta bir futbol müzesi güzelliğinde olan bu anı köşesinde muhafaza ediyor. Hocamızın bu evi satın alışının öyküsünde ise yine Türk futbolunun efsane bir ismi yer alıyor: Galatasaraylı Metin Oktay! 

MetinOktayŞakir Kuruş; Türk Futbolunun ve Galatasaray’ın efsane ismi Metin Oktay’ın teşvik ve desteğiyle kendi futbol yaşamını anlatan bir kitap yazmaya karar verir. “Futbolda 35 Yıl” isimli bu kitabın yayınlanması ve ilgi görmesi sonucunda, Şakir Hoca iyi bir kazanç elde eder ve bu kazançla ev sahibi olur. İşte bir futbol müzesi özelliği taşıyan ev, o evdir. Metin Oktay’ın anlamlı desteği o eve çok daha farklı bir nitelik kazandırmıştır. Hoca’nın bu kitabını ancak Nadir Kitap gibi sahaf sitelerinde bulmanız mümkün.

Orhan Berent’in blog’unda anlattığına göre, İzmirspor’u ya da Karşıyaka’yı çalıştırırken aynı anda başka bir takımı da çalıştırmaktaymış. Yani iki takımın birden hocalığını yapmaktaymış. Fakat lig müsabakaları esnasında bu iki takım birbirleriyle karşılaşınca, çok ilginç bir durum söz konusu olmuş. (Bu kulüpler İzmirspor ve İzmir Denizgücü kulüpleri olabilir ve maç da Başbakanlık Kupası maçı olabilir! (Not-5)Herhalde iyi oynayan kazansın demiştir…)

Akşehir’in Pervasız Gazetesinde yazılar yazan Savaş Ünlü, Şakir Kuruş’la ilgili anılarını bakın nasıl dile getiriyor:

Bizler için ayrı bir yeri vardır Şakir Kuruş’un. Lise, ortaokul yıllarımızda bir efsaneydi. Onun için Denizgücü’nün maçlarına giderdik. Konuk takım kim olursa olsun, var gücümüzle  Denizgücü’nü desteklerdik. Bu takımın efsane oyuncusu da Şakir Kuruş’tu. Yaşıyla ilgili kulaktan kulağa fısıltılar yayılırdı. Yok efendim elli yaşındaymış, kırk yaşındaymış… Çocuk yaşın verdiği abartma gücüyle sallardık yaş konusunda. Yaşına karşın gençlere taş çıkartan dinamiği, gücü, enerjisine hayran kalırdık…

İzmir Yenigün Gazetesi’nden Süleyman Alasya ise onun için “en büyük libero” diyor ve içinden geçenleri köşe yazısında okuyucularına şöyle aktarıyordu:

Bir insan futbolla evli olabilir mi? Evet, yaşamının çok önemli bir bölümünü futbolla evli olarak geçirdi Şakir Kuruş. Ve futbolu Alsancak Stadı’nın santra noktasında ve herkesin önünde boşadığı anda, yanında bir gelin vardı. Herkes onu, sahanın ortasında evlendi diye bildi. Ama o sahanın ortasında eski sevgilisiyle vedalaşıp, yeni sevgilisiyle hayatını birleştirdi. Benim yaşıtlarım onu Denizgücü’nün liberosu olarak tanır. Sonra Teknik Direktör Şakir Kuruş olarak İzmir takımlarında ve spor yazarı olarak yıllarca Hürriyet’te derken Futbol Federasyonu İzmir bürosunda antrenör olarak emek vermiştir yıllarca. Tanıdığım dürüstlük abidesi insanların başında gelir. Hayat gailesiyle uğraşırken böylesi bir dostu unuttuğum olmuştur çok. Kim bilir kendi vicdan azabımı bu köşeden Şakir Ağabeyi anmakla mı ödüyorum bilmem ama, ‘Onun üstüne libero yoktur’ denilmesini fotoğrafa bakıp hâlâ heybetli görüntüsünden anlayabilirsiniz.

Türkiye futbol tarihine baktığınızda, imkânsız denecek kadar zor bir başarıyı yakalamış ve bir amatör takım olarak Başbakanlık Kupası’nı müzesine götürmüş olan İzmir Denizgücü takımının bu durumunu Şakir Hoca şöyle ifade ediyor:”Hiç yapılmayanı başardık ve efsane olduk!

SakirKurus-3İşte bu başarıyla birlikte Şakir Kuruş adı Denizgücü adı ile neredeyse özdeşleşmiş. Birlikte anılır olmuş. Şakir Hoca, efsane kokan futbol macerasına karşın her zaman sade, her zaman mütevazı ve kibar. Seksene merdiven dayamış yaşına rağmen, hâlâ yeşil sahalarda top koşturan gencecik bir çocuğun heyecanına sahip. Kendisinden bahsederken ne kadar içten, ne kadar saf ve masum:

Futbol sayesinde yaşadığım manevi hazlar milyarlarla ölçülemez. Hâlâ birçok ünlü isim bayramlarda beni arar. Bir evladım olmadı ama yetiştirdiğim yüzlerce manevi evladım var.

Türk futboluna verdiği hizmetlerden ötürü ve bizlere yaşattığı güzelliklerden dolayı Hocamıza sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Kendisine uzun bir ömür dilerken, hep efsane libero olarak gönlümüzde yaşatacağımızı, asla ama asla unutmayacağımızı da bilmesini istiyoruz.

İZMİR DENİZGÜCÜ VE BAŞARILARI

Takımın son dönem futbolcu ve hocalarından Emekli Deniz Assubayı Ali Yaşar’ın araştırmalarına göre, İzmir Denizgücü Kulübü’nün kuruluşu 1950’li yıllarda gerçekleşmiş. Resmi kayıtlara göre ise 1961 tarihi esas alınmış. Belki mazisi daha eskiye de gidiyor olabilir fakat bu konuyla ilgili detaylı bir çalışma elimizde yok. Gençlik ve Spor Bakanlığı, o dönemlerde bir karar çıkarmış. Çalışan sayısı 400 kişiyi geçen kamu kurum ve kuruluşları en az dört branşta amatör spor faaliyeti gerçekleştirmek durumundaymış. Türk sporuna katkı sağlamak ve yeni sporcular keşfetmek amacıyla alınan bu karar doğrultusunda, İzmir Denizgücü Kulübü de, Atıcılık, Basketbol, Futbol, Kürek, Yelken ve Voleybol dallarında sportif faaliyetlere başlamış. 1962 yılında Denizgücü ile Şakir Kuruş birbirine kavuşmuş ve bu birliktelik, 1987 yılına değin sürmüş.

Denizgücü’nü özel kılan sebeplerden birisi de teknik kadrosunu hep Deniz Assubayı hocaların oluşturması. Şakir Kuruş Hoca’dan nöbeti alan ve amatör ruhun sancağını yeşil futbol sahalarında başarıyla gezdiren Celal Bölgen, Ali Yaşar ve Emin Yılmaz övgüyle söz edilmesi gereken isimler. Nice fedakârlıklarla Denizgücü Kulübü’nün ayakta kalmasını, varlığını korumasını sağlamaya çalışan, mazideki başarılarını sürdürebilmek hedefi ile emek harcayan değerli simalar. Kimisi Şakir Hoca ile başarıları birlikte yaşamış, ondan nefes almış nadide isimler. Ali Yaşar Hoca ile Emin Yılmaz Hoca’yı yakından tanıdığım için bu sözleri içtenlikle söylediğimden emin olabilirsiniz. Gerçekten de çabaları her türlü takdire değer!

Şakir Kuruş Hocamızın emek verdiği isimlerden birisi olan M. Celal Bölgen, Denizgücü’nde yetiştikten sonra hemen hemen Türkiye’nin bütün liglerinde görev yapmış bir hoca olarak göze çarpar. 1948, Kocaeli doğumlu Bölgen, emekli Bando Assubayı’dır. 1968-1992 yılları arasında İzmir Denizgücü’nde görev almış, Ordu Milli Takımı Antrenör yardımcılığı da yapmıştır. Altay’ın Süper Lig’de oynadığı 1999-2000 sezonunda bir süre hocalığını yapmıştır. O sezon beş kez hoca değiştiren Altay, en başarılı günlerini Celal Hoca ile yaşamıştır. Sezon itibarıyla alınan 10 galibiyetin beşinde onun imzası vardır. Hocanın yolu Altay’la ikinci kez 2004-05 sezonunda kesişti. Takım 2. Lig’deydi. Fakat Altay, kötü bir sezon geçirdiğinden uzun süre görevde kalamadı. Haziran 2004’de göreve geldi, Ekim ortasında görevden ayrıldı. Bugün Süper Lig’de oynayan Akhisarspor’u da 2005 yılında, 3.Lig günlerinde çalıştırdı. 2007 yılında bu kez Altay’ın Altyapı Koordinatörlüğü görevine getirildi. Genelde İkinci Lig (şimdiki Birinci Lig) ve Üçüncü Lig’de zora düşen takımların umut bağladığı hocalardan oldu. Yani zor zamanların hocası olarak tanındı. Özellikle İzmir ve İstanbul takımları ona yoğun ilgi gösterdi. Zaman içinde amatör takım hocalığı da yaptı.

Demek istediğimiz şu ki Şakir Kuruş Hoca, Denizgücü Kulübü’nde futbolcu keşfi ve yetiştiriciliğinin yanı sıra nitelikli teknik adam yetiştirme özelliğini de bir gelenek haline getirmiştir. Kulübün son hocası olan Emin Yılmaz, bugün Bucaspor Altyapı hocasıdır.

denizgucu-birirncilik-kupasiMavi-Beyaz forma rengiyle pek çok başarılara imza atan İzmir Denizgücü, adından en çok (1968 yılında) kazandığı Başbakanlık Kupası ile söz ettirdi. Buna karşın, Denizgücü Kulübü futbol şubesinin başarıları saymakla bitmiyor. 1967, 1968, 1971 ve 1973 yıllarında, yani tam dört kez Türkiye Amatör Futbol Şampiyonluğunu kazanma başarısı elde etmiş. Tam 35 kez İzmir şampiyonu olmuş. Başbakanlık Kupası kapsamında iki kez final oynamış ve bunlardan birinde kupayı kazanarak müzesine götürmüştür. 1967 yılında oynadığı ilk finalde Mersin İdman Yurdu’na 2-0 yenilmiş, bir sonraki yıl (1968) ise İzmirspor’u yenerek unutulmaz bir başarıya imza atmıştır. 1973 yılında ise Kayserispor’u penaltı atışları ile elemiş ve Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası’nı kazanmıştır. Aynı kupada 1971 yılında da final oynamış ama Adanaspor karşısında tutunamamıştır.

2008 yılında takımın son hocası olan Deniz Assubayı Emin Yılmaz, emekli olunca, kulüpte de kapanma yönünde ilk işaretler gelmeye başlamış. O yıl Süper Amatör Lig’de mücadele ederken, önce Ödemişspor ardından da Altay maçına çıkmayan İzmir Denizgücü, statü gereğince İzmir 1. Amatör Küme’ye düşürüldü. Hemen ardından ligden çekildiğini ve faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı. Böylece başarı öyküleriyle dolu bir kulübün kapısına kilit vuruldu. Unutulmaz anılar tarihin izbe sayfalarına terk edildi.

Sanıyoruz ordumuzun üst kademesinde yer alan mevki ve makam sahipleri asker ve spor deyince sadece Piyadecilik ve Komando Eğitimi ile Savaş Beden Eğitimini anlıyor olmalılar. Yoksa Türk spor tarihine altın harflerle yazılmış bu güzide kulüpleri ne pahasına olursa olsun yaşatmanın bir yolunu bulurlardı. O kulüpler ki Türk Sporunda pek çok branşın doğmasına, yaşamasına ve gelişmesine vesile olmuş, nice cevherleri ortaya çıkarmış, nice başarılara kutsal alın terleriyle imza atmış ve isimlerini unutulmaz kılmışlardır.

YIL 1968, BAŞBAKANLIK KUPASI İZMİR DENİZGÜCÜ’NÜN!

İzmir Denizgücü, 1967 yılında Başbakanlık Kupası’nda Mersin İdman Yurdu ile oynadığı final maçını kaybettiğinde, Şakir Kuruş takımda hem futbolcu hem de hoca olarak görev yapmaktaydı. Mersin İdman Yurdu’nun o dönemki hocası ise Lefter’di. Türk futbolunun unutulmaz isimlerinden Kadri Aytaç da Mersin İdman Yurdu formasıyla sahadaydı. Denizgücü’nde ise kaleci Güngör Çilekçiler, Mazlum Fırtına ve Cudi Vergeli gibi büyük isimler oynamaktaydı.

Bu yenilginin ardından İzmir Denizgücü, 1968 yılında bir kez daha Başbakanlık Kupası finali oynar. Bu defa rakip İzmirspor’dur. Bazı yazarlar, Denizgücü’nün pek çok rakibi eleyerek bu kupada finale yükseldiğini yazarlar. Hatta bunların arasında G.Saray ve Fenerbahçe gibi büyük kulüpler olduğunu da söylerler. Bu bilgiler doğru değildir, çünkü Başbakanlık Kupası, eleme sistemi ile oynanmamaktadır. Yani belli liglerde şampiyon olmuş kulüpler, statü gereği ve tek maç üzerinden final oynamaktadır. 1966 yılında yürürlüğe giren statü gereği Başbakanlık Kupası, Türkiye 2. Futbol Ligi Şampiyonu ile Türkiye Amatör Futbol Şampiyonası şampiyonu arasında Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda oynanmaktaydı. Bu kupa statüsü 1971 yılında yeniden format değişikliğine uğradı ve Türkiye Birinci Futbol Ligi ikincisi ile Türkiye Kupası ikincisi arasında oynanmaya başlandı. 1966-1970 arasında uygulanan statüde İzmir Denizgücü iki kez final oynadı ve bunların birisinde kupayı kazanma başarısı gösterdi. Böylece, Türkiye’de profesyonel futbol sistemine geçişten itibaren, Başbakanlık Kupasını kazanan ilk ve tek amatör kulüp unvanını kazandı.

basbakanlik-kupasiİzmirspor, 1967-68 sezonu Türkiye İkinci Ligi şampiyonudur, İzmir Denizgücü ise Türkiye Amatör Futbol Şampiyonası şampiyonu. Başbakanlık Kupası maçı, 30 Haziran 1968 tarihinde, Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda oynanır. Şakir Hoca, yine hem futbolcu hem de hoca olarak görev yapmaktadır. Maçın ilk yarısında oynar. İkinci yarıda kenardan yönetir. Maç çok çetin geçer ve uzatmalara gider, uzatmalarda (Dk.108 Hasan ve Dk. 115 Orhan Usta) iki gol bulan Denizgücü, kazanan takım olur. Hakem Fehmi Pazarcı’nın yönettiği maçı, Denizgücü takımı Hasan ve Orhan Usta’nın golleriyle 2-0 kazanır ve kendi efsanesini yaratır.  Efsane yazan kadro, Güngör Çelikçiler, Ali Elveren, Cudi Vergili, Faruk Uçarlar, Şakir Kuruş (Bektaş Yurttaş), Mazlum Fırtına, Orhan Usta, Halit Şatıroğlu, Hasan , Mustafa Yuvalar, Oktay Taşkıran (Ömer ) isimlerinden oluşmaktaydı.

GENÇLİK VE SPOR BAKANLIĞI KUPASINI KALDIRAN TEK AMATÖR TAKIM

1971 yılında Türkiye Amatör Futbol Şampiyonu olarak Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası’nda final oynadı. Kupaların statüsü değiştiğinden Amatör Lig Şampiyonları artık Başbakanlık Kupası’na katılamıyordu. Bunun yerine Türkiye İkinci Ligi Şampiyonu ile Amatör Futbol Şampiyonu, Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası’nda karşı karşıya gelmekteydi. Bu final müsabakasında İzmir Denizgücü, Adanaspor ile karşılaştı ve 2-0 yenildi. 1973 yılında ise aynı kupada Kayserispor gibi güçlü bir takımla karşı karşıya geldi. 15.06.1973 tarihinde oynanan maçın normal süresi golsüz (0-0) sona erdi, kupa galibini penaltılar belirledi. 7-6’lık sonuç elde eden İzmir Denizgücü, bu kupaya da adını altın harflerle yazdırdı. 1981 yılında (statüsü değiştirilerek son kez oynanan ve) kaldırılan Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupasını kazanan ilk ve tek amatör takım unvanını taşıdı. Bu kupayı son olarak yine bir amatör takım olan Altay (A2) kazanmıştı. Fakat o sezon maç trafiğindeki yoğunluk ve zamansızlık nedeniyle, kupa finali Türkiye Genç Takımlar Birincisi ile İkincisi arasında oynanmıştı. Yani her iki takım da amatör takımdı, karşılarında profesyonel bir rakip yoktu.

YIL 1969: GALATASARAY’A KÖK SÖKTÜREN AMATÖRLER

Amatör Futbol Şampiyonluğu kapsamında pek çok başarılara imza atan ve hep üst sıralarda yer alan İzmir Denizgücü, bu başarıları nedeniyle birçok kez Türkiye Kupası’nda oynama başarısı da gösterdi. Birkaç kez Galatasaray ve Beşiktaş gibi güçlü rakiplerle de eşleşti. Bunlardan en önemlisi 1969 yılında ilk kademe maçlarında oynadığı Galatasaray müsabakasıdır. G.Saray, geçen sezonun lig şampiyonudur ve o yıl Şampiyon Kulüpler Kupası’nda çeyrek final oynama başarısını göstermiş, güçlü bir kadroya sahiptir. Gökmen vardır, Mazlum Fırtına vardır. Mazlum Fırtına, bu kupa ayağında, eski kulübüne karşı oynamak gibi bir kaderle karşılaşmıştır. Onca gücüne rağmen koskoca G.Saray, amatör Denizgücü karşısında zor tutunmuştur. Maçın her iki ayağında da ancak 1-0 gibi bir skorla sahadan ayrılabilmiştir. Fark yapma rüyasıyla gelen Cim Bom, direnen amatörlerin karşısında zor durumlara düşmüş, umduğu ile değil, bulduğu ile yetinmek zorunda kalmıştır.

1973 yılında Kupa’da Beşiktaş’a karşı oynayan Denizgücü, ne yazık ki farklı yenilmekten kurtulamamıştır. Diğer yıllarda Türkiye Kupası ilk kademelerinde İstanbulspor, Göztepe ve Mersin İdman Yurdu gibi güçlü rakiplerle eşleşmiştir. Özellikle 1968 yılında her iki maçta da 3-0’lık sonuçlarla elendiği Göztepe’nin o yıl finalde G. Saray’ı eleyerek kupayı kazanması ilgi çekicidir. Kupanın en güçlü takımıyla daha ilk ayakta karşılaşmak şanssızlık olsa gerek…

Gördüğünüz bu başarıların bütününün içinde bir futbolcu ve hoca olarak hep Şakir Kuruş vardır. Onunla ilgili söyleyeceğimiz son şey; yıllarını verdiği, gözü gibi baktığı ve çocuğu gibi sevip bağlandığı İzmir Denizgücü Kulübü’nün kapatılması nedeniyle yaşadığı içli hüzündür. Koskoca çınar gözyaşlarını tutamamaktadır…

İzmir Haberhürriyeti’nden Metin Aydınoğlu, köşesinde şöyle anlatıyor Hocamızın hüzün gözyaşlarını:

Geçenlerde hastanede rastladım, sağlık sorunları var, ilerleyen yaşından dolayı. Halini hatırını sorduktan sonra dedi ki, ‘Boşver beni, içim yanıyor ne oldu biliyor musun, Denizgücü’nü kapattılar, kahroldum’ dedi. Asker olmasına rağmen, bir damla yaş aktı gözlerinden.

BASKETBOL HAKEMLİĞİNDE BİR EFSANE İSİM: A.KADİR ÖZÇELİK

kadirozcelik-2Son olarak Türk Basketboluna yıllarını vermiş bir asker hakemden söz edeceğiz sizlere. Askerlik kariyerine bir deniz assubayı olarak başlayan, sonra fakülte bitirerek subay olan ve Beylerbeyi’ndeki Dz. Asb. Hzl. Okulu’nda yıllarca Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi öğretmenliği yapan A. Kadir Özçelik, aynı zamanda basketbola gönül vermiş istisnai bir isim. Milli basketbol hakemlerimizden birisi hatta Türk Basketbol Hakemliği’nin duayenlerinden… Tam 22 yıllık bir hakemlik kariyeri var ve halen Avrupa’nın en önemli hakem yetiştiricisi, (yani hakem hocası) olarak görülüyor.

Kadirozcelik-1Onu tanıma şerefine Dz. Asb. Hzl. Okulu’ndaki öğrencilik yıllarımda nail oldum. Yıl 1980’di. İnkılâp tarihi dersimize giriyordu ve genç görünümlü bir üsteğmendi. Fakülte bitirerek assubaylıktan subaylığa terfi ettiğini öğrendiğimizde çok şaşırmıştık. Fakat ilerleyen süreçte, aynı zamanda Türkiye Basketbol Ligi’nde hakemlik yaptığını öğrendiğimizde bizi ikinci kez şaşkına çevirmişti. Nazik ve terbiyeli tavrı, İstanbul şivesiyle konuşması, karşısındakine değer veren üslubu, dürüstlüğü ve temiz yürekliliği bizi etkiliyordu. Hele öğrencilerine “Sevgilim” diye hitap etmesi, birisiyle dostluğundan bahsederken “Onunla yıllardır sevişiriz” gibi söylemlerle konuşması çok tuhafımıza gidiyordu. Yeni yetme gençler olarak bu sözcükler bize bambaşka şeyler çağrıştırırken, belki de o, o sözcükleri yerli yerinde kullanarak fark yaratıyordu. Sonradan öğrendim ki meğerse basketbol sahalarında da aynı şeyler geçerliymiş. Oyuncular kendisine itiraz ettiğinde de onlara döner ve “Bak sevgilim” diyerek, niçin o kararı verdiğini açıklamaya başlarmış. Necip Kapanlı Hocamız bu durumu şöyle izah ediyor: “Yani saha sevgilileriyle doluydu… Sevgilileri de aşkın diğer tarafı olmanın sorumluluğu ile fazla ileri götürmezlerdi itirazlarını.” Hatta böyle bir durumda bir büyük takımı (G. Saray) zorda bırakan bir yanlış kararı olmuş. Seyircilere göz gezdirirken bir pozisyonda pota altından (önce pota altından yükseliyor, sonra tekrar potaya düşüyor, tıpkı sayı gibi) basket yapmış (Efes Pilsen) rakip takım. Bizim hoca da son anda ancak basketin girişini görmüş ve sayı vermiş. Oyuncular itiraz edince de “Bak Sevgilim” durumu… Bu yüzden çıt yok! Fakat çok sonradan durum tespit ediliyor ki geçmiş olsun…

Türkiye Basketbol Ligi’nde çok uzun yıllar maç yönetti Kadir Özçelik. Hatta Bayanlar Basketbol Ligi’nde de maçlara çıktı. Necip Kapanlı ile birlikte Türk Basketbol Hakemliği’nin efsane isimleri oldular. Hakemlik sonrası ise elbette ki hakem hocalığına terfi ettiler. İstanbul’da Basketbol Hakem Yetiştirme Kursları’nda FİBA Hakemi Necip Kapanlı ile birlikte yeni nesil hakemleri yetiştirdiler. Gerçi bu iki isim, hakemlik yaptıkları yıllarda da hakem yetiştiriciliği yapıyorlardı. Bu işe emek harcamaya daha 1980’li yılların ortalarında başlamışlardı. Bugüne baktığımızda herhalde onların eğitiminden geçmemiş pek az hakem vardır.

Kadir Özçelik, bir dönem İstanbul Basketbol Hakemleri Derneği Başkanlığı (1994) da yaptı. FİBA Şampiyonalarında zaman zaman Milli Basketbol Takımı kafilesinde yer aldı. 1995 yılında aldığı bir kararla faal hakemlik kariyerini sonlandırdı. 8 Eylül 1995 tarihinde Ankara Atatürk Spor Salonunda lig şampiyonu Ülkerspor ile Türkiye Kupası birincisi Galatasaray erkek takımları arasında oynanan Cumhurbaşkanlığı Kupası maçı ile jübilesini yaptı. Basketbola idareci olarak da hizmet sunmak arzusundaydı. Bir zaman Federasyon Gözlemciliği görevinde bulundu, aynı anda hakem hocalığını da sürdürdü.

Kadirozcelik-7Türkiye’nin ikinci olduğu ve gümüş madalya kazandığı 2001 Yılı Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda koordinatörlük görevi üstlendi. Bu Şampiyonanın maçları İstanbul, Ankara ve Antalya’da oynanmıştı. 2010 yılında Türkiye’de gerçekleştirilen Dünya Basketbol Şampiyonası’nda da Güvenlik Direktörlüğü görevi icra etti. Basketbol Federasyonu Merkez Hakem Kurulu üyeliği ve Genel Sekreterliği gibi etkin görevlerde bulundu. Gerek hakemlik kariyerinde ve gerekse faal hakemlik sonrasında pek çok yurt içi ve yurt dışı görevlerde bulunarak Türk Basketboluna önemli katkılar sundu.

Kadirozcelik-5T.S.K.’dan emekli olduktan sonra Göztepe Bağdat Caddesi Yeniyol’da “Küçük Ev” isimli bir ev yemekleri lokantası kurdu. Şimdi duruyor mu bilmiyorum ama ilk açıldığı dönemlerde (1991) bu lokanta, sporcuların ve özellikle de basketbolcuların akınına uğruyordu.

A. Kadir Özçelik, sivil yaşamında da öğretmenlik mesleğini sürdürdü. İstanbul’da bulunan Kadir Has Üniversitesi’nde branşı olan Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dalında öğretim görevlisi oldu. 2007 yılında bazı sağlık sorunları yaşadı. O yıl bir safra kesesi ve bir de prostat ameliyatı olmak üzere iki ameliyat geçirdi.

Sevgili” hocamızın bir de kontör dolandırıcılığı konusunda mağduriyet yaşadığı olay var ki, sanırız bu konuda Türkiye rekoru kendisinde bulunuyor. Bu yüzden gazetelere de konu oldu. Neyse biz bu olay hakkında daha fazla detay vermeyelim. İsteyen araştırsın. Yani karşısındaki her insanı değerli bulan ve sevgili gören bir âdemoğlunun kolayca kandırılması; onun gerçekten de ne derece saf ve temiz yürekli olduğunun kanıtı sayılmalıdır düşüncesindeyim.

Assubay hakemleri, sporcuları ve spora emek veren bizden isimleri sizlere anlatmaya çalıştık. Elbette unuttuklarımız vardır. Belki bu yazımız onların da hatırlanmasına vesile olur. Belki bir yazımızda da anımsayamadığımız bu isimleri ele alır, onların başarılarını sizlerle paylaşırız.

Bize yaşattıkları gurur için, Türk sporuna sağladıkları katkı için kalpten teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sağ olun, var olun!

Aydın Kulak

NOT-1: Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/ kullanılmasında bir sakınca yoktur.
NOT-2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, resim, yazı, bilgi ve yorumlardan alıntı ve derlemeler yapılarak hazırlanmış, yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.
NOT-3: “Çelik Yürekli Leventlerin Ocağı: Deniz Assubay Okulu” başlıklı yazıma yorumuyla katkı sunan sevgili meslektaşım Fedai Yavaş, Şakir Kuruş hakkında, bana bir hatırlatmada bulunmuştu. Bu yazı ile sanırım onun da gönlünü almış olacağım. Kendisine teşekkür ediyorum.
NOT-4: İzmir Denizgücü Kulübü ile ilgili olarak bilgisine başvurduğum, ayrıca bana resim ve yazılar konusunda kullanma ve alıntılama müsaadesi veren sevgili Ali Yaşar Hocama da içten teşekkürlerimi sunuyorum.
NOT-5: Eldeki bilgilere göre Şakir Kuruş Hoca, 1968 yılında hem İzmir Denizgücü’nde hocadır, hem de İzmirspor’da teknik kadroda yer almaktadır. Bu durumda her iki takımda da görevi vardır. O halde iki kulüp arasında bir seçim yapması ya da hangi takım daha iyi oynuyorsa o kazansın düsturu ile hareket etmesi söz konusudur. Yani kazanılan Başbakanlık Kupası’nın bir de bu yönüyle düşünmek gerekmektedir.
KAYNAKÇA
  1. Asker Hakemler Konusu, Kişiler ve Maçlar Hakkında/ http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/
  2. Erman Toroğlu ve Asker-Polis Hakemler/ Erişim: Ekim 2012/  http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=17663346&p=2
  3. Bülent Yavuz ve Asker Hakemler/ Erişim: Ekim 2012/ http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/148566.asp
  4. Yeşil Sahadan rap rap rap/ Asker Hakem Tartışması-Görüşler/ Erişim: Ekim 2012/ http://arsiv.sabah.com.tr/2001/03/27/z02.html
  5. Havacı Hakemler ve Sporcular/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.havacilar.com/hakemlerimiz.html
  6. Talat Tokat’la Pazar Sohbeti/ Dinçer Oruç Kişisel Blogu/ Erişim: Ekim 2012/ http://blog.milliyet.com.tr/talat-tokat-la-pazar-sohbeti/Blog/?BlogNo=168463
  7. Rekortmen Hakem/Talat Tokat-Metin Tokat Hakkında/ Erişim: Ekim 2012/  http://www.sabah.com.tr/Spor/2009/05/22/rekortmen_hakem#
  8. Olaylı Eskişehir-Beşiktaş Maçı/Erişim: Ekim 2012/  http://www.tribundergi.com/forum/viewtopic.php?f=9&t=21389#axzz1sO3ilWZw
  9. Devir Değişti Baba!/Talat Tokat-Metin Tokat/Erişim: Ekim 2012/ http://arsiv.sabah.com.tr/2001/09/11/g16.html
  10. Düdükleri Susturuldu/Hakemliği Bırakmak Zorunda Kalanlar/Erişim: Ekim 2012/ http://www.sporbul.com/spor/y/15085/dudukleri-susturuldu.html
  11. Düdüklü İmparatorlar/Sporun Dünyası/Metin Gören/Erişim: Ekim 2012/ http://www.butundunya.com/pdfs/2010/05/105-108.pdf
  12. Macit Sarıdana Hakkında/Erişim: Ekim 2012/ http://www.kenthaber.com/ege/aydin/Kimdir/iz-birakan/macit-saridana
  13. Türkiye’nin İlk Kadın Hakemi Drahşan Arda/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.dha.com.tr/turkiyenin-ilk-kadin-hakemi-benim_134151.html
  14. Tanrının Küçük Oğlu-Bir Hakemin Anıları/İhsan Türe/Karşı Kıyı-2002/Erişim: Ekim 2012/ http://www.kabalci.com.tr/karsi-kiyi/ihsan-ture/tanrinin-kucuk-oglu-bir-hakemin-anilari-9789758635092.htm
  15. İhsan Türe Hakkında/Erişim: Ekim 2012/ http://samosan.com/AntiCimbom/Yazilar/Sayfa1/AvrupadaSike.htm
  16. Bayan Hakemler-Sema Tokat/Erişim: Ekim 2012/ http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/1968/03/19
  17. Türkiye’nin İlk Bayan Hakemi ve İhsan Türe/12.9.2010/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.kural18.org/turkiyenin-ilk-bayan-hakemi-elmas-arabacinin-ilginc-oykusu_haber.html
  18. Asker Hakem ve Gözlemcilere Müjde/4.1.2000/Erişim: Ekim 2012/ http://www.porttakal.com/ahaber-asker-hakem-ve-gozlemcilere-mujde-212175.html
  19. Asker Hakemlerin Revize Edilmesi Yanlış Oldu/Bülent Yavuz Röportajı/Erdem Erol-HTSpor.com/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.htspor.com/futbol/haber/509666-bulent-yavuz-verdi-veristirdi
  20. Asker Hakem Kalmadı/Hürriyet Arşiv/17.7.2003/Erişim: Ekim 2012/ http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=159819
  21. Asker Hakemler, Genelkurmay ve Fenerbahçe/Uğur Ergan/27.3.2001/Hürriyet Arşiv/Erişim: Ekim 2012/ http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-234199
  22. Hakemler Üniversiteli/2002-2003 Sezonu/Hürriyet Arşiv/Erişim: Ekim 2012/ http://dosyalar.hurriyet.com.tr/ligbasliyor/02hab.asp
  23. Çok Ayıp Hagi/Erol Ersoy ve Hagi/ 11.3.2001/Hürriyet Arşiv/Erişim: Ekim 2012/ http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-231168
  24. Uluslararası Hakemlerimiz (FİFA Kokartlı) Hakkında Bilgiler/ Hakemler ve Türkiye Bölümü/Erişim: Ekim 2012/ http://worldreferee.com/site/country.php?countryID=45
  25. Macit Sarıdana/Dynamo Berlin- Liverpool Maçı/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.mackolik.com/Mac/750223/BFC-Dynamo-Berlin-Liverpool
  26. Erol Ersoy Hakkında/Erişim: Ekim 2012/ http://www.remax.com.tr/gayrimenkul-danisman-girisimci/3936/erol-ersoy.htm
  27. TFF Hakemler Sayfası/Erişim: Ekim 2012/ http://www.tff.org/default.aspx?pageID=161
  28. 1998-99 Sezonu 1.Lig Futbol Hakem ve Meslekleri Listesi/Erişim: Ekim 2012/  http://www.angelfire.com/pq/berkeutku/hakemlistesi1.html
  29. Birinci Süper Lig’de Görev Yapan Hakemler Ne İş Yapıyor?/2002-03 Sezonu/ 19.7.2002/Erişim: Ekim 2012/ http://www.milliyet.com.tr/2002/07/19/son/sonspo03.html 
  30. Metin Tokat Süper Lig Hakemlerini Yorumladı/Metin Tokat/10.8.2007/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.milliyet.com.tr/2007/08/10/spor/ytokat.html
  31. Hepsi Okumuş Çocuk/2003-04 Sezonu Hakemleri/Hürriyet Arşiv/Erişim: Ekim 2012/ http://dosyalar.hurriyet.com.tr/ligbasliyor2003-04/hakemler.asp
  32. Bülent Uzun ve Hatalar/24.7.2006/Gazetevatan Arşivi/ Erişim: Ekim 2012/ http://haber.gazetevatan.com/0/82747/15/Haber#.UJkB62c08xh
  33. Bülent Uzun ve Diğer Hakem Bilgileri/Erişim: Ekim 2012/ http://www.futbolmerkezi.com/Bulent-Uzun-Hakem-Bilgileri-Istatistikleri-Yorumlari-Haberleri-Videolari-Resimleri Forum_TR_bv9rJaX3gik%3D,RefereeInfo.aspx?ver=80
  34. Bülent Uzun ve Meclis Araştırma Komisyonu/Birgün Gazetesi Arşivi/10.3.2005/Erişim: Ekim 2012/ http://www.birgun.net/sport_index.php?news_code=1110406653&year=2005&month=03&day=10
  35. Diyarbakır’lı Yavuz Karaozan MHK’da/2.7.2011/Erişim: Ekim 2012/ http://www.diyarinsesi.org/haber/diyarbakirli-yavuz-karaozan-mhkda-23644.htm
  36. Hak Verilmez Alınır/Hamza Alan-Fatih Terim ve Hagi-Erol Ersoy Hakkında/Metin Aydınoğlu/14.2.2011/Erişim: Ekim 2012/ http://www.kural18.org/hak-verilmez-alinir-10-yil-sonra-da-olsa_haber.html
  37. Yeni MHK Üyeleri/Y. Karaozan ve Galip Bitigen/2.7.2011/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.kural18.org/yeni-mhk-uyelerimizi-taniyalim_haber.html
  38. Galip Bitigen Hakkında/Gözlemci ve Hakem Hocası/9.8.2012/Erişim: Ekim 2012/ http://www.sporotorite.com/index.php?news=2313
  39. Yavuz Karaozan’ın Okul Resimleri/65’li Hava Assubayları İnternet Sitesi/Erişim: Ekim 2012/ http://www.hvastsb65.org/sizden-gelenler/ani-resimleri/muhabere-okulu/ 
  40. Yavuz Karaozan Hakkında/Metin Aydınoğlu/3.12.2009/ Haberhürriyeti Arşiv/Erişim: Ekim 2012/ http://www.haberhurriyeti.com/IcerikDetay/1128-mac-satmadim--.aspx
  41. Süper Lig Hakemi MHP’den Ankara’ya Talip/ Ali Uluyol/17.3.2011/ Erişim: Ekim 2011/  http://www.ilgazetesi.com.tr/2011/03/17/super-lig-hakemi-mhpden-ankaraya-talip/073668/
  42. Kırıkkaleli Hakem Siyasete Girdi/Ali Uluyol Hakkında/7.1.2009/Erişim: Ekim 2012/ http://www.haberkale.com/haberdetay.aspx?haber=3775
  43. MHP ve Ali Uluyol/İl ve İlçe Başkanlığında Görev/Erişim: Ekim 2012/ http://www.mhpankara.org.tr/Ilceler_yonetim.php?ilce_id=7 
  44. Ertuğrul Aslan Hakkında/Rıdvan Tayhan-Yalova TEMAD/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.yalovatemad.org/Ertugrul%20ASLAN
  45. Ertuğrul Aslan ve Bandırmaspor/25.5.2009/Banses Arşivi/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.bansesgazetesi.com/haberdetay.asp?ID=1291 
  46. Şimdi Okullu Olduk/İzmir Denizgücü Hakkında/29.10.2009/Radikal Arşiv/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=961619&CategoryID=103
  47. İzmir Denizgücü Kulübü Hakkında/ Kulüp İnternet Sitesi/ Erişim: Ekim 2012/ Resim ve Yazılardan Alıntı Yapılmıştır. Ali Yaşar Hocamıza Teşekkür Ediyorum/  http://izmirdenizgucu.com/
  48. Eski Anadolu Ligleri/Alper Duruk Çalışması/Erişim: Ekim 2012/  http://www.turkfutbolu.net/tumligler/digerlig.htm
  49. Tüm Ligler/ Alper Duruk Çalışması/Erişim: Ekim 2012/ http://www.turkfutbolu.net/tumligler/turkiyeamator.html
  50. Futbolun Eksperleri/Milliyet Ege Arşivi/Erişim: Ekim 2012/ http://www.milliyet.com.tr/futbolun--eksperleri/ege/haberdetayarsiv/10.09.2007/212948/default.htm
  51. Lefter ve Diyarbakır/Mehmet Mercan/Diyarbakır Özgür Haber/15.1.2012/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.ozgurhabergazetesi.com/makale.asp?makaleno=618
  52. Futbolda 35 Yıl/ Şakir Kuruş/ Nadir Kitap/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.nadirkitap.com/futbolda-35-yil-sakir-kurus-kitap961473.html
  53. Şakir Kuruş/ Orhan Berent Kişisel Blogu/Haziran.2012/ Erişim: Ekim 2012/ http://orhanberent.blogspot.com/2012/06/sakir-kurus.html
  54. Şakir Kuruş/ Orhan Berent Kişisel Blogu/6. 6. 2012/Erişim: Ekim 2012/ http://orhanberent.blogspot.com/2012_06_01_archive.html
  55. Şakir Kuruş ve Anılar/Savaş Ünlü/Pervasız Gazetesi/8.2.2010/Erişim: Ekim 2012/ http://pervasiz.org/Savas-UNLU/634/SAKIR-KURUS-VE-ANILAR.html
  56. Nasın Tribünü/En Büyük Libero/ Şakir Kuruş Hakkında/Süleyman Alasya/30.9.2010/Yenigün Gazetesi Arşivi/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.gazeteyenigun.com.tr/koseyazilari/18093/nasin-tribunu
  57. Çok Özel Turnuva/Şakir Kuruş Mini Minikler Ligi/29.6.2010/Erişim: Ekim 2012/ http://bucasporfutbolakademi.com/haber.asp?i=448
  58. Şakir Kuruş Hakkında/NTV Spor/21.10.2010/Erişim: Ekim 2012/ http://www.ntvspor.net/haber/futbol-milli-takim/25425/sakir-kurus-hiddink-ne-yapsin
  59. Altay Teknik Direktörleri/Şakir Kuruş/Altay Taraftar İnternet Sitesi/Erişim: Ekim 2012/  http://www.yukselkisenkararsinay.org/altay-teknik-direktorleri/
  60. TÜRFAD’dan Büyük Jest/Spora Hizmet Edenler Ödülü/Haber: Şerafettin Şıracı/Yeni Asır Arşivi/11.5.2005/Erişim: Ekim 2012/ http://ya2005.yeniasir.com.tr/05/11/index.php3?kat=spo&sayfa=spor5&bolum=gunluk
  61. Başbakanlık Kupası ve Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası, Katılan Takımlar ve Maçlar Hakkında Bilgi/Denizgücü Hakkında/Maçkolik İnternet Sitesi/Erişim: Ekim 2012/ http://www.mackolik.com/Cups/Default.aspx?id=380&season=1970/1971
  62. 75’lik Şakir Kuruş Denizgücü’ne Ağlıyor/Metin Aydınoğlu/23.10.2009/Haberhürriyeti Arşiv/Erişim: Ekim 2012/ http://www.haberhurriyeti.com/IcerikDetay/981-sakir-kurus.aspx
  63. Başbakanlık Kupası Hakkında/Kupa Organizasyonu/Erişim: Ekim 2012/ http://tr.wikipedia.org/wiki/1968_Ba%C5%9Fbakanl%C4%B1k_Kupas%C4%B1
  64. Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası Hakkında/ Kupa Organizasyonu/ Erişim: Ekim 2012/ http://tr.wikipedia.org/wiki/Gen%C3%A7lik_ve_Spor_Bakanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1_Kupas%C4%B1
  65. Şakir Kuruş Hakkında/Sadık Narin/9.12.1977/ Milliyet Arşiv/Erişim: Ekim 2012/
  66. Altay ve Celal Bölgen Hoca/Yeniasır Gazete Arşivi/10.5.2012/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.yeniasir.com.tr/Spor/2012/05/11/altay-degirmeni
  67. M. Celal Bölgen Hakkında/Erişim: Ekim 2012/ http://www.mackolik.com/Antrenor/857/Mehmet-Celal-Bolgen
  68. Akhisarspor ve Celal Bölgen/Akhisar Haber Arşiv/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.akhisarhaber.com/news_detail.php?id=1463
  69. Alttan Giren Top ve Sayı/A. Kadir Özçelik Hakkında Anılar/Basketfaul.com İnternet Sitesi/N.K./Erişim: Ekim 2012/ http://www.basketfaul.com/makale/357/alttan-giren-top-ve-sayi.html
  70. 20010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda Bir Kadir Has’lı/A. Kadir Özçelik Hakkında/2010/Kadir Has Üni. Haber Arşivi/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.khas.edu.tr/news/101/455/2010-Duenya-Basketbol-sampiyonasi-nda-Bir-Kadir-Has-li.html
  71. A. Kadir Özçelik Hakkında Basın Haberleri/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.tbf.org.tr/tbfweb/tbfweb2.nsf/%28$$TBFV1_BasinBulteni_MHK_WEB_View%29/2C378A79425E658DC22572990045DD40?OpenDocument
  72. A. Kadir Özçelik Hakkında Basın Haberleri/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.tbf.org.tr/tbfweb/tbfweb2.nsf/%28$$TBFV1_BasinBulteni_All_WEB_View%29/8C19CB99F34A62B6C2257332002BA7DA?OpenDocument
  73. A. Kadir Özçelik Hakkında Basın Haberleri/ Erişim: Ekim 2012/http://www.sonsayfa.com/Haberler/Spor/Basketbol/Basbakan-ne-dedi-onlar-ne-yapti-204068.html
genclige-hitabe

Son Yorumlar

Son Eklenen Mesajlar

SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN Her şeyin gönlünüzce gerçekleşeceği; sağlık, başarı ve mutluluk dolu nice yıllar diliyoruz. SİTE VE ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ YÖNETİMİ
Pazar, 31 Aralık 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Baş öğretmenimiz ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsında tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN... Demokrasinin, adaletin, huzurun ve refahın hakim olduğu nice öğretmenler günü kutlamak dileklerimizle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Cuma, 24 Kasım 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZIN KAHRAMANI, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU, EBEDİ ÖNDERİMİZ VE BAȘKOMUTANIMIZ BÜYÜK DEVRİMCİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü BEDENEN ARAMIZDAN AYRILIȘININ 85. YILINDA SAYGI, ÖZLEM VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ... RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN. 10 KASIM 1938 ! Bir devre damgasını vurmuş, dünyanın gidişatını değiştirmiş, yalnızca ya...
Cuma, 10 Kasım 2023

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ