×

Uyarı

JUser: :_load: 932 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

basina-corap-ormek

Zavallı halkımızın düştüğü duruma bir bakın. Bir yıl öncesine kadar sarmaş dolaş olduğumuz Suriye ile şu an savaşın eşiğindeyiz. Hükümetin, muhalefetin ve halkın da bildiği gibi biz Suriye’nin iç işlerine haksız olarak karışmaya başladık. Çünkü bölgedeki güvenliğimiz için bize böylesi bir görev verilmişti.

Sonra böylesi sorunlu olduğumuz bir ülkeyi tahrik etmeye başladık. Bu ülkenin sınırları içine uçaklarımızı soktuk. Sorunlu olduğumuz ülkede onurunun gereğini yaptı ve uçağımızı düşürdü. Şehit olan pilotlarımız hükümetin bölgesel oyundaki rolünün kurbanı oldular. Şimdiler de uçaklarımız sınır bölgesinde harıl harıl sınıra yaklaşan Suriye unsuru arıyorlar. Sözde karşılık verilecekmiş. Amaç gerilimi savaş noktasında arttırmak…

Ancak Suriye yönetiminin politikaları çok akıllıca. Öncelikle Türkiye’nin hasmane tavrına çok kırgınlar. Türkiye Hükümetinin mezhep temelli hareket ettiğini söylüyorlar.

Türkiye Cumhuriyet tarihinde hiç görülmediği kadar gerçekçilikten ve bölge ülkesi olmaktan uzak hareket ediyor. Kendini dünya devi gibi görüyor. Haritaya bakıp yerini ve coğrafyasını görmüyor. Halkından bu kadar uzak dış politika üreten bir iktidara halk hiçbir şey sormuyor.

Türkiye Hükümeti son yıllarda dünyada bir çok iktidara nasip olmamış bir sivil diktaya doğru hızla gidiyor. Hükümete bağlı yargı, asker ve güvenlik güçleri var. Dindar bir nesil yetiştirileceği resmen beyan ediliyor. Tek tip insan modelinin planlamaları yapılıyor. Kadınlara pozitif ayrımcılığın geldiği nokta çok dikkat çekici. Resmen vajina bekçiliği yapılıyor. Üniversite gençliği tamamen apolitize edilmiş durumda. Basın kapitalizmin kuralları ile disipline ediliyor. İş dünyası eskiden iktidardan nemalanırdı. İktidar ise Atatürkçülük altında milleti inim inim inleten militarist bir zihniyetin gölgesinde yaşıyordu. Şimdilerde iş dünyası ya Fettullahçı ya da Süleymancı…

Türk Silahlı Kuvvetlerinin belkemiği astsubay ve uzman çavuşlar asgari ücret vasfı seviyesinde personele çevrilmek isteniyor. Kaliteli, kendini yetiştirmiş, mesleki birikimi yüksek, dünya görüşü modern olan insanlar bu kadrolardan itiliyor. Düşünmeyen bir ordu yaratılmak isteniyor. Küllerinden var olmaya çalışan ve kendi onurunun Türk Silahlı Kuvvetlerinin onurunu yükselteceğini düşünen bir avuç Astsubay ve Uzman Çavuş haykırıyor.

“TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ, EKONOMİK HAKLAR KULLANILARAK BÖLÜNÜP, BİR REJİM ORDUSU HALİNE GETİRİLMEYE  ÇALIŞILIYOR. TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN YÖNETİCİ KADROLARI ARİSTOKRAT KONUMLARININ SAĞLAMLAŞTIĞINI DÜŞÜNEREK BU SENARYOYU GÖRMEZDEN GELİYORLAR. DEVRİMCİ, HALKÇI, DEVLETÇİ, MİLLİYETÇİ, LAİK VE CUMHURİYETÇİ BİR YAPILANMA, ÜMMETÇİ, DOĞMATİK, DİN TEMELLİ BİR YAPILANMAYA ÇEVRİLMEK İSTENİYOR. MAALESEF BU YAPILANMANIN TEMELİ KURULDU. DUVARLARI ÖRÜLDÜ. SIRADA ÜÇÜNCÜ AŞAMA VAR. TEK TİP HALK YARATMAK.”

Zavallı halkımız, zavallı etkisiz elemanlar, zavallı bir öğünlük ekmeğinden başkasını düşünemeyenler, zavallı balık hafızalılar, zavallı Aziz Nesinzedeler…

07 EYLÜL 2050

Haziran 11, 2012
2050

Bugün ben seksen üç yaşındayım. Geriye dönüp baktığımda her şey ne kadar değişmiş. Biraz nostalji yapıp sizin de bildiğiniz 2012 yılına veya daha öncelerine dönmek istemiyorum. Size bugünü anlatmak istiyorum.

Gazetelerdeki haberler, mezhep, Kürt-Türk çatışmaları ve yağmalarla dolu. Bir çok yerde çeteler kurulmuş. Bu çetelerin çoğu kendi mıntıkalarını korumak için kurulmuş ancak biraz kuvvetlenenler kendilerinden olmayanlara ellerinden geleni yapıyorlar. Ülkemiz halen bölünmedi. Ancak ülkenin en sakin ve en huzurlu yerleri Diyarbakır, Van, Erzurum ve Kars eyaletleri. Ancak bu eyaletler de kendi aralarında kavgalılar. Bir çok eyalette durum çığırından çıkmış vaziyette. Antalya, İzmir gibi eyaletler Lübnan’dan daha berbat durumda. Özellikle Mersin’de katliamlar yaşanıyor. Üniversiteler okunamaz duruma gelmiş. Profesörler zaten hepsi yurtdışına kaçmış. Hiçbir eyalet Merkezi yönetime vekil göndermek istemiyor. Zira vekillerin de hiç biri merkezi yönetimde çalışmak istemiyor. Her gün merkezi yönetime yönelik suikastlar yapılıyor. Sanki eyaletler arasında kan davası var gibi… Suçlu başka bir eyaletten olunca tepkiler ve karşılıklar gecikmiyor.

Zenginlerin durumu iyi. Onlar zaten şehrin kartla girilen bölgelerinde yaşıyorlar. Güvenlik engelleri arkasında yine güzel hayatları var. Kendilerine ait helikopter pistleri ve son derece modern helikopterleri var. Varoşlardan gelenler ancak görevli oldukları yerlerin izin kartıyla ilgili yerlere giriyorlar. Varoşlar demişken, varoşlarda durum hiç iç açıcı değil. Her yerde trajedi var. Alt yapı yetersiz. İnsanlar eğitimsiz. Üstüne üstlük bağnaz ve cahil. Asker ve Polis meslekleri varoşların en çok talep ettiği meslekler. Bu mesleklere haiz olanlar her yere girip çıkabiliyorlar. En çok görülen suç ise adam kaçırma. Doğrusu çocuk kaçırma. Her gün yüzlerce çocuk kaçırılıyor. Bunların akıbeti hiç belli değil. Ancak bilinen şu ki bunların hemen hemen hepsi organ mafyası tarafından zengin hastanelerine satılıyor. Devlet bunun suç olduğunu söylese de pek kılını kıpırdatmıyor.

Bir çok televizyon kanalı var. Ancak bazı kanalları seyretmek çok çok pahalı. Ya da kapalı devre olarak belirli alanlara yayınlar yapıyorlar. Zenginler için çok çılgınca yayınlar var. Bu yayınlar sayesinde hayatları basitleşiyor. Bazı kanallarda insan ticareti yapılıyor. Beğen beğen al.

Artık fazla banka şubesine gerek yok. Bankalar iki kategoride toplanmış. Biri Müslüman bankalar, diğeri de Hristiyan Bankalar. Müslüman Bankalar daha ziyade halka yönelik çalışırken, Hıristiyan bankalar ise iş dünyasına hizmet ediyorlar. Bankalar evlere bir cihaz takıyorlar. Bu cihaz tüm abonelikleri bir arada topluyor. Bankadan bu kartı satın alanların yıllık tüm ödemelerini banka yapıyor. Elektrik, Su, Hayat sigortası, sağlık sigortası, Araç sigortası, Televizyon, telefon, internet, v.b...

Sokaklarda insanların kıyafetleri çok tezat oluşturuyor. Bir kısım insanlar kara çarşaflar ve paltolar ile gezerken, bir kısımları ise neredeyse her yerleri ortada dolaşıyorlar. Her ikisi de özgür. Ancak bu özgürlüğün altında sanki bir rol biçme anlayışı mevcut. Üstü başı aşırı açık gezenler tamamen fakir ve fuhuş yapan insanlar. Kapalı olanların altlarında ise son model arabalar var.

Tüm bunlara rağmen merkezi yönetim elinden geleni yapıp ülkeyi bir arada tutmaya çalışıyor. Başarıyor da… Nasıl mı? Bu başarıya şaşırmamak lazım. Biz dokuz yüz yetmiş dokuz yıldan beri tüm tezat uygulamalara rağmen ayakta değil miyiz?

Biraz ilginizi çeker diye teknolojiden bahsedeyim. İnsanlar artık haberleşmek için çok değişik yöntemler kullanıyorlar. Herkesin kolunda bir bilezik var. Bu bilezikleri takınca ellerindeki cep telefonları çok büyük anlam kazanıyor. Sevdiklerinin ve kendilerinin yerlerini öğrenmek istediklerinde, nabızlarını ölçmek istediklerinde, para harcamak istediklerinde, bir yere gittiklerinde referans gerektiğinde hep bu bilezikleri kullanıyorlar. Devletin vücuda kodlamış olduğu TC numarası sayesinde bu bilezikler başkalarının elinde hiçbir şekilde görev yapmıyor. Doktora bile gitseniz doktor sizi değil bileziği muayene ediyor. Akıllı bilezik uygulaması devlet tarafından yapılıyor. Ancak bazıları buna çok muhalif. Özel hayatın ihlal edildiğini söyleyenler, antidemokratik diyenler var.

Dünyadan bahsetmek gerekirse yine hiç hoş şeyler olmuyor. Bir çok ülkede küçük kıyamet kopmuş gibi. Neredeyse nüfusu olmayan ancak eski uluslar arası kurallarla denge unsuru olduğu için ayakta duran halksız devletler var. Mısır’da Hüsnü Mübarek’ten sonra ve Libya’da Kaddafi’den sonra kırk yıldır iktidar kavgaları var. Halkın yarısı açlık ve kıtlıkla boğuşuyor. Kara sınırlarımızın en uzun olduğu Ülke artık Suriye değil, İsrail… Suriye ve Kuzey Irak’ta işgal altındaki topraklarda İsrail askerlerine karşı taş atan çocuklar var. Amerika bildik Amerika… Rusya bildik Rusya…. Ve Avrupa bildik Avrupa….

Tabii ki merak etmişsinizdir. 2050 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri nasıl acaba diye? Her şeyden önce Türk Silahlı Kuvvetleri değil. Adı değişti. Anadolu Federal İslam Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri. Ordumuz gerçekten çok güçlü demek isterdim. Ancak hiç de öyle değil. Birkaç kişi yine dünyanın en disiplinli ordusuyuz diye komik komik konuşuyor. Ancak yanımızda İsrail var. Tüm silahlarımızın patenti onların elinde.

Ara sıra milli silah bulduk diye hemen haber yapılıyor. Ardından bir tatbikat yapılıyor. Sözde İsrail’e gözdağı veriliyormuş. Sözde İsrail’in saldırısına karşı hazırlık yapıyoruz. Ne de olsa İran üçe bölünüp sorun olmaktan çıkarıldı. Sıra bize gelmişti. Yani İsrail bizimle kedi fare gibi oynuyor.

Orduda hissedilir derecede huzursuzluk var. Özellikle assubaylar çok rahatsız. Şimdilerde yeni bir etkinlik başlatmışlar sosyal medyadan seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Kırk yıl önce istedikleri şeyin aynısını istiyorlar. Onurlarını istiyorlar. Ama çok inandırıcı değiller. Bence çoğunun onurdan falan haberi yok. Sadece biraz zam istiyorlar. Bir kıdemli Başçavuş, teğmenin maaşını alamıyormuş. Bir emekli astsubay Asgari ücretli emekliden 100 TL fazla alıyormuş. Bir emekli Albay, emekli assubayın altı katı maaş alıyormuş. Geçen yıllar boyunca her şey kötüye gitmiş. Miş. Miş. Miş…

Paralı askerlik uzun süredir uygulanıyor. Eskiden tüm vatandaşlar askerlik yapardı. Şimdi para ödeyip askerlik yapmama uygulaması gelince, yani kısacası kışlalar fakir askerle dolunca askerlik koşulları da değişti. Kantinler kapatıldı. Zaten kantine gidip para harcayan asker yok. Yemeklerin kalitesi düştü. Zaten ne versen yiyiyorlar. Değişmeyen tek şey yine askere giderken “ En büyük asker bizim asker” şehit olunca da “ şehitler ölmez vatan bölünmez.

Gelelim bana… Ben kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü bunca olaya ve hastalıklara rağmen hâlâ yaşıyorum. Gerçekten şanslı mıyım? Evet şanslıyım. Çünkü hayat yine de güzel…

TEŞEKKÜR

Mayıs 23, 2012
ahmet-keser

Sayın TEMAD Başkanım, Siz TEMAD Başkanı seçildiğiniz zaman doğrusu çok sevindik. Sizi tanımıyorduk ancak eski TEMAD  Başkanımızdan kurtulmak bizim için yeterliydi. Ancak şu an geriye doğru gidip tekrar günümüze kadar baktığımızda size bir borcumuzun olduğunu düşünüyorum.

Size TEŞEKKÜR EDİYORUM.

Çünkü siz;
  • Bilgi donanımınızla göz kamaştırıyorsunuz.
  • Kullandığınız üslup doğrusu çok etkileyici. Sorunlarımıza çok uzak olan biri sırf sizi dinlemek için başka kanala geçmez.
  • Sorunlarımızı çok güzel dile getirdiğiniz gibi, ayrıca erdemli bir dünya görüşü sergiliyorsunuz.
  • Hâlâ daha başıma bir şey gelmesin korkusu ile dolaşan yaşlı emekli assubaylara da çok güzel bir cesaret örneğisiniz.
  • Arkanızda sizin kadar değerli ve sizi doğru yönlendiren bir Yönetim Kurulu olduğunu düşünüyorum.

Tüm bunların ışığında sizleri tebrik eder, başarılarınızın devamını dilerken, bir lidere kavuşmanın verdiği sevinçle Onur Mücadelemizi şereflendirdiğiniz için minnettarım.

Saygılarımla…

oyak-zengin-yapacak

Sayın meslektaşlarım son aldığımız duyumlara göre OYAK Erdemir’i On milyar Dolara satacakmış. 205 Sayılı OYAK kanununa göre bu para 2012 yılında üyelerine dağıtılacakmış. 20 yıllık birikimi olan bir üye yaklaşık yüz bin TL bu satıştan kar alacakmış.

Haber çok güzel değil mi? Ama maalesef asparagas. Haberi de ben yaptım. Sakın kızmayın. Hayallerinizle oynamak istemiyorum. Dikkati bazı noktalara çekmek istiyorum.

TEMAD Başkanımız şahsen benim en çok hoşlandığım üslubu konuşuyor. Kast sistemine son verilmesini istiyor. Ayrımcılıkları halka şikayet ediyor. Yerinde örnekler veriyor. Kimi zaman uçuş brövelerini, kimi zaman da hastaneleri anlatıyor. Ölülerimizin kalktığı camilerdeki ayrımcılıkları anlatıyor.

Ancak bazı meslektaşlarımız TEMAD Başkanımızın söylemlerini sanki çok gereksiz şeyler söylüyormuşçasına eleştiriyor. Eleştiri tabii ki olacaktır. Sonuçta hepimizin paradigmamız farklı farklı olabilir.

Biz değerlerden söz ediyoruz. Sayın Umur TALU yıllardır bizlerin haklarımızın savunuculuğunu yapıyor ise bu assubayların özlük haklarının arttırılması için değildir. Sayın TALU sorumlu bir yazar ve vatandaş gibi davranarak, insani değerlerden yola çıkarak olması ve olmaması gerekenleri anlatmaktadır. Bunu yaparken tıpkı yolun ortasında çamura yıkılmış bir insanı görüp kaldırmak veya kaldırmamak ikileminden birincisini tercih etmiş bir anlayışa sahiptir.

Emekliassubaylar sitesi ile 2007 yılında tanıştım. Hemen hemen yeni kurulmuş bir site idi. Çok yazdım çizdim. Bazı arkadaşlarımız mücadelenin belirli safhalarında istemeyerek de olsa devam edemediler. Bazılarımız hala mücadeleye devam ediyoruz. Mücadelemiz Assubayların diğer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının haklarına sahip olabilmesi idi. Biz bu mücadeleye ONUR MÜCADELESİ dedik. Zaman zaman oluşumlar yaptık. Kampanyalar düzenledik. Sayımız aslında çok değildi. Bir garip insanlar topluluğu kadar azaldığımız zamanlar da oldu. Bizim söylemlerimiz TEMAD eski yönetimi tarafından kabul edilmedi. Üstüne üstlük TEMAD eski yönetimi bizlerle mücadele etti. Bazılarımız dernekten ihraç edildik. Bazılarımız iftiraya uğradık. Sanal kahramanlar ile gözdağı verildi. Mücadele ateşimizde derleyici toparlayıcı olduk. Sorunlarımızı toparladık. Haklılık gerekçelerimizi toparladık.TEMAD eski yönetimini Emekli assubaylar kamuoyuna şikayet ederek onları işgal ettikleri yerden uzaklaştırılması için çaba sarfettik. Çünkü onlar camiayı bir avuç memnun insanlar kulübü gibi yönetiyorlar, suya sabuna dokunurmuş gibi yaparak oyalıyorlardı. Herşeyden önce kendileri iyi niyetli olsalar da kapasiteleri yeterli değildi.

Bugün geldiğimiz nokta şudur. Emekli assubaylar ne istediklerini eskisinden daha iyi biliyorlar. Ancak hak odaklı olanlarımız da var, hakları bir tarafa bırakarak maddi kazanım odaklı olanlarımız da… Bunları bir arada birleştirmemiz gerek. Bunun için TEMAD’a güvenmek gerek. İnanınız TEMAD her ikisinden de söz eder. Yeter ki komplo teorilerine TEMAD’ı alet etmeyelim. Edenlere de prim vermeyelim.

Bu yazımın başlığıyla ilgili olarak tekrar affınıza sığınıyorum. Daha önce de aynı şeyi yapmıştım. Amacım yazının okunmasını arttırmaktır. Neye niyet neye kısmet… Belki birkaç kişiye daha fazla ulaşıp OYAK haberlerini taramaktan öte bir şeyler anlatabilmişimdir.

Yoksa şöyle bir matematiksel hesap yapmak değil amacım. Bir Köşe yazısı ortalama 1000 Kişi tarafından okunur. Ancak konu para olunca 4000-5000 Kişi tarafından okunur. Bu demektir ki 1000 Kişi hak peşinde kalanı para peşinde… Haşaaaa…….. Sümme haşaaaa…………..

Saygılarımla…

SEVİNDİK

Mayıs 10, 2012
sevindik

Biz Assubaylar için tarihte ilkler yaşanıyor. Mayıs 2012 Tarihini hiç unutmayacağız. Basın bizden daha önce hiç söz etmediği kadar söz ediyor. Televizyonlarda tartışmalara konu oluyoruz. Aslında özlemle beklediğim bu gündeme gelmeye bazen alışkın olmayan bünyem tepki gösteriyor. “Acaba…” sözcüğü kafamın bir köşesinde duruyor ancak onunla ilgili bir cümle kuramıyorum.

Bir hak mı aldık? Hayır. Ama başka bir şey oldu. Bizden bahsediyorlar ve sonunda “haklılar” diyorlar. İnsanın sorası geliyor “Haklıysak daha önce neredeydiniz?” Ancak beklemeden onlar soruyorlar. “-İyi de o kadar yıllık sorunlarınız varken neden şimdi ortaya çıktınız?

Bu soruların arkasında sanki kafalarınca inandıkları bir cevap varmış gibi… Bazı kesimler kendince bir komplo teorisinin küçük piyonları olarak görüyor bizi. Tabii ki içimizden bazıları da bu teoriye inanıyor.

Oysa biz…

  • Ne kadar zaman çaba sarfettik derdimizi anlatabilmek için…
  • Ne kadar çok yazdık çizdik.
  • Ne kadar çok e-mail gönderdik.
  • Ne kadar çok kaldırım eskittik.
  • Ne kadar çok boynu bükük geri döndük.

Bu kadar sesimizin gür çıkmasında en büyük faktör tabii ki zaten dolu olan bardağın üstüne konan bir damla idi. Neydi o damla? Biz hak ve adalet mücadelesi verirken subaylara yapılan zam. Derken sahneye TEMAD Başkanımız çıktı. Açıkçası benim ağzımı açık bırakan bir performans sergiliyor. Bir çoğumuzun da aynı düşündüğünü zannediyorum. Bir hafta öncesine kadar TEMAD’ın eylemsizliğine karşı yavaş yavaş yükselen homurtu yerini bir tebessüme bıraktı.

Bu sevinci tarif etmek lazım. Nasıl bir sevinç bu diye düşünürken aklıma geldi. Kronik bir hastanın yeni gelişmiş bir ilaçtan haberdar olması gibi... Alışık olmadığımız bir ilgi ile karşı karşıyayız. Bazen bizi umutlandırıyor. Bazen de hüzünlendiriyor. Bazen sanki gündem değişiverecek ve gündemden düşüvereceğiz diye korkarken, bazen de alışık olmadığımız gündemi meşgul etmenin rahatsızlığı içindeyiz. Kısacası hiç alışık olmadığımız bir tecrübe ile karşı karşıyayız ve sık sık birbirimizi uyarıyoruz. Ammmaannn haaaa…. Falana filana angaje olmayalım.

Bu gece Okan Bayülgen’in “Kral Çıplak” programını izledim. Sohbet o kadar hoş ve her şeyi açıklayan bir havadaydı ki Sayın Okan Bayülgen’i ve Sayın TEMAD Başkanımız Ahmet Keser’i tebrik etmek gerek. CNN Türk’te Tarafsız bölge vardı. Kendimce bir iki Twit de oraya gönderdim. Sayın Ahmet Hakan Harp Okulu Mezunu konuğuna sanırım gelen twitlerin de etkisiyle bir soru sordu. Emekli assubayların hukuksal arayışları konusunda ne düşündüğünü yönelttiğinde konuğun kabul etmeyeceğini düşündüm. Ancak konuk gayet açık yüreklilikle “Assubaylar haklıdır. Türk Silahlı Kuvvetlerinde kast sistemi maalesef vardır.” Dedi.

Göründüğü kadarıyla  her şey güzel gidiyor. Haklı olduğumuzu söylüyorlar. Ancak bu haklılığın sonucunda “haklısın ama alacağın yok.” Deyip bir Bizans oyunu oynarlarsa şaşmamak gerek. Sonuçta bu topraklarda “Bizanslılar” da yaşadı.

İçimden gelen bir his tam kırılma noktasında olduğumuzu söylüyor. Hükümet ufak tefek adımlar atıyor. Genelkurmay mecburen de olsa sesimizi duyuyor. Ancak biz iki yıl önceki sözde astsubay devrimini çok iyi biliyoruz. Sonuçta rütbe bekleme süresi uzatılmış ve nöbetten düşme süresi böylece daha ileri alınmış oldu. Maalesef biz bir el uzatıldı diye sevinirken, o el bizi daha aşağıya itmişti. Şimdi daha güçlüyüz ancak daha dirayetli olmamız gerek. Şu an küçük bir adımla bizi geçiştirmeyi planlıyorlar. Hükümet bizim temsil tazminatı almamıza hiç sıcak bakmayacak. Genelkurmay Başkanlığı maalesef bir mantalite değişikliğine gideceğe hiç benzemiyor.

Bizim sorunlarımız birbirinden ayrı değildir. Tamamen birbiri ile alakalıdır. O nedenle temel bir düzenleme istiyoruz. Bu havayı yakaladık. Lütfen bunun peşini bırakmayalım.

TEMAD Başkanımızın seslendirdiği konulara önce biz inanalım. OYAK’ta, Sosyal Tesislerde ve özlük haklarında bir iyileştirme istiyorsak bu gücümüzü 926 sayılı kanun ve hakları düzenleyen Anayasadan alıyoruz. Bu çıkışımız için bizi hâlâ daha iyileştirme yapıyor görüntüsüyle kandırmaya çalışan bir yapılanma ile karşı karşıya kalabiliriz.

Lütfen TEMAD Başkanımıza inanalım. Komplo teorileri üretmeyelim. Tabii ki bizim bu hareketimizi kullanmak isteyenler de olacaktır. Eeeee ne yapalım. Demokrasilerde böyle şeyler de oluyor. Biz sıkı durursak onlara da ekmek çıkmaz.

Anlaşılıyor ki Başkanımız sorunlarımızı iyi anlatıyor. Anlayanlar da iyi anlıyor. Gerisi uygulama yapacaklara kalmış. Bizim arkamızda geri döneceğimiz bir köprü yok. Biz “Kral Çıplak” dedik. Biz sıkı durmaz isek önce bizim isteklerimizi sulandıracaklar. Sonra da bu “Kutsal Mayıs Hareketini” bir yeniçeri ayaklanması gibi sunacaklar.

Saygılarımla…

yeni-anayasa

Arkadaşlar duydunuz mu? Yeni anayasa yapacaklarmış. Bu anayasa yapılınca bireysel özgürlükler artacakmış. Özgüven artacakmış!

Sayın arkadaşlar anayasa yapıp bireysel özgürlükleri arttıracağını  söyleyen hükümet ve iktidar yanlısı medya astsubay sorunlarını  yok sayıyor. Neden mi? Çok basit. Menfaatleri için. Aksi taktirde Sayın Başbakan kendisi assubayların sorunlarını bildiğini ve haklı olduklarını zaten açıklamış idi.

İhtilal anayasasıymış! O anayasa gidecek gelecek menfaat anayasası. Gerçekten yeni anayasa yapacak olgunluğa erişmiş bir iktidar öncelikle halkın sorunlarına ayırt etmeden eğilir. İşine gelmediği zaman sağır ve dilsiz olmaz.

Nerede O ağlamuk suratlı ve aynı zamanda Jandarma Assubayı çocuğu Bülent ARINÇ. Neden susuyor?

Nerede o Menderes’in izinden giden kahraman başbakan?

Neredesiniz?

Orada kimse var mı?

Adaletin terazisini dengelemeye çalışırken bir keseye Ergenekon öbür keseye para koymak size yakışıyor mu?

Biz assubaylar aynen TEMAD Genel Başkanımızın anlattığı şekilde zor durumdayız.

Biz assubaylar aynen Genelkurmay Başkanımızın yaptığı şekilde baskı ve tehdit altındayız.

İnanmıyorsanız takla atalım mı? Yoksa oynayalım mı?

ASSUBAY OLMAK

Nisan 28, 2012
assubay-olmak

Mesleğe başladığımda Assubay olmakla aslında ne olduğumu içten içe sormuştum. Statüm kariyerim neydi? Kısa bir anıyla anlayıvermiştim her şeyi…

Henüz Assubay Çavuş idim. Bir teğmen ile arkadaş olmuştum. Beraber gezerdik. İkimiz de aynı gemide çalışıyorduk. Onun diğer teğmenler varken benimle arkadaşlık etmesi, benim de diğer assubaylar varken onunla arkadaşlık etmem doğrusu o zamanlar bana çok sıra dışı gelmemişti. Farkındalıkları öğreneceğimizin ilk derslerini almaya başlamıştık.

Arkadaşımla limanda geziyorduk. Sonra kamarada sohbetler ediyorduk. Onun kamarası dört kişilik idi. Benimki 46 kişilik. Kamarasında bazen çay içer ve tost yerdik. Asker hemen getirirdi. Ama benim kamarama hiç girmezdik. Diğer subay ve assubaylardan oluşan arkadaşlık ortamlarına pek girmezdik. Aramızda alınganlık veya kırılganlık yaşansın istemezdik. Aramızdaki farklılıkları sessizce geçiştirirdik. Bir gün beraber otururken aklına yapması gereken bir iş geldi. “-Gel gidelim diğer gemiye arkadaşların yanına, hem şu işi halledeyim hem de beni beklersin.” Dedi. “-Tamam” dedim biraz ürkek, biraz korkakça… Sonra diğer teğmenlerin bulunduğu diğer gemideki arkadaşlarının yanına gittik. Ben assubay çavuştum. Onlar teğmen idi. Sohbetleri çok hoşuma gitse de onlar ve ben sanki ayrı dünyaların insanı olmalıymışız gibi bir kabulleniş içime sindiği için kendimden nefret etmiştim. Bir an önce kurtulmalıydım bu kompleksli halimden. Kurtuldum da… O gün sohbet esnasında yine bir sürü tost ve çay geldi. Yedik içtik. Gemide çalışanlar bilir ne demek istediğimi. Bir assubayın kamarasına böyle bir servis yapılması imkansızdır. Yatakları bile asker nizamı gibidir. Ancak teğmenlerin kamarası o kadar şamatalıydı ve o kadar özgürdü ki… Arkadaşım ve ben statüko denilen, insanları birbirinden uzaklaştıran bir nehirin ayrı kollarına doğru akıyorduk. Ona kızmak istiyordum ancak kızamıyordum. Çünkü hangimiz farklı davranabilirdik? Hangimiz sunulan imkanları dirseğimizle itebilirdik? Başlama aşamasındaki bir arkadaşlık hafif hafif, havada uçuşan bir tüy gibi yok oldu gitti.

Meslek hayatı bizi yavaş yavaş pişiriyordu. Derken tayin oldum. O zamanlar Assubay Kıdemli Çavuştum. Yani insanın yeni yeni kolundaki rütbesini hissettiği, Assubay çavuşluk korkak ve ürkekliğini atarak, ataklaştığı yıllar geldi. Şakalar ve sohbetler arasında gençlik yılları başlamıştı. Ancak tokat bu… Nereden ne zaman geleceği belli değil.

Yeni tayin olduğum Ankara’da kulaklığımı takıp otururken ihtiyar yaşlı, aklı başında yüzlerce kişinin üzerine amir diye konulan bir teğmen odamıza girdi. Botlarını gıcırdata gıcırdata yanıma geldi. “- Revire çıktın mı?” diye sordu. “-Evet çıktım. Geldim.” dedim. “-Benimle gel” dedi. Ben de kulaklığımı çıkardım ve bir mahkum misali peşine düştüm. Sonra Land Rower’a bindik. Hiç konuşmuyordu. Beraber revire gittik. Doktora beni gösterdi. Doktor teğmeni azarladı ve “Hayır be adam. Ben sana ne diyorum, sen bana kimi getiriyorsun?” diye teğmene çıkıştı. Anlaşıldığı kadarıyla gözlüklü olmam sebebiyle tarif üzerine oraya getirilmiş yanlış biriydim. Teğmen oracıkta beni bırakıp beraber geldiğimiz arabaya atladı ve gitti. Ben Ocak ayında, yerde yarım metre kar var iken revirden birliğime kadar olan yaklaşık iki kilometre yolu yürüyerek tekrar görevime başladım. İlk saatlerde “ne olacak delikanlı adamım.” Dedim. Ancak daha sonra neye yanacağımı şaşırmıştım. Kırılan onurum ve gururuma mı? Soğukta yürüdüğüm yola mı? Hastalanıp faranjit olup yediğim iğnelere mi?

Sonraları ilgi alanlarım değişti. Artık filmlerdeki başrollerdeki artistlere bakmıyordum. “Rüzgar gibi geçti” filmindeki Bayan O Hara veya Clark Gable değil, uyuyan beyaz bayanların yataklarının başındaki yelpaze sallayan zenci çocuklar dikkatimi çekiyordu.

Rafet El Roman’ın sahne performansındaki vokalistlerin başarısını alkışlıyordum. Ekmeğimi en küçük ve en az satan bakkaldan almaya çalışıyordum. Arkadaşlarımla yaptığım tartışmalarda asla ve asla kişilerin etki veya nüfuzlarını düşünmeden direkt doğru bildiğimi fütursuzca söylemeyi öğrenmiştim. Kalıpların çevrelerini öğreneceğim gençlik yıllarında kalıpları yıkma isteğim aslında kendi durumuma bir isyandan ibaretti. Evet ben artık assubay olmuştum.

Sonra kendi kurallarımı koymaya başladım. Kanunlar, yönetmelikler ve benim uygulamalarım… Karar almıştım ve yapacaktım. Veee yaptımda…

Vatan görevini yapmaya gelmiş anne baba kuzularına en şefkatli ve en arkadaş yanımı gösterecektim.

Onların eğer harçlıkları olmayanları varsa destek olacaktım.

Üzüntülü zamanlarında espriler yaparak onları güldürecektim.

Ve yıllar işte böyle geçti…

Geriye dönüp baktığımda artık ben değil, biz vardık.

Çünkü bu yaşadıklarımı her assubay yaşamıştı.

Çünkü çevremdeki bir çok assubay ya cebinden şeker çıkarıp askerlere dağıtır, onlarla şakalaşır, ya da muhakkak bir derdine ilaç olmaya çalışırdı.

Galiba Assubay olmak buydu.

Saygılarımla…

BRİFİNG

Nisan 18, 2012
brifing
Komutanım, Emekli Assubayların anayasal haklarını ileri sürdükleri söylemleri hakkındaki brifingimi arz ediyorum.

Komutanım, Emekli Assubaylar bildiğiniz gibi rütbeli iken olabildikleri kadar etkilidirler. Ancak son zamanlarda Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik asimetrik saldırı yapanlar emekli assubaylardan da faydalanmaktadırlar. Özellikle mali konular bahane ederek, her konuda Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta yapısını hedef almaktan çekinmeyen artan dozda bir eleştiri söz konusudur.

Komutanım, önce bu yapılanmayı daha sonra da, mücadele yöntemleri konusunu anlatacağım.

Emekli Assubaylar bildiğiniz gibi TEMAD çatısı altında dernekleşmişlerdir. Ancak dernek bu yıla kadar yüzde yüz bizim kontrolümüz altında idi. Seksen yedi şubesi olan bu dernek aslında şube sayısı kadar güçlü değildir. Bu dernek faaliyetlerini ağır aksak idare edebilmektedir.

Emekli Assubaylar birazcık da internet sayesinde kendi aralarında değişik yapılanmalar altında toplanmaktadırlar. Bunlardan en göze çarpanı ise Emekli Assubaylar Güçbirliği Platformu'dur. Bu platform kurucularının yanı sıra bu platforma otomatik olarak kendini ait gören emekli assubaylardan oluşmaktadır. Sayıları aslında çok fazla değildir. Bazen kendi aralarında da derin fikir ayrılıklarına düşmektedirler. Son zamanlarda ayrılık konularını bir kenara bırakarak müşterek olarak bazı konularda fikir birliğine vararak bir takım aktivitelerde başrolü oynamışlardır. Bu yapılanmaya yakın olanlar;

  • Hukuksal yollara baş vurarak haklarını talep eden emekli assubaylara maddi destek sağlamaktadırlar.
  • Köşe yazarlarına ulaşarak kendilerince belirledikleri sözde sorunlarının gündeme gelmesini sağlamaktadırlar.
  • Gazetelere ilanlar vererek veya yorumlar yaparak taraftar toplamaktadırlar.
  • Yürüyüş, gösteri ve toplantı yapılacak her yerde en ön safta yer almaktadırlar.
  • Zaman zaman muvazzafların haklarından bahsederek Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hiyerarşisini yıkma faaliyeti göstermektedirler.
  • Siyasi parti teşkilatları ile irtibata geçip sorunlarını dile getirmek için Genelkurmay Başkanlığı haricinde alternatif arayışlar sürdürmektedirler.
  • Özellikle OYAK gibi konularda bazı hükümet çevrelerinden de destek almaktadırlar.

Tüm bu eylemleri subaylarla kendilerini kıyaslayarak, eşitlik adına yaptıklarını söylemekle birlikte zaman zaman hakarete varan üsluplar kullanmaktadırlar.

Komutanım bu oluşumlar daha fazla derinleşmeden birtakım tedbirler alınmalıdır. Direkt olarak yasaklama, hukuksal süreç başlatma veya korkutma yöntemleri daha fazla taraftar toplayacağından kesinlikle uygulanmamalıdır.

Assubaylar aslında son zamanlarda hiç olmadıkları kadar hükümetten ümitli olmuşlardır. Ancak hükümetten somut bir destek göremeyecekleri malumdur. Zira hükümet zaten Osmanlı Statükosu özlemi içerisindedir. Zaten böyle bir düzende Prusya ordularında olduğu gibi assubayın yeri yoktur. Oligarşik bir yapılanmanın içinde subayların önemi daha fazladır. Dolayısıyla Cumhuriyet döneminde haksızlığa uğradıklarından söz eden assubaylar hükümetten medet umarak, aslında yılana sarılmaktadır. Bu nedenle siyasal arayışlarına karşı bir önlem almaya gerek yoktur.

Dikkat edilmesi gereken konu köşe yazarlarına ulaşarak milletin vicdanına seslenmeleridir. Şu an bir köşe yazarı kendilerine direkt destek vermektedir. Başarıya ulaşmaları için önlerinde bir yol vardır. “Emekli Uzmanlar derneği.” Bu dernekle birlikte hareket etmedikleri sürece emekli assubaylar çok büyük bir güç oluşturmayacaktır. Tabii ki bu birleşim de bir mantalite değişikliğini gerektirir. Kendilerini bir astsubay olarak subaya yakın olarak gördüklerinden aristokratik bir düşünce hakimdir. Aksi taktirde kendilerini gerçekten Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Emekçileri olarak görerek Uzman çavuşlarla birleşmeleri halinde kamuoyunun dikkatini çekebilirler.

Emekli assubaylar Platformu'nu yok etmenin en geçerli yolu eskiden olduğu gibi TEMAD yönetimine destek vermekten geçer. TEMAD’a yardım etmek, başkan ve yönetim kurulu üyelerine birtakım taltif ve imkanlar sağlamak sanırım yeterli olacaktır. Sonuçta bunlar kabul edilirse birlikte hareket etme güçleri de yok olur. Derneğe rağmen ileri geri birtakım hareketlerde bulunanlar da hizip olarak kalır.

Konu bugünkü haliyle orta ve uzun vadede bir tehlike arz etmemektedir. Ancak özlük haklarında birtakım iyileştirmeler yapılırsa, ileride daha büyük bir tehlike olarak karşımıza çıkarlar. Bu nedenle kesinlikle özlük haklarının arttırılması önlenmelidir.

Arz ederim.

dumlupinar

Dumlupınar Denizaltısı'nın Çanakkale Boğazı'nda bizlere yaşattığı trajediden bu güne kadar tam 49 yıl geçti.  Çoğumuz o yıllarda doğmamıştık bile. Denizin dibinde milletiyle vedalaşarak canlı yayında şehit olan meslektaşlarımızla halkımızın vedasının ardından TRT Radyosunda çalınan “Ah bir ataş ver cigaramı yakayım şarkısı” ne kadar anlamlıdır!..

Yıllar geçti. Herşeyi hatırlıyoruz. 12 Eylül’ü konuşuyoruz. Asılanları konuşuyoruz. Ancak millet olarak yine konuşmaktan kaçındığımız bir konu var. Vatan toprakları uğruna toprağın altına girenler arasında ilk sırada yer alan Assubayları konuşmuyoruz. Kimine göre işkenceci, kimine göre militarist rejimin maşalarıyız. Kimine göre cahil, kimine göre sadistiz. Döktüğümüz kanlarımızı hep görmezden geldiler.

Dumlupınar denizaltısında şehit olan vakur meslektaşlarımızın  örnekleri o kadar çok ki… Tek tek saymaya kalksak sayamadıklarımıza haksızlık olur.

On yıldır gasp edilmiş anayasal haklarımızı  vereceklerini söyleyerek bizlerle dalga geçen pişmiş kelleler, bizleri diğer memurlardan ayırt ederek maddi iyileştirmelerden uzak tutarak kendi rejim muhafızlarını kurmaya çalışanlar, bizim üstümüz olma konumunu masturbasyon fantezisi yapanlar, menfaat için Atatürk’ün ilkelerini bile satabilen menfaatperestler, beş kiloluk yağ için tüm hafızasını satanlar…

Bari bir ataş verin de cigaramızı yakalım.

Saygılarımla…

KIVIRCIK

Mart 13, 2012
kivircik

Bundan yirmi yıl önceydi. Görev yaptığım Zonguldak vilayetinde hafta sonları mağazaları ve kitapçıları dolaşırdım. Emral Çarşısının hemen yanındaki Sergi Salonunda her hafta birkaç yayınevinin kitapları sergilenir ve satılırdı.

Bir gün yine kitap sergisini dolaşırken bir romana rastladım. Adı “Kıvırcık” idi. Kıvırcık romanını merak ettim. Zira daha önce de bu bölgenin insanına Kıvırcık diye bir lakap takıldığını işitmiştim. Anlatılana göre Atatürk trenle geçerken maden işçilerinin ağaç diplerinde kıvrılıp yattıklarını görmüş. Bu olaydan sonra kendisini Zonguldak’tan ziyarete gelenlere “Benim kıvırcıklarım ne yapıyor?” diyerek takılmış. Bu duyumların eşliğinde merak ettiğim bu kelimenin nerden geldiğini daha iyi öğrenmek için bu kitabı satın aldım.

Kitabı size kısaca özetlemek istiyorum. Roman 1930’lu yılları anlatıyor. Henüz taşkömürünün devletleştirilmediği dönemlerde, madenlerde çalışan işçileri anlatıyor. O yıllarda hem çiftçilik yaparak, hem de madenlerde çalışarak geçinen yöre halkının madenlere gelip gitme ve çalışma koşullarından bahseden bu romanı okurken oldukça garip hislere kapılmıştım. Bir yanda yokluk, diğer yanda cahillik…

Söz konusu roman vesilesi ile ilk kez bir meslek grubu ile de tanıştım. Maden Başçavuşluğu. Başçavuşlar maden işçilerini çalıştıran, kontrol eden kişilerdir. Yani her şeyden onlar sorumludur. İlginçtir bu başçavuşlar hiç yörenin insanlarından değildir. Hemen hemen hepsi Trabzonlu’dur. İşçilere de göz açtırmazlar. Tabiri caiz ise anladıkları dilden konuşurlar. Romanda sözü edilen yörede yaşayan işçiler yıllarca aynı işi yapıp köle gibi çalışmalarına rağmen çalışma şartlarını hiç yükseltememişler.

Hepsi maden sezonu açıldığında köyünden kopup gelip, maden ocağının karşısına kamp kuruyorlar. Yanlarında köylerinden getirdikleri un ve şeker vardır. El yordamıyla yaptıkları sığınaklarda barınırlar. Sonra maden girişlerinde isim kaydettirip çalışmaya başlıyorlar. Amaaa ne çalışmak…. Hiç emniyetleri yok. Bol bol iş kazası var. Hiçbir sosyal hakları yok. Doktor yok. Madene girerken berberler tarafından saçları sıfır numara traş edilmek zorunda. Karşı koymak yok. Yiğit köy gençleri maden ağızlarında bir yevmiye uğruna belletilmiş bir çaresizliğin içine sürükleniyorlar. Ancak kitabın bir yerinde söz edilen bir olay var ki, yöresel bir adetle ilgili. Yani Berdel. Madende ölen bir gencin kardeşini başka bir ocakta çalışırken buluyorlar. Başın sağolsun, abin göçük altında kaldı diyorlar. Genç, abisinin acısıyla yanacağına sevinçle köye koşuyor. -Yaşasın Yengem bana kaldı!...

Kitabın içinde Kıvırcığın anlamı ve nereden geldiği hiç yazmıyordu. Ancak okuduktan sonra da, okumadan önceki anlamının aynı olduğunu anlamıştım.

Saygılarımla…

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ