Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar 6-8
* * * * *
* * * * *
Kıymetli vatandaşlarım ve muhterem asubay meslekdaşlarım;
Şu an okuduğunuz bu makâle, bugüne kadar yazdığım en uzun ilk ve tek makâledir.
Sizler, benim bu en uzun makâlemi okur iken
İzin verir iseniz şâyet, ben Eski Tüfek de;
Beyaz subayların biz bahriyeli asubaylara yapdığı ihânetin kapalı kapılarının kilitlerini tek tek kıracağım!..
|
* * * * *
Deniz astsubaylığı hakkında yazdığı târihce kitaplarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığının, “bahriye gedikli zâbitliğini” adeta yok sayması ve unutdurmaya çalışması, Genelkurmay Başkanlığı ve Türk Dil Kurumu’nun da “gedikli zâbit ve gedikli subay” tâbirâtını neşretdiği sözlüklerden bile kazıyıp atmasının asıl sebebi de Astsubayların “gedikli zâbit” olmak hakkını gündeme getirmesini engellemeye yönelik sinsi ve ahlâksız bir teşebbüsdür. Bugün, “subay ile er arasına” çivilenmiş; “muvazzaf” ve “müebbet” köleliğe mahkûm edilmiş bir asker sınıfı olan “deniz astsubaylığının”, 105 sene evvel “gedikli zabitliğe” dikey geçiş için teşkil edilmiş “mükellef ve muvakkat” bir “zâbit” sınıfı olduğunu anladığımda, vallahi benim bile gözlerim yuvasından uğradı!..
* * * * *
“Astsubaylık" hakkında bugüne kadar neşretdiği târihce kitaplarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız, Bahriye “gedikli zâbit” sınıfını; “Zâbit” sınıfından hep ayrı tutmuş Ve dahi 1914 sene ve 172 sayılı kânuna göre gene “gedikli zâbit” sınıfına dâhil olarak teşkil edilen “küçük zâbit” sınıfına yamamış. Fakat, Kânunlarda “bahriye gedikli zâbitliğin” aslında “zâbit” sınıfına dâhil olduğu çok açık bir şekilde ifâde edilmiş. Aynı durum “gedikli zâbit” olmak için Bahriye Efrâd-ı Cedide (Acemi Er) Mektebi’nde okuyan “Gemici ve Makine Çırak” talebeleri için de söz konusu. İlgili kânunlar, bu talebelerin de “zâbit” sınıfına dâhil olduğunu sarahâten tesbit etmiş. Makâlemizin bu kısımında resimlerini gösdereceğimiz kânunlar ile de sâbit olduğu üzere, bu hakikâti isbat edeceğiz, evvel Allah. Bahriye gedikli zâbit sınıfı hakkındaki bütün hakikâtleri bugün burada ortaya çıkardıkdan sonra inşallah, Deniz Astsubaylığının târihini yeniden yazmaya mecbur kalacağız.
* * * * *
Asubay Tefrikası’nın 6’ncı bölüm, 8’inci kısmını teşkil edecek bu makâlemizde;
Bahriyeli subaylarımızın “bahriye gedikli zâbit” sınıfı üzerinde yapdığı kalleş “ameliyâtı” anlayabilmek için Bugüne kadar yalan-yanlış anlatılan “bahriye gedikli zâbit” sınıfını Dünyânın çeşitli devlet ordularındaki “bahriye gedikli zâbit” sınıfı ile mukayese ederek tafsilâtlı olarak anlatmamız gerekecek! Bunun için “bahriye gedikli zâbit” sınıfının evvelâ bugünkü yeri ve durumunu anlatacağız. Akabinde de bugüne kadar geçirdiği “ameliyât” silsilesini görmek için de Bugünden geriye doğru olacak şekilde bilgiler vereceğiz, inşallah.
* * * * *
İlk Türk Ordusu Nasıl İdi?
Kendi icâd etdiği “çavuş oku” ile babası Teoman Han’ı M.Ö. 209 senesinde öldüren Mete Han, Asya Hun Devletinin Kağanı oldu… Babasından devraldığı devleti, 18 milyon kilometre murabbalık çok geniş bir coğrafyada büyütdü, Büyük Hun Devletini kurdu, Ve dahi Dönemin en büyük devleti olan Çin’i haraca bağladı…
Büyük Hun Devleti Kağanı Mete Han ordusunun askerlerini;
Bu bilgiden rahatça anlaşılacağı üzere, Mete Han ordusunu tek sınıf olarak teşkil etdi. 35 senelik hanlığı döneminde dünyânın bugüne kadar gelmiş geçmiş en büyük devletini Ve dahi En büyük ve en muzaffer ordusunu teşkil etmesine imkân veren tek husus da Bu orduda sınıfcılığın ve bölücülüğün olmaması idi. Büyük Hun Devleti Kağanı Mete Han’ın bu muazzam başarısının biricik sırrı işde, bu idi!..
Mete Han’ın ordusunda;
Ve dahi
* * * * *
Türk Ordusu Bugün Ne Hâldedir?
Nerede çokluk, orada hoşluk olmuyor her zamân! Meselâ bit pazarı, böyle bir yerdir. Uzakdan bakınca, aradığınız her şey orada var imiş gibi görünür size... Yaklaşıp da alıcı gözü ile şöyle bir bakınca, Gördüklerinizin hiçbirinin işe yaramadığını, aslında hepsinin “çöp” olduğunu anlarsınız. Ben Eski Tüfek’in şahsî kanaati odur ki! Bizim ordumuz da bu minvâl üzere, bit pazarına benzer. Uzakdan bakınca, dünyânın hiçbir ordusunda olmadığı kadar çok ve çeşitli “asker sınıfları” olduğunu görürsünüz! Dış görünüşe bakarak kendilerini dev aynasında gören bizim cüce beyinli beyaz subaylarımız da Dünyânın bilmem kaçıncı ordusuyuz diye utanmadan karanlıkda dübürden caka satarlar! Fakat içine dikkatli bakınca; gördüklerinizin hiçbir işe yaramadığını, Aslında hepsinin kuru kalabalıkdan ibâret “çöp asker sınıfları” olduğunu anlarsınız. 15 Temmuz’da bütün dünyâyâ rezil olan Patagonya Ordusu mu idi?
* * * * *
Bugün Amerikan Ordusu Nasıldır?
Ordumuzun midesi boş asker kalabalığına bakan beyaz subaylarımız şöyle diyorlar; “NATO üyesi ülkeler arasında bizim Türk Ordusu ikinci ordudur.” Mâdemki bizim subaylarımız Amerikalı Coni ve İngiliz Tomi subayı ile aşık atıyor! Öyle ise biz de bizim Türk Ordusunu bu ordular ile mukâyese edelim, olur mu?
Amerika ve İngiltere; farklı babalardan ve fakat aynı anadan doğma kardeş devletlerdir. Her beyaz Amerikalı çok çok İngiliz, her beyaz İngiliz de biraz Amerikandır. Sâdece isimleri farklıdır. Bu hakikâtin tabii neticesi olarak da gerek devlet teşkilâtı gerek ise askerlik kânunları bakımından bu iki devlet, hep birbirlerini takip ve taklit ederler. Bu devletlerin birisi hakkında söylediğiniz her şey, öteki için de handiyse aynen cârîdir. Bu sebepden dolayı ben burada, Amerikan Ordusunu anlatacağım sizlere…
Bizim ordumuzun bugünkü mevcudunu emekli bir asubay olarak ben, bilemiyorum! Çünkü söylemiyorlar!
Fakat,
İşde, belgesini de aşağıda görüyorsunuz! 31 Ocak 2019 Perşembe günü itibârı ile Amerikan Ordusunun subay ve er mevcudu… Bizim ordumuzun “astsubay kıdemli başçavuşu”, Amerikan Ordusunun “er başçavuşu” ile aynı konumdadır.
* * * * *
Kıymetli vatandaşlarım, Muhterem asubay meslekdaşlarım; Amerikan Ordusunun “Subay” ve “Er” oranı şöyle oluyor;
İngiliz Ordusunun Subay ve Er oranı da babaları Amerika’nın aynısıdır!
* * * * *
Amerikan Kara, Deniz ve Deniz Piyâde Kuvvetlerinde mevcut olan “Gedikli Subaylık”, Aşağıdaki çizelgede gördüğünüz üzere, “subay” sınıfına dâhildir. Bizim bu makâlemizin konusu da İşde, aşağıda gördüğünüz bu “Gedikli Subay” asker sınıfıdır. Şu bilgilere bir göz atın, Allah aşkına!
* * * * *
Ya, Bizim Türk Ordusu Ne Hâldedir?
Bizim Ordumuzun asker sınıflarını gösderen çizelge ise Aşiret ağalarının soyağacına benzeyecek kadar karman çorman! Genelkurmay Başkanımıza göre bizim ordumuzda bugün tam 8 sınıf asker var, maşşallah!..
* * * * *
Yukarıdaki resimde gördüğünüz bilgileri rakamlar ile birlikde çizelgeye dökünce de Ebem kuşağı gibi şöyle ucûbe bir görüntü zuhûr eyliyor, orta yere!
* * * * *
Coni’nin Amerikan Ordusu ile bahtsız Memed’in Türk Ordusunu mukâyese etdiğimizde Şöyle rezâlet bir manzara zuhûr eyliyor! Elem tere fiş, kem gözlere şiş! Allah nazârdan esirgesin! Hulusi AKAR’ın bu sene “uydurduğu” “yedek astsubaylığı” saymaz isek şâyet, Benim sayabildiğim kadarı ile bizim ordumuzda bugün tam 7 sınıf asker var, maşşallah!..
Yukarıdaki çizelgede sizin de gördüğünüz üzere; Coni ’nin Amerikan Ordusunda bugün “gedikli subay” olarak bilinen asker sınıfı var da! Memed’in Türk Ordusunda bugün “gedikli subay” olarak bilinen asker sınıfı niye yok, acap?..
* * * * *
Aşağıda, 1949 senesinde yapılan 5434 sayılı T.C Emekli Sandığı Kânunu’nun 2019 senesi Şubat ayındaki son durumunu görüyorsunuz. Bu kânunda gördüğünüz “gedikli subay” tâbiri, bugün dahi aynen mevcutdur. Peki, 1914 senesinde “gedikli zâbit” olarak ihdas edilen Ve dahi 1935 senesinde de “gedikli subay” olarak tebdil edilen bu tâbir, Askerî kânunlarımızda bugün artık niye yok, acap?..
İçinde yaşadığımız şu 2019 senesine göre Memed’in Türk Ordusunda “gedikli subay” olarak bilinen asker sınıfı, Bugüne kadar hiç mi mevcut olmadı? Ya da Bahtsız Memed’in Türk Ordusunda “gedikli subay” ismi ile bir asker sınıfı var idi de Birileri bu “gedikli subay” asker sınıfını ordumuzdan kazıyıp atdı mı acap?.. Ne dersiniz?.. Bilmek için öğrenmek, Öğrenmek için hiç değil ise okumak gerek, değil mi? Eski Tüfek’in; Bunca senelerin el emeği, göz nûru ile pişirip de aşağıya dökdüğü şu hurufât çorbasını Zamân ve olay silsilesine göre dikkat ederek içer iseniz şâyet Ordumuzun “gedikli subay” sınıfına yapılan ibretlik “ameliyâtı” hayret ve nefret ile öğreneceksiniz! Nasıl?.. Gözel mi?..
* * * * *
Dünyâyı sömürmek için her türlü oyunu çok iyi oynayan İngiliz Bahriyesi, Kendi sivil ticâret gemilerini ve denizcilerini muhtemel bir harbde kullanacak şekilde eğitir ve donatır. İşde, bu maksat ile İngiliz Bahriyesi; Birinci Cihân Harbinde kullanmak için gemici ve makinacı çırakları istihdam etdi. İngiliz Bahriyesi için bu, dün böyle idi, bugün de aynen böyledir. Bizim bahriyemizde de bir zamânlar mevcut olan makine ve gemici çırak mekteblerinin menşei de sömürgen İngiliz Bahriyesinden aşırmadır. Gemici ve Makine Çıraklarını İngilizler, mekteb eğitimi vermeden, meslek erbâbı vatandaşlar arasından toplamış idi. Fakat aynı dönemlerde Osmanlı Devletinde okuma-yazma nisbeti yüzde bir civârında bile değil iken; Osmanlı Bahriyesi, kendi gemici çıraklarına 4 sene, makineci çıraklarına ise tam 5 sene eğitim verdi. Aynı senelerde zâbit yetiştiren Bahriye Mektebindeki eğitim ise bunlardan sâdece 2 sene fazla idi.
Bu kadar insanlık dışı ve aşağılık bir muameleyi de Ancak bizim kurnaz-fesat beyaz subaylarımız tertip edebilir idi. Bu aslında, değil müslümanın müslümana; gevurun bile gevura yapabileceği bir muamale değildir! İngiliz Bahriyesi; Birinci Cihân Harbinde kullandığı buharlı gemilerde, kral daşşağından düşme beyaz zâbitin yapmaya tenezzül etmediği tehlikeli, pis ve zor işlerini yapdırmak için sivil piyasadan kazancı, ateşçi, elektrikçi, motorcu, tornacı vs. çok sayıda meslek erbâbı istihdam etdi. Ve bu insanlara “zâbit” sınıfına dâhil olmak üzere “gedikli zâbit” (warrant officer) unvânı verdi. Harb esnâsında da bu gedikli zâbitânı, “muvazzaf zâbit” sınıfına terfi etdirdi. Hem de yarbay rütbesi ile!... Fakat sivil piyasadan topladığı ve zâbitin işlerini yapdırdığı “gedikli zâbitânı”, İngiliz Bahriyesinin beyaz subayları, Birinci Cihân Harbi sona erince, sürüm sürüm süründürdü. Bu gedikli zâbitânın çoğunu terhis etdi. Terhis etmeye götlerinin yemediği bahriye gedikli zâbitânın da;
“Kullan-at” siyâsetini dünyâda en iyi bilen ve oynayan İngilizlerin kral daşşağından düşme beyaz zâbitânı, Harbden sonra ihtiyacı kalmadığı için “gedikli zâbitânı”, kağıt mendil gibi kenara atdı. Birinci Cihân Harbi esnâsında “zâbit” sınıfına dâhil etdiği Ve dahi Buharlı gemilerin en tehlikeli ve pis işlerini yapdırdığı gedikli zâbitâna İngiliz Bahriyesinin beyaz zâbitânı, Çok aşağılık ve adi bir kalleşlik daha yapdı; Gedikli zâbitânı harb bitince “zâbit” sınıfından def etdi ve “er” sınıfına tenzil etdi. İngiliz Bahriyesinde bugün dahi sâdece iki sınıf asker vardır;
Bugün dahi İngiliz Bahriyesine "Er" olarak giren bir asker, Belli süre ve şartlar ile alaylı “Gedikli Zâbitliğe” kadar doğrudan terfi edebilir.
İngiliz Bahriyesinin gedikli zâbitânı işde, bu sebepden dolayı bugün de hâlâ “er” sınıfına dâhildir. Şu resimin sağ üst tarafında gördüğünüz asker, İngiliz Deniz Kuvvetlerinden Birinci Sınıf Gedikli Zâbitdir.
* * * * *
Bizde Yok! Fakat ABD Ordusunda Var; Jet Pilotu Erler!..
Amerika ve İngiltere; farklı babalardan ve fakat aynı anadan doğma kardeş devletlerdir. Her beyaz Amerikalı çok çok İngiliz, her beyaz İngiliz de biraz Amerikandır. Sâdece isimleri farklıdır. Bu hakikâtin tabii neticesi olarak da gerek devlet teşkilâtı, gerek ise askerlik kânunları bakımından bu iki devlet, hep birbirlerini takip ve taklit ederler. Fakat hep iyi yönde… Mâlum, iyi olan rağbet görür ya! Yazdıkları kitaplarda da her iki devlet bundan gurur ile bahsederler. Amerikan Kara, Deniz ve Deniz Piyâde Kuvvetlerinde bugün dahi hâlâ mevcud olan “gedikli zâbitliği” Amerikan Ordusu, İngiliz Ordusundan aşırdı. Fakat her şeyin daha iyisini yapmak için geberen Amerikalı Coni; İngiliz Tomi’nin icâd etdiği gedikli zâbitliğe “sınıf atlatdı” ve “zâbit” sınıfına dâhil etdi. Bu cümleden olmak üzere; Yeni bir kuvvet olan Amerikan Hava Kuvvetlerinde bugün “gedikli zâbitlik” yokdur. Fakat Hava Kuvvetlerinde helikopterin çoğunu “er” sınıfından pilotlar uçurur. Savaş uçaklarını uçuracak “muharip pilot er” yetişdirmek üzere de 2017 senesinde kolları sıvadılar...
Cebinden dünyânın parasını harcayıp da Kendi imkânı ile pilot ehliyeti alan “astsubay” denilen bizim köle askerlerin uçmasına izin vermeyen Bizim Kuvvet Komutanları ve Genelkurmay Başkanlarımızın kulakları çınlasın!..
* * * * *
Amerikan Kara, Deniz ve Deniz Piyâde Kuvvetlerindeki “gedikli zâbitân” bugün de “zâbit” sınıfına dâhildir. Bizim ordumuzun her boku bilen beyaz subayları ise Bu konuda Amerikan ve İngiliz Ordularının yapdığından daha farklı ve fakat kalleşçe bir şey yapdı! Kıskanç bir kuma gibi davranan; Ordumuzu babalarından mirâs çiftlik, kendilerini aga; Kendilerinden başka askerleri ise köle olarak telakki eden beyaz zâbitânımız, Kâbiliyetine hep gıpta etdiği, kendileri için her zamân çetin bir rakip olarak gördüğü; subay tuvâletini dahi birlikde kullanmaya tahammül edemediği “gedikli zâbitliği” 1929 senesinde kökden tasfiye etdi. “Bahriye gedikli zâbitliğini” tasfiye etmek için Deniz Kuvvetleri (Bahriye Nezâreti) ile Genelkurmay Başkanlığı (Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği)’nın Bu konuda takındıkları haset, nefret ve kin dolu tavırlarını, meclis zabıtlarına akseden cümlelerinden anlamak hiç de zor değil! Eski Tüfek’in bu satırlarda yazdığı ifâdeleri de başka hiçbir yerde bulamazsınız!
* * * * *
Bahriye Gedikli Zâbitliği konusunda Osmanlı Bahriyesi, İngilizlerin kuyruğundan ayrılamadı. Osmanlı Bahriyesi “gedikli zâbit” asker sınıfını 1913 senesinde, İngiliz Bahriyesinden aşırdı! Ve o zamân hem “küçük zâbit” sınıfı hem de “gedikli zâbit” sınıfı, “zâbit” sınıfına dâhil olmak üzere teşkil edilmiş idi. Donanmamızın padişah daşşağından düşme beyaz zâbitânı; Osmanlı Bahriyesinin İngiltere’den satın alıp Birinci Cihân Harbi’nde kullandığı buharlı gemilerde, Kendilerinin yapmaya tenezzül etmediği tehlikeli, pis ve zor işleri, gedikli zâbitâna yapdırdı. Beyaz zâbitânımız, kendilerinin ölmesi gereken işlerde, gözlerini hiç kırpmadan gedikli zâbitânı ölüme sürdü.
Birinci Cihân Harbi sona erince, Osmanlı Bahriyesi;
Gemici ve Makine Çırak Mekteplerinde 4 ve 5 sene talim ve taallüm etdirdiği
Ve aslında zâbitânın yapması gereken işleri yapdırdığı bahriye “gedikli zâbitânı”;
“Muvazzaf er” asker sınıfı olur mu, demeyin! Dünyâda yok, fakat bizim ordumuzda var… Bugün biz astsubaylar; 15 sene mecburî hizmete ve olduğu yerde otlamaya mahkûm edilmiş dünyânın tek “muvazzaf er”leriyiz. Böylece beyaz zâbitânımız, bir daş ile üç guş birden vurdu!.. Nasıl? Gözel mi?..
* * * * *
Bahriye Nâzırı Mürteşi Müşür Hasan Hüsnü Paşa’yı adam zanneden Sultan II. Abdülhamid, Bu Paşa’nın 1890 senesinde hazırladığı bir nizâmnâme için irâde buyurdu! Donanma-yı Hümâyûna Alınacak Sıbyan Efrâdına ve Bunlardan Yetiştirilecek Gediklilere Dâir Nizâmnâme.
Sultan II. Abdülhamid’in Donanma “Gedikli” sınıfını teşkil etdiği 1890 senesinde; Donanmayı Hümâyun (Padişah Donanması)’da “Asakir-i Bahriye-i Şahâne” (Padişah Bahriye Askerliği) mevcut idi. Bu askerlere “Kur’a Efrâdı” veya “Bahriye Efrâdı” ismi de veriliyor idi. Bahriyenin ihtiyâcı nisbetinde kur’a ile tesbit edilen “kur’a efrâdı” gençler, 5 sene nizâmiye (mükellef) askerliği yapmaya mecbur idiler. Bu 5 senelik “mükellef askerlik” süresi içinde bahriye askerlerine, Harb gemilerinde yapacakları hizmete göre çeşitli eğitimler veriliyor idi. Bu eğitimleri de bahriyeli zâbitânımız veriyor idi. Harb gemisindeki silâh, alet, cihaz vs. demirbaşlar da gene zâbitânımızın üzerine zimmetli idi. Eğitimlerin sonunda da “Bahriye Efrâdı, harb gemilerine sevk ediliyor idi. Aldıkları eğitimden sonra gitdikleri gemilerde iyice usdalaşan kur’a efrâdı, 5 senelik “mükellef” askerlik hizmetinden sonra teskere alarak Donanma’dan ayrılıyor idi. Kur’a efrâdı gençler, görevleri süresince kullanmaları için kendilerine teslim edilen silâh, alet, cihaz vs. gibi demirbaş malzemeleri de kırıp döküyorlar ve bunların hesâbı da beyaz zâbitândan soruluyor idi. Mesleğinde usdalaşan kur’a efrâdı; beyaz zâbitâna göre kendilerinden istifâde edilecekleri bir zamânda teskere alıp Donanma’dan çıkıp gidiyor idi. Sonra da bahriye zâbitânı, gelen yeni kur’a efrâdını tekrâr eğitmeye mecbur kalıyor idi. İşde, bahriye zâbitân heyetimiz; Hem kur’a efrâdını eğitmek, atleti-donu, boku-püsürü ile uğraşmakdan kurtulmak Hem de kendilerine zimmetli olan demirbaş malzemelerin zimmetinden kurtulmak için “Aynı görevi kendileri yerine uzun süre yapacak köle bir asker sınıfı” icâd etmek isdedi. Ve hemen akabinde, “Gedikli” olarak tesmiye etdiği ve aslında “muvazzaf köle” bir asker sınıfı olan “Donanma sıbyan efrâdını” keşfetdi.
Dersaadet (İstanbul)’de doğup büyümüş ve denizi bilen gençlerin kabul edileceği bu “gedikli” sınıfı; Talebe olarak bahriye harp gemilerinde tam 5 sene tâlim-taâllüm edecek, Bu tâlim-taâllüm sonunda “sıbyan efrâdı” nâmı ile gemilerde 5 sene “mükellef” hizmet edecek idi. İstanbul’un bıçkın gençleri “talebe ve sıbyan efrâdı” olarak toplam 10 sene hizmetden sonra Kendisi isder ise ve Donanma’da ihtiyaç da var ise şâyet “gedikli” sınıfına nakil edilecek, “Gedikli” unvânı ile 9 sene daha olmak üzere toplam 19 sene hizmet etdikden sonra emekli olacak idi.
Bu senelerde Bahriye Mektebi (Deniz Harp Okulu)’nde idâdî hâriç, eğitim süresi de 3 sene idi…
1890 Donanma Gedikli Nizâmnâmesini tertip eden Bahriye Nâzırı Mürteşi Müşir Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa 5 sene nizâmiye (mükellef) askerliğin mecburî olduğu bir dönemde; İlk 5 senede mükellef askerlik hizmetini yapar iken İkinci 5 senede de bir meslek öğrenmenin İstanbul’lu gençler için câzip bir tercih olacağını tahmin ediyor idi. Fakat Hasan Hüsnü Paşa, kısa süre sonra bu tahmininde duvara tosladı. İstanbul’lu gençler, “zâbit” olacaklarını zannederek “gedikli” olmuşlar idi. Fakat gemiye gitdiklerinde; Bahriye zâbiti kadar iyi bir eğitim aldıklarını Ve dahi Bahriye zâbiti kadar donanımlı oldukları gören Ve buna rağmen aslında “efrâd (er)” olduklarını idrâk eden Dersaadet’in bıçkın delikanlıları, “Gedikli” olmakdan hemen çark etdiler.
İşde bu sebeplerden dolayı Donanma Gedikli sınıfına talep, kısa sürede birden bire dibe vurdu. 1900’lü senelere gelindiğinde, Bir tek dahi olsa talebe bulamayan Donanma Gedikli Sınıfı, Yirminci asırın ilk senelerinde kapısına kilit vurdu! Bahriye Nâzırı Mürteşi Müşir Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın tertip etdiği Donanmamızın ilk “gedikli” sınıf tezgâhlama teşebbüsü, İşde böylesi derin bir hüsrân, büyük bir hayâl kırıklığı ve sonsuz bir küskünlük ile iflâs etdi. Fakat hem bahriye efrâdının tâlim-taâllümü, boku-püsürü ile uğraşmakdan sıyrılmak Hem de kendilerine zimmetli demirbaşları başkaları üzerine yıkmak için sinsice tuzaklar tezgâhlayan Bahriye zâbitân heyetimiz, Bulduğu ilk fırsatda “köle”, “ortada sandık” ve yeni bir “gedikli” sınıfı tertip etmeye kararlı idi. Burada yeri gelmiş iken önemli hatâyı tashih etmeliyim. Bugüne kadar neşretdiği târihcelerde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı; Donanma Gedikli sınıfı için;
Bu yakışdırmaların hepsi câhilliğin alâmetleridir. Donanma Gedikli sınıfı, bunların hiçbirisi değildir. Çünkü;
Birinci husus şudur; 1890 Donanma Gedikli Nizâmnâmesinde, bir tek dahi olsa “zâbit” kelimesi yokdur.
İkinci husus da şudur; 1890 Donanma Gedikli Nizâmnâmesi, nev-i şahsına münhasır bir nizâmnâmedir.
Bu Nizâmnâme ile ihdâs edilen Donanma Gediklisi nev-i şahsına münhasır bir asker sınıfıdır. Deniz Kuvvetlerimizin bu gedikli sınıfını, çeşitli bahriye asker sınıflarına benzetmeye ve yamamaya çalışmasının iki sebebi olabilir,
Bu sebepler;
1. Cehâletdendir, bunu anlarım.
2. Fakat daha ziyâde ihânetdendir, bunu affetmem!
Bahriyeli subaylarımızın böylesi hâince davranmasının asıl sebebleri de şunlardır; Bugün burada belgeleri ile ortaya koyacağımız üzere, Gerçek anlamda bahriye “zâbit” sınıfına dâhil olarak teşkil edilen “gedikli zâbit” sınıfını değersizleştirerek unutdurmaya çalışmak Ve daha da mühimi, Hem bahriye efrâdının tâlim-taâllümü, atleti-donu, boku-püsürü ile uğraşmakdan sıyrılmak Ve hem de Kendilerine zimmetli demirbaşları üzerine yıkacağı “köle”, “ortada sandık” ve yeni bir köle asker sınıfının teşkil edilmesine kendi akıllarınca meşru gerekçeler uydurmak telâşıdır.
* * * * *
Ölmek/öldürmek ve öldürmeyi emretmek salâhiyyetini hâiz dünyânın meşru tek katil mesleği olan askerlikde; Ölen/öldüren ve ölmeyi emreden asker arasında başka bir asker sınıfı olamaz! İkinci Cihân Harbine kadar dünyânın haracını yiyen İngiliz Ordusunda Ve dahi
İkinci Cihân Harbi’nden sonra dünyânın haracını yiyen Amerikan ordusunda, sâdece iki sınıf asker vardır;
1. Ölmeyi emreden mektebli muvazzaf subay,
2. Ölmek ve öldürmek emrini yerine getiren alaylı mükellef er.
Türkiye Devletinin imzâlayıp taraf olduğu milletlerarası andlaşmalara göre de durum aynen böyledir.
Fakat darbeci beyaz subaylarımızın; Anayasa’yı ayaklarının altında çiğneyerek iç hukukumuzda tertip etdikleri kimi gayri meşrû kânunlar ile ordumuzun askerlerini tefrikalara ve sınıflara böldüler.
* * * * *
İnanması Zor! Lâkin, Durum Aynen Böyle!..
Aşağıda gördüğünüz sayfayı Milli Savunma Üniversitesine ait bir bağlantıdan şimdi indirdim. Benim de 1981 senesinde mezun olduğum Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulu ismini verdikleri uyduruk okulun târihcesinden bahseden bu yazıda, Deniz Astsubaylığının târihinin 1890 “Donanma Gedikli Sınıfı” ile başladığı yalanını söylüyorlar.
Fakat vaziyet hiç de öyle, Milli Savunma Üniversitesinin işkembeden üfürdüğü gibi değil!.. Deniz Kuvvetleri Komutanının bile bugün bu hakikâtin farkında olmadığından hiç şüphem yok! 1890 Donanma Gedikli Nizâmnâmesi bugün de hâlâ yürürlükdedir. Çünkü bu nizâmnâmeyi ilga eden herhangi bir nizâmnâme, kânun vs. bulamadım; 1949 sene ve 5434 sayılı Emekli Sandığı Kânunu, Ve dahi Bugün “astsubay” olarak bildiğimiz asker sınıfının târihinden söz eden 1995 seneli AYİM kararında, sâdece 1913 nizâmnâmesine atıf var. Kendisinden sonra meriyyete konulan nizâmnâme ve kânunlarda da 1890 Donanma Gedikli Nizâmnâmesinden tek kelime bahis yokdur. Bugün “astsubay” ismi ile bilinen asker sınıfı, 1951 senesinde 5802 sayılı kânun ile teşkil edildi. Bu kânunda da 1890 Donanma Gedikli sınıfı Nizâmnâmesine atıf yok! Bu sebepden dolayı 1890 Donanma Gedikli sınıfı ile bugünkü “deniz astsubaylığı” arasında “halef-selef” bakımından hiçbir illiyet bağı yokdur. 1890 Donanma Gedikli sınıfı;
Deniz astsubaylığı hakkında bugüne kadar neşretdiği târihce kitaplarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığının ortaya atdığı “bugünkü deniz astsubaylığı, 1890 Donanma Gedikli sınıfının devâmıdır” şeklindeki iddia, işkembeden söylenmiş kuyruklu ve âdi bir yalandır. Hukûkî bakımdan da son derece mesnetsizdir.
* * * * *
1890 senesinde teşkil etdiği Donanma “Gedikli” sınıfının Nizâmnâmesinde Sultan II. Abdülhamid şöyle dedi;
Madde 29 — İleride icâbı hâle göre işbu nizâmnâmenin tevsi veya tâdili zımnında lüzumu tahakkuk eden mevaddın derç ve ilâvesi câizdir.
Bu cümlenin Türkcesi şöyle oluyor; İleriki zamânlarda zuhûr edecek ihtiyâca göre bu nizâmnâme gelişdirilir veya değişdirililir. Fakat öldüğü 1903 senesine kadar Bahriye Nâzırlığı yapan Mürteşi Müşir Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa, 1890 senesinde hazırladığı bu nizâmnâmenin tek kelimesine dahi dokunmadı. Ve bu sınıfın kendi kendisini tasfiye etmesini gemi gövertesinden Manda katara bakar gibi seyretdi… 1890 Nizâmnâmesine bakıldığında, Donanma Gedikli sınıfının;
Donanma Gedikli sınıfının yapacağı görevler, nizâmnâmede en ince ayrıntısına kadar açıklanmış idi Fakat emeklilik hakkı ve tâbi olacağı askerî cezâ hukûku konusunda bu nizâmnâmede tek kelime yok idi.
* * * * *
Bahriye Encümeni nâmına söz alan Karesi Mebusu Ali Galip Efendi 1911 sesinde Meclis-i Mebusânda şöyle dedi;
* * * * *
Padişah Sultan Hamid buyurduğu bir iradei seniyye (padişah fermânı) ile Alaylı 148 bahriye çavuşunu, 1908 senesinde mülâzım sâni rütbesine terfi etdirdi. Bu çavuşlar, terfi etdiklerini zannederek zâbit kıyâfeti giymeye başladı. Fakat dönemin Bahriye Nâzırı Hasan Râmi Efendi, Padişahın bu fermânını mevkii tatbike koymadı. Zâbitliğe terfilerinin işleme alınmadığını öğrenen 148 bahriye çavuşu, hakkını almak için meclise dilekce gönderdi. Uzun müzâkerelerden sonra mebuslar, Bahriyeli 148 çavuşun dilekçelerini reddeddi. 1908 İnkilâbından sonra, Bahriye Nâzırı Hasan Râmi Efendi’nin rütbesi alındı ve sürgüne gönderildi. Kendinden önceki Bahriye Nâzırı Hasan Hüsnü Paşanın lakâbı “Mürteşi” idi. Hasan Hüsnü Paşa gibi fenâ bir şöhreti olmasından ve isminin verdiği kolaylıkdan dolayı da O’na “Harâmî” Paşa dediler.
Aynı celsede söz alan Sivas Mebusu Dağavaryan Efendi Meclis-i Mebusânda şu ibretlik sözünü târihin hâfızasına kayıt etdi;
* * * * *
İşde, bu şerefli zâbit Ali Rıza Paşa, 1911 senesinde meclisde şu târihî sözünü söyledi;
Birinci ve İkinci Cihân Harbini, Almanya başlatdı. Bütün dünyâya meydan okumasının da kendine göre çok haklı sebepleri var idi.
NATO görevinde iken Napoli’de 1994 senesinde tanışdığım bir Alman deniz yarbayı, sohbetimiz esnâsında bana şöyle dedi; “Göreceksiniz! Üçüncü Cihân Harbini de gene biz başlatacağız!”
Amerika’nın kucağına oturmuş iken dübürden kahramanlık taslayan bizim mütarekeci subaylarımız işitsin! Dünyâ savaşlarını başlatmasında Alman subaylarının neler yapdığını da inşallah başka bir makâlede anlatırız.
* * * * * 1890 Donanma Gedikli nizamnâmesi, Donanma gediklilerinin “zâbitliğe nakil edilmeleri asla câiz değildir” diyor idi! Bu sebepden dolayı 1890 senesindeki “ilk gedikli sınıfı” denemesi, 1900’lerin başında iflâs etdi.
Bu iflâsdan ders alan dönemin Bahriye Nâzırı Çürüksulu Mahmûd Paşa, İngiliz Amiral Gamble Paşa’nın 1910 senesinde hazırladığı rapor üzerine Padişah Sultan Mehmed Reşâd’a arz eylediği bir layihâ ile 1913 senesinde bahriye (donanma) “gedikli” sınıfını “ikinci kez” olmak üzere teşkil etdi. Süfûn-u Hümâyûn Gedikli Sınıfı; Tekâ’üd husûsunda Askerî Tekâ’üd Kânûnuna tâbi olacak Ve dahi Rütbelerine mahsûs mecmû’-ı müddet olan 17 seneyi ikmâl eyledikden sonra hakk-ı tekâ’üdü ihrâz edecekler idi.
Fakat Askerî cezâ husûsunda gedikli sınıfı askere yapılacak muâmele konusunda bu kânunda hiçbir hüküm yok idi.
* * * * *
Deniz Astsubaylığının târihi söz konusu olduğunda; Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız 1890 Donanma Gedikli sınıfının târihini yazar iken Bahriye Nâzırı Mürteşi Müşir Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’dan söz etmeyi kendine bir nâmus borcu bilir. Fakat bugünkü “deniz astsubaylığına” menşe teşkil eden başka kânunlar olduğunu da hep inkâr eder. Nitekim 1913 senesinde meriyyete konulan bu nizâmnâmeyi, Her niye ise Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız hep ıskalamayı tercih eder.
* * * * *
Donanma Gedikli sınıfının ikinci kez teşkil edilmesine dâir olmak üzere kabul edilen bu kânun; Padişah Sultan Mehmed Reşâd’ın “bir defâya mahsus” olmak şartı ile irâde buyurduğu “muvakkat” (geçici) bir kânundur. Bu hakikâtin tabii neticesi olarak da; Bu kânun ile “zâbit” sınıfına dâhil olmak üzere teşkil edilen “süfün-i hümâyun gedikli sınıfı” da “muvakkat” (geçici) bir donanma asker sınıfıdır. Bütün devletlerin dünyâ harbine hazırlandığı günlerde, Askere giden gençlerin geri dönmeyeceğini vatandaş çokdan öğrenmiş idi. Câzip şartlar da vaad etmediğinden dolayı bu “gedikli” sınıfı da rağbet görmedi. Donanma gedikli sınıfı teşkil etmek için Taş kafalı beyaz bahriye zâbitân heyetimizin çıkartdığı bu ikinci kânun da kısa sürede iflâs etdi.
* * * * *
1890 senesindeki Donanmada “ilk gedikli” sınıfı denemesi 1900’lerin başında iflâs etdi.
1913 senesindeki Donanmada “ikinci gedikli” sınıfı denemesi de Bu askerin “zâbit” sınıfına dâhil olmasına rağmen aynı sene içinde iflâs etdi.
Bu iflâslardan ders alan dönemin Bahriye Nâzırı Ahmed Cemâl Paşa, Gene İngiliz Amiral Gamble Paşa’nın 1910 senesinde hazırladığı rapor üzerine Padişah Sultan Mehmed Reşâd’a arz eylediği bir layihâ ile 1914 senesinde bahriyede “ilk kez” olmak üzere “üç sınıf asker” birden teşkil etdi.
Bugüne kadar geçen 105 sene içinde aşağıdaki şu belgeyi ilk gören sizler oluyorsunuz!
1914 seneli Bahriye Efrâdı ve Küçük Zâbitânı ile Gedikli Zâbitânı Kânun-ı Muvakkat isimli bu kânunun Beşinci maddesi şöyle emrediyor idi; Bu kânun ile aşağıdaki çizelgede gördüğünüz üç sınıf asker geçici (muvakkat) olarak teşkil edildi;
* * * * *
1914 Bahriye “Gedikli Zâbit” rütbe işâretlerinin rengi “sarı” “Küçük Zâbit” rütbe işâretlerinin şekli aynı fakat rengi “kırmızı” idi. Rütbe işâretlerinin renginin “sarı” olması, Bugünkü “deniz astsubay” sınıfının, geçmişdeki “gedikli zâbit” sınıfının devâmı olduğunun gizli bir delilidir.
* * * * *
172 numara ve 1914 seneli bu kânun Ve dahi 1916 seneli Makine Çırakları Nizâmnâmesinden kolayca anlaşıldığı üzere
Bahriyedeki bu asker sınıfları;
Ve
Bu kânuna göre Efrâdı Cedide (Acemi Er) Mektebine kayıt yapdıran bir gencimiz; Makineci Çırağı olmak için 5 sene, Gemici Çırağı olmak için ise 4 sene tâlim-taâllüm görüyor idi.
Bu tâlim-taâllüm sonunda;
1. Hem nizâmiye (mükellef) askerliğini yapıyor 2. Mükellef askerliğini tamamladıktan sonra donanmada askerlik yapmaya devâm etmek isder ise şâyet,
Belli süre ve şarta bağlı olarak;
Evvelâ; “mükellef” küçük zâbit
Akabinde de “muvazzaf” gedikli zâbitliğe dikey olarak terfi edebiliyor idi.
Bu durum, İstiklâl Harbi esnâsında ve 1927 senesine kadar 14 sene devâm etdi.
* * * * *
1914 Bahriye Efrâdı ve Küçük Zâbitânı ile Gedikli Zâbitânı Kânunu Meclisde müzâkere edilir iken 23 Ocak 1915 Cumartesi günü söz alan Kengiri mebusu Fazıl Berki Bey, Bahriye gedikli zâbitliği hakkında bakınız, neler dedi;
* * * * *
Deniz Kuvvetleri (Bahriye)’nde “gedikli zâbitlik” 1914 senesinde teşkil edildi. Kara (Berrî) Ordumuzda ise “kara hava sınıfı gedikli zâbitlik” 1917 senesinde teşkil edildi. Hem Bahriye’de hem de Berriye’de; gedikli zâbitlik müstakil birer “zâbit” sınıfı olarak teşkil edildi. Bahriye’de ve Berriye (Kara Ordumuz)’de teşkil edilmesinin kan donduran sebeplerini de sırası ile;
Ve
1929 senesinde de 1492 sayılı kânun ile deniz ve kara hava gedikli zâbit sınıfı külliyen ilga edildi. Deniz ve kara hava gedikli zâbit sınıfı, 1914 senesinden 1923 senesine kadar tam 10 sene devâm eden İstiklâl Hârbi’nde canı bahasına harb etdi. Pilot yapmak için gönüllü zâbit bulamayan Bahrî ve Berrî Ordularımız; Bu gedikli zâbitânı, harbiyeli zâbitin yerine ölmesi için “pilot” yapdı.
Fakat harb bitince de gedikli zâbitânı;
Deniz ve kara hava sınıfı gedikli zâbitâna ordumuz o kadar vefâsızlık ve hâinlik etdi ki… Gedikli zâbit sınıfı ordumuzun âdeta cüzzamlı askerleri oldular. Deniz ve kara hava sınıfı gedikli zâbitâna ordumuz;
5434 sayılı Emekli Sandığı Kânununda hâlen mevcut “gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtını Türk Dil Kurum’u, 1944 senesinde neşretdiği ilk Türkce Sözlüğe dâhil etmedi. Sonraki senelerde neşretdiği sözlüklere de dâhil etmedi. Açın, bakın, görün ve inanın!.. Bugün elimizde olan güncel Türkce Sözlükde de “gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtı mevcut değil. Genelkurmay Başkanlığı da bu iki tâbire âdeta cüzzamlı muamelesi yapdı; 1929 senesinden sonra neşretdiği yeni kitaplara “gedikli zâbit” tâbirini dâhil etmedi. Cârî askerî talimât ve mevzuâtda mevcut olan “gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtını da tek tek ayıkladı. Amerikan Kara, Deniz ve Deniz Piyâde Ordularında “gedikli zâbit” (gedikli subay) sınıfı bugün de hâlâ mevcut. Fakat Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları bu “gedikli zâbit” tâbirinden o kadar korkdu ki Neşretdikleri İngilizce sözlüklere “gedikli zâbit” (gedikli subay) tâbirâtını bugün bile hâlâ dâhil edemiyorlar.
* * * * *
Bahriye küçük zâbit ya da gedikli zâbitliği söz konusu olduğunda kânunlarda, 1915 seneli kânuna atıf yapılır. Fakat kabul edilen ilk kânunun târihinin 20 Nisan 1914 olduğunu hatırda tutmalıyız. Kabul edildiği 1915 senesinde kânunlara sayı vermek kuralı mevcut değil idi. Bu sebepden dolayı atıf yapılan çeşitli kânunlarda; meselâ 5434 sayılı Emekli Sandığı Kânununda, 1915 seneli bu kânunun numarasının 172 olduğu yazılıdır.
* * * * *
Yeri gelmiş iken bir galat-ı meşhuru daha burada tashih edelim. Yazdıkları astsubay târihcelerinde kimi meslekdaşlarım Sağ tarafınızda gördüğünüz barûtî siyah çuhadan mamûl nevresim (kaput, kısa palto) giymiş şu bahriyelinin “gedikli zâbit” olduğunu söylerler.
Doğrusunu söylemek gerekir ise şâyet, Ben Eski Tüfek de bahriyeli bu askerin “gedikli zâbit” olduğunu zannediyor idim. Fakat tetkik etdim ve hakikâti öğrendim.
Aşağıda resmini gördüğünüz Ordu Kıyafet Kararnamesi Şekilleri isimli 1933 seneli kitaba bakdığımızda Bahriyeli bu askerin aslında, 1492 sayılı "baskın" bir kânun ile 1929 senesinde alelacele teşkil edilen “gedikli küçük zâbit” sınıfının son aşaması olan Ve Bu kânunun Komisyon Raporunda itiraf edildiği üzere Alman Bahriyesinden aşırma Ve dahi Kazancı şubesinden bahriyeli “başgedikli” olduğunu anlıyoruz.
* * * * *
Bahriye Küçük Zâbit ve Gedikli Zâbit Rütbe İşâretlerini Hangi Devletden Aşırdık?
Makâlemizin ilk sayfalarında bahriye gedikli zâbit sınıfını İngilizlerden aşırdık demiş idim. Bugün kullandığımız asubay “rütbe işâretlerini” de gene İngilizlerden aşırdığımızı bu sayfalarda isbat edeceğiz. Bu iddiamızı isbat etmek için de iki belge kullanacağız;
1. 1915 senesinde neşredilmiş İngiliz Gemicilik El Kitabı 2. Ve bir İngiliz Bahriye erinin 1916 senesinde çekdirdiği resim.
İngiliz Gemicilik El Kitabı’nın kapak sayfası ve konumuz ile ilgili olan sayfası şunlar;
* * * * *
İngiliz Bahriyesinde Ne idi?, Osmanlı Bahriyesine Ne Oldu?
Ben, Şükrü IRBIK, yukarıda ortadaki resim hakkında bilgi vermek isdiyorum. İngiliz Bahriyesinde 1849 senesinde başlayan bir gelenek var. Görevini başarı ile yapan ve siciline cezâ işlenmeyen bahriye erâtı belli süreler ile yukarıda ortada görülen “V” şeklindeki “mümtaz şahsiyet işâreti” (Good Conduct Badge) ile taltif ediliyor idi.
1916 senesindeki yönetmeliğe göre bu şartları yerine getiren bahriye erâtı; 3, 8 ve 13’üncü senelerde birer adet olmak üzere yukarıda görülen “V” şeklindeki işâreti sol kol pazusuna takıyor idi. Bahriyeli erâta bu işâretlerden en faz üç adet veriliyor ve taltif edilen erâtın maaşına zam yapılıyor idi. Böyle bir taltif yöntemi bizim ordularımızda hiçbir zaman olmadı.
Aşağıda, İngiliz Bahriyesi HMS Forester muhribinden George Smith isimli İşâretci Çavuş’un, 1916 senesinde çekdirdiği şu hârika resimi görüyorsunuz.
Sağ kolunda gördüğünüz şekil, askerin mesleğini gösderir. Bu asker, "İşâretci" sınıfına mensubdur.
Bu askerin iki kere “mümtaz şahsiyet işâreti” aldığını gösderir.
Bu askerin rütbesinin "Çavuş" olduğunu gösderen rütbe işâretidir.
İngiliz Bahriye erâtına 1916 senesinde verilen “V” şeklindeki “mümtaz şahsiyet işâreti” (Good Conduct Badge), Aşağıda görüldüğü üzere 4, 8 ve 12’nci senelerde bugün dahi aynı şekilde veriliyor. ////
* * * * *
Şimdi, buraya kadar verdiğimiz bilgiden maksadımız şudur; Bizim her boku bilen bahriye zâbitimiz, İngiliz Bahriyesinde görevini iyi yapan ve cezâ almayan erâta verilen Ve dahi Yukarıdaki resimde, İngiliz Bahriye Çavuşu Corc’un sol kolunda gördüğünüz “mümtaz şahsiyet işâretini”;
Gedikli zâbitliğin 1929 senesinde ilga edilmesi ile birlikde bu “mümtaz şahsiyet işâretini” sırası ile;
Gedikli küçük zâbit,
Gedikli erbaş
Ve en son olarak da
"Astsubay" dedikleri biz köle askerlerin "rütbe işâreti" olarak kabul etmiş.
Demek ki bizim beyaz zâbitânın aklı, ancak buna yetmiş!..
İşde, İngiliz Bahriyesi Er rütbe işâretleri.
İşde, bizim bahriye küçük zâbit ve gedikli zâbitinin kol ve omuzluk (apolet) rütbe işâretleri…
Peki, Kim Yapdı?
Peki, İngiliz Bahriye “erâtına” verilen “mümtaz şahsiyet işâretini” Bizim “gedikli zâbitimiz” için “rütbe işâreti” olarak seçen kişi kimdir? Buyurun, 1910 senesinden bugüne kadar geçen 109 sene içinde bu bilgileri ilk öğrenen sizler oluyorsunuz.
1885 senesinde girdiği Mekteb-i Şahâne (Deniz Harp Okulu)’nin makine bölümünden çarhcı olarak 1891 senesinde mezun oldu. Bu mektebde muallim iken istifaya zorlandığı için görevden ayrıldı. Aynı okulda matematik ve edebiyat muallimliği yapdı. Gemi makinelerini tahsil etmek için İngiliz Bahriye Mektebinde tahsil gördü. Sipariş edilen projektörlerin muayenesi ile 1909 senesinde İngiltere’ye gönderilen Mekteb-i Bahriye Muallimi Çarhcı Kolağası İbrahim Aşkî Efendi’den Osmanlı Bahriye Nezâreti, İngiltere’deki bahriye mekteblerini tetkik etmesini istedi. Dönüşünde hazırladığı rapora göre de Osmanlı Bahriye Mektebleri başdan aşağı teşkil, tâdil ve tensik edildi. Kolağası İbrahim Aşkî Efendi sonraki târihlerde Tedrisât-ı Bahriye Müdürlüğü de yapdı.
İşde, İngiliz Bahriye erâtının kullandığı “V” harfi şeklindeki “mümtaz şahsiyet işâreti” (Good Conduct Badge)’ni Osmanlı Bahriyesi;
Ve dahi
Müstafî bahriye zâbiti İbrahim Aşkî Efendi olmalıdır.
* * * * *
Sol tarafınızda gördüğünüz şu bahriye askerine gelince … Omuzundaki apolete bakdığımda ben, çift “V” işâreti gördüm. Bu çift “V” işâretinin üst kısmında ise bahriyeye özgü “mayın” işâreti var. Demek ki bu bahriyeli asker, mayın şubesine mensub ikinci sınıf gedikli zabit imiş!
İcâd edildiği senelerden beri kılıç, muharip askerlik mesleğinin en müşahhas simgesi oldu. İşde bu sebepdendir ki subaylarımızın derneği TESUD, simge olarak kendine kılıcı seçdi.
Bizim ordumuzdaki gedikli zâbitler de tıpkı zâbitânımız gibi merâsimlerde kılıç taşıyorlar idi. Fakat kılıcı da belimizden aldılar.
Bu resimdeki bahriye gedikli zâbitin sol kalçasında taşıdığı ve sol eli ile kabzasından gurur ile kavradığı kılıca gelince. Bu konuda subaylarımızın yapdığı orospu çocukluğunu da Vakdi gelince Eski Tüfek fâş eyleyecek, inşallah!..
* * * * *
1914 senesinde muvakkat olarak mevkiyi icrâya konulan Bahriye Efrât ve Küçük Zâbit ile Gedikli Zâbitân Kânunu, 1915 senesinde tasdikan meriyyete konuldu ve icrâ edilmesine devâm edildi. Bu kânuna göre; Bahriye Efrâdı, Küçük Zâbit Gedikli Zâbit maaşları şöyle idi;
* * * * *
1915 Bahriye gedikli zâbit nizâmnâmesinde bir tâdil icrâ etmek için yapılan müzâkerede söz alan Meclis-i Ȃyan üyesi Ahmet Rıza Bey, Bahriye gedikli zâbitliği hakkında şu çok çarpıcı hususu tesbit etdi;
* * * * *
Ecnebi inşaatı bahriye fabrikalarına izam olunacak tersane amele çırakları hakkında kanun layihası müzâkere edilir iken Bahriye Nezâreti Müsteşarı sıfatı ile Meclis-i Mebusânda söz alan Sivas mebusu Vasıf Bey şöyle dedi;
* * * * *
Asubay Tefrikasının bu kısımının konusu ile alâkalı değil! Fakat “Donanma Gedikli Zâbit” sınıfından söz etmiş iken “Gedikli Zâbit” sınıfının Kara (Berrî) Ordumuzda teşkili hakkında da bir çift söz edelim.
Kara (Berrî) Ordumuzda ise "Gedikli Zâbit" sınıfı “Tayyare Gedikli Zâbit” isimi ile Aşağıda gördüğünüz şu kânun ile ilk defâ olmak üzere 1917 senesinde teşkil edildi.
Uyduruk, düzmece ve yalanlar ile dolu ısmarlama askerî târihimizde Bugüne kadar beyaz subaylarımızın hiç söz etmediği aşağıdaki şu bilgileri de İlk defâ olmak üzere siz kıymetli okuyanlar Bugün, burada Eski Tüfek’den öğreniyorsunuz…
* * * * *
18 Ekim 1923 Perşembe günü meclis, askerî mektebler talebesinin maaşına zam yapmak için toplandı.
357 sayılı kânun ile Bahriye Gemici ve Makineci Çırak Mektebleri talebelerinin maaşına zam yapıldı. 25 Mayıs 1923 Cuma günü bu kânun teklifini TBMM’ye arz eden Müdafaâi Milliye Vekili Kâzım, Bahriye Gemici ve Makineci Çırak Mektebleri talebelerinin “doğrudan doğruya zâbit” sınıfına dâhil olduğunu tasdik etdi.
* * * * *
28 Ekim 1923 Pazar günü TBMM tekrar içtima eyledi. Kabul etdiği Berrî, Bahrî, Havâî ve Jandarma Erkân Umerâ ve Zâbitân ile Me’mûrîn ve Mensûbîn-i Askeriyye Ma’âşât ve Tahsisât-ı Fevka’l-Ȃdeleri Hakkında Kânun isimli 360 sayılı kânun ile; Erkân, umerâ ve zâbitâna fevkalâde tahsisât ve maaşât verildi.
Fakat TBMM, bu kânunda “bahriye gedikli zâbit” sınıfını unutmuş idi.
* * * * *
24 Mayıs 1924 Cumartesi günü içtima eyleyen TBMM, “Bahriye gedikli zâbit” sınıfına fevkalâde tahsisât ve maaşât vermek için 508 sayılı kânunu kabul etdi.
Bu içtimada söz alan Zonguldak Mebusu Tunalı Hilmi Bey, Fevkalâde tahsisât ve maaşât verilmeyen “Bahriye gedikli zâbit” sınıfı hakkında bakınız, neler söyledi;
TBMM’de o gün şöyle bir müzâkere cereyân eyledi. Bahriye gedikli zâbitliği hakkında kimin ne dediğine siz karar verin gayrı…
* * * * *
1924 senesine ait 523 sayılı Bütçe Kânununun TBMM’deki müzâkeresinden öğreniyoruz ki, 20 Ocak 1924 Pazar günü itibârı ile T.C. Bahriyemizde; 27 adet birinci sınıf, 56 adet ikinci sınıf, 60 adet üçüncü sınıf gedikli zâbitân var.
Koskocaman T.C. Bahriyesi, 141 adet bahriye gedikli zâbite tahammül edememiş! Yazıklar olsun be!..
* * * * *
1913 senesinde “Bahriye Gedikli” sınıfı teşkil edilmiş, 1914 senesinde “Bahriye Gedikli Zâbit” sınıfı geçici (muvakkat) olarak teşkil edilmiş, 1915 senesinde de “Bahriye Gedikli Zâbit” sınıfı muvazzaf (daimî) olarak teşkil edilmiş idi. Evvelâ Osmanlı Devletinin Bahriyesi Akabinde de T.C. Devletinin Bahriyesi, 1913 senesinden 1927 senesine kadar geçen 14 sene içinde gedikli zâbitânı tepe tepe kullandı. Birinci Cihân Harbinden sonra tıpkı İngiliz Bahriyesinin kendi gedikli zâbitânına yapdığı gibi Bizim Türk Bahriyemiz de kendi gedikli zâbitânına hâinlik yapdı…
Takvim yapraklarından 1927 rakamının döküldüğü günlerde, Bahriye gedikli zâbit sınıfına ilk neşderi vurdular;
Ve dahi
1001 sayılı bu kânun ile; Bahriye gedikli zâbiti yetiştirmek amacıyla, 1915 senesinde Muin-i zafer korvetinde açılan Makine Gedikli Okulu Ve dahi 1916 senesinde İclâliye korvetinde açılan Güverte Gedikli Okulunun kapısına kilit vurdular. Gene bu kanun ile ilk defa olmak üzere tertip edilen gedikli küçük zabitliğe kaynak olarak Gedikli Küçük Zâbit Hazırlama Mektepleri kurdular. İşde bu okular, bugünkü Astsubay Sınıf Okulları’nın babasıdır. 1001 sayılı bu kânun ile aynı zamânda şunları da yapdılar; Bahriye efrâdının “küçük zabitliğe” terfi etmesini gizlice yasakladılar,
Ve böylece
Ve
Ve böylece beyaz zâbitân heyetimiz; Bahriyemizi kendileri için “ellerinde göt gezdirecekleri dikensiz bir gül bahçesi” hâline getirdiler!..
* * * * *
T.C Ordumuz; bahriye gedikli zâbitine 1927 senesinde bir güzellik daha yapdı. Ordumuzdaki zâbit vekili (asteğmen) hâricinde kalan bütün askerleri, “efrâd” (er) sınıfına tenzil etdiler.
Kıymetli asubay meslekdaşlarım; Beğensek de beğenmesek de T.C. Ordusu için en doğru ve aynı zamânda uluslararası hukuka en uygun asker teşkilâtı da böyledir. Bugün Amerikan Ordusunda acap niye sâdece iki sınıf asker var zannediyorsunuz? Bugün ordumuzda “subay ve er” olmak üzere “iki sınıf asker” olmasından en çok korkanlar, Ellerinde göt gezdiren beyaz subaylarımızdır, unutmayasınız!..
* * * * *
1001 sayılı kânun ile 1927 senesinde ilk neşder atılan bahriye gedikli zâbitliği, Ameliyât masasında can çekişiyor idi. Geriye de sâdece fişini çekmek kalmış idi. Bahriye gedikli zâbitliği uzun süre can çekişmedi… İki sene sonra, 1929 senesinde gene; Baş vekil İsmet Ve dahi Müdafâi Milliye Vekili Recep Beyin tertip etdiği 1492 sayılı kânun ile Bahriye gedikli zâbit sınıfının fişini çekdiler.
Bahriye gedikli zâbit sınıfının tasfiye edilmesi için hazırladığı kânun teklifinde, Baş vekil İsmet (İNÖNÜ) şöyle dedi;
Bahriye gedikli zâbit sınıfının tasfiye edilmesi için hazırladığı “esbâb-ı mucibe”de ise Baş vekil İsmet (İNÖNÜ) şöyle dedi;
Bahriyeli beyaz zâbitân heyetimiz 1492 sayılı bir kânun ile 1929 senesinde “üç guş” birden vurdu;
1. Bahriye’de “zâbit” sınıfına dâhil olan “gedikli zâbitliği” lağvetdiler,
2. “Gedikli zâbit” sınıfına geçiş için “ara ve geçici bir kademe” olarak teşkil edilen “mükellef küçük zâbitin” dikey terfi ederek “muvazzaf gedikli zâbit” sınıfına terfi hakkını gasp etdiler,
3. En büyük kalleşliği de şu konuda yapdılar. Bahriye küçük zâbitliği 1913 senesinde, “mükellef asker” sınıfına dâhil olmak üzere teşkil edilmiş idi. Bu cümleden olmak üzere küçük zâbitân a. Bahriyede 5 sene “mükellef askerlik” yapacak; b. 5 senelik “mükellef askerlik” hizmetinin sonunda devâm etmek isder ise şâyet sırası ile “küçük zâbitliğe” ve “gedikli zâbitliğe” terfi edip emekli olma hakkını elde edecekler, c. Askerliğe devâm etmek isdemezler ise şâyet terhis edilecekler idi.
Fakat “mükellef zâbit” sınıfına dâhil olan “küçük zâbit” sınıfını bahriyeli beyaz zâbitân heyetimiz, 1492 sayılı kânun ile sinsi bir şekilde “muvazzaf er” sınıfına tahvil etdiler. Ve tıpkı bahriye zâbitleri gibi “mecbûrî hizmete” mahkûm edildiler. Ve böylece; “Çavuş” rütbesi ile göreve başlayan, 20 sene, 30 sene “çavuş” rütbesi ile aynı görevi yapan Ve dahi Bu hizmetinin sonunda da gene “çavuş” rütbesi ile emekli edilen “muvazzaf köle” asker sınıfı ortaya çıkdı…
Bahriye zâbitân heyetimiz, üç-beş senelik “muvazzaf zâbitlik” hizmetinin sonunda;
Bahriye küçük zâbitân heyetimiz ise; Karesi mebusu Ali Galip Efendinin teşbihi ile "bizim hânelerdeki kethüda kadınlar gibi" “Muvazzaf astsubay” sıfatı ile çalışdığı gemi güvertesinde “karın tokluğuna” ömür boyu “volta atmaya” mahkûm edildi.
* * * * *
Tertip etdikleri çifte kânunlar ile Millî Savunma Bakanları ve Genelkurmay Başkanları; “İhtiyât zâbitleri” ve “ihtiyât askerî memurların” hepsini “muvazzaf zâbitliğe” nakil etdiler. Fakat sıra “gedikli zâbit” dedikleri cüzzamlı askerlere gelince; 1929 senesinde “gedikli küçük zâbitliğe” ve “başgedikliliğe” tenzil etdiler, 1950 senesinde “gedikli erbaşlığa” tenzil etdiler 1951 senesinde de “uyduruk, köle ve ortada sandık” bir asker sınıfı olan “astsubaylığa” tenzil edildiler.
* * * * *
TBMM, 11 Haziran 1934 Pazartesi günü içtima eyledi. Başvekil İsmet (İNÖNÜ) Ve dahi Millî Müdafaâ Reis Vekili Kazım SEVÜKTEKİN meclisde bol bol laf salatası yapdı. Yapdıkları laf salatasının konusu ise şu idi; Bahriye gedikli zâbiti, 1683 sayılı Askerî ve Mülkî Tekâüt Kânununa tâbi midir, değil midir?
Hâlbuki 1914 seneli kânun, madde 20’de Zâbit sınıfının olduğu gibi Bahriye gedikli zâbit sınıfının da Hem Askerî Tekâüt Kânununa Hem de Askerî Cezâ Kânununa tâbi olduğu sarahaten yazıyor idi.
* * * * *
Velhâsılı kelâm;
11 Haziran 1934 Pazartesi günü TBMM’de laf isrâfı yapan
Ve dahi
O gün meclisde osdurup osdurup ipe laf dizdiler. Fakat her ikisi de hâinlik etdiler Ve dahi Gedikli zâbit tâbirini 1930 sene ve 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânununa ilave etmediler.
* * * * *
Ordumuzun beyaz subayları, bahriye gedikli zâbit sınıfını; Evvelâ 1001 sayılı kânun ile 1927 senesinde, Akabinde de 1492 sayılı kânun ile 1929 senesinde lağvetdiler. Bu târihe kadar çıkartılan kânunlarda “gedikli zâbit” tâbirini de “gedikli küçük zâbit” olarak değişdirdiler. Gedikli zâbit sınıfının yerine teşkil edilen ve “er” sınıfına dâhil olan “gedikli küçük zâbit” sınıfına geçmek isdemeyen deniz ve hava sınıfı karacı gedikli zâbitân, emekli olasıya kadar “gedikli zâbit” sınıfında kaldı. Devletimiz “gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtını, 1950 senesinde kabul edilen 5434 sayılı Emekli Sandığı Kânununa ilâve etdi.
Harbiyelilerimiz henüz okullarından mezun dahi olmadan, intibakları ceplerinde idi. Bunu kendileri için kâfi görmeyen beyaz subaylarımız; Ölmüş ve emekli olanlar da dâhil olmak üzere 2 ve 3 senelik harp okulu mezunu subayları, Oturdukları yerde 4 sene harp okulu eğitimi almış kabul etdiler.
Sanki harb kazanmış gibi bu subaylarımıza;
Böylece, harp okulunda 2 ve 3 sene eğitim alan subaylarımız; Götlerinin üsdünde oturdukları yerde bir anda 3 sene çalışmış gibi kabul edildi Ve dahi 1 derece maaş terfisi ile ödüllendirildi.
İşde, “Astsubay” dedikleri köle askerlere bu yapdığının aynısını, Millî Savunma Bakanları ve Genelkurmay Başkanları, “gedikli subaylara” da yapdılar. 1914 senesinde padişahımızın teşkil etdiği, “gedikli zâbit” tâbirini, 1935 senesinde de ATATÜRK’ün tebdil etdiği “gedikli subay” tâbirini, Millî Savunma Bakanları ve Genelkurmay Başkanlarımız; 16 Haziran 1927 târih ve 1076 sayılı İhtiyat Zâbiti ve Askerî Memurlar Kânununa ilâve etmediler, 16 Haziran 1930 târih ve1632 sayılı Askerî Cezâ Kânununa ilâve etmediler, 30 Haziran 1930 târih ve 1683 numaralı Askerî ve Mülkî Tekaüt Kânununa ilâve etmediler. Millî Savunma Bakanları ve Genelkurmay Başkanlarımızın bu maksatlı davranışlarından dolayı Hem emeklilik işlemlerinde Hem de askerî cezâ işlemlerinde çok sayıda gedikli zâbite 50 sene boyunca Er, Erbaş, Gedikli erbaş, Küçük zâbit, Gedikli küçük zâbit Ya da Astsubay muamelesi yapdılar. Halbuki “gedikli zâbitlik”, bu asker sınıflarından hiçbirisine dâhil değil idi.
* * * * *
* * * * *
1935 senesine vâsıl olduğumuzda Kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK, Osmanlı Devletinden tevarüs eden Osmanlıca “zâbit” kelimesini “subay” olarak tebdil etdi.
23 Aralık 2017 Cumartesi günü neşretdiğimiz Çünkü Asubay isimli makâlemizden tafsilâtlı olarak öğrenebilirsiniz.
* * * * *
* * * * *
1941 senesine vâsıl olduğumuz günlerde ordumuz; Sayısı bir elin parmakları kadar kalan gedikli subaylara Gedikli erbaşlardan bile daha az maaş veriyor idi. Bitmez tükenmez bir kin ve nefret ile gedikli subaylara yüklenen Genelkurmay Başkanları Azrail olsalar, sürüm sürüm süründürdükleri bu gedikli subaylarının canını alacaklar idi. Gedikli subayların hiç olmazsa gedikli erbaşların aldığı kadar maaş alabilmesi için Başvekil Dr. Refik SAYDAM, 1941 senesinde TBMM’ye bir kânun teklifi arz etdi.
Bu kânun teklifinde Başvekil Dr. Refik SAYDAM, şöyle dedi;
Gedikli subayların hiç olmazsa gedikli erbaşların aldığı kadar maaşı alabilmesi için Bütçe Encümeni Mazbatasına şunlar yazıldı;
* * * * *
1949 senesinde TBMM’nin kabul etdiği 5434 sayılı T.C Emekli Sandığı Kânununa “Gedikli” ve “gedikli subay” tâbiri ilave edildi. Fakat emekli işlemlerinde bu “gedikli” ve “gedikli subay”lara “Subay” muamelesi mi yoksa “er” muamelesi mi yapıldı, bilen yok!
* * * * *
Genelkurmay Başkanları ve kuyruğunu takdıkları Millî Savunma Bakanları, Gedikli subayların burnunu sürtmeye karar vermişler idi bir kere… Seyhan Milletvekili Sinan TEKELİOĞLU, 21 Kasım 1949 Pazartesi günü meclise bir soru önergesi verdi. Ve dahi Gedikli subayların içler acısı hâlinin ne olacağını dâir yedi suâl sordu…
Sinan TEKELİOĞLU’nun suâllerine, Samsun Milletvekili olan Millî Savunma Bakanı Hüsnü ÇAKIR şu cevâbı verdi…
* * * * *
Verdiği cevâbında Millî Savunma Bakanı Hüsnü ÇAKIR’ın aslında Osdurup osdurup ipe dizdiğini gören Sinan TEKELİOĞLU, Şu çok çarpıcı sözlerini, Millî Savunma Bakanı Hüsnü ÇAKIR’ın suratına şedit bir tokat gibi vurdu…
Yukarıda gördüğünüz bu konuşmalar lafda kaldı. Ordumuzun gedikli subayları sürünmeye devam etdiler…
* * * * *
Aşağıda gördüğünüz 5619 sayılı Erbaş Kânunu ile gedikli subaylar, 1950 senesinde er sınıfına dâhil olan “başgedikli” sınıfına geçmeye ikinci kere mecbur edildi.
Böyle aşağılayıcı bir teklifi hangi gedikli subay kabul edebilir? Sayısı 74 civârında olan bu gedikli subaylara, gedikli erbaşlardan bile daha az maaş verdiler. Açlık ile terbiye edilen bu gedikli subaylar ne hazindir ki bir kez daha “gedikli erbaş” olmaya mecbur edildi.
* * * * *
1914 seneli Bahriye Efrâdı ve Küçük Zâbitânı ile Gedikli Zâbitânı Kânun-ı Muvakkat isimli bu kânunun beşinci maddesi şöyle emrediyor idi; Fakat 1951 senesinde TBMM’nin kabul etdiği 5802 sayılı Astsubay Kânunu Geçici madde-3 ile Gedikli subaylar, ne bahtsız askerler imiş ki; Bu kez de uluslararası hukuka göre “er” sınıfına dâhil olan “astsubay” sınıfına tenzil edildi.
* * * * *
Târih, geldi dayandı 27 Mayıs 1960 Cuma gününe...
İktidara geldiği 1950 senesinden beri Başbakan Adnan MENDERES’e Kendisinin terfi etdirdiği Coniperestiş subayları gizliden gizliye darbe hazırlıyorlar idi. Bu gizli darbe hazırlığı; Tıpkı 2016 senesi Temmuz ayının 15’indeki mübarek bir Cuma günü zuhûr eylediği gibi, 1960 senesi Mayıs ayının 27’sinde, gene mübarek bir Cuma günü koku verdi…
27 Mayıs darbesini ordu içindeki bir avuç küçük rütbeli subay tertiplemiş idi. Yüksek rütbeli subayları ya ikna, ya hapis, ya da yurtdışına sürgün etmişler idi. Darbeci subaylar, 1 saat içinde devletin önemli mevkiilerini hemen ele geçirdiler. 28 Mayıs 1960 Cumartesi günü saat 04;30’da darbe beyannâmesini
O dâvudî sesi ile radyoda okuyan Kara Piyâde Kurmay Albay Alpaslan TÜRKEŞ, şöyle dedi; “Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve İnsan Hakları Prensiplerine tamamıyla riayettir.”
28 Mayıs 1960 Cumartesi günü Türkiye’de hükûmetin manzara-i umumiyesi, Maşşallah, Allah nazardan saklasın, Sakın ha! Foto-şaka filân zannetmeyiniz! İşde, Tam da aşağıda gördüğünüz gibi; Şu altısı bir yerde ve fakat dördü aynı kişi olan “berrî” üç orgeneralden müteşekkil idi.
Yukarıda resimlerini gördüğünüz bu darbeci subaylarımız; 28 Mayıs 1960 Cumartesi günü sabahın seher vakinde T.C. Devletinin üzerine çöreklendiler. Ve dahi TBMM dâhil olmak üzere devletin bütün devâirini cebren ve hile ile işgal edip ele geçirdiler. Cumhurbaşkanı ve başbakan sıfatına ilâve olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığından emekli “Aga” Cemal GÜRSEL aynı zamânda; Millî Birlik Komitesi Başkanı ve TSK Komutanı makâmâtını da cebren ve hile ile şereflendiriyor(!) idi.
* * * * *
Millî Birlik Komitesi ismi ile teşkil etdikleri hükûmet ile Darbeci subaylarımızın ilk yapdığı şey, kendi istikbâllerini teminât altına alan şu kânunları çıkartmak oldu.
Tabii bu saydıklarımız, bugüne kadar Eski Tüfek’in bulup bilebildikleri... 27 Mayıs’ı tertip eden Conisperestiş ve darbeci subaylarımızın; Devlet kasasından yağma edip kendi ceplerine akdardığı bir de dodak uçuklatan “kayıt dışı” servetler var ki bunu ancak darbeci subaylarımızın bir kendileri, bir de Allah biliyor.
* * * * *
Amerika’dan besleme karanlık suratlı ve darbeci subaylarımızdan mürekkep Millî Birlik Komitesi;
Bu kez de yeni bir Anayasa hazırlamak için kolları sıvadı. 27 Mayıs’ı ganimete çevirmekde pek mâhir davranan darbeci subaylarımız, Aynı zamânda şu kânunları da yapdılar;
* * * * *
211 Sayılı TSK İç Hizmetleri Kânununa göre darbeci subaylarımız T.C. Ordusunun askerlerini 1961 senesinde 6 sınıf hâlinde olmak üzere şöyle târif, tefrik ve tesmiye etdiler;
* * * * *
1914 seneli Bahriye Efrâdı ve Küçük Zâbitânı ile Gedikli Zâbitânı Kânun-ı Muvakkat isimli bu kânunun beşinci maddesi şöyle emrediyor idi; Fakat İkisi kurmay, üçü de hâkim sınıfından olmak üzere beş subayın görev aldığı heyet ile 1995 senesinde kendi başlarına buyruk verdikleri bir kararda Merâsim Sokağın soytarıları, Yukarıda gördüğünüz 1914 seneli kânunun beşinci maddesinin anasını belledi.
Böyle sapkın bir fetva veren rahmetli AYİM, Gedikli zâbit sınıfına dâhil olduğu besbelli olan “küçük zâbitlere”, “er” muamelesi yapdı…
AYİM’in tasfiye edilmesinde en çok ahını ve bedduasını aldığı askerler, herhâlde küçük zâbitlerdir. Bu kararı veren hâkim kılıklı soytarıların öbür dünyâda yatacak yerleri yokdur, haberleri olsun…
* * * * *
Takvim yaprağı ikinci asırın üçüncü ayının yirmi ikinci gününü gösderir iken Sessiz selensiz kabul etdiği 4551 sayılı şu kânun ile TBMM 1914 ve 1917 senelerinde kânun ile “subay” sınıfı olarak teşkil edilen “gedikli zâbit” sınıfını, “Gedikli” ismi ile cebren ve hukuksuz olarak “astsubay” sınıfına tenzil etdi.
* * * * *
Bizim Donanmamız geçmiş târihde İngiliz tarafgirliğinin önemli bir kalesi idi… Gedikli zâbitlerimizin rütbe işaretlerini bile İngilizlerden aşırdık! Bugünde aslında değişen bir şey yokdur. Durum, ayniyle vâkidir…
* * * * *
1912-1914 seneleri arasında Osmanlı Bahriyesinde görev yapan İngiliz Amiral LİMPUS’un Osmanlı devlet memurları hakkındaki şu çok çarpıcı tesbitini de Yorumsuz olarak gönderiyorum, siz kıymetli okuyanlara… Bir bakın hele!.. Bugünkü durum da aynen böyle değil mi?
* * * * *
Emekliassubaylar.org mecrâsındaki “Büyütec” isimli köşesinde, 03 Ağustos 2011 Çarşamba neşretdiği makâlesinde kıymetli meslekdaşım Sayın Aydın KULAK;
Fakat bu makâlemizde bizim ortaya koyduğumuz kânunlara bakdığımızda;
Ve dahi
* * * * *
Bahriye Gemici, Makinacı ve Muzıka Çırak Mektebleri Nizâmnâmelerini 2013 senesinde Deniz Kuvvetlerinden dilekce ile talep etdim. İsdediğim nizâmnâmeleri vermemek için kırk dereden su getirdiler. Üst üsde üç dilekce gönderince kaçacak delikleri kalmadı. Sonra dediler ki şu hesâba parasını yatır, nizâmnâmeleri gönderelim.
İsdedikleri parayı, hesâplarına havâle etdim. Yaklaşık bir hafta sonra büyük zarf geldi Deniz Kuvvetleri Komutanlığından. Heyecân ile zarfı açdım, bir de göreyim! Talep etdiğim nizâmnâmelerin hepsinin de Eski Türkce sûretlerini göndermişler. Emekli asubay bir mensubu olduğum Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, benim eski Türkce bilmediğimi benden iyi biliyor. Fakat bu hakikâti bildiği hâlde bana eski Türkce harflerle yazılmış belgeler gönderiyor. Deniz Kuvvetleri Komutanlığının yapdığı bu hareketin anlamı, kendi asubay mensubuna alenen küfür etmekdir.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığının bana vermediği bu nizâmnâmeleri, Hiç tanımadığım hocalardan isdedim. Verdiler… Hem de büyük bir memnuniyet ile. Ve bu hocalarımız şunu itirâf etdiler; Bu nizâmnâmeleri bugün okumak isdeyen bir astsubay olduğunu görmek bizi hem çok şaşırtdı hem de çok mutlu etdi...
* * * * *
“Deniz astsubaylığı” hakkındaki aşağıda gördüğünüz nizâmnâmeleri Gönderdiğim bir dilekce ile 2017 senesinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığından talep etdim.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız, bu dilekceme cevap vermeye tenezzül etmedi. Pes etmedim tabi ki. Konuyu Başbakanlık Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’na götürdüm. Bu kurula verdiği savunmada Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız, talep etdiğim belgelerin ellerinde olmadığını beyan etdi...
Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi’nin kuruluşu konusunda Uyduruk ve ahlâksızca elvan türlü yalan dolan dolu târihceler tertip eden Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızda, Yukarıda gördüğünüz dilekcem ile talep etdiğim Donanma “gedikli” ve “gedikli zâbit” nizâmnâmelerin Türkce tercümesi, 2017 senesi itibârı ile hâlâ mevcut değil imiş! Biz de inandık tabi!...
Bu nizâmnâmelerden bâzılarını da Emekli maaşımdan verdiğim bir avuç para ile tercüme etdirmeye mecbur bırakdı, Deniz Kuvvetlerimiz ben Şükrü IRBIK'ı...
* * * * *
“Gedikli zâbit” tâbirini neşretdiği sözlüklere dâhil etmeyen Türk Dil Kurumuna gönderdiğim dilekcemin sûretini yorumsuz olarak ekledim buraya.
1949 senesinde TBMM’nin kabul etdiği Ve dahi 5434 sayılı T.C Emekli Sandığı Kânununda mevcut olan “gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtını Türk Dil Kurumu, neşretdiği Türkce sözlüğe niye ilave etmez acap?
Kim ne diyor ise öyle olsun!
* * * * *
Neşretdiği târihcede uydurma sözler eden Deniz Kuvvetleri Komutanlığına gönderdiğim dilekcemin sûretini de yorumsuz olarak ekledim buraya.
* * * * *
Bugün girin ve bakın! Deniz Kuvvetleri Komutanlığının aşağıda gördüğünüz şu sayfasında bugün de hâlâ “Bahriye gedikli subay” sınıfının “deniz astsubay” sınıfı olduğunu iddia ediyor!..
Kaynak: (https://www.dzkk.tsk.tr/icerik.php?icerik_id=126&tarmir=1)
Deniz Kuvvetlerinin bugün hâlâ medet umduğu bu bir kelimelik inat, Bahriye gedikli zâbitine 1927 senesinden beri Başvekil İsmet (İNÖNÜ) ile Millî Müdafaa Vekili Recep (PEKER) Ve dahi Bu zevâtdan sonra bu makâmlara oturan gerzek subayların, “Astsubay” dedikleri köle askerlere karşı takındıkları inkârcı ve kahredici tutumlarının bâriz birer tezâhürüdür.
* * * * *
Kıymetli vatandaşlarım ve muhterem asubay meslekdaşlarım; İşde, gördünüz, "gedikli zâbitlik" üzerinde yapılan elvan türlü ameliyâtı…
Beyaz subaylarımız, gedikli zâbitândan ne vazgeçebilmiş ne de hazmedebilimiş!..
Şükrü IRBIK (E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
|
Astsubaylar Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla beraber gerilemeye yüz tuttu. Osmanlı devleti çöktükten sonra başçavuşluk ünvanı Paşalık ünvanı gibi bertaraf edilmeye çalışılsa da gerekliliği ağır bastığından kaldırılamadı ama bayağı rencide edildi.
Başçavuşluk mesleği rencide edilirken, rencide edenler ve buna müsaade edenler (üst bürokratlar ve generaller) aslında meslek grubu değil de TSK rencide ediliyor diye düşünmediler. Bir çok film ve dizileri incelediğinizde ne demek istediğimi anlayacaksınız ve bana yine hak vermeyeceksiniz. Hak vermenizi de beklemem hata olur bizim milletimiz her nekadar mazlumun yanında görünsede güçlüye karşı daima biat eden millettir.
Beni eleştirenler veya bu adam ne demek istiyor diyen adamlar önce zihinlerinde şunu sorgulayacaklar. Türkiyenin bu kadar sorunu varken bir meslek grubunun sorunu hele hele yüksek meblağ alan meslek grubunun kaygısı nedir diye? Yüksek maaş dedimse bir hayatın bedeli bu kadar ucuz olmamalı diyorum. Çünkü insan ömrüne paha biçilemez.
Subaylarımızın üniformalarına nişan ve alametler dizilirken ve güzel gösterilirken astsubay üniformalarındaki nişan ve alametler aynı kaldı. TSK'nın düşünmesi gereken en önemli sorun şudur. Ayrıştırmadan ziyade birleşmenin yoluna gidilmeli, Kılıç dediğiniz kuşam takımının maliyeti 100 Tl'yi geçmez ama kuşam takımını astsubayına da verirsen Dosta güven düşmana korku veren astsubayı da onore etmiş oluruz. Kişisel egoları ağır basan subaylar meç ve kılıçları subaylık nişanesi ve emaresi olarak görmektedirler. Bu şekilde düşünen subaylarımıza şunu sormak istiyorum:
Astsubayları TürkSilahlı Kuvvetlerine alan, yetiştiren ve kendine rakip gören zihniyet kim diye sorarsanız hemen cevabı vereyim subaylardır. Astsubaylar subayların rakibi değil, yardımcısıdır. Yeter ki bunu subaylarımıza anlayabilsin. Maaşlarımızı düşürmeye çalışarak aidiyet duygumuzu itaat hissimizi zayıflatan zihniyete sesleniyorum. Lütfen ayrıştırmaya çalıştığınız statüdekiler sizinle beraber savaşa gidenlerdir. Bu mesleği yaşam biçimi olarak kabuıllenenlerdir. Öteleştirdiğinizde güven duygusunu yok edersiniz ve İç Hizmet Kanununda sayılan askerin özelliklerini kendi ellerinizle baltalarsınız ve bu meslek grubunu askerlikten soğutursunuz. Yani Suç işlersiniz.
Bu vatanı astsubaylığa girerken sevdiğim gibi hala seviyorum ve uğruna ölmek için ettiğim yemine sadık kaldığımı ve kalacağımı biliyorum ama hakkımı savunmayan, biz istedik ama hükümet vermedi diyen generallere inancımı yitiriyorum. Astsubaya/Uzman Çavuşa kılıç vermekle onlar statülerini şaşırmazlar hatta mutlu olurlar. Malumunuz kılıçla savaşılmıyor sadece Üniformalarda temsili bir emare olarak kullanılıyor. Bu Üniforma da astsubayların ve uzman erbaşların babalarının evinden getirdiği değil Türkiye Cumhuriyeti'nin verdiği ünüformadır. Verilecek olan kılıç da Türkiye Cumhuriyetini temsil etmektedir.
Ali AKKAŞ
This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Tarihi sayabilmemize imkân veren takvimlerin başlangıcına vesile olan vak’aları bilirsiniz. Bizler için pek manâlı ve ehemmiyetlidir. Tarih; beşeriyetin ortak mirâsı, en kıymetli hazinesi, müşterek hâfızasıdır. Huma guşu yere düşse ölmezmiş!. Fakat o nâdide ganedindeki tüylerden bir danesini bile gıpraşdırsa tarihde izi kalır.
Merakınızı mucip oldu mu hiç? Dernek ambleminde; TESUD, palaları yukarı doğru çatılmış “çifte kılıc”’ı, TEMAD ise namluları yukarı doğru çatılmış “çifte tüfek”i derneklerine simge olarak seçmişler. Hayırlı olsun. Tasa etmeyin, şimdilik bir tesbitden gayrı maksadımız yokdur!.. Muradımız, hem TESUD hem de TEMAD’ın bizâtihi kendileriyle alâkalıdır.
TESUD neyin nesi, kimin kimsesidir? Son 50 seneden beri astsubayların açlıkdan kokan nefesinin yürekler parçalayan kokusu taaa Hint’den, Çin’den duyulurken, TESUD’un merdane idarecilerinden bir daneciğinin bile meydana çıkıp da “Astsubaylarımız, taleplerinde haklıdır. Bu davalarında TESUD olarak kendilerini haklı buluyor, haklarının tahakkuk ettirilmesi için sonuna kadar destekliyoruz” dediğini duyanınız var mı? Silah arkadaşlığı bunu gerektirmez mi? Astsubaylar da tıpkı subaylar gibi etden kemikden mürekkep. Onlar da zihayât. Hudâyinâbit (¹) (TDK/1988) değil ya!.. Peki, vaziyet bu minval üzereyken TESUD’un kendi sitesinde yayımladığı yazılar üzerinden astsubayların hâmiliğine soyunmasının sebep-i hikmeti ne ola ki? Ahde vefâ mı, kadirşinaslık mı, gönüldaşlık mı, silah arkadaşlığının icâbı mı? Saygı; sevginin yürekde mihnetle, samimiyetle, sabırla mayalanmış hâlidir. Bu muhabbetin sebebi, TESUD’un emekli astsubaylara olan saygısının bir tezahürü mü? Bu çabalarının hulûskârane (¹) olduğunu söyleyebilir miyiz? Astsubayların haklarını korumak, takip etmek hele hele tahakkuk ettirmek konusunda TESUD’un samimiyet imtihanından sınıfda kaldığını birileri kulağınıza fısıldamadı mı? Astsubay silah arkadaşlarınıza ¼’ünün verilmesinde pinhân ellerin harâretle döndürdüğü çark-ı feleğin akibetini unuttunuz mu? Önce kurt ol, duldalarda kuzuyu parçala; sonra çoban ol, otur başında ağla!... Şair ne demiş? Olmaz ki, böyle de yatılmaz ki!.. Burada şair, karşısındaki insanın kötü bir niyetinin olmadığını biliyor. Çünkü bu sözü söylemeden hemen önce diyor ki; “İçinde kötülüğü yok, biliyorum ...”. Sizin içinizde iyilik var mı? Olmaz, ağalar; olmaz paşalar!.. Böyle de yapılmaz ki!..
Bindokuzyüzyirmisekiz senesinin 1 Kasım günü T.B.M.M açılış konuşmasında “Cumhuriyet, bilhassâ kimsesizlerin kimsesidir” diyen; Bindokuzyüzyirmibeş senesinin ondört Ekim’inde İzmir Kız Muallim Mektebinin Musameresi esnasında “Cumhuriyet idâresi, faziletli, namuslu insanlar yetiştirir” diyen Atatürk’ün ruhlara hûlul eden bu muhteşem ve münebbih tavsiyesinin siz; neresinde, hangi cenahında, hangi kertesindesiniz? Yoksa siz Çekoslavakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?
Halen TESUD örütbağ sayfasında yayında olan 19 Temmuz 2012 Perşembe tarihli, "Özlük Haklarının İyileştirilmesine İlişkin Duyuru” başlıklı ilginç bir yazı var (¹). Sayfayı açtığınızda, aşağıdaki görüntü çıkıyor karşınıza.
Bağlantıdaki TESUD Sosyal Hizmetler Başkanlığının hazırladığı yazıda özetle şöyle deniyor;
1.TSK personeli arasındaki maaş dengesinin yeniden oluşturulması maksadıyla; mevzuatta değişiklik yapılması, TESUD tarafından Genelkurmay Başkanlığından talep edilmiştir.
2.TSK personelinin özlük hakları ile ilgili çalışmaların, personel ayırımı gözetilmeksizin bir bütün olarak yürütüldüğü, bu kapsamdaki tekliflerin, halen görevde bulunan subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ve sivil memurların özlük hakları ile bunların emekli maaşlarında da iyileştirme yapılmasını içerecek şekilde ihtiyaca göre muhtelif zamanlarda Genelkurmay Başkanlığınca hazırlandığı Temmuz 2012 tarihi itibariyle öğrenilmiştir.
3.Özellikle aşağıda belirtilen TSK personelinin ve bunların emeklilerinin özlük haklarının iyileştirilmesine yönelik olarak hazırlanan çalışmalardan emekli personeli ilgilendirenler hususlar şunlardır:
Yeridir, söylemem lâzım. Dilimde tüy bitti, ben gene bir daha söylüyorum, TSK’de “başçavuş” şeklinde rütbe yokdur. “Uzman jandarma” dediğiniz rütbe de “uzman jandarma çavuş” olmalıdır. Sayın Ersen GÜRPINAR, “başçavuş kadar taş düşsün başınıza” diyor!” Dikkat edin, Sayın Ersen GÜRPINAR düşmesin başınıza!.. Astsubay rütbesini yanlış yazana ahmak mı diyelim, aymaz mı? Derneğinizde vardır, 926 sayılı TSK Personel Kanunu madde 77’ye zahmet edip bir bakınız Allahaşkına?
Bu yazıdan anlıyoruz ki emekli ya da muvazzaf ayırımı yapmaksızın hem kendi mensuplarının hem de astsubay, uzman jandarma çavuş, uzman erbaş ve sivil çalışanların özlük haklarının tahakkuk ettirilmesi için TESUD, hem Genelkurmay Başkanlığı ile hem de M.S.B.lığı ile meşveret ediyor ve iki yönlü, çok muhataplı ve mutlak çözüme odaklı müsbet bir yazışma içinde. Fevkalâde. Buraya kadar takdire şâyan bir hâl tarzıdır, bunu görünce umudumuz yeşeriyor. Peki yazı metninin ileri satırlarını gördüğünüzde hissiyatınız ne olacak? Bilemeyenlere bir ipucu verelim; Makam Tazminatının Fesat Sarmalı’na bir bakınız.
TEMAD, en meşru hakkı olarak sadece kendi üyelerinin hakkını aramak için faaliyet icra ederken Genelkurmay Başkanlığımızın e-muhtırasını burnunun dibinde buldu. TESUD ise hızını alamamış, TSK’nin çalışanlarının tamamının hâmiliğine soyunmuş. Kendi mensuplarının hakkını almak için çırpınan TEMAD’a, muvazzaf astsubayları tahrik ettiği iddiasıyla e-muhtıra veren Genelkurmay Başkanlığımız, TESUD’un bu yazısı için ne yapdı acap?
Sual sormak, ademoğluna fıtraten bahşedilmiş, vazgeçilmez, devredilmez bir hakdır. Benim yerime sen sor demek insanlıkla bağdaşmaz. Kalk ve sualini kendin sor. Çünkü sual sormak; çözümün yarısı, doğruya ulaşmanın ilk şartıdır. İnsan isek eğer “saçak altından yürümek” yerine iliklerimize kadar ıslanmayı göze almak pahasına bile olsa kendi fikrimizi kendimiz söyleyebilmeliyiz.(bkz. Kibrit Çöpü). Sorgulamak düşüncenin sağlamasıdır; sorgulamak, fikirlerin beyinde mayalanmasıdır; soru sormak, zihinde fırtınalar kopartır, tekeden süt çıkartır, çöle kırmızı kar yağdırır. Sual sormak, zihine dar alanda ve otuz üç saniyede doksan dokuz ters takla attırır. Soru sormak zihni parlatır demişdik bağlantısını hemen yukarıda gördüğünüz evvelki yazımızda...
TEMAD, tıpkı TESUD gibi, 2847 sayılı Dernekler Kanununa tabi olan ve bu kanuna göre faayet icra eden resmî bir dernekdir. Bu cümleden olmak üzere, yazışma kuralları çerçevesinde her resmî ve özel kurum ve kuruluşlarla eşit seviyede yazışma hakkını haizdir. Bu neviden yazışmak aynı zamanda vazifesidir de. Bu kapsamda, yeri geldi, şimdi şu soruları soralım; Cevapları siz veriniz.
Söz uçar, yazı kalır. Bildiğimiz her neviden malûmatı ileriye doğru taşıyan, zamana karşı direnebilen; yazıdır, belgedir. Buradaki meramımıza vasıta olan belge ise bir soru önergesi. Makam tazminatının subaya ve astsubaya verilmesi için İstanbul Milletvekili sayın Mahmut TANAL, 22.10.2007 tarihinde T.B.M.M Başkanlığına 2/572 sayılı yazılı bir kanun teklifi vermiş. Söz konusu kanun teklifinde bakalım muhterem vekilimiz neler serdetmişler; Buyurun;
Önce albaylar huzursuz olmuş. Emekliler de dâhil olmak üzere albayların ve yarbayların tamamına makam tazminatı altın tepside sunulmuş. Sonra ne olmuş? Bu kez de binbaşılarımız huzursuz olmuşlar. Onlara da ver kurtul, olsun bitsin. Peki, huzursuz olma sırası kimde şimdi? Demek ki neymiş? Hak almak için huzursuz olmak gerekiyormuş.
Gördüğünüz üzere yukarıdaki önergesinde sayın vekilimiz şöyle buyurmuşlar; “Bu tanımlardan da anlaşılacağı gibi Binbaşılar da diğer Üst Subaylar gibi yani Yarbay ve Albaylar ile aynı gruba ve aynı statütüye tabidirler. Üstelik Binbaşı ve Yarbay rütbesindeki subaylar aynı görevi ifa ederler...” Sayın milletvekilimize sorsak, baştan aşağı subay rütbelerini bîtamam sayamaz; bilmesini ve saymasını da beklemeyiz. Öyleyse bu ifadeleri sayın milletvekilimizin yazdığına siz inanıyor musunuz? Bu cümleye mefhum-u muhalifinden bakalım; yarbayın görevini binbaşı yaptığı doğruysa ki koca vekilimiz herhalde doğru söylüyordur; binbaşının görevini, yüzbaşı; yüzbaşının görevini, üsteğmen; üsteğmenin görevini, teğmen; teğmenin görevini de asteğmen yapar neticesine varmamız lâzım, değil mi? İşte burası tam da zurnanın zırt dediği yer. O zaman, yarbaya verdiğiniz her şeyi diğer subaylara da verin olsun bitsin bu iş demeye getiriyor hazretler, iyi mi? İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü nasılsa!. Biliyoruz bunları. Hatta bildiğimiz bir hakikat daha var; subayın yapdığı “komutanlık” ve “amirlik” gibi görevlerin bir çoğunu herhangi bir rütbedeki astsubayımız da yapıyor, yapabiliyor, yapdırıyorsunuz. Fakat bunu söylemeye sizin diliniz bir türlü varmıyor, varamıyor. Astsubaylara “komutanlık” ve “amirlik” makamı veriyorsunuz fakat tazminat vermiyorsunuz. Tasda çorbayı verip de kaşık vermemek gibi. Payamı sincap kırsın, çiğeyi sen yut! Derenin taşıyla sağ tarafınızda gördüğünüz derenin kuşu işte böyle vurulur, kıymetli yiğitler.
İfadeye bakar mısınız?211 sayılı TSK İç Hizmetleri Kanununa ilişdirdikleri bir muteriza, evet sadece bir muteriza “}” işaretiyle; aslı mesnedi olmayan bir “üst subay” sınıfı uydurmuşlar. Evet, tekrar ediyorum uydurmuşlar ve binbaşı rütbesindeki subayı da bu “uyduruk sınıfa” dâhil etmişler.
Muteriza işareti “ } ” ile nasıl yeni bir subay sınıfı icâd edilir, bu satırdan itibaren sayarsanız üçüncü alt başlıkda nazar edeceğiz.
Sayın milletvekilimizin eline bu kanun teklifini tutuşturan apoletli fesat kumkumalarına buradan soruyorum. Gelin, benim gözlerimin içine bakarak “üst subay” sınıfı vardır, “general/amiral” şeklinde bir sınıf vardır deyin hele bir. Üst subay neymiş, general/amiral neymiş, bana bir izah edin hele. Muhterem ağalar, uydurduğunuz her fiilin, her kavramın, her kaidenin, her kuralın kanunda bir yeri, bir karşılığı ve bir tarifi olmak mecburuyeti vardır. Don Kişot gibi kılıcınızı öyle hoyratca oraya buraya savurup olmayan bir kavram peydahlayamazsınız. 926 sayılı TSK Personel Kanununda böyle bir tarif, tanım ya da kavram var mı? Âmâ olmadığı halde bu konuya âmâ bakan baldıran otlarına cevabı ben veriyorum; Yok, ağalar, yok paşalar! “Üst subay” diye bir sınıf yok, general/amiral diye bir sınıf yok, artık bunu böyle belleyiniz.
Yukarıda görüldüğü üzere, konumuz ile alâkalı olarak ortalıkda dolaşan yazılara, e-muhtıralara, soru önergelerine, kanun tekliflerine alıcı gözle bir bakarsanız, TESUD’un hazırlayıp sitesinde yayımladığı tekliflerin; maddesi maddesine, kelimesi kelimesine aynen kanun teklifine dönüşdüğünü görürsünüz. Nasıl olduğu konusunda tevâtür, Elvan çeşitli. Benim bildiğim kadarıyla artık ordumuzda “emir eri” yok, yıllar önce ilğa edildi. Nasıl oluyorsa oluyor, daha TESUD tokmağı havana değdirmeden, birileri ortalık yerde zuhur eyleyip onların yerine “hık” deyiveriyor hemencecik? İpleri başkasının elinde kukla misâli...
Huzur, subaya ezelden beridir altın tepside sunulmuş. Astsubayın nasibine ise mağduriyet düşmüş. Astsubay Hazırlama Okulu’na girerken rahmetli babama imzalatılan evraklar arasında, meslek hayatım boyunca “mağdur” olacağıma dair herhangi bir ifade yoktu. Kimse benden böyle bir şey istememişdi. Mağdur olacağımı bana tebliğ de etmediler. Fakat vatanıma, milletime hizmet etmeye başladıktan sonra, hele hele emekli olduktan sonra statü hazretleri beni mağdur etmek için hemen maaşımın yarısını tırpanladı. Yetmedi, her neviden herzeyi yemeye ve her türlü kepazeliği de ne hazindir ki yapmaya hâlâ devam ediyor.
Az önceki yazdıklarımdan ne demek istediğimi anlamanız için sayın vekilin verdiği kanun teklifine iliştirilen Madde Gerekçelerini buyurun, birlikte okuyalım. Bakalım ne demiş?
Maaşların iyileştirilmesi için meclise verilen soru önergelerinde ortaya dökülen kelâmlara bakılırsa; subaylar “huzursuz” olmuş, astsubaylar ise “mağdur” olmuş. Bu betimlemeden; subaylarımızın mağdur olmakdan münezzeh, astsubayların ise huzursuz olma hakkının olmadığı sonucuna varmak mümkün. (Huzursuz; Huzuru olmayan, tedirgin, rahatsız. Mağdur: Haksızlığa uğramış, kıygın) (TDK/1988). Önce uğunasıca sonra da inşallah tez zamanda boynu altında kalasıca statü paşa hazretleri, huzur kelimesini subaya, mağdur kelimesini ise astsubaya yakışdırmış. Hani türkümüzde diyor ya; “Oy Memedim, Memedim; Sana küsdüm demedim. Beni sana geçmişler, vallahi ben demedim...” Evet, billahi ben demedim, onlar demiş. Mağdur olmuş, aç kalmış, altı delik ayakkabıyla sokağa çıkmış, çocuğuna harçlık vermek şöyle dursun şeker alamamış bir subay, herhalde TESUD’un en meşum, en menhus kâbusu olsa gerek. Lâkin, astsubaylar, arafatda soyulmuş hacıya döndü ve yarım asırdır sizin ödünüzü patlatan kâbuslar ile koyun koyuna hayat memat mücadelesi veriyor muhterem ağalar.
Demek ki neymiş? Statü paşası ne buyurmuşlar? Sayın vekilimize “dikte” ettirilen bu ifadeye göre subaylara ebedî huzur vaadedilmiş. Astsubayların sehimine ise dipsiz mağduriyet düşmüş.
Karargâhlarda, kışlalarda, sosyal tesislerde görmüşüzdür; üst subay berberi, üst subay helâsı, üst subay yemekhanesi, üst subay koltuğu (şaka değil), üst subay kıyafeti, üst subay havuzu, üst subay plajı, üst subay misafirhanesi; hastanelerde üst subay odaları vs... Muvazzaf iken söyledim bunları. Fakat sözümüz yere düşdü, verdiğim dilekceler dosyada tozlandı. Her yer kesif bir böbürlenme, doyumsuz bir yaftalama, hudutsuz bir hodbinlik, sınırsız bir payelenme kokar. Zannedersiniz paşa dedelerinin el emeği, alınteri parasıyla yapdırmışlar! Pekâla merak ettiniz mi hiç, nedir üst subay diye? Sayın komutanlarımız, ordumuzun “iki aslî unsuru” var derken, “birincisi subay” oluyor değil mi? İkinci aslî unsur da “astsubay” olduğuna göre peki ne menem bir şeydir bu “üst subay” ya da general/amiral hazretleri?
İzmir millletveki Sn. Bülent BARATALI’nın “Temsil Tazminatı Ödenmesi Hakkında” 22.10.2007 tarihinde Meclis Başkanlığına verdiği 2/572 sayılı kanun teklifine eklenen gerekceye bir göz atalım.
Gerekcenin ilk parağrafını aynen yukarıya aldım. Sn. milletvekilimiz, 211 sayılı TSK İç Hizmetler Kanunu madde 11’e istinaden subayları; “subaylar”, “üst subaylar” ve “general/amiraller” olarak birbirinden farklı 3 sınıfa ayırmış. Bu sınıflandırma, sayın milletvekiline ait. Altına imzasını attığı bu kanun teklifinde, subay rütbelerini böyle tasnif etmiş. Peki, şimdi biz de, sayın milletvekilimizin bahsettiği subay rütbeleri hakkında kanun hazretleri ne diyor? Aynı kanun, madde 3b/4 subaylar;
Gördünüz değil mi? İlgili Kanun, toplam 12 adet olan subay rütbesini, sadece “subay” başlığı altında toplamış. Fakat buna rağmen birileri “subaylar” başlığı altında olan e), f) ve g) satırlarında yazılı binbaşı, yarbay ve albay rütbelerinin sağ tarafına ve her üç rütbeyi kapsayacak şekilde bir muteriza (}) işareti koymuş ve bu üç rütbeye “üst subaylar” demiş. Sayın vekilimiz, bu sınıflandırmayı bir adım daha ileri götürerek general/amiral rütbelerini de “subay” rütbelerinden ayrı ve farklı telâkki etmiş. Bakın, aynı kanun madde 6 ne diyor; Subay: Hususi kanuna göre Silahlı Kuvvetlere intisabeden asteğmenden mareşala (Büyük amirale) kadar rütbeyi haiz olan askerdir. Anlaşılan, “subay” tanımı kendilerine dar gelmiş olmalı ki zabit efendiler, kanuna takla attırmak pahasına kanırta kanırta kendi akıllarınca “üst subaylar” ve “general/amiraller” şeklinde iki yeni, farklı ve üstün subay sınıfı türetmeye çalışmışlar. Tahayyülün de bir haddi, bir hududu vardır efendiler!...
Önce şunu ifade edelim; subay rütbeleri, sayın milletvekilimizin yazısında ifade ettiği üzere madde 11’de değil, madde-3b: “Rütbeler” başlığı altındaki 4’üncü parağrafdaki “subaylar” alt başlığında gösterilmişdir. Haydi, burada bir imlâ hatası var diyelim ve bu yanlışlığı geçelim.
Peki ağalar, olur da bu kadarı da olur mu? Bu kadar da palavra atılır mı Allahaşkına? Üst subay nedir? General/amiral nedir? Bu rütbelerin kanunda müstâkil, farklı ve ayrı bir tarifi var mıdır? Subay tarifinin içinde tam 12 rütbe sayılmış. Kanunda subayın tanımı gayet sarih olarak mevcut iken subay rütbelerini eğip bükerek hatta tahrif edip kasıtlı olarak 3 sınıfa ayırmak da ne oluyor? Bunlar kanunda var ise gösteriniz, biz de öğrenelim. Bu sakat tasnifleme ameliyesi hangi zihniyetin mahsulüdür? Kime ve neye hizmet eder? Binbaşı, yarbay, albay ve general/amiral rütbeleri, subay tanımına dahil değil midir? El cevap, dâhildir. Eh, öyleyse durup dururken kanuna tecavüz etmek pahasına kendinize yeni rütbeler ihdas etmeye, yeni payeler vehmetmeye utanmıyor musunuz? Devletin milletvekilini alenen kandırmaya çalışırken yüzünüz kızarmıyor mu? Siz kanun tanımaz mısınız? Bir muteriza işareti (}) ekleyerek “üst subay” gibi, “general/amiral” gibi yeni sınıflar peydahlamak da ne oluyor? 926 sayılı TSK Personel Kanunu madde 29’a niçin âmâ bakarsınız? Tıpkı yarbaya kanunsuz olarak makam tazminatı ödemenizde olduğu gibi, yaptığınız bu kurnazlığın, bu alicengiz oyununun, bu kanun tanımazlığın bir gün ayağınıza dolaşacağını hiç mi düşünmezsiniz? Hafifcecik bir rüzgâr esip de lüle saçlarınıza değse yeldir yepelek muhtıra vermesini biliyorsunuz. Berât-ı zimmet, asıldır! Şayet milletvekilimizin bu hatâsından hâlâ bîhaber iseniz, işte size bir fırsat. Buyurun, kamuoyuna duyurun ve milletvekilinin bu hatâsını düzeltiniz.
Muteriza işareti “ } ”, muteriza işareti “ } ” olalı dostlarım inanın böyle işkence görmedi, böyle tevil edilmedi, böyle kötü emellere alet edilmedi, böyle vahşice tecavüze uğrayıp mor şalvarı gül dalına asılmadı. Bu tecavüzü yapsa yapsa 1960 darbecilerinin püsküllü generalleri yapar, hiç şüphem yok. Niye mi? Tarih önemlidir dedik ya! İç Hizmet Kanununun kabul tarihine bir bakınız. 1980 darbesi sonrası parti kurup kendini çöplüğün horozu zannederek horozlu parti kurup “asmayalım da besleyelim mi?”; “bir sağdan, bir soldan netekim” diyenin gazıyla siyasete soyunup seçim neticesinde avucunu yalamakla iktifâ eden muhterem bir paşamız; gazetecinin “darbe döneminde hapishanede kadınlara copla işkence edildi mi?” şeklinde soru sorması üzerine ne demişdi? “Ne münasebet, elimizde taş gibi delikanlılar var”. Delikanlıların “taş gibi” olduğunu nereden ve nasıl biliyorsa!..
Sonra şunu anlamak zor değil. Bu kanun teklifini, apoletli üç beş firavun faresinin hazırladığından ve milletvekilimizin tavassutuyla meclise ilettiğinden şüphe yok. Çünkü durup dururken sayın vekilin böyle hince bir kanun teklifi hazırlayıp meclise verme ihtimali yüzde sıfır. Bu itibarla sayın vekilimize sözümüz yok!. Kendileri nezaket göstermiş ve kendisine verilen söz konusu teklifi aynen bu şekliyle meclise teslim etmiş. Bu gerekcede döndürülen dalaverenin asıl müsebbibi, teklifi sayın vekile veren apoletli beşbıyıklardır.
Ordumuz; gururumuz, başımızın tâcı, gözümüzün bebeği, alnımızın ak’ı, vatanımızın ve namusumuzun bekcisidir. Bugün işgâl altında yaşamaya mecbur edilen ülkelerdeki insanların maruz kaldığı muameleye bir bakınız. Ordu yoksa, namus yoktur. Ordumuzu müdafaa mevzu bahis ise en önde ben olurum. Hedefimde ordumuz değil, ordumuza çöreklenmiş beceriksiz apoletliler var. Bu kanun teklifini hazırlayan apoletli zevat şu hakikâti artık anlasın. Her dâim şâz olmaya mecbur değilsiniz. Üst subay ve general/amiral sanrısından derhâl vazgeçiniz. Böylesi şenî, böylesi gaydırıguppak bu nevi güccük işleri bırakınız gayrı. Sömürgeci İngilizin icâdıdır, adına da “dolaylı tutum” derler. Her şeyi bilir. Fakat bön bön bakıp tecâhül eder. Bu arada boş durmaz, gizliden kendi bildiğini okur. Bu sömürgeci tutumdan fâriğ olunuz efendiler. İçinde debelenip durduğunuz bu paranoyadan; bu mâziprestlikden (bkz.Köhne Zihniyet ve Mâziperestler) artık kendinizi çekip kurtarınız. Subay tanımı ve bu tanım içinde saydığınız diğer bütün rütbeler, subay tanımının içinde 1967 senesinden bu yana öylece duruyor, hiç değişmedi. Bilmeyenler öğrensin, bilenler bilmeyenlere öğretsin. Bilip de bilmeyenleri kandırmaya çalışanlar da bu hileden vazgeçsinler. Unutmasınlar; yalancının mumu...
Kendine takım elbise dikdirmek isteyen müşteri, koltuğunun altında 3 endâze kumaş ile terzi dükkanına girmiş. Kurnaz terzi, kumaşın en iyi cinsden olduğunu hemen anlamış. Önce ölçüyü almış, kalıbı çıkartmış. Sonra başlamış kumaşı biçmeye. Terzi, ne yapıp edecek, bir yolunu bulup bir kaç parça kumaşı el çabukluğu ile hemen tezgahın altına atacak. Müşteri, anasının gözü, cin gibi... Pür dikkat terziyi kesiyor. Terzi durumu fark etmiş ve kendince bir yol bulmuş. Hiç lüzumu yokken birden bire kavarayı çekmiş. Böyle bir şeyi hiç beklemeyen müşteri başlamış vecd ile gülmeye... Bu esnada terzi, masanın üzerinde kesdiği kumaşın bir parçasını müşteriye farkettirmeden hemen tezgahın altına atıvermiş. Oyunun tuttuğunu gören terzi, bir daha yellenmiş, bir parça kumaş daha... Bir daha yellenmiş bir parça kumaş daha... Aç, doymam; tok, acıkmam sanır! Gözü doymaz terzi, depoda gazı sebil suyu zannetmiş. Bir parça kumaş daha aparmak için bir kez daha yellenmek istemiş. Yaradana sığınıp var gücüyle motorun gazına basıp içinde ne varsa hepsini koyvermiş. Terzi, motoru o kadar zorlamış ki gaz ile beraber içeride ne kadar is, pas, kurum varsa donuna boca etmiş. Sonra, insanın burnunun direğini kıran ağır bir koku yayılmış etrafa...
Yanında çırak olarak çalışdığım ve kendisi de hâlâ çok iyi bir terzi olan Seydi dayım anlatmışdı bu kıssayı. Bu vesileyle kendisine selâm ediyor ellerinden öpüyorum.
Dün gece geç saatlerde kıymetli arkadaşım Hasan TAŞCI aradı. “Abi, hokkanı muslukdan dolduruyorsun herhalde. Son makaleni tam 4 saatte okuyabildim” dedi. Ben de önce “Hasan, ben seni okur-yazar bilirdim” dedim. Sonra da “yazılarımı okuman için sana para vermiyorum!” dedim. Sahi, deyip soruyu bana tedvir etdi; “bu kadar vakit harcayıp bu yazıları yazmak için sana kim para veriyor abi, Allahaşkına?” Tecâhül ettim. Bu satırlarımı okuyorsa, duysun; kimseden para almıyorum, daha doğrusu vermiyorlar. Peki, niye mi yazıyorum; Kimsenin müttehidi ya da muhalifi değilim. Benim için “kim” değil, “ne dediği” önemli. Ben, bilginin memlûku, doğrunun divânesiyim (²) (TDK/1988). Ben, yanlışa bakarak uğrunda canımı seve seve vereceğim doğruyu, sadece doğruyu bulmaya çabalıyorum. Zira dem (²) (TDK/1988), şaşmaz yanılmaz hassas terazide doğruyu tartmanın demidir, can dostlarım.
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Astsb.III Kad.Kd.Bçvş.