Bir elimiz yağda, bir elimiz balda, her şey altın tepside sunuluyor hâttâ imtiyazlı olduğumuz, gökten zenbille indiğimiz bile söylenebilir. Bakmayın siz eleştirel yazılar yazarak haktan, hukuktan, adaletten, vicdandan bahsettiğimize. Bunları spor olsun, macera olsun diye egomuzu tatmin için yazıyoruz!..
Bendeniz iflah etmez bir muhalifiyim hak aramanın, haksızlığa karşı koymanın suç olduğu bir ülkede görevde iken bile Adalet – Eşitlik - İnsan onuruna saygı dediğim için bir çok kez açılan soruşturmalarda hukuken suç unsuru bulunamayınca genelkurmay tarafından SAKINCALI PERSONEL statüsünde soruşturmadan, soruşturmaya koştum, yurt dışı görev ne demek lise üniversite çağında çocuklarım olduğu halde köy gibi yerlerde sürgün tarzında tayinlerle haddim bildirilmeye çalışıldı. O zaman da yılmadım susmadım, adalet sağlanıncaya kadar da susmayacağım.
Adalet sağlamak kadar kolay erdem’li bir yol varken haksızlıkları yok sayıp adalet isteyenlere yapılan baskılarla hepimiz çileler çektik yüreğimizdeki haksızlıklara isyanımız büyüdü. Adaletsizlikler karşısında susmanın kendime saygısızlık olacağını düşünerek görevde iken de haksızlıklarla mücadele ettim. Bana verilen tek ceza fakülte ve yüksek okul mezunu assubayların kendini geliştirmelerini ve okumasını, önlemek adına tek teşvik olan üst derecenin iptali için zamanın Amiral emeklisi Cumhurbaşkanının Anayasa mahkemesini yanlış, yalan ifadelerle açtığı davadan istenilen sonuç alınamaması üzerine bu kez AYİM Anayasa ve hukuka aykırı kararı ile bizleri büro memuru statüsünde mahalle bekçisi, ziraat ev ekonomisti gibi kamu görevlilerinden daha alt derece ve kademeden göreve başlatması adaletsizliği nedeniyle 2'nci dereceden emekli olarak ilkokul mezunu KİT işçi emeklisinden daha az maaş alarak cezalandırılmış (!) olmamdır. Haksızlık, adaletsizlik konusunda emek verenlerin kulaklarını çınlatıyorum...
Meğer adalet isteyen sadece bizler değilmişiz. Şimdi paralel yapının eseri olarak değerlendirilen Silivri davaları yüzünden yüzlerce general, amiral, subay ve assubay da çileler çekti kendi kurumlarının vefasızlığından sahipsiz bırakılmalarından yakındılar. Adalet arayan bir mesleğin mensubu olarak bu davalarda aynı zamanda demokrasimiz yargılanıyor diyerek yanlarında olduk...
Hukuksuzluğa isyan edenlerin biri de tutuklanmamasına rağmen yaşananları onuruna, gururuna yediremeyen ve bu yüzden suçlamalarla Donanma Komutanlığı'ndan istifa eden oramiral Nusret Güner “Sakincalı Amiral” isimli bir kitap yazdı, kitabında özetle;
İlker Başbuğ Paşa hapisten çıktı diye seviniyor, ‘Geride silah arkadaşlarım kaldı’ diye üzülüyor. Bizde gemi batarken, komutan gemiyi en son terk eder. O hapisten çıkmaya çalışırken; ben içeri girmeye çalışıyorum yaptığım hareketlerle.
İlker Paşa’nın Kozmik Oda’yı aratması bir skandaldır. Beni 13 yaşında okula alırken tüm çevremi, ailemi didik didik araştırıyorsun, sonra sürekli kontrol altında yetiştiriyorsun. Her yıl sicil sistemiyle beni gözden geçiriyorsun. Binbir elekten geçirerek general/amiral yapıyorsun. Sonra bana güvenmeyip 40 yaşında nasıl yetiştiği belirsiz bir hâkime güvenip ‘Gelsin, Kozmik Oda’yı arasın’ diyorsun. Orası senin namusun, oraya başkasını sokmayacaksın.
Bana göre İlker Paşa işlerini basınla değil, Başbakan’la görmeliydi. Kozmik Oda için Başbakan’ı ikna etmeliydi. İlker Paşa ne yaptı? Basına çıktı konuştu. Bu olmaz. Koşaner Paşa hiç basına çıktı mı? Çıkmadı... Olayları Başbakanla çözmeye çalıştı. Baktı ki Başbakan dinlemiyor, istifa etti. İlker Paşa da böyle yapmalıydı.
TSK için yapılan ‘Kâğıttan Kaplan’ değerlendirmesine katılmıyorum. Bana göre ‘Sabun Köpüğünden Kaplan’ Çünkü kâğıt uçsa da şekli bozulmaz, kaplan şeklinde kalır. Ama sabun köpüğünü üfledin mi gider, şekli de kalmaz, darmadağın olur. Onun için bu tanımı daha doğru buluyorum. ‘Kâğıttan Kaplan’ diyerek az bile” demişler.
Orduevi yasağı “savunmasız yargı olamaz” ilkesi bile yok sayılarak savunmam alınmadan verildi. Neden orduevi yasağı verildiğini AYİM'ne dava açtığımda öğrendim. Oramiral Nusret Güner'in kitabını haber yapan bir internet sitesindeki yukarıdaki habere ben de yorum yaptım ve aynen;
Balık baştan kokar amiralim, sarı öküz aslanlara yem edilince her şey bitti; ancak hepimizi derinden üzen TSK Güç ve itibar kaybında en önemli faktör personel arasındaki ayrımcılık,adaletsizlik ve saltanat hevesi yatmaktadır. Subaylar dışında kalan personel sadece göreve ve ölüme gönderilirken hatırlanıyor
dedim.
Amirlere güveni astlık-üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir ve komutanlara karşı aşağılayıcı söz ve davranışlarda bulunmak hükmü ile orduevi yasağı verilmiş. Lütfen söyler misiniz bu eleştirimin neresi yanlış, neresinde hakaret var? Elbette yok, nitekim mahkemenin çoğu hukukçu olmayan üyeleri genelkurmayın yasağına karşı çıkmayı uygun görmeseler de AYİM başsavcısı benim yazdıklarımın özgür ifade ve eleştiri hudutlarında kaldığı konusunda görüş bildirmiş.
Orduevi yasağını duyduğum ilk gün yasakla ilgili tepkimi sitemizde ve facebook’ta yayınlanan ORDUEVİ YASAĞI isimli makale ile verip TEMAD Hukuk Komisyonu başkanı avukat Erkan Akkuş kardeşimle görüştüm. Kendileri, "Ersen ağabeyim siz uğraşmayın mahkeme masrafları dahil hiçbir ücret talep etmeden davanızı üstleneceğim, bana vekalet gönderin" demiştir bu vesile ile mevcut TEMAD yönetiminde tek olumlu çalışmalarda bulunan bu yürekli kardeşime bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.
Adalet herkes içindir. Bir üniforması kefen olan assubayların ve uzmanların artık sadece göreve ve ölüme gönderilirken hatırlanması kabul edilemez, bu adaletsizlikleri sorunları yok sayarak geçiştirirseniz hiç bir zaman aile olamayız. Dünyanın en tehlikeli silahını kullananın insan olduğu unutulmamalıdır.
Adaletsizlikler, görevdeki personelin moral ve hizmet verimliliğini, yıllarını bu orduya feda eden emeklilerin kurumlarına olan aidiyet duygusunu yok etmektedir. Milletin gözbebeği orduya bundan büyük kötülük yapılamaz. Saygılarımla.
Sayın Hamdi Tütüncü’ye de,
İki yıl orduevi yasağı geldiğini öğrendim.
Üzgünüm!
Gerçekleri gören,
yazma, yazabilme cesareti gösterebilen kalemlerin,
hemen hemen hepsinin kaderi bu.
Emekli bile olsa!
Kalemlerin işlev gören yerleri kırılır durumda.
Kamuoyunun bilgilendirilmesini
engelleme olgusunda,
sırada olan arkadaşlarımız var mutlaka.
Gerçekte 82 yaşımda olmama karşın,
Belki ben de!
Assubaylar kendilerine yapılan haksızlıkları
gündeme taşıdıkça,
sızlanmalarını sergiledikçe,
Bu türde yasaklar geliyor.
Açıklamak, anlamak zor!
Oysa devlet,
vergileri ve olanakları ile oluşur.
Oluşturulur, sosyal tesisler ve olanaklar.
Kullanım oranı haksızlığının, zaten üstü örtülemez.
İç tepilerde üzüntüler, sızlanmalarla dolu dolu.
Yaşanmaktadır.
Ama kısıtlamalar ve yasaklar,
daha da iç acıtır olduğu bilinmeli.
Bu olumsuz uygulamaları anlamak,
çok ama çok zor!
Mehmet KAYALI
Sayın büyüğüm E.Tls.Astsb. III Kad. Kd.Bçvş.Şükrü IBRIK bey’e desteğimdir. Yolundan gidiyorum sana verilen yasak bana da verilirse gocunmaktan ziyade onur duyarım.
Zihniyet Sürgünü yazısı ve astsubaylara yapılan haksızlıkları neşrettiği sebepten dolayı süresiz orduevi giriş yasağı getirilen Eski Tüfek Şükrü bey, yazılarında iftira, insanları askerlikten soğutma, vatana ihanet suçu ve akla gelebilecek hiçbir delilsiz, ispatsız yazı yazmadığı halde sayın genelkurmay başkanı ve tayfası işi gücü bırakmış, Emekli astsubay Şükrü beyin Orduevine girişini yasaklayarak kangren olan uzvunu kesip atmıştır(!)
Yani orduevine girişi yasaklayınca emekli astsubay statüsünü ve kimliğini elinden aldılar. Küçük beyinler küçük sorunlarla uğraşmaktan büyük sorunların farkına varılamamaktadır.
Sayın genelkurmay başkanı/lığı, istenen atla deve değil. Sadece insan onuruna yaraşır bir anlayış, paylaşımda adalet. Kimse bir subayın yetkisini astsubaya verin demiyor. İstenen sadece şunlar:
En önemlisi ise emekli astsubayların ve astsubayların sorunu konuşulurken temsilcilerinin çağrılması, oradan iki astsubay çağrılıp da astsubayların aralarına nifak tohumu serpmeye çalışılmamalı.
Genelkurmay Başkanlığı olarak yaptığınız uygulamalar, İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği ile Askeri Ceza Kanunu'nda yazan Vatana bağlılık, askerlikten soğutmak gibi suçları adaletsiz uygulamalarla kurum olarak sizler işlemektesiniz. Tarih nasıl ki Eski Genelkurmay Başkanı Ahmet Kenan Evren’i yargılıyorsa bir gün gelecek adaletsizlikleri yapanları da yargılayacak. Maalesef savunacak bir şeyiniz olmayacak.
Muvazzafı ile emeklisi ile bizler Türkiye Cumhuriyeti’ni seviyoruz, uğruna ölmek için ettiğimiz yeminin her zaman arkasındayız. Doğruların her zaman yanında ve savunucusu, yanlışların ise hep karşısında olacağız. Yasaklarla bir yere gelinseydi bu günkü gördüğünüz siyasi tablo olmazdı. Yasaktan ziyade anlayan, ayrışmaktan ziyade birleştiren, benim yerine bizim, KORKU yerine SAYGININ olduğu Türk Silahlı Kuvvetleri daha güçlü olacak.
Eski Tüfek, her zaman doğruların yanında olacağız sizin gibi. Biz senin gibi tüfek olamadık ama Kurşun kalem olmak bana gurur verir.
Ali AKKAŞ
(E) Per.Astsb.Kad.Kd.Bçvş.
Ordu evi yasağı TEMAD Gn.Başkanı Sn.Keser’e verildiğinde sitemizde yapılan bir mail kampanyası ile tepkimizi belirtmiştik. Demokrasilerde eleştiri ve fikir özgürlüğü bir haktır, ülkemiz anayasası ile teminat altına alınmıştır, bu hatanın giderileceğini beklerken sitemiz yazarı Sn.Şükrü Irbık ve bazı arkadaşlarımıza da farklı yasaklar getirildiğinde yasaklıların üzüldüklerini sanmıyorum, üzülmesi gerekenler bu haksız mesnetsiz kararı verenler olmalıdır; çünkü TSK tarihine bu bir hukuk ayıbı olarak geçecektir.
Değerli meslektaşım Sn. Şükrü Irbık’ın ordu evi yasağına neden olan ZİHNİYET SÜRGÜNÜ yazısına yaptığım yorumda belirttiğim gibi bizi adaletsizliğe karşı bu yönlü isyana sürekleyen nedir? Ordumuza, komutanlarımıza düşmanlığımız mı? Haşa, düşmanlığın (D)s i bile aklımızdan geçseydi bu ülke ve ordumuza sadakatimizi terimiz kanımız ve canımızla ispatlayıp bir emirle tereddüt etmeden ölüme gider miydik? Bizim isyanımız adaletsizliğe, bunu hâlâ anlamıyorlar, bize bu haksızlıkları, hukuksuzlukları başkası yapsa isyan etmesi gerekenler maalesef bu adaletsizliğin mimarlarıdırlar ... Siz hiç sistemi eleştiren subay gördünüz mü? Elbette göremezsiniz; çünkü onlara her şey altın tepside sunuluyor, eminim ki bizlere yapılan adaletsizliğin yüzde biri subaylara yapılsaydı bu ülkede bir ihtilal daha olurdu !..
Yazdıklarımızda hakaret mi var? Gerçek dışı iddialarda mı bulunuyoruz? Böyle olsaydı çoktan hakimin karşısında olurduk. Bu ön yargının temelinde ne var, bu sevgisizliği de aşan adeta düşmanlığa varan bu haksızlıklar kime ne kazandırıyor? Bir üniforması da kefen olan assubayı büro memuru statüsünde görmek sosyal ekonomik ve insanî haksızlıklar yapmak hangi değer yargısı ile haklı görülebilir, haksızlıkları hiyerarşi kılıfına sokmak adaletsizlikten öte vicdansızlık değil midir? Bu adaletsizliklere son vermek yerine yasada suç olarak belirtilmeyen davranışlardan dolayı çekiç benim elimde karşımdakini çivi olarak kabul ederim demek sadece acizliktir. Hepimizi derinden üzen, ordumuzun güç ve itibar kaybının en önemli sebeblerinden biri personel arasındaki ayrımcılık,adaletsizlik ve subay saltanatı yatmaktadır. Bu ön yargılı zihniyetin adaletsizliği kuruma olan aidiyet duygusunu sona erdirmiş, orduyu sevgisizlik sarmaşığı sarmaktadır. Adalet olmayan yerde hiçbirşey olmaz ve "GÜÇLÜ ORDU, GÜÇLÜ TÜRKİYE" sadece slogandan ibaret kalır; ordunun bir aile olması lafla değil icraatla mümkündür... Bu nedenle ordunun tüm fertlerinin önce insan olduğu hatırlanarak haksızlıklara isyana kulak vererek adalet sağlamak kadar ulvi,şerefli bir davranış varken adaletsizliği eleştirenleri antidemokratik uygulamalarla susturmaya çalışmak sorunları ortadan kaldırmayacaktır. Kölelerin ülkelerine devlet ve genelkurmay başkanı olduğu bir dünyada assubayı kimse beyaz köle olarak görmemelidir, biz buna izin vermeyeceğiz, adalet ve insan onuruna saygı gerçekleşmeden bizi hiçbir gücün susturamayacağı unutulmamalıdır...
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. YASAŞIN ONUNCU KÖY...
Türk Genelkurmayı, Emekli Astsubaylar Derneği Başkanı başta olmak üzere bazı emekli astsubaylara Ordu evlerini yasaklıyor. Gerekçeli yazıyı görmedim ama muhtemelen birtakım yönergelerle gerekçelendirilmiş olmalı. Çok emin olduğum bir husus ise “disiplin” konusunda birtakım zorlama yorumlarla “disiplinsizlik” sonucu çıkarıldığı.
Durumun öyle olmadığını herkes biliyor. TEMAD Başkanı veya diğer arkadaşların fikirleri hoşuna gitmiyor Genelkurmayın. Altını bir kere daha çizmek gerekir “FİKİR”, eyleme dönüşmüş bir durum yok!
Umulurdu ki, Türk Silahlı Kuvvetleri hukuksuzluğun ne demek olduğunu anlamış olsun, hiç değilse kendi içinde, kendi mensuplarına karşı hukuktan ayrılmasın.
Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinin en büyük darbesini “kanuni” bir takım gerekçelerle, ama “hukuk” ile ilgisi olmayan yargılamalarla yaşadı. Ömrünü görevine adamış, “candan önce vatan” demiş gerçek askerler çok acılar çektiler.
Amaç, emekli ile çalışan arasındaki bağı koparmaksa bunun imkansız olduğunun biliniyor olması gerekir. Günümüzün iletişim çağı koşullarında, dünya küçücük bir köye dönüşmüşken, dünyanın her tarafı ile anında iletişim kurabilmek mümkünken, hele de aradaki bağ gönül bağı ise bu bağı koparmaya hiçbir makamın, otoritenin gücü yetmez, yetmeyecektir.
Bu gün “muktedir” olanlar, en azından bize karşı muktedir olanlar, Bingöl devlet Karayolunu hendek kazıp kapatanlara, ya da karargahın önündeki bayrağı indirip yere fırlatanlara karşı gösterdikleri sabrı bize karşı gösterememektedirler.
Gerçekten bu kin, bu hırs, bu dışlama, bu fırsat kollama neden?
Sayın Umur Talu’yu kızının yaş gününde Genelkurmay Askeri Mahkemesine çağıran dünün muktedirleri nerede bu gün? Neler yaşadılar? Umur TALU ise hala Umur TALU.
Bu günün muktedirleri de yarın bizimle aynı rütbeye gelecekler… Emekli… Sonrasında ne yazarsa yazsın, emekli emeklidir. Bunu yaşayacaklar. Belki cenazeleri başka camiden kalkacak, o kadar kul hakkı ile hangi camiden kalkarsa kalksın gidilecek yer aynı, hakkı olan hakkını alacak, hiç şüphe yok!
Peki yapılmak istenen ne bu yasakla?
“Ben mahallenin zengin çocuğuyum, bilyeler de, futbol topu da benim, alır eve giderim, ya da istediğimi oynatır, kuralları ben koyarım” diyorlarsa…
Buyursunlar… Topları da, bilyeleri de onların olsun.
NOT: Siyaset sokmadım bu köşeye…Ama bir cümlecik yazmadan da geçemeyeceğim! Eğer Ekmeleddin İhsanoğlu kazanırsa seçimi, bu Tayyip ERDOĞAN’ın toplumu kamplaştırmasındaki başarısı olacaktır. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun başarısı değil!
Sabah kalktım.
Bilgisayarımda bir flaş haber;
"Temad Başkanı Sayın Ahmet Keser’in orduevlerine girişi yasak!"
Neden acaba? Ahmet Keser, emekli astsubay.
Kim koydu bu yasağı?
Orduevleri devletin değil mi?
Devlette, uygulamalar yasal kararlara göre alınır. Yasal ortamda.
Devlet malının sahibi devlettir.
Ne yapmış bu adam?
Böyle bir yasak koymanın gerekçesi var mı? Nedeni nedir?
Bu olumsuz uygulama hakkında, mahkeme kararı var mı?
Hak kısıtlaması içeriğini, uygulayıcılar, tasarrufta bulunanlar
dayanaklarının gücünü, yasalardan alır.
Yasaların ön gördüğü mahkeme kararı var mı?
Eğer yoksa,
yasaları tanımama anlamına gelir mi acaba?
Pekiii.
Mağdur, mağduriyetini bağımsız mahkemelerde kanıtlar da,
uygulayıcılara icra yolu ile haklılık kararını sunarsa,
sonuç ne olur?
Ben yaptım, oldu uygulaması!
Uygun, derler mi?
Nedeni yok elbette. Vardır amma, sır olması uygun görülmüş!
Pekiii.
Kim bu Ahmet Keser denilen adam? Temad Başkanı.
Açalım;
“Türkiye Emekli Astsubbay Derneği Başkanı.”
Ne iş yapar?
Astsubayların verilmeyen haklarını arar, ister.
Aynı ortamda, ileri karakol olarak görev yapmış olanların haklarını.
Zimmetin yükünü taşımış, altında ezilmiş olanların hakları adına,
uğradıkları haksızlıkları ortaya koyar.
Ahmet’in, öğünülecek tarafı görmezden gelinemez elbette!
Ahmet Keser’in uğraşı da,
hakları daha çağdaş ortama taşımaktır.
Gerçekte;
TSK'de, eşit süreli eğitimli olanların
olanaklardan eşit faydalanamaması gibi kıyaslamalarla
televizyonlarda, açık oturumlarda, gerçekleri kamu oyuna duyurmağa çalışır ekibiyle, Ahmet.
Neden bu mu?
Olmadı!
Buna mani olmak gerekir.
Susturalım şunu. Önce Sayın Ahmet Zengin'i. Şimdi Ahmet Keser'i...
Orduevlerine girişini yasaklayalım, kendilerine gelsinler.
Nasıl olsa emir verme yetkisi bizim. Uygulamadan biz sorumluyuz.
Bize kimse karşı koyamaz zihniyeti ile. Olgu bu!
Gerçekleri, sadece Sayın Ahmet Keser mi biliyor sanki?
Mahkemeye verdiniz şikayet konularını, ortaya koyarak.
Ama, hak arama ayırımda bulunan tarafsız sivil savcılar var.
Bağımsız hakimler var.
Hakimler haklıdan yana elbette.
Tarafsız sayın savcılar ne der sonra?
"Adam haklı. Toplumunun hakkını koruyor" der.
Ve dedi.
Şikayetinize ”takibine gerek yoktur” kararı verildi. Demek ki haklı değilsiniz, adalet ortamında!
İyi de, ülkede gerçek demokrasi var.
Şimdi Ahmet Keser de bir astsubay. Ahmet’in astsubay hakları kısıtlanması neden?
Durup dururken ve hiç bir yasal karar yokken ortamda.
Hak kullandırma yetkisini elinde bulunduranlar, gücünü yasalardan alırlar.
Bu gücü kullanırlarken yasal hakları görmezden gelemezler!
Genelkurmay Başkanlığı'na Sayın Ahmet Keser’e kısıtlama koyma olgusunda,
“yasa ve mahkeme kararı" yetki vermemiş ise yetki kullanımı olanaksız gibi çağdaşlıkta.
Zaman 15 Aralık 1993 değil! Aradan tam tamına 20 geçti.
Sayın Doğan Güreş'in Genelkurmay Başkanı olduğu dönemlerdi.
Erhan Akyıldız - Ali Tevfik Berber Olayı vardı.
Ne dedi Sayın Erhan Akyıldız askeri mahkeme ortamında?
"Ben görevimi yaparken, Genelkurmay Başkanı'nın hoşuna gitmek zorunda değilim".
Sayın Ahmet Keser de sadece görevini yapıyor. Faaliyetleri benimsenmedi ise,
demokrasi ortamında, çare hukuk olmalı.
Ahmet Keser'in uğraşı da
ortamının daha da çağdaş olmasını sağlamaktır elbette!
Gerilerde kalmış olmalı 1993' lü anlayış ortamı.
***
Özgürlüklerin, insan haklarının korunması için
Birleşmiş Milletler, Avrupa İnsan Hakları Komisyonları'nda imza atmış, kabullenmiş bir ortamda ve tüm bunları kabul etmiş bir ülkede,
olanakları devlet tarafından, devletin verileri ile karşılanan orduevlerinin yasaklı kullanımı, özgürlüklerin ve hakların kısıtlasıdır! Neden?
Anlamak zor gibi, hukuk ve yasal veriler içeriğinde...
Mehmet KAYALI
Ne zaman bir astsubay orduevine yatılı olarak yolum düşse, canım boru anahtarı ve yıldız tornavida çeker. Geçen sonbaharda, Çanakkale Astsubay Orduevi’ne iki geceliğine konaklamak için yolum düştüğünde yine öyle oldu; canım yine kurbağacık ve yıldız tornavida çekti. Çanakkale’ye gezmeye giden bir insanın canı normalde, boğaz kıyısında bir balık sofrası, tuzlu sardalya, üzerine bir peynir tatlısı falan çekmesi gerekir değil mi; yok hayır illa ki benim canım şöyle orta boyundan bir kurbağacık ve yanında yıldız tornavida çekecek. Bu da nerden çıktı demeyin; anlatınca sanırım sizler de bana hak vereceksiniz. Orduevlerine yolunuz düştüğünde sizin de canınızın anahtar tornavida çekmiş olduğunun farkına belki de ben anlatınca varacaksınız.
He ne kadar bu gün Antalya’da oturuyorum olsam da, geride bıraktığım ömrümün yarısından çoğu Gölcük’te geçti. Bu nedenle, hala oralarda bir çok eşimiz dostumuz var. Geçen sonbaharda, kendisi daha önce rahmetli olan bir meslektaş ağabeyim ve aile dostumun kızının düğün davetiyesini alınca, bize de Gölcük yolu göründü.
Malumunuz, günümüzde bir yandan dünya küçüldü, diğer yandan refahımız arttı, bunlara ek olarak, getirisi fazla olan yöntemler de eskiye göre, çok ama çok değişti. Perşembeden yola çıkılıp cuma günü akşam dönmek üzere Mekke’de Cuma namazı turları düzenlendiğini basından okuyor, izliyoruz. İnsanların, bir değil birkaç defa, tekrar tekrar umreye gittiklerini, şirketlerin promosyon olarak umre ziyareti paketi dağıttığını her akşam televizyon haber bültenlerinden izliyoruz. Bu konuda kimi akranlarımdan, bir değil birkaç tur bindirenler olduğunu da biliyorum. Bir emekli astsubay olarak Mekke’de başkaları gibi devre mülkümüz vardı da biz mi gidip kalmadık diyeceğim ama neyse uzatmayalım; şöyle kendimi bir yokladım ki, ben haccı umreyi geçtim, bir defa bile olsun hala Çanakkale şehitliklerini ziyaret etmemiş olduğumu fark ettim. Doğrusu biraz da utandım; kendimde bunun eksikliğini hissettim.
Gölcük yolculuğunu fırsat bilip, bir ay öncesinden Çanakkale Astsubay Orduevi’nden iki gecelik yer ayırttım, organizasyon iyice ciddiye binmeden eşime bile söylemeden, Çanakkale’de şehitlik turları organize eden bir kurumla telefon irtibatı kurdum. Gölcük’te görevimizi yerine getirdikten sonra, İstanbul - Gelibolu yoluyla Çanakkale’ye geçtim.
Çanakkale Arabalı vapur iskelesine ulaştığımda, Astsubay Orduevi iskelenin kuzeyinde, her ne kadar çağırınca duyulacak mesafede görünüyordu. O yöne giden yollardan biri kazılmış, paralel olan diğeri trafik kazası nedeniyle kapalı, bir sonraki yol da tek yön olması nedeniyle, yürüyerek beş dakikada gidilebilecek o görünen yere, arabayla adeta labirentlerden geçerek, büyük bir şehir içi tur yaptıktan sonra, Çanakkale Subay Orduevi’nin yanından geçerek 15 dakikada ulaşabildik.
Çanakkale Astsubay Orduevi, askeri bir birliğin nizamiyesine, denizci terimiyle lumbarağazınına bitişik, Boğaz’a paralel, denize sıfır bir konumda bulunuyor. Orduevinin insan giriş kapısı ana lumbarağzının hemen karşısında. Eğer aracınızla gelmişseniz, önce bu lumbarağzında sizin ve aracınızın giriş kayıtları yapılıyor. Güvenlik kayıt ve kontrolünden sonra araçların lumbarağzı bölgesinde beklemesi yasak. Orduevine gelenler için özel araç park yeri, giriş kapısından 200 metre içeride orduevi binası sahası sonunda. Aracınızı orduevi giriş kapısının önünden geçip 200 metre ileriye park etmek zorundasınız. Araç park yerinden orduevine kestirme geçiş kapısı yok. Bu yatıya gelen konuğun orduevi resepsiyonuna ulaşabilmesi için, eline valizi alıp vızır vızır trafik işleyen bir yoldan tekrar 200 metre geri gelmesi demek oluyor. Biz de öyle yaptık.
Konakladığımız orduevi binasının arazisi 30x 150 metre boyutunda dar bir şerit halinde boğaz kıyısına paralel uzanıyor. Bina üç katlı gösterişsiz, küçük eski bir yapı. Üzerindeki levhada inşa tarihi 1955 yazıyor. Buraya ulaşmak için yanından geçtiğimiz, deniz ile arasında umuma açık 50 metre kadar rıhtım bulunan Çanakkale Subay Orduevi binası ise, dış görünüşüne göre, diğer yerlerde olduğu gibi, bizim kümesin yanında saray. Ancak hakkını yemeyelim, bu astsubay orduevinin komşusu subay orduevine göre güzel bir özelliği var. Subay orduevi ile deniz arasından umuma açık altmış metre genişliğinde bir yol geçmekteyken, astsubay orduevi denize sıfır. Astsubay orduevinin , lokantasında yemek yerken, Çanakkale Boğazı’nın kefallerine ekmek atıp balık sürülerinin ekmeğe üşüşmelerini seyretmek mümkün.
Ben ve meslektaşlarım, ömrümüz boyunca hiçbir zaman, otel cümle kapılarında valizlerini başkalarına taşıttıranlardan olmadık desem sanırım yanlış bir şey söylemiş olmam. Biz hep kendi valizimizi kendimiz taşımaya alışkınız. Yaşamın bu yıllarında da kendi valizimi kendim taşıyabilecek gücüm şimdilik var. Ancak burada orduevi otoparkı ile orduevi giriş kapısının konumunu, araya kestirme bir geçiş konmamasını görüp, yaşlı meslektaşlarımız cesaret edip böyle yerlere gelmesinler, böyle imkanlardan yararlanmasınlar diye düşünülmüş olabilir mi diye aklımdan geçirdim ve üzüldüm.
Ertesi gün bir tura katılarak Çanakkale şehitliklerini, emekli bir öğretmenin rehberliğinde, bu devletin kuruluşu için önsöz olan, yüzde seksenin bir mezar taşı bile olmayan isimsiz nice yiğitlerin kan döktüğü toprakları, gün boyunca boğazımız düğümlenerek gezdik.
Aynı duyguları üç yıl önce Afyon Bölgesi şehitliklerini gezerken de yaşamıştım. Tarihte olanları kafada canlandırabilmek için, kitaplardan yirmi kere de okusanız yine de bazı şeyler eksik kalıyor. Yerinde görmeden önce ben Büyük Taarruz’un başladığı Kocatepe’yi, gece yolculuklarında geçerken gördüğüm ışıklandırılmış bir heykel nedeniyle, Afyon – Antalya- İzmir yol kavşağında bulunan Cumhuriyet Dinlenme Tesisleri’nin bulunduğu yerde sanırdım. Afyon Şehitlikleri’ni gezip, aralarında 50 kilometre mesafe bulunan, ama birbirini gören, Kocatepe ile Çiğiltepe’yi gördükten sonra, Büyük Taarruz öncesi, gündüz saklanıp, gece Sandıklı Ovası’nda yol alan süvarilerin, Çiğiltepe ele geçirildikten sonra Afyon Ovası üzerinden düşmanın arkasından dolanarak, tren yolunu kesip, Anadolu içlerine kadar giren Yunan İşgal Ordusu’nu nasıl ters tarafa yatırdığını daha iyi anlamıştım. Çanakkale Şehitlikleri’ni gezip gördükten sonra da, Seyit Onbaşı’nın tarihe yön verdiği topçu bataryasını, Nusret Mayın Gemisi’nin 26 mayını döküp İngiliz Armadası’nı sulara gömdüğü körfezi, emperyalistlerin acı şekilde bir şekilde Çanakkale Boğazı’nı denizden geçemeyeceklerini anlayınca, ilk çıkartma yaptıkları bölgeyi, sadece cephede yaralanarak hastanelere tedaviye gelip orada rahmete erenlerden isimleri tespit edilebilenlerin adlarına dikilebilmiş taşlardan ibaret olan şehitlikleri, şimdi birer sıradan kuru dere görüntüsünde olan ama savaş anında kıpkırmızı aktığı anlatılan dereleri, Gelibolu Yarımadası’na güney kıyılardan çıkamayacaklarını anlayınca Gelibolu’yu kuzeyden kuşatmak için Anzaklar’ın çıkartma yaptıkları bölgeyi, Mustafa Kemal’in tarih sahnesine çıktığı ve ülke kaderinde rol oynadığı, karşılaştığı bozularak sağ kalanları cephanemiz bitti diye geri kaçan bir birliğe “Süngü tak yat” diyerek tarihi değiştirdiği Anafartalar Bölgesi’ni, biraz da bu gün onlara layık olamama duygusuyla hüzünlenerek anlatılması güç duygu seli içinde, tarihte yaşanan olayların coğrafyasını da gözlerimizle görerek tarihimizi biraz daha iyi anlamaya çalıştık.
Bu arada, İngilizlerin kaybettikleri kendi kahramanları için daha 1930'lu yıllarda burada anıt inşa ettiklerini öğrenip, ta Avustralya'lardan Anafartalar’a her gün tur otobüsleriyle insanların gelip şehitliklerini ziyaret ettiklerini gözlerimle de görerek kıskanıp, bizim şehitliklerin ancak son otuz yıl içinde şimdiki haline ancak getirildiğini düşünerek üzüldüm. Elin Amerika'lısı, şatafatlı müze binalarında, birkaç at nalını bile benim tarihim diye sergilerken, iyi bir düzenleme olsa içindeki savaşlarla ilgili tarihi materyalin ziyaret edilmesi saatleri alabilecek olan Alçıtepe’de bir yurttaşın kendi imkanlarıyla ortaya çıkardığı küçük özel mütevazı müzeyi görüp, kahroldum.
Bu ziyaret sayesinde, Çanakkale Savaşları haricinde, bölge ile ilgili, içinde “Çanakkale Boğazı”, “rüzgar”, “yelken”, “Truva” ve “İstanbul” kelimeleri geçen, Sunay Akın’ın yazıları kıvamında bir şey daha öğrendim. Bölgeyi tanıyanlar bilir; Çanakkale’nin, yılın yirmi günlük belirli bir süresi hariç yıl boyunca her gün esen, alışkın olmayanı adeta sersemleten deli bir rüzgarı var. Bu rüzgar bizim ziyaretimiz esnasında da hep esti. Tarihte, rüzgar nerden gelirse gelsin gideceğin yöne doğru ayarlanabilen yelkenler icat edilmeden önce, tekneler henüz küreklerle bilek gücüyle yol alırken, bu rüzgar ve kuzeyden güneye şiddetli akıntı nedeniyle, bu yirmi gün dışında yıl boyunca kürekli gemilerle, Çanakkale Boğazı üzerinden, Ege Denizi’nden Marmara’ya geçmek mümkün olmazmış. Yıl boyunca Ege’den Marmara’ya geçmek isteyen gemiler ve denizciler, rüzgarın duracağı bu yirmi günlük sürenin başlamasını Truva şehri önlerinde beklerlermiş. Bu nedenle Truva şehri asırlarca hep önemli bir şehir olarak kalmış. Ne zaman ki, rüzgar ters yönden gelse bile tekneleri gidecekleri yöne doğru götürebilecek yelken sistemi icat edilmiş, Çanakkale Boğazı’nın geçit vermez akıntısı yenilerek, boğaz her mevsimde geçilebilir hale gelmiş. Böylece, Truva Şehri eski önemini kaybetmiş. Yelkenin icadı sayesinde İstanbul Truva’nın gölgesinden kurtulmuş ve önemli bir şehir haline gelmeye başlamış.
Durum sizlerin yaşadığı yerlerde nasıldır bilmiyorum. Antalya’da, her gün önünden geçtiğim yerler için konuşuyorum. Antalya Orduevi’nden daha gösterişli ve teşkilatlı, mensuplarına hizmet veren, İller Bankası’nın misafirhanesi var, Polis Evi var, Öğretmen Evi var, Devlet Su İşleri’nin misafirhanesi var ama, son zamanlarda insanlar kışkırtılıp beyinleri yıkanarak kendi ülkesinin ordusuna karşı adeta düşman edildikleri için olsa gerek, yukarda eleştirdiğim halleriyle bile orduevlerini günümüzde bizlere çok görüyorlar. Her ne kadar bir promosyonla bile olsun umreye gitme şansına sahip olamasak da, bu eleştirdiğimiz haliyle bile orduevi imkanı sayesinde, ona güvenerek , “kalk hanım gidiyoruz” deyip yola çıkarak, gidip şimdilik en azından Çanakkale Şehitlikleri’ni ziyaret edebildik.
Ülkenin bir bireyi olarak, belirli hakları olan yurttaş olma konumundan hızla uzaklaşarak, kaderimizin bir kişinin iki dudağı arasında olma durumuna doğru hızla ilerlemekte olduğunu görüp yarınlar ile ilgili karamsarlığa kapılıyor bu imkanların bile elimizden alınacağı endişesini taşıyorum. Ancak yine de tarihin akışı geriye asla çevrilemez deyip, yelkenin icadı nasıl akıntı ve rüzgar nedeniyle geçilemez kabul edilen Çanakkale Boğazı’nı yol geçen hanına çevirdiyse bu günler de gelip geçecek umudunu taşıyorum. Çünkü haklı olan biziz.
Şubat 2012 ANTALYA
TSK'da bir devir daha sona eriyor... Bir süredir demokratik ülkelerde olduğu gibi sivillerin kontrolüne sokulan, atılan demokratikleşme adımlarıyla siyasete karışmasının önüne geçilen TSK; bu kez kendi içinde çok ciddi bir demokratikleşme adımı atıyor:
Haberturk.com'un haberine göre, yıllardır şikayet edilen ama yine yıllardır değişmeyen "orduevlerinde rütbe ve sınıf ayrımı" uygulaması son buluyor. TSK'ya ait sosyal tesislerdeki yemek salonlarında, kuaförlerde, plajlarda rütbe farkı ortadan kalkıyor. En basite indirgersek, "Subay Kuaförü," "Üst subay Kuaförü," "General Kuaförü" tabelaları iniyor!
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel'in emri ve Genellkurmay II. Başkanı Org. Hulusi Akar imzasıyla ilgili birimlere gönderilen "Sosyal Tesislerin Kullanımı" konulu o yazı ele geçirildi.
İşte, Genekurmay Başkanlığı'ndan 16 Ocak 2012 tarihinde gönderilen ve "Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları arasındaki dayanışmayı artırmak, moral ve motivasyona katkıda bulunmak" amacıylaorduevleri, askeri gazinolar, sosyal tesisler ile TSKözel, özel/yerel ve kış eğitim merkezlerinde yapıldığı vurgulanan yeni düzenlemeleri içeren o belgede yazanlar:
Bugüne kadar, subay orduevine giren bir subay, kıdem ve rütbesine göre ağırlanıyor, bölümlemeler de buna uygun yapılıyordu. Mesela bir üsteğmen, üstsubay yazılı bölümlere giremiyor ve generaller kendi salonlarına, lokantalarına sahip oluyordu. Hatta asansörleri bile farklı olabiliyor, üzerinde de o asansörün hangi rütbeden askere ait olduğu belirtiliyordu. Daha da ötesi, aynı farklılıklar eşler ve aile fertleri için de geçerliydi. Eş ve ailelerin faydalandığı kuaförler, plajlar bile statülere göre ayrılıyordu. Mesela yan yana bulunan üç bayan kuaförünün üzerlerinde "Subay Kuaförü," "Üstubay Kuaförü," "General Kuaförü" yazıyordu..
Sözkonusu yazıyla işte bütün bu ayrımlar ortadan kalkıyor. Rütbe ayrımlarını belirten her türlü yazı ve tabelalar siliniyor. Bu, orgeneral ve teğmenin artık aynı masada yemek yiyeceği, çay içeceği anlamına geliyor.
Orduevleri, askeri gazinolar ve sosyal tesislere ilişkin 20 Ağustos 2000 tarihinde yayınlanan yönetmeliğin 3. bölüm, 10. maddesinde sözkonusu yerlerden kimlerin faydalanabileceği ise şöyle belirtiliyor:
Madde 10- Ordu evleri, askerî gazinolar ve sosyal tesislerden;
Saygıdeğer Meslektaşlarımız,
Yıllardır ön yargılarla assubaylara yapılan sosyal ve ekonomik haksızlıkları her platformda dile getiriyoruz. Sesimizi sağır sultan duysa da kulaklarını ve vicdanlarını mühürleyenlere duyuruncaya kadar yasal mücadelemize devam edeceğiz.
Bazı ön yargılılar haksızlıkları hiyerarşi ve statü kılıfı ile haklı göstermeye çalışmakta, sık sık “Siz mesleğe girerken bu şartları bilmiyor muydunuz?” savunması ile karşımıza çıkmaktadırlar.
Sn.Ersen Gürpınar’ın ADALETSİZLİKTEN DE ÖTE yazısında belirttiği gibi, ekonomik haksızlıklarımızın yanına sosyal haksızlıklarımızın birinci sırasını orduevi ve kamplarda sayılarımızla ters orantılı ve kalitesiz hizmet almamız yer almaktadır. Bunu kabullenmemiz mümkün olamaz. İstanbul'da subaylar için yeterinden fazla orduevi olmasına rağmen Kasımpaşa subay orduevinin binasındaki sorun bahane edilerek Beylerbeyi Dz.Asb.Hzl. Okulu'nun bulunduğu yere subay ordu evi yapılacağı duyumlarını almış bulunuyoruz. Bu konudaki talebimizi Genelkurmay Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na iletmek için adınızı, soyadınızı, sınıf ve rütbenizi yazarak aşağıdaki metnin ilgili komutanlıklara gitmesini temin edebilirsiniz. Unutmayın, haksızlıklara sessiz kalmak haksızlık kadar suçtur.
Saygılarımızla.
Orduevi ve kamplara gitmek istemeyen meslektaşlarıma “Biz ürettik, biz çalıştık. Biz bu orduya ve ülkeye sadakatimizi terimiz, kanımız ve canımızla ispat ettik. Bunun karşılığında vatanseverlik duygularımız istismar edilerek, ön yargılarla tahakküme varan haksızlıklara sessiz kalmamalıyız! Orduevi ve kamplar, sayılarımızla ters orantılı ve hizmet kalitesi düşük olsa da giderek bu olumsuzlukları dile getirmeliyiz!” diye yazsam da; “Hoca verir talkımı, kendi yutar salkımı” dedikleri gibi ben de bu tesislere giderken ayaklarım adeta geri geri gider. Sinirlerimin bozulacağını bilmesine bilirim de eşimin, çocuklarımın bu ayrımcılığın ruhumda yarattığı fırtınaları daha fazla anlamaması için bu tesislere istemeyerek giderim...
Neden orduevini, askeri kampı tercih ederiz? Bunun en önemli nedeni ekonomik sorunlarımızdır. Yani, mecburiyet! Bana da hak ettiğim maaşı, hâttâ benim kadar tahsili ve hizmeti olmayan subaya verilen maaşın yarısını verseler lanet olsun diyerek bu tesislerin yakınlarından geçmem ama, bu durumda bu tesislerden faydalanmak öncelikle bizim hakkımız olmalıdır.
Sosyal tesislere, sözüm ona haksızlık depremleri ile hasar gören ruhumuzu dinlendirmeye gideriz ama, bu mümkün mü? Cumhuriyetin kazanımlarını kendi kazanımı olarak görenler, anayasanın yasakladığı imtiyazı, zümre egemenliğini hak olarak değerlendirenlerin uygulamaları ruhunuzda yeni fırtınaların kopmasına neden olur!..
211 sayılı Kanun, Tugay dahil daha ast birliklerde subay ve assubayların müşterek yararlanacağı askeri gazino, Tümen ve daha üst birliklerde ise subay ve assubaylar için ayrı ayrı orduevi kurulacağını öngörür. Burada yasa ayırımı değil, hizmetin sağlıklı verilmesini amaçlamıştır.
Ön yargılı kişilerce, müşterek faydalanılan bazı gazinolarda bile 'dünyadaki utanç duvarları yıkılmasına rağmen' salonlar paravana ile ayrılmakta ya da ayrımcılığı çağrıştıran ayrı bölümler tahsis edilmektedir. Bu düşmanca tutum TSK'ye ne kazandırıyor? Bunu hangi değer yargısı ile haklı gösterebilirsiniz? Bu olsa olsa sadece ordudaki sevgisizlik sarmaşığını büyüterek, TSK düşmanlarının ekmeğine yağ sürmektedir!
Kimse bizlerin subaylarla bir arada hizmet almayı lütuf saydığımızı zannetmesin. Bizim, sayılarımızla orantılı, hizmet kalitesi tahakkümü çağrıştırmayan ve tesislerden hakça yararlanmaktan başka bir isteğimiz yoktur.
İzmir’de Assubaylar için yapılması planlanan ve şimdiki K.K.Komutanımızın Ege Ordu Komutanı iken “Yeni asb.ordu evinin ödeneği ve planı hazır. Yer tespiti yapıp inşaat başlayacaktır” sözünü verdiği Asb.orduevi bürokrasiye mi yoksa ön yargılara mı kurban edildi?
Antalya Karpuzkaldıran Kampı subay ve assubayların müşterek hizmet aldığı bir kamptı. Assubayın üç moteline göz dikenler, "tüm kuvvetlerin kampları birleşecek, TSK kampları olacak" diyerek, bu kampı subaylara tahsis ettiler. Yanında bulunan havacıların avuç içi kadar büyüklükte 3ncü sınıf otelden farksız mozaik ve eternit kaplı motellerin bulunduğu kampını astsubay kampı yaptıktan sonra, amaç gerçekleşince kampları tekrar kuvvetlere ayırdılar.
Hukuksuzluğun sonu yoktur! "Elimizde çekiç olduğu sürece karşımızda olan herkes çividir" mantığı ile denizinden faydalanması mümkün olmayan Erdek kampını assubaylara tahsis edip, Foça Kampı'nıda sadece subay kampı yaparız dediler ve yaptılar! Sadece assubayların yararlandığı Ören Kampı'na karşılık sadece subayların yararlandığı AKÇAY-HAMZAKÖY-BODRUM-FOÇA-CEVİZLİ-ALTINKUM-YALOVA gibi kamplarının sayısı, tesislerin kalitesi tam bir imtiyaz ve ayrımcılık örneğidir!
Öyle ya, TSK her kuruma örnek, Anayasanın ve Cumhuriyetin teminatı olarak bilinmektedir. Mum dibini aydınlatmaz! Ceza, tayin, sicil korkusu ile muvazzaf sessiz kalır, emeklisi ise bu hukuksuzluğa lanet eder, razı olurdu!...
Böyle mi düşünülüyor? Bu zihniyet ve davranışla mı orduda birlik ve beraberliği sağlayacak, bizleri gözümüzü kırpmadan ölüme göndereceksiniz?
Kimse adaletsizliği, hiyerarşi kılıfına sokmaya çalışmasın! Bizler hiyerarşiye saygılıyız. Ayrıca eşimizin, çocuklarımızın, emeklinin hiyerarşi ile ilgisi olabilir mi?
Yaşanan ayrımcılığı, tahakkümü, ego tatminine dayanan ayıpları saymakla bitiremeyiz...
Karpuzkaldıran'daki astsubay lokantası deprem tehlikesine karşın kapatıldığı için subay yemek salonunun ayrılan bir bölümünden istifade ediliyordu. Yüksek kültür ve sosyeteye sahip (!) bir grup bayan, bundan duydukları rahatsızlığı self servis kuyruğunda dile getirirken “Bunlar bıktırdı, assubayın burada ne işleri var?” tarzındaki konuşmayı bizlerle birlikte duyan bir hanım söze karışarak “Hanımefendi sizi tanıyorum. Sizin çocuğunuz benim öğretmenlik yaptığım okulda okuyor. Ben astsubay eşiyim. Belki beni hatırladınız. Sizin beni aşağılamaya çalışmanızı şiddetle kınıyorum! Tahsiliniz mi, kültürünüz mü, ailenizin sosyal yapısı mı kendinizi üstün görmenizi sağlıyor? Yoksa siz kocanızın rütbesini mi taşıdığınızı düşünüyorsunuz? “ yanıtını hayranlıkla izledim. Bu ordudaki sevgisizliğin, eş ve çoçuklarımıza kadar sirayet eden üstünlük kompleksinin ve bulunduğumuz durumun resmidir! Umarım bundan orduyu yönetenler ders alırlar.
Başta ekonomik haksızlıklarımız olmak üzere, bu tür ayrımcılık, adaletsizlik, sahipsizlik duyguları görevdeki kardeşlerimizin hizmet verimliliği ve moral motivasyonunu olumsuz etkilemekte, emeklilerimizin ise kurumlarımıza olan AİDİYET duygusunu her geçen gün erezyona uğratmaktadır.
Saygılarımla...