×

Uyarı

JUser: :_load: 2207 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

JUser: :_load: 932 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

Yıl 2009 idi. O zamanın Temad Başkanımız Sayın Mustafa EROL dönemindeki ilk sokak eylemimiz idi.

Yine yer Ankara, yine aynı park.

Yine aynı haykırışlar,

Benzer sloganlar,

Hak hukuk adalet, insan onuruna saygı feryatları...

2012 ve 2013 yılları bu kez sayın KESER Başkanımız ve arkadaşlarının arkasında ANITKABİR'e ve ANKARA 'ya akan binler, onbinler

Aynı sesler, aynı sologanlar, haykırışlar.. Hak, hukuk, adalet feryatları...

GÖRÜNMEZ İNSANLAR ASSUBAYLAR

SESLERİDE DUYULMUYOR TAM ANLAMI İLE!

Yıl bu kez 2014, aylardan mart.. Yer aynı, insanlar aynı, sologanlar aynı, yer aynı...

Değişen ne ki anlıyamıyorum...İçim sızlıyor.

Hükümet yanlısı medya 'hükümete zarar veririz' korkusuyla; solcu medya 'devletin kolluk kuvveti' olduğumuz için; milliyetçi medya 'asker direnişini doğru bulmadığı' için; vesayetçiler 'sisteme başkaldırıları tasvip etmediği' için öylece kaldı ortada, o koca koca, yaşlı başlı adamlar!

Ordunun bel kemiği assubaylar. Eski yüzlere bakıyorum biraz daha yorgun, soluk bu kez, Ankara buluşmasında. Yüzlerindeki kin ve defreti, kızgınlığı okurken omuzlarındaki o ağır yaşam koşulları ile ilgili yükü görebiliyorum.

GÖRDÜĞÜM EN ÖNEMLİ GERÇEK GÖZLERİNDEN "PES ETMİYECEĞİZ" İFADESİDİR !

Başladı ve bitti bir eylem daha.

Ölüm orucu, açlık gerevi Ankaranı tam göbeginde görünsün diye göze batan farklı giysilerle on gün boyunca görünmeden durdular.

Vesayetci sistem

Hükümet yanlısı medya

Solcu medya

Milliyetci medya...

Her biri orada idi.. Ancak görünmediler.. Bir şeyler onları durduruyor!

Onlarda görünmez oldu bu surede..

Sakın bir yıl sonra bir yeni Ankara buluşması kimse demesin !

Ne oldu bu surede? 2009*2012*2013 ve 2014...

Ne değişti bu surede? Ne kazandık? Ne aldık? Ne verdik ?

Bir yerde bu sistem aynı devam ediyor, hala ısrarla GÖRMÜYORLAR!

GÖRÜNMEK İÇİN NE YAPMALIYIZ?

GÖRÜNECEGİZ MERAK ETMEYİN YAKINDA!

ÜSTELİK TÜM DÜNYA GÖRECEK...

Saygılarımla...


Atilla ABAYLI

UMUR TALU

Ocak 26, 2014

 

Eski Holiwood filmleri Pazar sabahlarımızı süslerdi. O filmlerde iyi ve kötü karakterler olurdu. Kuşkusuz hayat bir drama. O nedenle kötü karakter veya iyi karakteri filmlerdeki gibi net göremiyoruz. Ama o filmler boşuna mı çekildi? Yalan mıydı o karakterler? Tabii ki hayaldi derdim her zaman. Ama şu sıralar hayatın akışına ters bir şeyler yakaladım. Gerçekten, gerçekten çok kötü kalpli insanlar ve başrolümüzdeki iyi kalpli kahramanımız Umur Talu. Kovboy filmi gibi…

“İyi, Kötü, Çirkin.”

Sonra Facebook’ta bir paylaşım dikkatimi çekti. Bunu paylaşmak istiyorum. Almanya’da bir lise müdürü her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş.

Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.  İyi yetiştirilmiş ve eğitilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar… Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur. Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.

İşte bu yazıyı okuduktan sonra Umur Talu’yu bir kez daha anladım. Umur Talu bir insanlık dersi öğretmenidir. Bu ekolün öncülerindendir. Umur Talu’nun yazılarının tutkulu okuyucularından biri olmaya 2009 yılında başladım. O yıl yeni bir yıla girerken yayınladığı mesaj çok anlamlıydı. Değerler’den bahsediyordu. İnsan olmanın erdeminden bahsediyordu. Sonraki yıllarda her yazısında gerçekten hep bu uğurda çarpan bir kalp, yapılan haksızlıklara karşı “ben gördüm” diyen bir kalem oldu benim için.

Umur Talu’yu anlayamayan veya anlamak istemeyen insanlar şunu çok iyi bilmelidirler. Umur Talu nerede bir yere düşmüş, düşürülmüş, çelme takılmış, itilmiş görmüşse ona el uzatmıştır. Onun kalemi tersanelerde, madenlerde kazalarda ölen emekçileri, sağlık çalışanlarını, Assubayları, Uzman Çavuşları, sigortasız çalıştırılanları, muktedirlerin haksız yere hışmına uğrayanları, depremzedeleri, umudu çalınanları yazmıştır. Kendisinin, sadece assubayları savunduğunu söylemek bu nedenlerle doğru değildir. Dahası sığ düşüncedir. Eğer Umur Talu sık sık Assubayları ve Uzman Çavuşları yazıyorsa gerçekten bu mesleklerde çok büyük haksızlıklar var demektir. Bu nedenle algılama makamı olan Genelkurmayın savunma refleksi göstermesi iki yönden önemlidir. Birincisi, Umur Talu’nun eriştiği kesimleri, sessiz yığınların sesi olma yönündeki başarısını kabul etmişlerdir. İkincisi ise bu eleştirileri kabullenememelerinde eğitiliş sistemlerinde kocaman bir yanlış olduğu gerçeğidir.

Umur Talu sosyal sorumluluk bilinci yüksek bir köşe yazarı, hümanist bir insan olarak elinde büyüteçle haksızlık aramaya bile gerek duymadan, kendini devasa haksızlıkları karşısında bulmuştur. Konusunu insani değerler üzerine yoğunlaştıran bir yazar için Assubaylar ve sorunlarından alâ bir malzeme olabilir mi?

Son zamanlarda Genelkurmay Başkanlığı Askeri Kolaylık Tesislerine bazı emekli personeli sokmamaktadır. Buna en büyük gerekçe ise meslek hayatında yaşananları kamuoyu ile paylaşmak. Çalıştığı döneme ilişkin anılarını anlatmak. Ama aynı kurum Askeri Derneklerin anıların yaşatılacağı yer olduğunu bunun ötesine gidilemeyeceğini söylüyor. Birazcık düşünürsek şu sonuca varırız. Dernekçilik vesilesi ile anılarını yaşatan biri, bunu paylaşırken kimlik kontrolü mü yapacak? “Kimliğini göster. Eğer emekli asker isen sana bir anımı anlatacağım. Ama kimseye anlatma” Ne kadar komik…  “-Genel Kurmay Başkanlığı sivillerle paylaşılan anılardan neden korkar ki?” diye sormak istiyorum. Acaba oturup da branşlarıyla ilgili gizli bilgileri anlatıp, kitap yazıp teknik özellikleri mi deşifre edecekler?  Böyle bir şeyi kahvede anlatsalar inanın kahveden herkes kalkıp kaçar. Ya da teknoloji ve askeri donanım bilgileri yazsalar kimse okumaz. Koyacaksan bu konuda bir yasak koyabilirsin. O nedenle de böyle bir endişe kapısı zaten kapalıdır. Açık olan bir kapı kalmıştır. O da kişisel ilişkilere dair anılar. Çünkü anılar öyle bir şeydir ki, temcit pilavı gibi ısıtılır ısıtılır anlatılır. Eğer bu anılar kötüyse ve haksızlıklarla doluysa, bu anıları Sayın Umur Talu duydu ise hiç çekinmez yazar. İnternet ve twitter bu yönüyle Başbakan’ın ve Bülent Arınç’ın ifadesiyle zaten bir başbelası…

Bir emekli assubaya yaşadığı olumsuz sosyal ortamı anlatmak ne kadar yasaklanabilir ki? Yasaklanırsa da bunda ne kadar başarılı olunabilir ki?.. Hastanelerde yaşanan çifte standart yalan mı? Mesai mefhumuna riayet edilmemesi yalan mı? Lojman ve orduevlerinin mevcuda göre kullanma oranlarındaki haksızlık yalan mı? Son on yılda subay maaşlarına yapılan bir çok düzenlemeye rağmen Astsubay maaşlarına bir kuruş bile ek ödeme yapılmadığını söylemek yalan mı? Diyelim ki bunları söylemek de yasaklandı. Diyelim ki susturulduk. O zaman daha büyük haksızlıklara çanak tutmuş olmayacak mı? Ve torba bir gün yine öylesine dolacak ve etrafa kötü anılar saçılmayacak mı? En vahimi inancını yitiren biriyle düşmana karşı nasıl birlikte savaşılacak? Bu durumda başarı beklemek aşırı iyimserlik değil mi?

Aile… En kutsal kurum. Ve bizim komutanlarımızın ısrarla dillendirdikleri kelime. TSK bir ailedir. Bu doğru değil. TSK bir aile değildir, olamaz da, olmamalıdır da… Profesyonel bir meslekten bahsederken, nasıl olur da aileden söz edebiliriz. Duygusala bağlayıp iş yaptırma mantığına bürünenler, aile kavramını kullandıklarında bir gün bu aile lafı bumerang gibi kendilerine geri gelmez mi? Biz bir aile isek neden bizi hor görüyorsunuz? Hiyerarşi statükonuzu neden hoyratça kullanıyorsunuz? Neden üvey evlat veya zalim baba muamelesi yapıyorsunuz demezler mi? Sayın Umur Talu bunu yazmaz mı? Aile lafının temelinde “-akşam saat beşten sonra komutana sormadan mesaiyi terk etmeyin.” “Mesai servislerinde komutana ait koltuklara oturmayın.” varsa ve gerçekten de böyle bir paradigmaya sahip isek, bir değil binlerce Umur TALU yazsa fayda yok. Tek yapılabilecek şey çocuklarımıza itiraf etmemiz  gereken ve onların asla yapmaması gereken hatalı davranışlarımızdır. Bizler de yukarıdaki paragraftaki Alman Okul Müdürünün öğretmenlere mektubunu çalışanlarımıza doktrin olarak dağıtmak için sanırım felaket görmek zorunda kalacağız.

Nitekim son zamanlarda yaşadıklarımız ne kadar ilgi çekici. Bu yakınlarda diktatörlerin siyasi hayatlarını okuyorum. Hitler iktidara geldiğinde günden güne artan bir halk popülasyonu kazanmıştır. Bu popülasyonunun en büyük destekçileri “Büyük Almanya” megalo idea havasının yarattığı rüzgardır. Hedefe kilitlenmiş bir kitle maalesef “şeyhin uçmadığını ancak müritlerinin uçurduğunu” kanıtlamaktadır. Gestapo denen bir polis teşkilatı vardır. Bu teşkilat Alman polis teşkilatının en eğitimli, en yetenekli polislerinden oluşan toplumsal haber alma teşkilatıdır. Otuzlu yıllara kadar bu teşkilat başka bir yapılanma ile paralellik göstermiştir. Ancak daha sonra Hitler bizzat kendisine bağlı bir gestapo kurmuş ve paralel yapılanmanın önünü kesmiştir. Gestapoya çok büyük ayrıcalıklar sağlamıştır. Yargılanmama garantisi vermiştir. Hitlere karşı olanlar fişlenmiş, sesini yükselten muhaliflere karşı infazlar yapılmıştır. Tüm bunlara karşı yükselen en ufak bir ses, bir cüret olarak kabul edilmiş ve Hitleri öfkelendirmiştir. Muhalefetin sesini kesmek için yabancı düşmanlığı, dış güçlerin oyunlarını sona erdirmek adına körüklenmiş ve Yahudi,muhalif katliamı yapılmıştır. Ancak savaştan sonra Nürnberg mahkemeleri Gestapo’yu suçlu bulmuş ve cezalandırmıştır.

Bu son paragrafımın Sayın Umur Talu başlığı altındaki yazıyla ne alakası var demeyin. Var. Torba paket ve HSYK hakkında yapılan değişikliklerin nerelere kadar uzanabileceğinin altını çizmek, Umur Talu ekolünün ne kadar zor günlere gebe olduğunu göstermek istedim. Bu kapsamda kendisine ve bu ekol sahiplerine kim bilir daha ne davalar ve ezalar çektirilecektir. (Bugün 25 Ocak 2014. Lütfen Ahmet Hakan’ın köşe yazısını okuyun.)

Şu aile vurgusunun üzerini burada karaladıktan sonra gelelim profesyonel mesleğimize. Neden yıllarca Assubayların birinci derecenin dördüncü kademesine gelmesi engellendi? Sonra hangi gerekçe hasıl oldu da bu kademeye yükselme serbest bırakıldı?  Bir açıklama yok mu? Bir özür dileme olmayacak mı? Ya da hangi yeni şart bu gerekçeyi oluşturdu. İki kelam edilmeyecek mi? Neden OYAK bünyesinde kurulan iştirakler ve Savunma Sanayine ait fabrikalar, yirmi yıl önceki ordu pazarı zihniyeti ile subay yakınlarına ve emekli subaylara istihdam yeri olarak görülürken bu kurumun yüzde altmışı yok sayıldı? OYAK üyeliği neden mecburi? Neden TSK vakfının hizmet alanı aidat şartına bağlanıyor? Eğer ortada bir vakıf varsa ve bu vakıf ülke savunmasında birinci derece görevli kurumun çalışanlarına ve yakınlarına destek olacak ise, neden aidat şartı getiriliyor? Oysa bal gibi de aidat şartını kaldırarak ve sadece bağışlarla da ayakta kalabilecek aynı zamanda tüm çalışanları kucaklayacak bir vakıf yapısı oluşturulabilir.. Olmaz deniyorsa hodri meydan… TSK vakfının bilançoları açıklansın. Bunlar ve bunun gibi paraya endeksli konular bir tarafta… Diğer tarafta da mobing. Soruyorum. Açıklanan istatistiklere göre neden Türk Silahlı Kuvvetlerinde disiplin suçu işleme oranı korkunç denecek boyutta hakkaniyetsiz. Yüzde doksanlar seviyesinde Assubaylar disiplin suçu işlemiş ya da disiplin cezası almış. Bu nedir? Bu bir rezalet değil midir? Bu bir mobing göstergesi değil midir? Bu intiharlar neden bu kadar hafife alınıyor? Bu mesleğe başlarken belirli hedeflerle ve inanarak görev yapan insanların zaman içindeki hüsranlarının aile ilişkilerine ve bir çok konuya yansıması gitgide bardak taşması gibi en basitinden mental çöküntü ile yaşadıkları bir trajedi olan intiharı basitçe geçiştirmek nasıl bir mantıktır? Siviller Stalin’in Tavuğu, askerler de hep Stockholm Sendromu ile mi kontrol altına alınacak. Bu uygulamaların firesini intihar olarak görmek sonra istatistiğe bakıp, az mı çok mu demek ne kadar insancıl? Toplumun intihar ortalaması ile bir mesleğin intihar ortalamasını kıyaslamak nasıl bir mantıktır? Bir toplumda her türlü insan vardır. Bunların içinde hastalar vardır. İşsizler vardır. Yani örnekleme tipleri çoktur. Oysa hepsi aynı maaşı alan, aynı sosyal yapıyı temsil eden bu insanları kıyaslarken başka bir meslek erbabını kıyaslamak daha doğru olacaktır. Bütün bu hatalı bakış açılarından sonra Sayın Umur Talu’ya kızıyorlar. Sayın Talu’nun sivil bakış açısından gözlemlerine savaş açılıyor. Binlerce emekli astsubay diyor ki, iyi ki varsın Umur Talu…

Bu hoyrat aristokrat zihniyetin gözden geçirilmesi gerek. Kurum sorunlarının daha objektif saptanması gerek. Kuruma düşman kesilmiş insanları anlamaya çalışmak gerek. Bu yöneticilerin görevidir. Atalarımızın dediği gibi, kanı kanla değil, kanı suyla yıkamışlar.

  • Aynı orduevine girmek ne Subayı Astsubay yapar, ne de Assubayı Uzman çavuş…
  • İş haricinde diğer rütbelerle entelektüel veya sosyal sohbetler edip arkadaş olabilmek bir zafiyet değil profesyonelliktir.
  • Aynı meslek grubunun üyeleri arasındaki maaş uçurumu saygıyı arttırmaz bilakis azaltır.
  • Kurum içine giren kibir ve kompleks en büyük hastalıktır.

Umur Talu’nun suçu ne? Toplumun karşısına çıkıp kendi üslubunca hiçbir zaman yükselmeyecek ve kükremeyecek ses tonuyla anlatıyor. Kırkbeş yaşına girdiği için ordudan atılan uzman çavuşları, onların doğum yaparken yanlarında olamadıkları hanımlarını, damatsız yapılan düğünleri, ordu evinden kovulan uzman çavuş babası olan yaşlı amcaları anlatıyor. Yirmi yaşında karakol komutanlığı yaparken şehit olan genç assubayı anlatıyor. Mecburi gönüllü TSK vakıflarını anlatıyor. Eline el bombası tutuşturulan erleri anlatıyor. Afyon’daki cephanelik patlamasını anlatıyor. Mobingi anlatıyor. Tıpkı taşeron işçisinin sorunlarını anlattığı gibi. Kendinin de söylediği gibi banka patronlarını yazmıyor. Banka çalışanlarının sorunlarını yazıyor. Lüzum hissettiği alan bu…

Tabuları kırmak gerek!.. Hatta Sayın Umur Talu’yu mahkemeye vermek yerine, kendisinden Harp Akademisinde derse girmesini rica etmek gerek. Çünkü ondan öğreneceğimiz çok şey var.

Koskoca Genelkurmay İkinci Başkanı olmuş, bir iki sene sonra emekli olacak bir adama, Astsubay ile General arasındaki ilişkiyle, Genel Müdür ile Çaycı arasındaki ilişkiyi bir görmek yakışıyor mu? Bu söz Genelkurmay Başkanlığı tarafından tekzip edilmeye lüzum görülmediyse demek ki aynı zihniyet komuta kademesinde yaygın kabul görmüş.

Şu sıralar Sayın Umur Talu’dan ve insan onuruna uygun yazan birkaç köşe yazarından başka bir umudumuz yok gibi. Ama bir umut daha var. Hani derler ya… Hapishaneler mektep gibidir. Belki birileri hapisten çıkar da, bir şeyler itiraf ederler. Topluma doktrin liderliği yaparlar.

Umur Talu’ların artması ve Türk toplumunun tarihinde ikinci kez Ergenekon’dan çıkması ümidiyle…

Saygılarımla…

Saygıdeğer Meslektaşlarımız

Her kuruma örnek olduğunu muhtelif vesilelerle duyuran Türk Silahlı Kuvvetleri dışında, Türkiye’de,hâttâ kabile devletlerinde kendi personeline ön yargılarla sosyal, ekonomik ve insanî haksızlıklarda bulunan başka bir kurum var mıdır? Elbette yoktur!

Bizler, hiyerarşiye saygı içerisinde bu ülkeye ve orduya sadakatimizi terimiz, kanımız ve canımızla ispat ettik. Verilen her görevi imkansızlıkları aşarak yerine getirdik, ama karşılığında hiyerarşi kılıfına sığdırılmış adeletsizlikten öte vicdansızlık sayılabilecek davranışlara maruz kaldık!

Yüreğinde adalet ve insan onuruna saygı olan birkaç gazetecinin başında gelen Cesur Yürek Sn.Umur TALU  dünkü yazısında Gazeteciler Günü'nü Genelkurmay'ın suç duyurusu ile kutladığını duyurmuştur!

Neymiş efendim; Sn.Talu “Astlık üstlük münasebetini zedelemeye, amir ve komutanlara karşı güven hissini yok etmeye matuf olarak alenen tahkir veya tezyif edici fiil ve hareketlerde bulunmuş!"

Ön yargı ile adaletsizliğe mahkum ettiğiniz personelin amir ve komutanlarına saygı duyacağını nasıl düşünebilirsiniz? Birlik ve kurumlarda bir anket yapın, subaylar dışında hiçbir personelin moral motivasyonunun, hizmet verimliliğinin geleceğe olan umudunun yok olduğunu, emeklilerin ise kurumlarına olan adiyet duygusunun çoktan bittiği gerçeğini göreceksiniz. Dileriz hatadan dönmenin fazilet olduğunu anlarlar ve bu olumsuzluklar giderilir. Aksi halde ordumuz sürekli kan kaybedecek ve bu huzursuzluklar bitmeyecektir. Bizler, sizlerin düşmanı değil bir emirle ölüme ve göreve gönderdiğiniz yardımcılarınızız. Genelkurmay II.Başkanının bizzat itiraf ettiği gibi bunca işsizliğe ekmeğin aslanın ağzında değil midesinde olmasına rağmen sözleşmeli erliğe alınacaklara 3500 TL maaş, elbise, yemek ve yatma yeri temin edilip, 3 yılda 250-300 bin liraya hayır demelerinin nedeni ordudaki adaletsizlik ve mobbingtir. Bunu neden görmezler?

Sayın Talu aşağıdaki linteki yazısında; Suç duyurusunda deniliyor ki “TSK hakkında çeşitli ifadelerin yer aldığı görülmüştür”; Yüzbinlerce askeri de TSK sayıyorsanız evet doğru nasıl horlandıklarını, aşağılandıklarını, nelere maruz kaldıklarını, neden bu kadar çok intihar ettiklerini, nasıl baskılar altında olduklarını yazıp duruyorum zaten. Fakat siz TSK derken Türk Silahlı Kast’ını kastediyor olmalısınız. Çünkü, hakları savunanların yanında değil onların karşısında bir suç duyurusu yazıvermişsiniz! Aynı tershane işçilerinin ölümlerini yazdığımda tershane patronlarının suçlaması gibi… Fakat sorun şu; siz de TSK'nın patronu değil memurusunuz! Mevzumuz tamamen ”üstün asta yaptıkları”  Tabii TSK ile tek haksızlık vakasını Balyoz,Ergenekon vb.davaları zanneden vicdan timsalleri de bunu anlamaz!...                                                                                                                

Değerli meslektaşlarımız, anlarlar mı anlamazlar mı adaleti sadece kendilerine gerektiğinde mi hatırlarlar bunu zaman gösterecek. Biz assubay ve aileleri cesur yürek Sn.Umur Talu’yu gönlümüzde adalet ve demokrasi kahramanı olarak abideleştirdik. 2007 yılındaki soruşturmaya gerek duyulmayan suç duyurusunda olduğu gibi sonuna kadar her türlü desteğimizle yanındayız. Kendisine, sizler adına duygularımızı aşağıdaki mektubumuzla bildirdik.                                       

Saygılarımızla

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

www.haberturk.com/yazarlar/umur-talu/911548-kusursuz -genelkurmaydan-sahsima-suc-duyurusu


Sayın TALU,

İnsanlık Tarihi baştan sona,  adalet arayanlarla, kendi çıkarlarını korumaya çalışan bilinçli vicdansızların mücadelesine ilişkin örneklerle doludur. Kendi iktidarlarını ya da kişisel çıkarlarını korumaya çabalayan evrensel adalet duygusundan yoksun kesimler, ya adil olmak yerine güç kullanarak, ya da kimi zaman dini, kimi zaman başka değerleri amaçlarına kalkan yaparak çıkarlarını-iktidarlarını koruma yolunu seçmişlerdir.

Gücünü adaletten almayan her sistem yıkılmıştır. Güneş batmayan İngiliz İmparatorluğunun mağrur ordu komutanlarının gücü, Hindistan'da elinde sadece bir asa ile dolaşan, yarı çıplak, yalın ayak bir ihtiyarı, GANDİ'yi yenmeye yetmemiştir.   Çünkü o, adaletten ve doğrudan yanaydı.. Gücünü elindeki silahtan değil, adaletten, adalete olan inancından alıyordu.

Emperyalist bir açlık içinde, Türk topraklarına kızıl arılar gibi üşüşen Avrupalı Emperyalistler, tüm silah üstünlüğüne, tüm sayısal üstünlüğe karşın  yoksul, silahsız ve yalnız Türk Halkı karşısında yenilgiyi kabullenmek zorunda kalmıştır.

GANDİ ve ATATÜRK...

Haksızlığa karşı verdikleri mücadele nedeniyle hâlâ hatırlanıyorlar. Yüzyıllar boyunca da hatırlanacaklar. Ama zalim ve kendi çıkarından başka bir derdi olmayan emperyalist güçlerin süslü üniformalar içindeki komutanları çoktan unutuldular.

Siz, sadece yüreğinizdeki adalet ve insan onuruna saygınız gereği tüm ezilenler gibi assubaylara da destek oldunuz. Sizin yazılarınızdan ders alıp güçlü ordunun adaletle mümkün olduğu gerçeğini göz ardı edenler  Ordumuzda subaylar dışında mutlu olan personel olmadığını görmezden geliyorlar;Bir anket yapsınlar görevdeki personelin hizmet verimliliği ve moral motivasyonunun emeklilerin aidiyet duygusunun kaybolmakta olduğunu göreceklerdir;                                                                                                                                                                                                                              

Bu vahim tablo karşısında başını taşa vurması gerekenler acaba sindirir miyiz umudu ile yargıya başvuruyorlar, eminiz ki 2007 yılındaki takipsizlik kararı ile yüzlerine vurulan hukuk gerçeği ile bir kez daha karşılaşacaklardır.

Sizi mahkemelere götürenler de inanın çok kısa zamanda unutulup gidecek...

Güçlüden yana olmak kolaydır, bu gün maalesef Türk Basınının yaptığı gibi... Ne çok renk yeşile dönüverdi! Ezilenden yana olmak zordur. Adaleti, evrensel adaleti savunmak her zaman zor olmuştur. Siz, zor olanı seçtiniz. Assubay camiası ve aileleri sizin adaletten yana ve insanca tavrınızı asla unutmayacaktır. Siz, bizlerin gönlünde abideleşen bir demokresi kahramanısınız.

Savcılığa suç duyurusunda bulunanlar siz değildiniz, sizin şahsınızda bizdik. Mazlumlar olarak, hepimiziz..

Size ulaştırılmak üzere sitemize ulaşan yüzlerce destek ve takdir yazılarının tümünü size göndermek ve zamanınızı almak yerine, tüm arkadaşlarımızın yüreklerine tercüman olduğumuz inancıyla  size sonsuz  desteğimizi minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz...

EMEKLİ ASSUBAYLAR

GÖNÜL DOSTLARIMIZ

Aralık 23, 2013

Saygıdeğer Meslektaşlarımız

Biz bu ülkeye ve ordumuza sadakatimizi terimiz, kanımız ve canımızla ispat etmiş olmamıza rağmen ön yargılarla tahakküme varan haksızlıklara uğratıldık. Bizi sadece göreve ve ölüme gönderirken hatırlayan sisteme karşı verdiğimiz onur mücadelesinde sesimize tercüman olan, baskılar yüzünden sorunlarımızı yüzeysel değerlendiren, ilgilenmeyen ya da inandığı halde başlayan yazı dizilerini aniden sonlandıran gazetecilerin yanısıra, yüreğinde adalet ve insan onuruna saygı olan birçok güzide yazarımızın, hiç bir rica ve baskıya boyun eğmeden cesurca tüm ezilenler gibi bizlere destek verip, sesimizi ve duygularımızı ilgililere duyurdular. Kendilerine minnettarız.

Başta assubay ve ailelerinin gönlünde abideleşen Sn.Umur TALU olmak üzere ezilenlere destek veren yazarlarımızın bu davranışları her türlü takdirin üzerindedir. Duyduğumuz sevgi ve saygıyı her vesile ile dile getirmemize rağmen vefa borcunu farklı bir şekilde duyurmak adına arkadaşlarımızdan gelen istekler doğrultusunda gönül dostlarımızı belirlemek adına bir anket yapmayı uygun görmüştük. Burada amaç 1'inci, 2'nci 3'üncü gibi kategorize etmeden yılın gazetecisi olarak kabul ettiğimiz yazarlarımızı belirlemek amaçlanmıştı. Ancak amacın farklı yorumlanması endişesi bu yazarlarımızın hepsinin  gönül dostu olarak yüreğimizde ayrı ayrı yer alması nedeniyle bu uygulamadan vazgeçmiş bulunuyoruz...

EZİLENLERE DESTEK VEREN HER KELİMENİN YAZARI BİZİM GÖNÜL DOSTUMUZDUR...

TEMAD yönetimine zaman zaman gönül dostlarımızı ziyaret etmesi, sorunlarımızın yanısıra minnettarlığımızı aktarması ricalarında bulunuyorduk. Anket çalışması düşüncemizle aynı tarihlerde TEMAD Gn.Başkanı Sn.Ahmet Keser ve Hukuk Komisyonu Başkanı Sn.Erkan AKKUŞ'un Sn.Umur TALU'yu ziyaret etmesini büyük bir memnuniyetle öğrenmiş bulunuyoruz. Bu ziyaret de kararımızı etkilemiştir. Diğer yazarların da assubaylar adına ziyaret edilmesi minnet ve teşekkürlerimizin sunulması assubayların ortak isteğidir.

Saygı ile assubay kamuoyu ve TEMAD yönetiminin bilgilerine sunuyoruz. 

SİTE VE ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ

Dördüncü Kuvvet!

Ocak 04, 2013

Dördüncü Kuvvet Eski Tüfek Şükrü IRBIKTAŞ, KAĞIT VE EKRAN! SIRADA NE VAR?..

Bugün elimizi attığımız her gazetede, kapağını açtığımız her kitapda, girdiğimiz her sitede, çevirdiğimiz her televizyon kanalında, dokunduğumuz her telefon ya da bilgisayar ekranında bir tıklamayla, bir dokunmayla kolayca bulabildiğimiz bilgilere bir an için erişemediğinizi tasavvur edin. Hayat kâbus olurdu değil mi?..

İnsanoğlu; dünya dediğimiz şu mekâna ayak basdıktan bir müddet sonra, etrafında gördüğü her canlıdan farklı olduğunu idrâk etdi birden bire. Önceleri basit de olsa konuşabiliyordu. “Düşünüyorum, o halde varım” dedi. Düşünebildiğini fark etdiği anda; söylediğinin, yaptığının unutulup gitmesini istemedi. Zaman denen mefhumun silici ve yok ediciliğine inat, ürettiği her neviden bilgiyi başka insanlara aktarmak, onlarla paylaşmak ve netice itibariyle de onları etkilemek, şartlandırmak için dayanılmaz bir ihtiyaç hissetdi.

Yüzlerce, belki de binlerce yıl boyunca sadece el, kol, yüz işaretleri ve basit sesler ile anlatabildi aklından geçenleri. Başka bir şey bilmiyordu çünkü. Yaşadıkca gördü ki söz uçup gidiyor, unutuluyor, yok oluyor. Kıymet verdiği ve kendinden sonra gelecek insanlara aktarmak istediği bilginin kalıcı olması için bir şeyler yapması gerekdiğini akıl etdi.

image005Önce tamgasını vurdu taşlara. Kayalara kazıdı kim olduğunu, rüyasını, duygularını, düşüncelerini ve nasıl yaşadığını... Ve “resim” sanatını icat etdi. Bir zaman sonra; harfleri, kil tabletleri, sonra da kağıdı icat etdi. Kağıdın ebed müddet biricik eşi olan yazıyı keşfettiğinde, iki tarafı çok keskin kılıca benzeyen ve dünyanın en etkili silahını keşfettiğinin farkında bile değildi belki de.

Nihayet aradığını bulmuşdu eşref-i mahlûk. Bildiğini, bilemediğini, kısacası aklından geçen her şeyi yazıya döküp kağıda basdı ve adına dedelerimiz önce “matbuat”, sonra “basın” dedi. Yarım asır önce televizyonu icat etdik ve babalarımız “basın-yayın” ismini verdi. Çeyrek yüzyıl önce de üçüncü nesil olan bizler, “medya” dedik ona.

Fayda ve zararı üzerine yapılan tartışmalar devam ededursun kerâmeti kendinden menkul dördüncü nesil bazı internet münevverleri şimdilerde “sosyal medya” diyor bu sihirli aygıta...

Sosyal’ı da medya’sı da bizden kelimeler olmadığından dolayı biz makalemizde, babalarımızın yolundan gidip onların dediği gibi “basın-yayın” ibaresini kullanacağız.

image007Önce taş ve kil tablet, sonra kağıt ve en nihayetinde kağıdın pabucunu dama atan dokunmatik plastik ekranlar çıkdı piyasaya. Her biri kendinden öncekini ıskartaya çıkartan, hatta imha eden icatlar... Artık bugün itibariyle, bilgi her yerde. Kimsenin cebinde ipekden mendil, boynunda muska değil. İsteyen, istediği her türlü bilgiye bir tıkla ulaşabiliyor. Dünyanın bir ucunda meydana gelen bir olay, bir haber, kirpik daha kaşa değmeden dünyanın öbür ucuna aktarılabiliyor.  Kötü haber tez yayılır derlerdi ebelerimiz dedelerimiz. Günümüzde artık iyi haber de çabucak yayılabiliyor. Milyonlarca insan, bir SMS ile aynı anda, aynı hareketi yapıyor, yaptırıyorlar. Yeniliğe doymayan insanoğlu, kitle haberleşme cenahında bakalım daha neler icat edecek...

Keşfetdiği yıllarda; düşüncesini sadece kendinden sonra gelecek insanlara aktarmak niyetini taşıyan insanoğlu, bilginin gücünü fark ettiğinden beridir artık haberleşmeyi başka insanları kendi menfaati  yönünde davranmaya zorlamakta kullanıyor. Dedelerimizin “efkâr-ı umumiye” dedikleri, babalarımızın “kamuoyu” adını verdikleri ve en son olarak da üçüncü nesil yeni yetmelerin “ortak akıl” dediği kavram da işte tam olarak bu oluyor; kendi menfaati doğrultusunda kendinden başkasını etkilemek...

DÖRDÜNCÜ KUVVET!

image009İlim ve fende başdöndürücü ve durdurulamaz gelişmelerin gözlendiği son yüzyılda kitle haberleşme araçları, insanlara tesir ederek kamuoyu oluşturmada son derece etkili bir vasıta haline geldi. İcatlara koşut olarak; önce gazete-dergi, ardından radyo-televizyon, son olarak da çeyrek asırdan buyana örütbağ kılığında karşımıza çıkan basın-yayın faaliyetleri, insan hayatını ve davranışlarını şekillendirme ve yönlendirmede vazgeçilmez ve sonucu doğrudan belirleyen bir kuvvet haline geldi.

Bu cümleden hareketle; milletin iradesine dayalı idare biçimi olan cumhuriyet yönetiminde; yasama, yürütme ve yargı erkine ilave olarak, etki şiddeti ve tesir sahası itibariyle basın-yayın, günümüzde artık “dördüncü kuvvet” olarak nitelendiriliyor.

Kuvvetler erki sıralamasında her ne kadar dördüncü sıraya konulsa da basın-yayın; insanların davranış, tutum ve düşüncelerinin yönlendirilmesine ve devlet idaresinin biçimlendirilmesinde çoğu kez öncü ve başat bir kuvvet olarak karşımıza çıkıyor. O kadar ki, iktidar hükümetlerini yıkıp yerine yenisinin kurulmasında bile beşinci kol faaliyetleriyle birlikte sahaya sürülmüş ve elde edilen sonuçlarda çoğu kez belirleyici olmuşdur. Çünkü dördüncü kuvvet; kurşundan çok daha etkili, bombadan çok daha ucuzdur. Arap ülkelerindeki hükümetleri değiştiren “Arap Baharı” ve sosyal medya denen vasatta astsubayların başlattığı ve 2012 senesinin en büyük hareketi olarak kayıtlara geçen “Pes Hareketi”, dördüncü kuvvetin ortaya koyduğu başarılı sonuçlara bir kaç örnekdir.

Hangi gazeteye baksanız, hangi televizyon kanalını açsanız , hangi radyoya kulak verseniz; insan aklına ziyan, saçma, anlamsız, son derece zararlı ve Türk insanın dilini, dinini, ahlâkını, edebini, töresini ifsat ederek bütün milleti uyuşturup düşünemez hale getirmesi de madalyonun öteki yüzü...image011

MÜŞKÜL İPTİDÂ isimli makalemde bahsetmişdim. Sayın Ahmet KESER Başkanlığındaki acer TEMAD idaresi; astsubay özlük haklarının tahakkuk ettirilmesi konusunda verdiği mücadelede, ilk ve en önemli imtihanını basın-yayın nezdinde verdi. 2012 senesinde dördüncü kuvveti kullanma konusunda göz doldurup fevkalâde başarılı oldular.

Sayın Ahmet KESER, sessiz akan derin bir nehir gibi her yerdeydi. Gazetede, dergide, televizyonda, örütbağda...

Yetmedi;

image013

  • Kanunî hakkı ve görevi olarak sadece üyelerinin haklarını aramak için mücadele verirken e-muhtıraya maruz kalan, o.
  • Millî Savunma Bakanlığının “OLUR”u ile hakkında soruşturma açılan, o (¹),
  • Genelkurmay Başkanlığının Suç Duyurusunda “Şüpheli” damgasını yiyen, o,
  • Cumhuriyetin Savcısının, gıyabında “kamu adına KYOK” verdiği gene o... 

Radyo programına katıldı mı, ben duymadım. Şayet katılmadıysa buradan tavsiye ediyorum. Sayın Başkan, bir de raydo mülakâtına çıkın lutfen.

Peki, Sayın TESUD Başkanının adını bileniniz, basın-yayında iki çift kelâmını işiteniniz ya da sıfatını göreniniz var mı? Yolda görseniz tanır mısınız? Dertli insan iniler can dostlar. Ebedî huzur ile muştulananlar, dertden münezzeh olanlar niye inilesin ki?

image015Başkanımız Sayın Ahmet KESER, sadece bir sene içinde TEMAD’ı dördüncü kuvvet nezdinde mümtaz bir marka haline getirdi. Sayın KESER bugün itibariyle basın-yayın çevrelerinde itibar gören, makbul bir şahsiyetdir. TEMAD ismi, Ahmet KESER’i; Ahmet KESER ismi, TEMAD’ı; her ikisi de emekli astsubayları çağrışdırmaktadır.

Bir sene gibi kısa bir zaman içinde TEMAD’ın bu özverili ve çok başarılı çalışmaları nihayet sonuç vermiş; algıda seçicilik tezahür etmiş, astsubay meselesi kamuoyu gündeminde geniş yer edinmiş ve en önemlisi yüce Türk milletinin şefkatli sinesinde ve şaşmaz vicdanında kabul görmüşdür. Milletimiz artık bizim kim olduğumuzu ve ne istediğimizi biliyor.

Bu kelâmdan olmak üzere Sayın Başkan Ahmet Keser; 11 Aralık 2012 tarihinde, TARIM TÜRK TV'de saat 15:00’da naklen yayınlanan "2'den 4'e Hayat" isimli programa iştirak etdi. Başkanımız, yayına telefonla bağlanıp 60 seneden beri gasp edilen haklarımızı bütün sarahatiyle kamuoyuna bir kez daha ifşâ etdi (²).

Programın yapıldığı hafta içinde, iki meslekdaşımız canına kıymış. Düşman öldürmek için öldürme sanatı üzerine eğitilen astsubaylarımız, düşman dururken dönmüş kendilerini öldürmüş. Sayın KESER’den işitiyoruz bu vakaları. Programın sunucusu zarif hanımefedi Esra YILDIZ’ın astsubay meselesi ve intiharlar konusundaki sorduğu akıl açıcı sorulara Başkanımız önemli cevaplar verdi.

Programın sahne konuğu ise İş ve Sosyal Güvenlik Uzmanı Sayın Özgür KAYA. Biz astsubayların dertlerini, sıkıntılarını, meselelerini, isteklerini Genelkurmay Başkanlığımızda konu ile ilgilenen komutanlarımızdan daha iyi bildiği aşikâre görülüyor. Sayın KAYA; astsubay özlük haklarının iyileştirilmesi konusunda alınacak kararlara körü körüne, hatta kasden ayak direyip engelleyen ve sayısı üçü beşi geçmeyen apoletli kast sevdalısının, külâhlı harâmilerin, börkenekli sergerdelerin, fesat kumkumalarının, fitne karamuklarının farkında...

Sunucu hanımefendi güzel. Allah, sahibine bağışlasın. Güzel olduğu kadar kibar. Kibar olduğu kadar zarif. Zarif olduğu kadar da akıllı bir hanım. Sorduğu sorulardan anlıyoruz bunu.

Üçü bir yerde bu güzel insanlar; astsubayların özlük hakları, meslekî sıkıntıları ve isteklerini birlikte inceleyip çok önemli değerlendirmeler ortaya koydular. Telefon ile programa iştirak eden Sayın Başkanımız, sanki sahnede konuklar ile birlikteymiş gibi rahatdı. Konuya hâkimiyeti ve özgüveniyle fevkâlade bir mülakât verdi. Yayında; astsubayların dertlerini, sorularını, meselelerini tek tek ele aldılar. Sonra, çözüm önerilerini sıraladılar birer birer... Söz ile ifade edilebilecek hemen her şeyi söylediler orada.

BİLEN VE BİLMEYEN!..

6 ARALIK 2012 Perşembe günü bu kez KANAL D televizyonunda M. Ali BİRAND’ın sunduğu 32. GÜN programı yayınlandı (³). Sahne konukları; bir doçent, emekli bir subay, askerdeyken komutanından yediği dayak sebebiyle sakatlanmış bir evladımız, kötü muamele sonucu oğlu askerde şehit olan acı dolu bir baba. Konu gene aynı. Son zamanlarda artış temayülüne giren asker intiharları. Sahnedeki konuklara ilave olarak Genelkurmay Başkanlığımız, tarihinde ilk defa bir televizyon programına bir profesör tabip albayını göndermiş. Üstelik resmî elbisesiyle.

İntiharlar konusunda TSK’nin belleğini oluşturuyorum diyen Sayın profesör albayımız, Türk ordusundaki intihar vakalarını, birbirine hiç benzemeyen başka ülke ordularındaki intihar vakalarıyla mukayese etmek gibi yanlışın içine düşerek konuya girdi. İyi niyetli görünmesine rağmen intihar vakaları konusunda kendisine sorulan sualin ekserisine açık ve kesin cevap vermedi. Malumu ilâm etmekden ibaret olan cevapları inandırıcı ve ikna edici olmakdan bir hayli uzakdı. Kendisine sorulan suallere genel geçer yuvarlak cevaplar vermekle iktifâ etdi. Kimi soruların cevabını, örütbağdan takip ettiğini söyledi. Bazı soruların cevabını bilmediğini ifade etdi. Örneğin, intihar vakalarının kuvvetlere dağılımını.. Sayın albayımız, kışladaki intihar oranının ülke ortamalası düzeyinde olduğunu ifade etdi. Fakat doçentimiz, bunun doğru olmadığını, asker intiharlarının ülke ortalamasının üç katı olduğunu söyledi.

Askerdeyken yediği dayak sebebiyle sakat kalan evladımız; “Beni hem bölük astsubayı hem de bölük subayı dövdü. Her ikisini de dava etdim. Fakat sadece bölük astsubayına ceza verdiler” dedi. Birisi hâkim bile olmayan AYİM’in kara kuzgun kılıklı muhammes apoletlileri, sadece astsubaya ceza vermiş. Botu ile çocuğun kalçasına basıp dayak atan subay ceza almamış. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) konusundaki kanaatimi Köhne Zihniyet ve Mâziperestler isimli makalemde serdetmişdim. Pişmiş kelle gibi sırıta sırıta “Ben, İdarenin Mahkemesiyim” diyen muhteremlerin verdiği bu karara şaşırdınız mı?

2002-2012 seneleri arasındaki 10 yılda her rütbeden 934 asker intihar etmiş. Aynı dönemdeki şehit sayısı daha az; 818. 13 KASIM-10 ARALIK 2012 tarihleri arasındaki sadece bir aylık dönemde 6 astsubay meslekdaşımız canına kıymış. Genelkurmay Başkanlığımız, asker intiharı konusunda yaptığı araştırmanın neticesinde, birinci sıraya “bilmiyorum”u oturmuş. Duyunca ben de irkildim. Başkanımız söylüyor TARIM TÜRK televizyonunda. Hazırlanan araştırma raporunda; asker intiharlarının ikinci sıradaki sebebi “maddî yetersizlik” imiş. Birinci sıradaki sebebi ise “bilinmiyor” imiş. Yanlış okumadınız; asker intiharlarının birinci sıradaki sebebini Genelkurmay Başkanlığımız “bilmiyor” imiş. Tez vakitde gözlerini kara toprak örtesice statü hazretleri ne diyor acaba bu konuda?..

Bir vatan evladı; asker olsun, kendini vatana fedâ etsin. Sebep ne olursa olsun bir gün kendi canına kıysın. Maddî manevî her türlü imkana sahip olan Genelkurmay Başkanlığımız ise intihar eden askerin ölüm sebebine “bilmiyorum” desin. Ağalar, paşalar; bu cevabı vermek için albay olmaya, hele hele profesör olmaya hiç lüzum yok. Tüyü bitmemiş eytamın lokmasını böylesi akla zarar, böylesi beyhude raporlar için çarçur etmeye hakkınız yok! Çıkın sokağa. Karşınıza ilk çıkan vatandaşa sorun bu soruyu. Aynı cevabı alırsınız. Acizliğin, ilgisizliğin, basiretsizliğin, beceriksizliğin, önemsememenin, umursamamanın, vefasızlığın bundan daha açık bir emaresi ve itirafı olabilir mi? Bütün bu olanlar akıl ile izah etmekden uzakdır. İhmalden, ağır görev kusurundan öteye anlam ifade etmez mi?

Bu vatanın has çocuklarının kendi canına kıymasının sebebini bilmediğinizi itiraf ediyorsunuz. Yaban kazları, gölün donacağını idrâk edebiliyorlar. Zahmet edip de verdiğiniz bu cevabınızla kendi işbilmezliğinizi, kendi beceriksizliğinizi, kendi basiretsizliğinizi ikrar ettiğinizin idrâkinde misiniz muhteremler? Bunları itiraf ederken yüzünüz hiç mi kızarmaz? Mercimek danesi kadar aklı olan, azıcık vicdanı olan birisi bile askerlerimizin yürek dağlayan bu intiharlarına bîgâne kalabilir mi? Unutmayınız ki söylediklerinizi dinleyenler yaban kazları değil.

Bunlar bir yana, anasının-babasının gözünden esirgediği ve ellerine kına yakıp vatan hizmetine gönderdiği evladının ölümünde sizin hiç mi payınız yok? Sebebini bilemeseniz de birinci sırayı teşkil eden intiharların müsebbibi yok mu Allahaşkına?

Uyanın artık ölümüne yatdığınız bu gaflet uykusundan! Memur olduğunuza göre istifa denen kanûni bir hakkınız var, biliyorsunuz. Boncuk bulmuş çocuk gibi sevinerek yaygara ile kanun çıkartığınız ve marifetmiş gibi pazarladığınız mecburî hizmeti sırf kendiniz için 10 seneye indirdiniz nasıl olsa. Bilmiyorsanız işinizi, istifa edin ve bunları bilecek yiğit vatan evlatlarına yol açın lutfen.

6 ARALIK 2012 tarihinde Genel Başkanımız Ahmet KESER, saat 21:00’da bu kez de BUGÜN televizyonunda naklen yayınlanan ve Erkan AKKUŞ’un takdim ettiği Geniş Açı programında (⁴)... Kendileri bu kez sahnede. Sayın Başkanımızın yanında, emekli bir profesör albay ve bir de doçent var. Mevzu, gene asker intiharları. Programın sunucusu Sayın Erkan AKKUŞ, belli ki iyi hazırlanmış. Bizi; bizim gözümüzle, bizim sözümüzle, bizler kadar kifayetle anlatdı. Programın akışı esnasında sorduğu esaslı sorularla astsubay meselelerini kamuoyunun iyice öğrenmesine ve anlamasına vesile oldu. Başkanımız, sorulara engin bir vukufla yaklaşıp akademisyenlere bile ders verebilecek bilgi derinliği ve ifade zenginliği ile konuları bütün sarahatiyle kamuoyuna duyurdu. Genelkurmay Başkanlığımızın bile açıklık getiremediği ya da ifade edemediği konulara değindi ve “bir bilen olarak” kendine sorulan bütün sualleri mükemmelen cevapladı.

Sadece bir haftaya sığdırılan iki naklen televizyon programında iki mükemmel mülâkat. Konusuna vukufiyeti her halinden, edasından belli olan, basına çok iyi intiba ve hoş resimler veren, gene Başkanımız.

Bisiklet sürmeye devam etmek istiyorsanız şayet pedalı devamlı çevirmelisiniz; durduğunuz anda düşersiniz...

TEMAD, 2012 senesinde dördüncü kuvvetin pedalını büyük bir maharetle ve hiç durmadan çevirdi. Pedal çevirmeye devam edin Başkanım.

Yiğit, yüzüne karşı övülmez derler. Bu düşünceyle mütevazı davranıyor ve bu vesileyle huzurunuzda Başkanımız Sayın Ahmet KESER’i yürekden kutluyorum.

brove

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

BU KADARINA PES

Ekim 09, 2012

Son zamanlarda TEMAD Başkanının televizyon kanallarına çıkıp Assubayların haklarını savunması ve dahası askeri konularda fikir beyan etmesi üzerine Assubaylar gündemin bir maddesi haline gelmiştir. Bu esnada Türkiye Büyük Millet Meclisinden jet hızıyla Assubayların birinci derecenin dördüncü kademesine yükselebilmesiyle ilgili kanun kabul edilerek çıkmıştır. Bu konu bugün bir gaz alma olarak kabul edilse de, kanun çıkmadan önce bir çok Assubayın en çok üzerinde durduğu bir haksızlık abidesi idi.

Assubaylar tabii ki onur mücadelelerinin gereği olarak hak arama faaliyetlerine devam etmektedirler. Düne kadar her Assubayın özlemini çektiği, konuşunca etki bırakan başkanına kavuşan TEMAD yeni denizlere yelken açmaya başlamıştır. Ancak su seviyesinin bulur misali, camia yeni TEMAD Başkanının ve Yönetim Kurulunun ufuklarının çok altında kalırsa gün gelecek bu masal da sona erecektir.

2011 yılı TEMAD için milat olmuştur. Emekli Assubayların onur mücadelelerini özümsemiş, bu uğurda çalışma yapmaya başlayan bir dernek görüntüsü oluşmuştur. Önceki TEMAD yönetimlerinin kıramadığı bir çok tabuyu yeni yönetim kırmıştır. Öyle ki, bazı TEMAD üyeleri böylesi bir yönetimin fikir ve düşüncelerinin ulaşabildiği noktaların çok çok altında kalmışlardır. Bazen TEMAD Başkanının seslendirdiği duygu ve düşünce halleri bazı TEMAD üyeleri tarafından bile anlaşılamamış, dahası tedirginlikle karşılanmıştır. Özellikle TEMAD’ın Emekli ve Muvazzaf personelin haklarını arama görevi olan tek yasal kuruluş olduğunu bildirmesi, Genelkurmay’ın karşıt bildirilerine rest çekilmesine bir çok üye desteğini sunarken bir kısım üyeler de değişik savlar ortaya atarak TEMAD Yönetimini töhmet altına sokmuşlardır. Bu tür düşüncelerin bir kısmı yıllara dayalı olarak üzerlere sinmiş yersiz korku ve kaygıdan kaynaklanmaktadır. Bazı kesimler ise TEMAD’ın arkasında hükümetin olduğunu, Genelkurmay aleyhine açıklamaların yapılmasının tamamen bir mizansen olduğunu, gerçek amacın ise Subaylar ile Assubayların arasını açmak olduğunu bile söylemişlerdir. Tıpkı Sayın Atilla Kıyat’ın dile getirdiği, asker düşmanlığına angaje olma deyimi TEMAD’ımızın üzerine geçirilmeye çalışan bir elbise haline gelmiştir. Özellikle eski Genelkurmay Başkanlarına sitem, yenilerine de methiye düzmeye alışık olan ucuz TEMAD siyaseti gidip, hâlâ daha kendini birilerinin astı olarak görmeyen ve görmek istemeyen yeni TEMAD’ın gelmesi karşısında rahatsız olanlar, tabii ki birtakım yaftalamalar yapacaklarıdır. Ancak acı olan şudur ki, TEMAD’a üye olmamak için bahane arayan veya muhalif olma adına eleştiri dozunu kaçıranlar için de bu durum bir mastürbasyon konusudur. Kestirip atmak ve geçiştirmek isteyenler için yeni bir bahanedir. Yükselen TEMAD aleyhine yaşanan gelişmelerin bir kısmını biz biliyoruz. Ancak en çoğunu da TEMAD Genel Merkezi bilmektedir. Buna mukabil bizim de hislerimiz vardır.

TEMAD’ın hak savunuculuğu misyonunu ön plana çıkarması ve üzerindeki tozu toprağı silkeleyerek büyük bir camiaya önderlik ettiğinin bilincine varması, en çok mücadele ettiğimiz güç odaklarını rahatsız etmektedir. TEMAD’ın dile getirdiği istekler aslında bir anlayış değişikliğini ve bir devrimi gerektirmektedir. Oysa henüz böyle bir devrime alışkın olmayı bir kenara bırakın, kendince geleneksel olarak gönül alan veya sinirlenen, ancak hükümetle de son derece uyum içinde çalıştığı görülen bir Genelkurmay ile karşı karşıyayız. Bu durumda tabii ki güç odaklarının işbirliği  senaryoları kurulacak ise bu senaryo sırf Balyoz davaları ile aynı döneme denk gelen Astsubay hareketleri nedeniyle, hükümet TEMAD yakınlaşması diye adlandırılmamalıdır. Bilakis, Genelkurmay Başkanlığı böylesi günlerde TEMAD’a sahip çıkmalıdır. Çünkü Genelkurmay Başkanlığı da benzer töhmetler ile karşı karşıyadır.

Bazı üyeler, TEMAD’ın Balyoz ve Ergenekon davasına müdahil olmamasına rağmen hak ararken Genelkurmay Başkanlığı ile ihtilafa düşmesini, iktidar partisi taraftarı olarak müdahil olduğu izlenimi taşımışlar hâttâ yapılan çıkışları bile siyasilere göz kırpmak olarak nitelendirmişlerdir. Özellikle Atatürkçü kesime bu noktada TEMAD’a şüphe ile yaklaşma öngörüsü yerleştirilmektedir. Geldiğimiz noktada TEMAD içinde siyasal bakış açılarının farklılaşması nedeniyle bir fikir ayrılığının oluştuğu bir aşikardır. Balyoz ve Ergenekon davalarını, Astsubayların mücadele seslerini yükseltmesi ile birleştiren bu sav “Biber acıdır. Gerçekler de acıdır. Öyleyse gerçek biberdir.” kadar fikir fukarası bir yaklaşımdır. Bazılarının amacı ise Balyoz davası konusunda TEMAD’a açıklama yaptırarak derneği belirli bir görüşün himayesine sokmaktır. Oysa TEMAD şu ana kadar bu konuda son derece başarılı bir duruş sergilemiştir. Ancak ben yine de şöyle bir soru sormak istiyorum. Halen kendisi, eşi, babası, oğlu Balyoz ve Ergenekon davası nedeniyle tutuklu olanlar, acaba TEMAD’ın Assubayların Anayasal Haklarını aramak için seslerini yükseltmesine hangi yorumları yapıyorlar? Bu konularda fikir analizi yapanların neler söyleyeceğini kulaklarımla duyar gibiyim. Sahip oldukları genel fikrin en hafif ve ağza alınabilirini Sayın Atilla Kıyat seslendirmiştir. “Astsubayların bu hak arama çıkışı haksızdır.” Ya da Genelkurmay Başkanlığının resmi bildirisinde olduğu gibi… “Bu yolu onlar kendi seçti.”

Bilinmektedir ki, TEMAD Genel merkez seçimleri bir yıl önce yapılmıştır. Bu seçimler de yeni TEMAD  Yönetim Kurulu çok az bir oy farkıyla yönetime gelmişlerdir. Bu da demektir ki bir çok şube yeni TEMAD Başkanına güven oyu vermemiştir. TEMAD Başkanının son çıkışları da şubelerdeki muhalif çarıklı siyaset erbaplarının mühendislikleri ile gölgelenmeye çalışılmıştır. Tüm bu hak arama faaliyetleri devam ededursun, TEMAD’ın “Dünya Assubaylar Günü” diye bir şey icat etmesine doğrusu soğuk bakan şubeler de olmuştur. Ancak taban heyecanlı ve şube yönetimlerinden farklı düşünmektedir. Muvazzaf ve emekli binlerce Astsubay TEMAD Başkanının Televizyon Kanallarındaki konuşmalarından feyz almışlardır. Hâl böyle olunca da bazı şubeler ayak sürüyerek de olsa vebal altında kalmamak veya başka umut ve düşüncelerle Ankara’daki 17 Ekim kutlamalarında yerlerini alacaklardır.

Görünüyor ki, TEMAD Genel Merkezinin şubelerle sorunu vardır. Bu sorunun çözülmesi tamamen tek taraflı gerçekleşmelidir. O da şubelerin ıslah edilmesidir. Özellikle yıllardır başkanı değişmeyen fakat etkinliği de olmayan şubelerin tekrar gözden geçirilmesi gerekmektedir. Büyük üye sayısına sahip derneklerin yıllara dayalı etkinlik performansları değerlendirilmelidir. Öncelikle Assubaylar günü etkinliğine duyarsız kalan tüm şube yönetimleri derhal azledilmelidir. Şube Başkanı veya yönetici olmasına rağmen Assubayların sorunları konusunda bilinçli olmayan şube başkanlarının bu görevden affı sağlanmalıdır.

Koskoca Türkiye Emekli Assubaylar derneğini astsubayların sorunlarından ziyade, belirli bir fikrin veya partinin arka bahçesi olmasının önüne geçmek için veya dernek meselelerinin kişisel ikbal meselelerine hizmet etmesinin önüne geçmek için de çaba harcanmaktadır. Bu doğrultuda önümüzdeki dönemde şubeler zaman zaman denetlenmelidir. Milletvekilliğine adı geçen kim olursa olsun, camiaya tanıtılmalıdır. Dahası bu kişinin kendisini tanıtmasına müsaade edilmelidir. Gizli planlar sonucu birilerine hak etmediği bir paye verilmemelidir. İnce çizgilere dikkat edilmelidir. Hatırlanmalıdır ki, önceki TEMAD Genel Merkez Yönetiminin bir OYAK iştirakinin Genel Kuruluna isim verme şekli son derece tartışmaya açık ve üyeleri tatmin etmekten uzak bir görünüm çizmiştir. Özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir şehirlerinden birer Astsubay Milletvekili çıkarmak için şube reformlarına kesinlikle ihtiyaç vardır.

İşin en vahim yanı da özellikle Doğu bölgelerimizde yaşayan emeklilerimizin dernekleşememesidir. Dernek şubelerinin olduğu haritaya baktığımızda Türkiye maalesef bölünmüş gibidir. Oysa biliyorum ki, Van, Diyarbakır, Urfa, Elazığ ve Mardin şehirlerimizde Emekli Assubaylarımız yaşamaktadır. Bu illerde şube açma girişiminde bulunulmalıdır.

Birinci Dünya Assubaylar Günü, umarım TEMAD’ın da tekrar yapılandığı, daha iyi organize olabilen bir yapıya kavuştuğu günlerin başlangıcı olur.

Bazılarınız bu yazımı okuyunca “Şimdi ne bu?” diyeceklerdir. İzlenim… Sadece izlenim… Ancak ben bu izlenimim sayesinde Genel Merkez Yönetimine atfedilen yukarıdaki aleyhte söylemlere “Bu kadarına pes.” diyorum. TEMAD Genel Merkezine sahip çıkmak için topyekün olarak Dünya Assubaylar Günü kutlamaları nedeniyle Ankara’da olmalıyız.

Saygılarımla…

gelecek-yuzyil

Dünya üzerinde hiçbir birey, topluluk, toplum yoktur ki yaşamına katkı sunmasın. Her topluluğun kendince bir katkısı vardır yaşama…

Her bir insanın yaradılıştan gelen farklı özellikleri mevcut.

İnsan, birey olarak yaşamını şekillendirirken, farklı yaradılışıyla, çevresine de katkı sunabilmekte. Yaşam, bireysellikten çıkıp bireyler bir araya geldikten sonra oluşan aile, topluluk, bir sonraki aşamasında toplum halinde yaşarken de işleri kolay eden, yaşamı yaşanılır kılabilen bireysel katkılar devam edebilmekte.

İnsanın yaşam alanı olan Dünya üzerinde değişik toplumlar mevcut. Belli bir yaşam düzeyine ulaşabilen toplumlar arasında başlayan etkileşimler, toplumların kültürel hayatına renk katabildiği gibi, üstün gelen, saldırgan özellikteki toplumun her alanda söz sahibi olabilme durumu, etki altında kalan toplumun yok olma tehlikesini de beraberinde getirebilmekte. Bugün dünya hayatında olmayan, yok edilen, yaşam alanları, hakları elinden alınan Aborjinler, Kızılderililer, İnkalar, Aztekler gibi topluluklar buna bir örnektir.

Bu anlamda; devlet haline gelmiş olan bir toplumun, yaşam şekli, diğer devletlerin, toplumların yaşamına kastedecek düzeydeyse şayet; doğada var olma mücadelesi veren, bir nevi vahşi yaşam şekli söz konusudur, denilebilir.

Ne devlet olarak, ne birey olarak, ne de topluluk olarak, yaşam içerisinde geride kalmamak gerek!

Toplumun meydana getirmiş olduğu Devlet halinde yaşamdan kaynaklı, toplumun bir arada yaşamasına katkı sağlayan, değer yaratan iş bölümlerinin içerisinde bir araya gelen ve toplulukların/statülerin, diğer topluluklarla/statülerle bir arada hayatı sürdürmelerinde Devlet İdaresinin sergilemiş olduğu; eşitlik, hoş görü, adilane v.b. tutumlar, sürdürülebilir birlikte yaşamın temel taşları.

Daha düne kadar birlikte var olma savaşı veren toplulukların, devlet haline geldikten bir süre sonra çıkar çekişmelerine düşmeyerek huzurlu bir yaşam ile yoluna devam etmesi, özünü kaybetmemesine bağlı.

Bu öz, bir devletin kuruluş aşamasındaki özdür ve bu öz; geçmişte, bütünü kapsayan, bütüne değer veren bir özdür.

Fakat zaman içerisinde, daha çok diğer devletlere karşı bilimde, teknolojide geride kalma durumdan kaynaklı olarak; devletin kuruluş özünden, toplumun kültüründen uzak, başka devletlerden alınan bilimsel yardımlar, alan devletin özünde de tahribatları beraberinde getirmektedir.

Bu anlamda, Osmanlı Devleti’nin bilimde geri kalması ve Batılı Devletlerden eğitim kurumları oluşturması için yardım alınması, buradan yetişen kimi öğrencilerin Batılı değerleri benimseyerek özünden kopması, yüzyıllar sonra kendi sonunu da hazırlamış görünmektedir.

Batılı Devletlerin meydana getirmiş olduğu eğitim kurularından mezun olan Türk gençlerinin icabında kendi insanını hor görmesi, aşağılaması, Batılı hayranı olması tesadüfü değil, bir eğitim sonucudur. Bu okullardan yetişen, devletin önemli mevkilerine gelen ve nesilden nesile güçlenen içimizdeki Avrupai eğitimle yetişmiş insanın, her alanda ülkesini oraya bağımlı tutması onun için adeta bir Batıya hizmet.

Osmanlı Devleti’nin parça parça bölüşülmesinden sonra Türk evladı Mustafa Kemal’in önderliğinde öz kültürüyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, O’nun vefatından kısa bir süre sonra halen Batı hayranlarının elinde, Batılıya hizmet etmeye devam etmekte olduğu; bilimsel, teknolojik, sanayi ve hizmet sektörü açısından bakıldığında gün gibi ak pak bir şekilde görünmektedir.

Bir toplumun yaşaması, kendi ayakları üzerinde durması öz benliğini muhafaza etmesine bağlı. Bu ise toplumsal dayanışma ile olabilmekte. Toplumsal dayanışma ve işbirliği ise paylaşımlarla sağlanabilmekte.

Öz kültüründen uzak, değer yargıları topluma yabancı yapılar içerisinde yaşama mücadelesi veren insanların bir araya gelmesi, bilinçlenmesi ve varlıklarını sürdürebilmeleri için çaba göstermeleri şart. Bu çabalar dernekler, siyaset kurumları, dergiler, basın ve yayı(n)m yoluyla toplumla buluşturulduğunda anlam kazanmaktadır.

İşte, assubaylar da yaşamın kendisine sunduklarından kendi payına düşeni yaşayan bir topluluk/statü mensuplarıdır. Yıllardır hak, hukuk arayışı içinde olan ve bu uğurda icabında ekmeklerinden olan ve kendini topluma anlatmanın peşinde olan bir topluluktur, assubaylar.

Assubaylar, yıllardır internet üzerinden yayın yapan sitelerinin yanı sıra, sosyal medyada organize olmayı başararak, 200 binin üzerindeki bir “Bu Kadarına Da Pes” grubuyla Türkiye’deki mesleki ve sosyal örgütlerin yanı sıra Dünya ülkelerinde de izlenilir bir çalışma ortaya koymuştur. Sosyal medyadaki bu bir araya gelişe Umur Talu gibi, toplumumuzun önde gelen, önemli yazar ve düşünürleri de önemli katkılar sağlamış ve bu katkı sağlama hali halen de devam etmektedir.

Sitelerde, gruplarda, gazetelerde yer alan ve çözülmesi istenen assubay sorunlarının kurumsal anlamda yönetilmesi, sahip çıkılması ve süreç çözüm makamlarıyla istişare edilirken, bunun yanı sıra sıkıntıların dile getirildiği site, gazete yazarları ve gruplarla karşılıklı, teklifsiz ve gerektiğinde istişare hali, bilgi alış verişinin ilgili kişilerce yönetilebilmesi çözüme giden yoldaki en önemli basamak. Bu basamaklardan kurumsal olanın, Kasım 2011 ayında, seçimle işbaşına getirilen Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD)nin yeni yönetimi ile tamamlanmış olduğu görülmekte.

Yeni yönetim, gerek içinden çıktığı tabanın, gerekse sosyal medyada bir araya gelen insanların taleplerini kamuoyuna doğru anlatma yolunda önemli bir vazifeyi yerine getirerek, assubay mücadelesini bir üst seviyeye taşımış ve televizyon, radyo ve gazetelerin dışında da bu durumunu sürdürmekte olduğunu dergisiyle de ortaya koymaktadır.

TEMAD’ın Haziran-Temmuz 1’inci sayısıyla yayım hayatına sunduğu “Gelecek Yüzyıl” adlı dergisi şimdiden kültür hayatımıza önemli katkılar sunmaya başladı bile.

Dergide gördüğüm şudur ki, bir öz hali mevcut. Özünü bulan, kendisi olmak isteyenlere hitap eden bir dergi.

Kapağındaki, ak bir “Gelecek Yüzyıl” adı, Maruf ŞİNİK’in “mavinin huzuru, güveni, ayın karanlıktaki yol göstericiliği, geçmişi ve ilerisi mücadele ile dolu bir yolun, yola çıkan neferinin siluetini” gösteren resmi, çok anlamlı mesajlar vermekte. O nefer ki, mücadeledeki her bir bireyi temsil etmekte.

İçerik olarak, ilk sayfasında Pes Grubu’nun sloganlarından birisi olan “Artık Söz Vermeyin, Hakkımız Olanı Verin” ile birlikte en zor şartlarda görev yapan assubaylardan birer kesit fotoğraftan sonra TEMAD Başkanı Ahmet KESER’in içeriği dopdolu ve “unutmayın TEMAD TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK AİLESİDİR” ile biten Başkandan, başlıklı yazısı ve ilerleyen sayfalardaki söyleşi; Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Müdürü Yüksel BİNİCİ’nin diğer önemli günleri de ele aldığı “17 Ekim Dünya Astsubaylar Günü” başlıklı makalesi; Bu Kadarına Da Pes’e nasıl gelindiği; E.Asb.Prof.Dr. İrfan Ünver NASRATTİNOĞLU’nun “Tarih Türklerle Başlar” başlıklı araştırma yazısı; yaşama dair başarı öyküleri; Genel Başkan Yardımcısı Ayhan YILDIRIM’ın kaynak niteliğindeki araştırması “Astsubaylığın Tarihçesi”; E.Hv.Uçak Bkm.Asb. İsmail YAVUZ’un ilk Türk Uçağını yapan rahmetli Vecihi Hürkuş’u tanıttığı  “İlk Türk Uçağını Kim Yaptı” araştırma yazısı; İsveç Kralının eşit olarak dağıtılması için ödediği fakat Türkiye’de statülere göre dağıtılan, şehit tazminatında da ayrımcılığın ulaştığı boyutu gösteren bir olaydır Dumlupınar Denizaltısı kazası. Gazeteci yazar, E.Dz.Kd.Bçvş. İlhan AKBULUT’un Dumlupınar faciasının ele alındığı “Dumlupınar Denizaltısı” yazısı; Fotoğraf sanatçısı, yönetmen, E.Asb.Maruf ŞİNİK’in yazı ve görsel yayı(n)mları ele aldığı “Görsel Okuryazarlık” araştırması; Yrd.Doç.Dr. Mithat ATABAY’ın “Çanakkale 1915’i Hatırlamak” konulu makalesi; Atilla İLHAN’ın hayatının anlatıldığı bölüm; E.Asb.eşi Av. İlkay Uyar KABA’nın “Hukuka Askeri Bakış” başlıklı, yol gösterici makalesi; Emekli Bandocu Assubaylardan oluşan “Nefesli Show Band" grubu ile yapılan söyleşi; kasko ve zorunlu sigortalı olup da sigorta şirketinden mağdur olanlara yönelik destek sağlayıcı, alanında Türkiye’de bir ilk olan “Grup Merkez Hasar Yönetim ve Danışmanlık Şirketi”nin kurucusu E. Asb. İbrahim Türkeş KOCABEY’ile yapılan söyleşi; Eşekli Kütüphaneci Mustafa GÜZELGÖZ’ün hayatı; İkmalci com şirketi ile ticarete atılan E.Asb. Zeynel Abidin KANDEMİR ile yapılan söyleşi; NLP Uzman Eğitmeni E.Asb.eşi Ayten TEKECİ’nin iletişimin inceliklerinin anlatıldığı “Aslında Hepimiz Büyücüyüz” başlıklı yazısı; sağlıkla ilgili olarak “Koah” rahatsızlığının anlatıldığı bölüm; Beyaz Spor başlığı altında, Ulusal Tenis Hakemi E.Asb.Mehmet Duran DAL’ın kaleme aldığı “Tenis” sporu ele alınmış.

Konularıyla dopdolu, anlatımıyla akıcı, bilgilendirici, araştırmacı ve yazarlar için kaynak olarak kullanılabilecek bir dergiye kavuşmuş olmak assubaylar için, toplumumuz için bir övünç kaynağı..

Basımında, yayıma hazırlanmasında emeği geçen yazar, araştırmacı, akademisyenlerine, TEMAD Başkanına, Yönetimine ve Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Müdürü Yüksel BİNİCİ meslektaşımıza, tek tek adreslere postalayan kişilere teşekkür ediyor, ilerleyen sayılarını da heyecanla beklemekte olduğumuzu belirtiyoruz.

mujde-dedigin-boyle-olur

Yıllardır, ön yargılarla oluşmuş haksızlıklarımızı umutsuzca “kol kırılır yen içinde kalır” diyerek düzeltilmesini beklerken, bu kez kanadımız kırılınca, 7 yıl önce bu sitede mücadele ateşini yeniden yaktık. Her platformda, assubayların imtiyaz ve ayrıcalık değil, ADALET-EŞİTLİK VE İNSAN ONURUNA SAYGI talepleri olduğunu kamuoyuna ve ilgililere ilettik. Haklılığımızı onaylayan Genelkurmay, M.S.B. ve diğer yetkililerden gereğinin yapılacağı yönünde sözler aldık ama ne yazıkki hiç biri tutulmadı!

Aydınlık Gazetesi'nde başlayan yazı dizisi ile birden basının ilgi odağı olduk. Sn.Temad Gn. Başkanı, tüm nezaketi ile muhtelif tv kanallarında  haksızlıklarımızı dile getirmeye başladı. Kamuoyu ve basın bize inanıp destek verirken, kurumumuzdan "muhtıra gibi" haddimizi bildirmeyi amaçlayan ve “Türk Silahlı Kuvvetlerinin ayrılmaz bir parçası olan assubaylarımızın özlük hakları, eğitim olanakları, sosyal hakları, sahip oldukları yetkiler konusunda bugüne kadar yapılan çalışmalar aşağıdadır” başlığı ile devam eden basın açıklama yapıldı. Bu açıklamadaki hususları memnuniyetle karşılamamıza rağmen, içeriğinin bizim sosyal ve ekonomik sorunlarımıza çare olmadığını üzülerek karşıladığımızı bildirdik. Tepkiler üzerine uyarı kaldırılıp bu kez sadece yapılan çalışmaları bildiren bir açıklama yapılıp, basın yoluyla kamuoyu ile paylaşıldı.

Dün, muhtelif basın kuruluşlarında Genelkurmayın bu, uyarının çıkarılıp, aynen yayınladığı ve yapılan çalışmaları anlattığı bildiri “kamuoyuna MÜJDE” gibi sunulmuştur. Bu durumun Genelkurmayın psikolojik kazanımı, bizlerin ise hayal kırıklığımızın tekrarı olduğunu biliyoruz!

Hâttâ, haberi yapan muhabir ve gazetelerin genel yayın yönetmenleri ile yaptığım görüşmelerde, yazı içeriğinin memnuniyetle karşılanmasına rağmen bunun bir oyalama taktiği olduğunu, açıklama içeriğindeki;

  • ¼ derecenin psikolojik bir kazanımı dışında herhangi bir getirisinin olmadığını, bununla birlikte esas önemli olanın "bir çok devlet memurluğunda olduğu gibi" MYO mezunlarının 9/2, lisans mezunlarının 8/1 dereceden göreve başlamalarının gerektiğini,
  • Genelkurmay tarafından kamuoyuna hükümete gönderildiği bildirilen Em.San.Md.70'teki adaletsiz oranların değiştirilmesinden bahsedilmediğini,
  • Denge tazminatının 6 yıl evvel MİT ve Emniyet mensuplarına ödendiğini,
  • Hapis cezalarının AİHM kararı ile zaten yasaklandığını,
  • Temsil tazminatının rütbeye göre değil de dereceye göreve verilmesinin adaletsizliğini anlattım.

"Ersen bey bunların açıklaması bile sizin haklılığınızı kanıtlıyor, bu bir başlangıç oldu" değerlendirmesi ile karşılaştım.

Peki biz haklı isek, taleplerimiz yasal ise, taleplerimiz imtiyaz değil adaleti sağlamak ise ve TSK bir bütün ise, o zaman NEDEN aşağıdaki konular hakkında bir açıklamada bulunulmamaktadır?

  • MYO mezunlarının 9/2, lisans mezunlarının 8'nci dereceden göreve başlatılması,
  • Hizmet tazminatının dereceye göre değil, en üst asb. rütbesi olan Kd.Başçavuşlara ödenmesi,
  • 657 Sayılı yasanın 37' nci maddesinde devlet memurlarına tanınan 1'inci derece hakkı assubaylara tanınmadığı için on binlerce astsubay 2'nci ve 3'üncü dereceden emekli olmuşlardır. Bu adaletsizliğin giderilmesi için "subaylarda olduğu gibi" Asb.MYO kanunundan önce nasp edilenler, Asb.MYO mezunu sayılarak 9/2' den intibaklarının yapılması,
  • Gnkur tarafından hükümete sunulduğu bildirilen Em.San.Md.70 (1)fıkra (b) bendindeki adaletsiz oranların değiştirilmesi teklifinin hayata geçmesi,
  • Sosyal tesislerde fiziki kapasite ve hizmetin düzeltilerek sayılarımızla orantılı olarak hizmet almamızın sağlanması

Bu temel konular ve diğer taleplerimiz karşılanmadığı takdirde, huzursuzluk,  adaletsizlik devam ederek hizmet verimliliği düşecek, kurumumuza saygı ve aidiyet duygusu büyük zarar görecektir.

Genelkurmayın açıklamasındaki “TSK birbirine gönül bağı ile kenetlenmiş fedakar ve kahraman mensuplarının moral ve motivasyonunun en üst düzeyde tutmak maksadı ile devletimizin sağladığı imkanları kullanmak suretiyle ihtiyaç duyulan ve yetkisi dahilinde düzenlemeleri titizlikle yapmaya devam edecektir." sözlerinden ziyade bunun icraatla kanıtlanması gerekmektedir.

Assubaylar hizmetlerin  karşılığını adaletli bir şekilde almak istiyor. Onun için masal değil, haksızlıkların giderildiğini  görmek istiyor.

Saygılarımla.

 

BİR NOT;

Konya Hv.Üs Komutanlığında, parasını verdikleri yemeği beğenmedikleri için yemek salonuna gitmeyen assubaylara "Öyle mi? O zaman tabildotu kaldırdım" diye harika bir çözüm bulan üs komutanını kutluyorum. Orduda adalet ve disiplin böyle sağlanır! Hâttâ dışarıdan yemek getirip yemelerini de önlemelidirler. Aç kalsınlar da yemek beğenmemek nedir öğrensinler!..

Bu arada Genelkurmayın sosyal paylaşım alanlarındaki ayrımcılığın kaldırılması için emir yayınlandığı günlerde "biz sivil memurlarla aynı ortamda yemek yiyemeyiz" diyerek, muhtemelen karizmamız sarsılır düşüncesi ile yemeği protesto eden subaylar içinde tabildot hizmeti sonlandırılmışmıdır?

Açıklama bekliyoruz.

ilter-hanima

Son günlerde TEMAD Genel Başkanı Sn.Ahmet KESER önderliğinde sorunlarımızın çözümü için verilen mücadelede, duygusallıktan uzak ve soğukkanlı olmanın, tahriklere kapılıp işin ciddiyetini yitirmesine fırsat vermekten özellikle kaçınmanın ve gerçek çözümün; bugün yaşadığımız problemlerin ortadan kaldırılmasından daha ziyade, gelecekte benzer problemleri çıkarabilecek zihniyet, algı ve bakış açısının değiştirilmesi ile mümkün olabileceği gerçeğini bir an dahi hatırımızdan çıkarmamanın çok önemli olduğuna inanıyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, Sn.TALU'nun ardından, sorunlarımızın kamuoyuna taşınması ve çözülmesi yolunda bizlere köşesini ve programını açan Sn.Balçiçek İLTER'e yazmış olduğum bir mektubumu sizlerin de görüşlerine arz etmek istiyorum. Saygılarımla.


Sayın İLTER;

Astsubayların statü ve beraberinde gelen özlük hakları problemlerine ilişkin hak arama çalışmalarına verdiğiniz katkıdan dolayı öncelikle teşekkür ederek başlamak istiyorum.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ağırlıklı nüfusunu oluşturan başta astsubay sınıfı olmak üzere, uzman er ve erbaşları da kapsayan bu problemlerin kamuoyu ve ilgili makamlara duyurulmasında, Sayın TALU'nun uzun süredir gösterdiği yakın ilgi ve desteğe sizin de ortak olma yolundaki samimi iradenizden dolayı meslektaşlarım adına şükranlarımı sunuyorum.

Bugüne kadar genelde; 1 nci derecenin 4 ncü kademesinin verilmesi, maaş farkları, çalışma koşulları, OYAK yönetiminde söz sahibi olabilme v.s. gibi başlıklar halinde özetlenen bu problemler birer realitedir ve elbette en kısa sürede, bir lütuf olarak değil, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, evrensel değerlere inanmış, benimsemiş ve özümsemiş beyinlerce hak olarak görülüp teslim edilmesi gerekir.

Ben, bu hak arama çabaları kapsamında dile getirilen hususların olumlu olarak çözüme bağlanması halinde dahi sorunların biteceğine inanmadığımı, asıl temelde yatan sorunun bir kültür ve hazım problemi olduğunu ifade etmek istiyorum. Zira, dile getirilen bu sorunlar, mevcut tartışmaların bir sebebi gibi görünse de aslında sadece birer sonuçtur ve bu sonucu doğuran anlayış, bakış açısı değişmediği sürece en kısa zamanda kurum mensuplarının yine benzer problemler ile karşı karşıya geleceği iddiası ile izninizle bu konudaki düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

Daha önce, MİT Müsteşarı Sn.Hakan FİDAN'ın, (bildiğiniz gibi öncesinde TSK'nde astsubay olarak görev yapmıştır) söz konusu görev için isminin geçmesi üzerine malum çevrelerce koparılan kıyamet sonrası Sn.TALU'ya göndermiş olduğum bir mektubumda da belirttiğim gibi; batılı olmayı sadece dış görünüşüne endeksleyen, batılıyı batılı yapan değerleri içine sindirememiş, bir yaşam tarzı haline getirememiş beyinlerin söz sahibi olduğu Türkiye gibi ucube ülkelerde, insanlar büyük olmak ve büyük kalmak için kendi niteliklerini yükseltmek yerine, karşısındakini küçülterek büyük hissetmek kolaycılığına kaçıyor. Bunun bir sonucu olarak da "ben farklı olmalıyım" diye özetleyebileceğim, kompleks dolu ve akıl dışı bir anlayış üzerine bina edilmiş, düzenlenmiş ve hayata geçirilmiş bir sistem içinde ezilen, hakkı yenen, aşağılanan ve hor görülen bir kesimin olması maalesef kaçınılmaz oluyor.

Çıkış noktanız, "farklı olmalıyım" olunca;

Farklı olabileceğiniz tek şeyin görev, sorumluluk ve hukukun üstünlüğü gözetilerek verilmiş yetki ve buna paralel "adil" olarak düzenlenmiş gelir ile sınırlı olabileceğini kavrayabilecek olgunluğa erişmeniz asla mümkün olmaz, TEMAD Genel Başkanı Sn.Ahmet KESER'in güzel ifadesiyle "cenazenizin kaldırılacağı yerin dahi farklı olması gerektiğine inanıp, buna göre düzenleme yapacak" kadar komik olursunuz.

Hatta işi öyle bir boyuta getirirsiniz ki; gün gelir "sadece astsubaylardan farklı olmak" sizi tatmin etmez, kendi  içinizde dahi, üstsubay veya kurmay subay gibi ayırışma noktaları yaratırsınız. Kurmay subaylığın bir tercih olduğu gerçeğini unutur, kurmay olduğunuz için bu tercihe yönelmeyenlerden çok daha üstün olduğunuza inandırırsınız kendinizi.

Hava Kuvvetleri bünyesinde, "pilotlar ve diğerleri" gibi bir anlayışı hakim kılar, o pilotun havada selametle uçmasını, görevini yapmasını sağlayan teknik ve idari diğer personele üvey evlat muamelesini reva görürsünüz.

Türk Silahlı Kuvvetleri günü olarak kutlanan 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonuna, TSK'nin belkemiğini oluşturan astsubayların da katılımını daha bir kaç yıl öncesine kadar aklınızdan bile geçirmezsiniz. Güneydoğu'da çatışmaya gönderdiğiniz, gönderirken "biz" dediğiniz insanları, bırakın haklarının gündeme gelmesini, mensubu olduğu kurumun resmi gününe davetleri bile söz konusu olduğunda "siz" diye karşı tarafa almaktan rahatsızlık duymamayı dahi içinize sindirebilirsiniz.

Görev, resmi kutlamalar gibi vesilelerle verilen o resepsiyonlarda, elde kadeh adeta bir saraylı edasıyla boy göstererek kendinizi farklı hissetmeye çalışırsınız. Ancak  aynı görevde sizinle omuz omuza yer almış gecesini gündüzüne katmış diğer personeli davet etmek şöyle dursun, "daha neler?" tarzı bir anlayış gereği  telaffuz dahi etmezsiniz. Böyle bir yaklaşımla personelde aidiyet hissini yaratamadığınızı, varsa bile kendi elinizle yok ettiğinizi göremeyecek kadar kör olursunuz.

Göreve ilk başladığım yıllarda, gerçek resmi gördüğüm zaman söylediğim gibi, sadece ve sadece ülkenin ekonomik koşulları, istihdam yetersizliği, devlet garantisine olan mecburi yönelmelerle, özellikle astsubay sınıfına insanların talep gösterdiği gerçeğini kendinize itiraf bile edemezsiniz. Mevcut talebin yoğunluğunun sebebini, kurumu mükemmel şekilde sevk ve idare ettiğinize yorar, koşulların biraz iyileşmesi halinde, başvuru için adam bulamayacağınızı görmezden gelirsiniz.

Size telefonda bilgi veren İletişim D.Bşk.generalin çok güzel özetlediği gibi "böyle uygun görüldü" kestirmesiyle, her konuda hak-hukuk, evrensel değerler, insani haklar gibi hususları yeri geldiğinde çekinmeden göz ardı ederek kişileri "iki dudak arasına" emanet edersiniz. Bunun adına disiplin dersiniz ve "dünyanın en disiplinli ordusu" diye nitelendirdiğiniz ordunun, subay-astsubay ve uzman personel dahil olmak üzere aslında tamamen bir "küskünler ordusu" haline geldiğini göremez, son günlerde devam eden operasyonlarda hükümetin savcılarının istedikleri bilgi ve belgeye bu kadar kolay nasıl ulaştığı sorusunu kendinize soramazsınız. Haberi dinlerken yemeğini yemekte olan Sn.ALTAYLI'nın da gülerken neredeyse boğulmasına sebep olursunuz.

Farklı olmaya çalışırken, kendilerinden üstün olduğunuzu hissederek mutlu olmaya çalıştığınız o sınıfa mensup insanların, aslında sadece ve sadece sizin aynadaki aksiniz olduğunu, ancak ve ancak sizin ulaşmış olduğunuz seviyenin bir göstergesi olabileceğini düşünmezsiniz bile. "Büyük olarak onları yetiştiren, eğiten, şekil veren benim, o halde varsa bir kusur ve eksiklik bana aittir" diyemezsiniz. Sorunlarına çözüm olmak için samimi bir duruş sergileyemez, karşı tarafa yapılacak her makyajın kendi güzelliğinizden çalacağı korkusuna kapılırsınız. Benim çirkinliğime bağlı bir güzellikle avunmayı kendinize yakıştırabilirsiniz.

Sn.İLTER,

Başında da söylediğim gibi, talep edilen haklar sadece yukarıda anlatmaya çalıştığım bir zihniyetin şekil verdiği çarpık sistemin ortaya çıkardığı sonuçlardır. Bugün bu hak talebi karşılığını görür ve bazı düzenlemeler yapılır mı bilemem. Yapılsa dahi, bu zihniyet devrimini gerçekleştiremezse Türk Silahlı Kuvvetleri, bugün sorunun adı derece/kademe olur, yarın başka bir şey.

Sorunun tek çözümü, TSK yönetim kademesinin ve günü geldiğinde o yönetimde söz sahibi olacak takipçilerinin bu olgunluğa erişmesinden, belli normları yerleştirebilecek irade ve samimiyeti göstermesinden geçiyor.

Amerikalı, bizdeki karşılığı "Başçavuş/Kıdemli Başçavuş" olan "Chief/Master Chief" rütbesine ulaşmış personelini nereye koyacağını bilemiyor. Yeri geldiğinde bilir kişi, yeri geldiğinde tek yetkili, yeri geldiğinde ayrı bir makam odası veya benzeri ayrıcalıklar tanıyabileceği bir personel olarak görüyor. Bizim TSK idaresi ise, aynı rütbedeki bir astsubayı, kendisinden 15 sene kıdemsiz bir astsubayın yerine atayabilme başarısını(!) gösteriyor. Bunu yaparken, "madem böyle, niye rütbe veriyorum ben bu insanlara?" diye sormayı akıl bile edemiyor. Eğer, bu sistemin daha akılcı, daha doğru olduğunu iddia ediyorlarsa o halde Amerika niye Amerika, Türkiye niye Türkiye?

Astsubaylar, ne bir subayın yetkilerini ne de maaşını talep ediyor. Astsubaylar sadece ve sadece, kendilerini sistem içinde yok sayan, görmezden gelen bu yakışıksız zihniyetten rahatsız. Bu zihniyet değiştiği takdirde konunun ekonomik veya sosyal boyutu zaten bir şekilde çözülecektir. Çünkü ekonomik veya hukuki sorunların böyle bir sarmal haline gelmesine sebep olan tek şey bu anlayış. "Benimle eşit olamaz, benim farkım olmalı" diyen bu zihniyet, beni kendisine ait görmesinin, benim de kendimi onlara ait görmemin önünde engel. Beni kendinden birisi görebilmeyi başarabilirse bu insanlar, zaten benim hakkımı teslim edecektir. Ancak, bu zihniyetin değişmesi için astsubayların yapabileceği çok fazla bir şey yok. Zira bu ayıp ve kusur ne mutlu ki bizlere ait değil. 

Konuya gösterdiğiniz ilgi ve samimi desteğinizden dolayı bir kez daha teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

Murat TÜLAY
(E) Kd.Bçvş.

Balcicek-ilter

İNSAN bekliyor tabii...

"Gündeme aldık, şu kadar zamanda sorunların hepsini halledeceğiz..."

Demelerini... Bir sır vereyim mi?

"Yalan söylüyorlar, sizi yanıltıyorlar, bu girişim TSK'yı yıpratma girişimidir!" gibi çıkışlar bile bekliyordum...

Dün telefonum çalınca...

Arayan Genelkurmay İletişim Daire Başkanı olunca...

Telefonun diğer ucunda bir tuğgeneral varsa... Bekliyor da bekliyor insan...

Üstelik paniğe de kapıldım...

Daha o kadar muktedir değilim astsubayların sorunlarına... ne yazdılarsa onları okuyorum, cevap yazıyorum, karşılıklı konuşuyoruz. Dün bir bugün iki durumu yani... Hani tuğgeneral sınava çekse, ya kalırım, ya paçayı zor kurtarırım...

Öyleydi halim... Ya zor sorarsa?

Beklediğim gibi olmadı...

İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Baki Kavun, "Umur Talu'yu sansürlemedik" demek için aramış... TSK birliklerinin karargâhlarında, askeri personelin kullandığı dahili ağda hiçbir köşe yazarı yer almıyormuş.

"Tarih vereyim" dedi.

"Temmuz 2011'den itibaren hiçbir köşe yazarına link vermiyoruz... "

Neden? Densiz bir soru mu? Densiz kaçtı herhalde, çünkü uzunca bir sessizlik oldu...

"Vermiyoruz" diye devam etti...

Peki 2011 'e kadar niye veriyordunuz, örneğin hangi yazarlara link veriyordunuz? Hem soruyorum, hem "Şansını zorlama Balçiçek, yapma işte!" diyorum içimden...

Yanıt kısa ve netti: "Öyle uygun görüldü!"

Peki...

Baki Bey'in aktardığına göre eğer kimseye link verilmiyorsa engellenmesi de mümkün değilmiş. İsteyen örneğin Habertürk'ün sayfalarından istediği yazara ulaşabilirmiş. "Ona engel var mı peki?" diye mırıldandım, yokmuş!

Yüzlerce astsubay niye erişemedi bilmiyorlarmış. Orası muamma!

Olsun! Ben bir problemi daha çözmenin huzuruyla(!!) telefonu kapatmaya hazırlanırken, "Bir nokta daha var!" dedi ve devam etti: "Ankara'daki şehit törenlerinin hepsi Kocatepe Camii'nde gerçekleşir. Sadece aile isterse başka yerde yapılır. 2007-2012 yılları arasında Ankara'dan 34 şehit verildi. Bu şehitlerden sadece bir onbaşı ve bir sivil memurun cenazeleri farklı camilerden kalktı. Yani bir ayrım söz konusu değil!"

Tabii bu açıklamanın benim yazımla ilgisi yokmuş

*

Tamam... Demek detaylara giriyoruz...

Dümdüz soralım mı? Lafı dolandırmadan. Ne olacak astsubayların hali?

Aralıkta bir görüşme olmuş, Genelkurmay Başkanı gerekli notları aldırmış, gerekli düzenlemelerin yapılması için bütün birimlere gerekli uyarılar yapılmış. Yani sorunlar biliniyormuş...

Aralık-ocak-şubat-mart-nisan-mayıs????

Bu düzenleme için hangi ay uygun görülecek? Ufukta belirlenen bir ay yok astsubay dostlar...

Çünkü bütün sorunlar Genelkurmay'dan kaynaklanmıyormuş... İşin birde Savunma Bakanlığı kısmı varmış... Mış... mış...

Uzun lafın kısası, Genelkurmay İletişim'e göre yazarlarla iletişim kurmakta hiçbir sakınca yokmuş! Astsubaylara ikinci sınıf muamele mümkün değilmiş...

Not 1: Yarın Söz Sende'de bütün sorunları ekrana taşıyacağım.

Not 2: "Komploya alet olmayın, askeri yıpratmayın!" diyen subaylara da söz hakkı vereceğim, vereceğim de nasıl olacak, inanın bu kadarcık köşeyle pek bilemiyorum. Bulacağız bir çözüm artık...

Yağlı kazık fantezili paşa kim?

ASLINDA sorunun yanıtı tam 5 yıl önce verildi. 28 Şubat döneminin İçişleri Bakanı Meral Akşener'i yağlı kazığa oturtmakla tehdit eden isim Korgeneral Çetin Sanver idi... Tam beş yıl önce Sabah Gazetesi'nde yaptığım röportajda Akşener bu ismi açıklamıştı. Daha doğrusu ben bu ismi sormuştum, o da yalanlamamış, "Bana gelen bilgiler bu doğrultuda, bu arkadaşı işaret ediyor!" demişti.

Aynı ifadeyi iki gün önce savcılığa da tekrarladı. Bir İçişleri Bakanı'na, üstelik bir kadına böyle bir tehdit savuran o militer ve maço bakış açısını o gün de anlamam mümkün değildi, bugün de değil.

KAYNAK: HABERTURK

Sayfa 1 / 2
genclige-hitabe

Son Yorumlar

Son Eklenen Mesajlar

SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN Her şeyin gönlünüzce gerçekleşeceği; sağlık, başarı ve mutluluk dolu nice yıllar diliyoruz. SİTE VE ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ YÖNETİMİ
Pazar, 31 Aralık 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Baş öğretmenimiz ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsında tüm öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN... Demokrasinin, adaletin, huzurun ve refahın hakim olduğu nice öğretmenler günü kutlamak dileklerimizle sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Cuma, 24 Kasım 2023
SİTE-ASB.GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMIZIN KAHRAMANI, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU, EBEDİ ÖNDERİMİZ VE BAȘKOMUTANIMIZ BÜYÜK DEVRİMCİ GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü BEDENEN ARAMIZDAN AYRILIȘININ 85. YILINDA SAYGI, ÖZLEM VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ... RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN. 10 KASIM 1938 ! Bir devre damgasını vurmuş, dünyanın gidişatını değiştirmiş, yalnızca ya...
Cuma, 10 Kasım 2023

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ