×

Uyarı

JUser: :_load: 6532 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

Asubay Tefrikası 6-4

Kasım 29, 2017

 

Asubay Tefrikası 6-4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 Asubay Tefrikası 6-4

Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar

Türkiye’nin en çok aldatılan insanlarının

Asubay” denilen askerler olduğunu anlatmak için yazmaya başladığımız

Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm birinci kısımında;Kapak-6-1

Asubay” dedikleri biz “ortada sandık” askerlerin

Ve dahi

Asubaylık sınıfının özlük hakları” konusunda;

  • İcrâ makâmı” olan Genelkurmay Başkanlığı ve M.S.B,
  • Temsil makâmı” olan TEMAD,

          Ve dahi

  • Emekli ve muvazzafı ile asubayların gündemine göre,

Asubayların taleplerinin neler olduğunu gördük!

 

*  *  *  *  *Kapak-6-2

 

Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm, ikinci kısımında;

Cârî mevzuâtımıza göre “astsubay” dediğimiz “köle” asker sınıfının

Deniz Kuvvetlerimizde teşkil edilmesinin gizli maksadını fâş eyledik!

Meğerse bahriye zâbitân heyetimizin kendileri “ gemi güvertesinde öte beri göt gezdirsin ” diye

Donanmamızda “gedikli” (asubay) olarak tesmiye etdikleri “ ortada sandık ” asker sınıfını teşkil etmişler!..

 

*  *  *  *  *

 

Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm, üçüncü kısımında;

kapak-6-3

Astsubay” denilen ve dahi seferdehizmet eri” olan asker sınıfının

Hava Kuvvetlerimizde teşkil edilmesinin kan dondurucu maksadını öğrendik!

 

  • Daha kısa sürede eğitildiğimiz için
  • Daha ucuza "mâl” olduğumuz için
  • Ve en korkuncu da
  • Beyaz zâbitin yerine ölmemiz için,
  • Biz küçük zâbitânı pilot yapmışlar!

 

  Pilot olduğumuz için; 

 

  Biz  küçük zâbitân  zannediyor idik kendimizi “ makbûl ”, 

 

  Meğerse olmuşuz beyaz zâbitânın yerine biz “ maktûl.

  

*  *  *  *  *

 

Asubay Tefrikası isimli makâlemizin şimdi okuyacağınız altıncı bölüm, dördüncü kısımında ise;

Asubay Tefrikası 6-4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

   Akabinde de;

   Berrî (Kara) küçük zabitliğin (Asubaylığın) M.Ö bilmem kaç senesinde teşkil edildiğini söyleyen lâhanacı bosdan danası târihcilerin

   Bu ısmarlama ezberini külliyen ve ebediyyen bozacağız, inşallah! 

 

*  *  *  *  *

 

Asubay Tefrikası 6-4_ Ömer Hayyam_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Ey, Çadırcı! İçdiğin şarap, sevdiğin güzel idi.

Gitdin câmiye, niyetin kilim aşırmak idi!

Lâkin, dilinden dökülen hiçbir kelâm yalan,

Sen de yalancı değil idin be!..

Senin garbî komşu memleketdeki her boku bilen kerizci beyaz zâbitân

Ve dahi bu beyaz zâbitânın kuyruğuna takılan küçük beyinli küçük zâbitân

Bak, Allah aşkına! Ne yalanlar üfürmüşler!

 

*  *  *  *  *

 

Berrî (Kara) Ordumuzda küçük zâbitliğin (asubaylığın) teşkil edilmesine kalem batırmadan evvel

Bu köle asker sınıfının târihcesi hakkında bir iki kelâm edelim.

Târihcesine bakdığımızda

Bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz okulun kuruluş senesinin belli olduğunu görüyoruz.

Nasıl olmuş ise olmuş, Kara Harp Okulumuz gökden zembille inmiş de!

Babalarının minderi kendinden yaylı fayton koltuğuna “cup” diye oturur gibi

1834 senesinde “şıp” diye “kurulmuş!

 

Asubay Tefrikası 6-4_ Kara Harp Okulu Tarihcesi_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

Amma ve lâkin Kara Asubay Okulunun târihi söz konusu olunca

Kerâmeti kendinden menkul borazancıbaşılar hoşafın yağına buz tutdurmuşlar!

Kara Kuvvetleri EDOK Komutanlığının 2009 senesinde neşretdiği kitaba, öyle bokdan şeyler yazmışlar ki!

Mesnetsiz, asılsız ve yalan dolan bilgiler ile “târih yazdığını” zanneden

Ve fakat

Târih yapanlara” ihânet etdiğinin farkında bile olmayan bu lâhanacı bosdan danaları

Kara Asubaylığı târihi” konusunda bakınız, güneş görmemiş ne inciler üfürmüşler!

 

Asubay Tefrikası 6-4_ Kara Astsubay Okulları Tarihcesi_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6-4_ Kara Astsubay Okulları Tarihcesi_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Tarihi süreç içinde” okuma-yazma bilenlerden oluşturulan “astsubaylık müessesesi

Tarihin en eski döneminden itibaren var olan astsubay yetiştirme sistemi

 

Kara Kuvvetlerinin M.Ö. 209 senesinde teşkil edildiğini “şıp” diye biliveren müneccimbaşı subaylarımız

Astsubay” dedikleri asker sınıfının teşkil edildiği târihi söylemeye gelince dut yemiş garga guşu oluyorlar!

Bu kitabı yazan lâhana beyinli subaylarımız hem gelin hem de güvey olmuşlar!

Bilim adamlarımıza göre insanlığın başladığı târih bile belli.

Fakat ordumuzdaki asubaylığın ne zamân başladığını bilen yok!

Burada gevelediğin “târihî süreç” nedir? Ne zamân başladı? Sen, bu sürecin neresinde idin?

Târihin en eski dönemi” ne demek? M.Ö. mü, M.S. mi?

Böyle muğlak ifâdeler kullanan lâhana beyinli târihcilerimizin bu suâllere verecek cevâbı var mı?

 

*  *  *  *  *

 

MSÜ Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulunun örütbağda neşretdiği târihceye, bakınız neler yazmışlar.

Ordumuzun “orta” kademe yöneticileri ve teknisyenleri olan “astsubaylar

İlk başlarda; sürekli olarak aynı görevi yapan

ve bu nedenle bilgi ve becerisiyle sivrilmiş erbaşlarıngedikli” unvanı ile muvazzaf hizmete alınmalarıyla sağlanıyordu.

Asubay Tefrikası 6-4_ MSÜ Kara Astsubay Okulu Tarihcesi_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

İlk başlarda” tâbiri ile hangi târihi kasdediyorsun? M.Ö. mü? M.S. mi?

İlk başlarda” diye üfürdüğün o zamânda, sen nerede idin?

  • Orduda “astsubay” mı?
  • Kundakda “bebe” mi?,
  • Portakalda “vitamin” mi?
  • Senin baban, babanın babası, babanın babasının babası “nerede” idi?

 

Sen;

Subay yardımcısı” dediğin askerin târihcesini mi yazıyorsun?

Yoksa

Gözlüklü nene gibi dizinin dibine oturtduğun emzikli bebelere masal mı anlatıyorsun?

Ey bu cümleyi yazan “târihci” kardeşlerim benim!

Sen, târih nedir; ne ile beslenir, ne ile yaşar; nasıl yazılır, biliyor musun?..

 

*  *  *  *  *

 

İlim fukarası bu subaylarımızın yazdığı ucuz târihceye bakdıkdan sonra cezbeye tutulup da

Kendini târih yazmaya vakfeden bosdan bülbülü kimi asubay meslekdaşımız ise

Tıpkı lâhana beyinli bu subaylarımız gibi börkenekden öyle bir üfürmüşler ki!

   Tarihsel süreçte “gedikli” sınıfının ne zaman ve ne şekilde kurulduğu tarih olarak net değildir.

  

Asubay Tefrikası 6_4 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

Asubay Tefrikası 6-4_ Tarihci olduğunu zanneden soytarılar_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Böyle yalanlar üfürmek ile “târih” yazdığını zanneden bosdan bülbülü asubay meslekdaşlarımız

Kendisini köle yapdığı için beyaz efendisinin elini öpen “köle” durumuna düşdüklerini bilmiyorlar mı?

  

Subay okullarına sahte târihce düzmek için “yontulmamış yalanlar” söyleyen bosdan gargalarının

Asubay okullarının târihi konusunda böyle dübürden laflar üfürmesinin sebebini de

Eski Tüfek fâş eylesin sizlere;

Bugüne kadar kasden ve sahtekârlıklar ile tertip etdikleri binbür türlü kânun ile

Asubayları hem madden hem de mânen nefes alamaz duruma getiren şerefsiz beyaz subaylarımız,

Kendi hatâ ve günâhlarını, ne zamân başladığı bilinmeyen bir târihin sırtına yıkmak ve hedef sapdırmak isdiyorlar!

 

*  *  *  *  *

 

Bin dört yüz sene evvelinden Hz. Ali (ra) şöyle nasihât etdi bizlere; “İlim bir nokta idi, Onu câhiller çoğaltdı!

İşde, yukarıdaki sayfalarda kimlerin ne inciler yumurtaladığını gördünüz, okudunuz!

Berrî Küçük Zâbitliği (Kara Asubaylığı) konusunda da hakikât aslında “bir doğru” idi.

Onikinci havârinin İsa (as)’yı 30 gümüş dinara satdığı gibi

Akıl ve ilim fukarası subay ve asubay meslekdaşlarımız da

Kara Asubaylığı konusunda “bir doğruyu birçok yalana satdılar!

Kara Asubaylığı konusunda ağızlarını domaltarak kerâmet buyuran târih câhili subay ve asubay mesledaşlarımız;

Hz. Ali’nin bu sözünün ne kadar isâbetli bir tesbit olduğunu bir kez daha hatırlamamıza vesile oldu!

Asubay dediğimiz “ortada sandık” asker sınıfına târihce düzme yarışında

Kimlerin ne bokdan inciler üfürdüğünü gördükden sonra

İmdi başlayalım Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm, dördüncü kısımının konusuna...

 

*  *  *  *  *

 

Küçük Zâbitlik Avrupa Devletlerinde Niçin Teşkil Edildi?

Küçük zâbit isimli “ortada sandık” asker sınıfının Osmanlı Berrî Ordusunda teşkil edilmesinin sebebini anlatmadan evvel

Avrupa devletlerinde “küçük zâbitliğin” teşkil edilmesi hakkında kısa bilgiler verelim.

Zere;

Küçük zâbit asker sınıfının Avrupa Ordularında teşkil edilmesinin sebebini öğrenir isek şâyet

Bizim ordumuzda tezgahlanmasının sebebi de kendiliğinden ortaya çıkacak.

Avusturya, Almanya ve Fransa Orduları;

Zâbit ile er arasında yer almak üzere” kendi ordularında “küçük zâbit” ismini verdikleri yeni bir asker sınıfını

19’uncu asırın başlarında teşkil etdiler.

 

Çünkü;

Her üç devlet de bütün dünyâyı kendi sömürgesi yapmak isdiyor idi.napolyon

II. Frederick William’ın Prusya Almanya’sı

Ve dahi Napolyon Bonapart Fransa’sının bu asırda yapdıkları harblere bakdığımızda

Bu niyetlerini açıkca görebiliyoruz.

Allah’ın kendisini bütün dünyâyı Fransa’ya köle yapması için yaratdığına inanan

batonVe dahi 

Fransa’yı “topyekûn seferberliğe” hazırlayan Napolyon,

Ordusunun erlerini coşdurmak için şöyle dedi;

İnkilâp târihleri neferlerin çantasında dâima mareşallik batonu taşımışdır!

Bu sözünü unutmayan Napolyon;

Harblerde fedâkârlık gösderen neferlerini hemen mareşalliğe terfi etdirdi.

 

*  *  *  *  *

 

Asker kıral” olarak bilinen Prusya Almanya’sının kıralı II. Frederick William dafred

Ordusu için kânunlar yapdırdı. Askerine çok iyi maaşlar verdi, iâşenin en iyisini yedirdi, kıyâfetlerin en iyisini giydirdi. Silâhın en iyisi ile donatdı. Askerini çok seven bu kıral, boylu-poslu ve kuvvetli gençleri ailelerinden para ile satın aldı. Vermeyi kabul etmeyen ailelerin çocuklarını da zorla kaçırıp asker yapdı. Kendi yapdırdığı kânuna göre mahkemeye kadar giden ve aleyhine karâr vermesine rağmen mahkemeye saygı gösderen kıral, II. Frederick William’dır. “Berlin’de hâkimler var!” dedirten, bu kıraldır. Bilime, akıla ve kânuna her zamân saygı gösderen II. Frederick William, girişdiği bütün harbleri kazandı ve “hiç mağlup edilmeyen kıral” olarak târihe geçmeyi hak etdi.

 

*  *  *  *  *

 

Aynı dönemde bizim padişahımız III. Mustafa ise

Sarayındaki dalkavuk müneccimlerin üfürüklerine göre devleti idâre ediyor idi.ııı-mustafa

Kıral II. Frederick William’ın harblerdeki başarıları karşısında şaşkına dönen bizim padişahımız III. Mustafa;

En güvendiği veziri olan Ahmet Resmî Efendiyi elçi olarak Prusya’ya gönderdi

Ve dahi

Kıral II. Frederick William’dan üç müneccim isdedi.

III. Mustafa’nın maksadı;

 

  • Harpde muzaffer olmak için uğurlu günler tesbit etmek 

        Ve dahi

  • Ordusuna, muzaffer olacak iyi kumandan seçmek idi.

  

II. Frederick William, bizim padişahın bu gülünç isdeği karşısında çok şaşırdı fakat alay etmedi.

Harbde muzaffer olması için III. Mustafa’ya şu üç nasihâtı verdi;

 1. Târihi iyi bilmek ve târihde yaşanmış harblerden ders çıkartmak.

 2. İyi bir orduya mâlik olmak ve sulh vakdinde dahi muharebe zamânında imiş gibi tâlim etdirmek.

 3. Her dâim dolu bir hâzineye mâlik olmak.

Ve Kıral II. Frederick William, elçimiz Ahmet Resmî Efendiye şöyle dedi;

Git, III. Mustafa’ya evvelâ selâmımı söyle! Sonra da şöyle de; “İşde, benim üç müneccimim bunlardır.” 

 

*  *  *  *  *

 

Makâlemizin bu bölümünün konusu olmadığından ötürü 18’inci asır askerliğinden bahsetmeye gerek yok!

Çünkü bu asırda dünyâda “düzenli ordu” yok idi!

Olduğunu iddia eden ve “dünyânın ilk düzenli ordusunu M.Ö 209 senesinde kurduk” diyen de “dünyâda” sâdece bizim Genelkurmay Başkanlığımızdır.

 

  • Dünyânın ilk buhar makinesini, ilk motorunu sen mi icâd etdin? Hayır! 
  • Dünyânın ilk barutunu, topunu, tüfeğini, atom bombasını sen mi icâd etdin? Hayır!
  •  Dünyânın ilk uçağını, ilk füzesini sen mi icâd etdin? Hayır!
  • Dünyâ askerlik târihine geçecek kadar önemli bir tek icâdın var mı? Hayır!

 

 

O zaman kusura bakma sen, Genelkurmay Başkanı! "Aklın yok ise hakkın da yokdur!"

Bunları icâd edecek kadar aklı olmayan ordunun, “dünyânın düzenli ilk ordusunu kurma” hakkı da yokdur.

Kibir; kibirden daha çok cehâlet; cehâletden daha çok hamâset; hamâsetden daha çok hamakât!

Her boku kendilerinin bildiğini zanneden târihci zübük subaylarımıza sesleniyorum;

Eyi, gözel!

Asker, gitdiği yere kânunu da götürür! Kânun yok ise asker de yokdur!

 

Mâdem "dünyânın ilk düzenli ordusunu" sen kurdun!

"Düzen" demek "kânun" demekdir !

 

 Maçan yiyor ise şâyet ;

  • Kurduğun şu “düzenli ordunun kânununu” bana bir gösder hele!..

Mâdem “dünyânın ilk düzenli ordusunu" kuracak kadar aklın var idi!

Öyle ise Avrupa’lının, Amerika’lının ayağına gadar gidip de;

  • İç Hizmet Kânununu, niye Prusya’dan aldın?
  • Askerî Cezâ Kânununu, niye Fransa’dan devşirdin? 
  • Askerî Harcırâh Kânununu, niye Almanya'dan ithâl etdin? 
  • Deniz Harp Okulunu, niye çaşıt Fransız karacı subay Baron de TOTT kurdu diye zil takıp oynuyorsun? 
  • Deniz Asubaylığını, niye İngiltere’den aşırdın?
  • Kara Harb Okulunu, niye Fransa’dan örnek aldın? 
  • Hava Harp Okulunu, niye gitdin Amerika’dan getirdin? 
  • Kara Asubaylığını; kimlerden, nasıl aşırdığını da ilk kez bu mâkelemizde fâş eyledik!

 


Bütün bu acı hakikâtler karşımızda sırıtırken sen hiç utanmadan, sıkılmadan diyorsun ki;

Dünyânın ilk düzenli ordusunu ben kurdum!” Yuf olsun, sizin ervâhınıza be!..

Kuduruk âşık âlemi kör, etrafındakileri de dört duvar zanneder imiş!

Dünyânın ilk düzenli ordusunu biz Türkler kurduk” diyecek kadar azgınlaşan zübük subaylarımızın da

Kuduruk âşıklar gibi o “incir çekirdeği” kadar akılları da başından uğramış zâhir!..

 

*  *  *  *  *

 

19’uncu asırın büyük bir bölümü, birbirinin topraklarını ele geçirmek isdeyen Avrupa devletlerinin kendi ordularını ve vatandaşlarını sürekli olarak “topyekûn seferberlik” hâlinde tutmalarına sebep oldu.

Avusturya, Almanya ve Fransa gibi Avrupa devletleri, dünyâyı sömürmek siyâsetinden 20’inci asırda da vazgeçmedi. İkincisinin çıkacağını bilemediğimiz için “Birinci Dünyâ Harbi”’ne “Harb-i Umumî ya da Büyük Hârp” dedik. Birincisi biteli daha 20 sene bile geçmemiş idi ki bu kez de aynı sömürgen devletler İkinci Dünyâ Harbinin müsebbibi ya da muhatabı oldular. Avrupa devletlerinin bu bitmek tükenmek bilmeyen “sömürgenlik” hırsı yüzünden 20’nci asırın ilk 50 senesi de tam anlamı ile gene “topyekûn seferberlik” hâlinde geçdi.

Bizim devletimiz İkinci Dünyâ Harbine girmedi. Fakat neticesi itibâri ile mağlub devletlerden bile daha ağır bedeller ödedik. BM ve NATO gibi milletlerarası sömürgen teşkilât, mağlub devletlerde bile yapamadığı sömürüyü ve hovardalığı bizim hâin subaylarımız ve hâin siyâsetcilerimiz vasıtası ile bizim memleketimizde yapdılar. 2016, 15 Temmuz subay darbesinden sonra Türkiye’nin NATO üyeliğinden çıkmasının açıkdan konuşulması, işde bu sömürünün ve hovardalığın açık bir emâresidir. Üsdelik de kendilerini iktidâra getiren Coniperestiş siyâsetciler söylüyor bu hakikâti...

Bu Avrupa devletlerinin “küçük zâbitliği” teşkil etmesinin esâs gâyesi de

Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın 1910 senesinde Meclis-i Ȃyan’da itirâf etdiği gibi;

Yaklaşan “topyekûn seferberlikde” ölecek zâbitin yerini hemen alacak yeni bir asker sınıfı teşkil etmek idi!

  • O dönemin ordularında erâtın tamâmı okuma-yazma bilmiyor idi.
  • Okuma-yazma bilen vatandaşlar ise her orduda zâbit oluyor idi.

 

Bu sömürgeci devletler işde bu maksatla ve sâdece “seferde” (harbde) görev yapmak üzere “küçük zâbitliği” teşkil etdiler.

Fakat bu devletlerin aristokrat ailelerine mensup beyaz zâbitânı da

Cephenin en önüne sürdükleri fakir ve köylü ailelerin çocukları olan “küçük zâbitânın” kendileri yerine kolayca öldüğünü fark etdi.

Bu fırsatı kendi lehine ganimete çeviren zengin ve aristokrat aile çocukları olan Avrupa’lı beyaz zâbitân da;

  • Sefere(harbe) mahsus olarak teşkil etdikleri 

         Ve dahi

  • Küçük zâbit” dedikleri bu asker sınıfından harbden sonra da vazgeçemediler.

 

Bu sebepden dolayı Avusturya, Almanya ve Fransa Ordularındaküçük zâbitlik” bugün de hâlen mevcutdur.

 

*  *  *  *  *

 

C. Berrî (Kara) Ordumuzda Küçük Zâbit (Asubay) Sınıfının Teşkil Edilmesinin Sebebi;

Şimdi gelelim “küçük zâbitliğin” bizim kara ordumuzda peydahlanmasına...

Ağacın kurdu, gövdesindedir!

Küçük zâbit ismini verdikleri askerleri aldatanlar da gene

Ağacın gövesindeki kurt misâli kendi ordumuzun zâbitânı oldu!

Çok örnek var. Fakat biz şimdilik sâdece üç zâbitin söylediklerini burada fâş eyleyeceğiz.

Târih sırasına göre bu zât-ı şahâneler şunlar; 

  • Kara Piyâde Binbaşı Ali Vasfi Bey; Taşlıca/Üsküp Mebusu. 
  • Harbiye Nâzırı Müşir Mahmut Şevket Paşa; küçük zâbitliğin mucidi. 
  • Harbiye Nâzırı Müşir Enver Paşa; küçük zâbitlik hakkında laf geveleyen er kişi...  

 

 *  *  *  *  *

 

Târih; 1909, 22 Kasım

Berrî (Kara) Ordumuzda Piyâde Binbaşı rütbesi ile görev yapıyor idi. O vakitlerde zâbitân heyetimiz, askerlik görevlerine ilâve olarak aynı zamânda mebus da seçilebiyor idi. Binbaşı Ali Vasfi Bey de bu hakkını kullandı. 1908 senesinde memleketi Taşlıca/Üsküp’den seçime girdi. Ve sâdece 21 rey alarak mebus seçildi. Sonra, Millî Müdafaa Encümeni Mazbata Muharriri olarak Meclisde göreve başladı.

Meclis-i Mebusân 22 Kasım 1909 Pazartesi günü içtimâ eyledi.

Asubay Tefrikası 6_4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

   Gündem;

Osmanlı askerî târihinde ilk kez teşkil edilmesi tasarlanan İhtiyât Zâbitânlığı idi.

Aslında gündemde yok idi.

Fakat “Ömer diyecekmiş gibi” ağzını domaltan Ali Vasfi Bey,

Henüz üç ay evvel teşkil etdikleri Berrî (Kara)Küçük Zâbitliği” hakkında şu incileri dökdü;

Söylendiği, yazıldığı ve meclis kayıtlarına girdiği günden bu buyana bu kayıtları hiç kimse görmedi.

Bugüne kadar geçen 108 seneden sonra bu belgeyi,

İlk olarak sizler görüyorsunuz.

Sayfa: 62

  ALİ VASFİ BEY (Taşlıca (Üsküp) Mebûsu (Devamla);

Şimdiye kadar bizde “küçük zabitlik” yoktu.

Vakıa Dahiliye Kanunnamemiz kırküç (Milâdî 1827. IRBIK) senesinde tercüme edilmiş kırkbeşte (Milâdî 1829. IRBIK) tadil edilmiş, yani Sultan Mahmut zamanında kabul edilmiş.

Bu nizamnamenin bazı yerlerinde “küçük zabit” tabiri vardır. Bunun aslı Fransızcadan tercüme edildiği için (sou-officier)’den aynen alınmıştır. Fakat orası bizde unutulmuş. Belki “onbaşı, çavuş, bölük emini” yerinde kullanılmıştır. Bundan dolayı şimdi “küçük zabit” tabirini kabul etmeli ve Ordu kabul etti.

Bugün her orduda hemen hemen Almanya tensikatının aynı caridir. Avusturya keza. Hep “küçük zabit” kadrosu vardır.

O orduların vakti hazarda en büyük ve mühim uzvu, cüz'ütâmı bölüktür. Bölükteki heyeti muallime, “küçük zabitan” heyetidir.

Küçük zabitan” efratla beraber yatarlar, onlarla beraber hem haldirler. Seviyei irfanları yekdiğerine daha karib (yakın) olduğundan, onun için kuvvei muavine ile talebe arasında bulunurlar.

Binaenaleyh bugün Ordu, hakikî bir terakki etmek için o mühim tensiki yapmak şartıyla “küçük zabitan” kadrosunu kabul etti.

Küçük zabitan” yetiştirmek için şurada bir mektep küşad edildi. “Küçük zabitan” kabul ediliyor, yetiştirilecektir. Şimdi Avrupa devletleri ne yapıyor? Bir defa hizmeti muvazzafai askeriye üç senedir, sonra bir de ihtiyat vardır. Beş sene bir “küçük zabit” manen, fıtraten, ahlaken tabiatı saniye hükmüne gelmiş silâh endazlıktan şöyle yıkanıp çıktıktan sonra talebeyi teşkil eden efrada karşı zabitlik haysiyetini, etvârını, evsafını takınabilir. Zabitin bulunmadığı bir zamanda gaybubetini (yokluğunu) hissettirmeyecek; efrad üzerine maddî tesir icra edilmek için bir defa sinnen (yaş olarak) azıcık ziyade olması lâzım gelir. "Küçük zabit” 28 yaşında olmalı. Hiç olmazsa celî (bilinen) bir tabirimizle «Ağabey» dedirtecek kadar olmalı. Bunların zaten tahsilleri; terbiyeleri iptidai olduğu haldekendileri müddeti medîde (uzun süre) ameliyat ve tecrübe görerek zabitleşmeli. Zabitlik, kendilerine kumandan vazifesi, tabiatı saniye hükmüne gelmeli. Fakat yirmisinden otuzuna kadar temini maişet edemeyeceğinden ondan sonra hiçbir iş tutamaz.

Fakat Şarkî Avrupa devletleri ne yapıyorlar? Bilfarz Almanya'da oniki senedir istikamet ve iffet dairesinde iktidar ve maharet göstererek, iyi muallim ve mürebbi olduğunu ispat ederek, bir çok efrad yetiştirerek bir gün şahadetname alacak olursa, ki biz bunu daha teklif etmiyoruz, çünkü bütçemiz fakirdir - kendisine senede bir defa zengin bir ordu, bin mark yani elli tane İngiliz lirası veriyor. Bu şahadetname ile polis memuriyeti, telgraf memurluğu ve posta memurluğu gibi hizmetlerde istihdam olunur. Bu hizmetinden istifade edilmek için kendisine her gün öğleden sonra ikişer saat müsaade olunur. Ait olduğu mevakii askeriyede isbatı vücut eder. Meselâ hukuk müntesibininden birisi her gün öğleden sonra iki saat ders alır, sonra dört senede bir şahadetname alıp devairi adliyede (adliye dâirelerinde) kâtiplikle vesair hizmetlerde istihdam edilir. Veyahut Polis Dairesine devam eder. Cezaya, kavanini adliyeye ait icabeden malumatı tederrüs eder. İşte Avrupa hükümetleri “küçük zabitana” böyle muaveneti nakdiye vesairede bulunur. Şimdi biz muaveneti nakdiyede bulunamayız. Komisyon burayı düşünmüş, teemmül etmiş (düşünmüş). Buraya konmamış, sonra bu kanunda böyle bir madde yoktur. Fakat Ciheti Askeriye, tabiî diğer bir kanun ile sureti saniyede bunu teklif eder, talep eder. Şimdi “küçük zabit” iyi bir muallim, mürebbi olabilmek için sekiz on sene işlemeli, yoksa yetiştiririz, terhis ederiz, vücudundan istifade edemeyiz. O noktai nazardan sair devletlerin oniki sene olduğu halde bizde on sene kabul edilmiş. O halde bu haddi asgarî diye telâkki edilmelidir.


Kara Piyâde Binbaşı Ali Vasfi Beyin yukarıda okuduğunuz itirâfından,

İşde, şimdi en az iki yeni şey daha öğrendiniz;

  1. Küçük zâbit denilen bu melâneti biz Türklerin, kimlerden ve ne zamân aşırdığımızı,

  2. Avrupada küçük zâbitlik ne imiş!

      Fakat bizim vatan hâini subaylarımız küçük zâbitliği ne yapmışlar!..

  

  • Sen git, küçük zâbit ismini verdiğin yeni bir asker sınıfı tertip et!
  • Sonra tut, bunu da Fransa’dan, Almanya’dan, Avusturya’dan devşir!
  • Sen kendi küçük zâbitine; Almanya’nın kendi küçük zâbitine yapdırdığı bütün işleri fazlası ile yapdır.
  • Fakat Almanya’nın kendi küçük zâbitine verdiği hakların hiçbirisini sen, kendi küçük zâbitine verme!

 

Ben, Eski Tüfek Şükrü IRBIK buna; âdi, alçak ve hâince yapılmış bir şark kurnazlığı diyorum!..

İşde,

Küçük zâbitlik konusunda ordumuzun Diyârıbekir garpuzu gibi ikiye yarıldığı yer, tam da burasıdır.

Bu sakat, sapkın ve sürgün zâbit zihniyeti, bugün bile hâlâ aynen devâm ediyor.

Bu konuda söz değil fakat, bunu yapan şerefsiz zabitân heyetimize sülâle boyu öyle küfürler etmek isdiyorum ki!..

 

*  *  *  *  *

 

Kara Piyâde Binbaşı Ali Vasfi Bey’in bu konuşmasında bir kitabı dolduracak kadar ibret verici gerçek var.

Fakat makâlemizin dördüncü kısımını fazla uzatmamak için bu konuyu şimdilik kızağa çekiyorum.

 

Asubay Tefrikası 6_4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Bu esrârengiz sakâmeti suâl eden bir dilekce yolladım meclise. Bakalım ne cevâp verecekler.

Asubay Tefrikası 6_4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

İşde,

Küçük zâbitlik konusunda yukarıda gördüğünüz incileri yumurtalayan mebus Ali Vasfi Beyin künyesi.

Asubay Tefrikası 6-4_ Ali Vasfi Bey_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Bir “zâbitden”, “zâbit olmayan askerler” hakkında başka ne bekliyor idi ki?

Ve dahi

Avrupa Ordularındaki küçük zâbitliği anlatırken Ali Vasfi Beyin konuşmasına dikkat etdiniz mi?

Kara Öğ. Albay Tahsin ÜNAL’ın asubaylığı târif ederken kullandığı kelimeleri hatırladınız mı?

 

*  *  *  *  *

 

Târih; 1910, Yaz aylarında bir gün.

Berrî (Kara) Ordumuzun küçük zâbitânını aldatanların en başında,

Harbiye Nâzırı Müşir Mahmut Şevket Paşa var.

 

 

Çünkü, padişahın karşı koymasına rağmen,

Osmanlı Devletini yıkıp padişahı tahtından indiren ve küçük zâbitliği teşkil eden kişi, O!

  • Evvelâ, bu çok önemli hakikâti tesbit edelim.
  • Sâniyen, küçük zâbitliğin teşkili hakkında kısa ve fakat doğru bilgiler arz edelim,
  • Sâlisen de küçük zâbitânı aldatmak için bu zâbitin üfürdüğü yalanları ilk kez fâş eyleyelim...

 

Berrî (Kara) Ordumuzda bugün “asubay” dediğimiz “ortada sandık” asker sınıfı,

Aşağıdaki nizâmnâmesinde de görüldüğü üzere

Küçük zâbit” ismi ile 06 Ekim 1909 Çarşamba günü teşkil edildi.

Bu târihden evvel Osmanlı Kara ordusunda “Küçük zâbitlik” var idi diyen bosdan gargalarının gulağı çınlasın!

Bu asker sınıfının isminin önüne kendi akıllarınca “gedik” sıfatını ekleyen

Ve dahi

Mekteb isminin “gedikli” küçük zâbit mektebi olduğunu söyleyen karacı ve târihci(!) asubay meslekdaşlarımın da yüzleri kızarsın!

Resmî ve fakat sahte târihci subay tayfamızın gönüllü piyâdesi olan bosdan bülbülü bu meslekdaşlarımız,

Demek ki daha nizâmnâmesini bile görmeden, mezûnu oldukları mekteb hakkında târih(!) üfürmüşler!

Bizim zottirik subaylarımız daha gıdaklamadan “ortada sandık” bir asker sınıfı yumurtalıyor!

Bizim saftirik asubaylarımız da hidâyete erip “biz, ortada sandık yöneticiyiz!” diye piyasa yapıyor!

Ayıpdır! İnsanda biraz edep olur, hayâ olur!

Askerim diyor iseniz şâyet bu hasletlerden sizde kat kat fazlası olur, olmalıdır!

Akılları yetdiği kadarı ile hakikâti araştırıp doğru târih yazmak yerine

Bosdan danası târihci subaylarımızın dübürlerinden üfürdüğü yalana inanıyorlar.

Ve böyle davranmak ile de kendilerini köle yapan beyaz subaylarımızın elini, eteğini öpüyorlar!

Asubay Tefrikası 6-4_ Kara köle asubaylar ve efendi beyaz subaylar_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK


Laklâkiyât yapan bu meslekdaşlarımızın bir hatâsı daha var.

Bu zevât diyor ki; ordumuzun sözüm ona “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı var imiş!

  • Osmanlı Ordusunda yok idi, 
  • Bugün de Amerikalı Coni’de yok! 
  • İngiliz Tomi’de yok!

Senin ordunda niye olsun? Bunu akıl eden birisi de hiç yok!..

Amerikalı Coni’ye ve İngiliz Tomi’ye kendi devletinin, kendi ordusunun verdiği kıymeti, hakkı hukûku

Sen, kendinden niye esirgiyorsun be adam? Yoksa sen de mi bir bozukluk var?

Biraz aklı olan bir insan;

Kendi kendine “ortada sandık” bir asker sınıfının kuluyum, kölesiyim der mi, Allah aşkına?

“Ortada sandık” bu asker sınıfının mensubu olmakdan memnun isen şâyet

Meydânlara doluşup salya sümük niye ağlaşıyorsun, be adam?

 

*  *  *  *  *

 

Gedikli erbaş” tâbiri hakkında üfürdüğü yalandan dolayı Asubay Tefrikası 6-3’de

Asubay neşetli Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ.Yarbay Osman YALÇIN’a kısa ve fakat unutamayacağı bir ders vermiş idik!

Bu kez de bu dördüncü kısımda “gedikli” tâbiri konusunda kendi meslekdaşımıza bir ders verelim.

Aşağıda görülen makâlesinde kıymetli bir meslekdaşımız;

Laf kıtlığında asma budamış!

Ve dahi

1909 senesinde açılan mekteb isminin “Gedikli Küçük Zâbitân İptidâî Mektebi” olduğunu yazmış!

Asubay Tefrikası 6_4_ Bosdan danası tarihciler_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  

Târih yazıyorum diyerek alıp da kalemi eline yukarıdaki yazıda sözünü etdiğin;

  • Erbaş

         Ve dahi

  • Gedikli Erbaş” tâbirinin

 

Türk askerî ıstılâhına ne zamân duhûl eylediğini biliyor musun sen?

Gedikli erbaş” tâbiri,

Askerî mevzuâtımıza ilk kez 2717 sayılı şu kânun ile 25 Mayıs 1935 Cumartesi günü hulûl eyledi.

Bu târihden evvel ordumuzda “erbaş” ve “gedikli erbaş” olarak tesmiye edilmiş bir asker sınıfı yok idi.

Asubay Tefrikası 6_4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  

Astsubay” dedikleri uyduruk asker sınıfı hakkında bu yalanı söyleyen meslekdaşlarımız, subaylarımızın kucağından insinler artık!

Bunu götlerinden uyduran hileci subaylarımızın ilimleri yetiyor ise şâyet, buyursunlar!

Eski Tüfek’in karşısına gelsinler hele!..

Ordumuzun “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı olduğu yalanını üfüren bu zübükler,

Kendi işlerini “asubay” dedikleri köle askerlerin sırtına yüklemeye çalışan kurnaz zâbitânın ta kendisidir.

Bu konuda da subaylarımızın papağanı olan meslekdaşlarımız,

Subaylarımızın bu yalanına çanak tutmak ile üç halt ediyorlar;

1.  Subaylarımızın uydurduğu ordumuzun “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı var yalanına ortak oluyorlar,

2. Gayri meşrû ve “ortada sandık” bir asker sınıfı olan “asubaylığı” meşrûlaşdırmaya yeltenen subaylarımızın fesat değirmenine su taşıyorlar.

3.  Ȃdî bir yalan söylüyorlar; Biraz araşdırmasını bilseler! Hele bir de okuduğunu anlayabilseler idi şâyet! Bu zevât; o vakitlerde donanma gemilerimizde en düşük rütbe ile göreve başlayan bir tayfanın, kâbiliyetine ve celâdetine koşut olarak o gemiye “reis” (komutan) olabildiğini görebilecekler idi.

 

Yeri gelmiş iken şu şerhi de buraya hakkedelim;

Subaylarımızın üfürdüğü gibi ordumuzun “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı yokdur. “Yönetici” dediğiniz o zikzikli şey, mahalle derneklerinde filan olur!

Kendilerini “orta düzey yöneticiliğe” lâyık gören “kes-yapışdırcı” meslekdâşlarıma buradan söylüyorum;

Ordumuzun bir tek şeye ihtiyâcı vardır; ölmeye ve öldürmeye her an hazır “subay ve erâta.”

Kendilerini ATATÜRK’den akıllı zanneden kurnaz ve fakat hâin ve fitneci subaylarımız ile

Bu kurnaz, hâin ve fitneci subaylarımızın eteğinde dolaşan “köle rûhlu meslekdaşlarım” biraz daha laklâkiyât yapsınlar bakalım. Bu konuda bugüne kadar söylediklerini de yalayıp yutmaya şimdiden hazır olsunlar!

 

*  *  *  *  *

 

İmdi teveccüh eyleyelim, küçük zâbitliğin Osmanlı Berrî (Kara) Ordusunda duhûl eylemesine...

Küçük zâbitân ismi verilen köle asker sınıfının tâlihsizliği 1909 senesinde kânunun kabul edildiği gün başladı.

Nizâmnâmesinin daha birinci maddesine “dâimî” kaydı düşülen “küçük zâbitân

Berrî (Kara) Ordumuzamenzil eşşeği” gibi rapdedildi.

Küçük zâbitânı” niçin “menzil eşşeği”ne benzetdiğimi de aşağıdaki sayfalarda belgeleri ile göreceksiniz.

Asubay Tefrikası 6_4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  

Bilirsiniz, harbde firâr eden asker, kurşuna dizilerek infâz edilir.

Firâr etse bedeli, Divân-ı Harp Mahkemesinde kurşuna dizilerek ölecek!

Hamiyyet gösderip yiğitce atılarak düşmân üsdüne! Bu kez de zâbitin yerine ölecek!..

Öyle bir asker sınıfı düşünün ki! Yürümeye mecbur edildiği her iki yolun sonunda da ölüme varsın!

İşde, ordumuzdaki "asubaylık" tam da bu demek oluyor...

 

*  *  *  *  *

 

Küçük Zâbit Mektebi ismi ile açılan mekteplerin kaderi de

Tıpkı Donanmagedikli” sınıfının kaderi gibi oldu.

Bu mekteplerden birisi olan Kasımpaşa’daki Dersaâdet küçük zâbit mektebi tâlime başlayalı daha bir sene bile olmamış idi.

 

Fakat mektebde er muamelesi gören cingöz talebeler, zâbit olmayacaklarını çokdan anlamışlar idi  bile...

Bu sebepden dolayı da küçük zâbit mekteplerine talep birden bire dibe vurdu... 

  • Parası olan talebeler mektebde geçirdiği her ay için 2 lira tazminât ödeyip mektebi terk etdi. 

    (1911 senesinde; 

    mülâzım 

    (teğmen) maaşı 2,5 lira, kıdemli çavuş 

    rütbesindeki küçük zâbitin aylık maaşı ise 2 lira idi.)

  • Ekserisi firâr etdi,
  • Kimisi de intihâr...

Azrâil (as)’in intihâr kisvesi ile can almak için buralarda kol gezmeye başladığı günlerden bir gün

Küçük zâbitliğin mucidi ve dönemin Harbiye Nâzırı Müşir Mahmut Şevket Paşa, bu mektebe gitdi.

Mekteb bahcesinde içtimâ eylediği talebelere şunları vaad etdi;

Asubay Tefrikası 6-4_ Harbiye Nazırı  Darbeci Müşir Mahmut Şevket Paşa_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  

  Sene: 1910 

  Mekân: 1326 bütçe müzâkeresinde Meclis-i Mebûsân’a hitâben; 

  Sayfa: 329 

 

  Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) 

  Müşir Mahmut Şevket Paşa 

  Osmanlı Ordusunda teessüf ederim ki, bugüne kadar  küçük zâbitân heyeti yoktur.

  Vâkıa Çavuş, Bölük Emini, Başçavuş denilen şeyler vardır fakat lafzî idi.

  Mânen küçük zâbit değildir.

   Küçük zâbit 12-15 sene hizmet etmeli ki, küçük zâbit mektebinde tahsil etmeli ki küçük zâbit olabilsin.

   Biz bunu, devr-i sabıkâda dikkate aldık.

   Defaatle teklif ettik fakat düşününüz haysiyyeti Hükümeti ki zâbitânın mektepli olmasını istemiyor.

   Nerede kaldı ki küçük zâbitânı mektebden yetiştirsin.

  İşde, bu fikir, devri sâbıkta küçük zâbitân heyeti teşkiline mâni oldu.

  Fakat meşrutiyet teessüs eder etmez can attık, bu mektepleri tesis ettik!

 

 

  Merdi kıptî gibi şecaâ t arz eder iken, 

  Sirkatin fâş eyleyen Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın

  1910 senesi bütçe müzâkeresi esnâsında Meclis-i Ȃyan’da söylediği bu sözlerini

  Aradan geçen 107 sene sonra

  İlk gören ve ilk okuyan da gene sizler oluyorsunuz!

Asubay Tefrikası 6_4_ Başbakan Binali YILDIRIM_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  Mektepli zâbitânın tertip etdiği Birinci Dünyâ Harbinde ölmesi istenen askerler kim?

  • Küçük Zâbitân!

  Gene mektepli zâbitânın tertip etdiği 2016, 15 Temmuz subay darbesinde ölmesi isdenen askerler kim?

  • Küçük Zâbitân!

 

  Birisi zâbit, diğeri siyâsetci olan bu iki zevâtın

  107 sene sonra söyledikleri arasında bir fark var mı, Allah aşkına?

 

Meclise peşpeşe kabul etdirdiği kânunlar ile

Alaylı zâbitânı” ordudan ihrâc eden 31 Mart zâbit darbesinin sahte kahramânı Mahmut Şevket Paşa’nın maçası tutuşdu!

Hudutlarımıza dayanan düşmânların sayısı karşısında dudağı uçuklayan Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa,

Hiçbir suçu olmadığı hâlde ordudan tard etdiği “alaylı zâbitânı” mum ile arar oldu!

Mektebli zâbitânı” ölümüne cephenin önüne sürmek isdemeyen paşamız; vatandaşın harp korkusunu ganimete çevirmesini bildi.

Ve dahi

Mektebli zâbitânın” yerine ölmesi için “mektebli küçük zâbitân” ismini verdiği yeni bir asker sınıfı teşkil etdi.

 

*  *  *  *  *

 

Der Saâdet Küçük Zâbit Mektebi;

  • 1901 senesinden beri İstanbul’da yaşayan

         Ve dahi

  • Osmanlı Ordusunda Mekâtib-i Askeriye Umum Müfettişi (Askerî Mektebler Umum Müfettişi) olarak görev yapan Alman zâbit Bodo Friedrich Borries Von DİTFURTH Paşa’nın nezâretinde teşkil edildi.

Sanki mârifet imiş gibi;

Berrî (Kara) Küçük Zâbitliğin bizim ordumuzda teşkil edilişinin bokdan şerefini

Mahmut Şevket Paşa’mıza yamamak isdeyen târih câhili zübük subaylarımız,

Bu hakikâtden niyeyse pek bahsetmezler. 

Der Saâdet Küçük Zâbit Mektebi isimli bu mekteb;

10 Temmuz 1911 Pazartesi günü

Kıdemli Çavuş” rütbesi ile 173kıdemli küçük zâbiti” ilk dönem olarak mezûn etdi.

Aşağıda;

Kağıthâne çayırında icrâ edilen

Ve

Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın da iştirâk etdiği bu törene ait bir resim görüyorsunuz.

Asubay Tefrikası 6-4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

Son padişahımız Sultan Vahdettin’in Başimamı Sadık Efendi’nin oğlu idi. Padişahın ikâmet etdiği Dolmabahce sarayının karşı sokağındaki konakda yaşıyorlar idi. Babasının namaz kıldırdığı camiye ve saraya gider ve Padişah Sultan Vahdetdin’i hemen hergün görür idi. Saray bahcelerinde padişah çocukları veliaht ve sultanlar ile oyunlar oynadı. 1909 senesinde 16 yaşında bir delikanlı iken Taksim Topcular Kışlası, Nişantaşı, Yıldız Sarayı ve Dolmabahce civârında cereyân eden 31 Mart Vak’asının sokak boğuşmalarına bizzat şâhidlik etdi.

  • Balkan Harbi,
  • Birinci Cihân Harbi, 
  • Çanakkale Harbi,
  • Irak Cephelerindeki harblerde 

         Ve dahi

  • Sakarya Meydân Muharebelerinde harb etdi.

 

Bu harplerin hemen hepsinde yaralandı. Irak cephesinde harb ederken İngilizlere eşir düşdü. Hindistan’daki İngiliz esir kampına sürgün edildi.

Bu kampda tanışdığı Muhammed Ali isimli bir müslüman ile çalışarak Hintli müslümanları tek başına örgütledi. Pakistan devletinin kurulması ile neticelenen halk hareketine önderlik etdi.

Muhamed Ali isimli bu müslüman; 1947 senesinde Pakistan Devletini kuran ve ilk Cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Ali CİNNAH idi. Küçük zâbit Nurettin Efendinin esir kampında müslümanlara yapdığı yardımları asla unutmadı. Pakistan’ın kurucu Cumhurbaşkanı Muhammed Ali CİNNAH Türkiye’ye ilk gelişinde, İstanbul’da konakladığı otele merhum Nurettin PEKER’i dâvet etdi.Peker 2a Pakistan’ın kurulmasındaki emeklerinden dolayı kendisine hediyeler verdi ve yardımları için bir kez daha teşekkür etdi.

Der Saadet Küçük Zâbit Mektebinden kıdemli çavuş rütbesi ile 1912 senesinde mezun olan Nişantaşı’lı Kıdemli Küçük Zâbit Nurettin (PEKER) Efendinin başçavuş rütbesi ile 1914 senesinde çekdirdiği bir resimi.

Peker-1

  

  

Yukarıda gördüğünüz resimleri ve bu bölümdeki bilgilerin bir kısmını;

Piyâde Kıdemli Küçük Zâbit merhum Nurettin (PEKER) Efendi'nin oğlu olan

Ve dahi

16 Aralık 2016 Cuma günü kendisini evinde ziyâret etdiğim Sayın Orhan PEKER’den aldım.

 

Asubay Tefrikası 6_4 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Sayın Orhan PEKER,

Babası Piyâde Küçük Zâbit Başçavuş merhum Nurettin PEKER’in yazdığı

Ve yayınlamaya ömrünün vefâ etmediği

Ve fakat

Babasının vasiyeti olarak oğlu Orhan PEKER'in yayına kendisinin hazırlayıp

Doğan Kitap’dan Temmuz 2019’da birinci baskını yayınladığı

Tüfek Omza isimli kitabının bir nüshasını kendisini ziyâretim esnâsında imzâlayıp bize verme nezâketini gösderdi.

Bu vesile ile;

Sayın Orhan PEKER‘e teşekkür ediyor, ellerinden hörmetle öpüyor

Ve

Kendisine sağlık ve esenlikler temenni ediyorum.

 

*  *  *  *  *

 

  Dönemin Harbiye Nezâreti;

  • 3 sene eğitim veren Küçük Zâbit İptidâî (İlkokul) Mektebinden neşet eden küçük zâbitânı 8 sene,
  • 2 sene eğitim veren Küçük Zâbit (Orta) Mektebinden neşet eden küçük zâbitânı da 6 sene mecburî hizmet ile cepheye sürdü.

 

Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) Müşir Mahmut Şevket Paşa’nın

Berrî Ordumuzda “küçük zâbit” sınıfını teşkil etmekdeki “gizli maksadı”,

Meğerse “mektepli zâbitân” yerine cephede ölecek “ucuz” ve “küçük rütbeli” askerler tertip etmek imiş!

Cephenin en önünde, zâbit yerine ölüme sürüldüğünü gören küçük zâbitân, aldatıldığını anladı!

 

Ayrıca;

Berrî (Kara)  Küçük Zâbit Mektebi;

31 Martcı zâbitân heyetimizin bu sinsi maksadını bilen padişahın irâdesine rağmen tesis edildi.

Ve dahi

"Küçük Zâbit" ismini verdiği asker sınıfını darbeci zâbitân heyetimiz, Berrî (Kara) Ordumuzda gayri meşru olarak teşkil etdi.

İşde belgesi;

Asubay Tefrikası 6_4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6-4_ Harbiye Nazırı  Darbeci Müşir Mahmut Şevket Paşa_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  Sene: 1910 

  Mekân: 1326 bütçe müzâkeresinde Meclis-i Mebûsân’a hitâben; 

  Sayfa: 329 

 

  Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) 

  Müşir Mahmut Şevket Paşa

  Osmanlı Ordusunda teessüf ederim ki, bugüne kadar  küçük zâbitân heyeti yoktur.

  Vâkıa Çavuş, Bölük Emini, Başçavuş denilen şeyler vardır fakat lafzî idi.

  Mânen küçük zâbit değildir.

   Küçük zâbit 12-15 sene hizmet etmeli ki, küçük zâbit mektebinde tahsil etmeli ki küçük zâbit olabilsin.

   Biz bunu, devr-i sabıkâda dikkate aldık.

   Defaatle teklif ettik fakat düşününüz haysiyyeti Hükümeti ki zâbitânın mektepli olmasını istemiyor.

   Nerede kaldı ki küçük zâbitânı mektebden yetiştirsin.

  İşde, bu fikir, devri sâbıkta küçük zâbitân heyeti teşkiline mâni oldu.

  Fakat meşrutiyet teessüs eder etmez can attık, bu mektepleri tesis ettik! 

 

 

  Yukarıdaki bu belgeyi de

  Söylendiği günden 107 sene sonra ilk gören gene sizler oldunuz!

Târihin başlangıcından beri küçük zâbitlik vardiyen bosdan danaları bunları iyi öğrensinler!

 

*  *  *  *  *

 

Târih; 1914, 07 Mayıs  

Dönemin Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) Müşir Enver Paşa,

İçtihâd dergisinden Doktor Abdullah CEVDET’e 07 Mayıs 1914 Perşembe günü bir mülâkat verdi.

Asubay Tefrikası 6-4_ Harbiye Nazırı  Enver Paşa_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Mülâkat esnâsında muhabir Doktor Abdullah CEVDET, şöyle bir suâl tevcih etdi, Enver Paşa’ya;

Küçük zâbit mektebi açılmışdı;

  • Bu mekteblerden ordu merkezlerinde de açmak fikriniz yok mu?
  • Bundan ne derece istifâde idildi?
  • Orduda izrâsını tasavvur itdiğiniz ve şimdiden söyleyebileceniz ıslahât var mı, varsa nelerdir?

Harbiye Nâzırı Enver Paşa, şöyle cevâp verdi;

  • Küçük zâbit mekteblerinin fâidesi var. Yalnız onların maaşı 12 senelik bir müddet için aylık yalnız 200 guruş idi. Şimdi her 5 senede bir, maaşına 100 guruş zam itmek ve bu suretle 600 guruşa kadar yâni bir mülazım-ı sâni (üsteğmen) maaşına kadar çıkarmak için bir kânun yapıyoruz.
  • Küçük zâbit ne mikdar maaş almakda iken çıkarsa kendisine mülkiyede aynı maaşla memuriyyet bulmak için, Harbiye Nezâreti diğer nezâretler nezdinde tavsiyede bulunacak ve
  • Bunlardan "yemen", "asir", "hicaz" gibi, kur’a efrâdı mahallerinden alınmayan memleketlerdeki kıtaata, yalnız orada bulunduğu müddetce zâbit olmak ve
  • Avdet itdiği zamân yine küçük zâbit kadrosuna avdet itmek üzere gitmek isteyen küçük zâbitleri, zâbit yapub göndereceğiz.

 

Harbiye Nâzırı Enver Paşa küçük zâbitâna yukarıda gördüğünüz sözleri verdi.

Fakat 30 Ekim 1918 Çarşamba akşamı Osmanlı Devletinin teslim olması ile birlikde

Enver Paşa’nın verdiği bu sözlerinin hepsi suya düşdü!..

 

*  *  *  *  *

 

Târih; 1920, 04 Eylül  

1910 senesinde Meclis-i Ȃyan’da yapdığı konuşmasında Mahmut Şevket Paşa şöyle demiş idi;

Esnâyı seferde kesretli (çok) telefât (ölüm) vukû bulabilir. Bunun için de küçük zâbitân yetiştirmeli!”

31 Mart'ın darbecisi Mahmut Şevket Paşa’nın “zâbit” yerine “küçük zâbit” ölsün tuzağı çok iyi çalışıyor idi.

İstiklâl Harbinin en şiddetli günlerinde,

Teşkil edilmesinden 6 ay sonra Büyük Millet Meclisi 192 sayılı karârnâmeyi meriyyete koydu.

Bu karârnâmeye göre;ates hatti 1

Cephenin en önünde, düvel-i muazzâma gevuru ile göğüs göğüse cenk eden

Ve dahi

Ateş hattında” fevkalâde fedâkârlık gösderen küçük zâbitân,

Okuma-yazmasına bakılmadan zâbit vekilliğine (asteğmen) terfi etdirildi.

Gevur Napolyon;

Ateş hattına” sürdüğü kendi gevur neferine “mareşal batonu” vermiş idi.

 

Fakat bizim müslüman Müşir Mahmut Şevket Paşalarımız ise

Zâbitin yerine ölmesi için “ateş hattına” sürdüğü kendi müslüman küçük zâbitânına

Sâdece “zâbit vekilliği apoleti” verdi.

Asubay Tefrikası 6-4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

Ne vaad etdiler? Ne yapdılar? 

Numara 170 - Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit İbtidâî Mektebi Nizâmnâmesi

H. 21 Ramazan 1327- R. 22 Eylül 1325 (M. 05 Ekim 1909)

  Madde 47:  Küçük zâbit mekteblerinden veya alay mektebinden yetişerek kıt’ada toplam 9 sene hizmet etmiş olanlar polis, jandarma, saray, müze dâireleri muhafızlığı, koruculuk, tahsildârlık, şimendifer ve şirket idârelerinde, yol ve köprülerde, askeriyeye ait fabrika, fırın, anbarlarda ve dâirelerde kâbiliyetlerine göre istihdam olunurlar.

  12 sene hizmet etmiş olanlardan imtihanla liyâkatlarını ispatlayanlar yedek subaylığa nakil edilecekleri gibi genellikle en az 300 kuruş maaşlı memuriyetlere de tercihen tayin edilirler.

  Madde 48: 9 sene hizmet edenlerden işiyle gücüyle iştigal edemeyecek veya 30.maddede zikrolunan hizmetleri yerine getirecek kudreti olamayanlar maluliyetini beyan edenler son maaşları yarısı ile emekli edilirler, “diğerlerine” emeklilik verilmez.

  12 sene hizmet edenler genellikle son seneleri maaşlarını yarısı ile berâber her sene için maaşlarının 1/6 nisbetinde bir miktar ilâveyle emekli edilirler. Ancak 30’uncu maddede zikredilen maaşlı memuriyetlere tayin olunduklarında işbu emeklilikleri geçici olarak  kesintiye uğrar.

 

Yukarıda gördüğünüz Küçük Zâbit Mektebi Nizâmnâmesinin madde 48’i hakkında yeri gelmiş iken şu hususu söyleyelim. Madde 48’de “diğerleri” dedikleri küçük zâbitândan birisi de Gâzi Piyâde Pilot Küçük Zâbit Kıdemli Başçavuş Vecihi (HÜRKUŞ) Efendi idi. 1910-1918 seneleri arasında talebelik dâhil Kara Ordumuzda piyâde, tayyâre makinist ve pilot küçük zâbit olarak vatanına tam 10 sene hizmet eden Ali Fehamoğlu Vecihi Efendi de

  • İşde bu madde 48 yüzünden emekli olamadı

         Ve dahi

  • Bir tek delikli guruş maaş bağlanamadan Berrî (Kara) Ordumuzdan terhis edildi.

 

Mondros Mütârekesini 30 Ekim 1918 Çarşamba günü imzâlayıp silâh bırakan Osmanlı Devleti,

İstiklâl Harbi süresince istihdâm etdiği İhtiyât Zâbitânını terhis etdi.

Terhis etdiği İhtiyât Zâbitânına birikmiş üç-dört aylık maaşını da peşin ödedi.

Fakat aynı dönemde harb edip aynı târihde terhis edilen küçük zâbitânâ

Devletimiz, delikli bir tek guruş vermedi...

 

*  *  *  *  *

 

Küçük zâbitsou-officier” unvânını,

Dâhiliye Nizamnâmesini aşırdığımız Fransa Kara Ordusundan 1830 senesinde ilk defâ tercüme etdik!

Fakat bu aşağılayıcı tâbire, Padişahlarımız ve Osmanlı Ordumuzda kimse itibâr etmedi.

  • Belgesini, yukarıdaki bölümde Mahmut Şevket Paşa’nın ağzından akdardık. Küçük zâbit unvânı 69 sene sonra tekrâr hortladı. İkinci defâ olmak üzere “unteroffizier” şeklinde, von Der Golç Paşa’nın tavsiyesi üzerine 1899 senesinde bu kez de Prusya Almanya’sından devşirdik.
  • Kara Ordumuzda ilk küçük zâbit mektebini 09 Eylül 1909 Perşembe günü hizmete açdık.
  • Hem ilk hem de ortaokul seviyesinde eğitim veren bu okullarımızdan ilk devre küçük zabit mezûnlarımızı da 10 Temmuz 1911 Pazartesi günü verdik.

 

Birinci Cihân Harbi ile dünyâyı ele geçirmeye daha 19’uncu asırın sonlarında karâr veren Prusya Almanyası;

  • Ordusunun vurucu gücünün erleri olduğunu 

           Ve dahi 

  • Harbi kazanmak için erlerini iyi eğitmenin şart olduğunu biliyor idi.

 

Bu maksada mâtuf olarak da küçük zâbit mektebleri açdı. Zâbitleri kadar iyi eğitim verdiği küçük zâbitânına,

6 senelik hizmeti tamamlamaları karşılığında devlet dâirelerinde çok iyi ücretli memuriyetler veriyor idi.

 

06 Ekim 1909  târihli nizâmnâmesinde “küçük zâbitliğin” “dâimî” olarak teşkil edildiği yazıyor.

Fakat

Meclis-i Mebûsân’da bir sene sonra yapdığı konuşmasında Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa,

Kara küçük zabitliğinin “sefere” özgü olarak teşkil edildiğini itirâf ediyor.

Birbirini yalanlayan bu kıvırmalara bakdığımızda aslında

Kara küçük zâbitliği için Harbiye Nezâretinin ileri sürdüğü gerekcenin “çürük” olduğu ortaya çıkıyor.

 

*  *  *  *  *

 

1326 senesi Muvazenei Umumiye Kânunu Lâyihası müzakeresi esnâsında

16 Haziran 1910 Perşembe günü Meclis-i Mebûsân’da yapdığı konuşmada;

Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa şöyle dedi;

 

 

Esnâyı seferde kesretli telefât vukû bulabilir.

Bunun için de küçük zâbitân yetiştirmeli!”

 

 

Mahmut Şevket Paşa’nın bu cümlesinde de açıkca görüldüğü üzere

Bizim Ordumuzdaki küçük zâbitân sınıfı da aslında,

Kapıya dayanan birinci dünyâ harbi esnâsında cephede ölecek beyaz zâbitânın yerine

Ateş hattına sürmek üzere “muvakkat(geçici) olarak teşkil edilmiş idi.

Harbden sonra da lağv edilecek idi.

 

Fakat öyle yapmadılar!.. Beyaz zâbitân bu sözünden çark etdi!..

  • Kendileri yerine küçük zâbitânın gözünü kırpmadan öldüğünü gören beyaz zâbitân heyeti; harbden hemen sonra peşpeşe çıkartdığı kıvrak(!) kânunlar ile bu “muvakkat” sınıfı, “muvazzaf” yapıverdi.
  • Harp olunca, darp olunca “menzil eşşeği” gibi cephenin en önüne sürdükleri “küçük zâbitâna” bu kânunlarla vaad etdikleri hakların hiçbirisini de vermediler.
  • Osmanlı Devletinin imzâladığı Mondros Mütârekesine istinâden 1918 senesinde küçük zâbit mekteblerinin kapılarına kilit vurduk.
  • Hizmet verdiği 10 sene boyunca bu mekteplerden 3.110kıdemli ve kıdemsiz küçük zâbit” kıdemli çavuş rütbesi ile mezûn edildi.
  • Bu mektebdeki talebelerden bâzıları imtihân edildi ve zâbit tâlimgâhlarına gönderilerek zâbit oldular. Bu zâbitândan birisi de; Kasımpaşa Der Saadet Piyâde Küçük Zâbit Mektebinde talebe iken imtihân ile seçilerek 80 arkadaşı ile birlikde "zâbit tâlimgâhına" sevk edilen İsmail Hakkı SÜERDEM’dir.
  • Mahmut Şevket Paşa 1909 senesinde “Esnâyı seferde kesretli telefât vukû bulabilir!” demiş idi.

 

Bu sözü söyledikden 13 sene sonra;

1922 senesinde İstiklâl Harbi sona erdiğinde Mahmut Şevket Paşa’nın dediği oldu!

  • Beyaz zâbitânımızın yerine “mayın eşşeği” gibi “ateş hattına” sürülen bu küçük zâbitânın yaklaşık 1.800’ü, harbde zâbitânımızın yerine öldü.
  • Cepheden sağ olarak gelebilen 100 civârındaki küçük zâbitin çoğu ise zâbitliğe terfi ettirildi.
  • Bu küçük zâbitân öylesine kâbiliyetli idi ki! Tuğ, tüm hattâ korgeneral rütbesine kadar terfi etdiler.

 

Donanmamızın “gedikli”, “küçük zâbitânı” ve “gedikli zâbitânı” ile

Kara ordumuzun “küçük zâbitânı” öyle bedbaht asker sınıfları oldular ki

  • O zamânlarda kabul edilen kânunlarda bu iki sınıf asker, kimi zamân “zâbit” kabul edildi fakat zâbite verilen özlük haklarından mahrum bırakıldılar.

 

Mühendisin (Asteğmen) mâfevki (üsdü) olan bahriye gedikli zâbiti

1923 senesinde kabul edilen aşağıdaki şu kânunda “zâbit” sınıfına dâhil edilmedi. 

Asubay Tefrikası 6-4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Fakat yanlış hesâb, Bab-ı Ȃli’den döndü!

Cumhuriyetin kurucu ruhû, gedikli zâbitânın hakkını, gedikli zâbitâna teslim etdi...

Bahriye gedikli zâbitânının “zâbit” sınıfına dâhil olduğunu anladılar.

Ertesi sene kabul etdikleri 508 sayılı şu kânun ile bahriye gedikli zâbitânını, “zâbit” sınıfına dâhil etdiler.

Asubay Tefrikası 6-4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Fakat “bahriye gedikli zâbitini” “zâbit” sınıfına dâhil edeli daha 3 sene olmamışdı ki bu sefer de

Aşağıda gördüğünüz şu kânun ile zâbit vekili (asteğmen) altındaki bütün askerleri “er” kabul etdiler.

 

Asubay Tefrikası 6-4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

18 Ekim 1907 târihli La Haye (The Hague) Sözleşmesine göre harbde esir edilen askerler, iki ayrı kampda hapsedildi;

   1. Mükellef Efrâd, (diğer rütbeler)

   2. Muvazzaf Zâbit

 

Esir düşen “kıdemli/kıdemsiz küçük zâbitânı” “erâtımız” ile aynı kamplara hapsetdiler. Zâbit olduğunu söyleyip zâbitân ile aynı kampa yerleşdirilen “küçük zâbitânı” düşmâna, önce kendi zâbitlerimiz ihbâr etdi ve zâbit kampından atdırdı!

Ruslara esir düşen piyâde küçük zâbit kıdemli çavuş Süleyman NURİ, bunlardan sâdece birisidir.

 

*  *  *  *  *

 

Bilen ile bilmeyen bir olur mu Allah aşkına?

Evvelâ harp okullarımızın müfredâtına bir bakın! Sonra da Asubay Okullarının müfredâtına...

Dört sene “harb sanatı” tahsil etmiş subay ile

Bir iki sene yarım yamalak “meslek” tahsil etmiş asubay, bilgi ve harb kıymeti bakımından aynı olabilir mi?

Dört sene eğitim almış bir subayımız ile bir iki sene eğitim verdiğimiz bir asubayımız arasında emir-komuta ve sevk- idâre bakımından en az yarı yarıya bir kıymet farkı olduğunu kim inkâr edebilir?

En az dört sene eğitilmiş bir subayımızın tâlim etdirdiği erâtımız ile

Bir iki sene eğitdiğimiz asubayımızın tâlim etdirdiği erâtımız arasında harb kıymeti bakımından en az yarı yarı fark olduğunu kim bilmiyor?

Muhtemel bir dünyâ harbinde muzaffer ordu olmak isdiyor isek şâyet

Bunu ancak, dünyânın en iyi tâlimini verdiğimiz erâtımız ile yapabiliriz.

Erâta dünyânın en iyi tâlimini de ancak dünyânın en iyi tâlimli subayı ile verebiliriz.

Tâlimgâhda erâtımıza harb sanatını öğreten zâbitânımızın karârgâhda masabaşı görevlere çekilmesi ile

Osmanlı Devletinin yıkılması arasında çok ciddi ve çarpıcı bir bağlantı olduğunu ilk söyleyen kişi de

Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK oluyorum.

Buyursunlar! Osmanlı Devletinin çöküşünü bir de bu zâviyeden incelesinler.

Dört sene eğitim verdiğimiz subayımız karârgâhda öte beri göt gezdirirken

Erâtımıza harp sanatını öğretmek işini yarım yamalak tâlim verdiğin asubayın sırtına yıkan zihniyet kimdir?

Bu zihniyetin amacı nedir?

Dünyânın en iyi eğitimini verdiğimiz zâbitânımızın eğitdiği dünyânın en iyi erâtından müteşekkil bir ordu tasavvur edin hele! Peki, bunun böyle olmasını isdemeyen kimler olabilir, sizce?

Tâlimgâhda ter döküp erâtımızı harbe hazırlayan zâbitânımızı karârgâhda masabaşı görevlere çekenlerin; ordumuza ve devletimize ihânet etdiğini de gene ilk kez ben Şükrü IRBIK iddiâ ediyorum.

Bütün bu ihtimâlleri ortaya döken emekli SG asubayı ben Şükrü IRBIK,

Bugüne kadar inandığım doğrudan çark etmiş değilim!

Tam tersine, yukarıdaki cümlelerimde söylediğim her kelime,

Savunduğum hakikâte beni biraz daha yaklaşdırıyor.

Asubay Tefrikası -3-‘de

Dünyâ siyâsetinde iddiâsı olan ordularda, “astsubay” denilen “ortada sandık” bir asker sınıfı yokdur!

Asubay denilen asker sınıfı, devletimizin taraf olduğu;

  • 1952 NATO Andlaşmasına

         Ve dahi

  • 1949 Cenevre Sözleşmesine aykırıdır!

 

Ben, ordumuzdaki “uyduruk” Asubaylık sınıfı lağv edilecek diyorum ve buna inanıyorum.

Aklı başında siyâsiler ve subaylarımızın devletimize ve ordumuza hâkim olduğu gün;

Beyaz subaylarımızın icâd etdiği ve “astsubay” dediği bu gayri meşrû asker sınıfını hemen lağvedecekler.

 

*  *  *  *  *

 

Kurtul artık dün gece içdiğin horoz kanı şarabın kemendinden,

Ve haber yolla bana Çadırcı, elâ gözlerine kurt dolanlardan!

Gözüm, kör değilsen, bunca mezârı gör;

Dünyâyı saran yalan dolanları gör;

Krallar, padişahlar çürüyüp gitmiş:

Elâ gözlerine kurt dolanları gör!

Asubay denilen vatan evlatlarına bu hâinlikleri yapanların elâ gözlerine kurtlar dolalı epeyi zamân oldu!

Lâkin

Mürteşi Müşirlerden İngiliz sevicisi zâbitânın çevirdiği bu kuyruklu yalan dolanların ceremesini

  • Deniz Ordumuzda 1890 senenesinden beri
  • Kara Ordumuzda ise 1909 senesinden beri

 

Asubay dedikleri askerler çekiyor!

 

*  *  *  *  *

 

 

Ȃrif olan adamın gözü gamaşmaz! 

10 Temmuz 2012 Salı gününden beri yazdığım makâlelerim ile

Asubayların özlük hakları mücâdelesini tâkip eden emekli bir asubay olarak şu hakikâti gördüm;

  • Duygu istismarı ile hedefine ulaşmaya çalışan insanların aslında,

Zayıf şahsiyetli ve âciz insanlar olduğunu fark etdim. Yorulmadan, emek vermeden kolay ve kısa yoldan peyniri kapmaya çalışırlar. Bir nevi dilencilik yaparlar!

  • Şahsiyetli insanlar ise;

Uzun ve meşakkâtli de olsa hedeflerine; emek, sabır, akıl ve hele de kânun ile ulaşırlar!

 

 

*  *  *  *  *

 

Üç kısımdan mürekkep Asubay Tefrikası -6- isimli bu makâlemizde fâş eylediğimiz kânunlar ve belgelerden âşikâre gördüğünüz üzere;

  • Bahrî (Deniz) Ordumuzda 1890 senesinden beri, 
  • Berrî (Kara) Ordumuzda 1909 senesinde beri, 
  • Hava Ordumuzda ise teşkil edildiği 1949 senesinden beri, 

 

Beyâz zâbitân heyetimiz Türk Ordusunun hizmet çarklarını;

Küçük zâbit” dedikleri “mektebli ve muvazzaf” askerlerin alın teri, emeği, kanı ve canı ile döndürüyor!

 

 

Müteakip bölümlerin birisinde gösdereceğiz!

İstiklâl Harbinde şehid olan “zâbit” ve “Er” sınıfına dâhil etdikleri “küçük zâbitân ile efrât” sayısı da

Bu gerçeği gâyet güzel isbâtlıyor!

*  *  *  *  *

 

Bugün, 29 Kasım 2017  

 

Her yalanın bir zevâli vardır!"

Târih yazıyorum diyerek kalemi kağıdı eline alan sözde târihci subay ve asubay meslekdaşlarımızın

Küçük zâbitlik” konusunda abdestsiz üfürdükleri yalanların zevâli de bugüne kadar imiş!

 

Yukarıda ilk defâ neşretdiğimiz belgeler tahdında

Osmanlı Berrî (Kara) Ordumuzda “küçük zâbit”liğin teşkil edilmesinin

Târih dizini şöyle oluyor;

 

1. Târih: 1909, 31 Mart (Milâdî 13 Nisan) Salı;

 Meşrûtiyete karşı olan ve padişahlığı yeniden ihyâ etmek bahânesi ile

Ve aslında Osmanlı Devletini yıkmak isdeyen saltanâtperestiş mektepli beyaz zâbitân, siyâsetci, ve İngiliz muhibi vatan hâinlerinin tertiplediği

Ve dahi

Tıpkısının aynısını 15 Temmuz 2016 Cuma akşamı bizzat yaşadığımız “isyân” başladı.

 

 *  *  * 

 

2. Târih: 1909, 06 Ekim Çarşamba;

Osmanlı Berrî (Kara) Ordumuzda “küçük zâbit” ismi verilen “ortada sandık” yeni bir asker sınıfının Nizâmnâmesini Meclis-i Ȃyan kabul etdi.

 *  *  * 

 

3. Târih: 1911, 21 Ocak Cumartesi;

Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit-i İbtidâî Mektebi Nizâmnâmesi isimli nizâmnâme Takvim-i Vekâi’de neşir ve ilam edildi.

 

 *  *  * 

 

4. Târih: 1911, 10 Temmuz Pazartesi;

Der Saadet Küçük Zâbit Mektebikıdemli çavuş” rütbesi ile 173 küçük zâbiti mezûn etdi. Demek ki ne imiş?

  • 10  Temmuz 1911 Pazartesi gününden evvel Osmanlı Berrî (Kara) Ordumuzda “küçük zâbit” (asubay) isimli bir asker sınıfı mevcut değil imiş!
  • Küçük zâbitliğin târihini 10 Temmuz 1911 Pazartesi gününden evvele götüren bosdan danaları

         Ve hattâ

  • 2009 senesinde neşretdiği kitabın “Ön Söz”’ünde “târihin eski döneminden itibaren “astsubaylık” var” diyerek işkembeden üfüren Kara Kuvvetleri EDOK Komutanlığı,

 

Bakalım şimdi ne halt edecekler!

 

 *  *  * 

 

5. Târih: 2013,  Aralık;

 Kaynak : Kara Öğr. Albay Ali BAL, Der-Saadet (İstanbul) Piyâde Küçük Zâbit ve Küçük Zâbit İptidaî Mektepleri, Askerî Târih Araştırmaları Dergisi Yıl:11, Aralık 2013, Sayı: 22, Sayfa: 47.

Dersaadet (İstanbul) Küçük Zâbit Mektebi;

  • 1909 senesinde hizmete açıldı,
  • İlk mezunlarını 1911 senesinde 173 kıdemli çavuş küçük zâbit  olarak verdi,
  • 1921 senesine kadar tâlim ve taallüm faaliyetinde devam etdi,

          Ve dahi

  • Osmanlı Berrî (Kara) Ordusuna 546 kıdemli, 2.564 kıdemsiz olmak üzere toplam 3.110 küçük zâbit (astsubay) verdi.

Mükellefiyet-i Askeriyye Kânun-u Muvakkati mucibince

Sinn-i mükellefiyyete dâhil olarak Harbiye Nezâretinin taht-ı silâha celbetdiği 1312, 1313, 1314 ve 1315 tevellütlü talebelerden birkaç aylık tâlim ettirildikden sonra “zâbitin yerine ölmesi için” “küçük zâbit” unvânı ile cepheye sürülenlerin sayısını ise kimse bilmiyor. (MAZC, İ-44, 15 Mart 1333 (1917).

 

 *  *  * 

 

6. Târih: 1920, 14 Aralık Salı;

 82 sayılı Karâr ile (T)BMM, meclisde kabul etdiği kânunlara sayı (numara) vermeye başladı. Bu sebepden dolayı Meclis-i Ȃyan’da 06 Ekim 1909 Çarşamba günü kabul edilen Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit-i İbtidâî Mektebi Nizâmnâmesi’nin sayısı (numarası) yokdur.

 

  

*  *  *  *  *

 

Târih; 1925, 12 Mart   

 

  • 1909 senesinden evvel Osmanlı Kara (Berrî) Ordusunda “Küçük zâbitlik” mevcut değil idi.
  • 1909 senesinde teşkil edilen Kara (Berrî) “Küçük zâbitliği” ise muvakkat (geçici) idi.

  • Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu günde de ordusunda muvazzaf “küçük zâbitlik” mevcut değil idi.
  • Hattâ, 1925 senesine kadar bile Türkiye Cumhuriyeti Ordusunda muvazzaf “Küçük zâbitlik” mevcut değil idi. 

 

Târihin en eski döneminden itibâren astsubay sınıfı var idi!” diyen lahâna beyinlilerin suratına bir tokat daha aşkedelim, buyurun!

Küçük zâbitlik” denen uyduruk ve ortada sandık asker sınıfının 1925 senesinde dahi ordumuzda mevcut olmadığına dâir

İşde, en yüksek devlet dâiresi olan T.B.M.M.’den resmî bir belge!

Hem de Müdafaai Milliye Vekili (Millî Savunma Bakanı) Ali Fethi Bey bizzat fâş eylemiş!..

 

Asubay Tefrikası 6-4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6-4_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Asubay Tefrikası 6-4, Eski Tüfek-2017     

 

Târihciyim diyerek soytarılık yapan subay ve asubaylarımızda biraz şeref ve haysiyet var ise şâyet,

O şom ağızlarını domaltıp “küçük zabitlik” hakkında bundan kelli tek kelime söz etmezler, herhâlde!..

 

*  *  *  *  *

Ordu; dürüst ve âdil olduğu kadar güçlüdür!

Orduyu idâre edenler de; dürüst ve kânuna uygun iş yapdığı kadar saygı görür!

 Küçük zâbitân ismini verdiği asker sınıfı hakkında,

 Beyaz zâbitân heyetimizin  bugüne kadar söylediği yontulmamış yalanları

Ve dahi

Yapdığı akıla hayâle gelmez hâinlikleri okudukdan sonra;

  • Şimdi hak verdiniz mi, asubaylara niye “köle” dediğime? 
  • Şimdi anladınız mı, asubaylığın niye “uyduruk” olduğunu? 
  • Şimdi idrâk etdiniz mi, “asubaylığı” niye tertip etdiklerini? 
  • Şimdi inandınız mı, asubayların niye “en çok aldatılan insanlar" olduğuna?..  

brove

  

  

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

 

   Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız  

 

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKSahil Güvenlik Komutanlık BrövesiKapak 5

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası _14_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

 

17 Eylül'de İstanbul'da intihar eden Alemdağ Jandarma Komando Tabur Komutanlığı’nda görevli Astsubay Ercan Ateş'in aralarında bulunduğu 5000 askeri personelin paralarını aylık %10 getiri vaadi ile alarak dolandıran çeteye suç duyusunda bulunuldu.

assubay-intihar-nedeni-2

İstanbul Çekmeköy’de intihar eden Jandarma Komando Astsubay Ercan Ateş’in de 92 kişiden para topladığı belirlendi.

Ateş, olaydan bir kaç gün önce paylaştığı ses kaydında içine girdiği bunalımı anlatmışken askerlerden yüklü miktarda para toplayan kişiler “Irak’ta yatırımı yaptık; IŞİD bizim petrole el koydu, paranın yüzde 70’i gitti” diye konuştu.

Jandarma Genel Komutanlığına bağlı askerlerin ön planda olduğu dolandırıcılık şikayetinde yüksek gelir ve kar payı vaadi ile yaklaşık 5000 askerin 450 milyon liraya yakın parayı dolandırıcılara kaptırıldığı iddiası ile savcılığa suç duyurusunda bulunan Şırnak’ta görevli Astsubay H. A.'nın iddialarında yer aldı.

Şırnak’ta görevli Astsubay H. A. avukatı aracılığı ile yaptığı dolandırıcılık iddiasında yaklaşık 4 yıl önce başlayan Van İl Jandarma Komutanlığında başlayarak daha sonra İstanbul, Tokat, Tunceli, Şırnak gibi birçok il ve ilçedeki kışlaya sirayet eden Forex dolandırıcılığı iddiası ile  İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu.

İddialarda yaklaşık 5000 askerinde aralarında bulunduğu ve C. K. ile birlikte 4 kişi şüpheli hakkında sadece kendisinin 300.000 lirası olmak üzere 450 milyon liranın aylık %10 getiri vaadi ile alınarak binlerce kişiden paranın toplandığı sistem ile ilgili de detaylara yer verildi.

***

HERŞEY 4 YIL ÖNCE VAN'DA BAŞLAMIŞ

Van Jandarma Özel Harekât Tabur Komutanlığında görevli Uzman Çavuş. H. Y., arkadaşlarına Forex sistemine girdiğini ve kısa zamanda çok büyük paralar kazandığını anlatarak onları da bu sisteme girmeye ikna ettiği, para topladığı arkadaşlarına aylık yüzde 8-10 arası kâr payı verdi. Örneğin 100 bin lira veren bir kişi ayda 10 bin tel kar payı alıyordu.

Bu yüksek rakamlı getiri herkesin dikkatini çekti ve kısa sürede onlarca kişi Forex sistemine girmeye başladı. Kıs sürede yüksek getirisi olan Forex sistemine girmek isteyenler çığ gibi büyümeye başladı. İddianamede Van dışında da duyulmaya başlayan sistemi esas ‘büyüten’ isim ise Van Erciş İlçe Jandarma’da görevli olan Uzman Çavuş C. K. oldu.

Uzman Çavuş C. K. 2 milyon Lira kazandıktan sonra istifa ederek Jandarma'daki Uzman Çavuşluk görevinde istifa etse de arkadaşları aracılığı ile sisteme kurban kazandırmaya devam etti.

PARAYI ARACILAR SAYESİNDE TOPLADI

Suç duyurusunda yer alan bilgilere göre; Uzman Çavuş C. K., Jandarma’dan ayrılsa da, kendisine bağlı aracılar sayesinde kışlalarda para toplamaya devam etti.

Van Jandarma Özel Harekât Komutanlığı’nda görevli S. G.’nin yanı sıra, Başçavuş F.I., Uzman Çavuş E.A. ile ismi öğrenilemeyen üç askeri personeli daha aracı olarak kullanan C. K., başlangıçta topladığı paraya aylık yüzde 25-30 kâr payı dağıttı.

Mayıs 2015’e gelindiğinde topladığı para 450 milyon lirayı bulan C.K., geçtiğimiz haziran itibari ile aylık kâr payı ödemelerini yüzde 10’a sabitleme kararı aldı. Ancak haziranda sorun yaşanmaya başladı. Kâr payları eksik ödendi.

PARALAR MASAK’A TAKILDI

Sorun yaşanmaya başladığını gören üyeler kuşkulanmaya başlarken C. K., üyelerin parasını 9 Temmuz’da ödeyeceğini söyledi. Buluşma yeri için ise İstanbul’daki bir AVM belirlendi. Anılan gün Van’dan İstanbul’a gelen, ancak adının yazılmasını istemeyen bir askeri personel “Belirtilen AVM’ye gittiğimde hiç tanımadığım bir çok asker gördüm. Hepsinin elinde de siyah çanta vardı. Hemen hepsi farklı bir ilden gelmişti. Alacakları parayı çantaya koyup İstanbul’dan ayrılmayı düşünüyordu herkes. Ancak C. K. o gün görüşme yerine gelmedi. Üç gün sonra bizlere yönelik bir ses kaydı yayınladı. Kayıtta MASAK engeline takıldıklarını belirtiyordu. Ancak bunun bir bahane olduğunu zaman içinde öğrendik” dedi. C. K. ve aracıları üyeleri ile temaslarını ise ara ara yayınladıkları ses kayıtları ile sağladı.

IŞİD BİZİM PETROLE EL KOYDU

K.’nın bir ortağının paylaştığı ses kaydında şu ifadeler yer aldı: “Irak’a petrol yatırımı yaptık. Ancak mayıs (2015) ayında IŞİD bizim petrole el koydu. Kasamızdaki paranın yüzde 70’i gitti. Kalan yüzde 30 parayı Forex’de değerlendirip ödemeleri yapacağız.

HUKUKİ OLARAK SIYRILIRIM

Suç duyurusunda yer alan bilgilere göre C. K. üyelere yönelik paylaştığı bir ses kaydında Irak’tan aldıkları petrolün eylül ortasında Türkiye’de olacağını belirtti. “Petrolü kısa sürede satıp paralarınızı 17 Eylül’de ödeyeceğim” diyen C. K., kaydın devamında özetle “Elimde çok büyük paralar yok. Ben bekliyorum siz de bekleyin. Ben artık aracılarımla muhatap olacağım. Bana telefonla ulaşmaya çalışmayın. Beni dava etmek isteyenler varmış. Ancak şunu söyleyeyim benim tüm aracılarımla sözleşmem var. Hukuki yollardan sıyrılırım ben” dedi.

ÖDEME GELMEZSE ÇEKİP VURUN BENİ

SAVCILIĞA yapılan suç duyurusunda, geçtiğimiz 17 Eylül günü intihar eden Alemdağ Jandarma Komando Tabur Komutanlığı’nda görevli Astsubay Ercan Ateş ile ilgili de bilgi verildi.

Dilekçede Ateş’in de oluşturulan ağın içinde olduğu belirtildi. Hürriyet’in ulaştığı savcılık dosyasındaki kayda göre Ateş, 92 kişiden para topladığını belirtti. Topladığı paraları C. K.’ya aktardığını ifade eden Ateş, ödemelerin kesilmesi nedeni ile yaşadığı krizi anlattı.

Kayıtta çok zor durumda olduğunu bunalıma girdiğini söyleyen Ateş, “17 Eylül’de ödeme yapılmazsa bana istediğinizi yapın. Hepinizde silah var; çekip vurun beni” diyor. Kayıtta “Bütün kredi kartlarım patlamış durumda. Bu ay (ağustos) ailemden para almak zorunda kaldım. Bu işin riskini de anlattım. Para vermesin diye yalvardığım insanlar var” diyen Ateş, aracı olduğu kişilerin parasını kurtarmak için çare aradığını anlattı.

‘PARA BABASI’ TUTUKLANDI

VAN’da başlayıp tüm Türkiye’ye yayılan sistemin ‘sivil’ ayağını yürüten isimlerden birinin ise geçtiğimiz mart ayında tutuklandığı öğrenildi. Van’da ‘Para Babası’ lakabı ile anılan ve kurduğu ‘By Ekonomist’ isimli bir işyeri kuran Burçin E., geçtiğimiz 16 Mart’ta Gürcistan’a gitmek istediği sırada Sarp Sınır Kapısı’nda yakalandı. Burçin E., emniyette verdiği ifadede toplam 500 kişiden 16 milyon liraya yakın para topladığını belirtiyor. Burçin E., kendisinin oluşturduğu gruba askeri personel olan kişilerin de para yatırdığını anlattı. Burçin E.'nin ortağı Yasin K. da aynı soruşturma kasamında geçtiğimiz 4 Nisan'da tutuklandı. Söz konusu soruşturmada, Burçin E. ile çalışan bir diğer ismin ise İbrahim A. olduğu anlaşıldı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunan Şırnak’ta görevli Astsubay H. A. adına İstanbul Barosu'na üye avukat Çağrı Çetin'in hazırladığı dilekçede, aracılar kullanarak 450 milyon liraya yakın para topladığı belirtilen C. K. ile birlikte 4 kişi şüpheli olarak yer aldı. Şüpheliler, ‘dolandırıcılık’ ve ‘suç örgütü kurmakla’ suçlanıyor. H.A.’nın sisteme 300 bin lira yatırdığı belirtilen dilekçede, binlerce kişiden paranın toplandığı sistem ile ilgili de detaylara yer verildi.

KAYNAK 

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/30231502.asp?noMobile=true

http://www.vukufdar.com/turkiye-gundemi/askere-forex-dolandiriciligi-h682.html

assubay-intihar-nedeni-3

Etdir Gitsin!

Mart 12, 2015

etdir-gitsin

 

Etmeleri şart değil hani!...

Yeter ki etmelerine karâr verilsin...

Etmelerine karâr verilmişse şâyet;

İpdil

Gecici bir madde eklenir

Akabinde

Etmiş sayılırlar,

Etdir Gitsin!..

Hespi bu kadar!

Etdirmek istemiyorsan şâyet

Onun da bin türlü yolu var elbet!

Guvvet gomutanlığı goltuğuna gıçını goyan bir hokkabaz çıkar ortaya

Ve dahi şöyle emir buyurur; “etdirmeyin!

Peki,

Etdiren kim?

Etdirilen kim?

Kim, kimi ne etmiş?

Kim, ne etdirilmiş?

*  *  *  *  *

Kıymetli meslekdaşım Sayın Mete YANIKCI, emekliassubaylar.org’daki köşesine bir haber misâfir etdi bir kaç gün evvel. Asubayların gönül dosdu Sayın Umur TALU’nun Habertürk gazetesindeki köşesinde

11 Mart 2015 târihinde neşretdiği makâlesinden bir bölüm idi bu haber.

images-02 

  • Maddî sıkıntı,
  • Mesleğin dayanılmaz çalışma koşulları,
  • Fırsatda eşitsizlik, hattâ fırsatsızlık,
  • Gayri insânî muamele,
  • Ailevî sıkıntılar

Ve dahi

  • Bilinmeyen sebeplerden dolayı

İntihâr eden Asubay haberleri artık vak’ayi âdiyeden addediliyor idi.

Fakat bu kez bir Asubay meslekdaşımız,

Daha evvel hiç duymadığımız bir sebepden dolayı intihâr etdi.

Sayın TALU’nun yazdığına göre,

İntihâr eden Asubay meslekdaşımızın mesai arkadaşı olan bir Asubay,

Umur beye bir mektup göndermiş.

Mektubdaki habere göre,

Kara Kuvvetleri Komutanı Hulusi Aga, Asubayların AÜKH eğitimi aldığı okulu teftiş etmiş.

Sivil gibi düşünüp de

Asker gibi hareket etmesiyle namlı Hulusi Aga,

Şöyle bir soru sormuş teftiş esnâsında; “kursu şimdiye kadar başaramayan (Asubay) olmadı mı?

Bu soruya; “Hayır komutanım, olmadı! Öyle bir eğitim veriyoruz ki, okulumuzda başarı oranı yüzde yüzdür” diyecek kadar yürekli ve şerefli bir gomutan çıkmamış. Kursa devâm eden Asubaylardan birisini hemen başarısız yapmışlar. Kendine yapılan bu haksızlığı hazmedemeyen meslekdaşımız, eğitimin son haftasında intihâr etmiş...

Okulun komutanları

Bir Asubayın intihâr etmesi bahasına kendi gıçlarını kurtarmışlar. Kınayı yaksınlar, bu korkaklar sürüsü...

Aptal ve g.tlek subayların aldığı bu ahlâksız karârın ceremesini de

Tabii her zamân olduğu gibi gene Asubay çekmiş!..

Kendisine Allah’dan rahmet diliyorum.

Hulusi Aga geçen sene Balıkesir’e gitdi,

Oralara pisledi...

Bu sene Ankara’da gitdiği okulu da

Kana buladı...

*  *  *  *  *

Bir Vak’a Bizden

Yukarıda bahsetdiğime benzer bir durumu da 1978 senesinde bizzat ben yaşadım. Beylerbeyi Deniz Asubay Hazırlama Okulu birinci sınıfdayım. Atölye ismi verilen bir dersimiz var. Bu dersde; soğuk kaynak, sıcak kaynak, demir döküm, torna tesviye ve ağaç işleme eğitimi alıyoruz. Öğretmenlerimizin hepsi, tabiidir ki Asubay... Sâdece ağaç işleme dersini veren öğretmenimiz sivil... Adı da, Allah selâmet versin, Ȃkif Hoca. Biz, ortaokuldan sonra başladığımız hazırlık okulundayız. Fakat sanki sınıf okulundaymışız gibi eğitim alıyoruz. Öğretmenlerimizin hepsi hârika. Ve Birisi hâriç, hepsini de çok seviyoruz. Şimşir desem, herkes bilir. Çünkü şu fakir de birden fazla dayağını yemişdir... Beylerbeyi Deniz Astsubay Hazırlama Okulundan mezun olup da O’nun dayağını yemeyen kimse yokdur.

Okulda okuyan öğrencilerin hepsi, fakir, fukara Anadolu çocukları. Öğretmenlerimizin verdiği işleri öyle bir güzel yapıyoruz ki! Onlar, öğretmenin hazzını yaşıyor ve bizimle gurur duyuyorlar. Bizler de yüksek not almanın sevincini yaşıyoruz. Akif Hocam bir gün dersde şunları anlatdı bize... Dönem notları belli olunca, öğretmenler kurulu toplanıp birinci dönemi değerlendirmiş. Okulda yüzde yüz başarılı olan dersler, okul komutanının dikkatini çekmiş. Ve sebebini sormuş. Kendisi son derece arkadaş canlısı ve yürekli bir insan olan Ȃkif Hoca bu soruya cevâp vermek için ayağa kalmış ve şöyle demiş; “Sayın komutanım, bu sene çok iyi bir seçme imtihânı yapmışsınız. Ve hârika çocuklar seçmişsiniz. İçlerinde bâzıları var ki daha şimdiden mühendis diploması versem eline, inanın az gelir. Böylesi mükemmel ve kâbiliyetli çocukları seçdiğiniz için sizi tebrik ederim komutanım!

Hiç beklemediği bu çarpıcı tesbit karşısında çok sevinen okul komutanımız Güverte Albay Muzaffer ATAKLI, akabinde diğer öğretmenlere dönüp şöyle demiş; “Arkadaşlar, Ȃkif Hocayı duydunuz. Mâdemki öğrencilermiz hârika, öyleyse hepinizden yüzde yüz başarı bekliyorum!

*  *  *  *  *

Bir Vak’a da Coni’den

Sene, 1943...

İkinci Dünyâ Savaşının en şiddetli dönemleri...

Kıtaların ötesinden Avrupa’ya gelen tâze kuvvet Coni’ler, Hitler ile İtalya’da savaşıyor idi.

Daha önce hiç harp yüzü görmemiş Coni’lerde kısa zamanda savaş yorgunluğu başladı. Cephe Komutanı Korgeneral PATTON, Sicilya’da kurdukları bir sahra hastânesinde yatan yaralı askerleri ziyâret ederken orada duran iki asker dikkatini çekdi. Yarası beresi olmayan bu askerlere niye savaşmadıklarını sordu. Askerler, savaş yorgunu olduklarını ve savaşmakdan korkduklarını söylediler. Aynı çadırda eli ayağı kopmuş yaralı askerlerin inlemesinin yanında bu lafları duyan PATTON, aldığı cevap karşısında hiddetine mâni olamadı. Ve bu iki askere birer tokat aşketdi.

images-08 

PATTON’un iki askeri tokatladığını duyan ordu,

Hemen durdu...

 Hitler’i piyâde kovalayan Coni, düşmanı takip etmeyi

Hemen durdurdu.

Tanklar, toplar kontak kapatdı...

Hemen durdu...

PATTON’un yanındaki gazeteciler

Haberi ânında okyanus ötesine uçurdu.

Coni Genelkurmayı ve Amerikan halkı bu haber karşısında kelimenin tam anlamıyla ayağa kalkdı.

Bütün millet savaşı, savaşda ölen evlatlarını bir yana bırakdı ve tokat yiyen askerleri konuşmaya başladı.

Amerikan Genelkurmay Başkanı meşhur MARSHALL şöyle dedi;

  • “Tokatlanan bu askerlerimizin gururu incinmişdir. Gururu incinen asker, harp edemez!”

Tokat, gurur ve asker...

Asker, bizde var,

Tokat da bizde var da...

Gurur nerede?..

Demekki askerin olduğu yerde tokat ve gurur aynı anda olamıyormuş!...

Komutanının dövdüğü iki asker,

Harbde ölen yüzbinlerce askerden daha fazla tesir bırakdı Amerikan halkının üzerinde...

Amerikalı analar şöyle dedi;

  • “Biz, çocuklarımızı harp etsinler diye verdik size. Tokat atasınız diye değil!”
  • “Çocuklarımız, düşman ateşiyle ölürse bunu anlarız. Fakat onları dövmenizi asla kabul edemeyiz!”

PATTON’un âmiri olan EISENHOWER, aynı gün bir telgraf çekdi.

Ve şöyle dedi; “Tokatladığın o iki askerden derhâl özür dile!

PATTON’un önünde iki tercih var idi;

  • Ya istifâ edip askerlik yaşantısına böyle kötü bir şöhret ile vedâ edecek idi.
  • Ya da tokatladığı askerlerden özür dileyecek idi.

Askerlik mesleğini tutku derecesinde seven ve aslında iyi bir subay olan Korgeneral PATTON, ikincisini tercih etdi. Hitler’in uçaklarının gökden yağdırdığı bomba sağanağı altında PATTON bütün askerleri hemen orada ictimâ eyledi.

Ve binlerce askerinin huzurunda, tokatladığı o iki askerden özür diledi...

Ve dahi

Ordu tekrâr yürüdü...

*  *  *  *  *

Askerlerimizin başına çuval geçiren Amerika içinimages-04

Köstebek Hilmi ne demişdi?

Mukâvemet etmesinler!

Ve dahi

Büyük devletler özür dilemez!.

Amerika’da;

Büyük devletin korgenerali

Büyük devletin erinden özür diledi.

Fakat büyük devletin kendisi

Bizim dörtyıldızlı büyük generallerimizden özür dilemedi...

Demek ki bizim dört yıldızlı subaylarımızın

Amerikalının nazarında

Kendi askeri kadar kıymeti yok!

Niye olsun ki?..

Amerika’da;

Tokatladığı askerlerden özür dileyen PATTON, ordudan atılmakdan kurtuldu.

Fakat iki askerine atılan iki tokadı Amerikan Genelkurmayı affetmedi...

PATTON, bir seneden fazla bir süre cephe gerisinde kızağa çekildi.

Ve Londra’daki çok bahalı bir otelde, kendi ifâdesiyle tam bir hapis hayâtı yaşadı.

Savaş devâm ederken ve sınıf arkadaşları zaferden zafere koşup kahraman olurken

PATTON, bir daha terfi yüzü göremedi...

İki askerine atdığı iki tokat,

Korgeneral PATTON’a Genelkurmay Başkanlığına mâl oldu.

images-05 

Şimdi

Bu hikâyeyi niye fâş eylediğimi sormayın bana...

Orası nere?

Burası nere?

Meslekdaşımızın bu vahim ve hazin intihâr vukuatından sonra kendiliğinden istifâ edecek bir subay var mı bizde?

Ya da

Bu intihâra sebep olanları ordudan tard edecek kadar cesur ve şerefli subaylar var mı bizim ordumuzda?

Bunları cevâplamak Necdet Beye düşer değil mi?

Coni’lerin anaları asker doğuruyor da

Memed’in anaları taş mı doğuruyor?

Daha da acısı

Tokatlanan iki asker için Coni’nin anaları ayağa kalkıyor da

Memed’in anaları nerede?..

Bütün bu sorular ortalığı toza, dumana gark ederken

Neşretmeye başlayalı bugün, tam bir sene oldu...

Zihniyet Sürgünü subaylar ordumuzu boklamaya devâm ediyor!..

*  *  *  *  *

Bu hikâyeleri niye anlatdığımı zannederim izâh etmeme hâcet yok.

Herşey ortada...

Doğru öğretmen, doğru seçilmiş öğrencilere doğru ders verirse, başarı mutlak oluyor.

Ancak ne var ki

Sayın TALU’nun bahsetdiği intihâr vak’asındaki hakikât benim anlatdığımdan çok farklı bir manzara çıkartıyor ortaya!

Çünkü, merhum meslekdaşımız;

  • Sınavı kazanıp okula kayıt yapdırmış,
  • Okul eğitimini başarıyla tamamlayıp Asubay olarak mezun olmayı hak etmiş,
  • Bunca sene muvazzaf olarak görev yapmış,
  • Yurtdışı göreve tefrik edilip memleketimizi oralarda başarıyla temsil etmiş,
  • Bilâhire, AÜKH imtihânını kazanıp eğitime başlamış...

Bu kadar sıkı eğitimleri başarı ile tamamlayan bir Asubay, o eğitimde başarısız olamaz...

Yeter ki böyle ahlâksız, böyle nâmussuz, böylesi alçak bir müdahaleye mâruz kalmasın...

Bu anlatılanlar gerçek ise şâyet durum gerçekden vahimdir.

Bu intihâr vak’ası doğrudan doğruya Türk Ordusu’na yapılmış bir suikastdır.

Aksi vârid ise şâyet, Hulusi Aga çıkıp meydana tekzip etsin!

Tekzip etmez ise şâyet, bu haberin altında kalır kendisi...

*  *  *  *  *

Peki,

Vukatın nesnesi Asubay olunca hakikât bu minvâl üzere tecelli ediyor da

Subay olunca netice nereye varıyor acap?

Vukuatın nesnesi subay olunca

Başarılı  olmaları şart değil hani!..

Bir darbe tezgahlanıyor,

Geçici bir madde ekleniyor,

Başarılı olmuş sayılıyor..

Nasıl mı?

İşde, ibretin belgesi;

images-06 

Yukarıda gördüğünüz kânunun

Yürürlüğe girdiği târihe bakmanız yeterli...

Geçici madde eklemişler,

Kurmay eğitimine devâm eden subaylarımız

Henüz eğitimlerini tamamlamadan kurmay olmuşlar

Subay için

Evvelâ darbe tezgahla

Akabinde

Mezun etdir, gitsin!..

Asubay için

Evvelâ bir teftiş tezgahla

Akabinde

İntihâr etdir gitsin!..

 brove

 

 

 

 

Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

Umur Talu 06.02.2015 tarihli “Kabza koltuk istikametinde, namlu masanın soluna paralel… Baş iki masa arasında, ayaklar soldaki duvar istikameti boyunca!” başlıklı yazısında Vedat Tanrıverdi Kd.Bçvş.un 11.11.2013’teki intiharına ilişkin 20.01.2015 tarihli Askeri Savcılık kararından, intihar vakasını ele almış durumda(1).

Emekli assubay, yazar Selçuk İçer de bu elim hadisenin 1 ve 2'nci günlerinde iki önemli yazı yazmıştı.

Umur Talu’nun yazısından alıntılar “tırnak içinde, yatay”, şahsımın ve Selçuk İçer’in yazıları (parantez içinde) belirtilerek, konuyu ele almaya çalışalım:

7.15: Sabah sporuna katılmak için spor kıyafetlerini giyip çıktı.

8.30: Eve döndü. Nöbetçi olduğu “işyeri”ne gitti. Evrakları Binbaşı’ya imzalattı.

(Hazırladığı yazıyı ilk amirine imza/parafe ettirdikten sonra evrakın sorumluluğu, takibi, varsa bir üst amire, arzı hazırlayandan sonraki ilk parafe parafe edene geçmeli, Binbaşımız evrakı alarak, silsileyi takip ettirmeliydi)

8.40: Evrakları Kurmay Yarbay’a götürdü. Yarbay birini imzalamadı, birinde düzeltme istedi.

(Vedat Kd.Bçvş. evrakı Kurmay Başkanına arza götürmemeliydi.)

Yarbay’ın yanından çıkınca Binbaşı’ya rastladı, “Ne oldu” sorusuna “Düzeltmeler yapıp tekrar götüreceğim” dedi.

(Özellikle de, düzeltme istenmesinden sonra amirleri devreye girip, birlikte düzeltme yapmalı, evrakı Kurmay Başkanına götürmeliydi.)

Çay ocağına Binbaşı ile gittiler. Düzeltmeler hakkında konuştular. “Akşam bölük nöbetçisiyim. Askerleri yatırıp ileriki tarihli işlerle ilgili çalışacağım” dedi.

 9.30: Yakın arkadaşı Başçavuş …’yi gördü. Arkadaşına göre “rengi soluk ve durgundu.” Arkadaşı “Kaça satıyorsun” dedi. “Neyi” diye sordu. Arkadaşı “Turşuyu” dedi. Cevap vermedi. “Arkadaşının yanağından makas alıp” gitti.

Arkadaşı onu şöyle anlattı: “22 yıllık arkadaşlığımız var. Astsubay okulunda beraber okuduk. İlk defa Kıbrıs’ta beraber çalışma imkânımız oldu. Aracımı 2 ay önce ona satmıştım. Sakin, efendi, mülayim, ağırbaşlı, beraberken konuşkandır. Birbirimize takılır, şaka yaparız. Olay sabahı normalden farklı ruh hali vardı. Şaka yapmama rağmen ruh halini değiştiremedim. Sıkıntısı var gibiydi.

Çay ocağından, görev yaptığı odaya gitti. Odada 7 personel daha görev yapıyordu ancak sadece biri odadaydı. O da çay ocağına gitti. Odada yalnız kaldı.

(Odada yalnız kaldığında muhtemelen, evrakı düzelterek tekrar Kurmay Başkanının yanına gidip- gitmemeyi, bu gitmelerin onun görevi olup olmadığını, neden sıralı amirlerinin arza gitmediğini, düşündü durdu. Ve yine muhtemelen, bu vahim sonuca göre, sıralı amirleri de uzun bir süre arzdan sakınmış da olabilirler. Kurmay Başkanı, belki de, yazıdaki düzeltme yoluyla şubesindeki sorumlu subaylarını yanına çekmek istemiş de olabilir.)

11.00: Çay ocağına giden Başçavuş döndü. Onu, sandalyesinde hafif aşağıya kaymış, başı sağ öne eğilmiş gördü. Yaklaşınca sol göğsü üstünde kırmızılık gördü. Omzuna dokunup “Vedat Abi” diye seslendi. Göğsündeki deliği ve masa üzerinde tabancayı gördü. Hemen sol çapraz odadaki kısım amiri Binbaşı ile Sağlık Binbaşı’ya bildirdi.

Üçü odaya geldi. Sağlık Binbaşı nabzı kontrol etti.  “Nabız alamıyorum” dedi. Binbaşı Tabip Üsteğmen’i arayıp ambulansla gelmesini istedi. Kurmay Yarbay’a bildirdi. Tabip Üsteğmen ambulansla geldi. Nabzı kontrol etti, kalp masajı yaptı. Birisi kurtarıcı soluk verdi.

11.15: Ölüm saatinin bu olduğuna karar verilip müdahaleye son verildi.

17.15: Lefkoşa Devlet Hastanesi’nde otopsi: Ateşli silahla akciğer ve kalp yaralanması sonucu iç kanama.

***

Şimdi imza sırasında ve sonrasında olanlara ilişkin iletilenler yoluyla, yaşandığı iddia edilen ayrıntıları yazar Selçuk İçer’den okuyalım

(O birlikte o gün olan bitenden sonra İstanbul’da bir telefon çalar. Çalan telefon her yazısının altına telefon numarasını da ekleyen emekli assubay, yazar Selçuk İçer’indir. Selçuk İçer telefonunu açar, muhtemelen “buyrunuz” der, kişi olayı anlatır, dinler, not alır ve sonra 12 Kasım 2013 tarihli “ASSUBAYIN İNTİHAR SEBEBİ KURMAY BAŞKANI(MI) ?” (2) başlıklı, olaya ilişkin ilk ayrıntıları okuduğumuz bu yazıyı kamuoyuna duyurur.

İşte o yazı:

Assubay meslektaşımız Tugay Kurmay Başkanı tarafından 20 dakika süreyle makamında araçlarla (?) ilgili konuda tahkir taciz edilir hakarete maruz kalır olaydan 15 dakika sonra çalışma odasında silahıyla intihar eder yaşamına son verir. İddiaları ve aldığım duyumlar, araştırmalarım.. Hakaret, baskı, tehdit sözlü şiddet  ve  ölüm..

* * *

Tugay Kurmay Başkanının hakaretleri intihara sebebiyet verdiği iddiaları ve yaşananlar derinlemesine araştırılmalıdır…)

(12 Kasım 2013 tarihinde cenaze sevk edilmiş,)

Emekli astsubay, yazar Selçuk İçer’in telefonu yine çalar. Birşeyler anlatılır ve O, anlatılanları not alıp, 13 Kasım 2013 tarihli “KUR.YARBAY AHMET KÖSE VE ASSUBAYIN İNTİHARI” başlıklı bir yazı daha paylaşır kamuoyu ile. O da bu yazı:

(14.Zh.Tug. Kurmay Başkanı Kur.Yarbay "Ahmet KÖSE" Makamında Assubayı 20 dakika süreyle aralıksız tahkir ve taciz eden yüksek sesle hakaretler yağdıran hizmeti psikolojik işkenceye dönüştüren yarattığı bu ortamdan 15 dakika sonra çalışma odasında intihar eden Assubay.

Yaşanalar Sebep sonuç ilşkisi ve Kur.Yarbay Ahmet KÖSE.

İntiharı müteakip tanık olan bazı Assubaylara "Kur.Yarbay Ahmet KÖSE'nin bağırmasını, hakaretlerini duymadık bilmiyoruz, haberimiz yok baskıları, telkinleri, Yarbay Ahmet KÖSE’yi kurtarma operasyonu. Yarbay KÖSE'nin avaz avaz çıkan bağıran sesi koskoca Tugay Kh.Binasını inletmiş, ortalık yıkılıyor sen duymadım de baskıları gözdağı bilmem ne ,

Bir cana mal olunmuş Assubayın kanı hala odasında çoluk, çocuk perişan sen olayı kapatmak için oyun üzerine oyun peşindesin. “Duymadık deyin ha”, olur emredersin ...!

Assubay bugün toprağa verildi ocak söndü geride ana, baba eş ve çocuklar perişan. Yarbay Ahmet KÖSE hala görevinin başında Kurmay Başkanı Koltuğunda yaylanıyor sallanıyor çoluk çocuğu rahat ölen yok kalan yok dokunan yok  Assubayı ölümüne döven  diğer Kur.Albay gibi..Subaya gelince kanun yasa mahkeme hak getire..

Çevresinde Assubay karşıtı olarak tanınan Tugay Kurmay Başkanı  Kur.Yarbay Ahmet KÖSE  "O KANIN İÇERİSİNDE BOĞULACAK" hesabı legal olarak sorulacak. Assubaylar sahipsiz değildir...)

Yazar Selçuk İçeri arayan “kişi”ler acaba başka yerleri de aramışlar, olay hakkında bilgi “vermiş”ler midir? Peki, ifadeler sırasında bu “kişi”ler buhar mı olmuşlar? Nereye gitmişler? Bilgilerine başvurulmamış mı? Veya onlar olayı aydınlatmak için müracaatta bulunmamışlar mı? Veya onları susturmuş ise kim susturmuştur?

***

Yeminli ifadeler: Uyumlu, çalışkan, sakin, mülayim bir insandı. Kötü alışkanlıkları yoktu. Sadece borsada yatırım yapıyordu. Husumetli, kavgalı olduğu biri yoktu. Ölümünden önceki haftadan itibaren tabanca taşımaya başlamıştı. Kıbrıs’a alışamamıştı. Baskı yapıldığına, mobing uygulandığına, amirlerden hakaret içerikli söz işittiğine dair beyanı yoktu.

Sonuç: Silah kendinin. El kendinin. Mermi kendinin. Bir el atışla kendini yaralayarak kendi ölümüne sebep olduğundan şüphe yok. Bir kusurlu yok. Kovuşturmaya gerek yok. Emanete kayıtlı eşyalarının mirasçılarına teslimine…

***

Askeri Savcılık, Astsubay Vedat Tanrıverdi’nin, 40 yaşının dolmasına bir ay kala, 11 Kasım 2013’te Kıbrıs’ta “kışlada intihar”ına, bir yıl sonra, 20 Ocak 2015’te böyle “açıklık” getirdi.

O odalarda, o imzalarda ne olduğunu bilmiyoruz! Kıbrıs’ta bir süre önce bir astsubayın komutanı tarafından hakarete, darba uğradığını ama kendisi sürülürken komutanın paşa olduğunu, birkaç gün önce bir başka astsubayın daha intihar ettiğini biliyoruz.

İktidarın, asker intiharlarının araştırılmasını Meclis’te reddettiğini biliyoruz.

 “Mirasçılar” bir eşi, bir de küçük ikizleri!

Bu tebligat oğullarının neden intihar ettiğini sorgulayan “müştekiler”e, anne ve babasına!

Sabah sporu yapan, komutanların “çok şefkat, anlayış, nezaket” gösterdiği, çayını içip odasına giden bir insanın intiharını nasıl da açıklayıcı! “Kalp yaralanması” hariç!

Göreve başladıktan üç ay sonra intihar ile sonuçlanan bu elim hadise şunu da göstermiş oldu ki, assubay, karargâh çalışması dâhilinde hazırladığı yazısının imzasını da sıralı amiri yerine, son imzaya kadar kendisi arz etmekte. Günümüzde her şey uzmanlık dallarına ayrılmış halde. Konunun mobbing uzmanlarınca incelenip incelenmediğini ise bilmiyoruz.

Sıradan Bir Gündü.

Temmuz 25, 2014

Gerçi her günü sıradandı ya, olsun, lafın gelişi işte!

Yılların alışkanlığı ile sabah yedide uyanır, saat dokuza kadar uyur gibi yapar, evinin küçücük balkonuna geçer, hanımın ayağının altında dolaşmak istemez, internetten gazetelere bakar, eşi sabah telaşını atlattıktan sonra kahvaltı edilir, sonra elektrik su faturalarının ödenmesi gibi önemli (!) işler halledildikten sonra öğle uykusu, yine internet…Akşam yemeği, televizyon kumandasını önce kapmışsa haberler, kaptırmışsa aptal diziler seyredilir ve yatılır.

İşte bu gün de sıradan bir gün gibi başlamıştı.

Günlerdir evde bir fırın gerginliği yaşanıyordu, eski fırının içi dökülüyordu ve eşine göre yenisi alınmalıydı. Ama hesap bir türlü denk gelmiyordu. Hep yeni bir şeyler çıkıyordu.

Borç harç evlendiklerinde eşi ona çok anlayış göstermiş, çok destek olmuştu, Allah için inkar edemezdi, onu sabrı, desteği, tutumluluğu olmasa bu günkü konumuna gelemezdi. Moda deyimle antidepresan bir gülümseme yayıldı yüzüne bu günkü konumunu düşününce… İki oda bir salon ev, 2001 model bir araba, ve borçlar. Bu günkü konumu da buydu işte. Gene de şükretti, bu kadarına da sahip olamayanlar var, “Şükür” dedi içinden.

Eşi, “pek neşelisin bu gün” deyince fırtına bulutlarının dolaştığını hemen anladı, bunun arkası gelirdi, “Haydi hayırlısı!” diye geçirdi içinden.

Evden uzaklaşmayı düşündü, en iyisi buydu. Ama nereye gidecekti? 

Son zamanlarda iyice daralmıştı. İş arıyordu sürekli, gazeteleri, iş ilanlarını araştırıyordu, Kariyer net, Eleman on-line, Secret CV gibi siteleri sürekli izliyor, ama bir şey çıkmıyordu işte!

Zaruri birçok şeyi “alalım ufak taksitlerle öderiz” diye düşünüp almışlar, ufak taksitler üst üste gelince neredeyse maaşın yarısını alıp götürür olmuştu.

Şu fırın işini de çözse iyi olacaktı ama bir ufak taksit daha eklenecekti.  

***

Kadın kahvaltı masasına tabakları atar gibi koyuyor, buzdolabı ile masa arasında hızlı hızlı gidip gelirken düşünüyordu “32 senedir evliyiz, hep idare ettim, hep sabrettim, anasıdır, babasıdır, danasıdır katlandım. Tüm heveslerim kursağımda kaldı, durumumuzu bildiğim için hep idare hep idare… 32  sene sonra bir fırın istedim, bir fırın yaaa!

Kahvaltın hazır” dedi, “ gel de ye!

Masaya oturdu, bekledi, eşi gelmeyince kalkıp yatak odasına gitti, eşi sırt üstü yatmış tavana bakıyordu.

Sen kahvaltıya gelmeyecek misin?

Gelmeyeceğim

Neden

Benim bu evde bir tek görevim var, sana karılık etmek, seni memnun etmek, benim bir şey istemeye hakkım yok, kahvaltını ettiysen gel, kadınlık görevimi de yapayım… Hadi

Kadın soyunmaya başladı, çıktı odadan, tekrar balkona döndü, kahvaltı masası öylece duruyordu.

Son zamanlarda ani parlamaları oluyordu, tansiyon, şeker belki de yaşananların, stresin doğal sonucuydu ama yapacak bir şey yoktu. Doktor “sakin olacaksın, stresten uzak duracaksın” dedikçe doktorun kolalı gömleğindeki kırmızı-siyah pahalı kravata gözü takılmış, o kravatı iyice sıkıp, doktor morarana kadar öylece bekleyip, sonra da “hadi stres yapma doktor”diyesi gelmişti son doktora gidişinde. Çünkü doktorun sıkılı kravatı gibi sıkıyordu hayat onu. Hem de her gün, hem de her saat!

Kalkıp giyindi, eşi ile göz göze gelmemeye çalışarak…Kapıdan çıkarken eşi geldi, “kaç, evden uzaklaş” dedi.

Konuşalım mı?

Neyi?

Bu gerginliğin sebebini

"Allahım ya, gerginliğin sebebini konuşacakmış! Kaç aydır ne konuştuk?

Bak, bildiğin gibi taksitlerimiz var, biraz hafiflesin söz ya, söz!

Sesi istediğinden fazla yüksek çıkmıştı, fark etti ama olan olmuştu…

Bağır, bağır, bağırır susturursun!

Çok daha zor günleri birlikte aştıkları, can yoldaşını tanımakta güçlük çekiyordu, ne olmuştu, ne değişmişti?

Dışarı çıktı, kapı arkasından hızla kapandı… “O da benimle az çekmedi” diye düşündü, “Yıprandı, hem de benden fazla!

Bir simit aldı, parkta onu yedi, öğleye kadar parkta oturdu, bir alışveriş merkezine girdi, hiçbir şeyi görmeden, hiçbir vitrine bakmadan, bir hayalet gibi dolaştı, bütün katlara inip çıktı, bir bankta dakikalarca oturup yere baktı, ensesinden başlayan bir ağrı alnına kadar geliyor, şakakları zonkluyordu.  Tansiyon ilacını yine almaya unutmuş olmalıydı.

Gün ikindiye dönmüş, gölgeler uzamıştı eve geldiğinde, kahvaltı masası sabahki gibi duruyordu, dokunulmamıştı. Karnı da iyice acıkmıştı. Buzdolabından tansiyon ilacını, şeker hapını aldı… Bolca su ile içti, çünkü doktor öyle demişti. Balkona çıkıp oturdu. Başı fena ağrıyordu.

Uzaktan uzağa bir telefon sesi geldi, birkaç kez çaldı, sustu…

Pijamalarını giymek için yatak odasına girdiğinde eşinin toplandığını gördü, bir bavulu doldurup kapatmış, diğerini özenle yerleştiriyordu. Yanına gitti, eşi ona bakmadı bile, ağlıyordu…

Ne vardı bu kadar büyütülecek, ne vardı bu kadar sorun edecek? Uzlaşamazlar mıydı? Ne günler, ne zorluklar atlatılmıştı birlikte…

Elini omzuna koydu eşinin…

Dokkkunma bana, dokunma dedim!

Konuşalım, lütfen!

Bu arada eşinin telefonu yeniden çaldı, oğlu arıyordu, büyük oğlu Çanakkale’nin bir ilçesinde öğretmenlik yapıyordu.

Alooo… Oğlum?

Anne ağlıyorsun sen?

Boş ver beni oğlum, benim hangi günüm ağlamadan geçiyor ki, sen nasılsın?

Anne, beni boş ver, ne oldu söyle, babam nasıl, bir şey mi oldu?

Babanın keyfi yerinde oğlum!

Sen niye ağlıyorsun anne?

Kaderime ağlıyorum oğlum, kötü kaderime, bunca yıllık emeğime, bunca yıllık sabrıma, bunca yıllık çektiğim çileye

Nabızlarının hızlandığını, göğsünün hızla inip kalktığını hissediyor, gözleri yanıyordu.

Çocuğu da huzursuz etme” dedi eşine!

Eşi konuşmaya devam ediyordu, telefonu aldı önce duvara çarptı, sonra üzerini çiğnedi, çiğnedi parçalarını un ufak edince ye kadar çiğnedi.

Allah belanı versin” dedi karısı…

Saçından tuttu…Vuracaktı, sonra bıraktı…

Karısı bağırmaya, beddua etmeye devam ediyordu…

Saat 19:02 de, önce iki el, tam bir dakika sonra 19:03 te bir el silah sesi daha duyuldu… Balkon demirindeki iki güvercin silah sesine havalandı, bir süre birlikte doğuya doğru uçtular, sonra ayrıldılar bir kuzeye, diğeri batıya, sonra gözden kayboldular.

Sonra derin sessizlik…

Sadece sessizlik!

Türkiye gazetesinden Balcicek İlter’in Genel Kurmay 2.Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile astsubayların artan intihar olayları ve sorunlarına yönelik cesurca yapılmış söyleşisini köşesinde okuduğumda aklıma gelen söz, Albert Einstein'in dediği gibi "ön yargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur".

Anlaşılan artan intihar olayları ve yaşanan sorunlar karşısında,  Genel Kurmay ve siyasiler kulaklarını tıkamışlar.

Sorular ayrıntılı olmasa da,  muhataplarınca tahmin ediliyor. Cevaplar genel ve politik.

Özellikle artan intiharlar,  15 günde 7 astsubayın intiharı, anlaşılan pas geçilmiş…

Genel Kurmay 2. Başkanı şöyle ifade etmiş; 

Memleketteki intihar oranlarına kıyasla TSK'dakiler daha az ve nedenleri buraya özgü değil. Çok önemli nedenlerin başında psikolojik sorunlar ve madde bağımlılığı geliyor. Bizim zamanımızda bir elin parmaklarını geçmezdi bu vakalar ama şimdi toplumun genelinde nasıl arttıysa buraya gelenlerin arasında da maalesef çok yaygın...'

MSB Bakanı İsmet Yılmaz, TSK’da durmak bilmeyen intiharlara yönelik eleştirileri cevaplamak adına yaptığı açıklamaları, İntihar Haberleri TSK’da Bulaşıcılık Riskini Artırıyor mu? Başlıklı yazımda aktarmıştım.

Söylemler hep aynı.

İntiharlar, silah altına alınan askerlik yükümlüleri yani erlerin sivil yaşantısına bağlanmış.

Ancak TSK’da, istihdam edilmek üzere tam teşekküllü Askeri Hastanelerde ince elenip sık dokunarak ‘’Askeri öğrenci olur’’ sağlık raporu ile alınan ve görevde iken, iki yılda bir periyodik muayeneden geçirilen muvazzaf astsubaylar ne oluyor da bunalıma giriyor, canlarına kıyıyorlar?

TEMAD’a göre ekonomik nedenler, mobbing, keyfi uygulamalar, son çıkan disiplin kanunu,  eşitsizlik, umutsuzluk ve geleceğe olan güvensizlik astsubayları bunaltıyor ve de intiharı tetikliyor.

Orgeneral Güler;

Onları haklı gördüğüm tek alan tazminat talepleri... Emekli olduklarında karşılaştıkları tablo. Tek haklı gözüktükleri alan o. Onun da muhatabı biz değiliz. Hükumet de biz de farkındayız aslında. Hükümet yapmayalım demiyor ama onlara yaparsam herkes ister zammı, onlara da yapmak zorunda kalırım şimdi bu yükün altına giremem diyor.

“Yine pas, yine taç”

Ancak, muvazzaf astsubaylar ve sorunları ortak olan emekli astsubaylar da diyor ki  “Bizler herkes değiliz” kimseden zam veya sadaka istemiyoruz.  Yok sayılan haklarımızla birlikte eşitlik ve adalet istiyoruz.

Astsubayları üstleri eziyor mu?

''Öncelikle şunu söyleyeyim, Balçiçek İlter ile çay getiren görevlinin durumu aynı olur mu? Ya da sizinle genel müdürünüzün durumu? Her şeyin bir hiyerarşisi, sıralaması var”

''Bana dair ne varsa her şeyi astsubayım bilir banka şifrelerimden mal varlığıma özel hayatımın detaylarına kadar, ben bilmem o bilir.''

Yukarıdaki ifadeleri ikinci kez okudum.  Çay getirme işini, bildiğim kadarı ile TSK içerisinde Er’ler, özel işleri ise herkes kendisi yapıyor.

Ön lisans, lisans ve hatta doktorasını yapmış, takım, bölük komutanlığı, sevk ve komuta görevlerini ifa etmiş ve eden astsubaylara yani silah arkadaşlarına yönelik bu söylem ve örnekleme düşündürücüdür.

Astsubaylar emekli olsa da askerliği bitmiyor, seslerini çıkaran cezalandırılıyor. Nasıl mı?

Genel Kurmay Tarafından Süreli,  süresiz orduevlerine giriş yasağı, TEMAD (Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği) Genel Başkanı Ahmet Keser’ e “ 6 ay, orduevlerine girmeme cezası verilmiş”  Suçu, saz çalmakmış öğrendiğim kadar…

 

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
twitter @daniscoban

Hani intihar ediyorsun ya! Aslında hiç iyi etmiyorsun.

Eğer evliysen, eşin bu kara haberi duyduğunda ne oluyor biliyor musun?

Bu bana nasıl yapılır, yalnız bırakılmayı bana nasıl reva gördün, dediğini duyar mısın?

Ya çocukların varsa?

O çocuklar nasıl büyüyecek bilir misin?

Senin intihar ettiğin bir çırpıda söylenecek bir hadise değil ki, çocuklara...

Yaşama veda etmene her neyse sebep, çözmeden çekip gitmek...

Ardında töhmet altında insanlar bırakmak olur mu?

İşin de problem olabilir, eşinle de olabilir, çocuğunla da...

Borcun da olabilir...

Borç kapatılır, işten ayrılınabilir, gerekirse eşten de, ya çocuktan, onlar nasıl bırakılır hayatın engebelerinde, hiç kapatılamayacak bir eksikle...

Gerekirse dağ başında tek başına da yaşayabilirsin...

Ama geride bıraktıkların nasıl yaşayacak sensiz?

Evde sofra kurulacak, sen yoksun, geçmişte yaptıklarınızı kalanlar yapmaya kalktığında sen yoksun...

Eşin kimin omuzuna baş koyup ferahlayacak, göğüsleyecek yaşamın getirdiklerini, hiç düşündün mü?

Kapanma içine, dök, sana, sence eziyet edenlere yaptıkları yanlışları, bağır-çağır, dağıt ortalığı, belki de sessizliğindendir üstüne gelişleri...

Haklarında yasal yollara başvur ama intihara asla başvurma...

Beden cansız olduğunda, sana birileri denk gelecek.

Sonra bir feryat kopacak mahalde...

İnanamayacaklar yaptığına.

Kimisi de; belliydi, son zamanlarda şundan, bundan sıkıntı yaşıyordu, diyecekler...

Haber verilen savcı yanına gelecek, saatler süren bir inceleme sonrası en yakın morga kaldırılacaksın.

Yıkanıp, kefenlendikten sonra ilaçlanıp, soğuk bir kabinin raylı çekmecesine konacaksın, bir-iki gün orda bekleyeceksin defnedilmeyi.

Eşin seni morgda görmek için yanına gelecek, çocukların olan-bitenden habersiz elbet.

Ve ilaçlı olduğun için oradaki görevliye ısrar da edilse, belki de, yüzüne son bir kez elini dahi süremeyecek...

Sonra, etraftaki kimileri, intiharın hakkında “şundan sebep oldu” diyecekler.

Ama o gün orda dediklerini adalete sıra gelince belki de söylemeyecekler...

Eğer anlatmışsan her ailede olası kimi sıkıntılarını birilerine ve de varsa bir miktar borcun...

İşte tam da olayın kime yıkılacağı bellidir artık.

Ölen öldü, kalan olası müsebbibi kurtarma günüdür artık...

Suç kalır muhtemelen en masum olana...

Çünkü adalet maddi delillerle, beyanlarla işler...

Beyan edilmezse adalet de kalır çaresiz.

İşinden ayrıl, eşinden ayrıl, bunlar dünyanın sonu değil.

Yeter ki kendi sonunu hazırlama...

Düşün seninle, senden olanları...

Her halde onları yalnız bırakma, emin ol ki onlar seninle her halde var olacaklardır...

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde konuşlu 14’üncü Zırhlı Tugay’da görevli 21 yıllık assubay, İkm.Kd.Bçvş. Vedat TANRIVERDİ’nin 11 Kasım 2013 tarihi saat 10.30 sularında silahındaki tek mermiyle intihar etmiş olarak çalışma odasında bulunmuş olduğunu büyük bir üzüntüyle öğrendik.

Evli ve beş yaşında ikiz kız çocuk sahibi assubayımızın çevresinde ve çalışma arkadaşlarınca sevilen bir kişi olduğu sosyal medyadaki tepkilerden ve iletilerden anlaşılmakta...

Kıbrıs’a Eylül ayı başlarında gelerek görevine başlamış. Ancak karargâhtaki çalışma ortamının hoş olmadığı, sıkıntılı bir yer olduğunu, eski birliği olan Bayburt’u aradığını zaman zaman arkadaşlarıyla, yakınlarıyla paylaşmış.

Karargâhda çalıştığı tüketim malzeme assubaylığı göreviyle ilgili olarak hazırlamış olduğu evraklarını imzaya yetkili Kurmay Başkanı Yarbay Ahmet KÖSE’nin imzalar esnasında personelini saatlerce beklettiği, bazen bir imza için personelin akşam sekizlere kadar karargâhta beklemek durumunda kaldığı, imzalar sırasında personelin moral ve motivasyonunu kırıcı sözler sarf edildiği iddia edilmekte.

Bunun dışında, lojman ve kışlanın aynı sahada bulunduğu, rütbeli personelin akşam belirtilen saatten sonra kışla dışından lojmanına giremediği, belirtilen saatte giriş yapmayanların kurmay başkanınca savunmalarının alındığı, icabında cezalandırıldığı,

Aynı kışlanın 1994-96 yılları arasında alay olduğu, etrafında bugünkü gibi tel örgü olmadığı, o dönemlerde de gece belirtilen saatten sonra lojmanına/evine gelen personelin nizamiyedeki görevli personele adını yazdırmamak/ceza almamak için arabasını eşine vererek, eşlerin araçla nizamiyeden girdiği, muvazzaf personelin ise tel olmayan bölgeden lojmanına sızarak girdiği, hatta lojmanda ikamet eden bir merkez komutanının nizamiyeden gece geç girmesi üzerine o dönemin komutanınca cezalandırılmış olduğu,

Ergenlik yaşını çoktan geçmiş, bir işi ve de bir eşi olan TSK personeline yapılan bu muamelelerin insanlıkla, yetkiyle, kanunla, mevzuatla alakası nasıl izah edilebilir? Anlamak mümkün değil...

Kıbrıs’taki birliklerin kimisi, son zamanlarda personele yapılan açık şiddet ve mobinglerle gündemde.

Ekim ayı başlarındaki 28’inci Tümen hadisesinden sonra; 14’üncü Zırhlı Tugay'da, 21 yıllık bir tecrübeye sahip  İkm.Kd.Bçvş. Vedat TANRIVERDİ’nin intiharı Kıbrıs’ta yapıcı tedbirlerin alınma vaktinin geçmekte olduğunu fazlasıyla gösteriyor.

Bu tedbirleri Genelkurmay mı, TBMM’ce oluşturulacak bir komisyon mu, insan hakları kurumları mı, başbakan veya cumhurbaşkanı mı alır, onu bilemeyiz... Ancak iş daha fazla büyümeden tedbir alınması gerektiği ortada...

***

Vedat TANRIVERDİ kimdir?

On üç-on dört gibi çok küçük yaşlarda, orta öğrenimden sonra 1988 yılında Çankırı Assubay Hazırlama Okulu sınavını kazanarak, üç yıl zorluklarla dolu askeri eğitim, öğrenim görmüş, assubay olarak hazır edilmiş.

30 Ağustos 1992’de 18-19 gibi genç bir yaşta assubay nasb edildikten sonra, ilk tayin yeri Hakkâri. Çok genç yaşta olmasına rağmen ilk görev yerinde yüzlerce Şehide şahit olmuş, Şehit işlemlerini yerine getirmiş. Böylesine acı, üzücü ve bir o kadar da önemli bir görevden sonra, mal sorumluluğu, hesap sorumluluğu, bölük assubaylığı gibi değişik işlerde milletine, devletine hizmet etmiş. Meslekte 21 yılını geçirmiş olarak, zorluklarla dolu onca tecrübeyle, bilgi birikimiyle Eylül 2013’de Kıbrıs’ta göreve başlamış. Ve göreve başladıktan kısa bir süre sonra, çok sevdiği beş yaşındaki ikiz kızlarını, eşini geride bırakarak intiharı göze almış.

Şimdi bu olacak iş mi?

Konu, bence,  basit bir vaka değildir.

Göreve başladıktan sonra idarede yaşadığı olaylar her neyse gün gün ortaya çıkartılmalıdır.

Ortaya çıkarma işlemlerinin selameti için idarenin başında bulunanlar derhal görevlerinden savuşturularak açığa alınmalıdır.

Eğer suçsuz bulunurlarsa göreve iade edilmelidirler!, demiştik ki, yazar Selçuk İÇER “Kur.Yarbay Ahmet KÖSE ve Assubayın İntiharı” başlığıyla konuyu bir kez daha ele almış ve kurmay başkanı yarbayın olayı örtbas etmek amaçlı, personele yönelik baskılarını dile getirmiş olduğunu 13 Kasım 2013 tarihli köşe yazısından okudum.

İfadeleri, sözleri önemli olan personel üzerinde daha fazla baskı yapılmaması ve soruşturmanın selameti için Tugay Komutanı her ne kadar o gün orada olmasa da kurmay başkanı ile birlikte şu anki görev yerinden uzaklaştırılmalıdır.

Nasıl ki Kıbrıs/28’inci Tümen'de alay komutanınca darp edildiği iddia edilen olayın soruşturması yürütülürken, şikâyetçi assubayın ifadesinin olaya taraf alay komutanının yanında ve onun odasında alınması hukuken sakatlık doğurmaktaysa, burada da olayın seyrini değiştirmeye muhtemel muktedir kişilerin olay mahallinde makam işgal etmeleri de bence, hukuken sakıncalıdır.

Bu şartlar altında, yani; izniyle, siciliyle sımsıkı bağlı olunulan ve olayın meydana gelişine taraf olabilecek durumdaki etkin, yetkin kişilerin, yitip giden yaşamın sebeplerinin araştırıldığı, adaletin tecellisine gölge düşürebilme ihtimalleri ortadan kaldırılmalıdır.

Tekrar aynı acıların yaşanmaması, intiharların kader olmaması için her personele çok önemli görevler düşmektedir. Bu görev, olanı biteni, yaşananları beyan etmekten geçer. 

Unutulmamalı ki, O’nu tanıyanlar, Vedat Kd.Bşçvş.’un gün gelip de intihar edebileceğine ihtimal verebilir miydi!..

BEDEN ve RUH sağlığı bir insan için vazgeçilemeyecek kadar ÖNEMLİ ve gereklidir. TSK bu durumu çok iyi bildiğinden Askeri okullara alacağı öğrencileri çok iyi bir sağlık kontrolünden geçirtip, BEDEN ve RUH durumu uygun olup sağlamlıkları HEYET raporuyla tescillenenlerin kayıtları okullara yapılmakta, bu raporu alamayanları elemektedir. Bu uygulama sonunda TSK nın okullara aldığı tüm personel SAĞLIKLIDIR ve bu HEYET raporlarıyla kanıtlanmaktadır.

Okulların bitiminde personel göreve SAĞLIKLI bir BEDEN ve RUH ile başlamaktadır. TSK nın PERSONELE karşı AYIRIMCI ve FARKLI uygulamalarından zamanla bazı personelde RAHATSIZLIKLAR zuhur etmekte ve bu rahatsızlıklardan dolayı da personelin verimi düşmekte BEDEN ve RUH hali bozulmaktadır.

TSK da görev yapan ASSUBAYLARIN zamanla AYIRIM ve HAKSIZ uygulamalar nedeniyle BEDENEN ve RUHEN rahatsızlandıkları, DEMORALİZE oldukları görülmektedir. Bunun en bariz göstergesi de son zamanlarda artmakta olan İNTİHAR olaylarıdır. AYIRIMCI-HAKSIZ-HUKUKSUZ UYGULAMALAR devam ederken GENELKURMAY BAŞKANLIĞI ve İLGİLİ K0MUTANLARIN HALA BİR çözüm BULAMAMIŞ olmaları, sorunlardan ne kadar uzak ilgisiz ve duyarsız olduklarını göstermektedir.

TSK da SAĞLIKLI oldukları raporla TESCİLLENMİŞ olan ASSUBAYLARI beden ve ruh hastası haline getirip, intihara kadar sürükleyecek uygulamalarla HASTA durumuna düşüren GENELKURMAY ve KOMUTA heyeti bu uygulamalara FIRSAT verdikleri için bire bir DİREK sorumlu olduklarından YASALAR ÖNÜNDE YARGILANMALIDIRLAR.

TSK nın Kanunu ÖZEL bile olsa İNSAN HAKLARINI çiğnemek için YETERLİ olamaz, olmamalıdır.

ASSUBAYLARI BEDEN ve RUH hastası haline getirip, İNTİHAR edecek kadar psikolojik travmaya sokanlar TSK yöneticileri ve onların dayattığı UYGULAMALARDIR. Personeli elindeki raporla SAĞLAM olarak alıp uygulama ve dayatmalarıyla SAĞLIKSIZ hale getirenlerin bu hesabı vermeleri gerekir. Bu uygulamalar hem insan haklarına aykırılığından, hem de yasaların dışına çıkıldığından CEZAİ müeyyideleri de gerektirir.

Rahatı huzuru yerinde olan bir PERSONEL neden İNTİHAR etsin?

En verimli olacağı dönemde NEDEN emekli olsun?

Genkur ve Komuta heyeti bunu bile göremiyor ve düşünemiyorsa zaten SÖYLEMENİN ve SÖYLENMENİNDE bir anlamı yok demektir.

ASSUBAYLAR TSK da ki HAKSIZ -AYIRIMCI ve HUKUKSUZ olan uygulamalardan dolayı BEDEN ve RUH SAĞLIKLARIYLA oynandığından uygulamalara fırsat verenlerin CEZALANDIRILMASINI görmek istiyorlar.

KOMUTAN-AMİR dediğin önce İNSAN olarak sonra da BİRLİĞİNİN sorumlusu olarak GÖREVLERİNİ bilecek, personel arasında AYIRIM yapmayacak, personeli ve haklarını KORUYACAKTIR. Bunu yapamayanları bekleyen AKİBET de... İNTİHARLAR.... Ve diğer baskıcı, dayatmacı, mobbing uygulayıcı davranışlardır.

Gün olmuyor ki yeni bir İNTİHAR haberi olmasın. TSK' da İNTİHAR olaylarının yıllardır sürdüğü, bir türlü bitmediği halde Genelkurmay ve Komuta heyetince bu konunun çözümü için ciddi adımlar atılmamıştır. İntiharlardan sonra olayların GERÇEK sebepleri araştırılmamış, personeli İNTİHARA sürükleyen nedenlerin altında hangi SORUNLARIN olduğu irdelenmemiş, SORUNLARIN çözümü için hiç bir YAPICI ve KALICI tedbir alınmamıştır.

Her intihar olayı BİREYSEL olay-eylem olarak değerlendirilmiş ASSUBAYLARA yapılan AYIRIM ve HAKSIZLIKLARLA hiç irtibatlandırılmadan AİLEVİ - ve PSİKOLOJİK sorun olarak değerlendirilerek GEÇİŞTİRİLMİŞ, olayların üstü örtülmüştür. Personeli İNTİHARA yöneltecek olay ve uygulamalar hususunda ÇALIŞMALAR yapılmamış, personeli BUNALIMA sokan MADDİ sorunların ÇÖZÜMÜ hiç ele alınmamış ve YILLARCA aynı AYIRIM ve HAKSIZLIKLAR sürdürülerek GENELKURMAY BAŞKANLIĞI ve KOMUTA kademelerince personel PSİKOLOJİK travma yaşayacak hale getirilip BUNALIM ortamına itilerek BOŞLUKTA BIRAKILMIŞTIR.

TSK'da bugüne kadarki İNTİHAR olayları araştırıldığında PERSONELİN İNTİHAR ederek sadece kendisine zarar verdiği görülmüştür. Ancak İNTİHAR olaylarının SIKLAŞARAK artması personel arasında büyük HUZURSUZLUĞA sebep olmakta, İNTİHARLARIN sebebinin EKONOMİK sorunlar ile GENELKURMAY ve KOMUTA kademesinin AYIRIMCI ve HAKSIZ uygulamaları olarak değerlendirilmektedir.

Bu düşüncelerin artması ve yerleşmesi de PERSONEL arasında sebep-sonuç İLİŞKİLERİNİ DEĞERLENDİRMEYE YÖNELTTİĞİNDEN sorunların tek SORUMLUSUNUN ASSUBAYLARA karşı AYIRIM ve HAKSIZLIKLARI yapanları ön plana çıkarmaktadır. TSK'da Assubaylara yıllardır AYIRIM ve HAKSIZLIĞI yapanlar GENELKURMAY ve Komuta heyeti olduğundan SORUMLU olarak da DEĞERLENDİRİLMEKTEDİRLER.

Bugüne kadar İNTİHAR yolunu seçenler ya "BENİM ÖLÜMÜME SEBEP OLANLAR belli" deyip İNTİHAR etmeden önce bulunduğu birlikte buna SEBEP olan uygulayıcıyı da HEDEF alırsa, işte o zaman TSK için ÇANLAR ÇALACAK, BÜYÜK TEHLİKE oluşacaktır.

Bu düşünce ne bir HEDEF gösterme ne de YÖNLENDİRMEDİR. Ama ölümü göze almış kişinin önünde de hiç bir ENGEL olamaz. Bu tür olayların olmaması için GENELKURMAY ve KOMUTA heyeti İNTİHARLAR ve SEBEPLERİ hakkında GERÇEKÇİ araştırmalar yaparak olayların önüne geçecek TEDBİRLERİ almalı personeli İNTİHARA sürükleyen SEBEPLERİ ortadan kaldırmalıdır.

Zaten SIRALI her komutanın birinci öncelikli görevi personel ve haklarının AYIRIMSIZ olarak korunması olmalıdır. İntiharlar her geçen gün artma eğiliminde olduğuna göre SIRALI Komutanlar GÖREVLERİNİ yapmıyor, savsaklıyorlar, alınan TEDBİRLERİ YETERLİ olmuyor demektir. O zaman KOMUTAN olanların YETERSİZLİĞİ ve İLGİSİZLİĞİ DE gündeme gelmektedir.

Birliğinde İNTİHAR olayı yaşanan KOMUTAN YAPTIKLARI ve YAPMADIKLARIYLA, ALDIĞI ve ALMADIĞI tedbirlerle değerlendirilmeli ve YASAL olarak SORUMLU tutulmalıdırlar. Herkes görevini LAYIKIYLA yapmalı, yapmayanlar YASALAR önünde CEZALANDIRILMALIDIR.

Personel keyfi ve kasıtlı olarak yapılan MESAİ konularından çok RAHATSIZ HUZURSUZDUR. Assubaylar EKONOMİK nedenler yüzünden ailevi sorunlar yaşamakta ve BUNALMAKTADIRLAR. Çözüm getirilmediği sürece İNTİHARLAR her geçen gün artacak ve TSK'da daha büyük olaylar yaşanacaktır.

SORUNLARIN çözümü GENELKURMAY-KOMUTA HEYETİ VE KURMAYLARIN görevidir. TSK'da NİMETLERİN paylaşılması sırasında ARALARINDA gösterdikleri DAYANIŞMA - BAŞARIYI, ASSUBAYLARIN SORUNLARINI ÇÖZMEK İÇİNDE GÖSTERMEK ve YAPMAK BİRİNCİ ve ÖNCELİKLİ GÖREVLERİDİR. Yoksa TSK'ya asıl büyük tehlike bundan sonra gelecektir.

AYIRIMA ve HAKSIZLIĞA uğrayan bunun maddi sıkıntılarını yaşayan, maddi sıkıntılar yüzünden ailevi sorunları da yaşayarak omuzlarındaki yük artan ASSUBAYLARIN kurtuluş olarak İNTİHARI seçmelerinin TEK SORUMLUSU GENELKURMAY BAŞKANLIĞI ve KOMUTA heyetidir.

TSK'da İNTİHAR olaylarının TARAFSIZ bir şekilde ARAŞTIRILIP çözüme kavuşturulması SORUMLULARIN CEZALANDIRILMASI için TBMM'de bir ARAŞTIRMA ve SORUŞTURMA KOMİSYONU acilen KURULMALI GÖREVLENDİRİLMELİDİR. Bu KOMİSYON hiç bir BASKI ve ETKİ altında kalmayacak şekilde GÖREV yapabilirse TSK'daki HAKSIZLIKLAR-AYIRIM sonlanır İNTİHAR olayları da BİTER, Sorumlular da YASALAR önünde hak ettikleri cezayı alırsa TSK'ya HUZUR gelir.

Hangi KURUM olursa olsun, hangi isim altında olursa olsun YAPTIĞI yanında KÂR kaldığı sürece YAPTIĞININ BEDELİNİ ödemeyenler HAKSIZLIK ve yanlışlarını YAPMAYI SÜRDÜRÜRLER.. TA Kİ YETER ARTIK diyecek BİRİ karşısına çıkıp ÖLÜMÜ ve ÖLDÜRMEYİ göze alana kadar.

Peki, olayı ÖLMEYE ve ÖLDÜRMEYE kadar getirmeye GEREK var mı? Bu kurumların SIRALI AMİR ve YETKİLİLERİ YOK MU? O zaman GÖREVLERİNİ YAPMIYOR, İHMAL EDİYOR, SAVSAKLIYORLAR demektir. Görevlerini yapmayanlar da YARGI önüne çıkarsa bu iş ÇÖZÜLÜR. Aksi halde olaylar sür-git devam eder. Bunu kimsenin yapmaya HAKKI DA YETKİSİ DE YOKTUR, olmamalıdır.

Bugüne kadar BİRLİĞİNDE İNTİHAR eden bir personel olduğunda YARGILANAN ve CEZA alan bir BİRLİK KOMUTANINI Genelkurmay GÖSTEREBİLİR Mİ? Hem birliğinde YETERLİ DENETİM ve KONTROLÜ yapmadığından GÖREVİNİ AKSATARAK PERSONELİN İNTİHAR ettiğinde HİÇ SORUMLULUK almayacak SORUMLU tutulmayacaksın. Böyle KOMUTANLIĞA ve SORUMSUZLUĞA PES doğrusu.

Bu DÜZENSİZLİK bitmeli HERKES SORUMLULUĞUNU üstlenmelidir.

Saygılarımla.

Sayfa 1 / 2

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ