Mazisi asırlara dayanan milletin gözbebeği ordumuzda bir emirle ölüme gönderilen kuş uçmaz kervan geçmez dağlarda,azgın denizlerde tek kuruş fazla mesai ücreti almadan bir ayın ortalama 6-8 gününü 24 saat esasına göre nöbet,tatbikat,gece eğitimi, operasyon ve özel görevlerle kışlada geçiren otundan,bokuna,zimmetinden,nöbetine, Mehmedinden,eğitimine kadar tüm işlerin sorumlusu ve vazgeçilmezi assubayların onlarca sorunundan,adaletsizliğinden biri olan başlangıç derecesi ve adaletsizliğini bir kez daha hatırlatalım.
Her kurum kendi personelini koruyup kollarken subay dediğinde akan suların durduğu sanat enstitüsü, lise, 2 yıllık harp okulu mezunlarını lisans seviyesinde eğitim gören memurlardan bir üst derece olan 8/1'den göreve başlatan, konu assubaylar olunca daha ağır şartlarda görev yapmalarına rağmen birçok büro memurundan daha alt kademeden göreve başlatarak adalette İrlanda’lıları kıskandıran bir cimrilik uygulayan milletin ordusu (!)
Sözde büyük bir aile olan ordudaki bu adaletsizlikten öte vicdansızlık denilecek uygulamalarla moral motivasyonunu,hizmet verimliliğini ve aidiyet duygusunu yok ederek TSK yıpratmayı amaçlayanlar aynı sıvasız evlerin işçi Ali,terzi Ahmet,marangoz Hasan, öğretmen Mehmet’in çocukları arasında sevgisizlik sarmaşığı yeşertilmektedir.
Orduyu ayakta moral değil vatanseverlik duyguları ayakta tutmaktadır.
657 sayılı devlet memurları kanununda, örneğin EMNİYET HİZMETLERİ sınıfında görev yapan bekçi,müsdahdem,memur,polis amir statü gözetmeksizin bitirdikleri okula göre aynı dereceden göreve başlatılmaktadır. Eğitim öğretim hizmetlerinde ve diğer hizmet kollarında da durum aynı iken sadece TSK subay lehine adaletsizlik ısrarla sürdürülmektedir.
Öğretmenlere yüksek okul hakkı verilmesinden 20 yıl sonra milyon dolarlık silah sistemlerini kullanan, bakımını yapan üniversite mezunu erlere emir ve komuta eden assubaylar çağın gerekleri, NATO ordularındaki mevkidaşlarımızın eğitim durumu dikkate alınmadan assubaylar lisans eğitimi yerine MYO mezunu olmaları öngörülmüştür, amaç tahakkümdür.
Assubaylar kendi nam ve hesaplarına çeşitli engellemelere rağmen okuduklarında tek teşvik olan derece ve kademeden yoksun bırakmak için yüksek okul bitirenlere verilen ve hakları olan üst derecenin iptali için zamanın amiral kökenli Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün koltuğunun altına sıkıştırılan hayali gerekçelerle Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yaptırılmıştır.
Ülkede anayasaya aykırı başka bir şey yokmuş gibi açılan bu davada Cumhurbaşkanı Assubayın emsali subaydır bir üst derece verilirse aynı öğrenimi bitiren subayı 1 derece geçerek anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır örneğin maden fakültesini bitiren subay 8/1'den göreve başlamakta aynı okulu bitiren assubaya üst derece verilirse 7/1'den göreve başlayacağından anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır, kaldı ki assubayların kendi nam ve hesabına yüksek okul bitirmesine gerek yokturu emsalleri arasında temayüz edenler fakülte ve yüksek okullara gönderiliyor yalanı ile de mahkemeyi yanıltmıştır, savunmasız yargı olmaz assubayların savunması olmamasına rağmen yüce mahkeme madem assubayın emsali subaydır o halde maddenin tamamını değil “üst dereceden göreve başlatılır“ ibaresini iptal ederek subay ve assubayların aynı dereceden göreve başlamalarını onaylamıştır.
Bu yenilgiyi hazmedemeyen ön yargı bu kez devreye AYİM'i sokmuş Türk milleti adına karar vermesi gereken mahkeme amir isteği ile ASSUBAYIN EMSALİ SUBAY DEĞİL 657 SAYILI DEVLET MEMURLARI YASASINDAKİ GENEL İDARİ HİZMETLER SINIFIDIR kararı ile hukuku guguk yaparak adaleti katleden bir kararla assubayları BÜRO MEMURU statünde kabul etmiştir, Hukuksuzluk bir yana mahkemenin yasa hükmü ihdas etme yetkisi dahi yoktur. Bu ülkede adaleti katledenler ilahi adalet karşısında mutlak bunun vebalini mutlaka çekecektir.
Bazı bencil sayılabilecek meslekdaşlarımız da “9/2 beni enterese etmiyor-9/2 bize ne kazandıracak bunu boşverin tazminatlara yönelelim” şeklinde basit ve kolay yaklaşımlarla adaletsizliği adeta körüklüyerek hukuksuzluğa razı olmaktadırlar...
Bir üniforması da kefen olan assubayı görev koşulları ve sorumlulukları assubaylarla kıyaslanamayacak memurlardan değersiz görüp alt kademeden göreve başlatan zihniyeti değiştiremezseniz size hak ettiğiniz subaylara ödenen 6 tazminattan bir tekini dahi vermemekte ayak diretirler.
Adında adalet olan bir partinin genel başkanı ve Cumhurbaşkanı yıllarca yaptığımız mücadelenin sonunda televizyonlarda milyonların gözünün içine bakarak hitap ederken ve Kayseri Komando Tuğayında mubarek Ramazan günü iftar yemeğinde bu adaletsizliğin sona ereceğini müjdelemiş, sözlerini hayırlı olsun diyerek bitirdiği sözleri 2 yılı aşkın süredir gerçekleşmemiştir.
9/2 bizim kırmızı çizgimizdir, adaletsizliğin mihenk taşıdır adaleti mutlaka sağlayacağız.
Bizler, masal dinleme çağını çoktan geçtik, verilen sözleri namus sözü olarak kabul ederek Cumhurbaşkanının, Milli Savunma Bakanının ve derneğimiz TEMAD başkanının bu konudaki adaletsizliğin giderileceğine dair verdiği sözlerinin ve anamızın ak sütü gibi helâl tazminat taleplerimizin gerçekleşmesini bekliyoruz .
Assubayları unutanları Assubaylar unutmayacaktır. Saygılarımla.
Ülkemize ve ordumuza sadakatini teri kanı ve canı ile kanıtlayan adaletten başka hiçbir isteği olmayan asssubaylar ne yazıkki ordu içine çöreklenmiş ayni sıvasız evlerin çocukları olmasına rağmen kendini gökten zenbille inmiş kibir abidesi önyargılılar yüzünden sosyal ekonomik ve insani haksızlıklara tabi tutuldulur; Bunlar da çok iyi biliyordu ki astsubay olmadan bırakın ordunun savaşmasını asker karnını doyuramazdı buna rağmen tahakküme varan haksızlıklar sistematik bir şekilde devam etti. Ordu denilen sözde ailede sevgisizlik sarmaşığı bu önyargılılar yüzünden orduyu sardı sarmaladı;
Bizlerde bu haksızlıklara isyanımızı 1971-1975 eylemlerinde mesleklerini,geleceklerini riske atarak sadece adalet diyen fedakar meslekdaşlarımızla başlattık arkadaşlarımızın yaşadığı hukuksuzluklar,zamanın antidemokratik baskıları yüzünden mücadele ateşi küllenmek zorunda kaldı;
Yıllar sonra estirilen bir UMUT rüzgarını bu kez umut bağladığımız TEMAD yöneticeleri dindirmiş, siyasallaşmak suretiyle kendini sıfırlamış ve TEMAD'ın kurumsal kimliğine çok büyük bir ZARAR vermekle kalmamış verilen sözlere taahütlere rağmen haklarımızı alamayarak kendisiyle birlikte meslek camiamızın etkinliğini de sıfırlamıştır.
Bu mücadele bizim en büyük engelimiz yine maalesef küçük bir azınlık olsalar da görevde iken de olumsuzlukları ile mesleğimize zarar veren kendi meslekdaşlarımız olmuştur.
Güçlüden ve menfaatten yana olanlar korkak ve kaypak olurlar, güç merkezi değiştikçe döner sonunda fırıldak olurlar...
Bu ülkede ve bizim toplumumuzda örnek davranışlar sergileyen biri örnek alındığını takdir edildiğini göremezsiniz
Her yönetimin menfaatperest şakşakçıları olumsuzlukları,kişisel hesapları eleştiren,çözüm öneren mücadele gönüllülerine çakma sitelerde, assubay adını kullandıkları sosyal medyada zehir ve hakaret saçtılar ;Bundan ençok nasibini alanlardan biri ben oldum gıyabımda dedikodular ve sosyal medyada gerçek dışı ahlaksızlıktan öte şerefsizce hakaret ve iftiralarda bulundular kişisel hesap peşinde olan yöneticileri alkışladılar kibir,menfaat,çirkinlikler ön plana çıktı mücadelemiz büyük yara aldı astsubay sevdalısı arkadaşlarımız bu yüzden mücadele platformlardan ayrıldılar Haysiyet celladı müfteriler sonunda kendi ayıpları ile mücadele tarihinin çöplüğünde yerini aldılar dileriz bu mazlum zümrenin vebalini çekerler;
Meslek hayatım boyunca sizler gibi kesinlikle hiyerarşiden şikayetim olmadı personel sınıfının avantajı ile Şube Md.V. Maatbaa müdürlüğü, As.Ş.Ks.Amirliği,Emir assubaylığı, Em.Hiz.Kt.Komutanlığı gibi rahat ve prestijli görevler yaptım, şahsıma yapılmasada meslekdaşlarıma yapılan haksızlıklara karşı çıktım soruşturmalar,sürgün tarzında tayinler gördüm ve meslek hayatımı bü yüzden sakıncalı personel olarak tamamladım
Assubaylara önyargılarla yapılan sosyal ekonomik insani haksızlıklara isyanım nedeniyle 50 yıldır onur mücadelesine kendime ve mesleğime saygının gereği nacizane destek veren biriyim
Hiçbirzaman ben demedim; Bilmeyenlere vefasızlara kısaca hatırlatmak gerekirse assubayların özgür sesi sitenin kurulmasına, haklarımızla ilgili yüzlerce yazı, makale mail kampanyasına katkı sağladım, CUMHURİYET-MİLLİYET-HÜRRİYET-POSTA-HABERTÜRK-AYDINLIK-TERCÜMAN gibi gazetelerdeki yazı dizilerini organize ederek Milliyet blog gibi saygın internet sitelerinde yüzbinlerin okuduğu yazılar yazdım, Cumhuriyet tarihinde ilk kez AMASYA -ANKARA arasında meslekdaşımız Tuncer KÜÇÜK'ün 320km.lik haksızlıklarımızı protesto eden yürüyüşünü organize ettim ,Ulusal bir gazetede kamuoyuna haksızlıklarımızı duyuran ilanın metnini hazırlayıp yayınlanmasını sağladım,haklarını hukukta arayan arkadaşlarımızın hukuki giderlerine assubay sevdalı arkadaşlarımla destek oldum, TEMAD yönetimine de mücadelede kullanılsın diyerek milyonlarca lira destek sağlayan kampanyayı ilk bağışı yaparak başlattım,kısaca assubay adının geçtiği her yerde olmaya çalıştım ....
Bunları hiçbir zaman kişisel ikbal ve çıkar sağlamak birilerine şirin gözükmek için yapmadım tek amacım kendime ve mesleğime saygının gereğini yerine getirmekti ayrıca çabalarım kendim için değildi değerli kardeşim mücadele arkadaşım sevgili Hüseyin Savcı’nın belirttiği gibi "Taksi durağında gece bekçiliği yapan, taksi şoförlerinin “BAŞÇAVUŞ” aşağı, “BAŞÇAVUŞ” yukarı çağırdığı, “BAŞÇAVUŞ çay ver!” dediği meslektaşım için, 55 yaşında ayda 1000 liraya yürüyerek kargo dağıtıcılığı yapan, böbreklerini üşütüp, yataklara düşen meslektaşım için,2nci 3 ncü dereceden emekli olduktan sonra eşi vefat eden ve dört çocukla kalan, bulaşıkçılık, temizlikçilik işi arayan meslektaşımın eşi ve çocukları için, her birinizin gördüğü, bildiği binlerce benzer örnek için çabaladık.
Bu üç kuruşun mücadelesi değildi! Bu bir haysiyet, bu bir onur mücadelesiydi. Bu kendi emeğine, toplumunun emeğine saygınlık kazandırmanın mücadelesiydi.
Bu aynı zamanda Silahlı Kuvvetlere saygının mücadelesiydi. Silahlı Kuvvetlerle asla sorunum olmadı, her şeye rağmen bu ülkeyi ayakta tutan kurum olduğu konusunda hiç şüphem yok. Bu gün bu topraklar üzerinde emelleri olanların hedefindeki tek kurum Türk Silahlı Kuvvetleri.
Bizim hedefimizde ise; 21 nci Yüzyıl Türkiye’sine, 21 nci Yüzyıl Türk Ordusuna, çağdaş medeniyet kriterlerine, insanlığa, silah arkadaşlığına ve hatta akla-mantığa-vicdana sığmayan insani bazda ayrımcılık vardı. Birini ötekinden rütbe, makam olarak değil, “insan” olarak aşağı görmek vardı. Aynı toplum içinde emeği, katkıyı, faydayı, can yoldaşlığını, silah arkadaşlığını göz ardı edip, tüm medeni, insani değerlerin önüne statü’yü koyan hastalıklı zihniyetti hedefimiz.
Hiyerarşi her toplumda var, olmalı, olacak! Hiyerarşi; yönetim piramidi içinde her bir kişinin konumunu belirler, hiyerarşik yapıdaki konumunuz insan olarak sizi bir başkasından üstün yapmaz, ya da insan olarak bir başkasından daha aşağı da yapmaz. Bu düşüncenin sadece deri rengi siyah diye insanları köle olarak gören çağdışı ve artık topal demokrasilerin bile kabul etmediği zihniyetten farkı yoktur. Bu durum aslında Türk Silahlı Kuvvetlerinin de bir an önce tedavi edilmesi gereken iç kanamasıdır."
Bu yasal mücadele akılla, bilgiyle, hukukla olur.Hepsinden de öte, İNANÇLA olur, önce SİZ kendinize inanacaksınız. İNANÇ sahibi insanlar bir araya gelecek, güç oluşturacak, ortak akılla ve sadece toplumsal fayda esas alınarak, belki de yıllarca uğraşılacak
Tüm bunlar olsa bile akşamdan sabaha çözüm yok! Biz neredeyiz, ne yapıyoruz? Yıllardır birbirimizi yemekten öteye geçememişiz!
Değerli meslekdaşlarım yaşım yetmişi aştı Tüm özverime haysiyet celladarının müfterilerin hakaret ve iftiralarına rağmen direndim ve çok yoruldum arkamızdan gelen pırıl,pırıl gençlerin bayrağı devralacağına assubaylık mesleğinin de diğer çağdaş ülkelerdeki assubayların seviyesine geleceğine inanıyorum ve izninizle artık TEMAD çalışmalarında, sosyal medyada assubay konusundaki tartışmaların içinde olmayacağım özellikle de yeni yönetim için kolları sıvayan şer odaklarının çirkin tartışmalarına kesinlikle girmiyeceğim, bir süre daha sadece emekli assubaylar sitesinin faaliyetlerine destek verip başka bir aktivitem olmayacak...
İnsanız insanlar hata yaparlar benimde mutlaka art niyetim olmadan hatalarım, yanlışlarım olmuştur …Asla arzu etmediğim halde kırdıklarım, üzdüklerim mutlaka olmuştur,yazdıklarımın arkasındayım …
Hepimizin tanıdığı haysiyet yoksunları dışında kimseye kırgın değilim Kırdıklarımdan da özür diliyorum…Bu güne kadar amatörce yazdığım yazılarıma, çalışmalarıma destek verip cesaretlendiren karşılıklı sevgi ve saygı içersinde olduğum dostlara,meslekdaşlarıma teşekkürlerimle veda ediyorum hakkınızı helal ediniz..
Herşey gönlünüzce olsun en içten dileklerimle sevgiler ve saygılar sunuyorum; Hoşçakalın
Ersen GÜRPINAR E.Per.Kd.Bşçvş.
BU BİR ONUR MÜCADELESİDİR
Haksızlığa karşı duran, emeğinin alın terinin akıttığı kanın karşılığında
Adalet,eşitlik insan onuruna saygının gerçekleşmesini isteyen, çocuklarına aydınlık günler bırakmayı amaçlayan meslektaşım
Sicil,sürgün,ceza tehdidi ile yıllarca sustun suturuldun ,Hala susacak mısın?
Haksızlıklara tepkisizlik yeni haksızlıklara davetiyedir diyerek haksızlığa isyanını onurlu bir insan olarak haykıracak mısın?
Senin vatanseverlik duyguların istismar edildi,hiçbir talebimizde ayrıcalık yoktu
Hak ettiğimiz maaş ve tazminatların dışında ne özel lojman,ne koruma ve şöför ne eşlerimiz için Vip kuaförü ne özel dinlenme ve eğlenme mekanları ne de A tipi poliklinik talep ettik
Bizler delikanlı çağımızda akranlarımız sevgililerinin elini tutarken silah tuttuk ,onlar şarkılar söylerken bizler marşlar ezberledik;
Onlar sevdiklerine kır çiçekleri toplarken biz kır çiçeklerini terimizle kanımızla suladık
Onlar sıcak yataklarında iken biz -30 derecede dağlarda,denizlerde, kışlalardaydık
Bir ayın asgari 10 gününü nöbet,gece eğitimi,tatbikat gibi özel görevlerle bir tek kuruş fazla mesai ücreti almadan geçirdik
Evlatlarımızın doğumunda sevdiklerimizin mutlu günlerinde,acılarında yanlarında olamadık
Görev verildiğinde de, ölüme giderken de muhakemesiz hapis cezası verildiğinde de sadece baş üstüne dedik
Genç bedenlerimiz vurulurken arkadaşlarımızın kollarında vatan sağolsun dedik
Bu kadar ağır koşullarda çalışırken büro memurları ile aynı dereceden göreve başlatıldık,
Hak ettiğimiz tazminatlarımız verilmedi sosyal haklarımızda hep ön yargılar vardı
Kol kırılır yen içinde kalır dedik kolumuzdan sonra kanadımız umudumuz kırıldı
Hala susacak mıyız?
Bayramları 15 yıllık elbise ile geçirmek, torunumuza, şehidimizin yetimine bayram harçlığı verememenin ezikliğini duyarak ruhumuzda fırtınalar kopmasına izin mi vereceğiz?
Artık yeter;
Hiyerarşiye değil haksızlıklara keyfi uygulamalara karşıyız...
Bize verilen umut çeklerini bozdurmak istiyoruz karşılığı yoksa çek verenlerin gönüllerimizde yargılanmasını istiyoruz
Sosyal demokratik hukuk devletine olan inancımız zayıfladı hukukun guguk olmasını istemiyoruz
Bizlere haklılığımızı tescil edilerek verilen sözlerin tutulmasını; Genelkurmay,siyasiler ve MSB arasında tenis topu olmak istemiyoruz
Vatanseverlik duyğularımızın daha fazla istismarına izin vermeyeceğiz
Bir parmak bal yalatılarak ruhumuzdaki haksızlıklara karşı isyanımızın ateşini kimse söndürdüğünü zannetmesin
1975 yılında hak aradıkları için isyanla suçlanıp acımasızca haksızlığa çilelere mahkum edilenler bize ibret değil mücadele gücü vermektedir
Ölüme gönderenler bizleri mayın tarayıcısı makinalar değil insan olduğumuzu unutmasınlar
Biz hiyerarşiye hep saygı duyduk, mesai mevhumu gözetmeden çalıştık, ölüme terddütsüz gittik,
Vatan, bayrak ve TSK için terimizi,kanımızı canımız verdik
Ön yargıların olmadığı adalet, eşitlik ve insan onurunun ön planda olduğunu görmek en büyük hakkımızdır.
Biz hayatımızı gençliğimizi verdiğimiz TSK'nın adaleti ile öğünmek istiyoruz
Gayretlerimiz bizi her gün biraz daha saran sevgisizlik sarmaşığından kurtulmaktır
Anayasanın teminatı, peygamber ocağı ve her kuruma örnek olan TSK bizlere üvey evlat muamelesi yapmaktan vazgeçerek imtiyazı değil adalet, eşitlik ve insan onuruna saygıyı gerçekleştirmelidir.
Haklarımız için bir meşale yakarak yola çıktık. Bu yol zahmetli bir yoldur
Haksızlığa karşı duran emeğinin alın terinin, akıttığı kanın karşılığı olan adalet eşitlik ve insan onuruna saygıyı talep eden çocuklarına onurlu bir isim bırakmayı arzuluyan ömrünün son yıllarında namerde muhtaç olmak istemeyen meslektaşım …
Bu yasal onur mücadelesinin içindemi olacaksın yoksa haksızlıklarını kader olarak yorumlayıp susacak mısın? Karar senin...
* * *
Saygıdeğer Meslektaşlarım,
Umut fakirin ekmeği, ye assubayım ye …
Durun,durun hemen umutsuzluğa kapılmayın umut olmadan yaşam olmaz.
Birinci dünya savaşında birçok cephede savaşan Osmanlı’da zabitler (subaylar) şehit oldukları için bu kez onların yerine ölmesi teknik ve idari konularda joker olmaları için assubaylığı ihdas ettiler; Önceleri küçük zabit olarak başlayan meslek 1951 yılında çıkarılan yasa ile Assubay’lık tanımı ile bugüne geldi, gerçi yasanın özünde bugün dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi fırsat eşitliği ve belli bir süre sonra subaylığa otomatik terfi imkanı vardı ama ön yargılı zihniyet bunu engelledi.
Sadece engellenen bu olsa öpüp başımızın üzerine koyacağız ama bir emirle ölüme gönderdikleri TSK'yı sırtında taşıyan assubaylar ne yazık ki rakip, düşman ve üvey evlat gibi algılandı bu zihniyet sürdürüldü, güçlendi. Her kurum kendi personelini koruyup kollarken TSK bırakın koruyup kollamayı haksızlığı hukuksuzluğu assubaylara bizzat kendisi yaptı.
Hain feto ihanetinin içinde yer alan orduya sızmış şerefsiz hainler bu ayrımcılığı daha da körükleyerek moral ve hizmet verimliğini azaltmayı, aidiyet duygusunu yok etmeyi dolayısı ile orduyu yıpratmayı amaçladılar, bu deşifre edilmesine rağmen hala haksızlıkta hukuksuzlukta ısrarı anlamak mümkün değil...
Kendi kurumu bu haksızlığı hukuksuzluğu yapıp bir emirle ölüme gönderdiği assubayları klimalı ofislerde görevli memurlardan değersiz görünce bizi yeterince tanımayan kamuoyu da vur abalıya misali kendi haklarını savunurken şom ağızlarından “Assubaylar bile “ cümlesi ile söze başladılar.
Soruyorum sizlere:
20 yaşında göreve başladığımızda karamsardık 70 yaşına emekliyiz hala karamsarız hala canımızı feda etmeğe hazır olduğumuz orduya küskünüz helalleşemiyoruz, Adaleti görmeden ulu çınardan hergün birkaç yaprak bu dünyadan göçüyor. Bunun elbette bir vebali olmalı …
Temsilci olarak seçtiklerimiz istisnalar dışında kendilerini temsil ettiler,dürüstlüğün eleştirmenin eziyet, yalakalığın meziyet olduğu bir ortam yaratıp umutlarımızı desteğimizi yok ettiler.
Peki ne yapacağız kaderimize razı mı olmalıyız, haksızlıklar kader olabilir mi? Elbette hayır...
Sn.Hamza Dürgen ve ekibi göreve iyi başlangıç yaparak başladı, KESER döneminde kişisel hesaplarla siyasi ve askeri otorite ile sonlanan diyaloğu “diyaloğ olmadan temsiliyet olmaz” diyerek yeniden başlattılar bunun önemini unutmamalıyız.
Güzel gelişmeler oluyor, güvenilir bir kaynaktan aldığım bilgilere göre anamızın ak sütü gibi helal olan başlangıç derecelerimiz meclise gönderildi, tazminatlar konusu sonuçlanmak üzere, elbette sadece ekonomik sorunlarımız yok assubaylığın hak ettiği yere gelmesi için reform nitelikli ekonomik ve sosyal kararlar alınmalı bunu sağlamak için bugüne kadar yapılanlar dışında bir stateji geliştirilmelidir. Biz bugüne kadar suyu geçmek için paçalarımızı sıvıyorduk artık köprü yapmanın zamanı geldi umutsuzluğu terk edip TEMAD yönetmine destek olmak zorundayız.
Haklı taleplerimizde başarı ancak birlik beraberlik ve dayanışma ile sağlanır aksi halde şikayet etmeye hakkımız olamaz…
Tüm meslekdaşlarıma adalet,huzur ve sağlık dolu günler diliyorum.
NOT. Assubaylara yapılan haksızlığı hukuksuzluğu yasalarda yapılan hilleleri Sn.Şükrü Irbık'ın sitemizde yayınlanan ASUBAY TEFRİKASI yazı dizisinden okuyabilirsiniz
Yetmiş yaşına merdiven dayamış biriyim.
Önümde daha kaç yıl var, ya da var mı Allah bilir.
Personel sınıfı ile çok prestijli görevlerde bulundum, mesleğe girdiğim günden beri doğrularımla, yanlışlarımla, eksiklerimle, hatalarımla assubaylık mesleğinin hak ettiği değeri ve yeri bulması için kendimce görevde iken de emekli olduktan sonra da mücadele içinde oldum, olmaya da devam edeceğim.
Meslekte iken de, emekli olduktan sonra da gördüğüm bir acı gerçek; sorunlarımızın çözülmesinin önündeki en büyük engelin yine “biz” olduğumuz! Meslekte iken mesleki açısından yetersiz, kendi hak ve hukukunu bilmeyen, bu nedenle subaya yaranmak için meslektaşlarını ispiyonlayan, bir küçük menfaat uğruna meslektaşlarını satan bazı meslektaşlarımızı hepimiz gördük, yaşadık. Meslek bilgisi olmayan subay, her zaman bizi bize karşı kullandı.
Emeklilikten sonra, özellikle iletişim araçlarının gelişmesi, birbirimize ulaşabilmeyi kolaylaştırırken, bir başka sorunu da beraberinde getirdi.
Hiçbir sorunumuzun sebebi assubaylık değilken, anlamsız, mantıksız, gereksiz şekilde birbirimizle medya üzerinden tartışmaya başladık. Ne yazık ki tartışmalar çözüm odaklı olmadı, haklarımızı ihlal edenleri değil, birbirimizi tartıştık, tartışmaların ne yazık ki seviyesi düştü, hakarete, ağır hakaretlere vardı.
Hiçbir mantıklı sebebi yokken, mantıkla izah edilemezken emekli assubay, emekli assubayla mahkemelere düştü.
Asıl muhataplarımız ellerini ovuşturarak seyretti bizi, seyrediyor. Meslekteyken onların bize yaptırdığını –alışkanlıktan olsa gerek emekliler olarak biz kendi kendimize yapıyoruz.
Kendi kendime yaptığım onca telkine, dostlarımın tüm uyarılarına rağmen maalesef ben de eleştiri ve hakaretlerden tahrik olarak bu lüzumsuz, çirkin, kendime ve hiçbir meslektaşıma yakıştırmadığım bu seviyesiz tartışmaların içinde buldum.
Açıkça ve samimiyetle belirtmek isterim ki, ben de hatalar yaptım. Birçoğu sahte hesaplarla yapılan hakaretleri,gıyabımda yapılan dedikoduları "yazılanlar kişiliğin aynasıdır" diyerek önemsemedim;Ancak Ersen Gürpınar mücadelenin duayenidir, onun yazıları ile umutlanıyoruz diyenler arasında bulunan üç kişiyi affetmem mümkün olamaz.
Evladım yaşındaki bir meslektaşım benim için “Fetocu-Şeytan duayen-Yersen-Führer-Oğlan çocuğu-Ahlaksız-Sahtekar-Haşerat-Geberemedi gitti-Haysiyet celladı-Zavallı-Sosyal mastürbasyoncu-İş birlikçi-Kuş beyinli-Çirkinler-ruh hastası-Ergenlik kurbanı-Özürlü -Adam müsveddesi-Satılmış-Onursuz-Laf cambazı" diyebildi. Bu sözler beni bırakın, söyleyenin seviyesine yakıştı mı?
Astsubaya yakıştı mı?
Söz konusu meslektaşlarımla ve hiçbir meslektaşımla aramda çıkar çatışması yok, kişisel bir problem yok, sorunlarımız konusunda ben şöyle düşünmüşüm, o böyle düşünmüş, hepsi bu, nasıl olur da bu seviyelere kadar gelir, nasıl olur da bizler bu kadar seviyesizleşiriz, gerçekten izahı yok.
Sami Başkaya evimde misafir ettiğim bir meslektaşım; maddi ve manevi destek verdiğimiz TEMAD yönetiminin kişisel hesaplarını, yarattığı umutsuzluğu somut bilgi ve belgelerle eleştirdiğim için beni yıldırmak, gündem değiştirmek adına PKK destekçisi,muhbir, general yalakası gibi iftiralarda bulunması diğer meslektaşlarımıza da aynı şekilde davranması hangi değer yargısı ile kabul edilebilir?
Bir başka meslektaşım, Selçuk İÇER, eşini kaybetmiş, eşi hanımefendiye Allah'tan rahmet diliyorum, İÇER ailesine baş sağlığı ve sabır temenni ediyorum. Mahkemelerde mi karşı karşıya gelmeliydik?
Zaman zaman TEMAD Yönetimlerini eleştirirken ölçüyü kaçırdığımız olmuştur; ancak hiçbir zaman hakaret ve iftiralarda bulunmadım.
Binbir umutla seçtiğimiz yönetimlerden hep hayal kırıklıkları yaşadık. Genel Başkanlık koltuğuna oturanlar,Mücadele amacını değil lokal işletmeciliğini seçenler birdenbire bambaşka şekillere büründüler, hayal kırıklıkları yaşattılar, seksen yaşında, bastonla gelip aidatını ödeyen abilerimizi unutup, lüks otellerde boy gösterdiler. Yarattıkları umutsuzluk rüzgarı mücadelemize zarar verdi assubay sevdalısı birçok arkadaşımız mücadele platformlarını terk ettiler.
Yönetimdekiler muhalif hiçbir sesi bırakın “bu ne diyor, söylediklerinde gerçek payı var mı” diye düşünmeyi, hemen kısa yoldan, sivil toplum mantığına uymayan “ihraç” yöntemini seçtiler.
Kızdım, kırıldım, öfke kontrolü yapamadığım dönemler oldu, ama tek derdim bu toplumun bir adım ileriye gitmesiydi.
Sonuç olarak; tüm bu olanlardan dolayı üzgünüm ve kendi adıma, hatalarımın bana yakışmadığını düşünüyorum.
Herkesi de kendi vicdanı ile baş başa bırakıyorum.
Herkes kendi asaletinin, kendi kişiliğinin gereğini yapar.
Bu günden sonra, hiçbir polemiğin içinde olmayacak, hiçbir seviyesiz sataşmayı muhatap almayacağım.
Hiçbir olumsuzluk bizi yıldıramayacak, kendimize ve mesleğimize saygının gereği mücadeleye devam edeceğiz.
Assubay kamuoyuna saygıyla duyururum.
TSK düşmanlığını ve sevgisizliğini ifade etmenin bir yolu da Assubaylar üzerinden gerçekleşir.
Assubayı sadece 28 günlük askerliği sırasında tanıyanlar assubaylar hakkında ahkam keser, sözde yazar takımı assubaylarla ilgili en küçük olumsuzluğu abartarak yazarken assubayların kahramanlıkları, buluşlarını,vatan sevgisi ve insani duygularla gerçekleştirdiklerini yazmazlar çoğunu da subaya mal ederler. Bunların birçok örneğini yaşadık yaşayacağız;
Tüm bunlara ve bir emirle ölüme gönderdiği uzmanının ,assubayının haksızlığına hukuksuzluğuna sessiz kalan hatta bunun mimarı olan genelkurmay her vesile ile de ORDU BİR AİLEDİR masalını dile getirir ; Keşke TSK bir aile olabilse,keder de,kıvanç da birlikte üzülüp birlikte sevinip gururlanabilseydi…
Tüm bunlar güneşi balçıkla sıvamaya çalışanların ayıbını,vebalini gizlemeye yetmiyecek assubaylar dün olduğu gibi bugün de ülkesi ve bayrağı için terini,kanını akıtıp şehit olmaya devam edecektir
Şimdi size daha önce bu sitede yayınlanan Sn. Hakan EVRENSEL'İN "Güneydoğudan öyküler" kitabındaki bir hakimin anılarını aktarmak istiyorum. Güneydoğu''nun küçük bir ilçesinde görev yapan hakim ilçe dışındaki lojmanından görünen karakolun bir gecesini şöyle anlatır:
Lojmanımızın balkonundan o karakol görünürdü. Yaklaşık bir aydır her istihbarat kaynağından karakolun basılacağı haberi geliyordu. Üstelik baskının şimdiye kadar yapılanlardan çok daha büyük olacağı söyleniyordu. Yakın birliklerden timler getirildi, karakolun etrafına mayınlar döşendi, ağır silahlarla takviyeler yapıldı ve baskın beklenmeye başlandı.
En son gelen istihbaratta baskının saati ve baskına katılacak terörist sayısı bile veriliyordu. 22.10, beş yüz terörist. Karakol o gün basılmadı.
Bir gün sonra, bildirilen saatte cehennem başladı. Balkonumuzdan izlediğim dehşet dolu manzarada, daire haline gelmiş teröristlerin, dairenin ortasına, gecenin karanlığında ateşleri parıldayan silahları ateşlediklerini görüyordum. Karakolun, havan ve roket mermilerinin patladığı yerde olduğunu biliyorduk. Tam anlamıyla çember içine almışlardı. Lojmandan ayrılıp doğruca jandarmanın binasına gittik. Karakolun merkezi, telsizle, sürekli timlerden durumlarını bildirmelerini istiyor; dış emniyette bulunan timler de bu çağrılara cevap veriyor, havan ve uçaksavar ateşi istedikleri yerleri de tarif ediyorlardı.
Bir süre sonra telsiz konuşmaları, timlerden birinin üzerine yoğunlaştı. Timden bir türlü cevap alınamıyordu. Üst üste, defalarca çağrı yapılıyor ancak bir türlü timle irtibata geçilemiyordu. Konuşmaları takip eden askerler timden ümitlerini kesmişlerdi. Ama bir yandan da çağrılar devam ediyordu. Bir saat kadar sonra, telsizden bitkin bir ses duyuldu: "Yaralılarım var, yaralılarımı alın." Tüylerimiz diken diken olmuştu. Hemen cevap verildi. "Tamam Suat 3, sakin olun, az sonra birlik çıkacak." İlk yaralı haberi, bu saatlerdir aranan timden gelmişti. Tim komutanı konuşurken arkadan silah sesleri duyuluyordu. Herkes bu sözler üzerine yorum yapıyordu. Telsizin başındaki tim komutanlarından biri, bu timde şehit olduğundan emindi. Merkezden tekrar çağrı yapıldı. "Suat 3 , irtibatı kesme. Sakin olun!"
Cevapta bir değişiklik olmadı : "Yaralılarım var. Kan kaybediyorlar. Yaralılarımı alın!"
Ve tam bir buçuk saat, beşer dakika arayla Suat 3 kodlu timle muhabere aynen bu sözlerle sürdü : "Yaralılarımı alın" , "Sakin olun, geliyoruz." Hepimiz o time kimsenin yardıma gidemeyeceğini çok iyi biliyorduk. Karakola düşen mermi sayısında azalma olmuyor, aksine, takviye alan teröristler baskının şiddetini gittikçe artırıyorlardı.
Kimsenin, değil karakolun dışına çıkmak, mevzi değiştirebilecek fırsatı dahi olmadığı apaçıktı.
Bir süre sonra, Suat 3''ün telsizinden hırs dolu kelimelerini işittik: "Hemen gelip yaralılarımı almazsanız, karakola dönüp bölüğü tarayacağım." Hepimiz şok olmuştuk. Hemen tabur komutanı devreye girdi. Hemen hemen aynı sözcüklerle tim komutanına sakin olma çağrısı yaptı. Ama işe yaramıyordu. Tim komutanı "Yaralılarımı alın!" dışında başka bir şey demiyordu. Tabur komutanının da telsizi bırakmasıyla, bir saat kadar daha tim komutanından ses çıkmadı. Birer dakika arayla yapılan yoğun çağrılara cevap vermedi. Hepimiz tim komutanının da şehit olduğunu düşünüyorduk. İçim burkuluyor, başım dönüyor, tanık olduğum bu anlardan nefret ediyordum. Telsizin başına tim komutanının okuldan devre arkadaşı geldi. Son bir ümitle eline mikrofonu alıp, cevap beklemeden, telsizin kodlarını da kullanmadan, konuşmaya aşladı : "Devrem ben Hüseyin. Geçmiş olsun devrem. Biraz daha dayan olur mu? Bak destek timleri yola çıktı. Sana doğru geliyorlar. Devrem aman pes etme olur mu?"
Telsizin mandalını bırakıp beklemeye başladı. Hepimiz Motorola marka, duvara monteli telsiz cihazının hoparlör kısmına gözlerimizi dikmiş bekliyorduk. Ve konuştu : "Devrem, bölük komutanı nerde?" Hepimiz derin bir "Oh!" çektik. Telsizden, "İzinde devrem" yanıtı verildi. Suat 3 , artık tükenen bir sesle konuşmayı sürdürdü : "Ne olur yaralılarımı alın. Ben de yaralıyım."
O ana kadar kendisinin de yaralı olduğunu söylememişti. Hepimiz donup kalmıştık. Telsizin başındaki devre arkadaşı da bu sözü üzerine mikrofonu fırlattı ve odadan çıktı. Ben kapının hemen eşiğinde ayakta duruyor, duyduklarım ve gördüklerimle bir tarihe tanıklık ettiğimi düşünüyordum. "Ben de yaralıyım" dan sonra yine ses kesildi. Sabaha kadar hiç konuşmadı Yüzlerce kez yapılan çağrılara cevap vermedi. Artık onun şehit olduğuna ben de inanmıştım.
Gün ağarırken hepimiz yorgun düşmüş, telsizden yapılan "Suat 3, Konuşan Suat, Cevap ver!" çağrısından bıkmış halde bir köşede yığılmışken, birden telsizin mandalına basıldığını fark ettik. Telsizden silah sesleri geliyordu. Ve on - on beş saniye sonra hayatım boyunca unutamayacağım bir İstiklal Marşı dinlemeye başladım. Mandala sürekli basıldığı için bütün telsizlerin konuşma imkanı durmuştu.
Çatışmanın altında yaralı bir tim komutanının, makamıyla söylediği İstiklal Marşı'nı dinliyordum. Gözlerim dolmuştu. O ana kadar duyduğum en güzel İstiklal Marşı''ydı. Birinci dörtlüğü bitirdi. İkinci dörtlükte sesi çatallaştı. Kelimeler uzadı. Ama marşı söylemeyi bırakmadı. Bozuk bir ses tonuyla, kendini zorlayarak okumaya devam etti. Marşı bitirdiğinde, ben de bitmiştim. Hemen orayı terk ettim.
Bir daha onun sesini hiç duymadım. Toplam 22 şehidin verildiği o baskın gecesinde, vücuduna saplanmış 7 merminin acısıyla söylediği İstiklal Marşı''nı ruhuma işleten tim komutanının ölmediğine ise halâ inanamıyorum.
Duygulandınız değil mi?
Peki adından rütbesinden söz edilmeyen bu kahraman tim komutanı kimdir? Elbette Assubaydır, ama bu belirtilmemiştir. Sn. Hakan EVRENSEL ile yapılan görüşmelerde bu eksikliğin giderileceği, kitabın yeni baskılarında bu kahramanın Assubay olduğunun belirtileceği sözü alınmıştır. Dileğimiz bu öykünün bir dizide ölümsüzleştirilmesidir.
3 Nisan 1953 gecesi tatbikattan dönerken Çanakkale Nara burnunda şilep ile çarpışıp boğazın sularına gömülen kahramanlarımızı minnet ve şükranla anıyoruz .
Onlar bu vatan için canlarını feda ederken son sözleri VATAN SAĞOLSUN oldu
Dumlupınar denizaltısı şehitlerimiz geride ne acılar ne hüzün hikayeler bıraktılar Şehit olan kahramanlarımızdan bir assubayımızla ilgili hazin bir aşk hikayesi
Baba yadigari bu küçük ev onların yuvası, sevgilerinin şatosu olmuştu. Bahçede kendi ektikleri çicekleri ve meyve ağaçlarına bakarak çocuklarının birgün bu bahçede koşmalarını hayal ediyorlardı
Küçük ev İntepe ormanları içindeydi, hem maddi sıkıntılar hem de baş başa kalabilmek için balayında burayı seçmişlerdi, evin şahane bir manzarası vardı; Çanakkale Boğazı'na giren gemiler onlara serenat yaparcasına süzülerek geçiyorlardı.
Yıllar sonra yine bu evde idi, bu ev onun için bir liman bir mabet idi ;birlikte ektikleri ağaçlar kocaman olmuştu, ceviz ağacının altına oturdu boğazın maviliklerine daldı koca bir ömür yarım asır öncesini düşündü, gerçi hiç unutmamıştı ki ...
DEVAMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN : http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=171275
Ulu önderimiz ATATÜRK ve silah arkadaşlarının ülkemizi parçalayan topraklarımızı, özgürlüğümüzü elimizden alan SEVR anlaşmasını tüm mazlumlara örnek olan kurtuluş savaşı sonucu yırtıp emperyalistlerin suratına attığı günden beri bu ahlaksız vicdansız adalet yoksunu emperyalistlerin ülkemiz üzerindeki emelleri bitmedi ;
Terör örgütlerini onlar kurdu onlar besliyor ve biz 40 yıldır emperyalist maşası hainlerin kahpelikleri yüzünden çileler çekiyor evlatlarımızı şehit veriyoruz
Şehit haberlerini ne yazık ki o kadar kanıksadık vicdan sahiplerinin vatanseverlerin yüreğini yakan şehit haberleri gazetelerin 3-5 sayfalarında bazı televizyonlarda da alt yazı olarak veriliyor birçoğumuzda birkaç gün sonra unutup gidiyoruz
Ateş düştüğü yeri yakıyor, oysa o ateşi söndürmez isek o ateş gün gelecek bizim de yüreğimizi yakacaktır
Hiç şehit evinde bulunduğunuz mu ,hıçkırıklarınızı içinize gömüp boğazınız düğümlendi mi?
Allah’ım bu gerçek olmasın diye haykıranların feryadı yüreğinizde deprem yaratımı?
Evlatlar kime baba diyecek, ilk adımını atarken kime tutunacak, kiminle koşturacak ,gelinlerin kuşağını kimler saracak.hayat mücadelesinde yanında kimler olacak hiç düşündünüzmü?
Şehidin aziz hatırasını anarken en duygusuz insanların bile yüreğine bir fil otururcasına zor nefes aldığını gördünüzmü? Biz bu duyguyu yaşarken onlar neler yaşıyor hiç düşündünüzmü?
Ya o yüreği volkan gibi yanan evladını,eşini,babasını kaybedenlerin tüm metanetleri ile vatan sağolsun dediklerinde duygulanmamanız mümkün mü?
Ülkemiz için ileride büyük tehlikelere neden olacak emperyalist uşakları hainleri temizlemek için yapılan ZEYTİN DALI operasyonun da onlarca vatan evladımız şehit oldu ; Bu kahramanlardan bir uzman çavuşumuz ve meslekdaşımız Canbolat Usta’nın evladı ,evladımız üsteğmen Oğuz Kaan Usta’ın aziz naaşlarına iki ay sonra ulaşılabildi ve onları törenle cennete uğurladıktan sonra Oğuz Kaan Usta’nın baba evinde aziz hatırası anılırken Başbakan ve genelkurmay başkanımızın insani duygularla göz yaşları döktüklerini yazılı ve görsel basında ayni duyguları yaşayarak izledik;
Çok merak ediyorum Sn.Başbakan ve Genelkurmay başkanımız şehit cenazelerinde.taziye evlerinde bu kahramanların hatıralarını dinlerken onlara reva görülen haksızlıkları adaletsizlikleri akıllarına getiriyorlarmıdır ? En azından hiçbir değerin geri getiremiyeceği canlarını bu ülke için feda eden kahramanların büro memurlarından daha değersiz görülüp alt kademeden göreve başlatılmaları hak ettikleri tazminatların ödenmemesi ve diğer haksızlıklar hukuksuzluklar gözlerinin önünden geçer de pişmanlık duygusu ile yürekleri sızlarmı?
Sızlamaması mümkün değil başbakan ve genelkurmay başkanı olmak duygusuz olmak demek değildir
O halde sayın yetkililer birlikte savaşan,birbirinin kucağında şehit olanlar arasında hiyerarşi dışında ayırımcılık adaletsizlik yaşanmasın; Unutmayın adaletin olmadığı yerde hiç birşey olmaz
Biz sizlerden bizi sadece göreve ve ölüme gönderirken hatırlamanızı ,şehit cenazelerinde yüreğinizden dökülen gözyaşından ziyade adalet sözü ve uygulaması istiyoruz
Bunu sağlarsanız bizim moral motivasyonumuzu,hizmet verimliliğimizi aidiyet duygumuzu arttırıp şehitlerimizin ruhunu şad edeceksiniz aksi halde terimizin kanımızın hiçbir değerin geri getiremeyeceği canımızı n vebali üzerinizde olacaktır .
Allah şehitlerimize rahmet, ailelerine sabırlar, yaralılarımıza şifalar versin ordumuzu korusun
Fırat kalkanı operasyonundan sonra sınırlarımızın ve halkımızın güvenliği için Zeytin dalı operasyonunda 33 şehidin acısına 1 Mart günü 8 şehidimizin daha acısı eklendi; Hiçbir değerin geri getiremiyeceği canlarını vatan için severek feda eden kahramanlarımızla gurur duyduk;
Bir Mart gecesi yağmurlu sisli arazide yüremeyi zorlaştıran balçık içersinde Keltepe diye anılan 1083 rakımlı tepede emperyalistlerin yardım ve desteği ile oluşturdukları koruganlara gizlenen şerefsizlerin taciz atışları nın ardından sabaha karşı şiddetli çatışmalar yaşanmaya başladı zaman,zaman neredeyse gögüs gögüse çatışmalarda ilk şehitlerimiz verdik onlarca yaralımız vardı hainlerin mevzileri o kadar güçlü tahkim edilmişti ki havanlar bu mevzileri dağıtmaya içindeki fareleri dışarıya çıkarmaya yetmiyordu desteğe gelen helikopterimiz yara alınca çekilmek zorunda kaldı; Keskin nişancılar evlatlarımızı hedef almış onları adeta yerlerine kilitlemişti şehit ve yaralılarımız bile bölgeden tahliye edilemiyordu bu şartlarda bile evlatlarımız kahramanca direnmeyi başardılar ancak bu hainlerin inlerinin mutlaka terle bir edilmesi gerekiyordu Diyarbakır’dan 2 F16 geldi belirlenen koordinatlar içinde kahramanlarımız vardı ama telsizden “Komutanım jetlerimiz tepenin yamacını vursun biz mümkün olduğu kadar emniyetimizi aldık gerekirse bizde burada şehit olalım yeterki bu hainler burada gebersin yeni şehitlerimiz olmasın” bu anonsu duyanların tüyleri diken,diken oldu hepsinin gururdan gözleri yaşardı ama evlatlarımız düşünülerek jetlerimiz burayı bombalamadı onların direnmesi ve motive ettiği kahramanlarımız hava kararırken hainlerden yüz kadarını gebertip bölgeye hakim oldular
Tüm bunlar yaşanırken duyarsızlar Fenerbahçe Beşiktaş macını izleyip diskolarda eğleniyordu sosyal medyadan şehitlerimizi öğrenen vatanseverler yürekleri ağızlarında şehitler konusunda açıklama beklerken sanki normalmiş gibi genelkurmay şehitleri geç saatlerde açıkladı ;
Vatan için evini,evladını,eşini,anasını,babasını,kardeşini,sevdiklerini kısaca yaşamını feda etmekten daha büyük kahramanlık olabilirmi? Elbette olmaz ancak bazı kahramanlarımızın yaptıkları tarihe not düşülecek kadar asalet,korkusuzluk doludur ;
Bu harekat sırasında telsizden BURAYI BOMBALAYIN BİZLER ŞEHİT OLALIM AMA BU HAİN ŞEREFSİZLERDE BURADA GEBERSİN diyen kahraman tim komutanını önce yüzbaşı ardından teğmen diye kamuoyuna duyurdular oysa bu kahraman ÖLÜMSÜZLÜĞÜ TATTIK BİZE NE YAPSIN ÖLÜM diyen Jandarma Astsubay Abdullah TAHA KOÇ’tu;
Assubayı göreve ilk adım attıkları an haksızlık hukuksuzlukla tanıştırıp onları klimalı ofislerde görevli memurlardan değersiz gören, subayın aldığı 6 tazminattan bir tekine layık görmeyen kısaca sadece göreve ve ölüme gönderilirken hatırlayan zihniyetin şehit olduklarında bile assubayları yok saymaya çalıştığı bu ne ilk ne son olay olacaktır; Tıpkı Fırat kalkanında vurulan tankı tahliye emrine "Biz bırakırsak arkadan kimse kalmaz sonuna kadar çarpışacağım" diyen assubayı, Güneydoğudaki operasyonda vucuduna 8 mermi isabet ettği halde timini düşünen onlara moral vermek için bayılıncaya kadar telsizden istiklal marşını okuyan tim komutanı astsubayı subay yada rütbesi belirtilmeden tim komutanı diye tanıtılması, kendini efsane komutan olarak tanıtan bir generalin belgeseli ve kitaplarında sanki kendisi efsane komutanlık yaparken assubay ve uzmanların Zap suyu kenarında piknik yapıyormuş gibi birtek assubayın kahramanlığından söz etmemesi bu önyargılı zihniyetin sadece birkaç örneğidir;
Elbette bizlerinde gurur duyduğu bir F16 pilotu tehlikeyi göze alarak hedefi vurmasını günlerce basına servis eden genelkurmay yaşarken haksızlık, hukuksuzluk yaptığı uzman çavuşlarına, assubaylarına hiç olmazsa şehit olduğunda saygı göstermeyi düşünmezmi ?
Bizler böylemi aile olacağız, şehitlerimizin bu adaletsizlikler,haksızlıklar, hukuksuzluklarla mı ruhları huzur bulacak?
Bir üniforması kefen olan bir emirle ölüme gönderilen kahramanlarına haksızlık hukuksuzluk yapan onlardan adaleti esirgeyen önyargılı zihniyetin kol gezdiği bir kurum elbette bir aile olmayı bu gidişle beceremiyecek; Başarılar, kahramanlıklar tüm haksızlıklara karşın SÖZ KONUSU VATANSA GERİSİ TEFERRUAT diyenlerle devam ederken bu haksızlığın, hukuksuzluğun sevgisizliğin vebali ve bedeli elbette gün gelecek ilahi adalete ödenecektir.
Tüm şehitlerimize onları yetiştiren ailelerine minnettarlığımızı sunuyor,gazilerimize acil şifalar diliyoruz; Allah kahramanlarımızın gazasını mubarek etsin onları korusun