Saygıdeğer Meslektaşlarımız
Bir önceki yazımızda ülkemize olan sadakatimizi terimiz, kanımız ve canımızla ispat ettiğimizi, talebimizin hiç bir zaman imtiyaz ve ayrıcalık olmadığını, ama bize anayasa ve AİHS' de belirtilen haklarımızın esirgendiğini, ön yargılarla tahakküme varan sosyal ve ekonomik haksızlıklara uğratıldığımızı, kurumumuza olan saygımız nedeniyle "kol kırılır yen içinde kalır" dediğimizde de bu kez kanadımızın kırıldığını, bu haksızlıklar karşısında artık susmayıp yasal haklarımızın savunucusu olacağımızı belirtmiş, yapılan çalışmalar sonucu gasp edilen bazı haklarımızın iadesi yönünde olumlu bilgiler aldığımızı size duyurmuştuk.
Bizim tek yasal temsilcimiz olan TEMAD’ın eski yöneticileri ne yazık ki bizim bu rüzgarımızdan faydalanamadılır. Üstelik, sayıları bir elin parmakları kadar olan yandaşları ve statükodan vazgeçmeyen, postal zihniyetinden kurtulamayan şube yönetimleri ile sürekli umutlarımızı istismar ettiler! Mücadeleye katkıdan ziyade engel oldular. Lokal işletmeciğini topluma hizmet sananlara rağmen, özverili arkadaşlarımızla amatör bir ruhla ama kararlılıkla sesimizi duyurduk. Bir çok taşın yerinden oynamasını sağladık.
TEMAD seçimlerinde bu zihniyetin değişmesi bizim kararlılığımızın bir başarısıdır. Sn.Ahmet KESER başkanlığındaki yönetim göreve gelir gelmez özverili bir şekilde çalışmaya başladığını “az laf çok iş” prensibi ve kararlılıkla haklı taleplerimizi Genelkurmay ve siyasiler nezninde savunmaya ve sonuç almaya devam ettiğini biliyoruz.
(Bu sitenin üyelerini tenzih ediyoruz. Sizler zaten bu sitenin üyesi olarak mücadeleye destek çalışmalarına katıldınız. Bu konuda kararlılığınızı belli ettiniz. Sağ olun, var olun...) Ne yazık ki, kişisel kavgaları ve hesapları olanlar, yeni seçilen bu yönetimi daha işin başında mesnetsiz eleştirmeye devam ettiklerini üzüntü ile izliyoruz! Mücadele, hislerle değil akıl, mantık ve kararlılıkla yapılır. Lütfen, bu tür olumsuzluklarda bulunanları ciddiye almayıp, yasal temsilcimiz TEMAD Gn.Merkezine her türlü maddi ve manevi desteği sunarak çalışmalarına katkı sağlayalım. Eleştirilmesi gereken konular olursa, hiç kimse merak etmesin en acımasız ama yapıcı eleştirilerimizi de yapmaktan çekinmeyiz.
Değerli Meslektaşlarımız,
Bizim yıllardır süre gelen sosyal ve ekonomik haksızlıklarımızın kısa sürede giderilmesini beklemek fazla iyimserlik olur ama biz kararlıyız. Çünkü, taleplerimiz imtiyaz değil adalet, eşitlik ve insan onuruna saygıdır.
Personelin subay, assubay, uzman jandarma, uzman erbaş statüsünde olması, görevin ve sorumluluğun farklılığını gerektirir. Göreve başlangıç derecesinin ünvana göre değil, aynı tahsile tabi personeli aynı dereceden göreve başlatılması ile sağlanır. Bizler yıllarca diğer kamu personeli için uygulanan bu eşitliği savunduk. 657 sayılı devlet memurları yasasına tabi, görev koşulları ve sorumlulukları ile bizlerle kıyaslanamayan MYO mezunu emniyet hizmetleri sınıfı, meclis setenoğrafları, ziraat ev ekonomistleri, teknik hizmetler gibi memurlar 9/2 kademeden göreve başlarken assubaylar 9/1 dereceden başlamaktadır. Bunlar ve daha bir çok sınıfa mensup lisans mezunu memurlar ise 8/1' den göreve başlarken, assubaylar 9/3 kademeden göreve başlar. Ayrıca, kendi hesabına görevde iken bu okulları bitirenler ise 'adeta cezalandırılarak!' bir derece alt göstergeden göreve başlatılmaktadır. Bu adaletsizlikleri belirtmiş, bu konuda sağduyu sahibi askeri ve siyasi yetkililerin haksızlığın giderilmesine yönelik yeşil ışık yaktıklarını sizlere müjdelemiştik.
Yıllardır, başta genelkurmay başkanları, siyasi parti liderleri ve hükümet yetkilileri tarafından verilen sözlerin yerine getirilmemesinin bizde yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle, arkadaşlarımızın kimisi bu bilgileri 'haklı olarak!' yine asparagas haber olarak değerlendirmiştir.
Kamuoyu ve ilgililere şunu bir kez daha belirtmek istiyoruz: Sitemizde yayınlanan "BİZ KİMİZ, NE İSTİYORUZ?" yazımızda talep ettiğimiz hususlar ile mutabakata varılan başlangıç ve yükseleceğimiz dereceler bize tanınan bir ayrıcalık değildir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun, 30'uncu maddesinin ortak hükümlerinde, tahsil durumuna göre memuriyete başlangıç dereceleri tespit edilmiştir. Bu derecelerde 'görevin özelliği nedeniyle' bazı hizmet sınıfları personeline üst derece ve kademeler verilmiştir. Daha ağır görev koşullarında ve sorumlulukları bulunan subay ve assubaylara aynı haklar tanınmışken Assubay okullarının yüksek okul seviyesine çıkarılması ve kendi hesabına yüksek okul bitirenlerden bu hakkın esirgenmesi adalete olan inancımızı ve kurumumuza olan aidiyet duygusunu zedelemişti. Bu hakkın iadesini büyük bir memnuniyetle karşılıyoruz.
Bugüne kadar süren haksızlıkların giderilmesinde katkıları olan siz değerli meslektaşlarımıza, TEMAD Gn.Mrk. yönetimine, genelkurmay ve hükümet yetkililerine minnettarlığımızı sunar, diğer haklarımız konusunda da aynı hassasiyetin gösterilmesini dileriz.
Saygılarımızla.
Yıl 1919 Temmuz'un 23' ü. Atatürk Erzurum Kongresini açar. Alınan en önemli karalardan biri de ulusal'cı bütün derneklerin tek çatı altında toplanmasıdır. Aynı zamanda İstanbul'da Damat Ferit Paşa Kabinesi iş başındadır ve M.Kemal Paşa'nın bu girişimlerini adeta dünyaya jurnal etmekte "Anadolu'da karışıklık çıktı. Anayasaya aykırı olarak Millet Meclisi adı altında toplantılar yapılıyor. Bu girişimin sivil ve asker görevlilerce yasaklanması gerekir." demektedir. Bunun sonucunda Atatürk'ün derdest edilerek tutuklanıp İstanbul'a gönderilmesi için bir buyruk çıkartılır.
TEMAD Gen.Bşk.lıgı Ankara'dadır. Seçimle işbaşına gelmiş olsa da Gen.Bşk. üyelerinin gözünde neredeyse yasallığını kaybetmiştir. Bir kaç muhalif grup ve bir çok Assubay devre siteleri kurulmuş hızla kendi aralarında örgütlenmekte ve muhalefet seslerini yükseltmektedir. Bazı muhalifler Merzifon'dan Ankara'ya 320 Km.yürümektedir. İzmir, İstanbul, Antalya ve Anamur'dan gelen sınıf sevdalıları bu yürüyüşü karşılamak için toplanmaktadır. Genel Bşk.lık, çözümü "Onlar, bizden degil" diyerek bertaraf etmeye çalışıp, müttefiklerine güvence vermeye çalışmaktadır.
İstanbul'da bir türlü toplanıp ulusal kurtuluşu saglayacak karaları alamayan ve tamamen müttefik devletler güdümüne giren sadece İstanbul'u, Padişah ve halifeyi kormaya ve kurtarmaya yönelik bir çalışma içine giren Ferit Paşa Hükümeti Atatürk liderligindeki Temsilciler Heyetinin aldıgı İstanbul ile Anadolu'nun irtibatının kesilmesi kararı sonrası 2 Ekim 1919'da istifa eder. Yerine aynı gün Ali Rıza Paşa hükümeti kurulur. Temsilciler heyeti A.Rıza Paşa hükümetiyle Cemal Paşa aracılıgı ile diyaloga geçer. Ulusun bagımsızlıgı ve hakları için kendilerine azami destegi verecegini taahüt eder. Bütün örgüte bunu bir bildiri ile iletir. Yeter ki İstanbul Hükümeti Ulusal güçlerin kendisine yardımcı olması için kuruldugunu kabul etsin. Kendilerini müttefik devletlerine "Onlar muhalifler,bizden degiller." diye jurnallemesin.
TEMAD Gen. Mrk.nin bir türlü radikal kararlar alarak gittikçe karmaşık bir hal alan sınıfsal sorunlarımızı çözememesi tabanda huzursuzluk yaratır. Bunun dogal sonucu olarak kurulan sitelerden biri öne çıkar ve TEMAD Gen.Mrk.ne "Biz size yardımcı olmak için varız. TEMAD bir deniz olsun bizler de O'na akan dereler olalım. Birlikte kurtaralım bu sınıfı." diye bir deklarasyon yayınlar. Ancak Genel Merkez iktidarda olmayı yedi düvelle savaşabilme gücü olarak algılar. Kimi üyelerini ihraç eder kimi duayenlerini küstürür...
Uzun ve kutsal bir isyandan sonra ülke kurtulur. Padişah İngilizlere sıgınır. Cumhuriyet kurulur. Bir çok dogu ülkesi bu inanılmaz zaferi örnek almaya çalışır.
TEMAD olagan seçimlere gider. Başarısız iktidar devrilir. Yeni bir yönetim kurulur. Eski yönetim Ankara dışına çıkamadan Dernekler masası yakalarına yapışır. Eski Genel Başkanın yanında hızlı savunucuları M.E.'ler yoktur. Ki kendisine şu "mesel"i verebilsin.
Ve... Perde kapanır...
Bizleri temsil etmekle görevli olup kendi kişisel ikballerini düşünen yöneticiler, hayat bu akıp gidiyor işte. Düne kadar o hak etmediğiniz koltuğu işgal edip yüz binlere acılar çektirerek, umutlarını çalarak sekiz yıl oturdunuz.
Söylenenlere, yazılanlara hiç önem vermediniz. "Ne dersem o" bakış açısı ile yönettiniz. Demoklesin kılıcı gibi, ihraç makanizmasını sürekli kullanarak mualif gördüğünüz insanları bir bir yok etmeye çalıştınız!
Yıllardır bir şey vermeden o koltuğu işgal ettiniz! Bir çok taraftarınız arz-ı endam ederek etrafınızda dolaştı. Bizler yazarak, konuşarak ikaz ederken, riyakarca o sahte sözlere kendinizi inandırdınız. "Ben neymişim be abi" edaları ile kendinizi emekliler komutanı zannedip bizleri yönetmeye çalıştınız. Size "birlik olalım. Bu bayrak yarışını birlikte kazanalım. Derecemiz, kadememiz konusunda olmazsa olmazlarımız şunlardır" diyerek, sizin ve yönetiminizin yanlışlıklarını www.emekliassubaylar.org sitemizde ifade ettik.
Seçimin yapılması sonucunda bu zihniyete "dur" denilmiştir! Saygı ile karşılamak yerine hâlâ yeni planlar peşindesiniz! Arkadaşlarımıza görevi, bilgi ve belgeleri teslim etmekten imtina ettiniz! Teslimin ve net bir şekilde görülen olumsuzlukların bir çok soru işaretleri ile dolu olduğunu gördük!
O tarihlerde teslim sırasında hesaplarda akıl almaz soru işaretleri ile dolu olduğu ve bunun ilgili kuruma duyurulması gerektiğini biliyorduk!...
Yine de, bir meslektaşımız olarak güç durumda kalmanızı istemeyiz. İnşallah aklanırsınız. Görevi devralacak arkadaşlarımıza bilgi ve belge vermeyi (belki de olmadığı için) esirgeyip zamanını yeniden seçilebilmek için site kuranlar, batan gemiyi terk edip şimdi ' sütten çıkmış ak kaşık gibi' ortalıklarda dolaşanlar, bu toplumun vebalinin büyük olduğunu anlayacaksınız!
'Özverili, kişisel hesaplardan uzak başkanlarımızı tenzih ederek' bir çok başkanımıza bu konuları yalvarıcasına yazarak; bu statükocu ve kişisel hesaplara dayalı zihniyetin sona ermesi gerektiğini ifade etmeye çalıştık.
Sadece lokal işletmeciliği yaparak bunu savunan ve bunları "çooookkk şeyler yaptık. İşte listemiz. İşte duvarlarımız. Badanaları. İşte yeni masa örtülerimiz" diye hava atanlar, assubay mücadelesine büyük katkılarda bulunanları "klavye başında ahkam kesmek"le suçlayanlar, neredesiniz?
Sayın Temad Yönetimi, Genel Merkez sitesinden bu konu hakkında açıklama yapmalıdır.
Atilla ABAYLI
Genelkurmay Başkanı Org. Özel "disko cezası"nı kaldıracak Askeri Ceza Kanunu'ndaki değişiklik için harekete geçti. Disko'nun yerine verilecek ceza da belli oldu!
Disko cezası nedeniyle geçen yıl Türkiye'yi 9 bin 500 Euro tazminata mahkûm eden AİHM kararlarını dikkate alan Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel, erlere komutan inisiyatifiyle koğuş cezası veren Askeri Ceza Kanunu'nun (ACK) yeniden incelenmesi için emir verdi.
Kanunda yeni bir düzenleme yapılana kadar disiplin suçu işleyen erlere disko cezası yerine izin cezası verileceği öğrenildi. Firar, emre itaatsizlik, nöbet talimatlarına uymamak suçlarını işleyen asker cezasını odada değil, çarşı iznini garnizonda geçirerek çekecek.
AİHM, geçen yıl verdiği kararda askeri disiplin cezalarının yargı denetimine kapalı olmasının yapısal bir sorun olduğuna da vurgu yaparak, Ankara'dan bu soruna çözüm üretmesini istemişti. AİHM, çözüm yolu olarak, Türk yargı sistemine askerlerin özgürlüklerinin elinden alınmasını gerektiren askeri disiplin cezalarının hukuksal güvenceye sahip bir otorite tarafından verilmesi veya kontrol edilmesini önermişti. 2007'de Er Ersin Pulatlı idari işleme giren oda hapsi cezası yargı kararlarına kapalı olduğu için AİHM'ye başvurmuştu. Disko cezasını insan haklarına aykırı bulan AİHM, geçtiğimiz ağustosta Türkiye'yi 9 bin 500 euro tazminat ödemeye mahkum etti. Garnizonu izinsiz terk ettiği iddiasıyla komutanı tarafından 7 gün disko cezasına çarptırılan Pulatlı'yı haklı bulmuştu. AİHM'nin gerekçeli kararında, askerlik hizmeti sırasındaki hapis cezalarının ve bunlara itirazların, yetkili ve bağımsız yargı organları tarafından verilebileceği yorumunu yaptı. ACK'nın 171. maddesi disiplin amirlerine tutuklama yetkisi veriyor. Yüzbaşıdan itibaren tüm amirler, astlarına, 3-7 gün oda ve katıksız hapis cezası verme yetkisine sahip. Genelkurmay 171'inci maddeyi de mercek altına alacak.
Not.Haberi ulaştıran muhabirimiz Sn.İsmail DAMAR'a teşekkürler
KAYNAK:http://www.haber365.com/Haber/Genelkurmay_Diskolari_Kapatiyor/1932'de fakir düşmüş bir ailede, Fahri-Mahbube çiftinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. İstiklal savaşı sırasında Kâzım Karabekir Paşa'nın emrinde çalışan babası, 4 yıl askerlik yapıp memleketine döndüğünde harap olan evinin onarımı için İstiklal Madalyası'nı satmıştır. Anne ve babasının okuma yazması olmaması sebebi ile kitap içinde bulunmayan bir evde büyümüştür. 1939 Erzincan Depremi'nde ablası, ağabeyi ve kardeşi depremde ölmüş, annesi, babası ve kendisi yaralı olarak kurtulmuştur.
Dinle ilgilenmeye başlaması üzerine eserleriyle tanıştığı Said Nursi ile bizzat tanışmak için 1957'de Emirdağ'a giderek Said Nursî'nin talebeleri arasına katılmış, daha sonra Erzurum'da sohbetine katılarak tanıştığı Mehmet Kırkıncı'ya da talebe olmuştur. Fethullah Gülen ile tanışıp ona talebe olması 1970'lerdedir. 1972'de ordudan emekli olan Okçu Nurcu kimliği sebebi ile birçok kez üstlerine şikayet edilmesine karşın çalışkanlığı ve bilgisi onun ordudan atılmasını önlemiştir. Ancak, askeriyede birçok defa da mahkeme kararı ile olmasa da komutan emri ile hapis cezası almıştır.
1959'da Şermin Hanım ile evlenmiş ve bu evliliğinden Osman ve Ayşe adında iki çocuğu olmuştur. 1967'de haftalık İttihad Gazetesi ile yazı hayatına başlayan Okçu, kendini gizlemek ve kitaplarını korumak adına Hekimoğlu İsmail müstear adını kullanmayı tercih etmiştir. "Hekimoğlu İsmail" adının tanınmasını sağlayan Minyeli Abdullah romanı kitaplaşmadan önce 1967'de İttihad Gazetesi’nde yayımlanmıştır. 2009 itibari ile 80'den fazla kez baskısı yapılan, yüzbinlerin okuduğu Minyeli Abdullah romanını hem ordudan, hem de cemaatten, hem de ailesinden gizli olarak ve parası yetmediği için çöplükten topladığı kâğıtları kullanarak yazdığını ifade etmektedir. 1969-1974 yılları arasında Yeni Asya Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapmış, 1975'te Sur Dergisi'ni çıkarmıştır. 1975'te Ahmed Günbay Yıldız ile birlikte Türdav'ı, 1982'de ise birçok ortakla beraber, şu anda başında oğlu Osman Okçu'nun bulunduğu, Timaş'ı kurmuştur. 1988'den beri Zaman Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapmaktadır.
Kimliği ortaya çıkmasının ardından 163'üncü maddeden yargılanmıştır. Minyeli Abdullah romanı 1986'da toplatılıp sonra serbest bırakılmıştır. 26 Ocak 1987 tarihli duruşmasında bu roman ile devlet düzenine karşı çıkmakla suçlanmıştır. Yazıları sebebi ile 11 defa hakkında soruşturma açılmıştır. Zaman'dakki "Demek ki öyle..." başlıklı, Harp Okulları sınavına İmam Hatip Lisesi'ne gittiği için kayıt yaptıramayan gençlerin ve ailelerinin durumlarını konu aldığı yazısının ardından Türk Ceza Kanunu’nun 159. maddesini ihlal ettiği sebebi ile 1 sene mahkumiyet cezası almış, infaz yasası gereği cezasında indirime gidilmesi üzerine 1992'de Şile Kapalı Ceza ve Tevkifevi'nde 72 gün hapis yatmıştır. Birkaç kere DGM'ye çıkarılan Okçu, 1994'te 15 yıl ağır hapsinin istenmesine karşın delil yetersizliğinden beraat etmiştir.
3 Şubat 2002’de Eyüp Sultan Camii’nde beyin kanaması geçirmiş, komadan kurtulup evine getirilmesinin ardından 1 Mart 2002'de ikinci defa beyin kanaması geçirmiştir. Kendisine müdahale eden doktorların yüzde 5 yaşama şansı vermesine karşın hayatta kalmış ancak vücudunun sol tarafı felç olmuştur. 10 Haziran 2009'da mide ve bağırsak rahatsızlığı nedeniyle yeniden hastaneye kaldırılmış ve yeni bir ameliyat geçirmiştir.
Romanlar hakkındaki görüşlerini "Şimdi ben dünyayı görmüşüm. Bir Çin’e gitmedim. Grönland Adası’na bile gittim. Sıcak sular fışkırıyor, buzların arasından. Avrupa’yı Avrupa yapan, romanlardır. Müslümanların romanları olsaydı, bu kötü hallere düşmezlerdi. Çünkü, romanda her şeyi söylersin, diğer kitaplarda söyleyemezsin." şeklinde ifade eden Okçu,[10] 1980'lerin sonunda aynı adla sinemaya da aktarılan "Minyeli Abdullah" romanı ile İslamî kesimde 1970’lerde "Hidayet Romanları" da denilen bir akımın başlamasına ve bu kesimde romanın yaygınlaşmasına sebep olmuştur.
Eleştirmenler tarafından edebî değeri hâlâ tartışılan Minyeli Abdullah romanı hakkında "Ben roman yazmadım, ben dertlerimi yazdım, ister beğensinler, ister beğenmesinler." diyen yazar, romancılığını "Ben dünyanın en büyük romancılarından biriyim. Kitlelere tesir etmişim. İnsanları sürüklemişim peşimden. İnsanları ağlatmış, güldürmüşüm. Bir nesli ayağa kaldırmışım. Minyeli Abdullah bir lokomotiftir. Minyeli Abdullah’tan sonra, yüzlerce roman yazıldı. Ama tutturamadılar tabii. Neden tutturamadılar? Geldim, gittim demekle roman olmaz. Ben roman yazarken, oturup ağlıyorum. Ağlıyorum hüngür hüngür. Gözyaşlarım kağıda dökülüyor." şeklinde anlatarak, roman yazarlığı hakkındaki görüşlerini "Ağlayarak yazmayan okuyucuyu ağlatamaz. Yüreği yanmayan başkasının yüreğini yakamaz. Sırça köşklerde ayak ayak üstüne atarak roman yazılmaz. Bir işe talip olan insan yanacak, kavrulacak ki bir tesir bıraksın. Dinim, imanım, milletim, vatanım diye feryat edecek. Eğer bu aşk ve şevkle bir kitap yazılmışsa okunur." sözleri ile ifade etmektedir.
"İdealist, Müslümanları ayağa kaldırmak için yazılmış bir kitaptır." diye anlattığı "Müslüman ve Para" isimli kitabı üzerine Turgut Özal'ın önemli ekonomi kurmaylarından Adnan Kahveci kendisini arayarak kitabı okuyup, çok hoşuma gittğini ve kendisiyle mutlaka tanışmak istediğini belirtmiştir. Adnan Kahveci'nin bu konuşmadan 15 gün sonra trafik kazasında vefat etmesi üzerine bu buluşma gerçekleşmemiştir.
|
|
|
Saygıdeğer Meslektaşlarımız,
Biz yıllarca bu ülkeye ve ordumuza sadakatimizi terimiz, kanımız ve canımızla ispat ettik. Talebimiz hiçbir zaman imtiyaz ve ayrıcalık olmadı ama anayasal hakkımız olan adalet, eşitlik bizlerden esirgendi! Ön yargılarla tahakküme varan sosyal ve ekonomik haksızlıklara uğratıldık! Kurumlarımıza olan saygımız nedeniyle "Kol kırılır yen içinde kalır" dediğimiz de, bu kez kanadımızın kırıldığını gördük.
"Bu site ve üyelerinin maddi ve manevi katkıları ile" Sabah gazetesine Temad imzası ile verdirdiğimiz ilanla artık haksızlıklar karşısında susmayacağımızı kamuoyu ve ilgililere deklara ettik. Özverili arkadaşlarımızla yaptığımız çok yararlı çalışmalarla kendimizi, haklılığımızı anlatma imkanını bulduk. Basında yüreğinde adalet, eşitlik ve insan onuruna saygısı olan yazarlarımızın da desteği ile sesimizi duyurduk. Ne yazık ki bizim yasal temsilcimiz Temad bizim bu rüzgarımızdan faydalanamadı! Çalışmalarımıza destek bir yana köstek oldular. 9 yıldır derecemizden, kadememizden haberdar olmayan, topluma bir tek başarı sunamayan eski Temad yönetiminden kurtulmayı başararak mücadelede en önemli adımlarımızdan birini gerçekleştirdik. Sırada lokal ve postal zihniyetinde olan statükocu şubelerin yönetimlerinin değişmesi vardır.
Mevcut Temad yönetimine olan güven ve saygımız devam ediyor. İş başına geldikten sonra yetkililer nezninde başarılı çalışmalara imza attılar. Bizlerin de bu konudaki yıllardır süren çalışmaları sonucu, başta Genelkurmay olmak üzere haklılığımız tescil edildi. Haklı ve yasal taleplerimizin kısa sürelerde çözümlenerek, TSK çalışma barışının, saygının, sevginin, aidiyet duygusunun yeniden tesis edileceğine inanıyoruz...
Personelin subay, assubay, uzman jandarma, uzman erbaş statüsünde olması, görevin ve sorumluluğun farklılığını gerektirir. Göreve başlangıç derecesinin ünvana göre değil, aynı tahsile tabi personeli aynı dereceden göreve başlatılması ile sağlanır. Bizler yıllarca diğer kamu personeli için uygulanan bu eşitliği savunduk.
Yeni Temad yönetiminin de aynı düşünceyi savunmasını, çalışmalar sırasında görev yardımcılarımız uzmanların da tahsil durumlarına göre aynı dereceden başlayıp yükselmelerini talep etmelerini bir vefa örneği olarak memnuniyetle değerlendiriyoruz.
Genelkurmay yetkililerinin de yıllarca yapılan bu haksızlığı önleme konusundaki gayretlerinin sonuç vermekte olduğu konusundaki duyumlarımız meslektaşlarımızın hizmet verimliliği, moral motivasyonu ve kurumumuza saygısını sağlayacaktır.
Bizim ekonomik haksızlıklarımızın çözümündeki anahtar, başlangıç ve son yükseleceğimiz derece ve kademe ile ilgilidir. Bu TSK personeline verilen bir ayrıcalık değildir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 30'uncu maddesinin ortak hükümlerinde tahsil durumuna göre memuriyete başlangıç dereceleri tespit edilmiş, bu derecelere görevin özelliği nedeniyle bazı hizmet sınıfları personeline üst derece ve kademeler verilmiştir. Daha ağır görev koşullarında ve sorumlulukları bulunan subaylar için üst derece uygulaması varken bu hak assubaylar, uzman jandarmalar ve uzman erbaşlardan esirgenmiştir.
Bugüne kadar süren haksızlığın giderilmesi adaletin ve eşitliğin sağlanmasında gerekli duyarlılığı gösterenlere,destek verenlere sonsuz teşekkürlerimizi sunuyor bir an önce gerçekleşmesini diliyoruz.
Saygılarımızla.
TSK'da bir devir daha sona eriyor... Bir süredir demokratik ülkelerde olduğu gibi sivillerin kontrolüne sokulan, atılan demokratikleşme adımlarıyla siyasete karışmasının önüne geçilen TSK; bu kez kendi içinde çok ciddi bir demokratikleşme adımı atıyor:
Haberturk.com'un haberine göre, yıllardır şikayet edilen ama yine yıllardır değişmeyen "orduevlerinde rütbe ve sınıf ayrımı" uygulaması son buluyor. TSK'ya ait sosyal tesislerdeki yemek salonlarında, kuaförlerde, plajlarda rütbe farkı ortadan kalkıyor. En basite indirgersek, "Subay Kuaförü," "Üst subay Kuaförü," "General Kuaförü" tabelaları iniyor!
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel'in emri ve Genellkurmay II. Başkanı Org. Hulusi Akar imzasıyla ilgili birimlere gönderilen "Sosyal Tesislerin Kullanımı" konulu o yazı ele geçirildi.
İşte, Genekurmay Başkanlığı'ndan 16 Ocak 2012 tarihinde gönderilen ve "Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları arasındaki dayanışmayı artırmak, moral ve motivasyona katkıda bulunmak" amacıylaorduevleri, askeri gazinolar, sosyal tesisler ile TSKözel, özel/yerel ve kış eğitim merkezlerinde yapıldığı vurgulanan yeni düzenlemeleri içeren o belgede yazanlar:
Bugüne kadar, subay orduevine giren bir subay, kıdem ve rütbesine göre ağırlanıyor, bölümlemeler de buna uygun yapılıyordu. Mesela bir üsteğmen, üstsubay yazılı bölümlere giremiyor ve generaller kendi salonlarına, lokantalarına sahip oluyordu. Hatta asansörleri bile farklı olabiliyor, üzerinde de o asansörün hangi rütbeden askere ait olduğu belirtiliyordu. Daha da ötesi, aynı farklılıklar eşler ve aile fertleri için de geçerliydi. Eş ve ailelerin faydalandığı kuaförler, plajlar bile statülere göre ayrılıyordu. Mesela yan yana bulunan üç bayan kuaförünün üzerlerinde "Subay Kuaförü," "Üstubay Kuaförü," "General Kuaförü" yazıyordu..
Sözkonusu yazıyla işte bütün bu ayrımlar ortadan kalkıyor. Rütbe ayrımlarını belirten her türlü yazı ve tabelalar siliniyor. Bu, orgeneral ve teğmenin artık aynı masada yemek yiyeceği, çay içeceği anlamına geliyor.
Orduevleri, askeri gazinolar ve sosyal tesislere ilişkin 20 Ağustos 2000 tarihinde yayınlanan yönetmeliğin 3. bölüm, 10. maddesinde sözkonusu yerlerden kimlerin faydalanabileceği ise şöyle belirtiliyor:
Madde 10- Ordu evleri, askerî gazinolar ve sosyal tesislerden;
Emekli astsubay Altıntaş, Koşaner'in istifasının ardından Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturan Orgeneral Necdet Özel'e 'Asker, arkadaşını satmaz' deyince mahkemelik oldu.
Alican Uludağ
Cumhuriyet/Ankara- Orgeneral Işık Koşaner’in istifasının ardından Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturan Orgeneral Necdet Özel’e çektiği telgrafta “Necdet Paşa maşallah soyadın gibi özelmişsin. Asker, arkadaşını satmaz” diyen emekli Astsubay Osman Altıntaş’a dava açıldı. “Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret” etmekle suçlanan Altıntaş’ın 2 yıla kadar hapisi isteniyor.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit ve Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay, hükümet ile YAŞ’ta yaşanan terfi krizinin çözülememesi üzerine emekliliklerini isteyerek, görevlerinden ayrılmışlardı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan, bunun üzerine Jandarma Genel Komutanı Necdet Özel’i önce Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na, ardından Genelkurmay Başkanı Vekilliği’ne getirmişti. Ağustos ayındaki YAŞ toplantısında da Özel, Genelkurmay Başkanlığı’na asaleten atanmıştı.
Necdet Özel’in Genelkurmay Başkanlığı görevini kabul etmesine sinirlenen emekli astsubay Osman Altıntaş, 27 Temmuz 2011 günü Çanakkele PTT Merkezi Müdürlüğü’ne başvurarak, Orgeneral Özel’e telgraf çekti. Ankara Başsavcılığı’nın hazırladığı iddianameye göre Altıntaş, telgrafında Özel’e şu ifadelerle tepki gösterdi:
“Tayyip orduya el koydu, aradığı adamı buldu, ama hülle ile gelen hülle ile gider. Necdet Paşa maşallah soyadın gibi özelmişsin. Zıplayarak çıktın. İnşallah inişin öyle olmaz. Asker arkadaşını satmaz. Hani Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları kederde, tasada, kıvançta birdi. Bu sözlere artık kim inanır. Bir Arap atasözü okudum şöyle diyor: Makam oturana şeref vermez. Makamda oturan liyakatli ise, makamı şereflendirir. Görev talep edilmez. Görevi tayin edilir. Ya Hilmi Efendi gibi uydu olursun ya da seni de silkelerler. Merak etme yolda bırakanın yoldaşı olmaz.”
Genelkurmay Başkanlığı’nın suç duyurusunda bulunması üzerine, soruşturma başlatıldı. Soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Savcısı Orhan Kılıç’ın hazırladığı iddianamede, Osman Altıntaş’ın söz konusu sözlerle Orgeneral Özel’e “hakarette bulunduğunu” kaydetti.
Özel’in “Müşteki” sıfatıyla yer aldığı iddianamede, emekli astsubay Altıntaş’ın Türk Ceza Yasası’nın 125. maddesi kapsamında “Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret etmek” suçundan cezalandırılması istendi. Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülecek davada Altıntaş, üç aydan iki yıla kadar hapisle yargılanacak. İddianamede, hakaret suçunun kamu görevlisine yönelik olması gerekçesiyle cezanın alt sınırının bir yıldan az olmaması da talep edildi.