Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar -6-4-
Türkiye’nin en çok aldatılan insanlarının
“Asubay” denilen askerler olduğunu anlatmak için yazmaya başladığımız
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm birinci kısımında;
“Asubay” dedikleri biz “ortada sandık” askerlerin
Ve dahi
Asubaylık sınıfının özlük hakları” konusunda;
Ve dahi
Asubayların taleplerinin neler olduğunu gördük!
* * * * *
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm, ikinci kısımında;
Cârî mevzuâtımıza göre “astsubay” dediğimiz “köle” asker sınıfının
Deniz Kuvvetlerimizde teşkil edilmesinin gizli maksadını fâş eyledik!
Meğerse bahriye zâbitân heyetimizin kendileri “ gemi güvertesinde öte beri göt gezdirsin ” diye Donanmamızda “gedikli” (asubay) olarak tesmiye etdikleri “ ortada sandık ” asker sınıfını teşkil etmişler!..
|
* * * * *
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm, üçüncü kısımında;
“Astsubay” denilen ve dahi seferde “hizmet eri” olan asker sınıfının
Hava Kuvvetlerimizde teşkil edilmesinin kan dondurucu maksadını öğrendik!
|
Pilot olduğumuz için;
Biz küçük zâbitân zannediyor idik kendimizi “ makbûl ”,
Meğerse olmuşuz beyaz zâbitânın yerine biz “ maktûl." |
* * * * *
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin şimdi okuyacağınız altıncı bölüm, dördüncü kısımında ise;
|
Akabinde de; Berrî (Kara) küçük zabitliğin (Asubaylığın) M.Ö bilmem kaç senesinde teşkil edildiğini söyleyen lâhanacı bosdan danası târihcilerin Bu ısmarlama ezberini külliyen ve ebediyyen bozacağız, inşallah!
|
* * * * *
|
Ey, Çadırcı! İçdiğin şarap, sevdiğin güzel idi.
Gitdin câmiye, niyetin kilim aşırmak idi!
Lâkin, dilinden dökülen hiçbir kelâm yalan,
Sen de yalancı değil idin be!..
Senin garbî komşu memleketdeki her boku bilen kerizci beyaz zâbitân
Ve dahi bu beyaz zâbitânın kuyruğuna takılan küçük beyinli küçük zâbitân
Bak, Allah aşkına! Ne yalanlar üfürmüşler!
* * * * *
Berrî (Kara) Ordumuzda küçük zâbitliğin (asubaylığın) teşkil edilmesine kalem batırmadan evvel
Bu köle asker sınıfının târihcesi hakkında bir iki kelâm edelim.
Târihcesine bakdığımızda
Bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz okulun kuruluş senesinin belli olduğunu görüyoruz.
Nasıl olmuş ise olmuş, Kara Harp Okulumuz gökden zembille inmiş de!
Babalarının minderi kendinden yaylı fayton koltuğuna “cup” diye oturur gibi
1834 senesinde “şıp” diye “kurulmuş!”
* * * * *
Amma ve lâkin Kara Asubay Okulunun târihi söz konusu olunca
Kerâmeti kendinden menkul borazancıbaşılar hoşafın yağına buz tutdurmuşlar!
Kara Kuvvetleri EDOK Komutanlığının 2009 senesinde neşretdiği kitaba, öyle bokdan şeyler yazmışlar ki!
Mesnetsiz, asılsız ve yalan dolan bilgiler ile “târih yazdığını” zanneden
Ve fakat
“Târih yapanlara” ihânet etdiğinin farkında bile olmayan bu lâhanacı bosdan danaları
“Kara Asubaylığı târihi” konusunda bakınız, güneş görmemiş ne inciler üfürmüşler!
|
“Tarihi süreç içinde” okuma-yazma bilenlerden oluşturulan “astsubaylık müessesesi”
|
“Tarihin en eski döneminden itibaren var olan astsubay yetiştirme sistemi”
|
Kara Kuvvetlerinin M.Ö. 209 senesinde teşkil edildiğini “şıp” diye biliveren müneccimbaşı subaylarımız
“Astsubay” dedikleri asker sınıfının teşkil edildiği târihi söylemeye gelince dut yemiş garga guşu oluyorlar!
Bu kitabı yazan lâhana beyinli subaylarımız hem gelin hem de güvey olmuşlar!
Bilim adamlarımıza göre insanlığın başladığı târih bile belli.
Fakat ordumuzdaki asubaylığın ne zamân başladığını bilen yok!
Burada gevelediğin “târihî süreç” nedir? Ne zamân başladı? Sen, bu sürecin neresinde idin?
“Târihin en eski dönemi” ne demek? M.Ö. mü, M.S. mi?
Böyle muğlak ifâdeler kullanan lâhana beyinli târihcilerimizin bu suâllere verecek cevâbı var mı?
* * * * *
MSÜ Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulunun örütbağda neşretdiği târihceye, bakınız neler yazmışlar.
Ordumuzun “orta” kademe yöneticileri ve teknisyenleri olan “astsubaylar”
|
İlk başlarda; sürekli olarak aynı görevi yapan ve bu nedenle bilgi ve becerisiyle sivrilmiş erbaşların “gedikli” unvanı ile muvazzaf hizmete alınmalarıyla sağlanıyordu.
|
“İlk başlarda” tâbiri ile hangi târihi kasdediyorsun? M.Ö. mü? M.S. mi?
“İlk başlarda” diye üfürdüğün o zamânda, sen nerede idin?
Sen;
“Subay yardımcısı” dediğin askerin târihcesini mi yazıyorsun?
Yoksa
Gözlüklü nene gibi dizinin dibine oturtduğun emzikli bebelere masal mı anlatıyorsun?
Ey bu cümleyi yazan “târihci” kardeşlerim benim!
Sen, târih nedir; ne ile beslenir, ne ile yaşar; nasıl yazılır, biliyor musun?..
* * * * *
İlim fukarası bu subaylarımızın yazdığı ucuz târihceye bakdıkdan sonra cezbeye tutulup da
Kendini târih yazmaya vakfeden bosdan bülbülü kimi asubay meslekdaşımız ise
Tıpkı lâhana beyinli bu subaylarımız gibi börkenekden öyle bir üfürmüşler ki!
Tarihsel süreçte “gedikli” sınıfının ne zaman ve ne şekilde kurulduğu tarih olarak net değildir.
|
|
Böyle yalanlar üfürmek ile “târih” yazdığını zanneden bosdan bülbülü asubay meslekdaşlarımız Kendisini köle yapdığı için beyaz efendisinin elini öpen “köle” durumuna düşdüklerini bilmiyorlar mı?
|
Subay okullarına sahte târihce düzmek için “yontulmamış yalanlar” söyleyen bosdan gargalarının
Asubay okullarının târihi konusunda böyle dübürden laflar üfürmesinin sebebini de
Eski Tüfek fâş eylesin sizlere;
Bugüne kadar kasden ve sahtekârlıklar ile tertip etdikleri binbür türlü kânun ile
Asubayları hem madden hem de mânen nefes alamaz duruma getiren şerefsiz beyaz subaylarımız,
Kendi hatâ ve günâhlarını, ne zamân başladığı bilinmeyen bir târihin sırtına yıkmak ve hedef sapdırmak isdiyorlar!
* * * * *
Bin dört yüz sene evvelinden Hz. Ali şöyle nasihât etdi bizlere; “İlim bir nokta idi, Onu câhiller çoğaltdı!”
İşde, yukarıdaki sayfalarda kimlerin ne inciler yumurtaladığını gördünüz, okudunuz!
Berrî Küçük Zâbitliği (Kara Asubaylığı) konusunda da hakikât aslında “bir doğru” idi.
Onikinci havârinin İsa (as)’yı 30 gümüş dinara satdığı gibi
Akıl ve ilim fukarası subay ve asubay meslekdaşlarımız da
Kara Asubaylığı konusunda “bir doğruyu birçok yalana satdılar!”
Kara Asubaylığı konusunda ağızlarını domaltarak kerâmet buyuran târih câhili subay ve asubay mesledaşlarımız;
Hz. Ali’nin bu sözünün ne kadar isâbetli bir tesbit olduğunu bir kez daha hatırlamamıza vesile oldu!
Asubay dediğimiz “ortada sandık” asker sınıfına târihce düzme yarışında
Kimlerin ne bokdan inciler üfürdüğünü gördükden sonra
İmdi başlayalım Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm, dördüncü kısımının konusuna...
* * * * *
Küçük Zâbitlik Avrupa Devletlerinde Niçin Teşkil Edildi?
Küçük zâbit isimli “ortada sandık” asker sınıfının Osmanlı Berrî Ordusunda teşkil edilmesinin sebebini anlatmadan evvel
Avrupa devletlerinde “küçük zâbitliğin” teşkil edilmesi hakkında kısa bilgiler verelim.
Zere;
Küçük zâbit asker sınıfının Avrupa Ordularında teşkil edilmesinin sebebini öğrenir isek şâyet
Bizim ordumuzda tezgahlanmasının sebebi de kendiliğinden ortaya çıkacak.
Avusturya, Almanya ve Fransa Orduları;
“Zâbit ile er arasında yer almak üzere” kendi ordularında “küçük zâbit” ismini verdikleri yeni bir asker sınıfını
19’uncu asırın başlarında teşkil etdiler.
Çünkü;
Her üç devlet de bütün dünyâyı kendi sömürgesi yapmak isdiyor idi.
II. Frederick William’ın Prusya Almanya’sı
Ve dahi Napolyon Bonapart Fransa’sının bu asırda yapdıkları harblere bakdığımızda
Bu niyetlerini açıkca görebiliyoruz.
Allah’ın kendisini bütün dünyâyı Fransa’ya köle yapması için yaratdığına inanan
Ve dahi
Fransa’yı “topyekûn seferberliğe” hazırlayan Napolyon,
Ordusunun erlerini coşdurmak için şöyle dedi;
“İnkilâp târihleri neferlerin çantasında dâima mareşallik batonu taşımışdır!”
Bu sözünü unutmayan Napolyon;
Harblerde fedâkârlık gösderen neferlerini hemen mareşalliğe terfi etdirdi.
* * * * *
“Asker kıral” olarak bilinen Prusya Almanya’sının kıralı II. Frederick William da
Ordusu için kânunlar yapdırdı. Askerine çok iyi maaşlar verdi, iâşenin en iyisini yedirdi, kıyâfetlerin en iyisini giydirdi. Silâhın en iyisi ile donatdı. Askerini çok seven bu kıral, boylu-poslu ve kuvvetli gençleri ailelerinden para ile satın aldı. Vermeyi kabul etmeyen ailelerin çocuklarını da zorla kaçırıp asker yapdı. Kendi yapdırdığı kânuna göre mahkemeye kadar giden ve aleyhine karâr vermesine rağmen mahkemeye saygı gösderen kıral, II. Frederick William’dır. “Berlin’de hâkimler var!” dedirten, bu kıraldır. Bilime, akıla ve kânuna her zamân saygı gösderen II. Frederick William, girişdiği bütün harbleri kazandı ve “hiç mağlup edilmeyen kıral” olarak târihe geçmeyi hak etdi.
* * * * *
Aynı dönemde bizim padişahımız III. Mustafa ise
Sarayındaki dalkavuk müneccimlerin üfürüklerine göre devleti idâre ediyor idi.
Kıral II. Frederick William’ın harblerdeki başarıları karşısında şaşkına dönen bizim padişahımız III. Mustafa;
En güvendiği veziri olan Ahmet Resmî Efendiyi elçi olarak Prusya’ya gönderdi
Ve dahi
Kıral II. Frederick William’dan üç müneccim isdedi.
III. Mustafa’nın maksadı;
Ve dahi
|
II. Frederick William, bizim padişahın bu gülünç isdeği karşısında çok şaşırdı fakat alay etmedi.
Harbde muzaffer olması için III. Mustafa’ya şu üç nasihâtı verdi;
1. Târihi iyi bilmek ve târihde yaşanmış harblerden ders çıkartmak. 2. İyi bir orduya mâlik olmak ve sulh vakdinde dahi muharebe zamânında imiş gibi tâlim etdirmek. 3. Her dâim dolu bir hâzineye mâlik olmak.
|
Ve Kıral II. Frederick William, elçimiz Ahmet Resmî Efendiye şöyle dedi;
“Git, III. Mustafa’ya evvelâ selâmımı söyle! Sonra da şöyle de; “İşde, benim üç müneccimim bunlardır.”
* * * * *
Makâlemizin bu bölümünün konusu olmadığından ötürü 18’inci asır askerliğinden bahsetmeye gerek yok!
Çünkü bu asırda dünyâda “düzenli ordu” yok idi!
Olduğunu iddia eden ve “dünyânın ilk düzenli ordusunu M.Ö 209 senesinde kurduk” diyen de “dünyâda” sâdece bizim Genelkurmay Başkanlığımızdır.
|
O zaman kusura bakma sen, Genelkurmay Başkanı! "Aklın yok ise hakkın da yokdur!"
Bunları icâd edecek kadar aklı olmayan ordunun, “dünyânın düzenli ilk ordusunu kurma” hakkı da yokdur.
Kibir; kibirden daha çok cehâlet; cehâletden daha çok hamâset; hamâsetden daha çok hamakât!
Her boku kendilerinin bildiğini zanneden târihci zübük subaylarımıza sesleniyorum;
Eyi, gözel!
Asker, gitdiği yere kânunu da götürür! Kânun yok ise asker de yokdur!
Mâdem "dünyânın ilk düzenli ordusunu" sen kurdun! "Düzen" demek "kânun" demekdir! Maçan yiyor ise şâyet ;
|
Mâdem “dünyânın ilk düzenli ordusunu" kuracak kadar aklın var idi! Öyle ise Avrupa’lının, Amerika’lının ayağına gadar gidip de;
|
Bütün bu acı hakikâtler karşımızda sırıtırken sen hiç utanmadan, sıkılmadan diyorsun ki;
“Dünyânın ilk düzenli ordusunu ben kurdum!” Yuf olsun, sizin ervâhınıza be!..
Kuduruk âşık âlemi kör, etrafındakileri de dört duvar zanneder imiş!
“Dünyânın ilk düzenli ordusunu biz Türkler kurduk” diyecek kadar azgınlaşan zübük subaylarımızın da
Kuduruk âşıklar gibi o “incir çekirdeği” kadar akılları da başından uğramış zâhir!..
* * * * *
19’uncu asırın büyük bir bölümü, birbirinin topraklarını ele geçirmek isdeyen Avrupa devletlerinin kendi ordularını ve vatandaşlarını sürekli olarak “topyekûn seferberlik” hâlinde tutmalarına sebep oldu.
Avusturya, Almanya ve Fransa gibi Avrupa devletleri, dünyâyı sömürmek siyâsetinden 20’inci asırda da vazgeçmedi. İkincisinin çıkacağını bilemediğimiz için “Birinci Dünyâ Harbi”’ne “Harb-i Umumî ya da Büyük Hârp” dedik. Birincisi biteli daha 20 sene bile geçmemiş idi ki bu kez de aynı sömürgen devletler İkinci Dünyâ Harbinin müsebbibi ya da muhatabı oldular. Avrupa devletlerinin bu bitmek tükenmek bilmeyen “sömürgenlik” hırsı yüzünden 20’nci asırın ilk 50 senesi de tam anlamı ile gene “topyekûn seferberlik” hâlinde geçdi.
Bizim devletimiz İkinci Dünyâ Harbine girmedi. Fakat neticesi itibâri ile mağlub devletlerden bile daha ağır bedeller ödedik. BM ve NATO gibi milletlerarası sömürgen teşkilât, mağlub devletlerde bile yapamadığı sömürüyü ve hovardalığı bizim hâin subaylarımız ve hâin siyâsetcilerimiz vasıtası ile bizim memleketimizde yapdılar. 2016, 15 Temmuz subay darbesinden sonra Türkiye’nin NATO üyeliğinden çıkmasının açıkdan konuşulması, işde bu sömürünün ve hovardalığın açık bir emâresidir. Üsdelik de kendilerini iktidâra getiren Coniperestiş siyâsetciler söylüyor bu hakikâti...
Bu Avrupa devletlerinin “küçük zâbitliği” teşkil etmesinin esâs gâyesi de
Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın 1910 senesinde Meclis-i Ȃyan’da itirâf etdiği gibi;
Yaklaşan “topyekûn seferberlikde” ölecek zâbitin yerini hemen alacak yeni bir asker sınıfı teşkil etmek idi!
Bu sömürgeci devletler işde bu maksatla ve sâdece “seferde” (harbde) görev yapmak üzere “küçük zâbitliği” teşkil etdiler.
Fakat bu devletlerin aristokrat ailelerine mensup beyaz zâbitânı da
Cephenin en önüne sürdükleri fakir ve köylü ailelerin çocukları olan “küçük zâbitânın” kendileri yerine kolayca öldüğünü fark etdi.
Bu fırsatı kendi lehine ganimete çeviren zengin ve aristokrat aile çocukları olan Avrupa’lı beyaz zâbitân da;
Ve dahi
|
Bu sebepden dolayı Avusturya, Almanya ve Fransa Ordularında “küçük zâbitlik” bugün de hâlen mevcutdur.
* * * * *
C. Berrî (Kara) Ordumuzda Küçük Zâbit (Asubay) Sınıfının Teşkil Edilmesinin Sebebi;
Şimdi gelelim “küçük zâbitliğin” bizim kara ordumuzda peydahlanmasına...
Ağacın kurdu, gövdesindedir!
Küçük zâbit ismini verdikleri askerleri aldatanlar da gene
Ağacın gövesindeki kurt misâli kendi ordumuzun zâbitânı oldu!
Çok örnek var. Fakat biz şimdilik sâdece üç zâbitin söylediklerini burada fâş eyleyeceğiz.
Târih sırasına göre bu zât-ı şahâneler şunlar;
* * * * *
Târih; 1909, 22 Kasım
Berrî (Kara) Ordumuzda Piyâde Binbaşı rütbesi ile görev yapıyor idi. O vakitlerde zâbitân heyetimiz, askerlik görevlerine ilâve olarak aynı zamânda mebus da seçilebiyor idi. Binbaşı Ali Vasfi Bey de bu hakkını kullandı. 1908 senesinde memleketi Taşlıca/Üsküp’den seçime girdi. Ve sâdece 21 rey alarak mebus seçildi. Sonra, Millî Müdafaa Encümeni Mazbata Muharriri olarak Meclisde göreve başladı.
Meclis-i Mebusân 22 Kasım 1909 Pazartesi günü içtimâ eyledi.
|
Gündem;
Osmanlı askerî târihinde ilk kez teşkil edilmesi tasarlanan İhtiyât Zâbitânlığı idi.
Aslında gündemde yok idi.
Fakat “Ömer diyecekmiş gibi” ağzını domaltan Ali Vasfi Bey,
Henüz üç ay evvel teşkil etdikleri Berrî (Kara) “Küçük Zâbitliği” hakkında şu incileri dökdü;
Söylendiği, yazıldığı ve meclis kayıtlarına girdiği günden bu buyana bu kayıtları hiç kimse görmedi.
Bugüne kadar geçen 108 seneden sonra bu belgeyi,
İlk olarak sizler görüyorsunuz.
Sayfa: 62 ALİ VASFİ BEY (Taşlıca (Üsküp) Mebûsu (Devamla); Şimdiye kadar bizde “küçük zabitlik” yoktu. Vakıa Dahiliye Kanunnamemiz kırküç (Milâdî 1827. IRBIK) senesinde tercüme edilmiş kırkbeşte (Milâdî 1829. IRBIK) tadil edilmiş, yani Sultan Mahmut zamanında kabul edilmiş. Bu nizamnamenin bazı yerlerinde “küçük zabit” tabiri vardır. Bunun aslı Fransızcadan tercüme edildiği için (sou-officier)’den aynen alınmıştır. Fakat orası bizde unutulmuş. Belki “onbaşı, çavuş, bölük emini” yerinde kullanılmıştır. Bundan dolayı şimdi “küçük zabit” tabirini kabul etmeli ve Ordu kabul etti. Bugün her orduda hemen hemen Almanya tensikatının aynı caridir. Avusturya keza. Hep “küçük zabit” kadrosu vardır. O orduların vakti hazarda en büyük ve mühim uzvu, cüz'ütâmı bölüktür. Bölükteki heyeti muallime, “küçük zabitan” heyetidir. “Küçük zabitan” efratla beraber yatarlar, onlarla beraber hem haldirler. Seviyei irfanları yekdiğerine daha karib (yakın) olduğundan, onun için kuvvei muavine ile talebe arasında bulunurlar. Binaenaleyh bugün Ordu, hakikî bir terakki etmek için o mühim tensiki yapmak şartıyla “küçük zabitan” kadrosunu kabul etti. “Küçük zabitan” yetiştirmek için şurada bir mektep küşad edildi. “Küçük zabitan” kabul ediliyor, yetiştirilecektir. Şimdi Avrupa devletleri ne yapıyor? Bir defa hizmeti muvazzafai askeriye üç senedir, sonra bir de ihtiyat vardır. Beş sene bir “küçük zabit” manen, fıtraten, ahlaken tabiatı saniye hükmüne gelmiş silâh endazlıktan şöyle yıkanıp çıktıktan sonra talebeyi teşkil eden efrada karşı zabitlik haysiyetini, etvârını, evsafını takınabilir. Zabitin bulunmadığı bir zamanda gaybubetini (yokluğunu) hissettirmeyecek; efrad üzerine maddî tesir icra edilmek için bir defa sinnen (yaş olarak) azıcık ziyade olması lâzım gelir. "Küçük zabit” 28 yaşında olmalı. Hiç olmazsa celî (bilinen) bir tabirimizle «Ağabey» dedirtecek kadar olmalı. Bunların zaten tahsilleri; terbiyeleri iptidai olduğu halde, kendileri müddeti medîde (uzun süre) ameliyat ve tecrübe görerek zabitleşmeli. Zabitlik, kendilerine kumandan vazifesi, tabiatı saniye hükmüne gelmeli. Fakat yirmisinden otuzuna kadar temini maişet edemeyeceğinden ondan sonra hiçbir iş tutamaz. Fakat Şarkî Avrupa devletleri ne yapıyorlar? Bilfarz Almanya'da oniki senedir istikamet ve iffet dairesinde iktidar ve maharet göstererek, iyi muallim ve mürebbi olduğunu ispat ederek, bir çok efrad yetiştirerek bir gün şahadetname alacak olursa, ki biz bunu daha teklif etmiyoruz, çünkü bütçemiz fakirdir - kendisine senede bir defa zengin bir ordu, bin mark yani elli tane İngiliz lirası veriyor. Bu şahadetname ile polis memuriyeti, telgraf memurluğu ve posta memurluğu gibi hizmetlerde istihdam olunur. Bu hizmetinden istifade edilmek için kendisine her gün öğleden sonra ikişer saat müsaade olunur. Ait olduğu mevakii askeriyede isbatı vücut eder. Meselâ hukuk müntesibininden birisi her gün öğleden sonra iki saat ders alır, sonra dört senede bir şahadetname alıp devairi adliyede (adliye dâirelerinde) kâtiplikle vesair hizmetlerde istihdam edilir. Veyahut Polis Dairesine devam eder. Cezaya, kavanini adliyeye ait icabeden malumatı tederrüs eder. İşte Avrupa hükümetleri “küçük zabitana” böyle muaveneti nakdiye vesairede bulunur. Şimdi biz muaveneti nakdiyede bulunamayız. Komisyon burayı düşünmüş, teemmül etmiş (düşünmüş). Buraya konmamış, sonra bu kanunda böyle bir madde yoktur. Fakat Ciheti Askeriye, tabiî diğer bir kanun ile sureti saniyede bunu teklif eder, talep eder. Şimdi “küçük zabit” iyi bir muallim, mürebbi olabilmek için sekiz on sene işlemeli, yoksa yetiştiririz, terhis ederiz, vücudundan istifade edemeyiz. O noktai nazardan sair devletlerin oniki sene olduğu halde bizde on sene kabul edilmiş. O halde bu haddi asgarî diye telâkki edilmelidir.
|
Kara Piyâde Binbaşı Ali Vasfi Beyin yukarıda okuduğunuz itirâfından,
İşde, şimdi en az iki yeni şey daha öğrendiniz;
1. Küçük zâbit denilen bu melâneti biz Türklerin, kimlerden ve ne zamân aşırdığımızı, 2. Avrupada küçük zâbitlik ne imiş! Fakat bizim vatan hâini subaylarımız küçük zâbitliği ne yapmışlar!..
|
Ben, Eski Tüfek Şükrü IRBIK buna; âdi, alçak ve hâince yapılmış bir şark kurnazlığı diyorum!..
İşde,
Küçük zâbitlik konusunda ordumuzun Diyârıbekir garpuzu gibi ikiye yarıldığı yer, tam da burasıdır.
Bu sakat, sapkın ve sürgün zâbit zihniyeti, bugün bile hâlâ aynen devâm ediyor.
Bu konuda söz değil fakat, bunu yapan şerefsiz zabitân heyetimize sülâle boyu öyle küfürler etmek isdiyorum ki!..
* * * * *
Kara Piyâde Binbaşı Ali Vasfi Bey’in bu konuşmasında bir kitabı dolduracak kadar ibret verici gerçek var.
Fakat makâlemizin dördüncü kısımını fazla uzatmamak için bu konuyu şimdilik kızağa çekiyorum.
|
Bu esrârengiz sakâmeti suâl eden bir dilekce yolladım meclise. Bakalım ne cevâp verecekler.
|
* * * * *
İşde,
Küçük zâbitlik konusunda yukarıda gördüğünüz incileri yumurtalayan mebus Ali Vasfi Beyin künyesi.
|
Bir “zâbitden”, “zâbit olmayan askerler” hakkında başka ne bekliyor idi ki?
Ve dahi
Avrupa Ordularındaki küçük zâbitliği anlatırken Ali Vasfi Beyin konuşmasına dikkat etdiniz mi?
Kara Öğ. Albay Tahsin ÜNAL’ın asubaylığı târif ederken kullandığı kelimeleri hatırladınız mı?
* * * * *
Târih; 1910, Yaz aylarında bir gün.
Berrî (Kara) Ordumuzun küçük zâbitânını aldatanların en başında,
Harbiye Nâzırı Müşir Mahmut Şevket Paşa var.
Çünkü, padişahın karşı koymasına rağmen, Osmanlı Devletini yıkıp padişahı tahtından indiren ve küçük zâbitliği teşkil eden kişi, O!
|
Berrî (Kara) Ordumuzda bugün “asubay” dediğimiz “ortada sandık” asker sınıfı,
Aşağıdaki nizâmnâmesinde de görüldüğü üzere
“Küçük zâbit” ismi ile 06 Ekim 1909 Çarşamba günü teşkil edildi.
Bu târihden evvel Osmanlı Kara ordusunda “Küçük zâbitlik” var idi diyen bosdan gargalarının gulağı çınlasın!
Bu asker sınıfının isminin önüne kendi akıllarınca “gedik” sıfatını ekleyen
Ve dahi
Mekteb isminin “gedikli” küçük zâbit mektebi olduğunu söyleyen karacı ve târihci(!) asubay meslekdaşlarımın da yüzleri kızarsın!
Resmî ve fakat sahte târihci subay tayfamızın gönüllü piyâdesi olan bosdan bülbülü bu meslekdaşlarımız,
Demek ki daha nizâmnâmesini bile görmeden, mezûnu oldukları mekteb hakkında târih(!) üfürmüşler!
Bizim zottirik subaylarımız daha gıdaklamadan “ortada sandık” bir asker sınıfı yumurtalıyor!
|
Bizim saftirik asubaylarımız da hidâyete erip “biz, ortada sandık yöneticiyiz!” diye piyasa yapıyor!
|
Ayıpdır! İnsanda biraz edep olur, hayâ olur!
Askerim diyor iseniz şâyet bu hasletlerden sizde kat kat fazlası olur, olmalıdır!
Akılları yetdiği kadarı ile hakikâti araştırıp doğru târih yazmak yerine
Bosdan danası târihci subaylarımızın dübürlerinden üfürdüğü yalana inanıyorlar.
Ve böyle davranmak ile de kendilerini köle yapan beyaz subaylarımızın elini, eteğini öpüyorlar!
|
Laklâkiyât yapan bu meslekdaşlarımızın bir hatâsı daha var.
Bu zevât diyor ki; ordumuzun sözüm ona “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı var imiş!
Senin ordunda niye olsun? Bunu akıl eden birisi de hiç yok!..
Amerikalı Coni’ye ve İngiliz Tomi’ye kendi devletinin, kendi ordusunun verdiği kıymeti, hakkı hukûku
Sen, kendinden niye esirgiyorsun be adam? Yoksa sen de mi bir bozukluk var?
Biraz aklı olan bir insan;
Kendi kendine “ortada sandık” bir asker sınıfının kuluyum, kölesiyim der mi, Allah aşkına?
“Ortada sandık” bu asker sınıfının mensubu olmakdan memnun isen şâyet
Meydânlara doluşup salya sümük niye ağlaşıyorsun, be adam?
* * * * *
“Gedikli erbaş” tâbiri hakkında üfürdüğü yalandan dolayı Asubay Tefrikası 6-3’de
Asubay neşetli Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ.Yarbay Osman YALÇIN’a kısa ve fakat unutamayacağı bir ders vermiş idik!
Bu kez de bu dördüncü kısımda “gedikli” tâbiri konusunda kendi meslekdaşımıza bir ders verelim.
Aşağıda görülen makâlesinde kıymetli bir meslekdaşımız;
Laf kıtlığında asma budamış!
Ve dahi
1909 senesinde açılan mekteb isminin “Gedikli Küçük Zâbitân İptidâî Mektebi” olduğunu yazmış!
|
Târih yazıyorum diyerek alıp da kalemi eline yukarıdaki yazıda sözünü etdiğin;
Ve dahi
Türk askerî ıstılâhına ne zamân duhûl eylediğini biliyor musun sen?
“Gedikli erbaş” tâbiri,
Askerî mevzuâtımıza ilk kez 2717 sayılı şu kânun ile 25 Mayıs 1935 Cumartesi günü hulûl eyledi.
Bu târihden evvel ordumuzda “erbaş” ve “gedikli erbaş” olarak tesmiye edilmiş bir asker sınıfı yok idi.
|
“Astsubay” dedikleri uyduruk asker sınıfı hakkında bu yalanı söyleyen meslekdaşlarımız, subaylarımızın kucağından insinler artık!
Bunu götlerinden uyduran hileci subaylarımızın ilimleri yetiyor ise şâyet, buyursunlar!
Eski Tüfek’in karşısına gelsinler hele!..
Ordumuzun “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı olduğu yalanını üfüren bu zübükler,
Kendi işlerini “asubay” dedikleri köle askerlerin sırtına yüklemeye çalışan kurnaz zâbitânın ta kendisidir.
Bu konuda da subaylarımızın papağanı olan meslekdaşlarımız,
Subaylarımızın bu yalanına çanak tutmak ile üç halt ediyorlar;
1. Subaylarımızın uydurduğu ordumuzun “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı var yalanına ortak oluyorlar, 2. Gayri meşrû ve “ortada sandık” bir asker sınıfı olan “asubaylığı” meşrûlaşdırmaya yeltenen subaylarımızın fesat değirmenine su taşıyorlar. 3. Ȃdî bir yalan söylüyorlar; Biraz araşdırmasını bilseler! Hele bir de okuduğunu anlayabilseler idi şâyet! Bu zevât; o vakitlerde donanma gemilerimizde en düşük rütbe ile göreve başlayan bir tayfanın, kâbiliyetine ve celâdetine koşut olarak o gemiye “reis” (komutan) olabildiğini görebilecekler idi.
|
Yeri gelmiş iken şu şerhi de buraya hakkedelim;
Subaylarımızın üfürdüğü gibi ordumuzun “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı yokdur. “Yönetici” dediğiniz o zikzikli şey, mahalle derneklerinde filan olur!
Kendilerini “orta düzey yöneticiliğe” lâyık gören “kes-yapışdırcı” meslekdâşlarıma buradan söylüyorum;
Ordumuzun bir tek şeye ihtiyâcı vardır; ölmeye ve öldürmeye her an hazır “subay ve erâta.”
Kendilerini ATATÜRK’den akıllı zanneden kurnaz ve fakat hâin ve fitneci subaylarımız ile
Bu kurnaz, hâin ve fitneci subaylarımızın eteğinde dolaşan “köle rûhlu meslekdaşlarım” biraz daha laklâkiyât yapsınlar bakalım. Bu konuda bugüne kadar söylediklerini de yalayıp yutmaya şimdiden hazır olsunlar!
* * * * *
İmdi teveccüh eyleyelim, küçük zâbitliğin Osmanlı Berrî (Kara) Ordusunda duhûl eylemesine...
Küçük zâbitân ismi verilen köle asker sınıfının tâlihsizliği 1909 senesinde kânunun kabul edildiği gün başladı.
Nizâmnâmesinin daha birinci maddesine “dâimî” kaydı düşülen “küçük zâbitân”
Berrî (Kara) Ordumuza “menzil eşşeği” gibi rapdedildi.
“Küçük zâbitânı” niçin “menzil eşşeği”ne benzetdiğimi de aşağıdaki sayfalarda belgeleri ile göreceksiniz.
|
Bilirsiniz, harbde firâr eden asker, kurşuna dizilerek infâz edilir.
Firâr etse bedeli, Divân-ı Harp Mahkemesinde kurşuna dizilerek ölecek!
Hamiyyet gösderip yiğitce atılarak düşmân üsdüne! Bu kez de zâbitin yerine ölecek!..
Öyle bir asker sınıfı düşünün ki! Yürümeye mecbur edildiği her iki yolun sonunda da ölüme varsın!
İşde, ordumuzdaki "asubaylık" tam da bu demek oluyor...
* * * * *
Küçük Zâbit Mektebi ismi ile açılan mekteplerin kaderi de
Tıpkı Donanma “gedikli” sınıfının kaderi gibi oldu.
Bu mekteplerden birisi olan Kasımpaşa’daki Dersaâdet küçük zâbit mektebi tâlime başlayalı daha bir sene bile olmamış idi.
Fakat mektebde er muamelesi gören cingöz talebeler, zâbit olmayacaklarını çokdan anlamışlar idi bile...
Bu sebepden dolayı da küçük zâbit mekteplerine talep birden bire dibe vurdu...
(1911 senesinde;
mülâzım
(teğmen) maaşı 2,5 lira, kıdemli çavuş
rütbesindeki küçük zâbitin aylık maaşı ise 2 lira idi.)
Azrâil (as)’in intihâr kisvesi ile can almak için buralarda kol gezmeye başladığı günlerden bir gün
Küçük zâbitliğin mucidi ve dönemin Harbiye Nâzırı Müşir Mahmut Şevket Paşa, bu mektebe gitdi.
Mekteb bahcesinde içtimâ eylediği talebelere şunları vaad etdi;
|
Merdi kıptî gibi şecaat arz eyler iken sirkatin fâş eyleyen Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın
1910 senesi bütçe müzâkeresi esnâsında Meclis-i Ȃyan’da söylediği bu sözlerini
Aradan geçen 107 sene sonra
İlk gören ve ilk okuyan da gene sizler oluyorsunuz!
|
Zâbitânın tertip etdiği Birinci Dünyâ Harbinde ölmesi istenen askerler kim?
Gene zâbitânın tertip etdiği 2016, 15 Temmuz darbesinde ölmesi isdenen askerler kim?
Birisi zâbit, diğeri siyâsetci olan bu iki zevâtın 107 sene sonra söyledikleri arasında bir fark var mı, Allah aşkına?
|
Meclise peşpeşe kabul etdirdiği kânunlar ile
“Alaylı zâbitânı” ordudan ihrâc eden 31 Mart zâbit darbesinin sahte kahramânı Mahmut Şevket Paşa’nın maçası tutuşdu!
Hudutlarımıza dayanan düşmânların sayısı karşısında dudağı uçuklayan Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa,
Hiçbir suçu olmadığı hâlde ordudan tard etdiği “alaylı zâbitânı” mum ile arar oldu!
“Mektebli zâbitânı” ölümüne cephenin önüne sürmek isdemeyen paşamız; vatandaşın harp korkusunu ganimete çevirmesini bildi.
Ve dahi
“Mektebli zâbitânın” yerine ölmesi için “mektebli küçük zâbitân” ismini verdiği yeni bir asker sınıfı teşkil etdi.
* * * * *
Der Saâdet Küçük Zâbit Mektebi;
Ve dahi
Sanki mârifet imiş gibi Berrî (Kara) Küçük Zâbitliğin bizim ordumuzda teşkil edilişinin bokdan şerefini Mahmut Şevket Paşa’mıza yamamak isdeyen târih câhili zübük subaylarımız, bu hakikâtden niyeyse pek bahsetmezler.
Der Saâdet Küçük Zâbit Mektebi isimli bu mekteb;
173 “kıdemli küçük zâbiti” kıdemli çavuş rütbesi ile 10 Temmuz 1911 Pazartesi günü ilk dönem olarak mezûn etdi.
Aşağıda;
Kağıthâne çayırında icrâ edilen ve Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın da iştirâk etdiği bu törene ait bir resim görüyorsunuz.
|
* * * * *
Son padişahımız Sultan Vahdettin’in Başimamı Sadık Efendi’nin oğlu idi. Padişahın ikâmet etdiği Dolmabahce sarayının karşı sokağındaki konakda yaşıyorlar idi. Babasının namaz kıldırdığı camiye ve saraya gider ve Padişah Sultan Vahdetdin’i hemen hergün görür idi. Saray bahcelerinde padişah çocukları veliaht ve sultanlar ile oyunlar oynadı. 1909 senesinde 16 yaşında bir delikanlı iken Taksim Topcular Kışlası, Nişantaşı, Yıldız Sarayı ve Dolmabahce civârında cereyân eden 31 Mart Vak’asının sokak boğuşmalarına bizzat şâhidlik etdi.
Ve dahi
Bu harplerin hemen hepsinde yaralandı. Irak cephesinde harb ederken İngilizlere eşir düşdü. Hindistan’daki İngiliz esir kampına sürgün edildi.
Bu kampda tanışdığı Muhammed Ali isimli bir müslüman ile çalışarak Hintli müslümanları tek başına örgütledi. Pakistan devletinin kurulması ile neticelenen halk hareketine önderlik etdi.
Muhamed Ali isimli bu müslüman; 1947 senesinde Pakistan Devletini kuran ve ilk Cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Ali CİNNAH idi. Küçük zâbit Nurettin Efendinin esir kampında müslümanlara yapdığı yardımları asla unutmadı. Pakistan’ın kurucu Cumhurbaşkanı Muhammed Ali CİNNAH Türkiye’ye ilk gelişinde, İstanbul’da konakladığı otele merhum Nurettin PEKER’i dâvet etdi. Pakistan’ın kurulmasındaki emeklerinden dolayı kendisine hediyeler verdi ve yardımları için bir kez daha teşekkür etdi.
Der Saadet Küçük Zâbit Mektebinden kıdemli çavuş rütbesi ile 1912 senesinde mezun olan Nişantaşı’lı Kıdemli Küçük Zâbit Nurettin (PEKER) Efendinin başçavuş rütbesi ile 1914 senesinde çekdirdiği bir resimi.
Yukarıda gördüğünüz resimleri ve bu bölümdeki bilgilerin bir kısmını;
Piyâde Kıdemli Küçük Zâbit merhum Nurettin (PEKER) Efendi'nin oğlu olan
Ve dahi
16 Aralık 2016 Cuma günü kendisini evinde ziyâret etdiğim Sayın Orhan PEKER’den aldım.
Bu vesile ile kendisinin ellerinden hörmetle öpüyor, sağlık ve esenlikler temenni ediyorum.
* * * * *
Dönemin Harbiye Nezâreti;
Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) Müşir Mahmut Şevket Paşa’nın
Berrî Ordumuzda “küçük zâbit” sınıfını teşkil etmekdeki “gizli maksadı”,
Meğerse “mektepli zâbitân” yerine cephede ölecek “ucuz” ve “küçük rütbeli” askerler tertip etmek imiş!
Cephenin en önünde, zâbit yerine ölüme sürüldüğünü gören küçük zâbitân, aldatıldığını anladı!
Ayrıca;
Berrî (Kara) Küçük Zâbit Mektebi;
31 Martcı zâbitân heyetimizin bu sinsi maksadını bilen padişahın irâdesine rağmen tesis edildi.
Ve dahi
"Küçük Zâbit" ismini verdiği asker sınıfını darbeci zâbitân heyetimiz, Berrî (Kara) Ordumuzda gayri meşru olarak teşkil etdi.
İşde belgesi;
|
|
Yukarıdaki bu belgeyi de
Söylendiği günden 107 sene sonra ilk gören gene sizler oldunuz!
“Târihin başlangıcından beri küçük zâbitlik var” diyen bosdan danaları bunları iyi öğrensinler!
* * * * *
Târih; 1914, 07 Mayıs
Dönemin Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) Müşir Enver Paşa,
İçtihâd dergisinden Doktor Abdullah CEVDET’e 07 Mayıs 1914 Perşembe günü bir mülâkat verdi.
|
Mülâkat esnâsında muhabir Doktor Abdullah CEVDET, şöyle bir suâl tevcih etdi, Enver Paşa’ya;
— Küçük zâbit mektebi açılmışdı;
Harbiye Nâzırı Enver Paşa, şöyle cevâp verdi;
|
Harbiye Nâzırı Enver Paşa küçük zâbitâna yukarıda gördüğünüz sözleri verdi.
Fakat 30 Ekim 1918 Çarşamba akşamı Osmanlı Devletinin teslim olması ile birlikde
Enver Paşa’nın verdiği bu sözlerinin hepsi suya düşdü!..
* * * * *
Târih; 1920, 04 Eylül
1910 senesinde Meclis-i Ȃyan’da yapdığı konuşmasında Mahmut Şevket Paşa şöyle demiş idi;
“Esnâyı seferde kesretli (çok) telefât (ölüm) vukû bulabilir. Bunun için de küçük zâbitân yetiştirmeli!”
31 Mart'ın darbecisi Mahmut Şevket Paşa’nın “zâbit” yerine “küçük zâbit” ölsün tuzağı çok iyi çalışıyor idi.
İstiklâl Harbinin en şiddetli günlerinde,
Teşkil edilmesinden 6 ay sonra Büyük Millet Meclisi 192 sayılı karârnâmeyi meriyyete koydu.
Cephenin en önünde, düvel-i muazzâma gevuru ile göğüs göğüse cenk eden
Ve dahi
“Ateş hattında” fevkalâde fedâkârlık gösderen küçük zâbitân,
Okuma-yazmasına bakılmadan zâbit vekilliğine (asteğmen) terfi etdirildi.
Gevur Napolyon; “Ateş hattına” sürdüğü kendi gevur neferine “mareşal batonu” vermiş idi.
|
Fakat bizim müslüman Müşir Mahmut Şevket Paşalarımız ise Zâbitin yerine ölmesi için “ateş hattına” sürdüğü kendi müslüman küçük zâbitânına Sâdece “zâbit vekilliği apoleti” verdi.
|
|
* * * * *
Ne vaad etdiler? Ne yapdılar?
Numara 170 - Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit İbtidâî Mektebi Nizâmnâmesi H. 21 Ramazan 1327- R. 22 Eylül 1325 (M. 05 Ekim 1909) Madde 47: Küçük zâbit mekteblerinden veya alay mektebinden yetişerek kıt’ada toplam 9 sene hizmet etmiş olanlar polis, jandarma, saray, müze dâireleri muhafızlığı, koruculuk, tahsildârlık, şimendifer ve şirket idârelerinde, yol ve köprülerde, askeriyeye ait fabrika, fırın, anbarlarda ve dâirelerde kâbiliyetlerine göre istihdam olunurlar. 12 sene hizmet etmiş olanlardan imtihanla liyâkatlarını ispatlayanlar yedek subaylığa nakil edilecekleri gibi genellikle en az 300 kuruş maaşlı memuriyetlere de tercihen tayin edilirler. Madde 48: 9 sene hizmet edenlerden işiyle gücüyle iştigal edemeyecek veya 30.maddede zikrolunan hizmetleri yerine getirecek kudreti olamayanlar maluliyetini beyan edenler son maaşları yarısı ile emekli edilirler, “diğerlerine” emeklilik verilmez. 12 sene hizmet edenler genellikle son seneleri maaşlarını yarısı ile berâber her sene için maaşlarının 1/6 nisbetinde bir miktar ilâveyle emekli edilirler. Ancak 30’uncu maddede zikredilen maaşlı memuriyetlere tayin olunduklarında işbu emeklilikleri geçici olarak kesintiye uğrar.
|
Yukarıda gördüğünüz Küçük Zâbit Mektebi Nizâmnâmesinin madde 48’i hakkında yeri gelmiş iken şu hususu söyleyelim. Madde 48’de “diğerleri” dedikleri küçük zâbitândan birisi de Gâzi Piyâde Pilot Küçük Zâbit Kıdemli Başçavuş Vecihi (HÜRKUŞ) Efendi idi. 1910-1918 seneleri arasında talebelik dâhil Kara Ordumuzda piyâde, tayyâre makinist ve pilot küçük zâbit olarak vatanına tam 10 sene hizmet eden Ali Fehamoğlu Vecihi Efendi de
Mondros Mütârekesini 30 Ekim 1918 Çarşamba günü imzâlayıp silâh bırakan Osmanlı Devleti,
İstiklâl Harbi süresince istihdâm etdiği İhtiyât Zâbitânını terhis etdi.
Terhis etdiği İhtiyât Zâbitânına birikmiş üç-dört aylık maaşını da peşin ödedi.
Fakat aynı dönemde harb edip aynı târihde terhis edilen küçük zâbitânâ
Devletimiz, delikli bir tek guruş vermedi...
* * * * *
Küçük zâbit “sou-officier” unvânını,
Dâhiliye Nizamnâmesini aşırdığımız Fransa Kara Ordusundan 1830 senesinde ilk defâ tercüme etdik!
Fakat bu aşağılayıcı tâbire, Padişahlarımız ve Osmanlı Ordumuzda kimse itibâr etmedi.
Birinci Cihân Harbi ile dünyâyı ele geçirmeye daha 19’uncu asırın sonlarında karâr veren Prusya Almanyası;
Bu maksada mâtuf olarak da küçük zâbit mektebleri açdı. Zâbitleri kadar iyi eğitim verdiği küçük zâbitânına,
6 senelik hizmeti tamamlamaları karşılığında devlet dâirelerinde çok iyi ücretli memuriyetler veriyor idi.
06 Ekim 1909 târihli nizâmnâmesinde “küçük zâbitliğin” “dâimî” olarak teşkil edildiği yazıyor. Fakat Meclis-i Mebûsân’da bir sene sonra yapdığı konuşmasında Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa, Kara küçük zabitliğinin “sefere” özgü olarak teşkil edildiğini itirâf ediyor. Birbirini yalanlayan bu kıvırmalara bakdığımızda aslında Kara küçük zâbitliği için Harbiye Nezâretinin ileri sürdüğü gerekcenin “çürük” olduğu ortaya çıkıyor.
|
* * * * *
1326 senesi Muvazenei Umumiye Kânunu Lâyihası müzakeresi esnâsında
16 Haziran 1910 Perşembe günü Meclis-i Mebûsân’da yapdığı konuşmada;
Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa şöyle dedi;
“Esnâyı seferde kesretli telefât vukû bulabilir. Bunun için de küçük zâbitân yetiştirmeli!”
|
Mahmut Şevket Paşa’nın bu cümlesinde de açıkca görüldüğü üzere
Bizim Ordumuzdaki küçük zâbitân sınıfı da aslında,
Kapıya dayanan birinci dünyâ harbi esnâsında cephede ölecek beyaz zâbitânın yerine
Ateş hattına sürmek üzere “muvakkat” (geçici) olarak teşkil edilmiş idi.
Harbden sonra da lağv edilecek idi.
Fakat öyle yapmadılar!.. Beyaz zâbitân bu sözünden çark etdi!..
Bu sözü söyledikden 13 sene sonra;
1922 senesinde İstiklâl Harbi sona erdiğinde Mahmut Şevket Paşa’nın dediği oldu!
Donanmamızın “gedikli”, “küçük zâbitânı” ve “gedikli zâbitânı” ile
Kara ordumuzun “küçük zâbitânı” öyle bedbaht asker sınıfları oldular ki
Mühendisin (Asteğmen) mâfevki (üsdü) olan bahriye gedikli zâbiti
1923 senesinde kabul edilen aşağıdaki şu kânunda “zâbit” sınıfına dâhil edilmedi.
|
Fakat yanlış hesâb, Bab-ı Ȃli’den döndü!
Cumhuriyetin kurucu ruhû, gedikli zâbitânın hakkını, gedikli zâbitâna teslim etdi...
Bahriye gedikli zâbitânının “zâbit” sınıfına dâhil olduğunu anladılar.
Ertesi sene kabul etdikleri 508 sayılı şu kânun ile bahriye gedikli zâbitânını, “zâbit” sınıfına dâhil etdiler.
|
Fakat “bahriye gedikli zâbitini” “zâbit” sınıfına dâhil edeli daha 3 sene olmamışdı ki bu sefer de
Aşağıda gördüğünüz şu kânun ile zâbit vekili (asteğmen) altındaki bütün askerleri “er” kabul etdiler.
|
18 Ekim 1907 târihli La Haye (The Hague) Sözleşmesine göre harbde esir edilen askerler, iki ayrı kampda hapsedildi;
1. Mükellef Efrâd, (diğer rütbeler)
2. Muvazzaf Zâbit
Esir düşen “kıdemli/kıdemsiz küçük zâbitânı” “erâtımız” ile aynı kamplara hapsetdiler. Zâbit olduğunu söyleyip zâbitân ile aynı kampa yerleşdirilen “küçük zâbitânı” düşmâna, önce kendi zâbitlerimiz ihbâr etdi ve zâbit kampından atdırdı!
Ruslara esir düşen piyâde küçük zâbit kıdemli çavuş Süleyman NURİ, bunlardan sâdece birisidir.
* * * * *
Bilen ile bilmeyen bir olur mu Allah aşkına?
Evvelâ harp okullarımızın müfredâtına bir bakın! Sonra da Asubay Okullarının müfredâtına...
Dört sene “harb sanatı” tahsil etmiş subay ile
Bir iki sene yarım yamalak “meslek” tahsil etmiş asubay, bilgi ve harb kıymeti bakımından aynı olabilir mi?
Dört sene eğitim almış bir subayımız ile bir iki sene eğitim verdiğimiz bir asubayımız arasında emir-komuta ve sevk- idâre bakımından en az yarı yarıya bir kıymet farkı olduğunu kim inkâr edebilir?
En az dört sene eğitilmiş bir subayımızın tâlim etdirdiği erâtımız ile
Bir iki sene eğitdiğimiz asubayımızın tâlim etdirdiği erâtımız arasında harb kıymeti bakımından en az yarı yarı fark olduğunu kim bilmiyor?
Muhtemel bir dünyâ harbinde muzaffer ordu olmak isdiyor isek şâyet
Bunu ancak, dünyânın en iyi tâlimini verdiğimiz erâtımız ile yapabiliriz.
Erâta dünyânın en iyi tâlimini de ancak dünyânın en iyi tâlimli subayı ile verebiliriz.
Tâlimgâhda erâtımıza harb sanatını öğreten zâbitânımızın karârgâhda masabaşı görevlere çekilmesi ile
Osmanlı Devletinin yıkılması arasında çok ciddi ve çarpıcı bir bağlantı olduğunu ilk söyleyen kişi de
Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK oluyorum.
Buyursunlar! Osmanlı Devletinin çöküşünü bir de bu zâviyeden incelesinler.
Dört sene eğitim verdiğimiz subayımız karârgâhda öte beri göt gezdirirken
Erâtımıza harp sanatını öğretmek işini yarım yamalak tâlim verdiğin asubayın sırtına yıkan zihniyet kimdir?
Bu zihniyetin amacı nedir?
Dünyânın en iyi eğitimini verdiğimiz zâbitânımızın eğitdiği dünyânın en iyi erâtından müteşekkil bir ordu tasavvur edin hele! Peki, bunun böyle olmasını isdemeyen kimler olabilir, sizce?
Tâlimgâhda ter döküp erâtımızı harbe hazırlayan zâbitânımızı karârgâhda masabaşı görevlere çekenlerin; ordumuza ve devletimize ihânet etdiğini de gene ilk kez ben Şükrü IRBIK iddiâ ediyorum.
Bütün bu ihtimâlleri ortaya döken emekli SG asubayı ben Şükrü IRBIK, Bugüne kadar inandığım doğrudan çark etmiş değilim! Tam tersine, yukarıdaki cümlelerimde söylediğim her kelime, Savunduğum hakikâte beni biraz daha yaklaşdırıyor. Dünyâ siyâsetinde iddiâsı olan ordularda, “astsubay” denilen “ortada sandık” bir asker sınıfı yokdur! Asubay denilen asker sınıfı, devletimizin taraf olduğu;
Ben, ordumuzdaki “uyduruk” Asubaylık sınıfı lağv edilecek diyorum ve buna inanıyorum. Aklı başında siyâsiler ve subaylarımızın devletimize ve ordumuza hâkim olduğu gün; Beyaz subaylarımızın icâd etdiği ve “astsubay” dediği bu gayri meşrû asker sınıfını hemen lağvedecekler.
|
* * * * *
Kurtul artık dün gece içdiğin horoz kanı şarabın kemendinden,
Ve haber yolla bana Çadırcı, elâ gözlerine kurt dolanlardan!
Gözüm, kör değilsen, bunca mezârı gör;
Dünyâyı saran yalan dolanları gör;
Krallar, padişahlar çürüyüp gitmiş:
Elâ gözlerine kurt dolanları gör!
Asubay denilen vatan evlatlarına bu hâinlikleri yapanların elâ gözlerine kurtlar dolalı epeyi zamân oldu!
Lâkin
Mürteşi Müşirlerden İngiliz sevicisi zâbitânın çevirdiği bu kuyruklu yalan dolanların ceremesini
Asubay dedikleri askerler çekiyor!
* * * * *
Ȃrif olan adamın gözü gamaşmaz! 10 Temmuz 2012 Salı gününden beri yazdığım makâlelerim ile Asubayların özlük hakları mücâdelesini tâkip eden emekli bir asubay olarak şu hakikâti gördüm;
Zayıf şahsiyetli ve âciz insanlar olduğunu fark etdim. Yorulmadan, emek vermeden kolay ve kısa yoldan peyniri kapmaya çalışırlar. Bir nevi dilencilik yaparlar!
Uzun ve meşakkâtli de olsa hedeflerine; emek, sabır, akıl ve hele de kânun ile ulaşırlar!
|
* * * * *
Üç kısımdan mürekkep Asubay Tefrikası -6- isimli bu makâlemizde fâş eylediğimiz kânunlar ve belgelerden âşikâre gördüğünüz üzere;
Beyâz zâbitân heyetimiz Türk Ordusunun hizmet çarklarını; “Küçük zâbit” dedikleri “mektebli ve muvazzaf” askerlerin alın teri, emeği, kanı ve canı ile döndürüyor!
|
Müteakip bölümlerin birisinde gösdereceğiz!
İstiklâl Harbinde şehid olan “zâbit” ve “Er” sınıfına dâhil etdikleri “küçük zâbitân ile efrât” sayısı da
Bu gerçeği gâyet güzel isbâtlıyor!
* * * * *
Bugün, 29 Kasım 2017
“Her yalanın bir zevâli vardır!"
Târih yazıyorum diyerek kalemi kağıdı eline alan sözde târihci subay ve asubay meslekdaşlarımızın “Küçük zâbitlik” konusunda abdestsiz üfürdükleri yalanların zevâli de bugüne kadar imiş!
|
Yukarıda ilk defâ neşretdiğimiz belgeler tahdında Osmanlı Berrî (Kara) Ordumuzda “küçük zâbit”liğin teşkil edilmesinin Târih dizini şöyle oluyor;
1. Târih: 1909, 31 Mart (Milâdî 13 Nisan) Salı;
Meşrûtiyete karşı olan ve padişahlığı yeniden ihyâ etmek bahânesi ile
Ve aslında Osmanlı Devletini yıkmak isdeyen saltanâtperestiş mektepli beyaz zâbitân, siyâsetci, ve İngiliz muhibi vatan hâinlerinin tertiplediği Ve dahi Tıpkısının aynısını 15 Temmuz 2016 Cuma akşamı bizzat yaşadığımız “isyân” başladı.
* * * 2. Târih: 1909, 06 Ekim Çarşamba;
Osmanlı Berrî (Kara) Ordumuzda “küçük zâbit” ismi verilen “ortada sandık” yeni bir asker sınıfının Nizâmnâmesini Meclis-i Ȃyan kabul etdi.
* * *
3. Târih: 1911, 21 Ocak Cumartesi;
Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit-i İbtidâî Mektebi Nizâmnâmesi isimli nizâmnâme Takvim-i Vekâi’de neşir ve ilam edildi.
* * *
4. Târih: 1911, 1o Temmuz Pazartesi;
Der Saadet Küçük Zâbit Mektebi “kıdemli çavuş” rütbesi ile 173 küçük zâbiti mezûn etdi. Demek ki ne imiş?
Ve hattâ
Bakalım şimdi ne halt edecekler!
* * *
5. Târih: 2013, Aralık;
Kaynak : Kara Öğr. Albay Ali BAL, Der-Saadet (İstanbul) Piyâde Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit İptidaî Mektepleri, Askerî Târih Araştırmaları Dergisi Yıl:11, Aralık 2013, Sayı: 22, Sayfa: 47.
Dersaadet (İstanbul) Küçük Zâbit Mektebi;
Ve dahi
Mükellefiyet-i Askeriyye Kânun-u Muvakkati mucibince Sinn-i mükellefiyyete dâhil olarak Harbiye Nezâretinin taht-ı silâha celbetdiği 1312, 1313, 1314 ve 1315 tevellütlü talebelerden birkaç aylık tâlim ettirildikden sonra “zâbitin yerine ölmesi için” “küçük zâbit” unvânı ile cepheye sürülenlerin sayısını ise kimse bilmiyor. (MAZC, İ-44, 15 Mart 1333 (1917).
* * *
6. Târih: 1920, 14 Aralık Salı;
82 sayılı Karâr ile (T)BMM, meclisde kabul etdiği kânunlara sayı (numara) vermeye başladı. Bu sebepden dolayı Meclis-i Ȃyan’da 06 Ekim 1909 Çarşamba günü kabul edilen Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit-i İbtidâî Mektebi Nizâmnâmesi’nin sayısı (numarası) yokdur.
|
* * * * *
Târih; 1925, 12 Mart
1909 senesinde teşkil edilen Kara (Berrî) “Küçük zâbitliği” ise muvakkat (geçici) idi.
“Târihin en eski döneminden itibâren astsubay sınıfı var idi!” diyen lahâna beyinlilerin suratına bir tokat daha aşkedelim, buyurun!
“Küçük zâbitlik” denen uyduruk ve ortada sandık asker sınıfının 1925 senesinde dahi ordumuzda mevcut olmadığına dâir
İşde, en yüksek devlet dâiresi olan T.B.M.M.’den resmî bir belge!
Hem de Müdafaai Milliye Vekili (Millî Savunma Bakanı) Ali Fethi Bey bizzat fâş eylemiş!..
|
Târihciyim diyerek soytarılık yapan subay ve asubaylarımızda biraz şeref ve haysiyet var ise şâyet,
O şom ağızlarını domaltıp “küçük zabitlik” hakkında bundan kelli tek kelime söz etmezler, herhâlde!..
* * * * *
Ordu; dürüst ve âdil olduğu kadar güçlüdür!
Orduyu idâre edenler de; dürüst ve kânuna uygun iş yapdığı kadar saygı görür!
|
Küçük zâbitân ismini verdiği asker sınıfı hakkında, Beyaz zâbitân heyetimizin bugüne kadar söylediği yontulmamış yalanları Ve dahi Yapdığı akıla hayâle gelmez hâinlikleri okudukdan sonra;
|
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız
|
Gedikliler ve Ȃdem SERT
Ortaokulda iken Hasan MÜLȂYİM hocamdan yarım asır evvel öğrendiğim şu hârika mısraları kullanmak
Meğerse bugüne kısmet imiş!
Tevriye sanatının gözel örneklerinden birisidir.
Yazdığı hicive öfkelenip kendisine “köpek” diyen softa Tâhir Efendiye cevâben
Meşhûr heccâv Nef’î’nin tertiplediği şu dörtlük dize, tam da yerine denk geldi;
Aynı ailenin(!) üyesi olduğumuz emekli bir subay gardeşim, biz asubaylara “gedikli” demiş!
Hem de köylerden “teneke” çalarak toplamışlar bizi!
Nef’î’nin yukarıdaki şu dörtlük mısrâsı aslında bu subay gardeşime en iyi cevâbı veriyor vermesine de...
Anlamak isdeyene işin doğrusunu öğretmek aşkına
Tam da birinci sene-i devriyesine denk gelen Şubat’ın 16’sında
Aşağıdaki şu kısacık dersimizi verelim dedik.
* * * * *
Kıymetli meslekdaşım Mustafa AYTAR,
2016 Şubat 16’da bir tek kare resim neşretdi emekliasubaylar.org’daki FOTO-YORUM köşesinde...
Bu resimde;
İhtisâs bröveleri göğsünün sol üst tarafından yukarı doğru taşıp omuzunu aşan bir Asubay çocuğumuz var idi.
Görünce ben de abartılı bulup inanmamış idim. AYTAR herhâlde gene bir hınzırlık yapdı diye düşünmüş idim. TEMAD Muğla İl Başkanımız Halil ERGENLİ’yi arayıp sordum, işin aslını. Halil bey, resim, gerçek dedi.
Yazısından emekli Subay olduğu anlaşılan Ȃdem SERT isimli bir vatandaşımız, sağolsun
Bu resimin altına aynı gün kendi yorumunu eklemiş idi. Demek ki subay gardeşlerimiz Mustafa AYTAR’ı yakın takibe almışlar!
Yukarıda gördüğünüz yorumunda Ȃdem SERT şöyle demiş;
Emekli maaşımızın azlığından dolayı biz asubaylar ekmek parası için emlâkçılık filan yapdığımız günlerde de
Ȃdem bey şunları yapacak imiş;
Yapsın elbetde! Türkiye gibi ateş cehenneminin göbeğinde kavrulan bir devletin ordusunda
Kellesini vermek bahâsına askerlik yapmak her kişinin harcı değildir, bu bir.
Biricik canını sermâye ederek vazifesini şerefiyle yapıp emekli olabilen her askerimiz de
Ȃdem beyin yapdıklarını yapabilmelidir, bu da iki...
Darısı hepimizin başına. Sağlıklı ve huzûr dolu bir emeklilik temenni ederim kendisine.
Lâkin bu sözündeki bunca doğruların içinde Ȃdem beyin iki yanlışı var ki tashih etmeden geçmek olmaz;
Bu yanlışlarından dolayı Ȃdem beye kızamıyorum. Çünkü yorumunda her ne kadar rütbesini söylemese de,
Bir subay olarak Harp Okulunda kendisine öğretilen kadarıyla biliyor askerî târihimizi.
Daha fazlasını merâk edip de öğrenmediyse şâyet işde,
Câhil cesâretiyle tertiplenmiş böyle berbâd bir üfürüzma çıkıyor ortaya...
Fakat burada bugün vereceğimiz bilgiden sonra meselenin doğrusunu öğrendiği için
Ȃdem bey hem şaşıracak hem de sevinecek...
Kim bilir, belki de bize teşekkür edecek!..
Ȃdem beyin söyledikleri konusunda asubaylarımızın takındığı tavıra bakdığımda ise
Beni asıl şaşırtan husus da şu oldu;
Emekli subay olduğu anlaşılan fakat kimliği meçhûl birisi,
“Asubayların teneke ile toplanan gedikliler olduğu” yalanını üfürmüş!
Bu subayımızın yorumu hakkında fikir serdeden asubaylarımız da bu yalanı peşinen yutmuş!
Bir Ȃdem işgillenip yellenmiş!
Bin âdem yellenmeden abdest bozmuş!
Demek ki Ȃdem beyin üfürdüğü yalanları sorgulamadan kabul eden asubaylarımız
Subaylarımızın biz asubaylara dayatdığı “belletilmiş çâresizlik” foliminin ucuz figüranı oluvermişler...
* * * * *
Hepsi bu kadar değil elbet. Bugüne kadar hiçbir yerde duymadığınız, bilmediğiniz hakikâtler de var elbetde...
İmam-ı Şâfiî, bir delil ile kırk âlimi iknâ etdi,
Fakat biz, kırk delil ile bir Ȃdem’i iknâ edeceğiz, evvel Allah.
Bu girizgâhdan sonra,
Ȃdem beyin yanlışlarından başlayalım işe...
Dellâl, Davul ve Türk
Konuya girmeden önce dellâl kelimesinin sözlük anlamını verelim; “Bir şeyin satılacağını veya herhangi bir haberi halka bildirmek için çarşıda, pazarda yüksek sesle bağıran kişi.” Dellâl, bugün bizim postacının görevine benzer iş yapar idi. Duyurusuna başlamadan evvel ahalinin dikkatini celbetmek için yüksek ses ile peşrev çekip davul çaldığını da biz ilâve edelim.
Araplardan aldığımız tellâl ya da dellâl geleneği bizim milletimizde de vardır. Hattâ, meskûn mahallerde devlet memuru olarak görevli (Gedikli) maaşlı dellâllarımız var idi. Haberleşme imkânlarının son derece sınırlı ve zor olduğu eski devirlerde devletin buyruklarını memleketin ücrâ yerlerindeki ahaliye iletmek için dellâl çıkartıp davul çaldık. Çağın gereği olarak davuldan daha iyi imkânımız da yok idi.
Biz Türkler; davul çaldık, sevincimizi çoğaltdık!
Davul çaldık, üzüntümüzü azaltdık!
Dellâllık geleneği memleketimizin taşrasında bugün de hâlen devâm eder.
Davul kelimesinin Arapça “tabl” kelime kökünden geldiği tahmin edilir. Türk müziğinin en eski vurmalı çalgılarından biridir. Hattâ, çift derili davulun en çok kullanılan ve uzun mahrut biçiminde olanına “Tabıl-ı Türkî” denir.
Harblerde kullandığımız davulları görüp tanıyan Avrupalı milletler bu davulları kendi ülkelerine götürdü ve benzerini yapdılar. Mehter Takımındaki köszenin çaldığı kösün Türk’e çoşku, düşmâna dehşet ve korku salan sesini arkasına alan Türk Ordusu’nun zaferlerinde davulun payı büyükdür. Beethoven, Mozart gibi Avrupalı meşhûr besteciler “Türk Marşı”nı bu yüzden bestelediler.
Biz müslüman olduktan sonra davul, eski işlevini yitirdi. Fakat bu kez de tuğ ve sancakla birlikte devletimiz, askerimiz ve hürriyetimizin timsâli oldu. Türk’ün târihi kadar eski olan davulun izini aradığımızda, bakınız karşımıza neler çıkıyor;
* * * * *
Ȃdem bey teehhül etdi mi?
Ya da teehhül etdiyse, düğününde davul vurdurup, gelin-güvey çıkıp meydâna yiğitce oynadı mı, bilmiyorum!..
Fakat bakınız Ȃdem bey, biz Türkler daha başka;
Nerede,
Ne zamân,
Ne için davul çalarız;
Hepsi bu kadar değil elbetde... Daha fazla sebepler de var. Fakat biz burada câhile davul dersi vermiyoruz.
Bu kadarla sınırlı değil elbet, davul çalmamızın sebepleri... İşde, birkaçı daha;
|
Aslını inkâr edenin nesli gevşek olur; Neslimizden dolayı aslımızı da inkâr etmiyoruz...
Neticeten biz Türkler;
Fakat asker celp etmek için hiçbir dönemde “teneke” çalmadık! Geç de olsa Ȃdem SERT, bu hakikâti öğrenmelidir.
Davul dese idi, isâbetli ve doğru bir tesbit olurdu.
Fakat “davul” yerine “teneke” diyen Ȃdem bey, diken ile tahâretlenmiş!
Üsdelik teneke çalarak değil fakat
Zamânın Padişahı II. Madmud Han’ın 1837 senesinde irâde buyurduğu fermân ile...
İşde belgesi.
Kara Harp Okulu öğretim görevlisi Kara Dr.Öğ.Yzb. Hayrullah GÖK hocamızın doktora tezinden...
* * * * *
1701 Donanma Kânunnâmesi: Bahriyemizde “İlk Gedikli Subay" Sınıfı
Bahriyemizdeki “gedikli” konusunu kısaca şöyle izâh edelim.
Buhar makinesi gemilere koşulmadan evvel,
Bir başka ifâde ile şunun şurasında daha 100-150 sene evveline kadar
Donanmamızın Harp gemilerinde iki sınıf “muvazzaf” bahriye tayfası var idi;
1. Muvakkat (Geçici, mevsimlik) tayfa
2. Müdâvim (Gedikli) tayfa
Donanma-yı Hümâyûnun kürek ve yelken ile yürütülen gemileri;
Limanda bağlı durduğu kış mevsimi süresince gemide işi gücü olmayan “muvakkat” tayfaya yol verilirdi.
Böylece;
Limanda geçirilen kış dönemi, geminin bakım-onarımı ve eksiklerin ikmâl edilmesi için bir fırsat olarak görülür idi. Bu süre içinde gemide yatıp-kalkan ve bakım-onarımda çalışan tayfaya “daimî çalışan” anlamına gelen “gedikli” denilir idi. 1890 senesine kadar Donanmamızda "subay-asubay" vs. gibi bölücü sınıflaşmalar henüz yok idi. Gemide kış mevsiminde de çalışan ve maaş alan “müdâvim” (gedikli) tayfanın hepsine birden “Gedikli” ya da “Gedikli Zâbit” denilir idi.
315 sene evvel meriyyete konulan bu kânunnâme,
Bugün yürürlükde olan 926 sayılı TSK Personel Kânunundan bile çok daha âdil, çok daha şeffâf ve câzip haklar veriyor idi. Her tayfanın dikey ve sonsuz terfi hakkı var idi. Coni personel kânununun temelinde, bizim bu kânunun ruhû ve esâsı vardır hâlâ.
Fakat Deniz Kuvvetlerimizin her boku bilen tavşan yürekli subayları,
Bu kânundan, vampirin salipden korkduğu kadar korkar ve tek kelime dahi bahsetmezler.
Çünkü 1701 senesinde meriyyete konulan bu kânunda, bahriye gediklilerinin “zâbit” olduğu açıkca yazılıdır.
Resmî ve fakat sapkın subay zihniyetinin uşağı olmuş Prof. unvânlı târihciler de bu kânunu hep görmezden gelirler.
Ȃdem SERT’in ikinci yanlışı ise şudur; "Gedikliler", bugün “Asubay” olarak bildiğimiz askerlerdir.
Bahriye ordumuzun “ilk gediklileri”, bugün “zâbit” olarak bildiğimiz asker kişilerin ta kendisi idi.
ünkü Gediklilerin istihdam edildiği dönemlerde bahriyemizde “asubay” denilen uyduruk ve “ara kademe” bir asker sınıfı henüz tezgâhlanmamış idi.
* * * * *
1890 Nizâmnâmesi: Bahriye’de “Gedikli (Asubay)” Sınıfının İlk Defâ Teşkil Edilmesi
Hakkında söylenen filfilli rüşvet iddialarını, dünyânın öbür ucundaki sağır sultan bile duydu.
Fakat sarayda sefâ süren bizim sultan, kulağının dibindeki bu dedikokuları bir türlu duyamadı...
Hiçbir zamân büyük söz söylemeyi beceremedi!
Fakat lokmanın en yağlısını ve en büyüğünü yutmasını her zamân becerdi.
Kendisine “yeyici” diyenleri aynı gün Basra’ya, Bahri-î Ahmer’e veya Karaman’a sürgün etdi.
Donanma gemileri için yüksek kalorili parası verip en ucuzundan curûflu ve tozlu kömür satın aldırdı. Kazanlarda sitim azaldı, sefineler denizde kaldı!..
Aradaki farkı, kemiği ile birlikde midesine indirdi.
Bahriye efrâdına; mahlût undan yapılmış ekmek, gayr-i kâbil yemek, yağ, erzak, kart ve hasta hayvanât eti yedirdi.
Fakat kendisi, sâdece rüşvet yedi...
Yediği rüşvet neticesinde edindiği “sitim serveti” ile meşhûr olan Bozcaadalı Müşir Hasan Hüsnü Paşa,
Tam 24 sene Bahriye Nâzırlığı yapdı. 1903 senesinde eceli ile irtihâl etdi de Bahriyemiz O'ndan ancak kurtulabildi...
1902 neşetli bahriye Zâbiti Emin YÜCE, Hasan Hüsnü Paşa dönemi Bahriyesini hâtırâtında şöyle târif ediyor;
“Bahriye, Hasan Hüsnü Paşa’nın çiftliği, bizler de O‘nun hayvanâtı idik!”
Donanmamız Haliç’de çürüyüp tel tel dökülür iken,
Böyle bir Bahriye Nâzırının 1890 senesinde tertipletdiği ve
Padişah II. Abdülhamid’in buyurduğu 154 sayılı irâde-i seniyye ile
Bahriyemizde ilk “Gedikli (Asubay)” sınıfını ihdâs etdiler.
Bu tanımı ile de “gedikliler”, bugün “Asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisi idi...
Tam 5 senelik çok iyi ve çok donanımlı bir tâlim-taâllüm-tedris verilen İstanbullu çocuklarımıza
Böylesi uyduruk, tahkir ve tezyif edici “ara kademe” bir görevi lâyık gördüler.
Bugün Deniz Harp Okulu ismiyle mâhûd Bahriye Mektebinde
O senelerde tâlim-taâllüm-tedrisin süresi, sâdece 3 sene idi.
Üç sene oku, "Zâbit" ol!
Beş sene oku, "Gedikli Zâbit" ol!
Gel de bu rüyâyı hayra yor!
Bahriye zâbitân heyeti, kurmay zekâsını hemen kullanmış
Ve
Kendi yapması gereken işleri, sırtına yıkacak “ara kademe” ve “hamal” bir asker sınıfını nihâyet peydahlamış idi.
Zâbitâna bile “hayvan” muamelesi yapılan bahriyede
Zâbitin mâdûnu olan Gedikli Zâbitâna ne muamelesi yapdıklarını varın siz tahâyyül edin...
İşde belgesi.
Bahriyemizde “Gedikli Asubay” sınıfının ilk denemesi olan 1890 Nizâmnâmesine göre;
Ve dahi
Erlikden Gedikliye terfi zinhar yasak; Gedikliden zâbitliğe terfi, kat’iyen yasak!..
Hem altdan hem de üstden tahkim edilerek ömür boyu hapse mahkûm edilmiş bir askeri sınıfı demek oluyor bu...
Bu açıdan tetkik etdiğimizde 1890 Bahriye Gedikli Asubay Nizâmnâmesi,
1967 senesinde meriyyete konulan ve sözde dikey terfi imkânı veren 926 sayılı TSK Personel Kânununa benziyor idi.
Gemide talim-terbiye edildikden sonra 1895 senesinden itibâren mezûn edilen İstanbullu Gedikli Zâbitân;
Gediklilerden gelen haklı ve şedit şikâyetlere iknâ edici cevâplar veremeyen Bahriye Nâzırlığımız,
Zâbitân kadar donanımlı olduğunu çok iyi bildiği bahriye gediklilerinin hepsini “zâbit”nasbetdi ve mektebi kapatdı.
Üsdelik,
Bahriyeli zâbitlerimiz, kendilerinin tezgâhladığı bu kepâzeliğin suçunu da Padişah II. Abdülhamid’in üzerine atdılar.
Nizâmnâmesi olan ve açıldığı târih, gününe kadar bilinen bu “Bahriye Gedikli Zâbit Mektebini” kapatdığı târihi,
Bugün dahi bilememektedir(!).
Bahriyemizde “Gedikli Asubay sınıfı” teşkiline dâir 1890 senesinde ortaya konulan bu ilk teşebbüs ve ilk tecrübe,
Yirminci asırın ilk senelerinde işde böylesi koca bir kepâzelik ile son buldu.
* * * * *
1915 Kânunu: Bahriye’de “Gedikli Zâbit (Asubay)” Sınıfının İkinci Defâ Teşkil Edilmesi
1890 Donanma Nizâmnâmesi ile peydahlanan Bahriye Gedikli Zâbit (Asubay) sınıfı kısa zamânda iflâs edince
Bu kez de 9 Mart 1915 târihinde kabul edilen ve
20 Mart 1915 târihli Bahriye Efrat Ve Küçük Zâbitaniyle Gedikli Zâbitânı Kânun’u ile bahriyeli zâbitân gürûhu
Bahriyemizde Gedikli (Asubay) sınıfı teşkil etmek için ikinci teşebbüse “tam yol ileri” dedi.
Sefine-i Hümâyûnda Gedikli Sınıfının Sûreti Teşkiliyle Usûlü Terfi ve Terakkileri Hakkında Rumî 19 Temmuz 1913 târihli (muvakkat) Kânunu fesheden 1915 Kânunnâmesinin önemli maddeleri ise şunlar idi;
Lâkin
Tıpkı 1890 Gedikli Nizâmnâmesinde olduğu gibi,
1915 Kânunnâmesi de Gediklilere dikey terfiyi gizli olarak yasaklıyor ve tamamen kendi sınıfı içine hapsediyor idi.
Mühendisin (Asteğmen) mâfevki (üsdü) olan Bahriye Gediklisi
1923 senesinde kabul edilen aşağıdaki şu kânunda “Zâbit” sınıfına dâhil edilmedi.
Fakat yanlış hesâb, Bab-ı Ȃli’den döndü! Cumhuriyetin kurucu ruhû, gediklinin hakkını gedikliye teslim etdi...
Bahriye Gedikli Zâbitânının “zâbit” sınıfına dâhil olduğunu anladılar.
Ertesi sene kabul etdikleri 508 sayılı şu kânun ile Bahriye Gedikli Zâbitânını, “zâbit” sınıfına dâhil etdiler.
* * * * *
1927 Kânunu: Kara ve Hava Ordumuzda “Gedikli (Asubay)” Sınıfının İlk Defâ Teşkil Edilmesi
Hava ordumuz bu târihde henüz müstakil bir “kuvvet” değil idi. Kara ordumuza merbut bir “şube” idi.
Kara ve Hava ordumuzda ilk “Gedikli” asker sınıfını 1001 sayılı bu kânun ile 1927 senesinde teşkil etdiler.
Tertipledikleri bu yeni(!) asker sınıfına “Gedikli Küçük Zâbit” ismini verdiler.
1890 ve 1915 Kânunları ile Bahriyemizde piyasaya sürdükleri rezâlet ve kepâzeliğin aynısını bu kez de
1927 senesinde Kara ve Hava’da yapdılar;
Nazâriyyât, ameliyyâta tatbik edilirse menâfî olur!
Kendisi de bir zâbit olan Müdafâî Milliye Vekili Recep bey
Meclisde verdiği ve sizin de yukarıda gördüğünüz asker sözünün hiçbirisini tutmadı.
Fakat bu kânun ile “Gedikli Küçük Zâbitân” ismini verdiği asker sınıfına
Meclisimizin biçdiği görevin özeti aslında tam da şöyle idi;
* * * * *
İşde, belgesi.
Bugün Asubay olarak bildiğimiz asker sınıfına dâhil olan baş gedikliler
Bu kânun ile efrâd (erat) sınıfına dâhil edildi.
Demek ki biz Asubaylar, 1930 senesinde erat idik!
Aslında uluslarası hukûka göre işin doğrusu da bu idi...
* * * * *
Yukarıda verdiğimiz târihlerde bu tâbir, “gedikli” değil fakat “gedikli zâbit” şeklinde yazılıyor idi. Bir başka ifâde ile bu kânunların bâzılarında da “gedikli” denilen askerler, tıpkı Ȃdem SERT gibi “subay” sınıfına dâhil ediliyor idi.
Bu konuda tafsilâtlı bilgi edinmek ister ise şâyet
Ocak 2015 senesinde neşretdiğimiz “Gedikli Erbaş Sahtekârlığı” isimli iki bölümlük makâlemizi okumalıdır.
Ȃdem SERT, yukarıda verdiğimiz târihlerden öncesini kast ediyor ise şâyet
O dönemlerdeki gedikliler, ordumuzun müdâvim askerini teşkil eden ve bugün “subay” dediğimiz askerin ta kendisi idi.
Bu târihlerden geriye doğru giderseniz “Gedikli” sınıfı zamân aynasında siz, ancak kendi aksinizi görürsünüz Ȃdem bey.
Dolayısı ile ordumuzda olmayan “Gediklileri” teneke çalarak toplamak da söz konusu değil idi.
* * * * *
Devlet, ordusu ile; ordu da kânunu ile kâindir!
Belgesiz bilgi, ancak bebelere masal olabilir. Biz bu makâlemizde bebelere masal anlatmıyoruz...
* * * * *
25 Şubat 2016 târihinde Ȃdem SERT’e cevâben yazdığı makâlesinde
TEMAD Konya İl Başkanımız Tayyar YILDIRIM şöyle demiş idi;
Bugün, burada, buraya kadar verdiğimiz izâhât ve fâş eylediğimiz deliller tahtında böylece;
Tayyar beyin gündem etdiği bu iki iddianın her ikisinin de külliyen sâkıt olduğu ortaya çıkıyor.
* * * * *
Şâir Nef’î ile başladık,
Ruhûnu şâd edip Şâir Nef’î ile bitirelim!
Şâir Nef’î, kendisine "köpek" diyen softa Müftü Tâhir Efendiye ithâf etmiş idi,
Eski Tüfek de biz asubayalara “Gedikli” diyen emekli subay Ȃdem Efendiye ithâf ediyor şu sözü;
Ȃdem Efendi biz Asubaylara “Gedikli” demiş, İltifâtı bu sözde zâhirdir! Uyduruk "Asubay" sınıfımız bizim, zere Kânuna göre “İlk Gedikli”, Bahriye Zâbiti Ȃdem’dir. |
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Pây-i Taht-ı Saltanat’ın Boğaz’a nâzır Kısıklı semtinde
İçinde cibilliyetsiz-hırsız-arsız hârâmilerin yuvalandığı milyon dolarlık kâşânelerde
17-25 Aralık 2013 târihlerinde
Milyon avro-dolarları sıfırlama-ütüleme-istifleme ameliyyesinin birinci sene-i devriyyesine denk gelen bir günde
Masanın üzerinde emen eşken uzanıp yatarken ısrarla zili çalan telefonumu
Sağ elimi uzatıp rikkatle göbeğinden kavradım.
Camında yeni bir numara belirdi. Yeşil düğmesine basıp, Efendim!, dedim!
Daha evvel adını hiç duymadığım telefondaki esrârengiz ses ile aramızda şöyle bir muhâvere cereyân etdi.
—Benim Adım Ahmet KISA. Sizi, Aydın’dan arıyorum. Şükrü IRBIK siz misiniz?
—Evet, Ahmet bey, Şükrü IRBIK benim!, dedim.
Köşe kapmaca oynayan afacan bir çocuk gibi atik davranan Ahmet Bey sözü hemen kapıverdi!
—Numaranızı sizin mahdumdan aldım. Ben, 51 neşetli Havacı Asubayım. 81 yaşındayım. 73’de emekli olmasaydım 75 Asubay olaylarının en önünde ben olurdum. Siz, bir yazı yazmışsınız! Adı neydi, dur bakayım hele!.. Evvel’den Âhire bilmem ne!.. Ben de yazıyorum aydınhabermerkezikom’da. Sizin bu yazınızdan istifâde etmek istiyorum, ne dersiniz?
Sözü hiç bitmeyecek sanmışdım fakat yanılmışım!
Carcörünü bir basışda boşaltan makineli tüfek gibi kendiliğinden sessizliğe büründü!
Çok samimi ve lafı eğip bükmeden konuşan Ege’nin 81’lik bu genç zeybeği ağzındaki baklayı hemen çıkartdı.
Şaşkınlığımı üzerimden atar atmaz şöyle cevâp verdim vehleten;
— Makâlemizden istifâde etmeniz bize şeref verir. Telif hakkına gelince... Olur, Ahmet bey! Anlaşırız inşallah! dedim. Ardından bu kez de ben, Ahmet Beyin konuşmasına fırsat vermeden ne istediğimi açıkca söyledim kendisine. Hem de tam iki defâ. Tamam mı, anlaşdık mı?, diyerek de sözümü de pekişdirdim.
—Tamam, anlaşdık! dedi.
Hem kendini kısaca fakat gayet sarih bir üslûpla anlatan bir meslekdaşımı dinlemiş olmanın
Hem de kendi isteğimi karşı tarafa açıkca anlatmış olmanın huzuru ile basdım, telefonun kırmızı düğmesine.
Aradan üç beş gün geçdi, geçmedi. Postacı bir kutu getirdi eve. Alıp bakdım kimin gönderdiğine. Ahmet KISA - Aydın yazıyordu üzerinde. Ahmet Beyden istediğim şeyi almanın heyecânıyla hemen açmaya başladım kutuyu. Hepsi beş’lik kağıt para bile olsa! dedim kendi kendime! İçindeki bu kadar tomar epeyi bir meblağ tutar! diye geçirdim aklımdan. Ağzım, bir anlığına kulaklarıma değdi şetâretden...
Lâkin paketi açıp da içindekini görünce sükût-u hayâle uğradım külliyen!..
Ben, Ahmet Beyden başka bir şey istemişdim aslında... Hani 17-24 Aralık 2013 târihlerinde Bilâl oğlanın Kısıklı’da sıfırladığı şeyler var ya!.. İşde, ondan istemişdim. Herhâlde ya ben kendimi anlatamadım. Ya da Ahmet Bey beni anlamadı. Üçüncü bir ihtimâl daha var! Günâhını almayayım da!.. Ya da kendisi beni atlatdı!.. Bu ihtimâllerden birisi mevzu bahis idi. Fakat şu fakirin tarafında netice değişmedi. Kutunun içinden yeşiller yerine çıka çıka bir okka kuru incir çıkdı!..
Hanımın, “Ne oldu? Suratın düşdü birden yere?” şeklindeki sırıtkan bir edâ ve müstehzi tavır ile tevcih etdiği suâlini tecâhül edip hemen sıvışdım oradan...
Balta değmemiş beş asırlık sedir ağaçlarıyla cilveleşen Aydın’ın süslü, mağrur dağlarında
Tarzan’a meydan okurcasına zeybek oynayıp türküler çığırırken
Aman vermez kurnaz kurtlar ile raks etmiş
Hezârıfen olup
Memleketin semâlarında uçuşan Anadolu kartalları ile aşık atmış 81’lik bir Efe ile pazarlık yapmışım!
Hârb-i İstiklâl’de çorbacı yonana Aydın dolaylarını nasıl dar etdiğini bilmeyen mi var?
Kol saatimi kapdırmadığıma şükretmem lâzım.
Yaşı, ya da kurusu!.. Herkes, kendi yediğinden misâli. Aydın’lı hemşehrimiz, incirden başka ne gönderirdi ki zâten?
Akabinde
Dilenciye hıyar vermişler, eğri diye beğenmemiş vecizi geliverdi aklıma vehleten.
Velhâsılıkelâm
Züğürt tesellisi niyetine hoş karşıladık kuru hediyeyi!..
Neyse, dedim kendi kendime.
Yazarken içdiğin çayların sâdece çıkan mikdarını
Bir çukur deşip içine doldursaydın şâyet
Ankara çölü, sâyemizde orta ölçekli bir göl daha kazanırdı herhâlde.
Bu çayları içmeyip de parasını hele bir kumbaraya atsaydık!..
Tekâüd ikrâmiyesinden ziyâde nakidimiz olurdu evvel Allah.
Onca emek verip bir şeyler yazıyorsun bunca zamandan beridir. emekliassubaylar.org mecrâsından fayda yok sana! Mâlûm, hepsi tekâüd Asubay. Şu fakir gibi fülûs-u ahmere muhtac ekserisi. Patronları da bir bardak çay parası dahi vermiyor zâten. Emeğinin ilk defa karşılığını aldın, Eski Tüfek! Bir kutu kuru incir bile olsa buna da şükür et! Gedikli Erbaş Sahtekârlığını doğurmak için çekdiğin sancılar sağdıç emeği olmadı hiç olmazsa dedim kendime.
Atını bağladıkdan sonra Akkayanın dibine
Asubayların mukaddes hak arama mücâdelesine
Ege bölgemizin zeybek’ler diyârı Aydın vilâyetimizden ses veren 81’lik Ahmet Efe’ye
Kuru hediyesi için teşekkür ederim huzurunuzda.
Bu vesile ile kendisi ve muhterem hanımefendinin ellerinden öper sağlık ve esenlikler dilerim.
Kuru incir faslı bir yana, konuşması esnâsında Sayın Ahmet KISA’nın söylediği bir cümle yuvalanıverdi aklıma!..
1951 mezunu Asubay!..
Eski Tüfek, Devletin Defter-i Kebir’ine yazılmadan evvel dahi Asubaylığa başlayan büyüklerimiz varmış meğerse!..
Allah hepsine sıhhat, esenlik ve neş’e dolu nice seneler nasip etsin.
Âhir ömürleri gül kokulu günler güzelliğinde geçsin inşallah.
Hava Telsiz Makinist Ahmet KISA
T.C. Ordusunun Asubay unvânı ile mezun etdiği ilk dönem Asubaylardan birisidir. Lutfedip bana gönderdiği diploması da hemen sağ tarafınızda. Gözlerinizin temâşâ eylediği mektup puluna benzeyen diplomasının “Künyesi” satırında ihtisâsını gösderen Telsiz Makinist ve Gd. Okur ibâresi var sâdece. Diploma sahibinin rütbesini ve unvânını niçin yazmamışlar acap?..
Bugüne kadar konuşduğum, Asubaylık târihi hakkında bilgi aldığım ikinci en yaşlı emekli Asubay meslekdaşlarımdan birisi oluyor kendisi. İki kişilik tayyarede, telsiz makinisti olarak pilotun arkasında uçmuş mesleğinin ilk senelerinde. Pilot kadar maaş alıyormuş o vakitlerde. Asubayların bugünlerdeki mâlî, meslekî ve itibârî vaziyeti ile mukâyese edilemeyecek kadar hayret ve bir o kadar da gurur verici bir durum, değil mi?
Kendisi hakkında çok dikkat çeken bir hakîkât de bu görüşmemiz neticesinde ortaya çıkdı. Yukarıda gördüğünüz diplomasında Sayın KISA’nın 05 Temmuz 1951 târihinde mezun edildiği yazılı. Gedikli Okur (Gd. Okur) unvânıyla eğitimine başlayan Ahmet Bey, diplomasını almadan bir gün evvel, yâni 04 Temmuz 1951 târihinde Gedikli Erbaş sınıfı lâğv edildi. Ertesi gün, yâni 05 Temmuz 1951 târihinde Asubaylık sınıfı ihdâs edildi. Bu cümleden olmak üzere, Sayın Ahmet KISA, sâdece bir günlük bir zamân farkıyla Asubay unvânı ile mezun edildi.
Peki öyleyse
Diplomasında niye Gedikli Okur yazıyor diyorsanız, bu suâlin cevâbını Hava Kuvvetleri Komutanımız verebilir.
Ben bunları düşünürken 1950’li senelerin asker kânunları zihnimde gaşyolup cezbeye tutuldu vehleten...
Özellikle Gedikli Zâbitlerin nasıl olup da bir günde Gedikli Erbaşlığa tenzil edildiği dikkatimi celb ediyordu hep. O zamanlar neler olup bitmiş? Akşam evlerine Gedikli Zâbit unvânı ile giden asker kişilerin ertesi sabah kışlalarına, gemilerine, uçaklarına geldiklerinde nasıl Gedikli Erbaş olduklarını zâten epeyden beridir öğrenmek istiyordum.
Sayın Ahmet KISA ile yapdığım bu kısa telefon muhâveresi
Yüzbinlerce domino taşı ile sayısı bilinmedik senelerin zihnimde kurduğu muammâ dolu bulmacanın
İlk taşını devirmeye yetdi de artdı bile!..
Bardak bardak davşan ganı tâze çayların emzirdiği
Uzun ve uykusuz fakat şefkât membası sırdaş gecelerden bir dâvet aldım geçende.
Sütü hiç bitmeyen onyedi memeli Kibele’nin
Emceklerinin hepsinden birden süt değil fakat
Çay emiyorum sanki...
Gün, yirmidört saat!
Tecrübe etdim, farkındayım bunca zamândan beri.
Biri biter bitmez hiç fâsıla vermeden hemen öteki başlıyor...
Endişeye mahâl yok!
Üsdelik hesâbını soran da yok, çok şükür!
Can tende oldukca vakit sermâyesi mebzûl mikdarda nasıl olsa!..
5802, 5619, 3221, 3134, 2505 sayılı kânunları iştiyâk ile tarassud ederken
Gözlerim birden bire tekrâr 3221 sayılı kânuna geri döndü.
Ve dahi
Zamân orada donup kaldı...
İsminden de anlaşılacağı üzere bu makâlemizde
İşde bu unvân sahtekârlığınının üzerindeki giz perdesine
Şâyet müsaade var ise siz yiğit kariler ve Asubaylardan
Şöyle kavi bir fiske aşkedeceğiz inşallah.
Devletin parasını ucuz yoldan cebe indirmeyi gözüne kesdiren Selim TERES, bir harâr dolusu rüşvet verdi.
Civânım Engin, harârı ile birlikde yutdu rüşveti. Fakat bir şeyler ters gitdi! Selim’e ucuz krediyi temin edemedi bir türlü.
Bu iki kaşalotun kirâladığı eşkıyaların birbirine sıkdığı kurşunlar
Önce
Der-Saadet’in akasya kokan arnavut kaldırımlı sokaklarında eşşek arıları gibi vızıldayıp adres aradı.
Akabinde
Her iki taraf da soluğu mahkemede aldı!
Rüşveti mideye indiren civânım Engin, gödenimsi o goca ağzını domaltarak şöyle dedi savcıya;
“Rüşvet aldığımı iddia eden varsa belgesini gösdersin!”
Bunu duyunca bozuk kanı beynine sıçrayan Selim, şöyle böğürdü Engin’e; “Rüşvetin belgesi mi olur, ulan teres?”
Malının deniz, yemeyenin ise domuz olduğu sahipsiz devletimin parasını üleşmek, üfürmek, sıfırlamak konusunda
Civânım Engin ile Selim TERES arasında cerâyan eden bu rüşvet al-ver dâvâsı sâyesinde
Türk Milleti ikincibinyılın son senelerinde bir gün “rüşvetin belgesinin olmadığını” öğrendi.
Bizim bugün burada irâd edeceğimiz işbu makâlemizde rüşvetin değil fakat
Gedikli Zâbitleri bir desîse ile Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek üzere
Evvel Allah
Devletin belgesinde yapılan sahtecilik cürümünün belgelerini fâş edecek
Ve dahi
Sahtekârlığın belgesi var, ulan teres! diyeceğiz...
Bismillah, vira demir!..
Eğnine kürk giymeyle, başına börk koymayla
Binyüzelliküsûr odalı, bol ışıklı KaçAK kâşâneler inşâ etmeyle
Ve dahi
Unvân ile adam olunmaz! dediydi ebemdedem!
Adamlık; yürekdedir, gönüldedir, ruhdadır, mayadadır, kandadır...
Herkes yapdığından mesul en nihâyetinde.
Bir kelp bile insandan daha terbiyeli, daha hasiyetli olabilirken
Bir kelp mesâbesinde olan insan yok mu şu âlemde?..
Gedikli Erbaş sıfatıyla bir derdimiz yok bizim!..
Asubaylar olarak bu unvânı taşımakla da müşerref oluruz.
Bu makâlemizin gâyesi
Türkiye Cumhuriyet’i kânun’una yapılan aşağılık bir tecâvüzü
Soğuk suda ıslatılmış kendirden bir sicim gibi
Mütecâvizin suratında şaplatmak!..
Bu mâsum tâbir üzerinde oynanan menfûr tezgahı fâş eylemek
Ve dahi
Dünya âleme ibret olsun diye
Bu tecâvüzü târihin şefkâtli bağrına silinmemecesine yazmakdır.
Damarlarını çatlatırcasına akan âsi kanının şefkât dolu dâvetine
Şehvet dolu bir kişnemeyle ses verdikden sonra
Dizginini parçalayıp da
Kendini hürriyetin koynuna coşkuyla atan doru aygır misâli
Beynimde vehleten esriyen sözleri zapdetmekden âcizim!
Sözler, doru aygır olmuş!
Gara galemimdeki mürekkep de o aygırın ganı!..
Hoyratca akacak bir mecrâ arıyor kendine, tarifi mümküm olmayan bir arzuyla...
O inci gibi duran alacalı toynaklarını
Yatağan kılıcı gibi mahâretle sallayıp
Dizginleri param parça etdi nasılsa!
Kösteklemek kâbil değil!
Sağır sultan,
Dilsiz uşak,
Kel oğlan,
Kör köşker değiliz hani!..
Bizim de elimiz, dilimiz, gözümüz, kulağımız,
Ve dahi
Çalap’ın bahşetdiği kadar aklımız var çok şükür.
Tutam tutam, lüle lüle, büklüm büklüm, belik belik olmasa da
Ensemizdekinden bir kaç misli fazla kıl da var başımızda.
Kayıtcının vazifesi
Bulup, görüp anlamakdır.
Akabinde
Anladığını gara galemin gıldan ince cımbızvâri ucu ile
Silinmeyen cinsinden deri altına nakşedilen dövme misâli
Bir daha ayrılmamak kavli ile
Sarı kağıdın limon rengi döşünün üzerine rikkatle ve fakat ebediyyen rapdetmekdir.
Evvel Allah gene öyle yapacağız!
Gara galemim;
Gemalmaz aygır gibi...
Demirden dişindirliğini
İri, kavi, elmasımsı o ak dişleriyle ezip parçalamış
Dizginleri;
Yelesinin bir telini şahlandırarak en sağlam yerinden kopartıp atmış
Keçe asdarlı boyunduruğunu
Vahşi bir kişnemeyle dikişlerinden şakkedip boynundan fırlatmış!..
Gara galemimin en ücrâ gözelerine gadar nüfûz eden gara mâyi ise
Doru aygırın âsi fakat asil kanından almış huyunu...
Sâdece rengi benzemiyor!
Guş, ganedin,
Er, atın ile uçar da!
Gayıtcı, galemin ile uçmaz mı?..
Uçar, evvel Allah!..
Ak kağıdın köküne kıran mı girdi?
Eski Tüfek bu makâleyi niçin sarı kağıda dokumuş diyenlere de cevâbımız şu olsun;
Gedikli Küçük Zâbit unvânının bir günde inkâr edilip de
Gedikli Erbaş yapılmasındaki orostopolluğu görünce
Şaka değil, itimat buyurun!
Evvelâ,
Üst dudağının sol şakkı uçuklayıverip şahrem şahrem oldu helecandan.
Akabinde
Limon gibi sapsarı kesiliverdi beti-benzi...
Bu kağıdın rengi sarardıysa şâyet
Site Yöneticimiz Sayın Semih KOÇ boyamadığına göre
Şu fakirin suratının rengi aksetmiş olsa gerekdir, zâhir işde bu kağıda...
Ne sakalımız, ne müridimiz ne de yeşil servetimiz var.
Delikli bir tek meteliğe telli kurşun atan
Miskinler tekkesinin demirbaşı
Değirmi sakallı dervişiyim bu gece!
Lâkin
Şeyh değiliz hani yiğitler!..
Haydi! Buyurun meydâne!
Hep berâber
Hem uçalım
Hem de uçuralım öyleyse!..
Hey gidi günler, hey!..
Kimler geldi, kimler geçdi târih denen şu sahneden!
Sahne, bâki de
Şu vakde kadar yelleri önüne katarak coşkun akıp giden sellere öykünerek
Akıp giden zamân mefhumu zarfında
O sahneden kaç âdemoğlu gelip geçdi?
Bilen var mı?..
Hâfıza dumuruyla meşk etmekden iflâh olmayan âşkperest zamân değirmeni
Var olmaya sanki daha dün başlamış gibi diri, tâze hem de tüvana...
İnce ince ezip itinâ ile öğüterek un eylemek üzere adam arıyor!
Kimileri için şu dakikalarda bile hayır duaları okunurken ardından
Kimisi zamân değirmeninin taşları arasında çokdan ya un ufak oldu
Ya da olmaya devâm ediyor...
Kimisi; yel gibi esdi, geldi; sel gibi akdı, geçdi, gitdi!
Kendisi için iki damla göz yaşı döken bir çift göz bırakmak şöyle dursun
Bir katre mil dahi bırakmadı ardında...
Kimisi de; kurşun gibi geldi, deldi, çıkdı, geçdi, gitdi. Yakdı, yıkdı, çaldı, çırpdı utanmadan!
İyiler, dillerde yâd ediliyor hâlâ. Gönüllerde yaşıyor. Biz var oldukca da yaşayacak...
Lâkin
Kötüler unutulmanın kollarında bir daha uyanmamak üzere
Çok zaman evvelinden çekildi ızdırap yüklü ebediyyet uykusuna...
Gelip geçenlerden birisi var ki yel cinsinden
Anlatmaya değer, can yiğitler!
O fâni de gelip geçdi bu târih sahnesinden!
Lâkin
Sekizinci dönem vekilliğinin keyfini çıkartırken
1949 senesinin dördüncü ayında Nisan bir şakası yapdıkdan sonra
Evrakda sahtecilik sâbıkasıyla çıkdı huzur-u Hakk’a...
Hileyi, hülleyi, desîseyi ve sahtekârlığı meslek edinen insan müsvetdesi bu Zâbit emeklisi
Önce,
ATATÜRK’ün yâdigârı olan “Asubay” unvânına “s” ekledi kânunsuz olarak!
Akabinde
Aynı sıfatı taşıyan bu âdemoğlu
Bir kere daha çıkdı târih sahnesine. Bu kez başka bir sahtecilik ile...
Sizin anlayacağınız
Avcı nice âl bilmişse,
Ayı da onca yol bilmiş!..
Eski Tüfek’de neşreyledimiz Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar isimli muhammes makâle tefrikamızda
Bugün hukûken “Astsubay” olarak
Ya da
Kimilerimizin kavlen “Assubay” olarak bildiği bu unvânların gayri meşru olduğunu fâş eylediydik.
İmdi kıraat etdiğiniz işbu makâlemizde ise evvel Allah
Bakalım hangi unvânın ipliğini bedesdende değil fakat
emekliassubaylar.org mecrâsında harâc-mezâd satacağız!..
Şu kelâmı kağıda emânet ederken henüz isim veremediğim işbu makâlemizi
Sizler okudukdan sonra üç şey olacak!
Bedelsizdir temâşâ eylemesi,
Haydi!
Buyurun sahtekârlıklar kumpanyasına...
Resim, bir çerçeve içine sığdırılan zamânın
Sâdece bir ânını gösderir. Sessiz, hissiz, hareketsiz ve donukdur. İfâde imkânı sınırlıdır. Bir resimin anlamı, kendi çerçevesi içinde göründüğü kadardır. Üsdelik anlam ve hareket bütünlüğü yokdur.
Filim ise hisli, sesli hem de hareketlidir. Sonsuz ifâde imkânı vardır. Filimin konusunu bütün ayrıntısıyla ve anlam bütünlüğü içinde hem ses ile anlatmak ve hem de görüntü ile gösdermek mümkündür. Bir sâniyelik bir görüntüyü anlatmak için peşpeşe tam 24 resim çekmek icâb eder. Filim şeridi hâlinde hazırlanan bu resimler filim makinesinde oynatılırsa o bir sâniyelik çekimin bütün ayrıntılarını ses, his, hareket ve anlam olarak görmek mümkündür.
Gedikli Zâbitleri Gedikli Erbaşlığa tenzil etmek için bugüne kadar meriyyete konulan kânunlar da
80 seneden beridir tıpkı resim kareleri gibi raflarda sessiz, hissiz ve hareketsiz öylece bekliyor.
Raflarda resim kareleri hâlinde bekleyen bu kânunları bugün;
Çok ve uzun koşsunlar, iyi anlasınlar fakat bîtâp düşmesinler diye
Zihnimizi ısıtmak gâyesiyle
Şu bilgileri bir kenara yazalım evvelâ.
Makâlemizin sır kilidini açacak maymuncuk suâller işde bunlardır can yârenler.
İşbu makâlemizin özeti şu dört cümlede mündemicdir;
Yukarıya yapışdırdığımız şu dört tümcenin size anlatdıklarını
Gözleriniz görsün ve havsalanız kolayca alsın diye
Aşağıdaki şu üç belge ile süsledik.
Konuyu kavramak isteyen siz kadim dostlarımız
Bu belgeleri şimdi iyice tetkik etsinler ki
Sizin çok kıymetli vakdiniz hebâ,
İşbu makâleyi hazırlamak için de Eski Tüfek’in dökdüğü onca göz nuru sağdıç emeği olmasın!
Olmasın ki
Dünya âlemin,
Hattâ
Necdet Beyin bile bugün ilk defâ görüp muttali olacağı bu yeni bilgiyi öğrenmenin keyfini doyasıya çıkartasınız.
250 okkalık keçiboynuzundaki bir dirhem bal, işde burada gördüğünüz pencerenin içindedir...
Gedikli Erbaş ismi verilen bir asker sınıfı gelip geçdi şanlı Türk Ordusundan...
Daha doğrusu geldi gelmesine de!
Geçip, çıkıp gidemedi bir türlü...
Gedikli Erbaş unvânı verdikleri asker zümresini
2/2476 sayılı ve 04.05.1935 târihli Karârnâme ile
Askerî mevzuatımıza gayri meşru olarak eklediler. Sonra bir kânun yapıp bu sahtekârlığı meşrulaşdırmaya yeltendiler.
Resmî evrakda sahtecilik yapıp kânun’a kaçak olarak ekledikleri Gedikli Erbaş unvânı
Tam 13 sene gayri meşru olarak askeriyemizde meriyyetde kaldı.
30 Haziran 1950 târihinde ihdâs edilen Gedikli Erbaş sınıfı 04 Temmuz 1951 târihinde ordumuzda lağvedildi.
Fakat gayri meşru olarak kânun’a sokuşdurulan Gedikli Erbaş unvânı
Gene gayri meşru olarak askerî cezâ mevzuatımızda bugün dahi hükmünü hâlâ sürdürüyor.
T.B.M.M. çatısı altında kimi vekil ve zâbitânın resmî evrakda sahtecilik yapdığını söylemek basit bir iddia değil. İsbatlayamaz isek şâyet yandı gitdi gül kokulu gülüm keten halvâ. Müfteri oluruz mazaallah! Zihniyet Sürgünü’nden dolayı orduevlerini müebbeten yasak etdiler bize. O konudaki sözlerini tüketdiler.
Fakat o yasak karârını veren firavun fârelerinin aklından geçenleri değil İngiliz gevuru, şeytan dahi bilemez.
Olsun!
Abdala “kar yağıyor!” demişler...
Abdal; “titremeye hazırım!” demiş. Bizim vaziyetimiz de işde aynen bu abdal misâli...
Makâlemizi okudukdan sonra bu sahtekârlık foliminin aslında bir iddia değil
Fakat
Tam anlamıyla mevsuk bir cürüm olduğunu göreceksiniz evvel Allah.
Gömleğini düzgün giymek istiyorsan şâyet
Birinci düğmesi olan yaka düğmesi ile birinci iliği olan yaka iliğini öpüşdürmelisin.
Başka yolu, yordamı vardır da. Akıl kârı değildir! Akılsız baş da mezârda gerekdir a, dostlarım!
Bu kıssadan hareketle yürümeye dosdoğru devâm eylediğimizde
Gömlek iliklemek ile kânun yapmak arasında müthiş bir benzerlik çıkıyor karşımıza...
Her ikisi de bir yerlerden “geçiriliyor” çünkü.
Tabiat’ın şaşmaz-bozulmaz intizâmını icbâr etmek fayda getirmez. Üsdelik akıllı adam işi de değildir.
Güneşi balçık ile sıvayabilir misin?
Gömleğini düzgünce iliklemek istiyorsan şâyet
Evvelâ
Yaka düğmesini, yaka iliğinden geçir!
Bunu başardıysan, korkma!
Gerisi kendiliğinden gelir.
Kânun yapmak istiyorsan şâyet
Evvelâ
Anakânun’u Meclis’den geçir!
Gerisi kendiliğinden gelir.
Nasıl? Hoş, değil mi?
Biz de
Allah’ın sâdece Âdemoğluna bahşetdiği aklımızın, vicdânımızın
Ve dahi
Kopup geldiğimiz Uzak Asya bozkırlarının
Şanlı Kâganları Moğol atalarımızdan mirâs töre’mizin ışıltılı yolundan ayrılmayalım, değil mi?
Lâkin
Şöyle yanıt verdi Hâkana, Öğdilmiş;
İki nenğ turur ilke bağı beki;
Biri saklık ol, bir törü il köki. (Kutadbu Bilig, 2015)
Câri hukuk töremize göre
Evvelâ Anayasa yapılır.
Bu irâde 1982 Anayasa’sında “Kânunlar, Anayasa’ya aykırı olamaz” şeklinde anlamını buldu.
Anayasa’ya aykırı kânun yapmak
Anayasa’ya karşı cürüm işlemek demekdir ki en ağır cürümlerden birisidir.
Anayasa yapıldıkdan sonra da
Anayasa esâs alınarak kânun, karârnâme, karâr ve benzeri tâli mevzuat yapılır.
Fakat emekli bir Zâbit
Devletin binlerce senelik bu şaşmaz-değişmez töresini tersine çevirdi! Vekilleri merdivene ters bindirdi.
Bu emekli Zâbit
Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi sıfatıyla;
Dimağımız ısınmışdır, inşallah!
Konumuz aslında gâyet basit; iki kelimelik bir tâbirden mürekkep; Gedikli Erbaş.
Bu tâbirin askerî mevzuatımıza girişinden başlayıp çıkışına kadar geçdiği mekânlarda bırakdığı izleri tâkip edeceğiz.
Gedikli Erbaş ibâresini peydahlayan mütekâid Zâbit bozuntusu bir Vekil
Meclis’in pırıltılı avizelerinin ışıtdığı geçeneklerinde can havliyle yeldir yepelek kaçacak
Eski Tüfek isimli bir hafiye de
Bu emekli Zâbiti
Sıçdığı yere gadar govalayacak!
Ve nihâyetinde
Oyun bitecek
Perde kapanacak
Ve dahi makâlemizin hitâmına vâsıl olacağız inşallah.
Rahvân koşan beygirin seyrek düşen boku gibi
Bizim cümleler de seyrek düşüyor kağıdın yüzüne.
Okuması fazla yormasa gerek sizleri...
Hakîkât bu minvâl üzere olsa da
Bizim bu makâlemizi keçiboynuzuna benzetebilirsiniz. Bizim için mahzuru yok!
Bir çeki odun yiyeceksiniz!
Lâkin
Bu makâlemizde bir dirhem bal vardır ki
Yediğiniz ikiyüzelli kilo oduna değecek inşallah...
Usûl, esâsa mukaddemdir! Usûlümüz budur.
Esâs ise bizi neticeye götürecek belgeleri sizlere yegân yegân gösdermekdir.
Meselenin bütün safahâtını sizlere kolayca kavratabilmek için
Bu sefer az sözlü fakat çok resimli bir sayfa düzeni tercih etdik.
Siz muhterem kariler önce kısa açıklamayı okuyunuz. Akabinde belgeleri dikkatlice inceleyiniz lutfen.
Hepsi bu kadar.
ATATÜRK’ün tâ 1935 senesinde Asubay dediği
Ve dahi
Bugün Astsubay dediğimiz asker kişilere geçmiş zamânın her behresinde farklı unvânlar yakışdırdılar.
Şimdi bu unvânları târih sırasına göre tesbit edelim hep berâber.
Gedikli Küçük Zâbit unvânının hile nasıl Gedikli Erbaş yapıldığını bu arada gösderelim sizlere.
Küçük Zâbit unvânı Meşrutiyetin ilânından bir sene sonra
Aşağıda gördüğünüz nizamnâme ile Kara Kuvvetlerimizin askerî mevzuatına girdi.
Bu cümleden anlaşılacağı üzere Küçük Zâbit unvânını ordumuza ilk olarak Kara Kuvvetlerimiz kazandırdı.
Ordumuzdaki Gedikli Zâbitlik târihcesini
Niye 1909 senesinde başlatdınız diyenlere fâş eyleyelim.
Biz başlatmadık! Kara Kuvvetleri Komutanlığımız böyle uygun görmüş!
Çünkü aşağıda nazâr eylediğiniz üzere
Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulu’nun brövesinde 1909 senesi, Gedikli Zâbitliğin başlangıcı olarak kabul edilmiş.
Gedikli Sınıfı tâbiri Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız vasıtasıyla askeriyemize ilk defâ duhûl eyledi.
Bu kânun, bir sene müddet ile sınanmak üzere muvakkat, yâni geçici olarak meriyyete konuldu.
Teşkil edilen bu yeni Gedikli Sınıfı bir sene sınandı. Deniz Kuvvetlerimiz umduğu faydayı temin etdi.
Yukarıda ismini okuduğunuz kânun’un metnini aradım fakat bulamadım. Sizde varsa şu fakire sevâbına yollayınız. Verecek delikli guruşu yok! Fakat duasından nasibinizi bol bol alacağınızdan şüpheniz olmasın!
Yukarıda ikinci sırada gördüğünüz kânun bir sene sınandıkdan sonra ilgâ edildi. Yerine aşağıda gördüğünüz 20.03.1914 târihli Bahriye Efrâd İle Küçük Zâbitan Ve Gedikli Zâbitan Hakkındaki Kânun meriyyete konuldu.
Bahriye Efrâd İle Küçük Zâbitan Ve Gedikli Zâbitan Hakkındaki Kânun;
Sözümüze konu işbu kânun ile Gedikli Zâbitan kavramı 1914 senesinde Türk Deniz (Bahrî) Kuvvetlerimiz vasıtasıyla askerî hukûkumuza duhûl eyledi.
Bu ifâdemizden de anlaşılacağı üzere Gedikli Zâbitan kavramını askeriyemize Deniz Kuvvetlerimiz hediye etdi.
Bu kânun metini de şu fakirin kadifeden kesesinde mevcutdur. Arzu eden varsa bir sûretini bilâ bedel gönderebilir.
Bu kânun ile Küçük Zâbitan tâbiri Kara (Berrî) Kuvvetleri Komutanlığımızda ikinci defâ duhûl eyledi.
Aşağıdaki kânun’a bakdığımızda bu makâlemize konu olan unvânlardan hiçbirisini göremiyoruz.
Bu târihde, bu kânunu hazırlayan zihniyet, asker kişileri bir bütün olarak düşündü. Erkân, ümera, Küçük Zâbit ya da Gedikli Zâbit ayırımı yapmadı. Cumhuriyetin kurucu zihniyeti cephede şehit düşen askerini yek vücud bir teşkilât olarak telâkki etdi hep. Çünkü Cumhuriyetin faziletlerinden birisi de “külfetde ve nimetde birlik olmak” idi. Türkiye’nin BM’ye ve NATO’ya girmesinden sonra geçen her sene Cumhuriyetin bu faziletlerinden birşeyler aldı götürdü.
Bu kânun Gedikli Zâbit tâbirinin Cumhuriyet sonrası Türk Ordu Teşkilâtımızda ilk kez kullanıldığı kânundur.
Aşağıdaki kânun’da bu makâlemize konu olan unvânlardan hiçbirisi yok.
Cumhuriyetin kurucu irâdesi cephede şehit olan askerinin hepsini şefkât ile kucakladı.
O, bu, şu, ast-üst diyerek bölücü tefrika yapmadı.
Kânunların konusunu merâk eden gardeşlerime söyleyelim.
Hemen hepsi özlük veya meslek hakları ile ilgili hususları ihtivâ ediyor.
Aşağıda temâşâ eylediğiniz kânunumuzda
Kıdemlisi ile kıdemsizi ile kaytan bıyıklı, çapkın bakışlı bıçkın Küçük Zâbitler hükümlerini hâlâ sürdürüyor idi ordumuzda.
20 Nisan 1927 târihinde bu kez Gedikli Küçük Zâbit tâbiri hulûl eyledi askerî mevzuatımıza.
1001 sayılı ve 20 Nisan 1927 târihli Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un meriyyete girmesiyle birlikte aşağıda gördüğünüz iki kânun ilgâ edildi.
Bu kânun, Cumhuriyet sonrası Türk Ordu Teşkilâtında Gedikli Zâbit sınıfını ihdâs eden temel kânundur.
Deniz Kuvvetlerimizin Küçük Zâbitan ve Gedikli Zâbitan ismini verdiği yeni asker sınıfının önemli bir boşluğu doldurduğuna kanaat getiren Kara Kuvvetleri Komutanlığımız
Küçük Zâbitan’lık sınıfını Deniz Kuvvetlerinden 3 ay sonra hemen kendi teşkilâtına dâhil etdi.
Bu târihlerde Hava Kuvvetleri henüz müstakil bir teşkilâta sahip değildi. Asker ihtiyacını Kara ve Deniz Kuvvetlerinden temin ediyordu. Hava Kuvvetlerimizin kendi Küçük Zâbitan’larını yetişdirmesi için birkaç seneye daha ihtiyac var idi.
Aşağıda gördüğünüz Ek kânun ile Gedikli Küçük Zâbit unvânı ordumuzda ilk defâ işitildi.
Gedikli Küçük Zâbit İhzarî Mektepleri Talebelerinin maaşları hakkında benim bulabildiğim ilk kânun.
Aşağıdaki Karârnâmenin ilk cümlesindeki Küçük Zâbit ve Onbaşı Tâlimatnâmesi ibâresine dikkat buyurunuz.
Bu karârnâmede adı geçen tâlimatnâme,
17 Haziran 1928 Târihli ve 6791 Sayılı Küçük Zâbit ve Onbaşı Tâlimatnâmesi’dir. Kânun kitabının birinci sayfasında yazan esâs adı da budur.
Karârnâme’yi Reisicumhur Gâzi M. Kemal’in imzâladığını farketmişsinizdir.
Aşağıdaki tavsırlar, hemen yukarıdaki karârnâmede adı geçen ve kırmızı okun ucunda gösderdiğim 17 Haziran 1928 Târihli ve 6791 Sayılı Küçük Zâbit ve Onbaşı Tâlimatnâmesi’ne aitdir.
Her şey yerli yerinde, basit ve sarih değil mi?
Peki
Basit ve sarih hakîkâtler nasıl bir sahtekârlıklar yumağına tahvil edilmiş acap?
Gösdereceğiz!..
Tercüme konusunda yardımını esirgemeyen Millî Kütüphâne görevlisi Gülçin hanımefendiye teşekkür ederim.
1929 senesinde ordumuz Gedikli Küçük Zâbitler ile yek vücud olmuş! İstiklâl Hârbinin yaralarını sarıyor.
Deniz ve Kara Kuvvetlerimizden 2 sene sonra,
01.06.1929 târihinde bu kez de Hava Kuvvetlerimiz Gedikli sınıfı ile müşerref oldu. Gedikli Küçük Zâbit sınıfını kendi teşkilâtına dâhil etdi.
Böylece iki senelik bir zamân zarfında Gedikli sınıfı ordumuzun her üç kuvvetinde de hayat buldu.
Aşağıda Gedikli Küçük Zâbit sınıfına dâir bir kânun değişikliği görüyorsunuz.
2505 sayılı işbu kânun, ordumuzun muvazzaf Gedikli Küçük Zâbit sınıfı için müteakip senelerde temel kânun kabul edildi. Gedikli Küçük Zâbit sınıfı bu kânun ile iyice olgunlaşdı. Hemen hemen son şeklini aldı.
30 Haziran 1950 târihinde ilgâ edilesiye kadar Gedikli Küçük Zâbit sınıfı hakkında kabul edilen müzeyyel (Ek) kânunlar bu kânun’a atfen yapıldı.
Yukarıda gördüğünüz 2505 sayılı ve 11.06.1934 târihli Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’un yürürlüğe gimesiyle birlikde şu kânunlar ilgâ edildi.
Çünkü 1937 senesinde yapılacak değişiklik ile bu kânun’da mevcut olmayan Gedikli Erbaş tâbirini
Şerefsiz bir emekli zâbit bu kânun’un başlığına kaçak olarak ekleyecek!
Buraya kadar gelmişken öğrenmeden gitmeyin.
Yukarıda gördüğünüz 2505 sayılı Gedikli Küçük Zâbit Membalarına Dair Kânun’u TBMM’ye arzeden Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisi, biliniz bakalım kim?
İpin ucunu verelim siz yiğit Asubaylara ve Asubay sevdâlılarına; Kendisi; bildik, tanıdık birisi!
Gedikli Küçük Zâbitân sınıfını Gedikli Erbaş’lığa tenzil etmek için yanıp tutuşan bu malûm firavun fâresi
Elinden geleni ardına koymadı.
İçinde Gedikli Zâbit ibâresi gördüğü her kânunu kıtır kıtır kemirmeye pek hevesli olan bu firavun fâresi
Vekilliğinin 5 ve 6ncı dönemine denk gelen 08.02.1935-08.03.1943 târihleri arasında
Millî Müdafaa Vekâleti Encümen Reisliği yapdı.
7 senelik reisliği esnâsında ordumuzun kânunlarında Gedikli Zâbit şeklinde mevcut olan ibâreleri
Binbir sahtekârlık ve dolaplar çevirerek Gedikli Erbaş yapdı.
Aşağıda bu sahtekârlığın bir örneğini görüyorsunuz.
İşbu kânun’un metinine Erbaş ve Gedikli Erbaş tâbirlerini kaçak olarak sokuşdurdu.
Kânun metinin altına da utanmadan sâdece “630 numaralı kânun” dedi.
Vekilleri ayıkdırmamak için bu kânunun açık ismini kasıtlı olarak yazmadı.
Peki,
“630 numaralı” kânun’un adı nedir acap?
Hemen aşağıda “630 numaralı” kânun’un Meclis Zabıtlarında geçen metinini görüyorsunuz.
Bakınız bakalım!
Bu kânun’da Erbaş ya da Gedikli Erbaş şeklinde ibâre var mı?
Meclisde geçirdiği zamân ile yarış tutan şerefsiz, arsız ve kaşalot bir zâbit,
Binbir türlü sahtekârlıklar tezgahlayıp
Kânunlardaki Küçük Zâbit unvanını
1935 senesinde
İşde, böyle Gedikli Erbaş yapdı.
Nasıl ki şey, şey yemekden fariğ olmamış!
Bu firavun fâresi de kânunda sahtekârlık yapmakdan fariğ olmamış!..
Meclise her gitdiğinde asker kânunlarındaki Gedikli Zâbit unvânını silmiş
Ve dahi yerine
Askerî mevuzatımıza gayri meşru olarak sokduğu Gedikli Erbaş unvânını yazmış.
Aşağıda gördüğünüz kânun’u Meclise getiren
Ve dahi
Meclisden “geçiren” kişi
Bu makâlemizde seyretdiğiniz sahtekârlıklar foliminin esas oğlanıdır. (bknz.)
İşbu kânun’a bakdığımızda, bu târihde ve bu kânunda
Gedikli Erbaş denen bir unvân olmadığını görüyoruz.
Eski Tüfek’in gördüğünü
Siz de görüyorsunuz, değil mi?
Şu kırmızı pencerede gördüğünüz alt başlık altında ele alacağımız karârnâme mefhumu hakkında kısa bilgi verelim.
Hükûmetimizin olağanüstü durumlarda müracaat etdiği bir kânun yapma usûlüdür. Bugünkü hukukumuzda Kânun Hükmünde Karârnâme (KHK) ile aynı icrâ kuvvetini hâizdir. Kânun yerine karârnâme neşretmekdeki maksat kısa süre içinde eyleme geçmekdir. Çünkü vakit kayıbını en aza indirmek için çıkartılmak isdenen tasarı encümenlerde tartışılmaz, Meclis’e getirilmez. Bir karârnâmenin konusunu çoğu zamân Bakanlar ve Cumhurbaşkanı hariç kimse bilmeyebilir. Tasarıyı sâdece Bakanlar ve Cumhurbaşkanı imzâlar. Resmî Gazete’de neşredilir ve meriyyete girer.
İşde aşağıda temâşâ eylediğiniz karârnâme de bu usûle göre kısa yoldan yapılıp icrâya konulmuş bir kânundur.
Şimdi gelelim sadede.
Temel hukuk kuralıdır; Kânunsuz hüküm tesis edilemez. Edilirse her zamân yok hükmündedir.
Bu kural dün böyle idi.
Bugün de böyledir.
Hukuk var olduğu sürece bu kural da var olmaya mecburdur. Aksi takdirde hukuk olmaz!
Bu sayfada sözümüze konu olan karârnâmede tam da böyle bir rezâlete imzâ atılmış. Hukuksuz hüküm verilmiş!
Aşağıda gördüğünüz pencerenin içindeki karârnâme ile bir hüküm tesis edilmiş; Gedikli Erbaş.
Bakanların ve Reisicumhur ATATÜRK’ün bu karârnâmeyi imzâlandığı târihde
Askerî hukukumuzda Gedikli Erbaş şeklinde bir mefhum mevcut mu idi? Hayır, mevcut değil idi.
O zamân hukuk, bize şunu emreder; Gedikli Erbaş tâbiri keenlem yekûndur.
İşde, Gedikli Küçük Zâbit ibâresini Gedikli Erbaş şekline çevirmenin ilk hamlesi
Aşağıdaki 2/2476 sayılı karârnâmede gördüğünüz sahtekârlık ile atıldı.
Bu sahtekârlığı yapanlar o kadar fütursuz ve gözü kara davrandılar ki anlatmaya söz yetmez!..
Bu sahtekâr devlet adamları
Çevirdikleri resmî evrakda sahtecilik dümenine
Başvekil İsmet İNÖNÜ’yü
Ve dahi
REİSİCUMHUR K. ATATÜRK’ü bile ortak etdiler.
İşde, can dostlarım!
Zamânın donup kaldığı dem, tam da bu demdir.
Yukarıdaki pencerede gördüğünüz okların ucunda ve kutuların içinde duran ibârelere bâhusus dikkat buyurun.
İlgili mevzuata gidip bakdığımızda bu üç ibâreyi görmemiz icâb eder değill mi, yiğitlerim?
Peki bu ibâreler bu mevzuatda var mı dersiniz?
Gidip bakalım öyleyse!
Dağ yürümezse abdal yürür evvel Allah!
İmdi evvelâ 2505 sayılı kânuna gidelim.
Bakalım Gedikli Erbaş ibâresi bu kânunda mevcut mu?
Buyurun!
İşde 2505 sayılı kânun aşağıda...
Şimdi de
1928 neşetli Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi’ne bir göz atalım.
Bakalım işbu Talimatnâme’de Erbaş ve Yetiştirme sözcükleri mevcut mu?
Bu suâllerin cevâbına nâil olmak için evden dışarı çıkmak icâb eder!
Hanıma görünmeden sıvışıp evden dışarı çıkabilirsem şâyet bugün
Sizlerden başka bir şey istemem, hani!..
Mâlum, evveli seneden bakiye bir okka yemeklik yağ sipârişi hâlâ askıda...
Çıkalım öyleyse!..
Dağ bize gelmez ise biz dağa varırız!
1928 neşetli Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi’ni görüp tetkik etmek üzere
Ahmet Davutoğlu’nun eski muhiti
Ve
Balın gatıldığı semte yolladım kendimi.
Git-gel, Balgat; dört saat!
Ve dahi dört bilet!..
İkisini gitmek için,
Sair ikisini de gelmek için...
Dört saati de evrağı tetebbu etmek için harcadım.
Onbeşgünlük ekmek paramızı yola verdik ya! Olsun, sizin gül hatırınız var ortada!
Heyecânlı bir tetkik neticesinde aradığım membayı buldum orada.
Millî kütüphâne demirbaşında bu talimatnâmenin adı şöyle yazıyor;
6791 sayılı ve 17 Haziran 1928 târihli Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Talimatnâmesi’ni Millî kütüphâne’den temin etdim.
Ve dahi
Şu tavsırları çekdim.
Bu cümlenin altındaki tavsır, ↓ talimatnâmenin birinci sayfası. Buradaki de ↓ kapak tavsırı.
Peki,
Şimdi bu talimatnâmeyi dikkatlice tetkik edelim!
20 sayılı çerçevenin altındaki 2/2476 sayılı karârnâme metininde adı geçen 6791 sayılı talimatnâme’de;
Bu kadar belge ortaya koydukdan sonra bir neticeye varalım;
İstiklâl Madalyası sahibi
Yüce Meclis’de 6 dönem vekillik eden
Tekâüd Zâbit
Ve dahi
Sahtekârlık foliminin esâs oğlanı
Yukarıda gördüğünüz karârnâmede tam dört sahtekârlık yapdı.
İşde, resmî evrakda sahtekârlığın yapıldığı
Ve dahi
Folim karesinin donduğu yer burasıdır, yiğit canlarım!
Yukarıda gördüğünüz Erbaş, Yetiştirme ve Gedikli Erbaş ibâreleri talimatnâme metinine gayri meşru olarak sokuşduruldu böylece!
Kânun’a sokuşdurmak için de bir fırsatını kollayıp başka gayri meşru bir yol bulunacak idi elbet.
Bu sahtekârlığı ATATÜRK fark etseydi bunu yapanların sıfatına tükürmez miydi?
Peki,
Yapılan sahtekârlık bu kadar mı?
Hayır, bu kadar değil!
6791 sayılı ve 17 Haziran 1928 târihli Talimatnâme’ye Erbaş , Yetiştirme ve Gedikli Erbaş ibâreleri kânunsuz bir şekilde eklendi.
Ve Talimatnâme’nin adı “Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi” oluverdi bir anda.
Bugün dahi devletin kayıtlarında bu talimatnâme, tahrif edilen işde bu gayri meşru ismiyle kayıtlı duruyor.
Aşağıdaki çerçevede gördüğünüz 2/2476 sayılı Karârnâme’nin sol üst tarafında yeşil ve mavi oklar ile işaretlediğim kırmızı kutunun içine dikkatle bakınız.
Çünkü ilk sahtekârlık ve dahi orostopolluk o kırmızı kutunun içinde yatıyor utanmadan sere serpe.
Kaşarlı bir zâbitin gayri meşru olarak peydahlayıp
Askerî mevzuatımızda tam 13 sene boyunca hukuksuz olarak kullanılacak olan Gedikli Erbaş tâbirinin
Sahtekârlık tohumu İşde gördüğünüz bu kırmızı dikdörtgen kutunun içine akıtılmış!
Siz kadim dostlarımın dikkatini burada çok mühim bir hususa çekeyim müsaadenizle. Hemen aşağıdaki sayfaların birinde gördüğünüz 7400 sayılı Karârnâme ve aşağıya yapışdırdığım 2/2476 sayılı Karârnâmenin altındaki imzâlara bâhusus bakınız lutfen.
Gördünüz değil mi? Her iki karârnâmeyi de Başkomutan ATATÜRK imzâlamış.
Aşağıda gördüğünüz 7400 sayılı ve 05 Kasım 1928 târihli Karârnâmeye Küçük Zâbit şeklinde kayıt edilen bu ibâre
Yukarıdaki 2/2476 sayılı ve 04 Mayıs 1935 târihli Karârnâme metinine Erbaş (Küçük Zâbit) şeklinde yazılmış.
Peki,
Bu sualin;
İnsânî,
Aklî,
Ahlâkî
Ve dahi
Hukûkî bir cevâbı yok ne yazık ki...
Kânunsuz hüküm verilmez. Verilse bile o hüküm, keenlem yekûndur. Üsdelik mürûr-u zamâna da uğramaz.
Kânunsuz hüküm verenler de sahtekârdır.
Gülü tarife ne hâcet? Ne çiçekdir, biliriz!..
Sahtekârlığın izahı olur mu Allah aşkına?
1928 senesinden 1935 senesine kadar geçen yedi senede, Gedikli Küçük Zâbit tâbirini Gedikli Erbaş şeklinde değişdiren herhangi bir kânun kabul edilmedi. Bu işde alenen bir orostopolluk yapıldığını isbatlamak için başka söze hâcet var mı?
İşde burada, bir subayın ATATÜRK’e yapdığı hıyanetin belgesini görüyorsunuz.
1935 senesinde Erbaş (Küçük Zâbit) şeklinde yazdıkları ifâdeyi
Bu târihden sonra hazırladıkları bütün kânun metinlerine Gedikli Erbaş şeklinde yazdılar.
Ve bu hile ile;
Bu vesikanın metinindeki bir hususa dikkat ediniz.
Aşağıdaki karârnâmenin sol tarafındaki ikinci kırmızı kutunun içinde gördüğünüz üzere değişiklik yapmak için gündem edilen talimatnâmenin ismi, Küçük Zâbit ve Onbaşı Talimatnâmesi’dir.
Müteakip senelerde Meclise arz edilen değişiklik tekliflerinde bu talimatnâmenin adına Erbaş ve Yetiştirme kelimelerini ilâve edecekler.
Ve sınır tanımaz sahtekârlar talimatnâmenin ismini Erbaş (Küçük Zâbit) ve Onbaşı Yetiştirme Talimatnâmesi şeklinde kânunsuz olarak değişdirecekler.
Sözümüze konu talimatnâmenin 1928 târihli Eski Yazı yazmasının tavsırlarını yukarıdaki sayfalarda iki kere fâş eyledik.
Kelimeleri isrâf etmeyelim!
Tekrâr etmeye hâcet olmasa gerek.
Sizin de evvelden tanıdığınız kaşarlı emekli bir zâbit
Öyle bir açmış ki şeyini!..
O şom ağzının domalmasından Ömer diyeceği tâ o günlerde belliymiş.
Peki, kimdir şom ağzını domaltan bu emekli zâbit dersiniz?..
Gösdereceğiz elbet!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
(*** Devâm edecek)
Kaynak: Makâlede mündericdir.
Gedikli Zabitlik yapısı bu dönemde de yine iki kısımdan oluşmuştur. Bunlardan birincisi Gedikli Küçük Zabitlik müessesesidir. Gedikli Küçük Zabit Mekteplerinden mezun olanlar, kanunda belirtildiği şekilde göreve başlayarak, sırasıyla her biri üç yıl olan Gedikli Onbaşı, Gedikli Çavuş ve Gedikli Başçavuş rütbelerinde görev yaparak, mesleki bilgi, görgü ve deneyimlerini geliştirirler.
İkinci Müessese ise Gedikli Küçük Zabitliğin devamı niteliğinde olan ve onların üstünde bir hiyerarşik mevki olan Gedikli Zabitliktir. Yani Gedikli Küçük Zabitlerin başarılı olanların yükselebileceği bir askeri kariyer basamağıdır. Gedikli Başçavuş rütbesindeki görevini de başarıyla ikmal edenler, üstlerinin uygun görmesi halinde Gedikli Zabitliğe yükselebilirler.
Gedikli Zabit yapılanması şu üç rütbe basamağından oluşur: Üçüncü Sınıf Gedikli, İkinci Sınıf Gedikli ve Birinci Sınıf Gedikli. Sadece Birinci Sınıf Gedikli, Teğmen (Mülazım) ile Asteğmen (Mühendis) rütbe aralığında konumlandırılmış, diğer iki rütbe ise Asteğmen’den (Mühendis) daha kıdemsiz olarak yapılandırılmıştı. Gedikli Zabitlere hitap şekli ise genel olarak isminin sonuna “Efendi” sözcüğünün eklenmesi şeklindeydi. “Telsiz Telgraf Birinci Sınıf Gediklisi Salih Efendi” şeklinde bir uzun ünvan tanımı kullanılıyordu.
Gedikli zabitler, subaylarda olduğu gibi kışlık elbise olarak baruti çuha kumaştan siyah, yazlık elbise olarak keten kumaştan beyaz elbise giymişlerdir. Subaylardan farklı olarak, rütbe ve meslek işaretleri omuz ile dirsek arasına isabet eden sol pazı kısmında bulunmuştur. Kışlık ceket, kalçayı örtecek uzunlukta, çift önlü olup, her sırada dörderden sekiz düğme bulunmuştur. Ceketin yan ve sol göğüs cepleri kapaksız olarak dikilmiştir. Ceketin arka kısmının alt tarafında yırtmaçlar yer almıştır. Ceketin içine poplin kumaştan beyaz gömlek giyilmiş ve siyah düz boyunbağı bağlanmıştır. Rütbe işaretleri sarı sırmadan yapılmış, üzerine de meslek işaretleri işlenmiştir.
Beyaz elbiseleri ise kapalı yaka ve tek önlü olmuştur. Ceketin yalnız göğüs kısmında birer kapaksız cep bulunmuştur. Başa ise siyah püsküllü kırmızı fes giyilmiştir.
Gedikli Küçük Zabit kıyafetleri setre, kaput, günlük siyah ve beyaz elbiseden oluşmuştur. O dönemin uygulamaları gereğince, erlerde olduğu gibi siyah ve beyaz elbise olarak baştan geçme gömlek şeklinde bir kıyafet kullanılmıştır. Bu gömleğin yakasına mavi kumaştan yapılmış bir palet takılmıştır. Paletin kenarlarında birbirine paralel olarak dikilmiş üç beyaz şerit bulunmuştur. Palet, gömleğe boyuna isabet eden dört gizli düğme ile bağlanmıştır. Kullanılan rütbe işaretleri ise sınıfına göre değişmekte ve kırmızı, yeşil ile mavi renkten işlenmiş şeritlerden meydana gelmektedir. Başçavuşta 4, Çavuşlarda 3, Bölük Eminlerinde 2 ve Onbaşılarda 1 rütbe şeridi bulunmaktadır.
13 Mayıs 1916 tarihinde yapılan değişiklik sonrasında; başa, fes yerine “Enveriye” ve “Cemaliye” denilen başlıkların giyimine başlanmıştır. Kara Kuvvetleri için hazırlanan serpuşa, Harbiye Nazırının isminden dolayı “Enveriye” denilirken, aynı uygulamayı bahriyede başlatan Bahriye Nazırı Cemal Paşa’dan dolayı da denizcilerin serpuşuna “Cemaliye” denilmiştir. Gedikli Küçük Zabit ve Deniz neferlerinin Cemaliyelerinin alt kısmına 2 cm. genişliğinde, üzerinde serpuş sahibinin görev yaptığı geminin adının Osmanlıca yazılı bulunduğu siyah bir şerit konulmuştur.
Gedikli zabitler, gedikli namzetliklerinden itibaren 17 seneyi tamamladıklarında emeklilik hakkı kazanmaktaydılar. Yaş hadleri ise 52 yaşını tamamladıklarında doluyordu. Gedikli Küçük Zabitler, Başçavuş olmadan evlenemiyordu. Rütbeler tek bir kola takılıyordu. Özellikle savaş yıllarında birlik ya da gemilerinde yatıp kalkıyorlardı. İlerleyen yıllarda ise hafta içi geç saatlere kadar yapılan talim ve manevralara iştirak ediyor, yine birlik ve gemilerinde kalıyorlar, ancak hafta sonu izne çıkıyorlardı. Tüm yaşamları işleri üzerine kuruluydu. Özel yaşam yok denecek kadar azdı.
TBMM kayıtlarında Gedikli zabit ve Gedikli Küçük zabitlerle ilgili ilginç tutanaklar mevcuttur. Bunlardan bir tanesi şöyledir:
Roterdam’a gönderilen iki Gedikli Zabitan, 1928 yılında yurda döndüklerinde, yanlarında iki de nikahlı ya da nikahsız ecnebi kadın getirmişlerdir. Ciheti askeriye durumu haber alınca büyük sorun da başlamış ve iş, Millet Meclisine kadar uzanmıştır. Bu iki kişi hakkında nasıl bir ceza uygulanacak, hangi yol izlenecektir? Çünkü o ana kadar yapılan uygulamalara göre, Gedikli Zabitan ve Gedikli Küçük Zabitan kesimi, Zabitan ve memurini askeriyeden sayılmamaktadır. Yani ayrı kanunları olan farklı sınıflar olarak görev deruhte etmektedirler. Nihayetinde, Gedikli Zabitanların ve Gedikli Küçük Zabitanların da tıpkı zabitanlar gibi bir ceza-i müeyyideye tabi olmaları içtihat olarak kabul görmüştür.
Burada da göze çarpan husus; ceza ve sorumluluk durumlarında yaptırımların subaylarla eş tutulması fakat iş; sosyal haklar, üniforma ve özlük haklarına geldiğinde farklı kanunların uygulanmasıdır.
Gedikli Zabit yapılanması ile ilgili ilk olumsuz adım, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile atılmıştır. Bu kanunla Türk Eğitim Sistemi yeniden düzenlenirken, Ordumuzun üst kademelerinin direktifleri doğrultusunda, Gedikli Küçük Zabit okullarının adı Gedikli Erbaş Hazırlama Okulları olarak zikredilmeye başlanmıştır.
Örneğin, yaşanan bu dönemlerde yeni bir savaşın özellikle kara savaşları olacağı düşünülmüş ve tüm savunma yapılanmaları buna göre dizayn edilmiştir. Öyle ki, ülkemizde bile, Deniz Kuvvetlerinin pek çok birliği Kolordular emrine verilmiş ve piyadeleştirilmiştir. Deniz Kuvvetlerinin okulları dahi Kara Kuvvetlerine benzetilmeye çalışılmış, buna rütbeler de uydurulmuştur.
Tanzimat’tan o günlere değin İngiliz ve Alman sistemleri içinde kararsız uygulamalar gören ordumuzda en sonunda, iş; Gedikli Zabitliğin kaldırılmasına kadar uzanmıştır. Hatta orduda bu dönemlerde, uzatmalı ve temditli sistemler de denenmeye başlanmıştır.
1 Haziran 1929 tarihli ve 1492 numaralı kanun gereğince, Gedikli Zabitlik kaldırılmıştır. Halen Gedikli Zabit olarak görev yapanlara, maaşları aynı kalmak şartıyla, Baş Gedikliliğe tenzil-i rütbe önerilmiştir. Bu seçeneği kabul etmeyenler ise haklarındaki eski kanuna göre (172 numaralı ve 9 Mart 1915 tarihli, "Bahriye efrat ve küçük zabit aniyle Gedikli Zabıtanı Kanunu") görev yapmaya devam edeceklerdi. Böylece zamanla Gedikli Zabitlik tasfiye edilecek ve Gedikli Küçük Zabitlik yaşatılacaktı. Yine bu kanunla kabul edilen Gedikli Küçük Zabitlik rütbeleri şöyle sıralanıyordu: Gedikli Çavuş, Gedikli Başçavuş Muavini, Gedikli Başçavuş ve Başgedikli.
Gedikli Zabitlik yapılanması tasfiye sürecine girse de, gerek göreve aynı şartlarda devam edenlerin, gerekse Başgedikliliğe geçmeyi kabul edenlerin çok daha uzun seneler orduda hizmette bulunması ve bu nedenle çeşitli müktesap haklarını talep etmeleri nedeniyle, yeni çıkan kanunnamelerde onlarla ilgili geçici maddeler hep yer almıştır. Öyle ki, 2.7.1981 tarihinde yeniden düzenlenen 5802 sayılı Assubay Kanununda dahi, bir geçici maddeyle, “Deniz ve Hava sınıfında bulunan Gedikli Zabitlerin arzu ederlerse, Assubay sınıfına geçebilecekleri” vurgulanmıştır.
Meclis tutanaklarında da 1932 yılında Gedikli Zabitlikten Başgedikliliğe geçmeyi kabul eden 60 kişinin müktesap hakları ile ilgili vermiş olduğu dilekçenin tartışıldığını görüyoruz. Anlaşılan o ki, bu 60 kişi Başgedikliliğe geçseler bile haklarının korunacağını sanmışlar ve aldanmışlardır. Daha önce ellerinde mevcut bulunan haklar, Başgedikli oldukları için alınmıştır. Bunun neticesinde 60 kişi bir araya gelmiş ve Meclise dilekçe vererek; “ya bize yeni haklar tanınsın ya da alınan haklarımız geri verilsin” şeklinde bir talepte bulunmuşlardır. “Eğer bu mümkün olmuyorsa, bizi de Mızıka Gedikli Zabitanı gibi Askeri Memur kategorisine alın” dileklerini de belirtmişlerdir. Tutanak kayıtlarında eğitim durumları ve askeri memur olup olamayacakları tartışılmış ama karar bir türlü verilememiştir.
İlerleyen dönemde daha önce belirtilen şartlar gereğince, Gedikli Küçük Zabit yapılanması da Gedikli Erbaş olarak kanunlarda tanımlanmaya başlamış ve sınıf olarak bir kategori düşüşü yaşanmıştır. 10 Haziran 1935 tarihinde kabul edilen “Ordu Dahili Hizmet Kanunu” ile Küçük Zabitanlar, Erat kabul edilmiş; erat tanımlaması içinde özel kanunlara tabi olup, mükellefiyetinden daha fazla askerlik vazifesi yapanlara “Gedikli” deneceği karara bağlanmıştır. Bu tanımlamada Onbaşı, Çavuş, Üstçavuş, Başçavuş ve Başgedikli rütbeleri “Erbaş” rütbeleri olarak kabul görmüştür.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyada dengeler değişmiş ve Türkiye’de de Amerika’nın etkisi artmaya başlamıştır. Eski süreçte daha çok Alman ve İngiliz tipi yapılanmaları benimseyen Türk Silahlı Kuvvetleri artık akıl hocalarını Amerika’dan getirmeye başlamış ve sistemini de Amerikan sistemine entegre etme çabasına girmiştir.
“Deniz Kuvvetlerinde Sistem Değişikliği” konulu doktora tezi çalışmasında, İskender Tunaboylu; bu durumu şu şekilde vurguluyor:
“Amerikan askeri yardımına kadar Alman askeri esaslarına göre teşkilatlandırılmış olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Amerikalı askeri yetkililerce yapılan incelemeler neticesinde yeniden teşkilatlandırılması gerektiği kararına varıldı. Yeni teşkilat yapısı Yüksek Askeri Şura ve Hükümet tarafından değerlendirilerek 15 Ağustos 1949’da 5398 sayılı ‘Kuvvet Komutanlıkları Yasası’ çıkartıldı. Kuvvet Komutanlığı’nın kurulmasıyla teşkilat ve doktrin konseptlerinde önemli değişiklikler görüldü.”
İşte bu konsept değişikliğinden Gedikli Erbaş Kanunnamesi de payına düşeni aldı.
Gedikli Erbaş Kanununu etkisiz ve başarısız bulan Amerikalılar, önce bu kanunun yeniden ele alınarak, adam edilmesini istemiş ve bunun neticesinde 23 Mart 1950’de yeni Gedikli Erbaş Kanunu kabul edilmiştir. ABD’li danışmanların tavsiyeleri doğrultusunda hazırlanan bu kanun, Gedikli Sınıfının yetiştirilmesine ilişkin hususları kapsıyordu. Bu kanuna göre, Gedikli Erbaş olmak için en az ortaokul ve eşidi okullardan mezun olup Gedikli Erbaş okullarını ya da Sanat Enstitülerini bitirmiş olmak şartı aranıyordu.
Bu yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri, Amerikan yardımından alınan modern harp silah ve araçları ile donatılmaya başlanmıştı. Amerika, Türkiye’yi Komünizme karşı savunulması gereken bir kale olarak görüyor ve özel önem veriyordu. İdeolojiler arasında sıcak ve soğuk savaşlar dönemine giriliyordu. Amerika’nın öngörüleri doğrultusunda modernleşen ordunun personeli de bundan kısmetine düşeni alacaktı.
Daha önce totaliter zihniyetlerin etkisi altında Gedikli Erbaş statüsüne düşürülen Gedikli Küçük Zabitlik, bu kez Amerikalıların daha çağdaş kafa yapısıyla yeniden ele alınıyordu. 1950 yılında yeniden tasarlanan Gedikli Erbaş Kanununun uygulanma tecrübelerinin ve Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin kendi yapılanmalarının da ışığında, “Gedikli” tanımlaması
Menderes Hükümeti dönemine rastlayan bu sürecin akabinde, Türkiye NATO’ya üye olacaktı. Bundan böyle Türk Silahlı Kuvvetleri, ordu yapısını NATO standartlarına göre düzenleyecek ve her konuda modern olma çabasına girecekti. İkinci Dünya Savaşı döneminden kalma totaliter kafa yapısını bilinçaltında sürdürse bile, görünürde modern olma zorunluluğu taşıyacak ve en azından bazı konuları makyajlamak gereği hissedecekti. Görüntü itibarıyla modern ordu havası böylece sağlanmış olacaktı.
Deniz Kuvvetleri tarafından bu kahraman geminin hikayesi kitaplaştırılmış ve yayımlanmıştır. Lakin bakın bu iş nasıl yapılmıştır:
“Donanmanın etkisiz duruma getirilerek, Haliç’e hapsedilmesi nedeniyle deniz subayları ve Deniz Harp Okulu öğrencileri Anadolu’ya kaçarak Kurtuluş Savaşı’na katıldılar. Bahriyemizin bir kısım personeli de ‘Muavenet-i Bahriye’ (Bahriye Yardım Kuruluşu) adı altında bir grup oluşturarak, İstanbul’da İtilaf Devletleri’nin kontrol ve baskısı altındaki ambarlardan geceleri top, hafif silah, cephane, mayın, donatım araç ve gereçlerini gizlice kaçırarak, sivil deniz araçları ile Anadolu’ya, Kurtuluş Savaşı’nı yapan birliklere ulaştırdılar. Daha da önemlisi, bu vatansever denizciler, büyük fedakarlıklarda bulunarak, canları pahasına bir yandan Karadeniz üzerinden yapılan nakliyatla Kurtuluş Savaşı’nın lojistik desteğinin önemli bir kısmını sağlarken, öte yandan da Karadeniz’deki nakliyatın güvenliği yönünden önemli liman ve kıyı bölgelerinin savunulmasını üstlendiler.”
İlerleyen sayfalarda ve özellikle sayfa-7’de kahraman denizcileriyle birlikte Türk halkının yaptıkları, açıkça “Deniz Subaylarının Kurtuluş savaşı süresince yaptıkları” şeklinde sunulmaya çalışılmıştır.
Gördüğünüz gibi Türk halkının, kahraman denizcilerimizin ve de özellikle cesur yürekli Ereğli insanının emekleriyle yazdıkları destan bir çırpıda kahraman Türk subayına mal edilmiştir. Evet, bu destanda Türk subayının da katkısı, emeği ve alınteri vardır ama hepsine sahiplenmek; resmi tarih miti yaratmak adına yapılmış bir emek hırsızlığıdır. O kahramanlara yapılmış bir saygısızlıktır. Zaten kitabı hazırlayan ekip de, kendi yazdıklarına fazla itibar etmemiş olacak ki, ister istemez ilerleyen sayfalarda gerçeği itiraf etmek zorunda kalmıştır:
“Bu destan Türk Milletinin destanıdır… Bu destan Kuvay-i Milliye ruhunun destanıdır. Bu destan Karadeniz Ereğli’nin, Edirne’nin, Ardahan’ın, Ankara’nın, Trabzon’un, Türk vatanının destanıdır… Bu destan Recep Kahyaların, Nimet Hocaların, Çarkçıbaşı Osman Efendilerin, Göreleli Yusufların destanıdır… Bu destan Mustafa Kemal’in; her biri Mustafa Kemal olan binlerce Mehmetçiğin destanıdır. Bu destan Gazi Alemdar’ın destanıdır.”
Zaten bizim de söylemek istediğimiz şey budur. İstiklal Savaşı, bağımsızlığına düşkün Türk halkının, yiğit Anadolu insanının kahramanlık destanıdır. Bunu kendilerine mal ederek, ırkçı ve imtiyazcı bir sınıf miti yaratmak isteyenler her daim bu gerçekle yüzleşmek zorunda kalacaklardır; çünkü: herkes ne kadar kahramansa, onlar da o kadar kahramandır. Ne fazla ne de eksik.
Bakın şu Allah’ın işine ki, Cumhuriyetin ilanı sonrasında kahraman deniz subaylarından tam 749 tanesi donanmadan emekli edildi. Sebep; sağlık sorunları ile birlikte bir de şu: Milli Mücadeleye katılmamaları! Yani, kahramanlık efsaneleri üretirken biraz daha akil düşünmek lazım! Ha bir de yüz ellilikler listesine göz atmak lazım. Orada da pek çok kahraman Türk subayı var.
Ya da şöyle yapacağız; İstiklal Savaşı’nın Türk subayının değil, Türk halkının kahramanlık destanı olduğunu kabul edeceğiz. On yıllarca cepheden cepheye koşan, anasını, yuvasını, köyünü hep geride bırakan, Balkanlara, Çanakkale’ye, Yemen’e ve hatta Galiçya’ya , “emredin öleyim” diyerek koşa koşa giden ve yetmiyormuş gibi sonrasında da kutsal toprağı Anadolu’yu işgal tertibinde bulup bağımsızlığı için şahlanan halk çocuklarına haksızlık etmeyeceksiniz. Bu vatanı; hacısıyla, hocasıyla, işçisiyle, köylüsüyle, kadınıyla, erkeğiyle, zabitiyle ve de Gedikli Küçük Zabitiyle, eşkiyasıyla ve hatta asker kaçağıyla bu toprağın cesur evlatlarının kurduğunu hazmedeceksiniz.
Öyle ki adı komüniste çıkmış ve vatan haini bellenmiş bazı İstanbul işçileri bile, Anadolu’ya cephane gönderebilmek için canını dişine taktı. Bunun da hakkını vereceksiniz.
Öyleyse vatanı herkesin eşit sevdiğini ve vatanı sevmede kimseye ayrıcalık ve imtiyaz tanınmadığını da öğreneceksiniz. Yiyip harcarken kendinize sağladığınız bir takım imtiyazlar olabilir fakat bu vatan için ölme zamanı geldiğinde, kimlerin imtiyazlı olduğunu bilecek, bilmiyorsanız öğrenecek ve saygı duyacaksınız.
Bugün Gedikli Zabitlik dediğimiz yapılanma artık kullanılmamaktadır. 1951 yılından bu yana Assubaylık tanımı geçerlidir. Türkiye’de assubaylık mesleği, üst kademenin pasifize etme, küçümseme ve sınıflaştırma çabalarına karşın halkından ilgi ve sevgi gören saygın bir meslektir.
Türkiye’de assubaylık mesleği, başladığı günden bu yana diğer ülkelerde uygulanandan farklı olmuştur. Baskılara, önyargılara ve tahakkümlere rağmen bu böyledir. Çünkü, bu mesleğin geçmişi Türk tarihine ve o tarihte yer bulan Akıncılar ve Çavuşluk geleneğine dayanmaktadır. Bu yüzden tüm baskılara, küçültme ve hor görme operasyonlarına her zaman karşı koyabilmekte, direnebilmektedir. Öyle ki, bazı şeyler üst komuta kademesi istemese bile, assubay sınıfının kendisini geliştirmesi, işini çok iyi bilmesi ve çağa ayak uydurabilmesi nedeniyle zorunluluk gereği yapılmaktadır.
Assubaylık mesleğinin günümüzdeki yapısını şöyle bir inceleyecek olursak, örneğin Amerikan sistemi ile kıyaslarsak şu başlıkları çıkarmamız mümkündür:
Türk assubayları, çağdaş bir eğitimden geçmektedir. Yüksek Okul seviyesinde çağa yakışır bir süreç yaşayarak ordu saflarına katılmaktadır. Pek çok ülkenin assubayından çok daha üstün niteliklere sahiptir.
Buna karşın kışlada işler tam tersine dönmektedir. Çağa yakışır ve modern eğitim süreci sonrasında, birlik ve kıtalarda çağa yakışmayan uygulamalar ve önyargılar; assubay sınıfının çok daha ileri sıçrayacak şekilde hamle yapmasını engellemektedir. Yürürlükteki kanunlar; ordu içinde kaliteli bir görev bilincini değil, ortaçağ kast sistemini çağrıştırır seviyededir.
Türkiyedeki assubaylık sistemi; belirli bir rütbeye kadar (Asb.Çvş- Üçvş) Amerikan ordusunun NCO yapısı ile uyuşmakta, özellikle üstçavuşluk rütbesi sonrasında ise Amerikan Gedikli Subay sınıfı ile benzeşmektedir. Yani bugün görev yapmakta olan üstçavuş ve daha kıdemli assubayların Amerikan ordusundaki karşılığı Warrant Officer/Gedikli Subaylardır.
Çünkü onlar, yurdu işgale uğradığında Kuvay-i Milliye’nin ilk ışığını çakan küçük zabitlerin neslidir. Onların sahte efsanelere, şişirilmiş hikayelere ihtiyacı yoktur. Her assubay kendi yüreğiyle, kendi mücadelesiyle zaten başlı başına bir efsanedir.
Özellikle yaşlı vatandaşlarımızın assubayları gördüğünde kullandıkları bazı hitap sözcükleri dikkatinizi çekmiştir. Assubaylara zaman zaman “Gedikli Zabit”, “Baş Gedikli”, “Gedikli” ya da “Baş Efendi” şeklinde seslenirler. Ülkemizde “Gedikli” terimi artık kullanılmadığından dolayı özellikle genç assubaylar bu işin sırrını bir türlü çözemezler. Kendilerince araştırıp uygun cevaplar bulmaya çalışırlar.
Ülkemizde de uzun yıllar saygın bir yapılanma olarak kullanılan ve daha sonradan kaldırılan “Gedikli Zabit” yapılanması, tarihsel derinliğinde; gedikliliğin ve bu yönüyle de deniz assubaylığının başlangıcını oluşturduğundan önem arz etmektedir. Bu yüzden, gelin hep birlikte bu konuyu inceleyelim ve bu güzide mesleğe ömür vermiş insanlarımızı da böylece yad etmiş olalım.
Gedikli zabitler, belirli bir alan ya da konuda uzmanlık derecesinde ihtisaslaşmış özel görevli subaylardır. Gedikli zabitler askeri yapılanmalarda subay ile assubay arasında bir rütbe konumuna sahiptirler. Türk Ordusundaki şekliyle tarif edersek, asteğmen ile teğmen aralığına yerleştirildiğini söyleyebiliriz. Daha çok kıdemli assubaylığın bir uzantısı olarak görülseler de gerçekte ayrı bir sınıf oluşturmaktadırlar. Fakat pek çok ülkenin silahlı kuvvetleri, uzun yıllar orduya emeği geçmiş kıdemli assubaylarına yeni bir kariyer sunmak ve onları onurlandırmak amacıyla “Gedikli Zabit” yapılanmasını kullanmıştır.
Gedikli Zabitlik, dünya ordularında ve orduların her kuvvetinde çok az farklılaşan bir yapıya sahip karışık bir rütbedir. Genel anlamda teknik becerilerine ve yeteneklerine göre rütbe alırlar. Komuta pozisyonunda kendilerine pek görev verilmez. Yine de Cenevre Antlaşması içeriğine göre genel olarak subay tanımı içinde yer alırlar.
Özel bir rütbeleri olmadığı için onlara “Bay …”, “Bayan …” ( ve soyadı) şeklinde hitap edilir. Ancak, uygulamada çoğu personel bu söylemi kullanmak yerine, onlara, “Efendim”, “Madam” ve daha çok “Şef” şeklinde hitap etmeyi tercih eder. Bizdeki uygulamalarda ise hitap şekli “Efendi” olarak kabul görmüştür.
NATO kodu olarak WO-1’den başlayan rütbeleri WO-5’e kadar gider. Ülke tanımlamaları da bu standarda bağlı olmak kaydıyla değişiklik gösterir. Örneğin Amerikan Ordusunda bu rütbelerin karşılıkları aşağıdaki gibidir.
WO-1= WO1 (Warrant Officer 1)
WO-2= CW2 (Chief Warrant Officer 2)
WO-3= CW3 (Chief Warrant Officer 3)
WO-4= CW4 (Chief Warrant Officer 4)
WO-5= CW5 (Chief Warrant Officer 5)
Bu rütbe yapısı ilk olarak İngiliz Kraliyet Donanmasında kullanılmış, daha sonra günümüze değin pek çok ülke tarafından benimsenmiştir. Bugün İrlanda ve ABD gibi pek çok devlet tarafından kullanılmakta olan bir sistemdir. ABD dışında genellikle kıdemli assubayların uzun yıllara dayalı askeri tecrübelerinden yararlanılması niyetiyle ve onları mümkün olduğunca etkili olarak kullanmak gayesiyle oluşturulmuştur.
Fakat Amerikan ordusunda özel bir konumları vardır. Teknik konularda liderdirler ve konularında uzman derecesinde ihtisas sahibidirler. Şef pozisyonundaki gedikli subaylar (Chief Warrant Officer) bizzat Başkan tarafından yetkilendirilir ve atanırlar, subaylarla aynı şekilde yemin ederler. Teknik uzman olarak, doğrudan orduya giriş yapabildikleri gibi, uzun hizmet yılları göz önünde bulundurularak (özellikle helikopter pilotları) orduda kalmaları da sağlanmış olabilir.
Gedikli Zabitliğin ve buna bağlı olarak Gedikli sınıfının doğuşu, İngiliz Kraliyet Donanmasının kuruluş yıllarına değin uzanır. Bu yapının askeri bir sınıf olarak kullanılması yaklaşık olarak, 13.yüzyılda başlamıştır.
Bilindiği gibi o dönemlerde henüz silah teknolojisi çok gelişmiş olmadığından kara ordularında herkes kısa bir eğitimle hemen görev yapabiliyordu. Oysa deniz kuvvetleri için özel yetenek, mesleki yeterlilik, bilgi ve tecrübe gerekiyordu. İlerleyen yıllarda hava kuvvetlerinin gelişmesi de aynı gereksinimlere ihtiyaç duyacaktı. Hatta gelişen ordu silahları ve savaş teknikleri dolayısıyla, kara kuvvetleri de ilerleyen dönemlerde bu yetenekli sınıfa ihtiyaç duyacaktı.
Dolayısıyla bu başlangıç, hem gedikli zabitliğin hem gedikli sınıfın doğuşu olarak işlenecekti tarihe. Gedikli sınıf ise o günkü anlamıyla deniz assubaylığına ve onun devamı olan bir sisteme işaret ediyordu.
13. yüzyılda İngiltere’de Deniz Kuvvetleri’nin kontrolü ve komutası, askeri deneyimleri nedeniyle, soylu sınıfın elindeydi. Bu soylu sınıfa mensup insanlar, genelde teğmen ve yüzbaşı gibi rütbeler taşıyorlardı ve gemilere kumanda ediyorlardı. Askeri tecrübeleri vardı, bilgi ve görgüleri vardı fakat denizcilikten bihaberdiler. Gemi yaşamına çok uzaktılar. Gemide işlerin nasıl döndüğünü, silahların nasıl kullanılacağını, geminin sevk ve idaresinin nasıl olacağını bilmiyorlardı. Denizcilerin güvertede hangi işlerle meşgul olduklarına, bir geminin tek başına nasıl seyir yapacağına, deniz haritalarının kullanımına, yön bulma tekniklerine, pusula kullanımına ve daha pek çok denizciliğe özgü bilgilere çok yabancıydılar.
Asıl mesleği denizcilik olan gemi kaptanlarına ve onların kıdemli, tecrübeli denizcilerine bel bağlamışlardı. Onların işbirliği ve teknik uzmanlığı ile tüm bu işleri kotaracaklarını düşünüyorlardı. Bu usta denizciler ve kaptanlar, gemilerin kullanımı ile ilgili teknik detaylara ve silahların çalıştırılmasına dair tüm bilgilere sahip oldukları gibi kullanmaya da yatkındılar. Her türlü teknik bilgi ve beceriye, denizciliğin gerektirdiği yetenek ve ustalığa tam anlamıyla sahiptiler.
Bu usta denizciler böylece ilk gedikli sınıfını oluşturdular ve gedikli zabitan ile deniz assubaylığının ilk nüvesi oldular. Zaman zaman “Boat Mates”, bazen “Boswans Mates” olarak anıldılar. Tecrübe ve özgüvenleri ile zamanla vazgeçilmez oldular ve daha sonra “Royal Warrant” (Kraliyet Gedikli Zabitanı) olarak ödüllendirildiler.
İşte bu başlangıç günümüze değin sürüp gitmiştir. Modern ordular bu tabuları yıkmış olsa da günümüzde Türk Ordusu gibi kendisini geliştirememiş ordularda halen bu asil sınıf ve halk tipi sınıf ayrımı derin bir şekilde sürdürülmektedir.
Gedikli subaylar yıllar süren gelişmeler sonucunda dört kategoride değerlendirildiler.
1843 yılında Subay Salonunda kalan gedikli subaylar normal subay yapılmış, düşük dereceli gedikli subaylar ise yeniden yapılanan assubay sınıflandırmasında Chief Petty Officer olarak Kıdemli Assubay yapılmış ve böylece gedikli subay kategorisinin ikisi sonlandırılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sürecinde Salonsuz Gedikli Subaylar; “Gedikli Subay” ve “Şef Gedikli Subaylar (Yetkilendirilmiş Gedikli Subay)” olarak ikiye ayrılmıştır.
Donanmada modern teknolojinin gelişmesi doğrultusunda onların da sisteme adaptasyonu amacıyla rütbe tanım ve kapsamları değiştirilmiştir. Telgrafçı, Elektrikçi, Gemi Onarımcısı, askeri teknisyen ve benzeri isimler almışlardır. Subay Salonu yerine Gedikli Subay Salonunu kullanmaya başlamışlardır. Küçük gemilerde ise yine subay salonunu kullanmaya devam etmişlerdir. Gedikli Subay ve Şef Gedikli Subaylar kılıç takmışlardır, rütbelerine göre selamlanmışlar ve selamlamışlardır. Teğmen ile asteğmen arasına yerleştirilmiş bir rütbe sıralamaları olmuştur.
1949 yılında yeniden tanımlama yapılmış ve isimleri “yetkili subay” ve “kıdemli yetkili subay” olmuştur. Fakat rütbe kıdemleri yine teğmenden sonra gelmiştir. Yine yerleri subay salonu olmuş, gedikli subay salonları kapatılmıştır.
1956 yılında yeniden bir tanım değişikliği yapılmış ve şimdiki branş subayı anlamında özel görev subayları tanımı yapılmıştır. 1998 yılında bu özel görevli subaylar listesi, normal kraliyet subay listesi ile birleştirildi ve böylece tüm subaylar eşitlenmiş oldu.
İngiliz Kraliyet Donanmasındaki rütbe yapılarını ve gerçek yaşamdan kesitlerini “Dünyanın Uzak Ucu” (Master And Commander: The Far Side Of The World) isimli filmde bulabilirsiniz. Deniz Subayı, Gedikli Subay, Assubay, Denizciler ve Deniz Talebesi gibi rütbelerin hepsinin canlandırıldığı bu film, 1800’lü yıllarda Pasifik’te bir İngiliz Gemisi (HMS Surprise) ile bir Fransız gemisi (Acheron) arasında geçen çetin mücadeleyi konu almaktadır. Brezilya sahillerinden başlayan macera dünyanın büyük bir kısmını dolaşarak devam etmekte, Cape Horn'un fırtınalı sularından dünyanın uzak ucundaki Galapagos Adasına varmaktadır. Napolyon dönemindeki deniz savaşlarını konu edinen film; 2003, Amerikan yapımı. Yönetmeni Peter Weir, başrol oyuncusu ise Russel Crowe. İnternet üzerinden ulaşabileceğiniz bu filmi izlemenizi tavsiye ederim.
Gedikli Subaylar Amerikan Ordusu’nda son derece özel bir konuma sahiptirler. Tek bir mesleğe, konuya ya da branşa yönelik olarak çok özel bir şekilde yetiştirilirler. Gedikli Subay olarak ilk göreve başladıklarında Ordu Sekreterliği tarafından yetkilendirilirler ve Warrant Officer-1 (WO1) rütbesini taşırlar. Daha sonraki aşamalarda Gedikli Subay Komisyonları tarafından üst rütbelere yükseltilirler. Bu komisyon doğrudan A.B.D. Başkanı’nın temsilcisi olarak görev yapar.
Gedikli Subaylar, kendi uzmanlık alanları söz konusu olduğunda diğer subaylarla aynı otorite, saygınlık ve komuta yetkisine sahiptirler. Müfrezelerde, birlik, birim ve timlerde, gemilerde ve icra edilen harekatlarda hem görev ve sorumluluk alabilir hem de komuta ve liderlik üstlenebilirler. Ayrıca astlarına danışmanlık görevleri de söz konusudur.
Konusunda uzman oluşuyla ve liderlik özellikleriyle birliklere ve komuta kademesine özel uzmanlık tecrübelerini ve rehberliğini sunar. Özellikle teknik konulardaki kabiliyetleri ile dikkati çekerler.
Çeşitli eğitim aşamasından geçerek rütbe ve kariyer basamaklarını oluştururlar. Kısaca değinirsek; orduya katılma kararı sonrasında ilk olarak Gedikli Subay Aday Kursu’na dahil olduklarını ve daha sonra da meslek yaşamları boyunca sürekli eğitim gördüklerini söyleyebiliriz. Gedikli Subay Aday Kursu ile temel subay ve lider özellikleri kazandırılır.
Bir sonraki aşamada Gedikli Subay Temel Kursu görürler ve burada Gedikli Subay görevlerini teknik liderlik derecesinde yapabilecek yetenekle donatılırlar.
Daha sonra gelen Gedikli Subay Tekamül Kursu ise önceki eğitimleri ve edinilen tecrübeleri geliştirme, ileri aşamalara hazırlanma sürecidir. Bu kurs CW3 rütbesine haiz bir Gedikli Subay tarafından verilir.
Gedikli Subay Karargah Kursu ise CW4 rütbesine geçiş için gerekli olan karargah görevlerinin öğrenilmesini amaçlar. Bu süreçte gedikli subaylar; ordu, personel, iletişim, eğitim yönetimi ve personel yönetimi ile özel liderlik konularında bilgi ve deneyim kazanırlar.
Son aşamada görülen kurs ise Gedikli Subay Üst Düzey Karargah Kursu’dur. Gedikli Subayların CW5 seviyesine terfi edebilmelerini amaçlayan ve bu rütbeye haiz bilgilerin öğretildiği kurs sonrasında, mesleklerinin en önemli kariyer aşamasına gelmiş bulunurlar. CW5 rütbesi, askeri eğitim için en önemli seviye olarak tanımlanır. Orduya daha geniş açıdan bakmayı öğrenirler. Örgütsel düzeyde en yüksek seviyedeki eğitmenler olarak görevler alırlar. “Amerikan Ordusu nasıl daha iyi işler, nasıl daha başarılı olur” konusu üzerinde özel olarak çalışırlar. Orduyla ilgili politikalar ve programlar üretirler. Özel konular hakkında bilgilendirme yaparlar.
Özellikle CW5 aşamasına gelen Gedikli Subay, tam anlamıyla Amerikan Ordusunun en vazgeçilmez ve aynı zamanda en üretken personeli olur. Ordunun politikasından, eğitimlerine değin pek çok konuda söz sahibidir ve de işlevselliğinde lokomotif rolündedir. Kısa başlıklar halinde görev tanımlarına bakacak olursak, şunları söyleyebiliriz:
Amerikan Ordu yapısında rütbeler sadece görev amaçlıdır. Tüm yaşamınızı etkisi altına almaz. Yani birileri sizden rütbe ve kıdemce üst olduğu için yaşamınıza, duygu ve düşüncenize ve hatta vereceğiniz oylara karışmaz. Astlarını cahil olarak nitelemez. Onları izlemeyi ve fişlemeyi düşünmez. Ev ve aile yaşamını denetlemeyi aklından bile geçirmez.
Askeri bir kişi de olsanız önce insan olmanın onur ve haysiyetini koyar önünüze. “Rütbesi yüksek olanın ve mevkisi yüce olanın her şeyin en doğrusunu bileceği” saplantısı günümüz dünyasında sadece bir safsatadan ibarettir. Ortaçağ zihniyetinin bir ürünüdür. Herkes kendi hayat tecrübesinden, günlük yaşamından ve biriktirdiklerinden öğrendikleriyle bir çıkarım yapar ve yolunu öylece seçer. Düşünün ki, aylık emekli maaşı yaklaşık olarak 4.000 TL’yi bulan bir Emekli Kıdemli Albay ile bunun yarısını dahi alamayan Emekli Kıdemli Başçavuş; aynı siyasi eğilimi ya da ideolojiyi her nasılsa benimsesin. Eğer bu mümkün oluyorsa zaten bir yerlerde bir yanlışlık var demektir. Ya ülkenin siyasi partilerinde bir sorun vardır, yelpaze geniş değildir ya da yukarılardan somut ya da başkaca baskılar ve etkiler vardır.
Nihayetinde insanı öncelemek açısından oldukça uzun ve meşakkatli bir yolumuz olduğunu söylememiz gereklidir.
Osmanlı’da da Donanmadaki uygulamalar hep farklı olmuştur. Yüzyıllar boyunca Kara Ordusundan değişik, denizciliğe ve bu mesleğin zorlu şartlarına uygun bir hiyerarşi yapısı uygulanmıştır. Nihayetinde askeri alanda batılılaşma çabaları başlayınca, Donanma yapısı da bundan payını almıştır. Bilindiği gibi öncelik subay yetiştirilmesine verilmiştir fakat yaşanan olaylar, zorluklar ve savaşlar; Donanmayı modernleştirmenin, yapısını değiştirmenin o kadar da kolay olmadığını göstermiştir. İthal komutanlara teslim edilen ordularda ilk arayış mesleğini bilen bir ara sınıf oluşturmak fikrini sabit kılmıştır. Bu ara sınıf fikri, Osmanlı Paşalarının saltanatçı kafa yapısıyla arabeskleşmiş ve subay sınıfından ayrı olarak, Gedikli Sınıfı oluşturulmuştur. Gedikli Sınıfı, Gedikli Zabitlerden ve Gedikli Küçük Zabitlerden teşekkül edecek şekilde düzenlenmiştir. İngiliz Sisteminden alınan bu yapı, söylediğimiz gibi, şarkçı bir zihniyetle uygulama safhasına konmuş, Zabite ayrı, Gedikli Zabite ayrı ve Gedikli Küçük Zabite daha bir ayrı kurallar, kanunlar işler hale sokulmuştur. Zaten pek çok tarihçi bu dönemdeki modernleşme uygulamalarının daha çok taklitçi olduğunu ama daha da ötesinde kötü versiyonlar olduğunu vurgulama gereği hisseder.
5 Şubat 1890 tarihinde Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın gayretleriyle donanmanın teknik ve ameli personel ihtiyacını karşılamak üzere, topçu, işaretçi, serdümen ve porsun, sanayi ve makine sınıflarında görev yapmak üzere “Deniz Gedikli Subay ” sınıfının kurulması için bir nizamname çıkarıldı. İngiliz sistemi örnek alındı. Nizamname, Ceride-i Bahriye gazetesinde yayımlandı ve yürürlüğe girdi. İşin aslı, hızlı bir şekilde toprak kaybetmeye başlayan Osmanlı Donanması, gemilerinde görev yapacak yetenekli leventler ve ara sınıf personel bulamamaktaydı. Özellikle Rum kökenli Osmanlılardan faydalanıyorlardı ama Yunanistan elden gidince, Rumlarda da kopuş başladı. Gemilerin teknolojisi değişmişti ama Osmanlıda bu teknolojiye ayak uyduracak ne Paşa, ne zabitan ne de devlet adamı vardı. Bunlar olmayınca, körü körüne son model gemiler alınıyor ama yürütülemiyordu. İşte bu zorunluluktan dolayı Gedikli Sınıfının kurulması şart olmuştu.
Nihayetinde, 3 Nisan 1890 tarihinde 21 Sayılı Ceride-i Bahriye'de çıkan Şura'yı Bahriye Nizamnamesiyle "Deniz Gedikli Sınıfı" resmen kurulmuş oluyordu. Böylece resmi olarak hem Osmanlı Bahriyesinde hem de Osmanlı Ordusunda “Gedikli Zabitliğin” bir parçası olarak, assubaylık mesleği de başlamış oluyordu. Elbette ki daha önce de benzer konumlarda bir ara sınıf vardı fakat kafa karıştırıcı bir sistem bütünlüğüne sahipti. Örneğin, Osmanlı Donanmasının rütbe ve hiyerarşisini çözmeniz için donanmayı iyi bilmeniz ve tanımanız gerekiyordu.
Söz konusu nizamname ile birlikte, gemilere sivil personel alınmaması, yalnız İstanbul çocuklarından olmak üzere gedikli temin edilmesi kararlaştırılmıştır. 15 Haziran 1890 tarihinde Selimiye Gemisi'nde ilk Deniz Gedikli Sınıfı eğitim ve öğretime başlamıştır. Fakat kısa bir süre sonra uygulamada karşılaşılan sorunlar nedeniyle bu sınıf kapatılmıştır.
Nizamnamede yer alan ve Gedikli Sınıfın esaslarını belirleyen ana hususlar şöyleydi:
İlk Gedikli Sınıfı 15 Haziran 1890 tarihinde Selimiye Eğitim Gemisinde eğitime başladı. Başlıca dersler; Hesap, Güzel Yazı, İmla ve Okuma dersleri olmuştur. Öğrencilere mesleki eğitim kapsamında ayrıca, Branda Bağlamak, Geminin Kısımları, Direk, Seren, Yelkenler, Sabit Arma, Makara ve Tornalar, Gemici Bağları ve çeşitleri, Top ve Kundak ayrıntıları, Ateşli Silahlar ve kısımları öğretilmiş ve top, tüfek, arma ve kürek talimleri yaptırılmıştır.
Bu nizamname esaslarına göre kurulan ve tipik İngiliz yapılanması olduğu hemen göze çarpan Osmanlı’nın ilk Gedikli uygulaması, çeşitli nedenlerden dolayı çok kısa bir dönem hayatta kalabilmiştir. Bunun başlıca sebeplerinden birisi, o dönem bahriyede hakim olan başıbozukluklardır. Özellikle maaş ödemelerinden kaynaklanan sorunlar nedeniyle, ne donanma subayına ne de denizcilerine söz geçirilemiyordu. Yapılan yenilikler de bu yüzden etkili olamıyordu.
Ayrıca nizamnamesinde belirtilen hususlar gereğince, Gedikli Sınıfına başka kaynaklardan kimsenin alınmayacağı belirtilmesine rağmen bu kural kısa sürede çiğnenmişti. İstanbul dışından kimsenin alınmayacağı kuralı da çoğu kez görmezden gelinmişti. Yine nizamnamesi gereğince, Gedikli Sınıfından kimse zabitan yapılmayacaktı. Yani başarılı olsalar bile hiçbir Gedikli Zabitan, Mülazım ve Yüzbaşı gibi rütbelere terfi edemeyecekti. Kapalı devre bir sistem tasarlanmıştı. Buna rağmen, II. Abdülhamit’in emri gereğince bazı Gedikli Subaylar, üsteğmen rütbesiyle zabitan sınıfına geçirilmiş ve bir kere başlayınca da arkası gelmişti. Başlangıçta tasarlanmış olan kuralların bütünü bozulmuş ve ihlal edilmişti. Tüm bunlardan sonra, bu şekliyle Gedikli Subay yetiştirmenin bir fayda sağlamayacağı değerlendirilmiş ve mevcut olan Gedikli Subayların muhtelif zabitan rütbelerine nakli sağlanarak, Gedikli uygulaması sonlandırılmıştır.
Gedikli Zabitliğin ilk uygulandığı dönemlerden bilinen isimlerin en başında İsmail Hakkı Kaptan gelir. Zaten başkaca da bir isme rastlanmaz. Gazi Alemdar Gemisi ile İstiklal Savaşı’nda destan yazan isimlerden birisi olan Gemi Süvarisi İsmail Hakkı Kaptan, Osmanlı’nın ilk Gedikli Zabitlerindendir ve Kurtuluş Savaşı döneminde emekli durumdadır.
Gedikli uygulamasının ikinci safhası ise 1900’lü yılların başında denemeye geçmiştir. 1909 yılına gelindiğinde, Osmanlı Devletinin pek çok yerinde, ilkokul ve ortaokul seviyesinde Gedikli Küçük Zabit Mektepleri peş peşe açılmaya başlamıştır. Fakat bu süreçte söz konusu olan Gedikli Küçük Zabitlerdir. Gedikli Zabitlikle ilgili yeni bir uygulama söz konusu olmamıştır.
19 Temmuz 1913 tarihinde “Sekeni Hümayunda Gedikli Sınıfının Sureti Tesciliyle Usulü Terfi ve Terakkileri” hakkındaki kanun kabul edildi. Bu kanun Gedikli Sınıfının teşkil esaslarını kapsamaktaydı. 14 Temmuz’da deneme uygulamasına başlanmıştı ve bir senelik denemeden sonra, 1915 yılında hayata geçirildi. 24 Şubat 1915’de geçici bir kanun ile küçük zabitlerin üstünde olarak “Gedikli Zabit” sınıfı yeniden teşkil ediliyordu. Böylece Gedikli Zabit ve Gedikli Küçük Zabitten teşekkül eden Gedikli Sınıfı, kanun ve nizamnamesi oturtulmuş olarak bir kez daha uygulamaya konuluyordu.
İlerleyen dönemlerde Gedikli Sınıf yapılanması yeni kurulmaya başlayan Hava Kuvvetlerinde ve başladığı yer olan Deniz Kuvvetlerinde oldukça etkili olarak kullanılacaktı.
Hazırlayan : Aydın Kulak