Hürriyet Gazetesinin manşeti böyleyken, Milliyet Gazetesinde bambaşka bir haber yer alır o gün. Milli Savunma Bakanı İlhami Sançar, yan ödemeler kararnamesini savunmak üzere okkalı bir demeç patlatmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin 38. Hükumeti olarak tanımlanan Sadi Irmak Başbakanlığındaki ekibin Milli Savunma Bakanı İlhami Sançar'ın aslında bir hukukçu olması da bu demeci tam anlamıyla ironik kılmaktadır. Lütfen iyi okuyunuz ve demagojinin nasıl bir şey olduğunu görünüz:
Evet, bu demeci de ince eleyip sık dokumanın zamanı geldi ama yine pusulayı şaşırdık. Nereden başlayacağız, neresini düzelteceğiz, işin içinden nasıl aklıselimle çıkacağız doğrusu bilmek çok ama çok zor.
Görüldüğü gibi bu metindeki ağız, bir sivil bakanın ağzı değildir. Tam anlamıyla, bir kurmay subay tarafından kaleme alınmış ve bakanın eline tutuşturulmuş bir metindir. Daha ilk baştan, kokusundan dahi bu; net bir biçimde anlaşılmaktadır. Yoksa, aslı hukukçu olan bir adamın böylesi demagojiyi kurgulaması, hele hele hiç tanımadığı ya da az çok tanıdığı Silahlı Kuvvetler için böyle yorumlar getirebilmesi imkansızdır.
Gerçekten de böylesine haksız bir kararnameyi bir çırpıda hazırlamak mümkün değildir. Bunun için aylarca süren bir çaba ve efor gereklidir. Öyle ki, haksızlıklar mümkün olduğunca savunulabilecek aşamada olsun. Böyle bir çabayı da topyekün adaletsizlik olarak nitelemek gerçekten adaletsizlik kavramına karşı büyük, ama çok büyük bir haksızlıktır. Adaletsizlik, adaletsizlik olalı bu denli zulüm görmemiştir. Bu yüzden, bu kararnameyi adaletsizlik olarak nitelemek çok ayıptır. Çünkü söz konusu olan adaletsizlikten öte bir şeydir. Gasptır. Evet; gasptır, tahakkümdür.
Birde şöyle buyurmuş sevgili bakanımız; İç Hizmetleri Kanununda şikayet ve müracaat hakkı varmış. Bu yol açıkmış her daim. Bu mektupları yollayanlar bulanık suda balık avlıyorlarmış! Ah canım benim, gülüm benim sorsana dilekçeyi kime yazıyorsun diye? Sorsana dilekçeyi yazdıktan sonra başına neler geliyor diye! O kadar kolay mı amir ümera kısmına dilekçe arzetmek. Bir fişliyorlar adamı var ya, cenge gidip ömrün boyunca harp etsen, bin kez vurulup ölsen daha kolay geliyor vallahi. Vaktı zamanında bendeniz böyle bir hataya düşmüştüm de başıma neler gelmişti ah! Durumu toparlayana kadar ne entrikalara kurban edilmiştim, TCG Barbaros gemisinin dili olsa da konuşsa! Hadi hiçbir şey bilmiyorsunuz, Nazım'ın Donanma Davasını da mı okumadın hukukçu bakanım? Assubayların karşısındaki güçlerin dilediklerinde neler yapabileceğini oradan da mı öğrenemedin? Yazık ki, çok yazık!
Yan ödeme kararnamesi çıkar çıkmaz huzursuzluklar başlamış, tüm askeri birliklerde görev yapan assubaylar bu haksız uygulamaya nasıl tepki vereceklerini kararlaştırmak için beyin fırtınaları düzenlemişlerdir. Kanun onların doğrudan eylem ya da direniş yapmasına izin vermediği gibi, küçücük kıpırdanmaları bile bir başkaldırı olarak nitelemekte ve çok ağır cezalar öngörmektedir. Pek çok şehirde Assubay Gazinolarında veya birliklerin uygun yerlerinde toplantılar düzenlenmiş, adaletsizliğe karşı mutlaka bir tepki verilmesi konusunda kararlar alınmıştır. İlk akla gelen eylem biçimi; birliklerde işe gitmeme, işi yavaşlatma gibi pasif direniş örnekleri olmuştur.
Öte yandan emekli assubay örgütleri (TEMAY ve EMAS) de assubayların sayıca çok olduğu şehirler ile belli başlı büyük şehirlerde haksızlıkları en iyi şekilde dile getirecek yürüyüş ve miting eylemleri hazırlığına başlamıştır. Tıpkı 1970 baharında olduğu gibi asıl yük yine assubay eşlerinin omuzlarındadır.
Pasif direnişler 9-15 Ocak 1975 tarihleri arasında pek çok birlikte uygulamaya konulur. Diyarbakır'da ise pasif direnişin tarihi 3-4 Şubat olur. Özellikle Hava Kuvvetleri bağlısı birliklerde çok etkin olarak uygulanır. Bazı Deniz Kuvvetleri birlikleri ile Kara Kuvvetleri birlikleri de bu direniş safhasına iştirak ederler. Kimi küçük yerlerde ise küçük çaplı etkin olmayan ya da bireysel eylemler yapılır.
Sorgu ve tutuklamalar daha ilk aşamada başlamıştır. Pasif eylemlere katılanlar bir bir hesaba çekilmektedir. Bir an önce sert bir tavır koyup işin daha ileriye gitmesini önlemektir düşünülen. O yüzden bir yıldırma harekatıdır ilk yapılan.
Emekli Hava Assubayı Bandırmalı Abdullah İ., şöyle anlatıyor pasif direnişle ilgili sorgusunu:
“Ve devam ediyor künye sorgum..
- Bak!..diyor yargıç övgü dolu mana içeren bir ses tonuyla.. Buradaki ifadende dürüst konuşmussun, Buradaki tüm bildiklerini söylersin...
-Evet diyorum içimden dürüst konuşurum dürüstlere karşı.
- 14 ve 15 Ocak 1975 tarihinde 2 gün mesaiye gitmemişsin, Niçin gitmedin.?
- Bize verilen yan ödemeler ve iş riski tazminatlarında yaratılan haksızlıklar nedeniyle moralim çok bozuldu ... Onun için mesaiye gitmedim
- Bandırma Assubay Gazinosunda 13 Ocak 1975 tarihinde toplantı yapılmış, haberin varmı, orda mıydın.?
- Hayır haberim yoktu.
- Hiç duymadın mı?
- Hayır şimdi sizden duyuyorum..
- Yalan söylüyorsun.. Evde kaldığın arkadaşlarınla mesaiye gitmeme konusunda karar almışsınız. Arkadaşınızın ifadesi öyle..
- İçimden Ya K... ya da Kel T... dedim acaba hangisi sattı bizi? Evdeki arkadaşlarla o gün görüşmedim, onları hiç görmedim..
Savcı:
- Ama o konuşmuş o öyle diyor.
- Ben öyle bir konuşma hatırlamıyorum.
- Peki nasıl bir konuşma hatırlıyorsun
Ağzımda laf almağa çalışıyorlar, 'açık vermemem lazım' diyorum içimden..
- Birkaç gün önce görüşmemizde maç hakkında konuşmuştuk..
- Konu dışına çıkma diyor savcı.
- Ben öyle bir konuşma yapmadım.
- Arkadaşının ifadesi burada, o gece berabermişiniz.
- O gece kendisini hiç görmedim..
- Aynı evde kalıp da birbirinizi görmediniz, -sinirli bir şekilde- yalan söylüyorsun..
- Ben dışardaydım, eve geç geldim, herkesin odası ayrı,odama girip yattım..
- Gece geç vakitlere kadar toplantı yapmışsınız..
Tabii biz konuşurken zabıt katibide tüm konuştuklarımızı yazıyordu, savcı psikolojik baskı uyguluyor, bazen ses tonunu yükseltiyordu, beni kızdırıp çözülmemi bekliyordu. Ağızdan çıkacak yanlış bir kelime çözülmeye neden olabilirdi, ipin ucunu bir verdin mi gerisi çorap söküğü gibi gelirdi, sayılı dakikalar içinde sağlıklı karar vermem gerekiyordu.
Buradaki vereceğimiz ifadeler yapılan boykotun ceza kapsamı için çok önemli,
Bireysel suç işlediğimizi kanıtlarsak disiplin cezası alacağız, 2 günlük mesaiye gitmemem toplumsal bir eyleme girerse; sözleşerek firar, isyan, başkaldırı gibi suçlamaların cezası en az bir yıl hapis ve de ordudan ihraç.
- İş riski ve yan ödemelerdeki aşırı eşitsizlik nedeniyle moralim bozuktu ve kendimde işe gidecek gücü bulamadığım için mesaiye gelemedim. Bu kararı tek başıma aldım, hiç kimseyle konuşmadım, bahsettiğiniz o toplantıyı ne duydum ne de katıldım. Söyleyeceklerim bunlardır.
Kısacası söylediklerime inanmıyorlar, zaten bu yargılamaya inanan kim? Haklı olduğumuza biz ne kadar inansak da, verilen emir gereği, bir kaç suçlu bulunup, ipi çekilecek..
Toplumu bu duruma getiren, bu yasaları hep kendi lehine yapan, insanların emeğini sömürenlerin hiç mi suçu yok?
'Hak böyle aranmaz' diyor askeri savcı herşeyin bir yasal yönü var..”
Pasif eylemler sürecinde, Genkur Ges K.lığı 1. Elk. Brl. K.lığı'nda görevli assubaylar ve onlarla aynı ortamı soluyan sivil memurlar elele vermiş ve tepeden inme haksızlığa birlikte direnmişlerdir. Bu kader birlikteliği, yıldırma harekatında da sürmüş, hep birlikte mahkemeye çıkmış ve hesap vermişlerdir. Bazen kelimelerin anlatamadığını belgeler anlatır diye söyleriz hep. O yüzden burada o olayın belgesini sunalım arzu ederseniz. İşte o birlikteki eyleme katılan E. Deniz Assubayı N. Töre'nin arşivinden, mahkeme tutanakları:
Açılan bu dava sonrasında, sırf söz konusu birlikten 177 kişi yargılanmıştır. Kara Kuvvetlerinden 45, Deniz Kuvvetlerinden 31, Hava Kuvvetlerinden ise 24 Assubay. Tuhafınıza gidecek ama geri kalan tam 77 kişi sivil memur. Assubaylarla dayanışma yürekliliğini gösteren ve bu haksızlığı kendilerine yapılmış gibi hissedip tepki koyan tam 77 kişi. Mahkeme heyetini bile şaşırtan bu cesur adamlar, anca beraber kanca beraber diyerek assubaylara candaşlık yapmışlardır.“Gereği Düşünüldü:
....Birliğinde görevli Astsubay ve sivil memurun 11.1.1975 tarihinden 14.1.1975 tarihine kadar ... dinleme yapması gerekirken, sanki hiç yayın yokmuşçasına hareket ederek, haber kaydetmedikleri, bu pasif eylemin iş riski ve iş güçlüğü adı altında tesbit olunan yan ödemelerin Astsubaylara isabet eden göstergelerin miktar yönünden yetersizliği nedeni ile önceden aldıkları bir kararın uygulaması mahiyetinde olduğu, sanıkların 3 ayrı kategoride mütalaa edildikleri 68 kişinin mors operatörü olduğu ve bunların mani bir hal olmamasına rağmen kayıt yapmadıkları, telem operatörlerinin de kayıt yapmadıkları ancak gösterilen süre içinde karşı merkezlerin yayın yapıp yapmadıklarının tesbit edilemediği, 8-10 kişilik gruplara nezaretle yükümlü şef operatörlerin de mecbur oldukları murakebe görevini yapmadıkları, Astsb.Çvş. A.Ş.'nin dinleme işini bırakıp başka bir odada bir bildiri çoğaltmakla meşgulken yakalandığı, bildirinin subay ve astsubaylar arasındaki eşitsizliğin (eşitsizliği) izah eder mahiyette olduğu ve muhtevası itibarıyla arkadaşlarını hoşnutsuzluğa kışkırtmayı hedef aldığı, ancak fiilin nakıs teşebbüs derecesinde kaldığı, şu hale göre ....takdir mahkemeye ait olmak üzere maddeler gereğince cezalandırılmaları, A.Ş.'nin ayrıca....gereğince cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
Dosyanın ...dizilerinde mevcut belgelerden de anlaşılacağı üzere, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına verilen iş riski ve iş güçlüğü ödeneklerinin yeterli görülmeyişi nedeniyle, bir kısım Astsubay eşleri ile birlikte 1975 yılı Ocak ayı başlarında yurt çapında gösteriler yapmış ve bu yoldan isteklerine ulaşmak istemişlerdir.
Bu isteklerinde haklı olup olmadıkları dava konumuz dışında kalmaktadır. Ancak benimsenen hareket tarzının, kanun vesair mevzuat hükümleri karşısında suç teşkil ettiği izahtan varestedir. Nitekim fiili tesbit edilenler hakkında derhal kanuni kovuşturmaya geçilmiş, bu arada ...dizilerinde isimleri bulunan sanıkların da, bu harekete fiilen iştirak ettikleri ilgili makamlarca saptanmıştır.
Neticeten, oluş ve kabule göre sanıklar, yukarıda izah edilen nedenlerle ve davalarına müspet yönde tesir icra edeceği kanaatiyle görevlerini aksatmaya karar vermişler ve olaya tekaddüm eden tarihlerde bu kararlarını uygulamışlardır.
Yapılan birlik toplantılarında söz konusu zamların yeterli görülmeyişi yüzünden görevlerini aksattıkları görüşü ileri sürüldüğü halde, toplantıda bulunanlardan tek bir kişi dahi bu isnada itiraz etmemiştir. Nitekim aradan bir kaç gün geçtikten sonra, 18.1.1975 tarihinde Ankara'da yapılan gösterilere, bu sanıklardan bir kısmının fiilen iştirak etmeleri, isnada neden itirazda bulunulmadığını izah etmektedir.
Bu meyanda, görevin aksatılması yönünde verilen kararın, sohbet tarzında sürdürülen konuşmalar esnasında kendiliğinden oluştuğu, bir ya da bir kaç kişinin öncülüğü sayesinde alınmış bir karar olmadığı...Bir başka deyişle, olayda kimlerin öncülük yaptığı tesbit edilememiştir.
A.Ş. İsmindeki sanık görevi başından ayrılıp başka bir odada “Assubayların dert ve dilekleri” başlığını taşıyan bir bildiriyi çoğaltırken Yzb... tarafından yakalanmış ve bildiri elinden alınmıştır. Bildiri mahiyeti itibarıyla 1632 sayılı As.C. K.nunu, Emeklilik Kanunu, Lojman Talimatı, kadro ve yetki, OYAK Kanunu, Emireri parası, Orduevleri ile ilgili bazı konuların astsubaylar aleyhine bazı hükümler bulunduğunu belirtmektedir. Altı sahifeden ibaret yazının sonunda “Not: Bu yazı tüm bakanlar ve bir kısım milletvekillerine gönderilmiştir.” kaydı bulunmaktadır.
...Sivil memurların da bu vesil ile teşekkül eden zımni anlaşmaya fiilen katıldıkları..toplam 81 kişinin iddianame gereğince cezalandırılmalarına...”
Suçlama açık ve nettir: “Birlikte karar alarak görevi kasten aksatmak ve bu karara fiilen uymak!”
İçlerinden 45 Assubay ilk adımda hemen tutuklanır, yaklaşık 45 gün boyunca Mamak Askeri Ceza Evinde tutulur. Mahkeme sonrasında bu 45 assubaya 2 ay ağır hapis, 200 lira ağır para cezası verilir. Ceza aldıklarından dolayı elbette ki bir yıl geç terfi edeceklerdir bundan böyle! Sivil memurların 52'si suçlu bulunur ve aynı cezayı assubaylarla paylaşırlar.
Assubayların yan ödemeleri haksız ve adaletsiz bularak eyleme geçmeleri en çok genç subayları rahatsız eder. Tabi, bu genç subaylar hakiki genç subaylar. Öyle gazetelere başka türlü ilanlar veren kodaman genç subaylar değil!
Çünkü assubaylar haksızlığı dile getirirken, bir Kıdemli Başçavuş'un nasıl olup da bir yüzbaşıdan, bir üsteğmenden, teğmen ve asteğmenden daha az yan ödeme aldığını sorgulamaktadır. Bu durumda kıyaslama genç subaylar üzerinden yapılmaktadır. Bu kıyaslama da onları rahatsız etmektedir.
Harp Okulları kurulduğundan bu yana onlar lider ve komutan olarak yetiştirilmekte, onlara “ordudaki astların farklı bir dünyanın insanı” oldukları öğretilmektedir. Astlara kumanda eden bir subayın rütbesi ve konumu ne olursa olsun; onlardan daha üstün olması ve bu ilkenin, her alanda olduğu gibi, özlük haklarında da sağlanması ana gayedir. Yıllardan beri bu gaye doğrultusunda çalışılmış ve epey mesafe alınmıştır. 1970 yılında denenmiş ama assubaylar eşleriyle bir olup sokaklara inince bu deneme tam olarak başarıya ulaşamamıştır. Şimdi oyunun ikinci perdesi yaşanmaktadır.
Genç subayların rahatsızlığı nedeniyle assubaylarla aralarında zaman zaman çekişmeler, atışmalar yaşanır. Özellikle eylemlere destek verenler taciz edilir. Fakat çok ileri de gidilmez.
Pasif eylemlerle başlayan sürecin hemen ardından bir kez daha sokaklara, caddelere ve meydanlara inme zamanı gelmiştir. Bir kez daha Assubay eşleri ve Assubay çocukları; ailelerinin ekmek davası için, onur davası için sahaya inmiştir artık.
Pasif direnişe katılanlar tutuklanmış ve ordunun üst kademesi; assubayların yan ödemeleri konusunda kolay kolay taviz vermeyeceğini, bu uğurda çok katı tedbirler alacağını ve askeri ceza kanununun tüm yaptırımlarını sonuna kadar uygulayacağını ayan beyan belli etmiştir. Yapılacak olan ya pes etmek ya da eylemleri daha ileriye taşımaktır. Seçim zor olanı yapmak ve meydanlara inmek, özellikle büyük şehirlerde ve bilhassa Ankara'da ses getirecek bir yürüyüş gerçekleştirmektir.
Eylem günü 18 Ocak 1975, Cumartesi'dir. Soğuk bir kış günüdür. İnsanları tir tir titreten bir hava vardır. Bu soğuğa rağmen; eşler, çocuklar, komşular, akrabalar, anneler, babalar, sivil olup assubayların haksızlığa uğradığına inananlar ve üniversiteli öğrenciler hepsi o gün Ulus'ta Atatürk Anıtı önünde toplanmış ve Ankara'da inançlı bir yürüyüş başlamıştır. Görevdeki assubaylar yine sivil kıyafetli olarak kortejin kenarında yol almaktadır.
Güzergah Sıhhiye üzerinden Kızılay'dır. Oradan da Büyük Millet meclisi'nin önü. Amaç haksızlığı Yüce Türk Meclisine duyurmaktır. Oysa yollar kontrol altındadır. Çok sıkı önlemler alınmıştır. Polisler kesin talimat aldıklarını, Sıhhiye Köprüsü'nden ileriye geçit vermeyeceklerini ve gerekirse zor kullanacaklarını açıkça söylerler. Fakat ok yaydan çıkmıştır artık. Bu yürüyüş mutlaka yapılacak ve hedeflenen gayeye, ne pahasına olursa olsun, ulaşılacaktır. Assubaylara yapılan haksızlık mutlaka Türkiye'nin gündemine taşınacaktır.
Gerçekten de Sıhhiye'de geçilmesi zor bir polis barikatı vardır. Standart polis senfonisi başlamıştır. Önce kalabalığa su sıkılır, ardından panzerler yürür. En coşkulu an jop sesinin duyulduğu andır. Polisin sanatsal senfonisinin en can alıcı yeridir bu jop kısmı nedense. Artık eylemciyle polis yüzyüze, nefes nefese gelmiş ve duygusal bağ kurulmuştur. Ateşli bir aşk başlayacaktır şimdi. Öldüresiye sevecektir polis sevgili halkını. Bu sahnenin sonunda en tutkulu aşıklar kalabalıktan koparılacak ve karakollarda göze yakın tutulacaktır. Sonrası ise malum hikaye. Talihsiz aşık tutuklanacak ve hapishanede günlükler yazmaya başlayacaktır.
Ortalık karışmıştır. Polisler, Assubay eşleri ve sivil kıyafetli assubaylar ve tüm yürüyüş ekibi hallaç pamuğu gibi birbirine karışmış ve sarmaş dolaş olmuştur. Sivil kıyafetli assubaylar tıpkı 1970 Mayıs yürüyüşünde olduğu gibi olayların içine girmek zorunda kalmıştır. Polisin aşırı sert müdahalesi her şeyi değiştirmiş, huzur içinde yapılması planlanan hak arama eylemi bir arbedeye dönüştürülmüştür. Eşlerinin, çocuklarının ve yakınlarının polis jopu altında inlediğini gören assubaylar, ister istemez eylemin bir parçası haline gelmiştir. Sistemin istediği suç işlenmiştir hemen o anda. Artık o assubayların adı isyancıdır, ordunun içine nifak sokandır; iddianameler böyle yazacaktır askeri mahkemelerde!
Yürüyüş ekibi tüm baskılara rağmen inatla eylemini sürdürür ve Kızılay'a ulaşır. Burada artık olanlar olmuş, grup dağılmaya başlamıştır. Dağılan kalabalığın arasından çıkan bir grup son bir gayretle ilerlemeye devam eder. Fakat onlar da küçük bir grup olarak fazla direnemez. Yürüyen o koca grup artık tamamen dağılmıştır.
Atatürkçü Komutanlarımız ne olur ne olmaz diyerek bir emniyet tedbiri daha almışlardır; Adalet Bakanlığı civarında bir “Hazır Kıta Birliği” beklemektedir. Olur ya işgal güçleri Meclis önüne kadar dayanırsa, süngü savaşına da hazır olmak lazımdır. Daha önce hiçbir yürüyüşte görülmeyen bu tutum; Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları'nın assubaylara karşı hissettikleri derin aşktan kaynaklanmaktadır büyük ihtimal. Çünkü İç Hizmetler Kanunu böyle buyuruyor: astını seveceksin, koruyacaksın, gözeteceksin, hakkına ve hukukuna bir Komutan olarak mutlaka sahip çıkacaksın!
Kurmay subayların aklına gelen dahiyane bir fikirle kalabalığın sık sık fotoğrafı çekilmiş ve eyleme karışan assubaylar bir bir tespit edilmeye çalışılmıştır. Hatta gazetecilerin çektikleri resimler dahi incelenmiş ve hesap günü için isimler fişlenmiştir. Aslında sevgiliye yazılmış hüzün ve sitem kokulu bir aşk şiirine ne kadar da benzer o an yaşananlar:
“Saçların dağılırdı rüzgarda
Ve hüzün hiç yakışmazdı gözlerine
Aşkımızı vurdular bir çıkmaz sokakta
Gün ışığını görmeden,
Acımadan vurdular
Nasıl söylüyorlarsa, alnının tam ortasından…
Unutmadım
Seni sevdiğimi defalarca yazdığım mektupları
Bir parça kan ve bir parça aşk hepsi bu
Ertesi gün gazeteler yazdı aşkımızın vurulduğunu
..... (Aydın Kulak-Terör Şiirinden Alıntı)”
“Kocalarına daha fazla hak sağlamak için assubay eşleri dün Ulus’tan Kızılay’a kadar yürümüşlerdir. Yürüyüşçü kadınlar daha ileri gitmek isteyince polis kendilerine engel olmuştur. Kadınların yürüyüşüne bazı erkekler de katılmıştır.
Polisin uyarmasını dinlemeyen ve dağılma ihtarına uymayan 17 siville sivil giyinmiş bir assubay Emniyet Müdürlüğüne götürülmüş, Merkez Komutanlığı mensuplarınca tanınan 10 sivil giyinmiş assubay da Merkez Komutanlığında göz altına alınmıştır. Kızılay’da polisin su sıkması üzerine dağılanlardan bir grup Milli Savunma Bakanlığına doğru yürümek istemişlerse de, toplum polisi burada panzer ve öbür zırhlı araçlarla sıkı güvenlik tedbirleri alarak yürüyüşü önlemiştir. Ayrıca, bir askeri birlik de Adalet Bakanlığı yakınında hazır durumda beklemiştir. Alınan bu tedbirlerden sonra kalabalık dağılmıştır.”
1975 eylemlerinin en çok ses getireni Ankara'da yapılanı olmuştur. Fakat başka pek çok şehirde de 18 Ocak tarihinden itibaren peşpeşe eylemler, yürüyüşler yapılmış, hükumete ve başbakana protesto telgrafları çekilmiştir.
Ankara ile aynı tarihte İstanbul'da Taksim Atatürk Anıtı önünde toplanan Assubay eşleri ve sivil giyimli bazı assubaylar yan ödeme kanunnamesini protesto ederek yürüyüşlerine başlarlar. Burada da polisle sürtüşmeler yaşanır ve Ankara'da olanlar Taksim'de de sahnelenir.
Diyarbakır ve Kayseri'de de hak arama eylemleri yine protesto yürüyüşü olarak sergilenir. Assubayların ve özellikle Havacı assubayların bulunduğu Eskişehir, Malatya, Merzifon, Konya, Balıkesir, Bandırma ve denizcilerin kadim yuvası Gölcük'te de bir takım eylemler, gösteri ve protesto yürüyüşleri düzenlenir. Fakat Ankara'dan sonra en çok ses getiren ve necip Türk basınında da yer bulan eylem; Şanlıurfa'da gerçekleştirilir. Tabi, o zamanki adıyla sadece Urfa!
20 Ocak günü vilayet önüne kadar yürüyen Assubay eşleri yine polisle sürtüşmüş fakat amacına ulaşarak, dağılmıştır. Gazetelerde bu eylem aşağıdaki gibi yer almıştır:
“Kocalarına daha çok hak tanınması için dün sabah yürüyüş yapmak isteyen assubay eşleriyle polisler arasında olaylar çıkmış, bir polis memuru başından yaralanmıştır.
Assubay Gazinosunda toplanan assubay eşleri vilayete kadar bir yürüyüş yapmak istemişlerdir. Olayı önceden haber alan Güvenlik Kuvvetleri yürüyüşe engel olmak isteyince aralarında tartışma çıkmış, bu arada bir polis başından hafif yaralanmıştır. Daha sonra 40 kadar assubay eşi, Vilayete kadar yürümüş ve İstiklal Marşını söyledikten sonra dağılmıştır.” (Milliyet-21.01.1975)
Diyarbakır'da düzenlenen yürüyüşü Umur Talu'nun da köşesinde anlattığı gibi bir assubayın lise öğretmeni olan eşi organize etmektedir. Yürüyüş yapılacağı istihbaratı bir şekilde komuta katına ulaşır. Kimlerin işin içinde olduğunu öğrenen Garnizon Komutanı Korgeneral, öncü konumdaki hanımefendinin assubay olan eşini yüce makamına çağırtır. İlginç bir diyalog yaşanır aralarında.
Korgeneral assubaya “eşinin protesto eylemlerinde etkin rol aldığını öğrenmiş bulunduğunu” söyler ve bu sevdadan vazgeçmelerini ister. Hanımefendiye “gerekirse baskı uygulamasını” ve “bölücü yürüyüş emelinden” vazgeçirilmesini emreder. Türk Silahlı Kuvvetlerinin subayı, assubayı, erbaş ve eri ile bölünmez bir bütün olduğunu, araya nifak sokulmak istendiğini ve asıl hedefin ülkenin koruyucu, kollayıcısı olan ordu olduğunu güzelce açıklar. Assubayların dış mihrakların emellerine alet olduğunu ve kendilerini kullandırdıklarını vurgular.
Öğretmen Hanımın kocası olan Assubay, gayet soğukkanlı yaklaşır olaya: “Sayın komutanım, haklı olabilirsiniz ama eşim benden tahsillidir. Üniversite mezunudur. Benden daha duyarlı ve bilgilidir. Sözüm geçmez kendisine” der.
Korgeneral, elinden geldiğince kızmamaya, sinirlenmemeye çalışır ama gözlerindeki anlayışlı ve bilge komutan bakışı ister istemez kendiliğinden değişmiştir:
“Sen erkek değil misin, nasıl karına söz geçiremezsin?” diyerek, yeni bir soru yöneltir. Bizim Assubay eş, hala soğukkanlılığını ve ilkeli duruşunu korumaktadır:
“Komutanım, ben öyle çağ dışı kafalı bir erkek değilim. Atatürkçü ve çağdaşım. Siz de bilirsiniz ki, Atatürkçü düşüncede kadın ve erkek eşittir. Ben nasıl olur da hem Atatürkçüyüm deyip hem de sevgili eşime baskı uygularım?"
Assubay hala soğukkanlı ve hala dimdiktir. Hazrolda beklemekte ve en ufak bir saygısızlık belirtisi göstermemektedir. Üstelik verdiği cevap da yenilir yutulur cinsten değildir. Artık Korgeneralin fren balataları kopmuştur, alabildiğince hiddetli ve kızgın olarak dışardakilere seslenir:
“Atın ulan şu kılıbığı içeriye, gözüm görmesin..gerici değilmiş! Hemen gönderin hemen hemen...”
Olayın sonu bellidir. Astsubay apar topar, savunmasız, yargısız ve mahkemesiz hapishaneye gönderilir. Komutan böyle dilemiş, böyle emir telakki eylemiştir.
Yaşanan bu ilginç olay görgü tanıklarının anlatımıyla dilden dile yıldan yıla anlatıla anlatıla efsaneleşmiş ve günümüze değin varlığını korumuştur. Bizler biliyoruz ki, böyle komutanlar oldukça bu hikaye; daha çoook uzun yıllar anlatılacak, yaşayacak ve nesillere örnek olacaktır. Bize bu yaşanmış öyküyü ulaştıranlara selam olsun!
Aydın Kulak
Değerli üyelerimiz;
Bizler, büyük bir aile olarak gücümüzü ne yazık ki kullanamadık. TEMAD yönetimi, bölge toplantılarında siyasi partilerle görüşmelerinin devam ettiğini, kontenjan alacağını ve bizlerin bölgelerimizdeki milletvekili adaylarımızı seçmemizi istemiş olmasına rağmen, üyeleri ve şube yönetimleri ile paylaşmadan 'tıpkı OYAK iştiraklerine genel sekreterinin atanması gibi' bir emirvaki ile, hukuk komisyonu üyesinin milletvekili adayı olduğunu bildirmiştir! Aday olan birçok arkadaşımıza destek verilmemiş, adaylıkları koordine edilmemiştir.
Bunun yanı sıra, siyasi partilere bir DEKLARASYON verilmesi ve bu deklarasyonun ulusal bir gazetede yayınlanması için, 'ilan ücretinin bizler tarafından sağlanacağı garantisinin verilmesine rağmen' bu önerilerimize yanıtı daha vermemiştir! Bu yönetimin, assubayların sorunlarının çözümüne katkısının olacağına ihtimal vermiyoruz ve diliyoruz ki, TEMAD yönetimlerine kişisel çıkar hesabı olmayan, özverili, bilgili ve kararlı yönetimleri seçelim. Bu büyük bir sorumluluktur !...
Değerli arkadaşlarımız, mücadele kimsenin tekelinde olmadığı için biz bu boşluğu doldurmaya devam edeceğiz. Seçimlerde, aile fertlerimizle birlikte bir milyon oyu temsil etmekteyiz. Bunun önemini mecliste grubu bulunan siyasi partilere hatırlatmak için "HAKSIZLIKLARIMIZ KADER OLMAMALI" başlıklı yazımızda belirttiğimiz deklarasyonu, adımızı ve mail adreslerimizi yazarak gönder tuşuna basmak suretiyle partilere göndereceğiz.
Bu önemli hususun yerine getirilmesi için lütfen gerekli duyarlılığı gösterelim. Bu maili, tüm arkadaşlarımız, eşlerimiz, aile fertlerimiz olarak da imzalamak mümkündür. İnternet kullanmayan arkadaşlarımızın onayını alarak onlar adına da gönderebiliriz. Aile fertlerimiz, sınıf ve rütbesi karşısına Asb. Eşi- Asb. annesi gibi ibare yazması yeterlidir.İsmimizin yanına vatandaşlık numarasının yazılmasında yarar görüyoruz.
Herşeyin gönlünüzce olmasını diliyoruz.
Daha önce yapılacağını duyurmuş olduğumuz panele ait sonuç bildirgesi Yeni Oluşum Grubunca yayımlandı... Sonuçların bundan sonraki faaliyetlere ışık olması dileğimizle...
Orhan Kaya
Sayın arkadaşlarım, OYAK haklarımızın hisse netlerine dayandırılması konusunun bir adımı olarak rezervlerin gerçek değer üzerinden hesaplanması için Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde açtığım dava sonuçlanmış ve ret edilmiş, 1100 lira avukat vekâlet ücreti ödemem kararı verilmiştir.
TBMM'de görüşülmekte olan kişilerin Anayasa Mahkemesi'nde dava açması kanununun yürürlüğe girmesinden sonra, Anayasa Mahkemesi'nde ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) dava açabilmem için, 15 gün içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde (KARAR DÜZELTME) talebinde bulunmam gerekmektedir.
Önümüzdeki 15 gün içinde karar düzeltme talebinde bulunup bulunmayacağıma karar vereceğim.
Arkadaşlarımın bilgisine sunuyorum.
Yıllardır sitemizin sayfalarında yazıp çizen, fikirlerini, görüşlerini, konuya bakış acılarını dile getiren bir çok arkadaşımız var.
Biliyoruz ve kabul ediyoruz ki her arkadaşımız bizler için çok önemlidir. Yazan insan düşünüyor, kördüğüm olmuş biz ASSUBAYLARIN sorunları ve çözümleri ile iç içe yaşıyor demektir.
Artık biliniyor ve çok iyi şekilde anlaşılmıştır ki TEMAD GENEL MERKEZDEN tüm sınıfımız ümidini kesmiştir!.. Üstelik bu mevcut idari yapısı ile de genel merkezin tam bir DEĞİŞİKLİĞE GİTMESİ İÇİN şimdiden çalışmaların yapılması, 2011 GENEL MERKEZ SEÇİMLERİNE şimdiden bir yuvarlak masa toplantısı ile hem aday adaylarının da bulunacağı ve de bu işe gönül vermiş kişi ya da kişilerin de bulunacağı bir yerde zaman kazanma ve yol haritası belirlenmelidir .
TEKRAR ELDE ETMENİN YOLLARINI BULMALIYIZ !
ARTIK HER ŞEYİ NET OKUYORUZ !
BU İŞTE TAHRİK VAR...Bize gelince BÜTÇE masalını anlatanlar..YEMEZ ARTIK...
Bana bir masal anlat baba içinde gerçek olsun!..
Bir ülke, Diyanet'e, bütün üniversitelerine ayırdığı bütçe kadar pay ayırıyor, bunu son bir yılda ikiye katlıyorsa, doktordan, öğretmenden fazla imam yetiştiriyorsa, hastane değil cami yaptırıyor, kütüphaneden çok Kur'an kursu açıyorsa, o ülkenin durup bir daha düşünmesi gerekmez mi?
BU İŞTE TAHRİK VAR... NE SABIRLI İNSANLARMIŞIZ.... SUSKUNLUĞUMUZ ASALETİMİZDENDİR...
BİRÇOK SINIF İLE BİZLERİ KARŞI KARŞIYA GETİRMEK İSTEYENLER, UNUTMAYIN Kİ TARİH VE BİZLER BU YAPTIĞINIZ İNSANLIK DIŞI UYGULAMALARI, AYRIMCILIĞI ASLA VE ASLA UNUTMAYACAĞIZ!...
GÜN GELDİĞİNDE EGE'DEN, KARADENİZ'DEN, TRAKYA'DAN, DOGU ANADOLU'DAN HER YÖREDEN ANKARA'YA AKACAK VE HAKLARIMIZI SÖKE SÖKE ALACAĞIZ....
Yıllardır biz assubaylara takınılan tutum ve yaklaşımların bu acı görüntüsünün, analizinin gerek Hükümet gerekse hamimiz olarak görünen Genelkurmay saflarından nasıl görüldüğü önemlidir. Her yazımda ifade ettiğim bir konu zaman zaman TÜM ACI ÇIPLAKLIĞI ile karşımıza çıkmaktadır. Bu da liderlerin bir sınıfı REZİL, VEZİR yapma tutum ve yaklaşımlarıdır .
Temad bir türlü dik duruşunu, sahip olduğu gücü kullanamamış, yıllardır bir oraya bir buraya yalpalamış, son dört yıldır ne MSB NE DE GENELKURMAY'DAN randevu alamamıştır..
Bazı arkadaşlarım, 15 ekim 2010 civarında bir tarihinde mesaj panosuna yazdığım BİR KOKTEYL ÜÇ İNSAN başlıklı yazımda bugün Genelkurmay koltuğunda oturması gereken ancak siyaseten oturamayan Org. HASAN IĞSIZ ile bir sohbetimi akarmıştım. Sayın Iğsız o gün benim ayrıldığım tarihlerde "SİZLERLE İLGİLİ REFORM çalışmaları tamamlanmıştı, ancak şu anki durumunu bilemem" demişti.
BELKİ DE EN KRİTİK CÜMLESİ "TEMAD GENEL MERKEZİNİZDE EKSEN KAYMASI VAR!" cümlesi idi.
Sevgili arkadaşlarım,
Artık şu görülüyor ki...TEMAD GENEL BAŞKANI VE YÖNETİM KURULU İSTİFA ETTİĞİNDE her şeyin bizler acısından OLUMLU bir yöne gideceği görülecektir. GELECEK TAM DOKUZ AY EN AZINDAN KAYBEDİLMİŞ YILLARI BİRAZ OLSUN TELAFİ EDEBİLİR.
BU SİTEMİZİN sayesinde on binlerce kişi yapılanlardan haberdar oluyor, ses veriyor, bütünleşme adına, birleşme adına, gelecekte bu ZAFERE ORTAK OLMA ADINA çabalıyor. Bunun karşılığını alacağımızı,gün geldiğinde ADALET TERAZİSİNİN DOGRU TARTACAĞINA İNANIYOR.
Son günlerde Genelkurmayın, tüm kuvvet komutanlıklarına gönderdiği bir yazı ile 31 Mart 2011 tarihine dek biz assubaylarla ilgili görüş istemesi yıllardır sürdürdüğümüz bu onur mücadelemizin belki de ilk olumlu kıvılcımı olacaktır.
Bir dönem önce TSK' da gündeme gelen, sonrası bekletilen rütbe işaretlerinin isim ve yerlerinin değişmesi acaba nasıl değerlendirilecek?
ERBEY, ÜSTBEY, OLBEY, AKBEY, SANBEY, SERBEY diye isimlendirilen bu yeni tanımlar bir çok kişi tarafından olumlu-olumsuz değerlendirilmesi normaldir. Acaba niyet AS(T) DA OLSA SUBAY YAZILIŞINDAN MI rahatsızlık duyuluyor?
ARKADAŞLAR, ŞEKİLLER VE İSİMLER BİR TARAFA ESAS OLAN YÖNETİCİLERİN SINIFLARA VİCDAN GÖZÜ İLE BAKMASIDIR!
GELECEKTE İÇ HİZMET KANUNU BU YÜZYILIN GEREKLERİNE UYGUN ŞEKİLDE İNSANİ VE AVRUPA İNSAN HAKLARI NORMLARINA UYGUN BİR ÇİZGİDE YERİNİ ALMALIDIR .
SAYGILARIMLA.
ATİLLA ABAYLI
İZMİR
Yeni taslak yasada kendileri için planlanan tüm haksızlıkları basın yoluyla takip eden assubaylar, anayasanın kendilerine tanıdığı demokratik hakları sonuna kadar kullanmak üzere harekete geçerler. Birliklerde hep bu konular konuşulur. Artık assubayların onur mücadelesinin zamanı gelmiştir. TEMAY ve EMAS öncü görevi üstlenir. Sokaklara inilecek ve haksızlıklara dur denilecektir. Fakat yasaların boyunduruğu askeri personelin hak aramasını kısıtlamaktadır. En küçük bir hak arama eylemi dahi askeri kanunlara göre suç ve daha da ötesi isyan sayılmaktadır. Askeri personelin yargılanacağı yer ise yine askeri mahkemedir. Hani şu muvazzaf subayların olduğu, sivil mahkemeden farklı olan, emir-komutayı esas alan mahkemeler. Assubaylar yasalara karşı güç duruma düşmemek için eylemlerini eşleri aracılığıyla yapmaya karar verirler. Eşler sokaklara inecek, pankart ve dövizlerle haksız uygulamaları protesto edecektir. Görevdeki assubaylar ise birliklerinde pasif direnişler yapacaklardır.
İlk kıvılcım Malatya'da çıkar. Tarih 16 Mayıs 1970'tir. Saat öğleden sonra 4'tür. Assubay eşleri inzibat kordonu altında 2000 kişilik bir grup oluşturmuş ve yürüyüşe başlamıştır. “Sessiz Yürüyüş”tür eylemin adı. Hükümet Meydanı'nda toplanırlar, Kışla Caddesini takip ederek, Atatürk Anıtına varırlar ve anıta çelenk koyarlar.
Artık ok yaydan çıkmıştır. Yaşanan bu fırtınalı Mayıs ayı assubaylar için koca bir sınavdır. Tarihi bir imtihandır. Statükocu egemen zihniyetin ateşten barikatları yarılacak ve assubaylar, haklarını geri alacaklardır. Bu tarihten itibaren Mayıs ayı sonuna kadar assubay eşlerinin eylemleri konuşulur ülkede. Gazete manşetleri ilk defa assubaylara bu kadar geniş yer verir. Onları tanımaya çalışır.
Oysa sivil memurlar; yeni yasa ile memurlara iyileştirme diye sunulan şeylerden askeriyenin aslan payını kaptığını düşünmektedir. 2,5 milyar liralık ek kaynağın 1 milyar lirası subay ve assubaylara ayrılmıştır. Ivır zıvır kesintilerle geriye kalan memurlara kişi başına 60-70 Liralık bir pay düşmüştür. Güçlü olan asker ve sivil elit kesim, kendi hesabına gücü oranında pay çıkarmıştır aslında bu parsadan. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde de güçlü ve egemen olan subay ve generaller, alabileceklerinin azamisini almıştır. Sayıca daha fazla olan assubaylar daha azla yetinirken, yan ödemeleri bir takım kıstaslarla tırpanlanırken; sayıca daha az ama bir o kadar da elit olan subaylar; kendi hegemonyalarına uygun şekilde düzenlemelerini cuk oturtmuşlardır. Orduya ayrılan pay, mevcutla ters orantılı olarak üleştirilmiş, miktar üçe bölündüğünde, üçün ikisini subaylar alırken; assubaylara kala kala üçün biri kalmıştır!
Birliklerde pasif direnişler de yavaştan uç vermeye başlamıştır artık. Öte yandan, Siirt'te ise assubay eşleri, yürüyüş izni almak isterler ama izin çıkmayacağını fark ederler. Bunun üzerine; 300 kadar assubay ve uzman çavuş eşi, Başbakan Demirel'e “İsparta Milletvekili” olarak telgraf çekerler ve “kocalarının kanundan gereği gibi faydalanamayacak olduğunu” bildirirler, yapılan haksız uygulamanın değiştirilmesini talep ederler. Tarih; 23 Mayıs 1970'tir.
Assubay eşleri, daha ilk günden itibaren, Ankara'yı gözüne kestirmiş ve başkent meydanlarında boy göstermek, haksızlığı orada da dile getirmek için planlamalara başlamışlardır. Assubay eşlerinin Ankara’da da bir yürüyüş için hazırlık yaptıklarını öğrenen Milli Savunma Bakanlığı ile Kuvvet Komutanları bunu önlemek için harekete geçmişlerdir. Kuvvet Komutanları sert birer emirname yayınlayarak bu yürüyüşün yapılmasını önlemeye çalışırlar. Bu arada Malatya’da protesto için 72 assubayın meslek değiştirdikleri de nasılsa, anlaşılmıştır.
Yürüyüş ve protestoların emirname ile durmayacağını anlayan Kuvvet Komutanları ve hükümetin Savunma Bakanı, ikinci bir önlem olarak, eylemleri düzenlediğini düşündükleri TEMAY Genel Başkanı'na baskılara da başlarlar.
Tüm engellemelere rağmen 23 Mayıs 1970 tarihinde Ankara Meydanları bir ilke tanık olacak ve Assubay Eşleri onur yürüyüşlerini gerçekleştirecektir. Hem de alabildiğince olaylı bir şekilde.
Sıra Konya'ya gelmiştir. Tarih; 25 Mayıs 1970'tir. “Ne olursan ol, yine de gel!” diyerek tüm dünyayı aşk ve hoşgörüyle kucaklayan sevgili Mevlana'mızın mübarek diyarında da assubay eşleri, yanlarına çocuklarını da katarak, yürüyüş yaparlar ve yasa taslağındaki haksızlıkları protesto ederler. Konyadaki eyleme katılanlar, o günü kolay kolay unutamayacaklarını söylerler:
“Yirmi yaşında gencecik bir assubaydım. Aklım bir karış havalardaydı daha. Konya'da da haksızlıklara dur demek için yürüyüş kararı alınmıştı. Çalışan ve emekli Assubay aileleri çok büyük bir çoğunlukla katılmıştı bu yürüyüşe. Eşler, komşular, yakınlar ve akrabalar, çocuklar ve hatta hiç tanımadığımız gençler, öğrenciler. Sırf emrivakiyle yapılan bir haksızlığa dur demek için bizimleydiler. Yürüyüş korteji kocamandı. Hiçbir siyasi slogan atılmadan yürüyorduk. Sanki bir şenlik, bir festival yaşanıyordu. Öylesine kutsal bir coşku vardı. Bayramdı sanki bayram!
Kenardan izleyen siviller de bu coşkulu protestoya alkışlarla eşlik ediyordu. Gülümseyen yüzlerle sessiz ama bir o kadar anlamlı 'dur' diyorduk zalimin adaletsiz hükmüne. Bizler halkın arasındaydık. Destekleyen, alkışlayan ve haklı olduğumuzu bilen halkımızın. Sivildik ve sanki kortejin koruma duvarı gibi hareket ediyorduk. Kimse yürüyen ailelere zarar vermesin diye tüm olayları, hareketlenmeleri gözetliyorduk. Bir olay çıkmadan, kendimize ve şanımıza yakışır şekilde eylemimizi tamamlamayı düşünüyorduk.
Alaaddin Meydanı'na yöneldiğimizde ortalık ısınmaya başladı. Orduevine yaklaşmıştık. Polis bizi meydana sokmak istemiyordu. Biz girmek istiyorduk, onlar engel olmak istiyordu. Ortalıkta yüksek bir gerilim vardı artık. İlk kim başlayacak diye herkes bir diğer tarafa bakıyordu. Polisler kararlıydı ama biz de. Yürüdüler. Yürüdüler çocukların üzerine. Kadınların üzerine. İtelediler halkı. İtelediler kakaladılar insanları. Sonra kaçınılmaz an geldi, çatışma başladı. Cop sesleri yankılandı meydanda. Kadın ve çocuklara rastgele savrulan coplar. Su sıkmalar, yumruk sallamalar, tekme savurmalar.
Kortejin kenarında koruma yapan sivil muvazzaflar olarak, eş ve çocuklarımızı ve bizi destekleyen dostlarımızı savunmak üzere harekete geçtik. Bizimle birlikte sivil insanlar da başladı polisin hal tarzını, zalimane tutumunu protestoya. Hele o hiç tanımadığımız öğrenci grupları yok mu, bizden daha ateşliydi onlar. Herkes korteje destek veriyor, alkışlıyor, ıslıklıyor, polisleri yuhalıyordu.
Olayların gitgide büyüdüğünü gören Yürüyüş Komitesi, eylemi sonlandırma kararı aldı. Polisin göstermekten imtina ettiği sağduyuyu biz gösteriyorduk. Daha vahim sonuçlar yaşanmaması için böyle olması gerekiyordu. Elbette, bu esnada gözaltılar yaşandı, tutuklamalar, yaralanmalar oldu.
Dedim ya aklımız bir karış havadaydı diye, benim çağımda olan pek çok genç arkadaşımın bütün bunlardan haberi dahi yoktu. Kimisi ise çok sonradan öyle bir duymuş, burun kıvırmıştı işte.”
Eskişehir.. Havacıların kalesi! Havacılar ise 1970 eylemlerinin öncüsü. Assubaylığın onurunu yüreğinde taşıyan şanlı bir nesil var o gün orada! Tasarıya tepki, 26 Mayıs günü Eskişehir sokaklarındadır artık. Eskişehir Birinci Hava Kuvvetlerine bağlı assubayların eşleri ve çocukları Şeker Fabrikasına kadar bir yürüyüş yapmışlar ve Atatürk Anıtına çelenk koymuşlardır. Ellerinde “Anayasa, anayasa, analara verme tasa”, “Her yerde var alınterimiz, Personel kanununda yok yerimiz” yazılı dövizler taşıyan iki bin kadar assubay eşi, Ankara'dan gelen TEMAY Başkanı Kemal Kerim Kalkan'ın önleyici teşebbüsüne rağmen dağılmamıştır.
O gün yine basın öğrenmiştir ki, donanma şehri Gölcük'te de bir şeyler olmaktadır. Gölcük'te görev yapan deniz assubaylarının eşleri de yaklaşık beş bin kişiyi toplayarak, yürüyüş yapacak ve bunu bir gövde gösterisine çevirecektir. İzinler alınmıştır. Yürüyüş, ertesi gün saat 10.00'da yeni vapur iskelesi önünden başlayacak ve assubaylara yapılan haksız uygulama protesto edilecektir.
Eskişehir'deki assubay eşleri, Hava Kuvvetleri Komutanı “Uçan General” Muhsin Batur'un kışkırtıcı “Mao'nun askerleri” benzetmesine karşılık olarak, bir bildiri yayınlar ve şöyle seslenirler kamuoyuna: “Yürüyüşümüz hiçbir aşırı ucun ve hiçbir ideolojinin tesiri olmaksızın anayasa teminatı altında yapılmaktadır.”
“Mao'nun Askerleri” benzetmesiyle ilgili yanıtımı “Assubayların Uzun Yürüyüşü ve Mao'nun Askerleri” yazımda detaylıca ele aldığımdan, burada bir kez daha yer vermeyeceğim.)
Artık assubayların kandırılamayacağını ve yürüyüşlerin boş sözlerle durdurulamayacağını anlayan Milli Savunma Bakanı ağız değiştirip içinde “tehditler gizli” söylemlere başlar:
“Astsubay eşlerinin yürüyüşlerini TEMAY'ın düzenlediğini” öne süren Milli savunma Bakanı “Meselelerin sokağa dökülerek halledilemeyeceğini, bundan assubayların büyük ölçüde zarar göreceğini” bildirdikten sonra, Temay Genel Başkanından “assubayların, bu arada Ordunun moraline tesir edecek her türlü harekete mani olunmasını” istemiştir. Tarih: 26 Mayıs'tır.
TEMAY Genel Başkanı, eylemlerin çok daha büyümesinden ve kendi kontrolünden çıkmasından kaygı duymaktadır. Kuvvet Komutanları ile Milli Savunma Bakanı'nın telkin ve baskıları nedeniyle, eylemleri sonlandırma çabasına girmiştir:
“Astsubay eşlerinin yürüyüşlerini durdurmak için Ankara'dan Eskişehir'e geldiğini” bildiren TEMAY Genel Başkanı Kalkan, “Hazırlanan tasarıdan tüm assubayların geniş çapta faydalanacaklarını” açıklayarak “yürüyüşlerin karşısındayım” demiştir. Oysa henüz yetkili ağızlardan haksızlığın giderileceğine dair tek bir ses çıkmamıştır.
Diyarbakır'lı Assubay eşleri Orduevinin Astsubay salonunda bir toplantı yaparlar. Bu toplantı zor kullanılarak dağıtıldığı için hemen ertesi gün yürüyüş yapmak üzere valiliğe başvururlar. Yürüyüş tarihi 28 Mayıs 1970'tir.
İstanbul'da ise aynı tarihte, Zırhlı Tümene bağlı askeri birliklerde görevli assubayların eşleri günün erken saatlerinde, çeşitli araçlarla Hadımköy’e gelerek toplanmışlar ve saat 11’de ellerinde “Alın teri, yoktur yeri” , “Assubayla evlenmek hata mıdır?”, “Taşıma su ile değirmen dönmez, assubaysız ordu yürümez”, “Çocuğumuza mama parası istiyoruz” yazılı pankartlar olduğu halde şehitliğe kadar yürümüşlerdir.
Milli Savunma Bakanı da artık assubaylara karşı söylemlerini değiştirmeye başlamıştır:
Milli Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu, TEMAY Genel Başkanı Kemal Kerim Kalkan'a
“Assubayların Personel Kanunundan yeteri kadar faydalanacaklarını” bildirmiş ve “Yürüyüşlerin durdurulmasını” istemiştir.
1970 olaylarının en keskin yaşandığı iller Ankara ve İzmir olmuştur. 23 Mayıs 1970, Cumartesi günü, umulmadık derecede yoğun bir katılımla, Ankara'da gövde gösterisi anlamında güçlü bir yürüyüş yapılmıştır. Bu yürüyüş esnasında ne yazık ki, kendileri de bu yasadan muzdarip durumda olan toplum polislerimizle çatışmalar yaşanmıştır. Polislerin, ailelerine saldırısını kenardan izlemek zorunda olan bazı meslektaşlarımız, bu zulme dayanamamış ve ortaya atılarak, tepkilerini göstermiştir. Kimileri ise kalabalığın coşkusuna kapılıp halen muvazzaf olduğunu unutmuş ve kendini kalabalığın arasına bırakmış, o heyecanı orada yaşamak istemiştir.
Basının objektifine takılanlar ile istihbaratçılara yakalananları kötü bir sürpriz bekliyordu. Eylemlerin hemen sonrasında, kimlikleri anında tespit edilmiş ve apar topar ordudan ilişikleri kesilmişti.
O gün orada olup olayları birebir yaşayanlar, Ankara Yürüyüşünü şöyle anlatıyorlardı:
“Bize çok büyük bir haksızlık yapılmıştı. Yasalar nedeniyle elimiz kolumuz bağlıydı. Hakkımızı arayan ne bir sendikamız vardı, ne de örgütümüz ve siyaset bağlantımız. Tüm bunlara rağmen yapılan haksızlığa dur demek ve assubayları öteleyen uygulamaları protesto etmek gerekiyordu. Bunu aklımıza koymuştuk. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri bağlısı assubayların eş ve çocuklarının katıldığı büyük bir yürüyüş düzenledik. Hem de başkent Ankara'da. Biz muvazzaflar, ne olur ne olmaz diye, sivil kıyafetler giymiş ve yürüyüş kortejine kenardan eşlik etmeye başlamıştık. Öyle ya kortejde yer alamazdık doğrudan. Divan-ı Harbe bile verirlerdi adamı. Yasalar çok katıydı bu konuda. Kenardan eşlerimize refakat ederek ama olayların içine de doğrudan katılmaksızın yürüyüşümüzü sürdürüyorduk. Polis, yürüyüşü durdurmak ve dağıtmak için aniden saldırıya geçti. Eş ve çocuklarımız coplandı. Üzerlerine tazyikli sular sıkıldı. Bir anda ortalık karıştı. Polis, egemen güçlerin emrini yerine getirmek için gözünü karartmıştı, besbelliydi. Kadın, çocuk dinlemiyor ve hınçla saldırıyorlardı. Kime nasıl denk gelirse vuruyorlardı!
Kenardan birer refakatçi olan biz sivil kıyafetli muvazzaflar, şaşkınlığımızı atlatır atlatmaz hemen eş ve çocuklarımızı korumak üzere, harekete geçtik. Polisin bize karşı koyacağını bekliyorduk ama bu kadar acımasız olacaklarını hiç düşünmemiştik. Eş ve çocuklarımızı korurken pek çoğumuz kendimizi bir anda olayların içinde bulduk. Fotoğraflar peşpeşe çekiliyordu. Yaralanmalar, düşmeler, kalkmalar, cop sesleri, polisler polisler polisler.. O gün pek çok gözaltı oldu. Gidenler uzun bir süre görünmedi. Tutuklanmalar, mahkemeler, hapisler ve atılmalar birbirini takip etti. Atılmayanlar devre kaybetti, sürgün yedi.”
İzmir'de de benzer sahneler yaşanır. Personel kanununu protesto amacıyla düzenlenen sessiz yürüyüş sırasında, assubay eşleri ile toplum polisi arasında olaylar çıkar. Beş yüz civarında assubay eşinin düzenleyip katıldığı yürüyüşte toplum polisi beş defa barikat kurarak yürüyüşe engel olmak ister. Ancak bütün çabalara rağmen assubay eşlerini yıldıramaz. Barikatları yararak yürüyüşlerine devam ederler. Toplum Polisinin Amerikan Bankası'nın önünde kurduğu üçüncü barikatta, karşılıklı itişip kakışmalar çatışmaya dönme istidadı gösterir. Emniyet Müdür Yardımcısı Vasıf Erüstün’ün barikatı açtırmasıyla olayların daha ileri aşamaya geçmesi önlenir.
Assubay eşleri, izinsiz olduğu gerekçesiyle önlenmek istenen yürüyüşlerinde, ellerinde dövizlerle Atatürk Anıtına kadar gitmişler, çelenk koymuşlar ve yasa taslağındaki haksızlıklara karşı seslerini duyurmuşlardır.
Yürüyüş sırasında M.Ali Gültekin adında emekli bir assubayla, Erkan Caner adlı bir öğrenci yakalanarak Adliyeye verilmiştir.
İzmir eylemi basında birinci sayfadan yer alırken, Ankara Yürüyüşü sansürlenmiş ve basın bu kez kutsal görevini başarıyla yerine getirmiştir.
Assubayların eylemine karşı en tuhaf tepki, Paşa damadı Metin Toker'den gelmiştir. Haziran ayının üçünde gazetesinde yer alan yazısında “assubay eşleri hareketini” orduya karşı bir tertip olarak yorumlamakta ve “eylülde komünizm gelecek” teraneleriyle aklısıra ülkenin birlik ve bütünlüğünü savunmaktadır. Elbette, bizler de bu devletin külfetinden çok nimetini paylaşıyor olsaydık, milli damat Toker gibi açıkça tavır alırdık yaşananlara!
Bunun yanında bu eyleme cesurane bir şekilde hak verenler de vardır. O dönem Milliyet Gazetesinde yazan ama daha sonra Ortam ve Yeni Ortam'ı çıkaran Kemal Biselman, Assubay eşlerinin eylemlerinin haklılığını şu şekilde savunmaktadır:
“ Assubay eşleri polisi göğüsleyip yürüyor...Ne istiyor? Hakkını istiyor!
Nasıl oluyor da halk yararına işlemesi gereken bir sistemde, halkın yararına olan haklar verilmiyor?
Nasıl oluyor da, halkın yararına olan haklar istenince anarşi sayılıyor?
Demek ki, halkın yararına olan hakları vermeyip demokrasiyi demokrasilikten çıkaranlar olduğu gibi; bunlar istenince, hücuma geçen, isteyenleri tü kaka eden, “aman dümenim bozulacak” diye türlü saray oyunlarından medet uman bir zihniyet var ortada.
......
İstediği de statüko devam etsin, dümeni bozulmasın....(13.6.1970)”
O dönem Milliyet'in etkin kalemlerinden olan ama daha sonra sanat tarafı ağır basan, İzmirli gazeteci Ali Gevgilili, memur eylemlerini şu şekilde değerlendirmiştir:
“Ağır ekonomik sorunlarla karşı karşıya bulunan Türkiye, bu sorunlara parelel olarak son yıllarda kendilerini gittikçe daha fazla göstermeğe başlayan çok yanlı bunalımlardan birisine daha sürüklenmeğe aday görünmektedir. Uzun öğrenci ve memur eylemlerinin ardından Demirel Hükumeti iki önemli adım atmıştır. Ekonomik amaçları olan her iki tasarı da kısa süre içinde derin siyasal ve toplumsal sonuçlar yaratmıştır.
Siyasal iktidarın ilk eylemi, son yıllarda milli gelirden aldıkları pay azalmakta olan memurlara, yeni personel kanunu tasarısıyla, 2,5 milyar liralık bir ek kaynak ayırma çabası olmuştur. Ne var ki, yeni kaynağın 1 milyar lirası askeri personele ayrılmış, geri kalan bölümden de devlet bürokrasisi içinde gücü ve sesi fazla olan bazı grupların daha büyük pay alacağı anlaşılmıştır. Devlet bürokrasisi içinde ücret dengesinin sarsılması ve memurların da güçlüler ile güçsüzler diye ikiye bölünmesi düşük ücretliler arasında gerginlik yaratmıştır. Assubay eşlerinin yürüyüşü, bu toplumsal eşitsizliğe gösterilen tepkinin son halkası olmuştur.(9.6.1970)”
Her eylemin bir bedel ödeyeni vardır. Tarihinde ilk kez sokaklara dökülen assubaylardan da bu eylemin bedelini çok ağır ödeyenler olur. Düşünün ki, sendikal hakları olan Yunanistan Silahlı Kuvvetlerinde dahi o dönemler, ordunun bir kesiminin sokaklara dökülmesi, haksızlığa isyan etmesi ve hakkını araması mümkün değildir. Onlar, sendikal haklarına çok daha sonradan kavuşmuştur.
Böyle bir dönemde adalet arayarak sokaklara dökülen assubaylar ve eşleri için hesap kesim zamanı elbette gelecekti. Darbe geleneği oluşturmuş bir ordunun aslında kendi içinde ne tarifsiz haksızlıklar barındırdığını cümle alem duymuş ve püsküllü takımının fiyakası bozulmuştur.
Yürüyüşlerde objektife takılanların hemen ordudan atıldığını zaten söylemiştik. Muhsin Batur'u protesto etmek isteyenleri de önce atmayı düşündüler. Kararını bile aldılar ama pasif direnişin etkisi artınca, bundan vazgeçerek, sadece fişlemekle ve cezalandırmakla yetindiler. Artık onlar birer “Sakıncalı Piyade” idi.
Kuvvet değiştirme isteklerini zoraki yerine getirdiler ve o personeli diğer kuvvetlere dağıttılar.
Hareketin öncüsü olarak belirlenen isimlerden kimisi ağır cezalar aldı, kimisi ise doğrudan atıldı. Özellikle olayların öncüsü görülen 73 Uçak Makinisti Astsubay, rütbe tenziline uğradı ve diğer kuvvetlere dağıtıldı.
Tasarı üzerinde çalışmalar tamamlanıp basına yansıdığında görülen manzara şöyledir:
“Askeri Personel Kanunu tasarısı üzerindeki çalışmalar tamamlanmıştır. Tasarı yakında Bakanlar Kuruluna sevk edilecektir. Tasarı kanunlaştığı zaman katsayı 7 olursa, bir Assubay 1400 Lira alacak ve 4830 Liraya kadar yükselebilecektir. Teğmen 1750 Lira, yeni albay olmuş bir subay da 6475 Lira alacaktır.(9.6.1970)”
Gördüğünüz gibi onca eyleme ve onca bedele rağmen adalet ancak bu kadar tecelli edebilmiştir.
31 Temmuz 1970 tarihinde yürürlüğe giren bu kanunda, yeni rütbe yapılanmasından da vazgeçilmemiş ve hemen uygulamaya konmuştur. Üstelik, hak kaybı olmadığını garip bir şekilde açıklayarak:
Geçici Madde 16 (Değişik: 31/7/1970 - 1323/16 md.)
Halen Silahlı Kuvvetlerde görevli astsubayların rütbe intibakları, kanunun mali hükümlerinin yürürlüğe girdiği yılı takibeden yılın 31 Ağustos tarihinden itibaren aşağıdaki esaslara göre yapılır.
Ancak, astsubaylar haiz oldukları rütbe unvanlarına göre yapılacak intibakta, daha ast bir rütbenin unvanını alacak duruma düşerlerse, bunlar, haiz oldukları eski rütbe unvanlarını muhafaza ederler.
(Ek cümle: 7/7/1971 - 1424/45 md.) Bu gibi astsubayların aylık intibakları ile rütbe yükselmeleri ve kademe ilerlemeleri intibak ettirildikleri yeni rütbelerine göre yapılır.
Bu yasa ile ilk kez eski rütbe-yeni rütbe karmaşası ortaya çıkmıştır ordumuzda. Aynı anda hem eski hem yeni rütbe her nasılsa yürürlükte olacaktır. Yeni rütbelere intibak yapılacak ama mağdur olanlar yeni rütbeleriyle birlikte parantez içinde eski rütbelerini de kullanabileceklerdir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde ücretin, tazminatın ve yan ödemelerin hesaplanmasında yapılan temel yanlışlıkları şöyle anlatabiliriz:
Üstelik bu yapı sırf ücretlerde değil, Ordu'nun her hizmetinde, her görevinde ve her alanında geçerlidir.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesinde sadece iki renk hakimdir: ak ve kara! Ya aksınızdır ve sizi gül gibi yaşatırlar, ya da karasınızdır; sizi ölmeyecek kadar yaşatıp sömürür ve sürüm sürüm süründürürler.
Bir de dışardan bakıldığında adam gibi yaşıyormuşsunuz izlenimi vermenizi isterler. Hani Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gururunu ve onurunu zedelememek adına cancağızım! Kocasından dayak yiyen kadının ertesi gün komşularından morarmış yüzünü makyajla gizlemesi gibi bir şey yani bu iş canlarım.
Dileğimiz o ki, bir gün komuta kadememizde gerçekten çağdaş yapılı generaller yer alır ve dünyanın bütün renklerini görmeyi başarırlar. Renkleri olduğu gibi kabul etmeyi, emekleri apolet sırasına göre değil, alınteri sıvısına göre ücretlendirmeyi başarırlar. Yoksa hem Atatürkçüyüm deyip nutuk atacaksın hem de kendi bünyende ırkçılığın en alasını uygulayacaksın, hadi canım! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu derler adama!
Zaman su gibi geçer bilirsiniz. Bu dönemde de Türkiye bir yıkılıp bir kurulan kısa dönemli hükumetlerle, hayat pahalılığıyla, sokaklarda öğrenci, işçi ve memur eylemleriyle yaşayıp gitmektedir. Geleneksel Cumhuriyet yaşamının bir parçası olan darbeler, muhtıralar ve sıkıyönetim dahi kanıksanmıştır artık. Önce 9 Mart 1971 tarihinde bir darbe teşebbüsü önlenmiş, ardından Amerikan destekli 12 Mart 1971 Muhtırası gelmiştir. Sıkıyönetimler, mahkumiyetler, idamlar vs..v.s...
Sizlerin de bildiği gibi, Deniz Gezmiş ve arkadaşları bu dönemde idam edilmişlerdir. Deniz Gezmiş, yaptığı savunmada; memur eylemlerinin haklılığını dile getirirken, assubayların ve eşlerinin eylemlerini de “Ezilen halkın sömürüye ve onun dayanağı Amerika'ya karşı yürütülen bir demokratik mücadele” olarak nitelemiştir.
Bundan sonraki süreçte yaşanan en önemli olay 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekatı'dır. Kıbrıs Türklerinin uğradığı haksızlıklar, zulüm ve işkenceler nedeniyle, uluslararsı antlaşmaların Türkiye'ye tanıdığı haklar kullanılmış ve yapılan Barış Harekatı sonrasında bugünkü ikiye bölünmüş Kıbrıs hikayesi başlamıştır. Halen Kıbrıstaki Barış Kuvvetlerimizi oluşturan askerlerimiz; ülkemizin yanlış politikaları sonucu, uluslararası çevrelerce, işgal gücü olarak değerlendirilmektedir. Bu işgal tanımlaması bugün bile Avrupa Birliğine üyeliğimiz konusunda karşımıza çıkartılan en büyük engel olarak varlığını sürdürmektedir. Fakat, ne olursa olsun, Kıbrıstaki Türk Halkı; o harekattan bu yana zulüm görmeden, barış ve sükunet içinde yaşamakta ve bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmektedir.
Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında ambargolu günler kapıdadır. Türkiye'ye yıllarca silah ambargosu ve yanında da açıkça itiraf edilmemiş siyasi ambargolar konulacaktır.
1974 yılı sonlarında devrin hükumeti, başarılı olarak gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı'nın bir semeresi olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yan ödemelerine muazzam bir zam yapmayı kararlaştırır. Hoş, Ankaradakilerin koordinesizliğinden koskoca bir Kocatepe Muhribi faciası yaşanmıştır ama netice olarak, ödenen bedel değil, alınan başarılı sonuç geçerlidir.
Yan ödemeleri konu alan 31 Aralık 1974 tarih ve 15105 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Kararname (23.12.1974 gün ve 7/9207 Sayılı Kararname) ile assubaylar bir kez daha huzursuzluk yaşar. Yine haksızlığa uğramışlardır, yine emir-komutanın tahakkümü ücretlere yansımıştır. Yine amirle memurun arasına dev bir sınır çizilmeye çalışılmaktadır. En kıdemsiz subayın (asteğmen), en kıdemli assubaydan daha fazla yan ödeme alması adaletmiş gibi yutturulmaya çalışılmaktadır.
İşte bundan sonra okuyacağınız satırlar 1975 yılında sokaklara dökülen assubayların ve eşlerinin hazin ama bir o kadar onur dolu hikayesidir.
1975 yılının ilk gününde gazetelerin baş sayfalarında yer alan konuyla ilgili haberle başlayalım önce. Bakın, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde iş güçlüğü ve iş riski nasıl bir adaletle dağıtılmış:
“SUBAY VE ASSUBAYLARIN YAN ÖDEMELERİ BELLİ OLDU/(Milliyet-1 Ocak 1975)
Genelkurmay Başkanı 8.000 Lira yan ödeme alacak.
Subay ve assubayların yan ödemelerini arttıran Bakanlar Kurulu kararı dün yayınlanmış ve 1 Haziran 1974'ten itibaren geçerli olmak üzere yürürlüğe girmiştir. Buna göre Genelkurmay Başkanı maaş dışında 8.000 lira yan ödeme alacaktır.
Subay, Assubay, uzman çavuş, uzman jandarma çavuşlarına verilen iş riski ve iş güçlüğü zamlarını artıran, ayrıca belirli rütbe ve görevlerdeki subaylara yeni imkanlar getiren kararname ile 1974 yılı için Orgeneral ve amirallerin yan ödemeleri 3.000, Korgeneral ve amirallerinki 2700, Tümgeneral ve amirallerinki 2500, Tuğgeneral ve amirallerinki 2300, albaylarınki 2100, yarbaylarınki 1900, binbaşılarınki 1700, yüzbaşılarınki 1500, üsteğmenlerinki 1300, teğmenlerinki 1200, asteğmenlerinki de 1100 liraya çıkarılmıştır. Kıdemli başçavuşlar 1200, başçavuşlar 1100, üsçavuşlar 1000, assubay çavuşlar 900, Uzman Çavuşlar da 700 lira yan ödeme alacaklardır.
Ayrıca Genelkurmay başkanı 5000, Kuvvet Komutanları 3400, Ordu komutanları 2200, Donanma Komutanı 1400, Kolordu Komutanları, Yurtiçi Bölge Komutanları, Deniz Saha Komutanları ile Taktik Hava Kuvvetleri Komutanları 1400 lira yan ödeme alacaklardır.
Diğer rütbe ve görevdeki komutanlara da 200 lira ile 1200 lira arasında değişen yeni yan ödeme hakkı tanınmıştır.”
Şimdi, uygulamaya geçen bu yan ödeme kararnamesini neresinden tutsanız adalet bulmanız mümkün değil. Her tarafı sınıfçı, etiketçi! Yine de çarpıcı olması açısından bir yerlerinden yakalamaya çalışalım. Bir Kıdemli Başçavuşla bir albayın (Kıdemli Albayın değil haa, destuuuur!) aynı hizmet yılına sahip olduğundan hareketle kıyaslama yapalım, bakalım ne alıyorlarmış:
Albay: 2100+1200 Kd. Bçvş: 1200+0
Sevgili albayımız 2100 lira alırken, aynı zamanda komutanlık da yaptığından 1200 lira daha hak ediyor. Her Albay komutan mı derseniz, evet yaklaşık olarak %75'ten fazlası komutanlık yapmaktadır.
Sevgili Kıdemli başçavuşumuz ise sadece 1200 lira alabilmektedir. O, çok nadir olarak komutanlık yapmaktadır. Komutanlık yapar ise 200-1200 lira aralığında her halükarda en fazla 300-400 lira komutanlık ödemesi söz konusu olabilecektir. Daha fazlası bu sınıfçı yapıda mümkün değildir. Fazla bir söze hacet yok herhalde, adaletsizlik gün gibi ortada!
Şimdi bir kıyaslama daha yapalım ve asteğmen, teğmen ve Kd. Bçvş'u yanyana koyalım:
Teğmen: 1200 Asteğmen: 1100 Kd.Bçvş: 1200
Gelin bunların yanlarına hizmet yıllarını da yazalım. Onurlu Türk Silahlı Kuvvetlerine ne kadar yıl hizmet edip ter akıtmışlar bir görelim. Fakat adil davranalım değil mi! Şöyle yapalım, Kıdemli Başçavuşların en kıdemsizini alalım, subayların ise en kıdemlisini! Bizlerden esirgenen adaleti biz yine de kamuoyunu bilgilendirirken vurgulamayı erdem bilelim:
Teğmen: 1200/3 yıl Asteğmen: 1100/1 yıl (?) Kd.Bçvş: 1200/16
Dilerseniz bir de sırf muziplik olsun diye Kd.Bçvş.u rahat bırakalım ve bu kıdemsiz subaylarımızın yanına en kıdemsiz assubayları yerleştirelim. (Uzman Çavuşları yerleştireceğim ama komedinin de bir sınırı var!)
Teğmen: 1200/3 yıl Asteğmen: 1100/1 yıl (?) Asb.Çvş: 900/3
Adaletin terazisini net olarak görebildiniz mi? Üstelik, teğmenlerin ve asteğmenlerin de pek çok birlikte komutan olarak görev yaptıklarını hiç hesaba katmadım. Katsaydım ayıp olurdu, değil mi yani?
İşte biz buna Generallerin Adaleti diyoruz!
Tıpkı darbelerle sağlanan adalet gibi bir adalettir bu. Emir-Komuta'nın emeğe sömürüsüdür.
Gördüğünüz gibi komutanların komutanlık yaparkenki iş güçlüğü ve iş riski, kazan dairesinin kaportası üzerine kapatılan ve ortada savaş falan yokken göz göre göre ölüme terkedilen bir assubayın (Çelenk Olayları, TCG M.F. ÇAKMAK, Bkz. Assubaylığın Kronolojisi, Bölüm:II) iş güçlüğü ve iş riskinden fersah fersah fazladır. Metreyle ölçmeyin sakın. Onlar komutan, lider, başkumandan..v.s..v.s... Bilimsel metodlarla ölçülemeyecek kadar derin farklar vardır komutanla astları arasında. Sizlerin bunu normal insan zekasıyla kavrayabilmeniz olası değildir, sakın denemeyin, asla!
Haa, bir de unutmadan söyleyeyim, bu zamlar, 1 Haziran 1974 tarihinden geçerlidir, yani 7-8 aylık bir toplu miktar sözkonusu. Bir benzetme yaparsak, bir albay bu birikmiş yan ödeme ile apartman alabilecekken, assubay ancak kulübe alabilecektir. Gecekondu bile değil.
Sanırım bu teşbihte, Genelkurmaybaşkanına da gökdelen düşüyor!
Milliyet Gazetesi ne kadar duyarlıysa, bir başka büyük gazete de bir o kadar duyarsızdır: Hürriyet!
Üstelik, art niyetli bir şekilde gündeme taşır olayları, egemen zihniyetin körükçülüğünü yapar:
11 Ocak 1975 tarihli Hürriyet Gazetesinin manşeti şöyledir, “Assubaylar yan ödemeyi az buldu(!)”
Haber, Türkiye'de onca insan işsizlik, yoksulluk ve açlık çekerken assubayların verilenleri nasıl olup da az bulduğunu vurgulamakta, assubayları bir şekilde, “kadir, kıymet bilmez” olarak kamuoyuna takdim etmektedir. Aynı duyarlılığı “astronomik subay yan ödemelerine” neden göstermedikleri ya da gösteremedikleri, ilkeli gazetecilik anlayışlarından mucib olsa gerektir.
Haberin detaylarında assubayların yan ödemeleri az bulmaları nedeniyle harekete geçtikleri ve “Assubaylar Birliği”ni kurdukları yazılıdır. Bu tahakkümcü ve asparagas haber hemen yalanlanır.
1975 olaylarının içinde yer alan Emekli Assubay Ökkeş Kadri Baçkır, Hürriyet'in bu manşetine sitemini, yıllar sonra şu şekilde dile getiriyor:
“İlkeli ve araştırmacı gazeteciliğin gereği olarak, bu manşetin “Assubaylara Yan Ödemede Haksızlık Yapıldı” olması gerekmez miydi? Pekala, assubaylar yan ödemeleri neden az bulmuştu? Kanını, canını, terini vatanı için tereddütsüz akıtan; kolunu, bacağını, gözünü Cudi'de, Gabar'da, Kuzey Irak'ta, Kıbrıs'ta ve görev verilen her yerde, her zaman bırakan bu necip milletin ordusunun iki muvazzaf sınıfından birisi olan assubaylar; acaba neden yan ödemeleri az bulmuştu? Yoksa o dönemlerin hayali ihracatçılarının, banka soyguncularının, 'devletin malı deniz, yemeyen domuz' diyenlerin talan ettiği devlet hazinesinde ödenek mi kalmamıştı? Daha önce Kıdemli Binbaşı seviyesinde maaş ve yan ödeme alan assubaylar, ne olmuştu da birdenbire asteğmen seviyesinden dahi aşağıya düşürülmüştü? Sermaye yağdanlığı basın, çıkar çevrelerinin karanlık oyunlarını kamufle edebilmek için bir suçlu bulmuştu...'Vurun abalıya!'...”
Aydın Kulak
Geçmişte posta aracılığı ile gönderilirken, günümüzde ise teknolojinin sağladığı imkânlar ölçüsünde elektronik mektup (mail) ile ilgilileri, yetkilileri bilgilendirmek, duyarlılığa davet etmek, harekete geçmelerini sağlamak, kamuoyu oluşturmak maksadı ile 2005 yılından bu yana artan bir şekilde devam etmekte olan yetkilileri bilgilendirme kampanyasına www.emekliassubaylar.org sitesi yönetimi 14 Mart 2011 tarihinde bir yenisini daha eklenmiş bulunmakta…(1)
Bundan önceki mektuplarda olduğu üzere bu elektronik mektup yolu ile de önemli mesajlar verilmektedir…
Yaklaşık bir dakikalık bir süre içinde ilgili yerlere ulaştırılabilen mesajın içinde yer almayan fakat gönderilen şeklin dışında, ilgililere bir mesaj daha verilmekte…
Yeni Oluşum Grubu’nca 15 Mart 2011 tarihinde düzenlenen ve başarılı bir şekilde tamamlanan Panel’de; sorunların tanımlanıp, neler olduğu, nasıl, hangi usullerle çözüme ulaşılabileceği, muhatapların derecelendirilmesi, muhatapların çözümsüzlükte izledikleri yöntemleri, benzer meslek grubunun haklarını çalışan yolu ile mi yoksa emekliden geriye işler şekilde mi elde ettiği, yaşamın hangi alanlarında hangi şekilde daha etkili olarak varolunması gerektiği; kendisinin ve muhatap olduğu muamelelerin farkında olanlarca, sorunları çözmek üzere tüm benliğimle, içtenliğimle varım, mesleğime ve onuruma sahip çıkıyorum, diyenlerce kadını ve erkeği ile yorumlanmakta, irdelenmekte, takip edilmekte… (2)
Panel’de yapılan konuşmaların çözümlemelerinin, sonuç bildirisinin Yeni Oluşum Grubu’nca kamuoyu ile paylaşılacak olması, panelin yorumlanması ve fikir teatisi bakımından büyük yararlar sağlayacaktır…
Panel sonuçlarının ne gibi bir etkilerinin olacağını ise elbette ki önümüzdeki günler gösterecek…
Orhan KAYA
Değerli Meslektaşlarımız,
Genelkurmay Başkanlığı'nda özlük haklarımız ile ilgili çalışmaların yapıldığı bilgisine ulaştık. Ekonomik haksızlıklarımız konusundaki aşağıdaki mail kampanyasını daha önce de uygulamıştık. Temel haksızlıklarımızı, mail kampanyası ile bir kez daha duyurmamızın büyük önemi vardır!
Bizler, assubaylar olarak; yasalara, hiyerarşiye ve komutanlarımıza saygımızı hiç bir zaman kaybetmedik. Atatürk ilke ve inkilaplarına daima bağlı kaldık. Ülkemize bağlılığımızı ve TSK.'ne sadakatimizi, canımız, kanımız ve terimizle kanıtladık. Her kurum kendi personelinin haklarını iyileştirilmek için gayret gösterip, personelini bir aile olarak görürken, ne yazık ki bizler ön yargılarla tahakküme varan haksızlıklara uğratıldık!
Site Yönetimi olarak hazırladığımız aşağıdaki metni; Genelkurmay, MSB ve Kuvvet Komutanlıkları'na, 'bilgi için de' Başbakanlık'a gönderilecektir. Bu metni göndermeniz sadece birkaç dakikanızı alacaktır. Lütfen gerekli ilgiyi gösterip, internet imkanı olmayan arkadaşlarımızın 'onaylarını alarak', Onlar adına da gönderilmesini sağlayınız. Gönderilecek mail sayısı bizim gücümüzün ve kararlılığımızın göstergesi olacaktır.
İlginize teşekkür ederiz.
FAKS NO | MAİL ADRESİ | |
Başbakanlık |
0312.4251375 |
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. |
Genelkurmay |
0312.4281679 | Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. |
MSB. |
|
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. |
K. K. K |
0312.4116861 |
Sitesindeki bilgi edinme formu |
Dz.K.K. |
0312.4173065 |
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir., dzkk@tsk. |
Hv.K.K. |
0312.4192208 |
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir., beb@hvkk. |
J.Gn.K | 0312.4189208 |
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. |
Bundan elli yıl önce, 1951-53 yılları arasında Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Toplum Bilim üzerine vermiş olduğu dersin “Toplumsal Kurumlar” bölümünde örgütün faydalarına ilişkin olarak Prof.Dr. MERAY:
“Eğer beş kişi, beş diğer oyuncuya karşı bir topu bir sepete geçirmeyi amaç edinmişse, bunların karmakarışık konuşmasından ziyade, planlı, sistemli bir şekilde hareket etmeleri amaçlarının gerçekleşmesi bakımından daha etkilidir. Basketbol tekniği işte bu amacın en etkili şekilde gerçekleştirilmesi için kurulmuştur.
Toplum içinde de ihtiyaçların tatmininde insanların örgütlü olarak hareket etmeleri, örgütsüz olarak hareket etmelerinden daha iyi sonuçlar verir. Yani örgüt, herhangi bir işi başarmak için etkili bir araçtır.
…tek olarak çalışan bir insanın bir günlük verimini (a) ile gösterirsek, örgütlü olarak çalışan 10 kişinin aynı zaman içindeki verimi 10 a değildir. Çünkü bu bir matematik sorunu değil, toplumsal bir sorundur. Bu verim dolayısiyle 10 a’dan çok fazla olur…” diyor.
Prof.Dr.MERAY Kurumsallaşmayı bir mıknatıs ile anlatmakta:
“Toplumsal örgütlerin hepsi olmasa bile pek çoğu bilinçli bir çabanın neticesidir…
Bir kâğıt parçası üzerine bir avuç çivi atsak, bu çiviler açık ve belli bir şekil meydana getirmezler. Fakat bu kâğıdın altına bir mıknatıs koyarsak, kâğıtta dağınık duran çiviler, mıknatısın görünmeyen şekli etrafında toplanırlar.
Bir toplumsal grubun üyeleri için de aynı şey geçerlidir… Nasıl mıknatıs çivileri belli bir şekilde bir araya getiriyorsa, toplum üyelerinin müşterek arzuları da, örgütlenmeyi doğurmaktadır. İşte bu şekilde, insanın bazı temel ihtiyaçlarının tatmini için tesis edilmiş, örgütlenmiş usullerin, kuralların bütününe ‘toplumsal kurumlar’ adı verilmektedir.”
Örgütlenmek için öncelikle örgütlülüğün yukarıda da belirtilmiş olan faydalarının bilincinde olmak gerekiyor… Bilincinde olduktan sonra kanuni engellere rağmen örgütlenmeyi gerçekleştirmek gerekiyor… Daha geçen yıl olduğu üzere hakkını aramak için eylem yapan memurlar, “örgütlenme önündeki engeller kaldırılacaktır” savlarına rağmen, hükümetçe engellenmek istenip, iş bırakanlara yönelik olarak “haklarında yasal işlem yapılacaktır”, denilmedi mi? Buradan da anlaşılacağı üzere gücü elinde bulunduranların, bilinçli toplum söylemleri söylemden öteye geçememekte…
Yaşam içindeki sosyal, ekonomik, kültürel dengeyi sağlamakta büyük etkisi olan örgütler, dengeyi kendi lehine tutmak isteyenlere karşı mücadele vermekte, en işlevsel araç… Bu nedenle, gücü elinde bulunduranlar, sözlü olarak, gerektiğinde kamuoyu önünde örgütlenmeden yana olduklarını belirtseler de, uygulamalarda meydana getirilen engeller, aslında bilinçli, örgütlü toplum istemediklerine dair, kendilerini ele vermekte…
Üst düzey kamu personeli sistem tarafından gözetilirken; sendikalaşması ve dolayısıyla hak ve hukuklarının alınması, çıkarılacak olan yasal düzenlemelerin daha başında iken müdahale etme ve dengeyi sağlama hakkından yoksun bırakılmış olan alt düzey kamu personellerinin örgütsüzlüğü adaletsiz gelir dağılımı başta olmak üzere, maddi ve manevi hak kayıplarını da beraberinde getirmekte…
Türkiye’de, belki de en fazla maddi ve manevi hak kaybına uğrayan kamu personellerinden birini oluşturan silahlı kuvvetlerin zimmet, nöbet, eğitim, idari faaliyetler, terörle mücadele açısından ağır yükünü taşıyan astsubaylar, yıllardır haklarını alamamanın yanı sıra, kimi zaman öylesine yasal düzenlemeler yapılıyor ki, bir öncekine göre, durduk yere hak kaybına da uğramakta olduğunu da görebilmekteyiz…
Yeterince yazılmış ve yazılmakta da olan ve silahlı kuvvetlerin halka açık olması sebebiyle, askerlik hizmetini ifa eden her Türk erkeğince de az-çok bilinmekte olan, astsubayın emeklilerinin yaşadığı sorunları, yazımızı uzun tutmamak adına, burada tekrar ele almaya gerek olmadığı kanaatindeyim…
Kişiye maddi katkı sağlasa da, maddi durumdan ziyade, başta bilgi ve görgülerini arttırmak ve devleti temsil etmek için yurt dışında bulunmuş olan idarecilerce, dış ülkelerdeki astsubayın maddi ve şekli durumlarının yeterince incelenmediği, uygulamalardan anlaşılmaktadır. Şekli bir husus olan, AB ülkelerindeki astsubayların rütbesinin nerede olduğunu dahi bilmeyen bazı üst düzey idarecilerin olması ise doğrusu hayret vericidir…
Astsubayın yaşadıklarından, gördüklerinden kaynaklı olarak ruhundaki derin izlerin hayatını nasıl etkilediği tartışılarak ortak bir çözüme ulaşılması, beraberinde, çalışma hayatını da içeren sosyal hayatın daha düzgün işleyişi açısından önemlidir… Yılların ötelenmiş, birikmiş sorunlarına çözüm, elbette ki bir panelde elde edilemeyebilir… Fakat yola çıkılmış olunur ki o da yolun yarısını katetmek demektir…
Şimdiye kadar, sosyal ilişkiler, basın ve internet yoluyla dile getirilen hususlara Kurumsal nitelikte, bilimsel bir bakış sağlamak maksadıyla “Yeni Oluşum Grubu”nca konunun “Panel” düzeyinde tartışmaya açılması, son zamanlarda, Türkiye’de görülen en önemli bilimsel faaliyetlerden birini oluşturmaktadır! Türk toplumunun üyesi olan bir meslek grubunun emeklileri, meselelerini açık seçik olarak bir panelde masaya yatırmaktadır… Faaliyetin desteklenmesi, katkı sağlanması ve sürdürülmesi gereklidir. Paneli düzenleyenlere ve katılımcılara şimdiden başarı dileklerimizi yolluyoruz…
Orhan KAYA
Sorun çözme yeteneği yöneticiliğinin mihenk taşıdır. Sorunlar yöneticinin işinin sürekli bir parçasıdır. O yalnızca doğru bir çözüm bulma değil, insan faktörünü hesaba kattığı için başarılı olacak tek çözümü bulma gereksinimindedir. Ama ne yazık ki, insanlar bu konuyu sistematik bir yöntem ile ele almadıkları için genellikle görevi iyi yerine getirememektedirler. Oysa böyle yöntemler vardır.
Yönettiğiniz dernek-kurum- iş yeri vs. birimler dağınık ise kurulacak iletişim ve takip, sıcak ilişkiler, derneğe HAKİM OLMA gibi çok lüzumlu İŞLEVLERİ kapsayacak değişiklerle sağlanabilir. Siz yüze yakın TEMAD şubelerinizi mevcut bu HANTAL yapınızla çözemiyorsanız ki öyle, o zaman genel merkez yönetsel yapınızı değiştirmeli, şekillendirmeli bu iletişim çağında. TÜM NOKTALARINIZA AYNI ANDA BİLGİ VE GELİŞMELERİ duyurmalısınız.
TEMAD GENEL MERKEZ BUGÜNE DEK BU YAPISI İLE SINIFTA KALMIŞTIR.
Konunun ana maddesi insan olduğundan 'insana nasıl bakmamız gerektiği penceresinden'; SEÇERKEN, ARKADAŞLIK EDERKEN AYNI ÇATI ALTINDA bulunur iken, kim kime nasıl bakıyor acaba?
ON KİŞİDEN BİRİ TEMAD'a ÜYE, DİĞER DOKUZ KİŞİ BURNUMUZUN DİBİNDE, SOKAKLARDA VE O İNSANLARLA YÜZ YÜZE İSEK..
Birileri bu sınıf için kafa yorarken, koskaca İzmir'de üst salona 60 kişi toplarken, alt katta yüz-yüzelli insan taş, kagıt oynuyor ve üst kata ilgi göstermiyor ise, ANA SORUNUN İNSAN VE BİZ OLDUĞU gerçeği, TOKAT gibi karşımızdadır!
HEP İFADE EDERİZ; SESSİZ ÇOGUNLUK, ÜMİTSİZLİK GÖMLEĞİNİ HÂLÂ ÜZERİNDEN çıkarmayanlar, yüz lira lafı ile dahi o günlerde sitelerde tıklama rakamlarına baktığımızda İŞTE BİZ BUYUZ demiyor muyuz?
"EYLEM, EYLEM" DİYE BİR TARAFIMIZI YIRTARKEN, BAŞKANIMIZIN HÂLÂ AYAĞINDAN POSTALLARI ÇIKARMAMASI UTANÇTIR?
BU YÜZYILDA SINIFLAR ARASINDA TAM BİR SINIFSAL MÜCADELE GÖRÜLMEKTEDİR. Ne yazık ki böyle bir dönemde bazı sınıflar bizleri sollayıp gecerken, ARIZA YAPMIŞ, MİSYONUNU TAMAMLAMIŞ, HÂLÂ İNATLA O KOLTUĞU İŞGAL EDEN BİR BAŞKANIMIZ VAR!
İNSANCA BİR BAKIŞ AÇISI, İÇİNDE İNSANİ DUYGULAR OLAN VARLIKLARIN BAKIŞ PENCERELERİNDE GÖZLENİR...
SAYGILARIMLA.
ATİLLA ABAYLI
İZMİR/KARŞIYAKA