Çünkü
Meselâ bakınız,
Emekli subay gardeşlerimiz, bahsetdiğimiz bu “mutlu insanlar” zümresine dâhildir!
Niye diyorsanız, şöyle anlatayım...
Cumhuriyet târihimiz boyunca emekli subaylar, ölüm orucuna yatdı mı hiç?
Meclisin Dikmen Caddesine bakan giriş kapısının önünde ya da
“Açlık sınırının altında maaş alıyoruz!” diye
Farzımuhâl,
Şehit verdik, gâzi olduk!
Açlık sınırında boğulduk! diye sokaklara dökülüp de nümâyiş yapdığını gördünüz mü?
Sözgelimi,
Subay gardeşlerimizin bir demet çiçek, bir kutu lokum alıp da ellerine; televizyon televizyon dolaşarak gazetelere ziyâretler tertipleyip de
Bakınız, muhterem beyefendi! Meclis daktilocusu bile göreve şu dereceden başlıyor! Fakat benim genç teğmenim ise daha aşağı dereceden göreve başlıyor! Ayıpdır, yazıkdır, günâhdır!” dediğini duydunuz mu?
Farazâ,
TESUD’un Dünyâ Subaylar günü ismini verdiği bir gün tertipleyip de
Memleketimize dâvet etdiği misâfir ülkenin emekli subaylarına; “Valla biz Türk subaylarının hâli perli perişân! Haydi, burada yeyip içelim de... Avrupa’ya varınca, emekli Türk subaylarının şu maaş işine bir el atıverin, İsa aşkına!” dediğini okudunuz mu?
Söz temsil,
Subaylarımız emekli olunca maaşı yüzde 45 oranında azalıyor,
Subaylarımızın yüzde 50'si ek iş yaparak
Yüzde 20'si de işportacılık yaparak geçinmeye çalışıyor! diye gıçlarını yırtıyorlar mı?
Peki,
Hele bir de emekliassubaylar.org ve emekliasubaylar.org mecrâlarına bakın, Allah aşkına!
Ortalık, her dâim Perşembe pazarı gibi, toz duman... Göz gözü görmüyor! Sayfaları tıklım tıklım şikâyet dolu!.
Buralarda dertlerini yazacak iki satırlık yer bulmak için emekli asubaylar, neredeyse üsde para verecekler!..
Fakat
Emekli subaylarımızın yegâne içtimâ mekânı olan TESUD’un örün sayfasına bakınız bir de...
Bomboş! Ne ses var, ne de nefes!.. Sanki ölü subaylar derneği...
Yok!
Örnek, önümüzde; işde, emekli subay gardeşlerimiz...
Demek ki mutlu insanların öyküsü olmuyormuş!
Peki, mübârek Ramazân ayının şu vakdinde,
Üsdelik bir de insanı buharlaşdıran eyyâm-ı bâhurun merhâmetsizce üsdümüze çöküp de
Asfaltda fütursuzca yumurta pişirdiği şu günde her şey dâhil
İki bölüm, 61 sayfa ve 66.842 harf ve rakamdan mürekkep
Böyle bir öykü peydahlamaya yeltenen Eski Tüfek’in derdi ne öyleyse?..
Kurdeşen olmak bahâsına biz bu makâleyi üfürmeye çabaladığımız günlerde
İftâr-sâhur aralığında terâvih namâzı için câmiye gitmek yerine
Evde kalıp da gevur memleketinde oynanan maçlara, osdura osdura bakan cemaate bizim câmi hocasının bir diyeceği var! Ramazân ayında oynanan maçlardan dolayı câminin boşaldığından yakınan bizim başhoca şöyle yalvardı, sizler için Allah’a; “Allahım, şu mübârek Ramazân ayında câmiye gelmeyip de evlerinde maçları seyreden ümmet-i Muhammed’in sipora olan heveslerini ve heyecânlarını, no’lursun, câmimize çevir ya rabbim!”
Sünnetdir, hem de vebâli vardır! Üsdümüzde kalmasın, söylemesi bizden...
Mutlu insanlar öykü yazmıyor ise
Ve dahi biz de kurnaz davranıp bu mefhuma, muhalifinden şöyle bir dikiz atar isek şâyet
İşde, o zamân bizim, yazacak bir öykümüz oldu, demekdir.
Lâkin
Nasreddin Hoca’nın Akşehir gölünü yoğurt niyetine mayalaması misâli
Bizim bugün buraya mayalayacağımız öykü, bu seferliğine kendimiz hakkında değil!
Ramazânın şu mübârek günlerinde, hayırımıza olsun diye
Bu kez de başkası için bir öykü üfürelim, evvel Allah.
Mâdemâki mübârek günleri edâ eyliyoruz, biz de bu öyküyü, albaylarımızın gül hatırına mayalayalım öyleyse.
Albaylarımız, domuz değil!
Şu an itibârıyla kesinkes kanaat getirdim! Haklarını teslim etmeliyim!
Evet, son karârımdır; albaylarımız, domuz değil!
Çünkü “Devletin malını yemeyen domuzdur!” demişler ya! İşde bu, ebemdedem sözüne muhâlifinden bakıyor ve diyorum ki; albaylarımız, domuz değil!
Devletden her fırsatda bir şeyler yemesini bilen; bunu yapmak için de elvân türlü filfilli işi yapabilen bu subay türü, “domuz” değil fakat olsa olsa “hacıyatmaz” olabilir.
Çünkü;
Şahsî menfaatlerini tahakkuk ettirmek için, elvân türlü dolapları döndüren ve
Netice itibâriyle de her hâlûkârda zevâhiri kurtarıp cebini dolduran albay gardeşlerimiz,
Hacıyatmaz sıfatını çokdan hak ediyorlar bile...
Erken maaş kademe terfii vermek için 1/2’deyken, birin üçünü görmeden 1/4’üne çöreklenip ve albaylara özgü 1500 gösderge rakamını alan yarbaylarımızı, cürmü meşût yapdık ve fâş eyledik!
Çalışmadan, terlemeden, 1 sene fazladan maaş kademe terfii almak için kaçak yollara sapan binbaşı gardeşlerimizi de uygunsuz yerlerde suç üsdü yakaladık ve kamuoyu vicdânına teslim etdik!
Düşük profilli Başbakan Ahmet beyin kısa süren saltanât döneminin son günlerine denk gelen 2016 senesinin ilk günlerinde de
Albaylarımızın şu hakları, bir çırpıda cebellezi etdiğine de hep berâber şâhid olduk!
1.Emeklilikde şâibeli ikinci ikrâmiye; Subayların yapdığı darbe dönemlerinde kimi subaylara çifte ikrâmiye verip emekli etmişler idi. Fakat bu sefer darbesiz-marbesiz indirdiler, ikinci ikrâmiyeyi cebe.
2.Emeklilikde bile devâm eden karanlık OYAK üyeliği; Bu tatlı imtiyâz, OYAK’ın 55 senelik târihinde ilk kez albaylarımıza bahşedildi.
3.Sâbık Genelkurmay Başkanı Necdet beye göre ordumuzda 8 sınıf asker var! Bu 8 sınıf askerin yekûnu, takribî 700.000 ediyor. Fakat bunca asker sınıfı ve bu kadar askerin içinden, sâbık Millî Savunma Bakanı İsmet beyden, sayısı sâdece 6.102 olan albaylarımıza, “kurumsal vefâ” var!
4.Şimdi de yeni düşük profilli Başbakan Binali Bey de albaylarımıza yeni kıyaklar geçmek için ayağının türâbıyla işe koyuldu. Liyâkatlı albaylarımıza, 60 yaşına kadar göreve devâm etme imtiyâzı verdi.
Bu sözü ile Binali Bey, albaylarımızdan liyâkatsiz olanlarının da mevcut olduğunu itirâf etdi. Peki, bu liyâkatsiz subaylarımız, albaylığa nasıl terfi ettiler? Şemsipaşa bosdanında karpuz gibi yatarak mı?
Yazdık, çizdik! Herkes biliyor. Tabii ki bunlar, şu güne kadar ortaya çıkartabildiğimiz dümenler. Bizim kalem batırmamızı bekleyen Allah bilir, daha ne orostopolluklar var hâlilerde!
Müreffeh, mutlu, memnun, mesûd ve mesrûr etmek için hacıyatmaz albaylarımız bakalım, bundan sonra siyâsetden daha ne imtiyâzlar ve daha ne tâvizler kopartacaklar...
Fakat
Aslında herkesin tam 7 seneden beri bilip de
Hem görmek isdemediği
Ve daha da beteri görüp de idrâk edemediği “kaçak bir durum” daha var. Albaylara “1 sene erken rütbe kıdem” ulûfesi...
Lâkin
Gülden düşdüm, ölmedim!
Şu yaşın sahibiyim de Şerfem
Böyle kumpas görmedim!
Albaylara 1 sene erken “rütbe kıdem kıyağı”nı da şu 2016 senesi Şâbanında gördüm!
Binbaşı gardeşlerimizin “rütbe bekleme süresinin” 6 seneden 5 seneye düşürülmesinde oynanan oyunun aynısını,
Bu kez de albaylarımızın 3 sene olan “rütbe kıdemi bekleme süresini” 2 seneye düşürmek için oynamışlar.
“Rütbe kıdemini” 1 sene erken almak, kıdemli albay rütbesine mahsus olan “tazminâtları”, 1 sene erken cebe indirmek
Ve dahi
Niyeti olan albaylara, 1 sene erken emeklilik vermek demek oluyor.
Bu açıdan bakıldığında 1 senelik erken rütbe kıdem terfiinin, çarpan etkisi var.
Meselâ, Allah daha çok versin!
Temmuz 2016 itibâriyle makâm + hizmet tazminâtı olarak kıdemli albaylarımız 1.479,60 TL alacaklar.
Bu 1 senelik erken terfinin neticesi olarak da basit bir hesâpla 1.479,60 TLX12 = 17.755,20TL alacaklar...
Sanki kıdemli albaylığa terfi ikrâmiyesi alıyor mübârekler!..
Makâlemizin ismi, Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar.
Biz O’nu güyâ dinlenmeye, eğlenmeye gönderdiydik! Tatilde yan gelip yatdığını zannediyor idik. Fakat kâğıt bile bulamadığı bir mekânda sabahın erken saatlerinde, eve içinde ekmek getirdiği poşeti kesip biçmiş! Ve üzerine bir de çizgi resim çizmiş! İşde, aşağıda gördüğünüz şu hacıyatmaz albaylarımızı da kıymetli meslekdaşım ve sanatçı Mustafa AYTAR, tatildeyken hazırlamış. Makâlemize hediye etdiği bu hârika çizgi resmi için kendisine hassaten teşekkür ediyorum! Mustafa gardeşim, ellerine sağlık!
Şimdi gelelim albaylarımızın niye ordumuzun hacıyatmazları olduğuna...
926 sayılı TSK Personel Kânûnu madde 140’a göre
Ordumuzdaki bütün subay ve asubaylar 1989 senesinden beri her 3 senede bir “rütbe kıdemi” alıyor.
Lâkin
Nasıl oluyor da albaylarımız “rütbe kıdemini” 2 senede alıyor?
Nedir bu albaylarımızın kerâmeti de kimsenin alamadığını bunlar, bir hamlede cebe indirebiliyor?
12 Eylül darbecibaşı Zottirik Kenân bile albaylarımıza böyle bir mama vermedi. Peki, ne oldu da 2009 senesinde albaylarımıza “1 senelik erken rütbe kıdem terfi maması” hediye edildi?
2009 senesinde subaylarımız tost modern darbe yapdı da bizim haberimiz mi yok?..
Albay gardeşlerimizi;
Rütbe kıdemini 1 sene erken almaya götüren dümenler silsilesini
Ve dahi
Niçin ordumuzun hacıyatmazları olduğunu
Geliniz, hep yapdığımız gibi, gene târih sırasına göre tek tek fişleyelim!
SENE: 1967
Harp okulları, 2 senelik eğitim veriyor ve asteğmen rütbesinde subay mezûn ediyor...
Albaylık dâhil, subaylarımızın toplam görev süresi 30 sene.
Aşağıda gördünüz kânûn ile albaylarımızın “rütbe bekleme süresini” 4 sene olarak tesbit etdiler.
SENE: 1971
TSK Personel kânûnunu meriyyete koyduktan sâdece 7 sene sonra aşağıdaki kânûnu piyasaya sürdüler.
4 sene olan albaylarımızın rütbe bekleme süresi değişmedi.
Fakat bu kânûn ile subaylarımız muazzam bir kazanç elde etdi.
11’inci maddeye göre, muvazzaf subaylar içindeki albay oranının % 8 olması hükme bağlandı.
SENE: 1975
Kıbrıs Barış Harekâtının ertesi sene... Harp bitmiş, darp bitmiş! Toplam sehit sayısı 498. Şehid olan subay sayısı ise sâdece 38. Kıbrıs Fâtihi Karaoğlan, Kıbrıs’ı Yonan mezâliminden kurtarmış! Türk ordusu, adada huzur ve barışı temin etmiş. Memleketimizde askere olan ihtiyac aslında azalmış.
Fakat sâdece 38 şehid verdikleri Kıbrıs Barış Harekâtındaki ordumuzun başarısını subaylarımız, kendi hânelerine yazmışlar. Ve bu fırsatı ganimete dönüşdüren albaylar cuntası, subaylar içinde %8 olan oranı, bu kânûnun 17’inci maddesiyle %14’e çıkartmışlar. Sağa-sola eğilip bükülüp öne-arkaya kalkıp yatan albaylarımız, ordu içindeki oranlarını %75 oranında arttırmış ve hacıyatmaz gibi ayakda kalmayı becermişler. 27 Mayıs darbesinde şâhid olduk! Harb okullarında, Genelkurmay Başkanı olacaksınız nenninleriyle büyütülen subaylarımız, albaylıkdan öteye gidemeyip de föteri giyeceğini anladığı anda hemen kazan kaldırıp darbe yapmayı kendilerine hak belliyorlar. Subaylarımızın yapdığı darbelerin mihrâkını arayanlar, işde albay oranındaki bu gereksiz artışda aramalıdır.
Bu kânûn ile ele geçirdikleri en önemli mevzi ise aslında “rütbe bekleme süresindeki” zaferleri idi.
Albaylarımız, bu rütbede bundan böyle artık 1 sene fazla görev yapacaklar idi. Çünkü, canları öyle isdemiş idi.
SENE: 1982
Darbecibaşı Zottirik Kenân, 12 Eylül 1980 subay darbesi ile
Henüz bulûğa ermememiş, bıyığı bile terlememiş çocuklarımızı
İdam sephasına göndermek için dizi dizi kânûnlar tertip eylerken
Aynı günlerde aşağıdaki şu kânûnu da peydahladı...
Ve böylece ordumuzda subaylar ve asubaylar için ilk defâ “rütbe kıdemi” mefhûmunu ihdâs etdi...
Bugün de geçerli olan ve kıdem alan bütün subay ve asubaylar için “rütbe kıdemi bekleme süresinin” 3 sene olması hükme bağlandı.
Ve böylece nasıplarından itibâren 3 senelik görev süresini tamamlayan albaylara, kıdemli albay denildi.
SENE: 1989
İşde,
Albay gardeşlerimizin ordumuzun hacıyatmazları olduğunu tevsik eden bir kânûn daha...
Albaylarımızın rütbe bekleme süresi;
1967 senesinde 4 sene idi,
1975 senesinde 6 seneye yükseltildi.
1989 senesinde ise bu kez de 5 seneye indirildi.
2009 senesinde de “rütbe kıdemi bekleme” süresi 1 sene azaltıldı ve 2 seneye indirildi.
Terfi edecek çapta olmayan palamut albaylarımızın
Öfkesini söndürüp gönlünü hoş tutmak için kânûnlarımız, emme-basma tutumba gibi çalışdırıldı.
Esbâb-ı mûcibesi mi? Sormayın! Hacıyatmazlar için olmaz diye bir şey yok, şu ordumuzda... Sebep ne olursa olsun albay gardeşlerimiz gene hacıyatmaz gibi sağa sola öne arkaya sallandı, sallandı ve dimdik ayakda kaldılar.
SENE: 2009
Yirmi birinci yüzyılın dokuzuncu senesinin ilk günlerine vâsıl olduğumuz günlerden birinde
Yüce meclisimiz bir kânûn tertipledi. Bu kânûnun bir maddesinde, şöyle bir cümle zuhûr etdi.
İlk bakışda ne kadar da mâsum bir cümle gibi görünüyor, değil mi?..
2 sene hizmet etmişler ve kıdemli albay olmuşlar canım, ne var bunda? diyenlere bir sözümüz var!
Aman, dikkat! Merhâmetden marâz doğar vecizini atalarımız boşuna söylemedi.
Bu meseli terkip edesiye kadar Allah bilir;
Kaç âdemoğlu,
Kaç âdemoğlundan,
Kaç türlü
Ve
Kaç dâne kazık yedi!
İşde, bu vecizin ne kadar doğru olduğunu anlamanın biricik yolu var; bu makâleyi okumak!
Fakat yukarıdaki çerçevenin içinde gördüğünüz şu cümlenin üsdünü kazıyıp da dibine bakınca,
İnsanın kanını donduran bir sahtekârlık tezgâhı ile göz göze geleceksiniz!..
Hacıyatmaz albaylarımıza hile ile verilen kânûnsuz 1 sene erken “rütbe kıdem terfisi” meselesinin göynümde herc-ü merc olup da havilsiz ve ahlâksızca volta atdığı günlerden birinin,
2016 Şâban öğleden sonrasında
Can kardeşim Albayımı aradım. Aramızda şöyle bir muhâvere cereyân etdi, telefonda;
Hacıyatmaz Albayım, neredesin?
Hacıyatmaz mı? O da ne yahu? Sen gene neler yumurtluyorsun, bakayım!
Anlatırım! Bir yerde buluşalım seninle! Döner-ayran benden!
Buluşmak konusunda ikimiz de birbirimizi bugüne kadar hiç geri çevirmedik!
Bu kez de öyle oldu! Şöyle devâm etdi sözüne;
Ben de acıkmışdım! Karnımı doyuracak bir avanak arıyordum. Olur, buluşalım!
Neredesin şu anda?
Kızılay’da kaldırımları arşınlıyorum!
İyi, arşınlamaya devâm et! Evdeyim, yarım saate kadar o civârdaki kaldırımları ölç ve bana söyle! YKM’nin önünde buluşalım!
Tamam, koş gel!
Hanım, kısır şöleni tertipleyen komşu kadınların dâvetindeydi. Evden bu kez de sipâriş almadan sıvışdım. Telefonu evde bırakdım ve böylece hanımın uzakdan sipâriş verme ihtimâlini sıfırladım! Bugün de eve elim boş geleceğim, çok sevinçliyim! Beş dakika içinde kendimi hemen dışarı atıp İ. Melih GÖKÇEK’in mâvi otobüsüne daldım. Bu kez vakdinde geldi nasılsa! Bilet yok artık! İki sene evvel Melih bize 10 lira mukâbilinde mâvi kart satdı. Şoförün sağ yanında, ön camın dibindeki yeşil cihaza kartımı şöyle bir dokundurdum ve iki buçuk liramı Güzel Melih’in cebine atdım. Yollar bomboş! Yirmi dakikada düşdüm Adliye önüne. Akabinde, Albayım ile buluşduk! Hoşbeş ile şerbetlediğimiz on dakikalık bir yürüyüşden sonra vardık bizim dönerciye... İki döner iki ayran aparıp oturduk bir köşeye. Hem elimizdeki dönerlerimizi dişledik hem de devâm etdik muhabbete...
Beş on gün evvel subay gardeşlerimizin yapdığı bir darbeyi daha keşfetdim!
İyi, bokunda yeni bir boncuk daha buldun demek! Peki, bana ne bundan?
Kıdemli albay rütbesiyle emekli oldun! Sen de varsın bu tost modern subay darbesinin içinde.
Allah, Allah! Sen ne diyorsun be kardeşim? Ne tostu, ne darbesi?..
Aldığımız dönerleri, çöreklendiğimiz küçük masanın etrafında hapur hupur öğütürken kafamda dolaşanları bir bir anlatdım Sayın Albayıma. Hayretden gözleri fal taşı gibi açıldı ve şöyle devâm etdi konuşmasına;
Bakıyorum da! Gün görmedik, göz değmedik konuları çıkartıyorsun ortaya! Tebrik ederim seni! Fakat, söyler misin bana deli adam? Nereye gidiyorsun sen böyle?..
Hiç düşünmeden şöyle dedim ben de...
Vallahi, ben bir yere gitmiyorum Albayım! Ucunu yakaladığım ip nereye götürürse, oraya!..
Şöyle cevâp verdi heyecânla, yüreği şefkât dolu bu yiğit insan;
Aman, Eski Tüfek, dikkat et! Ucunu tutduğun ip, yağlı urgan olmasın!”
Hiç beklemediğim bu tembih karşısında şu sözler döküldü dudaklarımdan vehleten;
Ben, asubay denen asker sınıfının kânûnlarda, kitaplarda bugüne kadar yazılan resmî târihine bakmıyorum albayım. Bu görünenleri herkes yazıp çiziyor! Ben, subaylarımızın emir gomuta zenciri içinde yalanlar ile doldurup önümüze koyduğu resmî târih dolmalarını yutmuyorum! Ben, meselenin görünmeyen tarafına; bu kânûnlarda bugüne kadar yapılan sahtekârlıklara, hilelere, kalleşliklere, şerefsizliklere kalem batırıyorum. Asubay denen askerlerin gayri resmî, hattâ, gayri meşrû târihini yazıyorum. Hâl böyle olunca da yolumuza hep kaltâbanlar, hırsızlar, hâinler ve ordubozan sahtekârlar çıkıyor! Tembihine gelince! Ölmekden korksaydım şâyet asker olmazdım. Demir ıslanmaz, deli uslanmaz! Gönlün rahat olsun Albayım. Neticede, bir can borcumuz var Çalap’a...
Susdu! Evet, dedi önce. Sonra da;
Ben de 2 senede kıdemli albay olmuşdum.
Peki, ordumuzdaki subay ve asubayların hepsi rütbe kıdemini 3 senede alır iken sen, 2 senede aldın! Ve tazminâtları 1 sene erkenden indirdin cebine. İçine siniyor mu harâm lokma?
Bak, dedi! Ağzındaki lokmayı bir kaç kere çiğneyip yutkundu ve akabinde şöyle devâm etdi sözüne;
Konuya şu ana kadar hiç bu noktadan bakmamışdım!
Eee, sözü geveleme Albayım! Ne demek isdiyorsan yekden söyle!
Vallahi ordudaki askerlerin hepsi 3 senede alırken biz albaylara “rütbe kıdeminin” 2 senede verilmesi en azından hakkaniyet ölçüsü ile bağdaşmaz! Hem vicdâna da sığmaz! Daha da önemlisi ordumuzda silâh arkadaşlığına olan inancı örseler! Doğru söylüyorsun be kardeşim! Anlaşılan o ki gene saydıracaksın biz subaylara!..
Haksız mıyım, Sayın Albayım?
Haklısın be Eski Tüfek! Saydır saydırabildiğin kadar. Hak etmişiz vallahi! Kızmam sana!..
Asıl, ben sana ve senin gibi ehli vicdân, koca yürekli subay gardeşlerime kızmam! Hem bu işleri çeviren subaylarımız dururken sana sıra gelmez! Fakat bu orostopolluğu tezgâhlayan; bu kânûnu hazırlayan ve meclisde rey verenler, paylarına düşenlerini alacak elbet, bunu da bilmiş ol Albayım...
İşde,
Albaylarımızın 1967 senesinde başlayan hacıyatmazlık dümenleri 2009 senesinde şâhikasına erişdi.
5837 sayılı kânûn teklifinin 19-̶ 26’ıncı maddeleri, sâdece Asubaylar hakkında. Bu maddelerin içinde bir tek albay kelimesi yok. Fakat 22’inci maddenin ikinci fıkrasının başına, albay bombasını gizlemiş, benim şerefli gardeşlerim. İşde, burada yapdıkları bu iş, tam anlamıyla bir kumpasdır.
Bu kânûn ile Asubayların “rütbe kıdemi bekleme süresini” 6 sene arttırdılar ve “toplam rütbe bekleme süresini” 24 seneden 30 seneye yükseltdiler. Bir hak vermek şöyle dursun, Asubayların var olan bir hakkını geri aldılar.
Fakat gündemde olmadığı hâlde, aynı kânûn ile albaylarımızın 3 sene olan “rütbe kıdemi bekleme süresini” 1 sene azaltdılar ve 2 seneye indirdiler.
Aynı kânûnun meclisde görüşülmesi esnâsında MHP, Asubaylara birinci derece dördüncü kademeye yükselme imkânı verilmesi için bir kânûn teklifi verdi. Fakat hem MSB komisyonu ve Genelkurmay Başkanlığı hem de AKP hükûmeti el birliği edip MHP’nin bu teklifini reddetdi. Buradaki konuşmalardan, Asubaylara birinci derecenin verilmesinin önündeki gerçek engelin de aslında kimler olduğunu böylece kesin olarak anlıyoruz.
Aşağıda gördüğünüz şu kânûn ile;
Asubayların “rütbe kıdemi” bekleme süresi 6 sene arttırıldı,
Albayların “rütbe kıdemi” bekleme süresi ise 1 sene azaltıldı. Ve alacakları avuç dolusu tazminâtlar Albaylarımıza 1 sene erkenden ikrâm edildi.
Böylece Asubay torbasının içine saklanan albaylarımız, gene hacıyatmaz olmayı başardılar.
“Rütbe kıdemini” 1 sene erken vermek için albayları,
2009 senesinde asubayların şalvarının içine saklayan
Zamânın MSB ve Genelkurmay Başkanı,
Bu kânûn meclisde kabul edildikden sonra
Hem bıyık altından kıs kıs gülmüşler
Hem de
Düşük profilli Başbakan Ahmet bey gibi
Herhâlde şöyle bir çak hareketi yapmışlardır!
Fakat
Evvelâ bıyık altından gülüp
Akabinde de böyle çak yapdıkdan tam 7 sene sonra suç üsdünde yakaladığım şahıslara
Ben de yazdığım bu makâlem üzerinden
Ayıp ve günâh olduğunu bilerek ve isdeyerek
2016 senesi Ramazân ayının şu mübârek gününde
Şimdi, şu kol saati hareketi ile karşılık veriyorum!
Haberleri olsun!
Albaylarımız 1 sene “erken rütbe kıdemini” almasına aldı da
Eti subayın, kemiği asubayın meselinde olduğu üzere
Asubayların hissesine de rütbe kıdeminde 3’er seneden yekûn 6 sene haybeye avara kasnak yapmak düşdü.
SENE: 2015
Biz,
Albay gardeşlerimizin “rütbe kıdemini” 1 sene erken cebe indirme dümenini araşdırırken ilginç bilgiler dokundu, gözümüze...
Millî Savunma Bakanlığı, daha doğrusu kuyruğuna takıldığı Genelkurmay Başkanlığı,
Emekli etmek için “ikinci ikrâmiyeler” ve emeklilikde de devâm eden tatlı “OYAK üyeliği” gibi havuçlar ile
Hiçbir işe yaramayan palamut albaylarımızı teselli etmeye çalışırken bakınız neler takıldı kalemimizin ucuna...
Kışlada, özellikle de karârgâhlarda palaskanı şöyle bir sallasan hani, albayların beşine onuna birden değer!
İsbatı mı?
İşde, MSB İsmet YILMAZ’ın meclis konuşması;
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde halen 6 bin 102 albay görev yapıyor.
Bu miktar, toplam subay sayısının yüzde 16'sına tekâbül ediyor.
İdeal oran, yüzde 8'dir. (1971 senesini kasdediyor)
Diğer NATO ülkelerindeki albay oranları da şöyle;
Fransa'da yüzde 7,
ABD'de yüzde 6,
İngiltere'de yüzde 4
Bakan İsmet bey diyor ki; Albay sayısı için ideal oran, yüzde 8. Peki, bu yüzde 8’lik oranı nerenden uydurdun, Sayın Bakanım? Seri Paşa kulağına öyle mi fısıldadı yoksa? Mâdemâki albaylar için ideal oran yüzde 8 diyorsun!.. Fakat sende var yüzde 16. Demek ki şu anda ordumuzdaki albayların yarısına boş yere maaş ödüyorsun! Geriye kalan yüzde 8 albayı ne yapacaksın, Gürün’lü gözel garındaşım? Albay oranı, 1971 senesindeki oranına göre % 100 çoğalmış! Ordumuzdaki her 5 subaydan biri albay olmuş! Kurumsal vefânı gösderip onlar ile ne yapacaksın, kışlada, karârgâhda?
Gemi mühendisi ve avukat olan İsmet bey;
Meclisde yapdığı konuşmasıyla aslında 1923 sayılı kânûn ile 1975 senesinde albay oranının %8’den %14’e yükseltilme gerekcelerini kökden çürütdüğünün farkında bile değil.
Albay oranının % 8’den % 14’e yükseltilmesi için Genelkurmay Başkanlığının 1975 senesinde ileri sürdüğü ihtiyacın gerekcesi demek ki koca bir yalan imiş!
Ayrıca,
Senin verdiğin bilgiye göre bizim 4 albayımız demek ki ancak 1 İngiliz albayı ediyor!
Tıpkı İngiliz lirası gibi!..
Bu memleket; ne gözel memleket, değil mi?..
4 Türk Lirası = 1 İngiliz Lirası
4 Türk Albayı = 1 İngiliz Albayı
Bu ordu; ne gözel ordu, değil mi?..
Atatürk sizlere;
Bir Türk askerinin dünyâya bedel olduğu bir ordu bırakdı.
Fakat bugün Atatürk’ün koltuğunda oturan sizler,
4 Türk albayını 1 İngiliz albayına eşitlediniz!
Helâl olsun sizlere...
Yeri geldiğinde böbürlenmek için börkenekden külsüz üfürmeyi pek iyi bilirler.
Bizim ordumuzda 4 albayın yapdığı işi gevur İngiliz ordusunda sâdece 1 albay yapıyor! Hakikâten çok hicap edilecek bir vaziyet! Hacıyatmaz numaralarını pek iyi bilen bizim albaylarımız; çalışmaya gelince, nöbete gelince, zimmete gelince demek ki arâzi olmayı pekiyi beceriyor. Ordumuzu bu hâle ben mi getirdim ki ben utanayım?..
Peki,
Daha yüksek rütbeli subaylardaki fazlalığı ne yapacaksın İsmet bey? Dünyânın en fazla tuğ-tüm-kor-orgenerali senin ordunda! Handiyse faal tank sayısından fazla tuğ-tüm-kor-orgeneral var, bugünkü Kara Kuvvetlerimizde! Gülünç bir durum gerçekden! Bakalım, bu general mezârlığının farkına ne zamân varacaksınız.
Şimdi gelelim Albaylarımıza 1 sene erken rütbe kıdemi verilmesi için meclisde döndürülen dolaplara...
AKP milletvekili Hasan Kemal YARDIMCI’nın yazdığı 02 Ocak 2009 târihli kânûn teklifine 5 vekil daha imzâ attı.
Bu 6 vekilin 5’i AKP milletvekili, birisi de CHP milletvekili.
5 Ocak 2009 târihinde AKP milletvekili İsmail GÖKSEL ve
Buraya lutfen dikkat ediniz,
6 Ocak 2009 târihinde de AKP milletvekili emekli subay Nurettin AKMAN da bu kânûn teklifine iştirâk etdi.
Böylece, kânûn teklifine imzâ atan milletvekili sayısı 8 oldu.
İşde, imzâ veren o 8 vekil, şunlar;
Bu 8 vekilimizin iştigâl etdiği meslekleri de şöyle;
Ve böylece
Ordumuzun hacıyatmazları Albaylarımızın “rütbe kıdemi bekleme süresini” 1 sene azaltan kânûn teklifini,
2 Ocak 2009 târihinde 232 sayılı dilekce ile Meclise teslim etdiler.
AKP milletvekili Hasan Kemal YARDIMCI’nın verdiği kânûn teklifini,
Meclis, 322 Sıra Sayı ve 2/365 Esâs Numara ile gündemine aldı.
8 vekilin imzâladığı 2/365 Esâs Numaralı şu kânûn teklifi,
Aşağıda gördüğünüz şu dilekce ile 6 Ocak 2009 târihinde Meclis Başkanlığına teslim edildi.
2/365 Esâs Numaralı kânûn teklifinin Genel Gerekcesinde,
“Asubayların rütbe kıdemi bekleme sürelerinde değişiklik yapılması” derpiş ediliyor idi...
2/365 Esâs Numaralı kânûn teklifinin Madde Gerekcesinde;
“Asubayların rütbe kıdemi bekleme sürelerinin yükseltilmesi kapsamında;
Asubay üstçavuş ve Asubay kıdemli üstçavuşlar için “kademe” tanımının getirilmesi” amaçlanıyor idi.
Lutfen dikkat buyurunuz;
Yukarıda gördüğünüz kânûn teklifinin Genel Gerekcesinde ve Madde Gerekcesinde bir tek dahi olsun, albay kelimesi yok.
Fakat albayların 3 sene olan “rütbe kıdemi bekleme süresini” 2 seneye düşüren cümleyi 22’nci maddenin ikinci fıkrasının başına
İşde, bütün orostopolluk, burada gizli duruyor.
Hacıyatmaz albaylarımıza “rütbe kıdemini” 1 sene erken vermek için meclisde tezgâhlanan hileyi de
İkinci bölümde hep berâber göreceğiz, evvel Allah!
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Kapak Resmi : (E) Dz.İda.Asb.Kd.Bçvş. Mustafa AYTAR
*** Devâm edecek
Kaynak; Makâlede münderiçdir.
5802 sayılı ve
1951 tarihli Astsubay Kânun’unun ışıltılı sularında
Sazan balığı arayan Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar ismiyle mâruf
5 tefrikalık makâlemizin hitâmına nihâyet vâsıl olduk!
Son ve beşincisi olan bu bölümümüze mürekkep üflemeden önce
Şâyet iltifat buyurursanız
İlk dört bölümde hangi konuları fâş eyledik, bir görelim can dostlarım!
Birinci bölümde;
İkinci bölümde;
Üçüncü bölümde;
Dördüncü bölümde;
Bu Kânun’u sabır ile un eyleyip kalburda eledik, eledik, eledik...
Ve
Turpun en irisini heybeye değil
Fakat
Şu anda kıraat etdiğiniz işbu bölüme sakladık!
Makâle külliyâtımızın sonuncusu ve beşincisi olan bu bölümde ise evvel Allah;
Bugün Astsubay unvanıyla bilinen asker kişilere yapılan haksızlıkları keşfetmekle bitiremedim. Bulduklarım elimde… Henüz bulamadılarım kim bilir nerede?..
Ben yazmaya çalışıyorum. Sizler de hayretle okuyup şaşırıyorsunuz.
Fakat Astsubaylara yapılan haksızlıklar silsilesinin
Bugüne kadar bulduklarımdan daha fazla olduğundan hiç şüphe etmiyorum.
Beşincisini okuduğunuz Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar tamgalı işbu tefrikamızda
Şu satırlara kadar okuduğunuz bilgileri sâdece bir bölümlük bir makâlede anlatırım sizlere diyerek başladım çalışmaya...
Okudukca çoğaldı,
Buldukca üredi,
Yazdıkca uzadı...
Beş, on, yirmi, otuz, kırk…
Bu bölümü bu kadar uzatmak istemezdim.
Lâkin bulduklarımı yazmazsam mesleğime haksızlık, meslekdaşlarıma da saygısızlık etmiş olurdum.
Meseleye bu saik ile temâs eden Eski Tüfek
Hasretle ol şeb gâh uyuyup gâhi uyanırken
Mebzul miktarda kuyruk yağı bulmuş gedâ kasab misâli
Mürekkebi üflemekde pek cömert davrandı sizin anlayacağınız…
Bu bölümü emekliassubaylar.org konağında
Sayın Semih KOÇ
Bakalım kaç sayfada iskân edecek.
Övüneceğimiz, sevineceğimiz bir şeyler bulmak umudum hâb-ı hayâl oldu. Neşve aradıkca nâmertlik çıkdı karşıma.
Hâl böyle olunca da
Derdi dağları aşan Şâir Âli Efendi’nin o bildik beyiti zihnimde cezbeye tutulup
Vecd ile raksetmeye başladı göynümüm köşe bucaklarında;
Neşve tahsil etdiğin o sâgâr da senden gamlıdır,
Bir dokun, bin âh işit kâse-i fağfurdan…
Şâir, dokunur dokunmaz sâgâr inlemiş ya!
Astsubayların meselesi de işde aynı minval üzere…
Hattâ bizim dertlerimiz,
Daha dokunmadan dertli dertli inileyiveriyor!...
Allah sıhhatli ve uzun ömürler versin kendisine...
Mevlâna Hazretleri diyârından muhterem büyüğümüz
Hava Emekli Astsubayı Sayın Tayyar YILDIRIM ile bugüne kadar 4 kere buluşmak imkânım oldu Seymenler şehrinde.
Bu sene üçüncüsünü kutladığımız 17 Ekim Dünya Astsubaylar Günü faaliyetleri kapsamında
Başkanımız Sayın Ahmet KESER’in yerlisinden yabancısından yaklaşık 750 misafirin şerefine verdiği kabulde bir araya geldik Tayyar Bey ile...
Kısa bir hasbıhâlden sonra evvelki buluşmalarımızda mûtad olduğu üzere gene şöyle sitem eyledi kendisi bana;
“İyi güzel de Şükrü kardeşim! Yazıların çok uzun!.. Biraz daha gayret etsen hani! Makâleyi yazdığın kağıdın bir ucu tâ Konya’ya erişecek! Kısa tut da şunları Allah aşkına, herkes okusun!”
TEMAD Konya İl Başkanımız Sayın YILDIRIM’ın bu tavsiyesinin başımızın üstünde yeri var elbetde. Kendisinin yazdıklarını okudum tek tek. Hakikâten Tayyar Bey kısa, kolay okunan ve çok lezzetli yazılar yazabilmiş! Bunu yapabildiği için de huzurlarınızda kendisine hayranlığımı ifade edeyim müsaadenizle...
Eski Tüfek,
Evvel’den Âhire Işıltılı Yansımalar hüviyetli muhammes işbu makâlemizde
186 seneden beri öksüz kalmış bir mevzuya el atdı kendileyin.
Biricik kellesini koltuğuna alıp vatan hizmetine koşan iki sınıf askerden birisi olan Subaylarımız
186 seneden beri tam maaş ile emekli olmayı kendine hak bellemişken
Biricik kellesini koltuğuna alıp
Aynı vatanın hizmetine koşan öteki(!) sınıf asker olan biz Astsubyaların tam maaş ile emeklilik hakkını
Birileri tam 64 sene evvel gasbetmiş!
Bu haksızlığa, bu vefâsızlığa, bu kadirbilmezliğe, şu şerefsizliğe sebep olan ve imzâ atanlar hakkında yazılacak bir makâleye
Söyler misiniz Sayın YILDIRIM,
Vicdâni ahlâk,
Silâh arkadaşlığı,
Allah korkusu şöyle dursun
Kâğıt mı yeter,
Mürekkep mi?..
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısı 1951 senesinde komisyonda müzâkere edilirken yapılan konuşmalarda bir emâre göremedim. Fakat söze konu Kânun’un kabul edildiği yıllarda Türkiye’nin NATO’ya girmesi için çoğu siyasetci ve Subay yaltakcıların şahsî menfaatleri için gizli kapaklı tezgâhlar çevirdiğini söylemeye hâcet yok!
Hâl böyle olunca da gıçına bile Amerikan donu giymeye müptelâ Conisever Subaylarımız
Ordumuzun teşkilât yapısında köklü bir değişiklik yapdılar.
Buradan varmak istediğim netice şudur. Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla birlikte ordu teşkilâtımızın da Coni’nin rahatlıkla nüfuz edebileceği ve kullanabileceği şekilde tanzim edilmesi gündeme geldi.
Silâhından, kıyâfetinden donuna, çorabına, şapkasına kadar; hattâ uygun adım yürüyüşüne kadar Coni’ye öykünen subaylarımız askerî mevzuâtımızı da Coni’ye uydurmaya yeltendi. Astsubay Kânun’u konusunda da bu hâkikatler ayniyle vâkidir. Şöyle ki 1951 senesinde çıkartılan Astsubay Kânun’unun esâsını ve ruhunu Coni’nin askerî mevzuâtından aldığı ayan beyan ortadadır.
Eşit fırsat, şeffaf rekâbet, sürekli ve dikey terfi temeline oturtulan Amerikan askerî teşklilâtının 5802 sayılı Astsubay Kânun’una kısmen yansıdığını komisyondaki konuşmalardan anlıyoruz.
Şöyle ki; Millî Savunma Komisyonunun hazırladığı Kânun Tasarısında o zamanlarda “Gedikli Erbaş” dedikleri asker kişilere yeni bir unvan olarak “Gedikli Küçük Zabit” ismi verildi. Astsubay sınıfının olmadığı Amerikan ordusunda bu tâbir, Warrant Officer ibâresinin kaba bir tercümesinden başka bir şey değildir. Warrant Officer’lik unvanı, bilindiği üzere bizdeki astsubayların üstünde, subayların altında bir konumdadır. Dikey terfi silsilesi içinde Gedikli Erbaş Coni’lerin terfi edebileceği bir unvandır.
Düşünebiliyor musunuz, 1951 senesinde ordumuzda astsubayların subay olması öngörülüyor. Ve 5802 sayılı Astsubay Kânun’u için işde Genelkurmay Başkanımız bu maksatla T.B.M.M.’deki vekillerden rey istiyor.
Astsubay Kânun’u Meclis’de müzâkere edilirken vicdân, akıl ve şeref sahibi hamiyyetperver vekiller de yok değildi elbetde. Kendisi emekli bir subay olan Elazığ mebusu Sayın M. Şevki YAZMAN, kânun müzâkere edilirken Meclis’de şu önemli açıklamayı tarihe şerh düşdü;
Emekli subay Sayın YAZMAN, o vakitlerde “Gedikli Erbaş” denilen ve “Astsubay” unvanı verilen asker kişilerin
Terfi ederek mutlaka “Subaylık” mertebesine yükseltilmesi şartını Meclis’de mertce ve açıkca söyledi.
Bugün itibariyle hâlâ T.B.M.M. milletvekili sıfatını taşıyan;
Ordumuz
Bugün hâlâ ayakda durabiliyorsa
İşde bu
Sayın Şevki YAZMAN gibi mert, dürüst, şerefli, yiğit, vefâlı, nâmuslu, sözüne sâdık, vatansever subaylarımız sâyesindedir. Bu nitelikleri haiz subaylarımızın ordumuzdaki sayısı herkesin bildiğinden bile çok fazla, biliyoruz!
Hepsine selâm olsun!..
Gönlümüz, ruhumuz ve yüreğimiz onlarla...
Meclis’de müzâkere edilen kânun tasarısında Astsubay unvanı verilen askerlerin
Belli bir süre görev yapdıkdan sonra muhakkak “Subaylığa” yükseltilmesi gerektiği konusunda
Zamânın Başbakanı rahmetli Adnan MENDERES de kendi şerhini açıkca ortaya koydu.
Bu maksatla Meclis Başkanlığına takdim etdiği Kânun Tasarısında bu konuda bakınız Sayın MENDERES neler dedi;
Gördünüz, okudunuz ve anladınız, değil mi?..
Zamânın Başbakanı Sayın MENDERES
Astsubay Kânun’unu yukarıdaki tasarıda okuduğunuz bu şart ile imzâladı.
Ne diyor Sayın MENDERES? “Astsubayların subaylığa yükseltilmeleri esas olarak alındığından ...”
Fakat Kânun’un bu hükmünü Genelkurmay Başkanlarıı hiçbir zamân işletmedi.
Astsubayların belli bir süre görev yapdıkdan sonra subaylığa terfi etmesine imkân verecek iç düzenlemeleri
Zamânın Genelkurmay Başkanı Org. Mehmet Nuri YAMUT yapmadı.
Kendisinden sonra görev alan halefleri de bu Kânun kabul edildikten sonra kasden yapmadı.
Ve Kânun’u bu yönüyle kelimenin tam anlamıyla iğdiş etdiler.
Astsubaylık tarihinde Astsubaylara şu tarihe kadar en büyük kötülüğü yapan kişi,
Sağ tarafınızda tavsırını gördüğünüz işde şu subaydır.
Zottirik Kenan bile ikinci sırada gelir!..
Kendisine birinci sırada yer tutan bu subay;
Ordu içine çöreklenmiş korkak, haysiyetsiz, yüreksiz ve maslahatcı üç beş subay
Kendilerini astsubaylar ile çetin bir rekâbetden korumak için bu Kânun’u delinmez bir zırh olarak kullandı.
Subay ismini verdikleri sahte cennete kendilerini kapatıp kapısını da sıkıca kapatdı. Arkasından kilitledikleri bu sahte cennetin kapısını bugüne kadar kimseye açmadılar.
Bu sahte cenneti, silâh arkadaşları olan astsubaylar ile paylaşmayı hazmedemeyen bâzı subaylar
Daha güçlü, sürekli, dikey ve şeffaf rekâbet imkânı veren, birlik ruhu daha kuvvetli, çalışma şevki ve harp etme azmi yüksek bir ordu teşkil edilmesine bugüne kadar bilerek ve isteyerek engel oldular.
Ordumuzun bugün itibariyle içine yuvarlandığı fesat uçurumuna bakıldığında bu subayların başarılı oldukları gün gibi ortada duruyor.
Mahkemedeki ifâdesinde inkâr etse de Başbakan Sayın Adnan MENDERES’e atfedilen bir söz vardır. “Ben orduyu, Astsubaylar ile de idâre ederim!” dediği söylenir. Astsubay Kânun’una karşı gösterdiği müspet ve şefkât dolu bu tavrına bakılırsa rahmetli MENDERES’in böyle bir söz irâd etmiş olması da gâyet muhtemel görünüyor.
Kimbilir!..
Rahmetli MENDERES belki de kimi subayların kendisine karşı beslediği hasmâne tutumu hissetmiş ve böyle bir Kânun hazırlamışdır.
Olamaz mı?
1951 senesinde meriyyete giren 5802 sayılı Astsubay Kânun’u madde 20’de bakınız neler yazıyor.
Makâlemizin önceki bölümlerinde defalarca ifâde etdik. Astsubay Kânun’unun temelinde, astsubayların belli bir süre görev yapdıkdan sonra subaylığa terfi ettirilmesi şartı vardır. Astsubay Kânun’unun yukarıda gördüğünüz maddesinde 1951 senesinde bu hak teslim edidi ve kararlı bir şekilde kânun’a işlendi.
Yukarıdaki sayfalarda şu dakikaya kadar görüp okuduğunuz üzere
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısındaki Gerekce ve Kânun metninde
Astsubayların belli bir süre görev yapdıkdan sonra subaylığa yükselmeleri esâs alınmış idi.
Fakat bu kânun meriyyete girdikten sonra 27 Mayıs 1960 subay darbesi vurdu Astsubayları bu kez.
Darbeci subaylar aşağıda gördüğünüz 926 sayılı TSK Personel Kânun’u ile 1967’de önce Astsubay Kânun’unu ilgâ etdiler.
Zamânın darbeci Genelkurmay Başkanı Org. Ahmet Cemal TURAL bu kânun’a “ince bir balans ayarı” yapdı. (3) Bu ayar ile Astsubayların Subaylığa yükselmesini sözde yeni esâslara bağladı. Bir başka ifâdeyle astsubayların Subaylığa yükselmelerinin önüne aşılmaz bir duvar ördü.
Bütün bunların üsdüne bir de tüy diken Aristo’cu subaylar
1935 senesindeki 2 sınıflı teşkilâtdan
Sanki marifetmiş gibi
1961 senesinde 3 sınıflı ordu teşkilâtına yöneldiler...
Kendi sınırları içine hapsedilen ve dikey terfi imkânı bulamadığından cinnet geçiren Astsubay zümresinin yanına
Mağdur edilmiş ikinci bir sınıf olarak bu kez de Erbaş’ları dahil etdiler.
Yakın zamanlarda teşkil etdikleri Sözleşmeli Subay/Astsubay/Er sınıfları ile de ordumuzdaki bölünmeye zirve yapdırdılar.
Muvazzaf asker sınıfının sayısı böylece 2’den 6’ya yükseltildi. Fakat subaylar hariç diğer sınıfların hepsi gene kendi rütbe ve sınıflarının içine hapsedildi. Kendi dertleriyle başbaşa bırakıldı.
Mesleğe Astsubay başla, Astsubay bitir.
Erbaş olarak asker ol, Erbaş olarak emekli ol...
Hindistan’da bile artık çökmeye yüz tutan kast düzeninden ne farkı var bunun?
Daha çok sınıf, daha çok ayrışma, daha çok dert...
Bundan daha güzel “Divide E Impera” olabilir mi?
Aristo bile bu kadarını hayâl edemezdi.
Ve “bir hak ver fakat karşılığında en az ve mutlaka bir hak geri al!” ilkesi gene tekerrür etdi.
Yukarıdaki kânun sayfalarında gördüğünüz üzere
Erbaş’lıkdan Astsubaylığa terfi(!) ettirilen asker kişilerin elinden bu kez de Subaylığa yükselme hakkı geri alındı.
Böylece;
Aşağıda gördüğünüz 1967 tarihli kânun mucibince
Subay olmak isteyen Astsubayın önüne 4 şart konuldu...
TEMAD’a verdiği 04 Mayıs 2012 tarihli e-muhtırasında Necdet Bey,
“Subaylığa geçiş miktarının” “%15’den %25’e” çıkartıldığını” yumurtalamışdı.
Beyim, muhtırada bahsetdiğin
%15 rakamı ne idi ki?
%25 dediğin rakam ne oldu?
Söyle de bilelim!..
Bermutâd,
Necdet Bey söylemedi!
Fakat ben sual yolladım kendisine...
Ucu gırmızı mumlu bir istidâ gönderip
Dedim ki;
Tam 21 gece ve 22 gündüz düşündükden sonra
Hemen aşağıdaki çerçevenin içinde siyah beyaz vesikalık tavsırını gördüğünüz Necdet Bey
Şöyle bir cevâb yolladı bana.
Subay olarak sen tâ 1826 senesinden beri “tam maaş” ile emekli oluyorsan
63 seneden beridir neredeyse “çeyrek maaş” ile emekli etdiğin Astsubayların
Hâlinden memnun olmasını bekleyemezsin!
Hayat denen mefhum
Hakikâtler üzerinde devinir.
Leylek lakırdısı
İnsan eylemez!
Tekeden teleme çıkartmaz,
Geniş garınlı
Goca mideli
Geri kafalı siyâsetci ağzıyla sıkılmış palavradan öte bir mânâ ifâde etmez.
Nefes soluduğumuz şu 2014 senesi itibariyle ordumuzda
Astsubayların subaylığa yükselmeleri için
Değil bu engelleri aşmaları
Ağızlarıyla angıt guşu tutmaları bile yeterli olmayacak bundan kelli.
Astsubayların Subaylığa yükselmesini Genelkurmay Başkanları o kadar zorlaşdırdı ki.
“Subay olmak için Astsubaylardan istenen şartlar” listesine
Bu kez de “subay olmaya engel hâller” listesini eklediler.
Harb okuluna girişde aradıkları koşullardan bile daha fazlasını
Subay olmak isteyen Astsubayların önüne koyuyorlar.
Astsubaylıkdan subaylığa terfi şartlarını düzenleyen 926 sayılı TSK Personel Kânun’unun 109’uncu maddesinde;
Astsubayı asla Subay yapmam demenin başka yolu olabilir mi?
21 Mayıs 1952 tarihli Astsubay Yönetmeliğine göre
O vakit ordumuzda görevli bir Astsubaya dikey terfi fırsatı veren üç tercih hakkı var idi;
Bugün meriyyetde olan 926 sayılı TSK Personel Kânun’unda bile Astsubayların bu kadar tercih hakkı yok!
Her türlü sınavı kazanarak Astsubaylıkdan Subaylığa terfi eden Teğmenleri kıdem sırasında bakınız tâ nereye yazdılar;
Bu sıralamayı yapan Aristo’cu akl-ı evvel subaylar
Biraz daha cebretseler
Teğmen olan Astsubayları
Yedek subay dedikleri Asteğmenin altına yazacaklar!.
Dedikleri her şeyi yapdı. Subay nasbedildi. Fakat aldığı sicil numarasında bile Asubay olduğunu yüzüne vurdular. Hatırladığım kadarıyla Asubaydan Subaylığa terfi edenlerin sicilleri Asubay anlamına gelen ‘A-’ ile başlıyor. Deniz kuvvetlerinde ise sâdece Asubaylıkdan Subaylığa terfi edenlerin sicilleri Güverte anlamına gelen ‘G-’ ile başlıyor.
Kara Kuvvetlerinden bir arkadaşım sınavları kazandı ve Teğmenliğe terfi etdi. Subay olmasına rağmen sicil numarası “A” harfi ile başlıyordu. Sebebini sordum. “Subay oldum. Fakat bana hâlâ Astsubay muamelesi yapıyorlar!” dedi...
Subaylığa terfi edebilmek için
Subayların iki dodağının arasından çıkan her şeyi ferman belleyip hepsini başarıyla yapdı.
İbrişimden ince iplik olup iğne deliğinden geçdi
Deve olup hendek atladı
Cin olup şişeden çıkdı
Zağanos olup ağzıyla anka guşu yakaladı
Fakat
Sicil numarası almaya gelince
Subay olamadı...
1935 senesinde ATATÜRK’ün kendi eliyle ‘Asubay’ şeklinde türetdiği kelimeye
Astsubay dedikleri askerler için çıkartdıkları kânun ile
1951 senesinde yapılan al takke ver külâh faslında
5802 sayılı Astsubay Kânun’una aşağıdaki hükümler dâhil edildi:
Yukarıda gördüğünüz kânun ile
Ve dahi şunlar yapıldı;
Aslında 5802 sayılı Astsubay Kânun’u ile bir değil fakat iki asker sınıfı teşkil edildi. İkinci asker sınıfının adı da Subaylık.
Burada tuhaf olan durum ise şudur. 5802 sayılı Kânun, Astsubay Kânun’udur. Fakat yeni bir sınıf olan Subay sınıfının, Astsubay Kânun’u ile teşkil edilmesi hayli dikkat çeken bir hususdur.
Sen ‘Astsubaylar’ için bir kânun kabul ediyorsun. Bu kânun’un içine de yeni teşkil etdiğin ‘Subay’ sınıfını sokuşduruyorsun. Kendi kânunları dururken Subayların, Astsubay Kânun’una saklanmaları hayra alâmet değil! Bu ürkekliği ifâde edecek kelime bulamıyorum. Zamânın Genelkurmay Başkanı Orgeneral M. Nuri YAMUT’un böyle hülleli bir yol tutması tuhaf görünüyor.
Biz Genelkurmay Başkanlarımızı goltuklarında oturur zannederdik. Meğer yeni sınıf asker peydahlamak için gurka yatarlar imiş. Gurkdan kalkdıklarında, hemen oracıkda yeni sınıf askerleri çıkartdılar.
Tarih, bu sene 2014. Bu tarih itibariyle ordumuzda birbirinden tamemen farklı tam 7 (yedi) sınıf asker görev yapıyor. Bunların hepsi de muvazzaf. Bu sayıya sözleşmeli subay ve astsubayı da dahil edersek rakkam 9 oluyor. Her biri kendi içine kapanmış, birbirinden tamamen kopartılmış, birbirini umursamayan ve hattâ görmezden gelen tam 9 sınıf asker.
Şunca ömrün sahibiyim.
Girş çıkış tam 34 sene hizmet etdim ordumuza. General/Amiral unvanı ile bilinen muvazzaf bir asker sınıfına hiç rastlamadım bugüne kadar.
Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey’e sordum. Böyle bir asker sınıfı hangi mevzuatda yazıyor diye.
Biliniz bakalım ne yapdı Necdet Bey?..
1951 senesinde
T.C. Ordumuzun tarihinde ilk defa “Astsubaylık” unvanı verilen yeni bir asker sınıfı teşkil edildi. Yapılan bu rütbe/sınıf tanzimiyle ordumuzdaki yekpâre teşkilât yapısı paramparça edildi.
Osmanlı Devletinden miras aldığımız “Er’likden Generalliğe” terfi imkânı veren teşkilât yapısı terkedildi. Astsubay ve Subay sınıfı arasına kalın ve aşılmaz duvarlar inşâ edildi. Her biri kendi içine hapsedilmiş iki ayrı sınıf türetildi. Subay sınıfı devletin her türlü imkânı ile beslenip büyütüldü. Astsubaylar ise Subayların bu saltanatını, karın tokluğuna muhafıza eden askerleri oldu.
Bugün dahi sıkıntısını yaşadığımız ayrışma-bölünme-ötekileşdirme
Ve bunun neticesi olarak da 2002 senesinden itibaren ordumuzun itildidiği parçalanma-dağılma sürecine giden yollar açıldı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin
ATATÜRK’ün oturtduğu mahrekden uzaklaşdırılması ve
Sömürgen devletlerin çekim alanına girmesini araştırmak isteyecek hamiyyetperver bilim adamları
Ordumuzdaki bu ağulu ve kumpasvârî yapılanmada ihânetinin derin ve silinmez ayak izlerini bulabilirler.
Kasapdaki ete
Bir kelle acı soğan dahi doğramayan Köstebek Hilmi
Türk’ün tarihinde
Türk Askerinin başına ilk defa çuval geçirtdi.
Üsdelik müttefik belleyip goynuna tünediği Coni’ye yapdırdı bunu.
Sonra
Türk Milleti,
Coni’den özür dilemesini beklerken
Hâfıza dumuruna uğrayan bu köstebek
Üç bin senelik şanlı bir tarihin sancağını dalgalandıran Türk Ordusunun komutanı olduğunu unutup
Yüzü hiç kızarmadan çıkıp meydâne
Soyu sopu iki yüz senelik bir devlet’e “büyük devlet” diyecek kadar alçaldı ve
“Coni, büyük devletdir. Özür dilemeler büyük olaylarda olur!” diye yumurtalayıverdi ağzından. (4)
Sokak arkadaşlarının Köstebek dediği Hilmi’ye
Bu sebepden dolayı “başına çuval giyen Paşa” lakâbını lâyık gördü Türk Milleti...
Üç beş vakit önce ahiret dolmuşunun en ön koltuğunda
Azrail (as)’ın kendisine sessizce sâdece gidiş bileti kesdiği paşamız
Goltuğunda bir sene daha oturmak bahasına
Çifte vatandaş çilli Başbakan Tansu’yu kasdederek;
“Tansu Hanım takk diye emrediyor,
Ben de şakk diye yapıyorum!” diyen Genelkurmay Başkanı Doğan GÜREŞ’in gıçına
Etekli bir vekilimiz İmran AYKUT, etek giydirdi...
Ve Türk Milleti bu paşamıza “Gıçına etek giyen Paşa” unvanını lâyık gördü. (5)
Memur, kalemini,
Asker; silâhını konuşdurur!..
Memurun mahâreti kaleminin ucunda,
Askerin celâdeti silâhının ucundadır...
Memur, kendisi için yaşar ya da yaşatır
Fakat
Asker;
Vatanı için ölür,
Vatanı için öldürür.
Askerin sanatı, savaş; vazifesi, ölmek ve öldürmekdir...
Bu hususiyetlerinden dolayı
Askerlik mesleğini dünyadaki hiçbir meslek ile kıyaslamanın imkânı yokdur!
Çünkü askerin vazifesi, düşman denen insanları öldürmekdir.
Görevi insan öldürmek olan başka bir meslek var mı şu dâr-ı dünyada?
Hele bir Türk subayının kamuoyu önüne çıkıp da kendi askerleri için
“Bizler memuruz!” dediği görülmüş, duyulmuş değildir.
Fakat, O yapdı!...
Şu lafa bakar mısınız?..
Aşağıdaki konuşmasında, “Asker, memurdur!” diyor.
Hulusi Agamız, devletin kendisini
Vatan uğruna ölmek ve
Düşmanları öldürmek için beslediğinin hâlâ farkında değil demek ki...
Yiğitlik, vurmayınan,
Agalık da vermeyinen...
Şimdi imtihan sırası sende Hulusi Aga!..
Bakalım bu millet sana hangi lakâbı münasip görecek!...
Şu anda 2014 senesini idrâk ediyoruz.
Aradan 63 sene geçmesine rağmen astsubayların subaylığa terfi etmeleri
Subaylar için hâlâ tam anlamıyla bir kâbus değil mi?
Rekâbetsiz bir ortamda masada kalem oynatarak ya da elleri gıçında dolaşarak terfi etmekden hangi subay vazgeçer?
Generallik/amirallik makâmlarını astsubaylar ile paylaşmayı
Hele hele
O yumuşak goltuklarını
Astsubaylara kapdırmaya hangi subay tahammül edebilir?
Eh, peki yiğidim!
Mâdem ki vaziyet bu kadar berbad öyleyse olmayacak duaya niçin âmin diyorsun, diyenleri duyar gibiyim.
Olmayacak duaya âmin demek bizim işimiz değil!
Demeye niyetimiz de yok!
Biz,
Olanlardan bahsediyor ve
Ordumuzda olacakları muştuluyoruz.
Leyleğin ömrü lakırtı ile geçer.
Genelkurmay Başkan’ının bir fincan acı gayfesini içip irşâd olduğunu zanneden bizim boyalı cilâlı gazetecilerimiz de
Biz astsubayları Genelkurmay Başkanlarının yalan-dolan pamuk helvâ dadında kof lakırtılarıyla avutadursun.
Bakınız Con’in ordusunda neler oluyor!
Zamânında uygun fırsat bulamayan
Ya da
Mesleğe iyi başlangıç yapamayan Erat’ın
Yeni bir fırsatı hak etdiğine inanmak gibi son derece insanî bir gerekceyle hareket eden Coni’nin Genelkurmay Başkanları
Kendi Er’lerine Orgeneral/Oramiralliğe kadar terfi etmek fırsatı verebiliyor.
Er olarak askerliğe başlayan askerler;
Subay,
Kuvvet Komutanı,
Hattâ
Genelkurmay Başkanı dahi olabiliyor.
Bu kural bizim subayların yapdığı gibi labada-hindiba-ebegümeci salatası değil!
Lafda kalmıyor.
İşde örneği;
J. Mike BOORDA, lise eğitimini yarıda bırakıp 1956 senesinde Coni’lerin Deniz Kuvvetlerine Er olarak girdi. Özgürlükler ve sonsuz fırsatlar ülkesinde Kânun’larının kendisine tanıdığı eşit, sürekli ve şeffaf terfi hakkını kullandı. Önce Astsubay oldu. Sonra da subay. Ve Oramiralliğe kadar terfi etdi. Harp okulu mezunu denizci subaylardan daha zeki ve kabiliyetliydi.
Oramiral BOORDA, 1994 senesinde Coni’lerin Deniz Kuvvetleri Komutanı oldu.
BOORDA, öğrencilik döneminde kifâyetli eğitim imkânı bulamayan askerleri kendilerini gelişdirmesi yönünde sürekli olarak teşvik etdi. Mesleğinde yükselecek yeteneği haiz Erlerin ve Astsubayların ordudaki en yüksek rütbelere ve makâmlara kadar yükselmesini samimî olarak destekledi. Deniz Erlerine bu eğitim fırsatını vermek üzere kendisinin STA-21 adını verdiği eğitim müfredatını tatbik etmeye başladı. Çünkü sürekli, şeffaf ve eşit fırsatlar verilen rekâbet ortamında yerine göre Er’lerin ya da Astsubayların dahi kahraman olabileceğini kendisi harp meydanlarında bizzat yaşadı ve gördü.
Yurtdışı görevindeyken Napoli’de bu subay ile defalarca biraraya geldik. Törenlerde, toplantılarda sohbet etdik. Tavsırında görüldüğü gibi kendisi temiz yüzlü, son derece kibar, mütevazı, neş’eli ve insan canlısı bir subay idi. O zaman Oramiral idi. Sohbetlerinde Er’likden Astsubaylığa ve sonra da Oramiralliğe kadar nasıl terfi etdiğini iftiharla anlatırdı.
Tek örnek bu değil elbet!
Larry D. Welch, 1951 senesinde Hava Kuvvetlerine Er rütbesiyle girdi. 1960 senesinde başlatılan “Er’likden Orgeneralliğe Terfi” düzenlemesi kapsamında Orgeneralliğe kadar terfi etdi. Harp okulu mezunu binlerce havacı subayın arasından sıyrılıp 1986 senesinde Coni’nin Hava Kuvvetlerine Komutan oldu.
John SHALİKASHVİLİ, 1958 senesinde Kara Kuvvetlerine Er olarak girdi. Orgeneralliğe kadar terfi etdi. Harp okulu mezunu binlerce subaya nal toplatan Gürcü John, 1993 senesinde Coni’lere Genelkurmay Başkanı oldu. (bkz.)
Yukarıda anlattıklarımız çok uzaklarda zuhur etmiyor! Atlantik deryâsının hemen öteki yamacında... Karargâhda kendi yıldızlarını parlatmakla meşgul olan Conisever subaylarımızın bu olup bitenlerden haberi var mı? Var elbet!..
Peki bu konu hakkında ortaya dökecek bir tek fikirleri var mı acap? Mamayı sâdece kendi midelerine akıtan subaylarımız bu çeşmenin suyunun bir 60 sene daha böyle çağıldaya çağıldaya haksızlığa akacağına gerçekden inanıyorlar mı?
Ağzının sularını akıtarak peşinden koşduğun adamlar kendi erlerine “orgeneralliğe” kadar terfi imkânı veriyor. Peki sen ne yapıyorsun? Kendine ezel-ebed “baş” lığı hak ve layık gördün. Ayaklar, baş olamaz dedin utanmadan. Harbiye’de, birinci sınıf iaşeler ile büyütüldün. Cumhurbaşkanı olacaksın ninnileriyle uyutuldun.
Peki,
Orası tâ Atlantik ötesi...
Sen buralardan haber ver!
Şimdi,
2014 senesinin şu günlerinde yaşayan Astsubayların vaziyeti
1908 senesinde ordumuzda görev yapan Erlerden bile daha da kötüdür desem?
İtimat buyurur musunuz?..
Önümüzü görebilmek için arkamıza doğru bakmamızın şart olduğunu makâlemizin birinci bölümünde söyledik.
İtimat buyurmayan sınasın!
Tuhaf da olsa gerçek vaziyet bu! Böyle yapıyoruz hepimiz.
Önemine binaen başka bir örnekle konumuzu berkitelim ve
Evvel’in ağulu sularında başlayan hak arama yolculuğumuza
Âhir’e doğru devâm edelim.
Arabanızın sürücü koltuğuna oturduğunuzda, bakınız!
Karşınızda kaç ayna var?
Dikkat etdiniz mi?
Bu aynalar hangi istikâmeti gösteriyor?
Tekrar sayalım;
Etdi tam 3 ayna.
Hepsi de sürdüğümüz aracın
Önünü değil fakat arka tarafını kolaçan etmek için.
Yanlış mı?
İşde meydan! Haydi bakalım. Sökün dikiz aynalarının hepsini ve çıkın yola!..
Gevur bu! Elzem olmasa imâl etdiği arabalara fazladan bir tek vida takmaz.
Akış sırası itibâriyle aslında olup bitmesine rağmen geçmişde kaldığını zannetdiğimiz zamân ve olaylar silsilesi, biz farkına varamasak bile önümüzdeki zamân ve olaylar dizisini şekillendirir.
İşde sırf bu yüzdendir ki aracımızı kullanırken bir kez önümüze, ileriye doğru bakarız.
Fakat geriye doğru ise üç kere bakarız.
Üç ayrı dikiz aynası ile arkamızdaki olayları takip etmek istediğimize göre
Geçmişde kalan durumların
Geleceğimizi biçimlendirmede aslında önümüzdeki vaziyetden daha önemli olduğunu sessizce itiraf ederiz.
Şimdi, bu sessiz itirafımızı ete kemiğe büründürelim.
Her üç dikiz aynasına bakalım...
Ve
Bugün önümüzde duran hakikatler kadar önemli bir hakikati
Geçmişden alıp gözümüzün ve aklımızın önüne koyalım hep beraber.
1826 senesinden 1908 senesine kadar ordumuzda tatbik edilen
Âsakir-i Mansure-i Muhammediye isimli Kânûn’a bir dikiz atalım şöyle.
Bugün Coni’nin ordusunda mevcut olan terfi silsilesinin neredeyse aynısı.
Kendi ordularında bugün geçerli olan terfi esaslarını Coni’ler kimbilir belki de biz Türklerden aşırdı?..
Ya da
Velev desek ki
Osmanlı Ordusunda Küçük Zâbit Mekteplerinden 1910’lu senelerde mezun edilen
Küçük Zâbit ya da bugünün tabiriyle Astsubayların
General rütbesine kadar yükseldiğini fâş eylesek?!!
İkinci Meşrutiyet’in ilânından hemen sonra
Büyük Osmanlı Devletimizin açdığı Küçük Zabit (Astsubay) Okullarından Onbaşı ve Çavuş rütbesiyle mezun oldular.
Tek dişi kalmış garbî canavarların
Memleketimizi paylaşmak için peydahladıkları Birinci Cihân ve Balkan Hârblerinde
Yurdumuzu müdafaa etmek için ATATÜRK ile beraber her cephelere koşdular.
Bu Küçük Zâbitlerin
Çoğu, geri gelmedi...
Mukaddes bildikleri vatanlarını uğruna gözlerini kırpmadan şahâdet şerbetini içdiler...
Bugün kimilerinin burun kıvırdığı ve inkâr etmeye yeltendiği Osmanlı Devletinin yetişdirdiği Küçük Zâbitlerin
Memleket müdafaasında ordumuzun vurucu gücünü teşkli etdiğini ATATÜRK bizzat gördü.
Onbaşı ve Çavuş rütbesiyle cephelere koşup
Yedi düvel ile cenk eden Küçük Zâbitlerden
Gâzi olanların hemen hepsi Zâbitliğe terfi etdi. Ve üsteğmen, yüzbaşı, binbaşı olarak geri geldiler.
Çok başarılı Küçük Zâbitleri bizzat tespit eden ATATÜRK,
Onları önce zâbitliğe terfi ettirdi
Sonra da
Erkan-ı Hârbiye’de kurmaylık eğitimine gönderdi.
Ve bu Küçük Zâbitler
Kurmay Subay oldular...
ATATÜRK,
Küçük Zâbitleri
Zâbitlerden hiçbir zaman ayrı tutmadı.
ATATÜRK,
Küçük Zâbitleri, ordunun müstakbel Zâbitleri olarak gördü hep.
ATATÜRK,
Küçük Zâbitlere sürekli ve dikey terfi imkânları verdi. Onları Zâbitliğe yükselmeleri için eğitdi, ödüllendirdi, teşvik etdi.
Başkomutan’ın dikey terfi imkânı verdiği Küçük Zâbitlerin (Astsubayların) çoğu
Cumhuriyet Ordusunda Albay rütbesine kadar yükseldi.
Ve hattâ
General rütbesine kadar terfi etdiler...
Şimdiki Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey’in boynunda
7 yabancı memleketden aldığı tam 7 dâne çil çil madalya var.
Liyâkat madalyalarını boynuna takması için Genelkurmay Başkanlarımız
Yabancı devlet adamlarının huzurunda başlarını öne eğmekde tereddüt etmiyor.
O ülkelerin ordularında neler oluyor?
Astsubayların hak ve hukuku nicedir?
Ve dahi
Senin ataların neler yapmışlar?
Madalyayı boynunuza takdırırken öne eğdiğiniz başınızı şöyle bir kaldırıp da
O ülkenin astsubaylarının durumuna
Ya da
Atalarınızın 100 sene evvel yapdıklarına niye bakmazsınız?
Atatürk size, akıl ve bilimi mirâs bırakdı.
Fakat sizlerden kimileri
Devletin mamalarının mirâs bırakıldığını farz ve kabul etdiniz.
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısı, her astsubayın bir zaman sonra subay olmasını şart koşdu. Fakat Genelkurmay Başkanlarımız, astsubayların subaylığa geçişini kasıtlı olarak zorlaşdırdı. Hattâ zımnen engelledi. Kânun’un yürürlükden kaldırıldığı 1967 senesine kadar subaylığa terfi ettirlen astsubay sayısı iki elin parmaklarından fazla değildir. Belli sınıflardan her sene üç-beş astsubayı göstermelik olarak subaylığa terfi ettiren Genelkurmay Başkanlarımız
Subay sınıfını tam anlamıyla ipekden bir koza içinde korumaya aldı.
Her türlü rekâbete kapalı olan mevcut terfi esasına göre teğmen olarak göreve başlayan subaylar
Otursalar bile albay rütbesine kadar yükselmeyi daha mezun olduğu gün cebine indiriyor.
Astsubay rütbesindeki askerleri 5802 sayılı Kânun’un içine hapseden Genelkurmay Başkanları rekâbete kapalı bir ortamda dikensiz gül bahçesinde askerlik yapmanın tadını çıkartıyor. İtiyad hâline getirdikleri subay darbeleriyle devlet erkini eline geçiren arsız ve darbeci subaylar devletin her türlü imkânını kendi midesine akıtarak da imtiyazlı bir duruma geldiler.
Genelkurmay Başkanlarımız,
Subaylar lehine tam bir imtiyazlılar ordusu peydahlıyorlar...
Hani ordumuz, milletimizin bağrından çıkıp gelmişdi sayın başkanlarım?
Kimi Subaylarımız hep;
Askerin üstünde üst asker,
Memurun üstünde üst memur,
Siyâsetin üsdünde üst siyâsetci,
Devletin üstünde devlet oldular.
Sömürgen batı medeniyetinin icâdı olan “Divide Et Impera” yönteminin başka bir çeşidini Hulusi Agam tatbik ediyor bugünlerde...
“Sizden daha kötü durumda olan vatandaşlara bakın ve hâlinize şükredin!” demiş agamız. Bu yöntemin adı da herhâlde “sınıf kılıfıyla sömürü!” olsa gerekdir. (bkz.)
Gerek biz Astsubaylara çaycı diyen İkinci Başkan Yaşar Efendinin
Gerekse Hulusi Aga’nın bugünlerde tatbik etdiği sınıf sömürüsünü geçmiş tarihlerde de başka subaylar fakat gene aynı yöntemlerle tatbik etdiler.
Ve ordumuzun bir tarafını çeşitli isimlerle hep baskı altında tutdular.
Bu maddî ve mânevi dayatmaların adı;
Bugünün Genelkurmay Başkanı Necdet Bey ve şürekâsı;
İçinde yaşadığımız şu 2014 senesinde dahi astsubayların tepesinde hoyratca sallandırıyor.
Cesur, temkinli, sabırlı ve azimli bir kişiliğe sahip idi. 28 Temmuz 1808 tarihinde padişahlık tahtına oturduğunda 23 yaşındaydı. Zeki ve bilgili bir insan olan 30 uncu padişahımız Sultan İkinci Mahmud, Avrupa'daki çağdaşlaşma faaliyetlerini yakından takip etdi. Adâlet işlerine büyük ehemmiyet Verdi. Yeni kânun ve tüzükler hazırlatdı. Bu sebepden dolayı millet kendisine "Adlî" unvanını verdi.
Sultan İkinci Mahmud; Osmanlı Ordusunun terfi, tayin ve özlük haklarını tanzim eden bir kânûn irat etdi. Bugün bizim bildiğimiz İç Hizmet ve Personel Kânûn’unun birleşimi olan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye Kânûnnâmesi isimli kânun ile aynı zamanda emeklilik maaşları askerî mevzuatıma ilk defa duhûl eyledi.
7 Temmuz 1826 tarihli söze konu işbu Kânûnnâme ile
Büyük Osmanlı Devlet Ordusunda askerlerimiz
İhtiyarlayıncaya kadar vazife yapdıkdan sonra
Rütbesine bakılmaksızın hepsi “tam maaş” ile emekli ediliyor idi.
Bu bilgiyi aşağıda gördüğünüz kânûn hükmünden öğreniyoruz.
Büyük Osmanlı Devleti ömrünü tamamlayıp da
Tarihdeki yerini Türkiye Cumhriyeti’ne emânet etdikden sonra
Başda ATATÜRK olmak üzere Cumhuriyeti’n kurucu irâdesi bile
O tarihde Küçük Zâbit unvanı verilen Astsubayların
Tam maaş ile emeklilik hakkına dokunmadı.
Astsubayların bu mukaddes hakkına saygı gösteren Cumhuriyet’in mümtaz devlet adamlarından
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK,
Başbakan İsmet İNÖNÜ
Ve
Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi ÇAKMAK
1929 senesinde kabul etdikleri yeni kânun ile
Padişahımız Sultan İkinci Mahmud’un fermânına saygı gösterdi.
Tam 11 sene sonra
O vakitlerde Gedikli Erbaş dedikleri Astsubayların emeklilik maaşı tekrar Meclis gündemine geldi.
Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ
Başbakan Refik SAYDAM
Ve
Efsanevî asker
Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi ÇAKMAK
Hem Padişahımız Sultan İkinci Mahmud’un
Hem de Başkomutan ATATÜRK’ün vasiyetine dokunmadı.
Astsubayları “tam maaş” ile emekli etmeye devâm etdiler.
Cumhuriyet sonrasında yaşadığımız açlı, yokluk ve kıtlık dönemlerinde bile devletimiz
Emekli etdiği Gedikli Küçük Zâbit,
Gedikli Erbaş
Ya da bugünkü unvanıyla
Astsubay dediğimiz askerlerine “tam maaş” bağladı.
Fakat
1950 senesine geldiğimizde
Ordumuzu idâre eden NATO’cu ve Aristo’cu Subaylarımız
Hem Padişahımız Sultan İkinci Mahmud’un
Hem Cumhurbaşkanı ATATÜRK’ün
Ve dahi Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün bu emânetine hıyânet etdiler...
Önce
Gedikli Küçük Zâbitleri, Gedikli Erbaş yapdılar 1950 senesinde
Sonra
Gedikli Erbaşları bu kez de Astsubay yapdılar 1951’de.
Ve
Astsubay unvanını verdikleri askerlerin emekli maaşlarının “yarısını” gasp etdiler.
1967 senesinde gasp edilen subaylığa terfi hakkımızı da elimizden aldılar.
Bugün Astsubay unvanı taşıyan asker kişiler
23 Mart 1950 tarihini asla unutmasınlar.
Astsubaylık şuurunu yüreğinde ve Astsubaylık mühürünü alnında şerefle taşıyan her meslekdaşımız şunu çok iyi bilsin!
Türkiye Cumhuriyeti ordusunda Astsubay haklarının gasp edilmesinin başlangıç tarihi 23 Mart 1950’dir.
Hâfıza-i beşer, nisyân ile mâlûl ise şâyet
5619 sayılı Kânun ile bu tarihde neler olduğunu muhakkak tekrar etmemiz gerekir.
1. “Tam maaş” ile emekli hakkımızı şöyle gasp etdiler;
İşde burada gördüğünüz işlem,
Astsubaylara 64 seneden beri yapılmış en büyük haksızlık ve ihânetdir.
Bunu yapan asker ise yukarıda sağ tarafda tavsırını gördüğünüz
Zamânın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT’dur.
2. Sınıfımızı Gedikli Subaylıkdan Gedikli Erbaş’lığa tenzil etdiler.
Özellikle 1950 senesinden buyana Astsubay haklarındaki değişmelere bakıldığında
Verilen bir hak karşılığında başka bir hakkın mutlak suretde geri alındığını görüyoruz.
Meclis, bir kânun kabul etmiş. Bu kânun ile Astsubay denen asker kişilere yeni bir hak verilmiş.
Fakat o tarihe kadar mevcut olan başka bir hak, aynı kânun ile geri alınmış.
Bir başka ifâdeyle bir hak vermiş ve bunun karşılığında elimizden başka bir hakkı geri alınmış.
Son 60 seneden beridir Astsubay haklarındaki savrulmalara bakdığımızda
Kenya Cumhuriyetinin kurucusu ve
ilk Cumhurbaşkanı olan Jomo KENYATTA’nın anlatdığı ibretlik bir kıssa aklıma geldi.
Teveccüh buyurursanız şâyet hatırlatalım.
Bakınız, Sayın KENYATTA ne dedi bu hususda;
“Papaz cübbesi giymiş Avrupa’lı hıristiyan sömürgeciler memleketimize geldiklerinde
Onların avucunda İncil vardı,
Bizim avucumuzda ise topraklarımız...
Bize, “gözlerinizi kapatın ve dua edin!” dediler.
O papazlara inandık, ve dediklerini yapdık!..
Bir vakit sonra gözlerimizi açtığımızda bir de gördük ki
Onların İncil’i bizim avucumuzda idi.
Bizim topraklarımız da Avrupalı sömürgeci papazların avucunda... (6)
T.C. Ordusunda biz astsubayların vaziyeti
Tam da zenci Jomo’nun ifâde etdiği minval üzeredir.
Genelkurmay Başkanlarımız biz Astsubaylara bir hak verdiklerinde
Gördük ki karşılığında mutlaka başka bir hakkı geri aldılar.
Dün; Küçük Zâbit,
Gedikli Küçük Zâbit,
1950 senesinde Gedikli Erbaş unvanı verillen
1951 senesinden beri de bugün hâlâ Astsubay denilen asker kişilerin;
Peki,
Bütün haksızlıklardan bir çırpıda kurtulmanın yolu var mı?
Evet!..
Bilmediğimiz, anlamadığımız şeyleri benimsemeyiz ve korkarız onlardan.
Gördüğümüzü anlarsak şâyet sahipleniriz.
El, kantar; göz, terâzi dedik ve
Tarihin tozlu, rutubetli dehlizinde
Unutulmaya yüz tutmuş 1951 tarihli ve 5802 Astsubay Kânun’unu
2014 senesi itibariyle
Vicdânımız ve aklımızın emrine râm olup
Sabır ve sebât ile sonuçlandırdığımız bu tetkik neticesinde
El yordamıyla ölçdük
Parmak hesâbı ile saydık!..
Kayıtcının görevi
Bakıp, görüp, bulup, anlayıp, kayıt etmekdir.
Eski Tüfek, vazifesini yapdı!..
5802 sayılı Astsubay Kânun’u ile 1951 senesinde Gedikli Erbaşlara verilen Subay olma hakkını aradı, buldu, anladı...
Aradığımızı biliyor idik,
Ve nihâyet
Bulduğumuzu anladık!..
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT
Millî Savunma Bakanı Ahmet Hulusi KÖYMEN
Ve dahi
Başbakanı Adnan MENDERES’in
Biz Astsubaylara söz verdiği
Subay olmak hakkı
Tam 63 sene sonra
Bugün tekrar bizim oldu!..
Bunca zamândan beridir T.C. Ordusunun Astsubaylarına revâ görülen;
63 sene Evvel’de bizden gasp edilen bu hakkımızı
Âhir’e bırakmıyor
Ve
Biz Astsubaylar
Subay olmak hakkımızı
Bugün hemen geri istiyoruz!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Okumak için resimleri tıklayınız!
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -1-
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -2-
Evvel’den Ȃhire Işıltılı Yansımalar -3-
Vakdi geldi,
Kararımı verdim!
Geri dönmek yok!..
Astsubaylara bu haksızlığı yapanlar,
Zorbalığa soyunup
Bolu beyi olmayı seçdi...
Benim nasibime de
O zorbalara çotuk sökdüren
Köroğlu olmak düşdü...
Tüfeng icâd olunup
Mertlik bozulsa da
Ahd etdim!..
O Kânun tanımazların
Çakar almaz delikli demirlerinin
Deliklerinin içine çöğdürmek bize farz oldu gayrı...
Üsdelik
Yülgümüzü kılağıladık!
Sinek kaydıran cinsinden tıraş vakdi geldi.
Savulun bre çala galemli gara câhil kâtipler!..
Ya bu insanlar
Onu doğru yazmasını öğrenecek.
Ya da
Gıçlarını goydukları goltuklardan
O ahmakları alapaça edeceğim.
Halep oradaysa
Arşın elimizdedir!..
Kendi meslekdaşlarımdan dahi bâzılarının yoluma çıkıp “bırak bu ufak işleri!” diyeceklerini biliyorum. Muvazzaf günlerinde dediler çünkü. Küçükler saygılarından ses edemediler. Fakat benden büyük olanların yaşına başına bakmadan sokuşdurdum lâfımı.
Buram buram sitem kokacak ve yeri geldiğinde hak edenlere çuvaldız batıracak bu makâlemizin konusu;
* * * * *
Hiçbirisi doğru değil!
Çünkü hiçbir askerî mevzuatda böyle bir astsubay rütbe ismi yok!..
Üsdelik astsubay rütbe isimlerinin yazılması konusunda yapılan yanlışların hepsi bu kadar da değil.
Kânun kitabının kapağını açıp da bu rütbeleri doğru yazacak bir Allah kulu yok mu oralarda?..
Çok doluyum yiğit meslekdaşlarım.
Astsubay rütbe ve kıdemlerini
1967 senesinden beri Kânunsuz olarak eksik-gedik, yalan-yanlış, kaba-zortlama yazıyorlar.
Her kim ki böyle yapıyorsa bugün bu satırlardan kendi sehmine düşeni alacak.
Mürekkep yaladığını bildiğim kendi sınıf arkadaşlarımın bile gözünün yaşına bakmayacağım.
Bunca zamândan beri astsubay rütbe ve kıdemlerine bu haksızlığı yapan aymaz ayılmaz yayık ayranı beyinlilerin kulaklarını hem buracağız hem de sık sık çınlatacağız.
Ben istediğim için değil fakat onlar fazlasıyla hak etdikleri için yapacağım bunları...
Cebinde Astsubay kimliği taşıyıp da bu konuya bigâne kalan dostlarımız ile yolumuz burada ayrılıyor.
Üzgünüm!
Ray değiştirmek vakdi!
Onlara uğurlar ola diyorum.
* * * * *
Yemlenen Balık
Allı pullu, rengârenk
Süs balığı isen şâyet
Cam fânusun içindeki bir avuç suda yaşarsın.
Senin dünyan o kadarcıkdır.
Gönüllü kölesi ve
Malı olduğun sahibin,
Üç-beş günde hep o aynı yemden bir iki parça atar fânusuna.
Yemlenirsin!...
Abâd oldum zannedersin.
Karnın doydu diye şetâretden kulaklarını aşan ağzının iki ucu, ensende öpüşür.
Zannedersin ki
Seni besleyen el;
Dünya’daki
En mükemmel,
Yegâne el...
Yediğin yem,
Dünya’daki
Yegâne yem...
İçinde yaşadığın su,
Dünya’daki yegâne su.
Fânus da
Biricik fânus...
Bilmezsin ki
Sahibinin sana verdiği yemden başka
Daha ne türlü yemler, lezzetler var.
İçinde yaşadığın fânusu da çevreleyen
Daha nice dünyalar var...
Hiç düşünmezsin ki senin dünyandan farklı ve senin yaşayabileceğin, nazlı nazlı, özgürce yüzebileceğin; tatlısından tuzlusundan nice denizler, göller, ırmaklar var.
Kimisi çağıldaya çağıldaya kimisi coşkun coşkun, kimisi gürül gürül
Fakat hepsi hür akan nehirler var...
Farkında değilsin
Ya da
Fark etmek istemezsin...
Rahmetli Bıdıgızı Ebemin reçel kavanozu kadar bir fânusda
Ve bir çay demliğini dolduracak kadar suyun içinde yaşarsın...
Bir avuç yem karşılığında âzadsız köle olmuşsun!
Bedenen esirsin,
Anladık da
Fikren tutsak olmaya niye bu kadar teşnesin balık gardeş?..
Bilmemek, haydi neyse!
Fakat
Düşünmemek var ya!
İşde, bunu yapmayanları tarih asla affetmeyecek...
* * * * *
Tarih ve Şuur
Şeyhim Edebalı, damadı Osman Bey’e ne dedi?
“Doğru bildiğin yoldan dönme! Lâkin; atın iyisine, doru; adamın iyisine, deli derler!”
Bu özlü söz bugün hükmünü hâlâ sürdürüyor. Sen doğruyu yapıyorsun. Fakat yanlışa inanmış insanlar kendi düşdükleri zavallı duruma aldırmıyorlar. İrkilip ayılsınlar diye tokatlıyorsun. Fakat kendi acınası hâllerini umursamayıp doğruyu savunan insanlara utanmadan deli diyorlar. Varsın desinler. Allah, doğrunun yâr ve yardımcısıdır.
Hırsızlar mahallesinde
Hırsız olmayanın işi zor vesselâm!..
Ebemdedem der ki; “Oğul, gocayı vezir eden de rezil eden de garısıdır!” Herkes kendinden pay biçsin de öyle desin sözünü. Göbeğimizi kesen o mübârek insanlar dediyse vardır elbet bir hikmeti.
Bu vecizden yola devâm edersek, deyiniz bakalım dostlarım; devleti rezil eden de kimlerdir?..
Hem devletden aldığı maaşla kursağını doldursun. Hem de devletin irâd eylediği Kânun’a ihânet etsin.
Olacak iş değil.
Fakat bu makâlemizde olmaz denilen aptallığın, gafilliğin, kalleşliğin ya da hıyarlığın nasıl da çatır çatır yapıldığına şahit olacaksınız.
Kimse kusura bakmasın! Herkes benim değil fakat kendi kusuruna baksın. Şeriatın kesdiği parmak acımaz. Rehberimiz Kânun ise şâyet bizi götürdüğü yer, yağlı urgan asılı dar acağı bile olsa boynumuz kıldan ince olmak zorunda.
Kânun öyle diyorsa işde boynum!
Ayağımın altındaki sandalyeye
Tekmeyi kendim vururum!
* * * * *
Basın-yayındaki havâdisleri şöyle bir tarassut ediniz. Astsubayların daha çok şehit haberleriyle gündeme geldiğini görürsünüz.
Şehit astsubay haberlerinin hemen hepsinde rütbe isimlerini eksik-güdük yazarlar. İtibarları kaldı mı bilmiyorum. Fakat Türkiye’de sanat icrâ eyleyen bütün basın-yayın-televizyon çalışanları bu hatâyı yapıyorlar. Bir Allah kulu çıkıp da şu astsubay rütbe isimleri ne imiş Kanun’a bir bakayım da ne ise onu yazayım demiyor.
İşin doğrusunu TEMAD da bilmiyor ya da yapmıyor. İkisini de mazur görmek kâbil değil.
Biz astsubaylardan da itiraz eden olmayınca yapılan bu yanlışlar bir zaman sonra doğrunun yerini alıyor.
18 Mart Şehitler Günü münâsebetiyle Genelkurmay Başkanlığının fâş eylediği aşağıda gördüğünüz ilânda şehit bir astsubay çocuğumuzun tabutu konu edilmiş. Sebebini günün revaç deyimi ile “mânidar” bulduk, haberleri olsun.
Astsubay meslekdaşlarımızın şahâdet haberlerinde bile gazetecisiyle askeriyle herkes o şehitlerin rütbelerini eksik-güdük yazmayı da alışkanlık hâline getirmişler.
Ey, Millî Savunma Bakanı!
Ey, İçişleri Bakanı!
Ey, Genelkurmay Başkanı!
Astsubaylar yaşarken rütbesini hep eksik-güdük yazdın!
Hiç olmazsa
O şehidin rütbesini;
Bu kadar aymazlık, bu kadar ahmaklık, bu kadar et kafalılık, bu kadar alçaklık yeter artık!..
Basına verdikleri şehit haberlerinde astsubay rütbelerini eksik-güdük yazmakla; Astsubay denen asker kişiye “Çavuş” ya da “Astsubay Çevuş” demekle hem Millî Savunma Bakanı hem İçişleri Bakanı hem de Necdet Bey;
Şu rezilliğe bakar mısınız?
Devletin aptal, gâfil ve câhil memurlarının gadrine uğradıkdan sonra bir de kendi meslekdaşlarım aynı haltı ediyor ya!
İşde bunu yapanları affetmiyorum.
Vaziyet böyle olunca bize de alıp kalemi elimize çifte su verilmiş yatağan niyetine sağa sola sallamak düşdü.
Bu garâbetin canavarlaşmasında payı olan her devlet memuru, her gazeteci, her astsubay, her subay bu hicivden hissesine düşeni alacak. Kaçarı, göçeri yok! Kimse gıvırmaya tevessül etmesin. Yapdıysan bir halt elbet çekeceksin ceremesini.
Değirmenci kör Ali’nin beygirini dibek etrâfında dolaşdırdığı gibi lâfı dolaşdırma da bu yana teveccüh eyle diyenlere selâm olsun bizden...
Geliyoruz!..
Haydi, durmayın öyle!
Kendinize bir iyilik yapın.
Mesâneyi boşaltın önce!
Sonra,
Çaylarınızı şimdi tazeleyin de sohbetimiz bölünmesin!
Lâkin makâlemiz epeyi uzunca.
Son günlerde peşpeşe neşretdiği makâleler ile
emekliassubaylar.org’un önünde
Harp otağını kuran
Sayın Mehmet KAYALI “gene uzun olmuş!” dese de
Sayın Semih KOÇ ve Sayın Ersen GÜRPINAR da
İltifat buyururlarsa şâyet
Astsubay rütbe ve kıdem isimlerinin aksine
“kesip biçmeden”, “kırpıp çöpe atmadan” bir nefesde sizlere ikrâm edeceğiz inşallah.
* * * * *
Devletin maaşlı memurları devleti rezil ediyorlar dedik yukarıdaki sözümüzde!
Peki, bu parelel yapı...
Afedersiniz
Bu rezil memurlar kimdir?
Yüce devletin hangi teşkilâtında yuvalandı mı diyorsunuz?
İşde size cevâbı;
Yeter mi?..
Daha sayayım mı?..
Devleti temsil eden silâhlı silâhsız bütün teşkilâtı elele vermiş astsubay rütbe isimlerini hacamat etmeye soyunmuş!
İmâm durmadan osduruyorsa
Cemaat sıçmış,
Çok mu?..
Bunların hepsini anlıyorum.
Lâkin orada kimisi geri zekâlı, kimisi tembel, kimisi vurdumduymaz, kimisi umursamaz kimisi de arsız devlet memurları var.
Bu memurlara yapışdırdığım hakâretâmiz sıfatlara bakarsanız yapdıklarını onlara çok görmeyebilirsiniz.
Pekiyi, ey astsubay meslekdaşım!
Sen!..
Sen niye Kânun’u iğdiş ediyorsun da kendi rütbeni Kânunsuz bir şekilde eksik-güdük yazıyorsun?..
Aklını başına topla, elini vicdâna koy ve cevâbını söyle bütün âleme...
Aklından zorun mu var?
Vicdânın mı karardı?
Kendine kasdın mı var?
Benim elimde Kânun var. Rütbemi, Kânun emrine göre yazıyorum.
Ya sen?..
Senin elinde ne var?
Kimin bülbülüsün?
Hangi Kânun’a göre böyle eskik-güdük şakıyorsun?..
Nedir senin derdin de Kânun’un emri orta yerde apaş apaş sana bakarken
Sen kendi rütbeni eğip büküyorsun?..
Mahallede senin adın ne kadar kıymetli ve önemli ise
Kışla’da da rütben ve kıdemin o kadar kıymetli ve önemli.
Her ikisi de seni tarif eden, sana has alâmetifârikaların.
Her ikisini de gözünden bile sakınacaksın
Her ikisine de hörmet edeceksin.
Bir ilmek sökülürse bir yama düşer.
Bir mıh, bir nal düşürür...
Rütbenin bir harfini düşürürsen
Hepsini kaybetmeye hazır ol!..
Etrafda seni horlayan, öteleyen, inkâr eden bu kadar arsız-nursuz haysiyet fukarası devlet memuru, subay, aptal-câhil gazeteci dururken sen kendi rütbeni niye gırpıp gırpıp da becet guşuna çeviriyorsun ey, astsubay gardeşim?
Astsubay rütbe isimleri;
Ey astsubay rütbe isimlerini yalan-yanlış, eksik-gedik, yarım-yamalak, kaba-zortlama yazan Âdemoğulları!..
Astsubayın rütbesini niye noksan yazarsın?
Söyleyin bana!
Astsubay rütbe isimleriyle nedir sizlerin alıp veremediğiniz?..
Kânun’a muhalefet suçdur!..
Elin gâvuru kediye kedi diyorsa
Hem meslekden hem de Kânun tanımaz bu edepsiz devlet memurlarına biz ne diyelim dostlar?
Haklısın!..
Hepsi doğru ve yerinde tesbitler.
Al benden de o kadar...
Astsubay rütbe isimleri;
Fakat bu kusurlar, sana o rütbeleri eksik yazmak hakkı vermez!..
Bütün bu hakikâtlere rağmen Kânun öyle yazmışsa o Kânun’un ırzına geçmek senin haddine değildir.
Sen kim oluyorsun da Kânun’a alenen muhalefet ediyorsun?
Doğrusunu yazmak varken eksik yazarak suç işlediğini biliyor musun?
Üstelik bu inadın sana ne kazandırıyor?
Ne kaybetdirdiğinin farkında mısın?..
Kehellik
Ya da
Aptallık edip üç beş harf eksik yazıyorsun öyle mi?
Rütbenin önüne Astsubay kelimesini yazmazsan bak ne oluyor;
Pekiyi, al kağıdı kalemi eline!
Geçen sene mezun olmuş bir astsubayın rütbesini yaz bakayım aha şuraya!..
... Çavuş!...
Öyle mi?..
Diyecek başka söz bulamıyorum.
Eğer böyle yazıyorsan
Yazıklar olsun sana...
Ordubozanlık değil maksadım!
Müzevirlik derseniz aklımdan geçmez!
Bunları yapan kâfi miktarda nev zuhur insan var zâten.
Kânun maddesini iğdiş ederek kendi kendine Kânunsuz olarak “Çavuş” diyen bir astsubaya ne demeli sizce?..
Çavuş kelimesini tahkir etdiğimiz sanılmasın. Çavuş rütbesi de bizimdir. Taşımakla da şeref duyarız.
Fakat konumuz bu değil.
Alma başka,
Armut başka mevyedir.
Bizim derdimiz,
Kânun maddesini bile bile veya bilmeye bilmeye tâciz eden ahmaklar, aptallardır.
Al, sana 926 sayılı TSK Personel Kânun’unun meşhur EK-VIII sayılı Cetveli.
Söze konu bu cetvelde;
Cinâyet çıkar, cinâyet!..
Kânun’un 77nci maddesine rağmen astsubay rütbe isimlerinin başında “Astsubay” kelimesi niye yok diyorsanız söyleyelim. Bunun sebebi, bu cetveli hazırlayan insanların alçak ve şerefsiz olmalarındandır. Başka hiçbir sebebi yok.
Astsubay rütbelerini bu şekilde Kânunsuz yazanlar alçaklık ve şerefsizlik yapmakda mahsur görmemişler. Biz onların alçak ve şerefsiz olduklarını yazmakda niye mahsur görelim?
* * * * *
926 Sayılı TSK Personel Kânun’undaki meşhur Ek Cetvel’de yapılan değişiklikde astsubay rütbe isimleri 1975 senesinde bakınız nasıl yazılmış.
Var mı itirâz?
Yok!
Hokka gibi... Hepsi yerli yerinde.
Yukarıda gördüğünüz cetveli hazırlayan subaylar ve devlet memurları, astsubay rütbe isimlerini Kânun’un emretdiği şekilde nizâmî yazmışlar. Görevlerini doğru yapmışlar. Doğru söze ne demeli?..
Kıymetli meslekdaşımız Sayın Aydın KULAK diyor ya; “Subay darbeleri, astsubayları iki kere vurmuşdur!”
Astsubaylar gibi astsubay rütbelerinin şekil-biçimi ve isimleri de subay darbelerinden nasibini aldı.
Hem de defâlarca!..
Yukarıda gördüğünüz tablonun yazılmasından buyana sâdece 6 sene geçdi. Bir de Kız Kenan Lakaplı Zottirik bir subayın yapdığı 12 Eylül subay darbesi...
Bakınız ne olmuş astsubay rütbelerine. Hem yukarıdaki hem de aşağıdaki cetvelin en alt satırında durup da gözlerinizin içine bakan astsubay rütbelerinin nasıl yazıldığına bahusus dikkat buyurunuz.
926 Sayılı TSK Personel Kânun’unda yazılan subay rütbelerinin tamamını tek tek inceledim.
Astsubay rütbe isimlerini tam 156 kere eksik-güdük yalan-yanlış, kaba-zortlama yazan kırılasıca eller, subay rütbe isimlerinde sâdece iki kere sürçmüş. Onların da ne olduğunu yukarıdaki şu tabloda görüyorsunuz.
* * * * *
Yeri gelmişken iki hususa temas etmem gerekiyor.
Birinci husus, bu Kânun’u hazırlayan hukukcuların bile bugün dahi farkına varamadığı ve aval aval bakdığı “rütbe” ve “rütbe kıdemi” ibâresi hakkında...
Yukarıdaki tabloya dikkatlice bakınız. “Rütbe” başlığının altına, hem “rütbe”yi hem de “rütbe kıdemi”ni yazdıklarını görürsünüz.
Millî Savunma Bakanlığında, Genelkurmay Başkanlığında ve Kuvvet Komutanlıklarında görevli sivilinden subayına kadar bütün avukatları, savcıları ve hâkimleri bir araya gelmişler. Müşterek mesai yapmışlar. Fakat güdük beyinleri ancak bu kadar çalışabilmiş. “Rütbe” başlığı atıp da altına hem “rütbe”yi hem de “rütbe kıdemi”ni yazmak da ne demek oluyor? Bu ebleh hukukçular hem ne yazdıklarını bilmiyor hem de gördüklerini okumayı beceremiyorlar.
Nasıl ki “maaş derecesinin” mütemmim cüz’ü “maaş kademesidir”. Rütbenin mütemmim cüz’ü de rütbe kıdemidir. Yukarıdaki tablonun sol en üst satırında gördüğünüz başlıkdaki “Rütbe” kavramı eksikdir. Bu başlık, “Rütbe / Kıdem” olmalıdır.
İkinci husus, “Rütbe Kıdemi” ve “Rütbe Kademesi” hakkında.
Bildiğimiz üzere 926 Sayılı TSK Personel Kanun’unda mevcut hâliyle “rütbe kıdemi”, hem subay rütbelerini hem de astsubay rütbelerini nitelemek üzere ihdas edilmişdir.
Kendi Kânun’larına tâbi olan uzman erbaşlar ise rütbelerine ilâve olarak “rütbe kademesi” kavramını kullanır.
Fakat ortada dolaşan Taslak Personel Kanun’unda bu konuda da bir ayrışma olacak gibi görünüyor. Ordumuzun içine sızmış bölücü bâzı subayların bu konuda şöyle bir tezgahı var;
2010 senesindeki taslak personel Kânun’u çalışmalarında subayların tezgahladığı bu orostopolluğu fark etdim. Bu tuzağı hemen oracıkda kendi yüzlerine vurdum. Ortalarda bugünlerde dolaşan taslak çalışmalarda gene aynı tuzağı görüyorum.
Bugüne kadar sorduğum suallerime cevap vermemeyi alışkanlık hâline getiren TEMAD’a buradan hatırlatıyorum. Türklüğünden şüphe etdiğim bozuk zihniyetli subayların bu dalaveresine dikkat ediniz. Astsubayların “Rütbe kıdemi”ne sahip çıkınız!..
Sultan Mehmed’i, Fâtih unvanı ile şereflendiren şehirdeydim, 2013 senesi eyyâmı bâhurunun en cıvcıvlı günlerinde. Ortalıkda cehennem sıcakları kavak kabuğundan yapdığı düdüğünü avaz avaz ötdürüp cırcır böcekleriyle aşık atıyordu. Kızıl Erik fırtınasının hükmünü sürdüğü günlerde bile yollardan, asfaltdan ateşler fışkırıyordu âdetâ. Harâretim ifrâda kaçdı. Dolaşmaya biraz daha devâm etseydim mazallah bedenen fokurdamaya başlayacakdım.
Serin, sessiz bir yer ararken kendimi Karacaahmet mezârlığında buldum. Yalancı âlemden firâr edip hakikî âleme daldım. Oturdum, nefeslendim önce.
Motorun harâreti azalıp da yeşile yaklaşınca dolanmaya başladım. Kabir sahiplerinin mezâr kitâbelerine yazdıkları binbir türlü veciz sözler var. Yazmaya çalışsam her birinden ibretlik bir kıssa külliyâtı zuhur eder. Her biri insanı alıp bu dünyadan ahirete uçuruyor âdetâ. Yolumun üzerinde olup da gözüme ilişenlerin hepsini tek tek okudum.
Selimiye Astsubay Orduevine yakın bir mevkide gezinirken merhum bir Denizci astsubay kabri gördüm. Rütbesini tam da Kânun’da izah edildiği şekilde yazdırmış kabir kitâbesine; Dz.Eln.Astsb.Kd.Bçvş.
İçimde şahlanan minnet hissime tercümân olsun diye
Merhum meslekdaşımın kabrinin dibine diz çöküp
Hâlis niyetle ruhuna bir Fâtiha okudum...
Merâkımı mucip oldu ve İdareye uğrayıp sual eyledim. Yeni bir parsel almışlar. Mahdut mikdarda münhâl yer var imiş. İmamın kayığında gelenlere hediyesi 9 bin lira. Kendi ayağıyla gelip yerini önceden almak isteyenlerden ise tam 21 bin gayme istiyor Belediye Başkanı Sayın Kadir TOPBAŞ. Taliplerine fâş eyleyelim.
Kabrinde mahşer gününü bekleyen merhum bir meslekdaşımız bile rütbesini mezâr taşına nizâmî olarak yazdırmışken bugün vazife yapan muvazzafların rütbesini eksik-gedik, eğik-büğük, yalan-yanlış, kaba-zortlama yazmasını nasıl açıklayabiliriz?
* * * * *
Herkes kendini iyi bilir. Bilmek zorunda. Vücudunda meydana gelen tuhaflıkları farketmesi gerekir. Meselâ nezle, nevâzil olacağımı bir iki gün evvelinden hissederim. Hissetmekle kalmam görürüm. Sümüğüm sünüyor dediğimde etrafımdakiler bilirler ki nezle, nevâzil olmak vakdi gelmiş demekdir.
Daha bir gün bile geçmeden burnumun her iki deliğinden sular seller akmaya başlar. Ağzımın tadı bozulur, burnumdan dökülen o sıvı şey, tahta kaşıkdan sünerek akan hâlis çam balı gibi hiç kopmadan sünerek akar, akar, akar...
O kadar yeğin ki!
Oymapınar barajının gömme türbünlerini sâniyede elli kere deverân etdirmezse ne diyeyim!..
* * * * *
Astsubay Kelimesinin Tarifi ve Tarihcesi:
5802 Sayılı Astsubay Kânun’u ile Astsubay denen asker kişi, 1951 senesinde şöyle târif edildi;
5802 Sayılı Astsubay Kânun’u, 16 sene dayanabildi. 1967 senesinde ilgâ edildi.
Yerine 926 Sayılı TSK Personel Kânun’u ikâme edildi.
5802 Sayılı Kânun ilgâ edilmesine rağmen yukarıda gördüğünüz sâdece birinci maddesi muhafaza edildi. Ve Ek-madde 21 olarak 926 Sayılı Kânun’a aynen ithâl edildi.
1951 senesinde ihdâs edilen Astsubay kavramı bugün itibariyle hâlen yürürlükdedir. Fakat Ordumuzun içine yuvalanan Cumhuriyet düşmanı zevât, bu maddeyi değiştirecek. Ya da en azından “Türkiye Cumhuriyeti Ordusu” ibâresini, astsubayı tarif eden bu cümleden kesip atacak. Haberiniz olsun!..
* * * * *
Kol pazularını süslediği meslek erbâbıyla aynı kaderi paylaşdı hep.
Astsubay Çavuş nasbedildiği günden
Emekli olduğu son güne kadar...
Ya da
Şehit düşüp de
Son nefesini verdiği âna kadar onun en sâdık arkadaşı oldu.
Sahibinin itilmesinden, kakılmasından, inkâr edilmesinden, haklarının gasp edilmesinden o da kendi hissesine düşeni ziyâdesiyle aldı.
Sahibine bugüne kadar bilebildiğimiz, duyabildiğimiz ne kadar haksızlık yapıldıysa hepsinin en yakın şâhidi oldu...
Memleketin dağında, daşında, toprağında, havasında, denizinde vazife yaparken o, sahibini hiç terk etmedi. Hakkını almak için yapdığı nümâyişler esnâsında o, sabinin en yakın desdekcisiydi.
Sahibi mahkemede yargılanırken yanında o vardı...
Gâzi olduğunda,
Şehit düşdüğünde
Hep o vardı yanında.
Aslında “bir rütbe vardı, sahibinden içre” idi...
Ciğerlerine aldığını nefesden,
Gövdesine giydiği göynekden,
Boynundaki künyeden,
Eşinden, çocuğundan daha yakın oldu oldu sahibine...
Bu en yakın kader arkadaşımız;
Astsubay rütbe işâretlerinden bahsediyorum.
T.C. Ordusu’nun orta kademesinde görev alan asker kişileri tarif etmek için hem şekli-şemâli, hem imlâsı-târifi bugüne kadar çeşitli değişikliğe duçâr olan elvan çeşitli astsubay rütbe ve kıdem ismi icâd edildi.
Bugün Astsubay dediğimiz askerlere 1935 senesinde “Erbaş” dediler. 2771 sayılı Ordu Dâhilî Hizmet Kânun’u ile de aşağıda gördüğünüz rütbe isimleri verildi.
Coni’den beslenen mamacı subayların 1950 senesinde he demesiyle Amerikanya’nın dümen suyuna doğru keskin bir dümen kırdık. Türk Ordusu, en az dört bin senelik teşkilât yapısını bir kenara bırakdı. Orgeneral rütbesindeki subaylarımız bu kez de Coni’nin talimnamesindeki İngilizce rütbe isimlerini keşfetdi.
Gomutanlarımız, 1950 senesinde bokunda boncuk buldu. 5619 Sayılı GEDİKLİ ERBAŞ Kânun’unu meriyyete koyan zekâ fukarası subaylarımız bu askerlere bu kez de “Gedikli Erbaş” dedi.
İngilizce söz konusu olunca sâdece “Ay em e buuk” diyebilen bu ebleh subaylar yarım yamalak İngilizcesiyle Coni’nin rütbelerini tercüme edip aşağıdaki rütbe isimlerini yumurtaladılar.
NATO’ya girmek için Coni’ye tabasbus eden mamacı subaylarımız en sonunda yapılmaz denen şeyi de yapdı. Türkiye’yi Amerikanya’nın kuyruğuna takıp milletimizin adını bilmediği sekiz bin kilometre uzaklıkdaki Kore’de savaşa sürüklediler.
Türkiye nireeeee!..
Kore nireeeee!...
Coni’nin ayaklarının dibinde kuyruk sallayan
Gahraman(!) subaylarımız,
Günde 70 dolar verdikleri Coni’yi siperde emniyet alıp
Sâdece 23 cent harçlık verdiği Mehmedciğimizi
Coni’nin yerine ölüme sürdüler.
Bu kepâzeliklere devâm eden arsız subaylarımız Coni’nin İngilizce talimnâmesini tercüme etmeyi beceremediğini fark etmiş olsa gerek. Bir sene sonra yukarıda gördüğünüz hem bu Kânun’un ismini değişdirdiler hem de astsubay rütbe isimlerini.
2771 sayılı Ordu Dâhili Hizmet Kânun’unda 1935 senesinden beri “Asubay” olarak subayları niteleyen aşağıda gördüğünüz bu kelimeyi gomutanlarımız;
5802 Sayılı Astsubay Kânun’unun 1951 senesinde meriyyete girmesiyle bugün dahi kullandığımız astsubay kavramı askerî mevzuatımızda ilk defa zuhur eyledi...
O gün bu gündür de hükmünü sürdürmeye devâm ediyor.
Çok rağbet(!) görmüş olmalı ki 1951 senesinde icâd edilmesinden sonraki 63 seneden beridir borusunu hâlâ ötdürmeye devâm ediyor.
1961 senesi zuhur etdiğinde kabuk çatlatan astsubay rütbe isimleri, 211 Sayılı TSK İç Hizmet Kânun’unda bu kez de şöyle tarif edildi;
211 Sayılı TSK İç Hizmet Kânun’un meriyyete girmesiyle birlikde Astsubay Rütbe isimleri bugünküne en yakın şeklini aldı.
Fakat yapılan bu değişiklikler kâfi gelmemiş olmalı ki astsubay rütbelerine 1967 senesinde bir neşder daha atıldı. 5802 Sayılı Astsubay Kânun’u ilgâ edildi ve yerine 926 sayılı TSK Personel Kânun’u ikâme edildi.
Eğri temel üzerine doğru binâ inşâ edilmez. Temel eğri ise bunun tabii neticesi olarak binâ da eğri olur. Ve bir gün gelir o eğri binâ yıkılır.
Subay gomutanlarımız da eğri temel üzerine doğru bina inşâ etmekde ısrar etdiler. Goca goca gomutanlarımız içtimâ eyleyip alın teri(!) dökdüler. Bizim derede tembel tembel dolanan kazlar gibi uzun uzun düşünüp istişâre eylediler. Ve en sonunda anlam ve mantık hatâları ile imlâ kusurları ile dolu olan aşağıda gördüğünüz astsubay rütbe isimlerini yumurtaladılar.
Hâlen meriyyetde olan 926 Sayılı TSK Personel Kânun’u madde 77’de astsubay rütbe isimleri şöyle yazılıyor;
Rütbenin mütemmim cüz’ü olan kıdemleri de aynı Kânun madde 140 tefrik etmiş. Kıdem denen şeyi düşünmeyi, 1323 sayılı Kânun ile ancak 1970 senesinde akıl edebildiler.
Kıdem deyip geçmeyin. Askerî Yüksek İdare Mahkemesine bu konuda elvan çeşit davâlar açılmış.
Yeri gelmişken bir hususu daha gündeme getirelim. Bugün itibariyle Ordumuzda Astsubay Üç ve Dört Kademeli Kıdemli Başçavuşlar maaş alıyor ve görev yapıyor. Fakat Astsubay kıdemlerini tefrik eden yukarıdaki madde 140, Üç ve Dört Kademeli Kıdemli Astsubay Başçavuşlardan hiç bahsetmiyor. Ben de bunlardan birisiydim.
Astsubay rütbelerinin üç ve dört kademe kıdemlerini TSK Kıyâfet Yönetmeliği gayet duru ve açık bir ifâdeyle tanımlamış, tefrik etmiş. Fakat hiçbir Kânun’da yeri yok.
Olacak iş değil!
Tam bir Aziz NESİN’lik vaziyet; Astsubay ne yaşar ne yaşamaz!..
Et kafalı subaylar ve maaş mutemetleri artık bu eksikliği görsünler. Astsubay Üç ve Dört Kademeli Kıdemli Başçavuşlar’ı 211 ve 926 sayılı Kânun’lara bir an evvel dâhil etsinler.
Makâlemizin buraya kadar bölümünde rütbe isimlerimizin bugüne kadar geçirdiğini başkalaşımın tarihine kısa bir göz gezdirdik.
Cumhuriyetimiz kadar eski bir tarihe sahip olan astsubay rütbe isimleri 926 Sayılı TSK Personel Kânun’unun 1967 tarihinde meriyyete girmesiyle hemem hemen bugün bildiğimiz biçimini aldı.
5837 Sayılı Kânun’un 22 nci maddesiyle 05 Ocak 2009 tarihinde içi boş ve anlamsız iki kıdem daha ilâve edildi.
Nefes aldığımız şu 2014 senesi itibariyle aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere Astsubayların;
Elân yürürlükde olan fakat gene değiştirileceği söylenen 926 TSK Personel Kânun’una göre;
Yukarıdaki tabloya iyi bakınız. Zirâ bu makâlemizde anlatacağımız konuları kavrayabilmek için astsubay rütbe ve kıdem isimlerini iyi bilmek gerekiyor.
Kafa yormaya gerek yok!
Çizelgenin solundaki rütbeler ve sağındaki kıdemlerin hepsinde istisnâlar hâriç, bekleme süresi 3 senedir.
Yeri gelmişken şunu da söyleyelim;
Şimdi, şu anda yürürlükde olan mevzuata göre yazılmış bir rütbeyi örnek olarak ele alalım. Siz muhterem okuyanlar şâyet müsaade buyurursa bilindik olduğu için biz kendi rütbemizi tetkik edelim.
Hemen aşağıda gördüğünüz ibare, câri mevzuata göre yazılmış nizâmî bir rütbedir. Astsubay rütbesini nizâmî olarak yazmak için bu unsurlarının tamamının bir arada olması gerekir.
İşde size nizâmî olarak yazılmış bir astsubay rütbesi. Keyfime göre yazmadım. Kanun’un emrine göre yazdım. Ne bir fazla, bir eksik.
Adam olanlar
Adam olanların rütbesini
Adam gibi yazar!
İşde
Yükseldiğim rütbelerimin
Terhis Belgesindeki imlâsı...
İşde,
Unvanımın
SGK’daki imlâsı...
Aynı rütbeyi “kısaltarak” şöyle yazmak da mümkün;
Türk Dil Kurumu’nun cârî İmlâ Klavuzunda, “Ast” kelimesinin kısaltması, “A” olarak verilmiş. Fakat Genelkurmay Başkanlığımız bu hususda kendine Türk Dil Kurumu’nun da fevkinde bir makâm vehmediyor ve bu kuralı kabul etmiyor.
Astteğmen ve Üstteğmen rütbe isimlerinin imlâsındaki garâbet bir yana,
Genelkurmay Başkanlığımız, Asteğmen rütbesindeki “Ast” kelimesini “A” şeklinde; Üsteğmen rütbesindeki ”Üst” kelimesini de “Ü” şeklinde kısaltıyor.
Fakat sıra biz Astsubaylara gelince “Ast” kelimesini kendince kısaltmıyor ve “Ast” şeklinde aynen yazıyor.
Türk Dil Kurumu, dil ve imlâ konusunda devletin yetkili teşkilidir. “Ast” sıfatını TDK’nın yapdığı gibi “A” olarak kısaltmak şüphesiz daha tutarlı, daha hukûkî ve daha meşrudur.
Bu cümleden olmak üzere “Astsubay” kelimesini “Asb.” şeklinde kısaltmak daha muteberdir, makbûldur.
Yukarıdaki rütbenin terkibini açıklamak ve anlaşılmasını temin etmek için aşağıda gördüğünüz şekli çizdik. Bu çizimde toplam 5 unsur ya da bölük var. Dikkatlice bir tetkik ediniz bakalım. Bildik, tanıdık bir şeyler var mı?..
Yukarıda gördüğünüz Astsubay rütbesinin unsurlarını tek tek ele alalım şimdi;
Çizelgede birinci bölük olarak size bakan yukarıdaki şu ihtiyârî kısımı açıklamaya hâcet yok! Tekâüt Astsubaylar bilirler onu. Muvazzaflar ise tekâüt olduğu gün elbet öğrenecekler.
Rütbenin ikinci unsuru ve rütbe sahibi askerin mensub olduğu kuvveti gösteren kısımdır. Rütbenin önüne bu bilginin ekleneceğine dair hiçbir Kânun’da hüküm yokdur. En azından ben bilmiyorum.
Kendi kuvveti içinde görev yapanlar için keçiboynuzundaki bal mesâbesindedir. Fakat müşterek karargâhlarda elzem olan bir bilgidir. Özellikle yazışmalarda akla hayâle gelmeyecek kargaşa çıkartabilir. Bu sebepden dolayı müşterek karargâhlarda yazmak farzdır.
Muhabereci olarak mesaj yazarken bu konuda benim yaşadığım sıkıntıyı şurada anlatmaya yeltensem buradan taaa bizim köye yol olur.
Akademik unvanı olan Astsubay meslekdaşlarımızın, unvanlarını bu kısımdan sonra yazmaları gerekir.
Ayrıca bilginiz üzere kuvvet kıdemi denen bir kavram vardır. Nasıbı aynı fakat farklı kuvvetlere mensup olan askerler, kuvvet kıdemlerine göre sıralanırlar.
Kuvvet kıdem sıralaması şöyledir;
Önceleri yazılı olmasa da kuvvet kıdemi denen bir mefhum var idi.
Müşterek karargahlarda, karacılar tesbih imâmesi gibi hemen sıranın önüne geçerler idi.
Sonra bir gün
Genelkurmay Başkanlığımız 2003 senesinde önce subaylar için “kuvvet kıdemini” keşfetdi.
Subaylar için kuvvet kıdemini keşfetmesinden tam 3 sene sonra Genelkurmay Başkanlığımız
Bu kez de Astsubaylar için “kuvvet kıdemini” icâd etdi.
Bir denizci astsubay olarak dokuz sene müşterek karargâhlarda görev yapdım. Bu hususu bilmeyen ve önümüze geçmeye yeltenen Havacı arkadaşlarımı hırpaladığımı kendileri iyi bilirler. Hem kel, hem de fodul olamazsın.
Rütbenin üçüncü unsuru olan bölük. Meslek veya sınıf rumûzudur. Asker kişini sınıfını ya da mesleğini(!) işâret eder. 211 Sayılı TSK İç Hizmet Kânun’unun aşağıda gördüğünüz 4 üncü maddesinden neşet eder.
Geldik asıl meseleye, rütbeye.
Astsubay rütbesinin terkibinde dördüncü unsur, rütbenin kendisidir.
Yukarıdaki fıkrada görüldüğü üzere “rütbe” kavramı yerine “unvan” demek de mümkün.
Astsubay rütbe isimlerini Kânun maddesine yazarken “Astsubay” kelimesinin yerine niçin “tırnak” işareti koymuşlar, hep merâk etmişimdir. Astsubay kelimesinin yerine tırnak işâretini niye yazdıklarını yazanlar söylesinler. Fakat böyle yazılmasının ceremesini gene astsubay rütbeleri çekiyor.
Bir vakit sonra, bakan gözler körleşiyor. Ve o tırnak işâretini temsil eden “Astsubay” kelimesini artık görmez oluyorlar. Ve “Astsubay” kelimesini rütbelerin başından soğan başı keser gibi kesilip atıyorlar. Kehellik etmedim. 926 Sayılı TSK Personel Kânun’unu açıp tek tek saydım.
Bu Kânun’da astsubay rütbe isimleri;
Bu bilgileri bir tabloya bezedim. Karşımda şöyle bir manzara zuhur eyledi.
Aynı rakamları subay rütbeleri için de verelim mi?
Efendim?..
Hayır, kehellik etmedim.
Yazan insanlar üşenmemiş!
Sayan insan niye üşensin?
Astsubay rütbe isimlerini utanmadan, arlanmadan kesip doğrayan şerefsizler sıra subay rütbelerini yazmaya gelince bakınız ne yapmışlar.
926 Sayılı TSK Personel Kânun’unda subay rütbe isimleri;
* * * * *
“Korgenaral” ve “orgenaral” şeklinde hatâlı yazılan subay rütbe isimlerini tashih etmek, muhataplarının bileceği bir tercih.
Fakat biz, aşağıda gördüğünüz üzere;
Asubay rütbe isminde “Çevuş” şeklinde hatâlı yazılan kelime hakkında bir şeyler yapmalı idik.
Yapdık da!..
25 Ocak 2016 Pazartesi günü şöyle bir dilekce gönderdim, ilgili makâma;
Başbakanlık Mevzuâtı Geliştirme Ve Yayın Genel Müdürlüğü,
05 Şubat 2016 Cuma günü şu cevâbı gönderdi.
Bugün, 12 Ağustos 2017 Cumartesi;
926 sayılı TSK Personel Kânûnunun yayınlandığı mevzuat.gov.tr’ye bugün bakdım.
Bu kânûna “Çevuş” şeklinde hatâlı olarak yazdıkları kelimeyi “Çavuş” olarak düzeltdiler.
|
Ve dahi
* * * * *
Becet guşunun ganedi gibi gırpılıp gırpılıp budanan astsubay rütbe işâretlerinin şimdi de resimlerini görelim;
Rütbemizin beşinci ve son unsurudur. Rütbenin tamamlayıcısıdır. Rütbe kıdemi derler ona.
Haa! Bir de şöyle demiş ehl-i muhabbet yârenler; çayda dem, askerlikde gıdem!
Demek ki neymiş?
Üst olabilmek için;
Rütbe kıdemi ayrıca 926 Sayılı TSK Personel Kânun’u madde 140’dan neşet eder.
Bu târif de aylığınıza temel teşkil eder. Bu kıdemleri yok sayarsanız maaşınızı eksik alırsınız.
Yukarıdaki çerçevede gördüğünüz subaylara ait 4 rütbe kıdeminden hiçbirisinin kıyâfete takılan işâreti yokdur. Bir senelik albay ile 15 senelik albay yanyana gelse kıyâfetlerine bakarak ayırt edemezsiniz. Kıyâfetlerine takılacak işâretleri olmadığı hâlde subaylar, kıdemlerini rütbeleriyle birlikte yazmak konusunda ısrarcıdırlar.
Yukarıdaki pencerede gördüğünüz 5 astsubay rütbe kıdeminden aşağıda yazılı ilk 4 rütbe kıdeminde, tıpkı subaylarda olduğu gibi herhangi bir kıdem işâreti yokdur.
İşâreti olmayan ve yukarıda gördüğünüz astsubay rütbe kıdemlerini şimdilik bir kenera koyalım. Ve bakışlarımızı, işâreti olan rütbe kıdemlerine çevirelim. Yaş haddinden emekli oluncaya kadar çalışan bir astsubay, aşağıdaki çizelgede gördüğünüz kol kıdem işâretini takar.
Yukarıdaki bölümde fâş eyledik. Bugün, bu makâlemizde daha önce hiçbir yerde, hiçbir mevzuatda görmeyeceğiniz şeyler göreceksiniz diye. İşde, onlardan bir dânesi.
Hemen aşağıda, sol cenahınızda size bakan siyah üzerine sarı sırmalardan ilk ikisini bilirsiniz. Fakat son ikisini ilk defa bugün bu makâlede görüyorsunuz. Çünkü bu son iki kıdem işareti hiçbir yerde, hattâ askerî mevzuatda bile mevcut değildir. Sözlü olarak ifade edilmiş fakat resmi gösderilmemişdir.
Coni parasının 2,3 TL, fakir fukara yiyeceği patatesin 6 TL, acı soğanın 4 TL, benzinin 5 TL’yi aşıp kurufasulyenin okgasının tam 17 TL’e fırladığı şu soğuk şitâ günlerinde sizler için hiçbir fedâkarlıkdan imtinâ etmedik.
Epeyi uğraşdırsa da kesip biçerek biz bir araya getirdik.
Nereden çıkardın bunu diyenler var ise kendi kuvvetinin TSK Kıyâfet Yönetmeliğini açıp baksınlar.
2009 senesinde yapılan aptalca bir düzenleme ile yukarıdaki madde 140’da gördüğünüz ilk iki rütbe kıdemi icâd edildi. Hiçbir açıklaması yok, hiçbir faydası yok!..
Yazışmalarda yazmayın diyorlar. Öyleyse nedir bu yeni kıdemlerin esbâbı mucibesi? Nereden bakarsan bak aptalca, nereden bakarsan bak ahlâksızca bir düzenleme.
Astsubaylara üçer seneden 6 sene daha avara kasnak yapdırmak ve kol kıdem işâretlerinden iki dânesini gasp etmek için kurulan âdi bir tezgâhdan başka bir şey değil.
Beşinci rütbe kıdemi olan Astsubay İki Kademeli Kıdemli Başçavuş’luğun ise sâdece bir adet kıdem işâreti var. Kağıda yazarken “İki” diyorsun fakat kıyâfetine “Bir” dâne kıdem işareti takıyorsun! Bu saçmalığı açıklayacak bir ifâde bulamıyorum.
Ceket, palto, pardesü ve gece kıyâfeti ceketinin kol ağızlarına kıdem işâreti takılması gerekir. Fakat meslekdaşlarımız bu kıdem işâretlerini hem kıyâfetlerine takmazlar hem de yazışmalarda yazmazlar. Meslekdaşlarımızın bu konudaki aymazlığa varan ilgisizliğinin sebebini bir türlü anlayamışımdır.
Her rütbeden her meslekden çoğu insanın bilmediği hâlde en çok hırpaladığı, inkâr etdiği, görmezden geldiği bölük, işde bu beşinci ve son kısımdır. En çok da bu kıdemin sahibi olan astsubayların haksızlığına uğrayan bölükdür.
Buradan iddia ediyorum.
20 sene, 30 sene hizmet etdikden sonra bile;
emekli olup giden o kadar astsubay meslekdaşımı biliyorum ki.
Kânun’lara göre astsubay rütbesinin en son kıdemi, Astsubay İki Kademeli Kıdemli Başçavuş’dur. Kânun, bu noktada iflâs ediyor. Böyle bir durum subaylar için söz konusu olabilir mi?...
Pekiyi, bu kıdemde üç senelik bekleme süresini tamamlayan muvazzaf astsubaya ne vereceksin?
Avara kasnak?!!
Valla kusura bakmayın. Tükendi!.. Astsubaylara verecek başka bir kıdem kalmadı mı diyeceksiniz? Utanmıyorsanız şâyet ki şu anda öyledir, diyebilirsiniz tabi ki.
Kânun’ların hükmünü tüketdiği noktada Yönetmelik giriyor devreye. TSK Kıyâfet Yönetmeliğinin bir maddesi var. Mealen şöyle der; “Bekleme süresini tamamlayan astsubaylar, yaş hâddinden emekli oluncaya kadar ceket, palto ve pardesülernin kol ağızlarına her üç senede bir sarı sırmadan kol kıdem işâreti takarlar.”
Hattâ aynı Yönetmeliğin Başemrinde mealen şöyle der; “Bu Yönetmeliğin hükümlerini yerine getirmek her hak sahibi askerin görevi, uygulanmasının takibinden ise sıralı sicil âmirleri sorumludur.”
Kıyâfet Yönetmeliği emirlerine uymadığı için sıralı sicil âmirinin bir astsubayı uyardığını ben hiç duymadım, görmedim.
Astsubay olan sen, uyumaya bu kadar teşne isen âmirin olan subay seni niye uyandırsın ki?..
Mürekkep yaladığını bildiğim bâzı arkadaşlarımın bile bu konuda aslında câhil olduklarını görmek bana hep acı vermişdir.
Ankara’da vazifeliyken resmî törenlere iştirak etmek üzere Anıtkabir’e giderdik. Bilirsiniz, askerler, havuz denilen yerde kuvvet kıdemine göre; subay, astsubay vb. olarak ictimâ ederler.
Kıdemimiz icâbı astsubay arkadaşlarımızın en önünde duruyoruz. Benim yanımda da benden kıdemli olduğunu bildiğim bir iki arkadaşım var. Bir bakdım bu arkadaşlarımın ceketinde kıdem işâretleri yok. Saygıyı bir kenara bırakıp kendilerine durumu anlatdım ve onların önünde durdum. Görünüşde ben onlardan daha kıdemliyim çünkü. Benden üç sene, beş sene kıdemli olmalarına rağmen benim arkama geçmek zorunda kaldılar. Hoş olmadığının farkındayım. Fakat Kânun’u bilmezsen, tanımazsan işde böyle kötü duruma düşersin.
Mekânı şereflendiren,
Zâmanı kıymetlendiren,
İnsandır...
İşde, ömürlerinden çok kıymetli bir sâniyeyi bizimle paylaşan sevdiklerimizden bâzıları...
Aynı mekânda
Aynı hissiyâtla çarpan yürekler...
Nefesler tutulmuş!
Tavsırcının himmetiyle
Tekerine çomak sokup
Zamânı işde böyle durdurduk...
Anıtkabir’de gene aynı yerde beklerken bir bakdım, Kara Kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı mensubu astsubayların en kıdemlilerinin hepsi Astsubay Kıdemli Başçavuş.
Hava Kuvvetlerine bakdım, orada 2, 3 hattâ 4 kademeli kıdemli astsubay başçavuşlar gördüm. Sonra, tekrar Kara Kuvvetleri mensubu astsubayların yanına gitdim.
En önde duran astsubaylara dedim ki;
Çok aptalca ve aymazca bir cevâp verdiler;
Dedim ki;
Bu hususda söylediğim her şey mesleğinin son senelerine gelmiş 20, 30 senelik o Karacı astsubayların bir kulağından girmedi bile...
Sen, kendi hakkını, vazifeni bilmezsen oturur başkasından himmet beklersin ey Karacı gardeşlerim. Şu Denizci meslekdaşınızdan yediğin fırça da kesene kâr kalır.
Bizde var, onlarda yok diyenlere bir çift sözüm var. Fanusdaki süs balığını hatırlayınız. Sâdece sizde var olduğunu zannetdiğiniz şey, aslında onlarda da var. Fakat sizde olmayan bir şey var; TSK Kıyâfet Yönetmeliğinin onlarda olan bölümü. Çünkü, söze konu bu Yönetmeliği, kuvvetlere has olarak neşretmişler. Sizinki onlar yok,
Onlarınki de sizde yok.
Bu konuyu incelerken durumu fark etdim. Genelkurmay Başkanlığı kütüphânesini aradım. Görevliden rica etdim. Bu yönetmeliğin Kara, Deniz ve Hava olmak üzere üç ayrı kitap olarak neşredildiğini öğrendim. Sonra, zahmet edip Kara ve Hava Kuvvetleri kütüphanelerine gidip bakdım. Öğrendim...
Al, işde benim rütbem Sâhil Güvenlik Telsiz Astsubay Üç Kademeli Kıdemli Başçavuş.
Haydi bakalım! Bu rütbeyi “kısa” olarak söyle!..
“Astsubay” kelimesini kesip atıyorsun,
“Kıdemi” söylemiyorsun...
Geriye ne kaldı?
Kıdemli Başçavuş...
Sen, benim rütbemi kısaltmadın ki!
Eksiltdin!
Azaltdın!..
Kesdin, biçdin ve kesdiğin o bölükleri çöpe atdın be adam!..
Ortada
Ne “Astsubay” kaldı,
Ne “rütbe” kaldı
Ne de “kıdem”
Bunu bizden isteyen et kafalılar “kısaltmak” ile “eksiltmek” fiili arasındaki anlam farkını hem bilmiyor hem de anlamak istemiyor ki. Muvazzaf iken bu konuda da dilekce verdim. Fakat işlem yapmaya niyeti olmadığını tavırlarıyla bana hissetdiren makâm sahipleri kulaklarının üsdüne yatdı.
Astsubay rütbe isimlerinin yazılmasında yapılan haksızlık, saygısızlık ve hakâretler bu kadarla da sınırlı değil. Astsubay rütbe kıdemlerinin yazılmasında da haksızlık, terbiyesizlik, kânuntanımazlık diz boyu.
Askerî yazışmaları düzenleyen bir Yönerge vardır. TSK Karargâh Hizmetleri Yönergesi. Söze konu bu Yönerge’ye istinaden “Askerî yazışmalarda subay ve astsubayların kıdemlerinin rütbeleri ile birlikte yazılmasına izin verilmez. Örneğin; Piyade Kıdemli Albay, Piyade Albay (P.Alb.); Telsiz Astsubay III Kademeli Kıdemli Başçavuş ise Telsiz Astsubay Kıdemli Başçavuş (Tls.Astsb.Kd.Bçvş.) şeklinde yazılır.” diyen bir hüküm vardır.
Bu bilgiyi şunun için verdim. Astsubay rütbe kıdemleri 926 TSK Personel Kânun’u madde 140’da tarif edilmişdir. Rütbenin önemli bir unsuru olan kıdemlerin, rütbe ile birlikte yazılması gerekir. Fakat yukarıda bahsetdiğimiz üzere askerî yazışmaları düzenleyen TSK Karargâh Hizmetleri Yönergesi, 926 sayılı TSK Personel Kânun’un 140 ıncı maddesine aykırı olarak astsubay rütbe kıdemlerinin yazılmasını yasaklamaktadır.
Subay kıdemlerinin kıyâfetlerine takılan hiçbir işâreti yokdur. 1 senelik albay ile 15 senelik albay yan yana gelse hangisinin kıdemli olduğunu kıyâfetine bakarak anlamak mümkün değildir. Bu sebepden dolayı subay kıdemlerinin yazılmaması anlaşılabilir.
Fakat astsubay kıdemleri için durum çok farklıdır. Astsubay kıdemlerinin kıyâfetlerine takdıkları işâreti vardır. Yukarıdaki bölümde resimlerini verdiğimiz bu işâretlere bakarak astsubaylar arasında kıdem sıralaması yapmak mümkündür.
Anayasa’nın 11 inci maddesi Kânun’ların Anayasa’ya aykırı olamayacağını emreder. Bu cümleden olmak üzere Yönetmelik, Yönergeler de Kânun’lara aykırı olamaz. Yönerge’ye yazdığı söz konusu bu hükümle Genelkurmay Başkanlığı, Anayasa’yı hâlâ ihlâl etmektedir.
Yönerge’nin getirdiği bu yasağı iptal ettirmek için 2009 senesinde AYİM’ e dâva açdım. Ve pek tabii olarak kaybetdim. Çünkü ben bir astsubaydım ve bu davâyı mutlaka kaybetmem gerekiyordu. AYİM, Anayasa’nın 11 inci maddesini inkâr etdi. AYİM’in utanmaz hâkimleri bile verdikleri mahkeme karar metinlerine kıdemlerini yazarken biz astsubaylara kıdemimizi yazmayı mahkeme kararıyla yasakladılar.
Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı’nın işlediği Anayasa’nın 11 inci maddesini ihlâl suçuna verdiği bu kararla AYİM de ortak oldu.
Astsubayların kıyâfetinde işâretini taşıdığı, maaşına esâs olan ve Kânun’un emretdiği rütbe kıdemlerinin yazılmasını yasaklamak suretiyle Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı Anayasa’nın 11 inci maddesini göz göre göre hâlâ ihlâl etmektedir.
Peki ne kaldı geriye?..
Şu an aklımdan geçenleri edebim müsaade etse de şuraya bir döküversem...
Devletin imkânını ve Kânun gücünü eğip bükerek astsubaylara bu bu haksızlığı, bu alçaklığı, bu şerefsizliği, bu kalleşliği yapan subaylara yazıklar olsun!
Dünya her sabah bir torba yeni bilgiye uyanıyor dediydik makâlemizin evvelki bölümlerinde.
Astsubay rütbelerini eksik-güdük, eğik-bükük yalan-yanlış yazan insanlar da bu makâleyi okumakla yeni bilgilere uyandılar.
Ve yapdıkları hatâyı gördüler, fark etdiler.
Şeyhim Edebalı;
Atın iyisine doru,
Yiğidin iyisine deli, dedi.
Bilginin doğrusuna da ne söyleneceğine buyurun siz karar verin.
Biz, Kânun’ların sayfasını açdık ve orada yazılanları gün ışığına çıkartdık,
Bu şekliyle ilk defâ gündeme getirdik.
Artık kimsenin mazereti kalmadı.
Herkes öğrendi.
Astsubay rütbe ve kıdemleri fanusdaki süs balığı değildir.
Serbest bırakınız.
Onu
Kânun’un emretdiği gibi yazınız, söyleyiniz.
Son Söz;
Geriye ne kaldı?
Bildiğini,
Doğrusunu,
Kânun’un emretdiğini yazmak!
Astsubay rütbe ve kıdem isimlerini Kânun’un hükmüne göre yazmak!
Bunu da siz muhteremlerin vicdânına, nâmusuna ve şerefine havâle ediyorum.
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb. III Kad.Kd.Bçvş.