TEK KİŞİLİK GÖSTERİ: DON HOWE SHOWdonhowe1

1975 Ağustos ayının son günlerinde G. Saray’da takımı yeni sezona hazırlayan ekibin başında Fethi Demircan vardır. Ahmet Karlıklı ve Yılmaz Gökdel ile birlikte, Sarıyer sahasında ve Ali Sami Yen’de tempolu antrenmanlar başlamıştır. Gelin görün ki yönetimin İngiliz Hoca arayışı henüz son bulmamıştır.

Aceleye getirilmiş bir şekilde Don Howe ismi kabul görmektedir. En sonunda Don Howe ile çok ilginç bir anlaşma yapılır ve hoca biraz da zoraki olarak takımın başına getirilir. Yapılan anlaşmaya göre Don Howe, bir aylığına Türkiye’de kalacak ve takımı çalıştıracaktır. Her şeyi yerli yerinde görecek ve seçimini buna göre yapacaktır.

Eylül’ün yedisinde, takım, sezonun ilk maçına çıkar. Kulübede Turgan Ece ve Fethi Demircan vardır. Sezona kendi evinde Trabzonspor’a 2–1 yenilerek başlamıştır G. Saray. Don Howe, bu maçı tribünden izlerken bir taraftan da medyaya konuşmaktadır. Ülkede bir ay kalacaktır. İngiltere Milli Takımı’nı çalıştırmayı ummaktadır ve eğer bu gerçekleşirse ülkesine geri dönecektir. Yok, işler istediği gibi gitmez ise G. Saray’ın başında kalmaya devam edecektir.

Bu arada G. Saray’ın rakibi Rapid’in hocası da değişmiştir ve o takımı da yeniden izlemek şart olmuştur. Turgan Ece ve Fethi Hoca Eylül ayı başında Viyana’ya gitmiş ve Rapid’i yeni hocası Pinderin’in yönetiminde izlemiştir.

Don Howe göreve başladığında kamuoyuna danışma hoca olarak takdim edilmiştir. Fethi Demircan, yardımcı hocadır, futbol meneceri ise Turgan Ece’dir. Teknik kadronun diğer elemanları ise Yılmaz Gökdel ve Ahmet Karlıklı isimlerinden oluşmaktadır.

Don Howe da Rapid’i izlemek ister ve o da bir Viyana yolculuğu yapar. Bu esnada medyaya hep misafir olduğundan söz eder. Misafirlik durumuna çok özel bir vurgu yapar. Dönüşte bile kalıcı olacağı hakkında bir ipucu yoktur. Eğer kalırsam yardımcım Fethi Demircan olacaktır açıklamasıyla her an gidebileceğinin akılda tutulmasını ister.

Bu arada ligde oynanan Ankaragücü maçında da kulübenin lideri Turgan Ece’dir.

Don Howe’un ilk maçı Rapid maçıdır. Artık takımın başındadır. Bu maçta deplasmanda oynayan G. Saray, (17.9.1975 tarihinde) rakibine 1–0 yenilir ama bu yenilgi tur umutlarıyla dolu bir yenilgidir. Rapid Wien’i İstanbul’da eleyecekleri kesin gibidir. Bu maç sonrasında Turgan Ece, Don Howe’ın Londra’ya gittiğini ve ailesini İstanbul’a getireceğini, sezon sonuna kadar da takımın başında kalacağını basına açıklar.

Ligde oynanan Orduspor maçında kulübede ilk kez Fethi Demircan Hoca tek yetkilidir. Bu zorlu deplasmandan bir puanla dönülmüştür. Bir sonraki haftanın maçında rakip Altay’dır, Don Howe takımın başındadır, maç İnönü’dedir ama sonuç yine beraberliktir.

1371 Ekim 1975 tarihinde oynanan Rapid maçını G. Saray, Don Howe’ın liderliğinde, 3-1’lik skorla kazanır ve Avrupa’da ikinci tura yükselen tek Türk takımı olur. Fenerbahçe, Benfica’dan toplam 8 gol yemiş, Beşiktaş, Fiorentina’dan toplam 6 gol yemiş, G. Saray haricinde bir tek Eskişehirspor, rakip filelere şeref sayısını atmayı başarabilmiştir. Levski takımına 3–0 ve 4-1’lik skorla boyun eğmiştir. G. Saray, ilk kez katıldığı UEFA Kupasında ülkesinin gururu olmuş, ikinci tura çıkmıştır. İkinci turdaki rakibi hayli zorludur. Napoli’yi 4–1 ve 1–1 gibi net sonuçlarla geçen Torpedo Moskova’dır kurada çıkan.

Ekim ayında G. Saray, Don Howe ile birlikte beraberlik serisini sürdürür. Deplasmanda Zonguldak’tan alınan bir puan iyidir ama kendi evinde Boluspor’a kaptırılan bir puan kötüdür. Bütün bunların üstüne bir de Torpedo Moskova’dan alınan 4-2’lik yenilgi tam bir moral bozukluğu yaratır. Torpedo güçlüdür ama böyle farklı bir yenilgi de beklenmemektedir. Yani bu sonuçla Moskova’ya gidiş tam bir turistik seyahat haline dönüşmüştür.

30 Ekim 1975 tarihinde bomba patlar. Don Howe, G. Saray kulübüne herhangi bir bilgi vermeksizin basına konuşur ve takımdan ayrıldığını, İngiltere’ye döndüğünü, bir İngiliz takımını çalıştıracağını açıklar. Nezaketten yoksun bir ayrılıştır söz konusu olan. Fakat G. Saray kulübü olgun davranır, sözleşmede böyle bir durumun zaten olduğunu belirtir. Turgan Ece; “Don Howe gitti diye antrenörsüz kalmış değiliz. Elimizde iyi bir antrenörler kadrosu var” diyerek, Fethi Demircan ve ekibine olan güvenini vurgular.

donhowe2Kasım ayının başında, Don Howe’ın Leeds United takımının hocası olarak görev aldığı açıklanır. Hoca, G. Saray’ı yüz üstü bırakmış, çekip gitmiştir. Üstelik çok yakında Torpedo maçının rövanşı vardır, bunu bile umursamamıştır. O dönemde gazetelere yaptığı açıklamalar ise Türk futbolunun o dönemki gerçeğini haykırmaktadır. Don Howe’un sözleri adeta futbolumuzun suratında patlayan bir tokat gibidir:

Türkiye ve G. Saray benim futbol dünyam değil ki, ne yapabilirim. Oysa şimdi Leeds United’in antrenörü oldum. İngiltere’nin en büyük takımlarından birisi... Hem Leeds United ismi hem de Don Howe ismi dünya futbol piyasasının gözü önünde olacaktır.

G. Saray’da kaldığım sürece hiçbir zaman takım tertibini ve takım taktiğini, saha içi uygulamasını ben yapmadım. Üçlü bir komitemiz vardı. Bu komitenin başkanı Turgan Ece idi. Saha içi çalışmalarda bana asistanlık yapan Fethi Demircan, Turgan Ece ile birlikte G. Saray’ın teknik planını hazırlayan kişi idiler. Ben de onları ikaz ediyor, tavsiye ve uyarılarda bulunuyordum. Karar onlarındı. Torpedo maçında hep beraber hataya düştük. Adamlar öncekinden bile daha iyi oynadılar, bizi şaşırttılar.

Böylece Eylül ayının dokuzunda başlayan Don Howe Show, Ekim ayı sonunda noktalanıyordu. Galatasaray tam da söylediğimiz gibi İngiliz sicimiyle asılmıştı. Terkedilmişti.

Takımın yeni teknik patronu Fethi Demircan olacaktı. Turgan Ece ve Fethi Demircan ikilisi sezonun sonuna kadar kader birliği yapacaklardı. Çok ama çok ilginç bir sezon yaşayacaklardı.

1975–76 SEZONU: FETHİ DEMİRCAN’LI GALATASARAY

Fethi Hoca’nın farkı, en önce antrenmanlarda hissedilir. Futbolcuların kondisyonuna özel bir önem vermektedir. Gazeteciler dahi onun yaptırdığı çalışmaları ilginç bulup izlemektedir. Yıllar sonra kendisine antrenmanlarla ilgili olarak sorulan bir soruya şu şekilde cevap verir:

Ben ilk gittiğimde Galatasaray’ın mevcut durumu çok iyi değildi. Sıkı çalışmaya başladık. Değişik idman şekilleri uyguluyordum. Gazeteci çocuklar merak edip çekiyorlardı bizi. Normalde Fenerbahçe’yi tek sezonda yenmeyi başaramayan Galatasaray, o sene hem Fenerbahçe’yi hem Beşiktaş’ı iki maçta da yendi.

anadolutrabzonEvet, gerçekten de G. Saray; o sezon hem Beşiktaş’ı hem Fenerbahçe’yi yenmeyi başardı. Fakat Trabzonspor’a şansı tutmadı. Belki de bir Anadolu takımının yukarılara tırmanıp hep zirvelerde kalacağına hatta şampiyon olacağına, herkes gibi, o da olasılık vermedi. O yüzden de ciddi bir rakip olarak görmedi. Bunun bedeli, hem Fenerbahçe için hem G. Saray için ağır oldu. Trabzonspor şampiyon oldu, Fenerbahçe’ye ikincilik, G. Saray’a ise üçüncülük düştü.

1975–76 sezonunda Türkiye Liglerinde çok önemli iki olay yaşandı ki birisi Trabzonspor’un ilk şampiyonluğudur. İlk kez İstanbul takımları dışında, bir Anadolu takımı, şampiyonluk ipini göğüslemiştir. Diğeri ise daha sonra anlatacağımız Metin Kurt Olayıdır. Bizzat Galatasaray Kulübünde cereyan eden bu olay, bazı yönleriyle dikkat çekicidir ve tarihe mutlak anlamda not düşülmesi gereken bir hadisedir.

Don Howe sonrasında, Fethi Demircan yönetiminde, oynanan ilk maç Adanaspor müsabakasıydı ve deplasmandaydı. Bu maç, golsüz sonuçlanıyor ve o sezon bolca yaşanan beraberlik hanesine bir çarpı daha atılıyordu. Adanaspor zaten zorlu bir rakipti ve o sezon ligi dördüncü tamamlayacak, G. Saray’la aynı puanı (37) paylaşacaktı.

Fethi Hoca’nın ikinci müsabakası Torpedo Moskova ile oynanacak rövanş maçıydı ve tur atlama şansı zaten yoktu. Moskova’da alınan 3-0’lık mağlubiyet çok önceden kabullenilmiş gibiydi.

EZELİ RAKİPLERE KAFA TUTAN BİR TAKIM

Sezonun geneline bakacak olursak, G. Saray açısından söylenmesi gereken ilk söz, bu sezonun bir berabere biten maçlar sezonu olduğudur. Ligde oynanan 30 müsabakanın tam on üçü beraberlikle neticelenmiştir ki, ligi o sezon on birinci sırada tamamlayan Beşiktaş’tan sonra (Beşiktaş’ın beraberlik sayısı on yedi) en çok beraberlik alan takım (Orduspor ile aynı) Galatasaray’dı.

Daha önceki yıllarda özellikle Fenerbahçe karşısında hüsrana uğrayan ve bu nedenle de pek çok huzursuzluk yaşayan G. Saray; bu sezon tam anlamıyla bir derbi canavarı olmuştur. İlk maçta Fenerbahçe’yi 3–1 mağlup etmiş, keza ikinci maçtan da 1–0 galibiyetle ayrılmıştı. Bu duruma alışkın olmayan Fenerbahçe taraftarları takımlarını protesto etmişlerdi. İlk galibiyet sonrasında Milli Takımın hocası Coşkun Özarı, durumu şu şekilde özetliyordu: “G. Saray, kararsızlıktan kurtulduğu için Feneri yendi.” Gerçekten de hoca arayışında çıkmaz sokaklardan kurtulamayan kulüp yöneticileri, bu arayıştan vaz geçip teknik kadroya güven telkin ettikleri anda, böylesi görkemli bir galibiyete ulaşmışlardı. Kasım ayı başlarında bir ara yine bir yabancı hoca, İngiliz Steve Burtenshaw, görücüye gelmiş ama işin sonunda bir ses seda çıkmamıştı.

G. Saray’ın Fenerbahçe ile oynadığı ikinci maç da oldukça önemliydi. Eğer Fenerbahçe kazanırsa şampiyonluk şansını sürdürecekti. Yok, eğer G. Saray kazanırsa, Trabzonspor’a şampiyonluğunu ilan etmek kalacaktı. Yani G. Saray, Fenerbahçe’yi bu maçta 1-0’lık skorla geçtiğinde, Fenerbahçe, şampiyonluk yolunda çok büyük bir çelme yemiş oluyordu. Kupada da eli boş kalınca, sezon tastamam hüsranla bitiyordu. Nihayetinde ilk kez bir Anadolu takımının şampiyon olmasının yolunu Fethi Demircan’lı G. Saray açıyor ve bu yüzden de sırası geldiğinde, Trabzon seyircisi, Turgan Ece başta olmak üzere G. Saray’ın teknik ekip ve futbolcularını dakikalarca alkış yağmuruna tutuyordu.

Öte yandan bu müsabaka sonrası, Fener ile G. Saray puan olarak başa baş kalıyor ve bundan sonrası ikincilik yarışı olarak sürüyordu. Ligin sonunda hiç umulmadık Göztepe yenilgisi ile G. Saray, üçüncülüğe razı oluyor, ikinciliği Fenerbahçe’ye bırakıyordu.

Beşiktaş ile hem ligde hem de kupada karşılaşan G. Saray; ligde 1–0 ve 1-1’lik neticelerle yüz güldürmüş, kupada ise rakibini 3-1’lik skorla hezimete uğratmıştı. O dönem aynı şehrin takımları kupada tek müsabaka üzerinden oynuyorlardı ve bu sonuçla, Beşiktaş, kupaya da havlu atmış oluyordu. Berabere biten lig maçı ise olaylı geçmiş, hakem Doğan Babacan, sahaya inen bir taraftarın saldırısına uğramış, yumruk yemişti. Spor yorumcuları, Beşiktaş’ın galip gelemeyeceğini anlayınca, beraberliğe yattığını dillendirdikleri bu maç, şampiyonluk şansını da zora sokan maçlardan birisiydi. Hemen ardından Eskişehirspor (1–1) ve Adana Demirspor engeline de (0–0) takılan G. Saray, zirveyi takiple yetinmeye başlamıştı.

Zaten Turgan Ece, 28 Nisan 1976 tarihinde, bu durumu açıkça söylüyordu: “Ligde yapılacak işimiz kalmadı. Kupaya asılacağız. Bütün gücümüzle kupayı almaya çalışacağız.

O sezon için futbol yazarlarının söylediği en önemli şey, G. Saray’ın ligin ikinci yarısında daha cesur ve tutarlı oynadığı, daha başarılı olduğuydu. İlk devre kafaları karıştıran yabancı hoca sorunu belki de olası bir şampiyonluğun önünü kesmişti.

TÜRKİYE KUPASINDA CİM BOM BOM

ML19760527001101205O sezonun en ilginç müsabakası, kupada Eskişehir Demirspor ile oynanmıştı. Türkiye Kupası üçüncü kademe müsabakasıydı. İlk maç Eskişehir’de oynanmış ve gençlerden kurulu Eskişehir Demirspor, G. Saray’ı 2–1 yenmişti. Ne var ki Eskişehir Demirspor, rövanşta bu denli şanslı değildi, müsabakada 7–0 gibi bir gol sağanağına yakalanmış, G. Saray’ı yendiğine yeneceğine pişman olmuştu.

Kupa Canavarı olarak bilinen G. Saray, daha sonraki rakibi Adanaspor’u da elemeyi başardı. İlk maçı Adana’da 1–0 kazandı fakat ikinci maç biraz tuhaflıklarla doluydu. 25 Şubat 1976 tarihinde İstanbul’da oynanan müsabaka şiddetli tipi ve kar nedeniyle ertelenmişti. Kar ve tipi, sonuca etki edecek derecede yoğundu, öyle ki G. Saraylı Fatih, zeminin kayganlığının kurbanı olmuş, ayağı kayınca topa müdahale edememiş ve top filelere süzülerek gitmişti.  Adanaspor, sürpriz sayılacak bir şekilde öne geçmişti. Tabi ki maç ertelenince bu gol de heba oldu. Ertesi gün oynanan müsabakayı G. Saray, 2–0 aldı ve çeyrek finale çıktı.

Ardından Beşiktaş ve Ankaragücü engeli geçildi ve finale yükseldi. Finalde rakip Trabzonspor’du. O dönemin efsanevi Karadeniz Fırtınası her takımın korkulu rüyasıydı. Finalin ilk ayağı Trabzon’da oynandı ve G. Saray, Trabzonspor’a 1–0 yenildi. Bu skor avantajlı bir skordu. İstanbul’a şanslı dönülüyordu. Finalin ikinci ayağında oynanan müsabaka Türkiye’nin en uzun süren final mücadelesi olarak hafızalarda yer alacaktı. Çünkü hem maçın uzatmaya gitmesi hem de bazı teknik sorunlar nedeniyle mücadele tam 3 saat 15 dakika sürmüştü. Maçın normal süresi, G. Saray’ın 1–0 üstünlüğüyle bitince uzatmalar, uzatmalarda da sonuç değişmeyince penaltılar şampiyon takımı belirledi. G. Saray, bütün atışları gole çevirirken; Trabzonsporlu Hüseyin, bir atışı dışarı gönderince kupanın kralı Galatasaray oldu. Maç oynanırken, yan hakeme konserve kutusu atıldı ve tedavisi için maç 12 dk. durdu. Uzatmaların bitmesine 3 dk. varken bu kez elektrikler kesildi ve müsabakaya 18 dakika ara verildi.

ilk-sampiyonlukBöylece Fethi Demircan, Türkiye’deki ilk yılında kupa ile tanışmış oldu. Fethi Hoca, işin penaltılara kalabileceğini hissettiğini ve bu yüzden yedi penaltıcıya tam 210 penaltı atışı yaptırdığını açıklıyordu basına. “İşte diyordu Türkiye Kupası şampiyonluğunun sırrı bu!

Bu kupa şampiyonluğu sonrasında kulüp yönetimi yeni sezonda da takımı Turgan Ece ve Fethi Demircan ikilisinin çalıştıracağını söylüyordu ama daha çok sular akacaktı o dereden…

Galatasaray ve Trabzonspor bir kez de Cumhurbaşkanlığı Kupasında karşı karşıya gelir. Buradan galip çıkan (2–1) Trabzonspor olur ve o sezonun süper takımı olarak nitelendirilir.

TÜRK FUTBOL TARİHİNDE BİR SOSYALİST HAREKET: METİN KURT OLAYI

metinkurt1Taraflı tarafsız herkes az çok Metin Kurt ismini bilir. Haksızlıklara karşı direnen ve politik duruşuyla tam bir sosyalist futbolcu karakteri çizen isimdir. İşte bu futbol sezonunda, takım tam da şampiyonluk şansını sürdürürken, G. Saray’da,  başını Metin Kurt’un çektiği bir prim isyanı yaşanmıştır.

Turgan Ece, 1976 yılının Mart ayı ortalarında hem ligde hem kupada iddialıyız açıklamalarını yaparken, takımın içinde prim huzursuzluğu yavaşça alevleniyordu. Nihayetinde Nisan ayı sonlarında ve Mayıs ayı başlarında, Türkiye Futbol tarihinde mutlak anlamda dikkat çekecek bir tuhaf isyan başlıyordu. Üstelik çok yakında şampiyonluk için önemli olan bir müsabaka vardı. Hatta şampiyonluğu geçin, ezeli bir rakiple, Fenerbahçe ile oynanacaktı. Bu durumda çıkan isyana yöneticiler müsamaha mı gösterecekti yoksa acımasız mı davranacaktı, merak konusuydu.

Kupadaki başarılar nedeniyle takımda yüklü bir prim beklentisi vardı. Fakat yönetimden hiç ses seda çıkmıyordu. Bu beklenti zamanla dedikodulara ve oradan da isyana dönüştü. Futbolcular hak ettikleri primleri alamadıkları için antrenmana bir saat geç çıkıyorlar ve haksızlığı protesto ediyorlardı. Bu, şimdiye kadar sahalarda görülmemiş, sıra dışı bir olaydı. Elbette işin içinde Metin Kurt vardı. Pek çok futbolcuyu etkilemiş, birlik ve beraberlik içinde hareket ettikleri takdirde futbol dukalarını (yöneticileri) yenebileceklerini herkesin ruhuna üfleyerek bir direnişçi ruh yaratmıştı.

Futbolcular kendi aralarında beş futbolcuyu (Metin Kurt, B. Mehmet, Yasin, Ekrem ve Enver) temsilci seçerler ve Turgan Ece ile görüşürler. “Ankaragücü’nü kupadan eledik, 10 bin lira prim bekliyorduk. Oysa siz ligdeki Adana Demirspor beraberliği ile birlikte bize 5 bin lira prim takdir ettiniz. Bunu haksız ve yetersiz buluyoruz” derler. Turgan Ece; “Primi sizin takdir etmeye hakkınız yok. İsteyen antrenmana çıkar, isteyen çıkmaz” şeklinde sert bir karşılık verir. Hemen ardından içlerinde Metin Kurt’un da olduğu bu beş futbolcu kadro dışı bırakılır. Soyunma odasında “Türk futboluna anarşiyi soktunuz, elebaşı da sensin” diyerek Metin Kurt’u işaret eden Turgan Ece, onun ipini çekmeye kararlıdır.

Kadro dışı bırakılan futbolcular, 5 Mayıs tarihinde, bir basın açıklaması yaparlar ve özellikle Turgan Ece’yi tavrından dolayı eleştirirler. Ayrıca bir de bildiri yayınlarlar. Kulüp yönetimi Metin Kurt’a bir mektup gönderir ve sezon sonuna kadar kadro dışı olduğunu ve antrenmanlara da alınmayacağını bildirir. İlginç olan şey, böyle bir mektubun sadece Metin Kurt’a gönderilmesidir. Kadro dışı bırakılan diğer dört futbolcuya kapılar aralık bırakılmıştır. Elebaşı görünen Metin Kurt’un işi tamamıyla bitirilmiştir. Bunun üzerine Metin Kurt, geri çekilmek yerine yine bir basın toplantısı yapınca ipler tastamam kopar. G. Saray, Metin Kurt’u yaptıklarından dolayı Federasyona şikâyet eder.

Zaman içinde geri kalan dört futbolcu özür dileme şartıyla affedilir. 30 Mayıs 1976 tarihinde Yasin ve B. Mehmet, bu şartı yerine getirir ve bir bildiri yayınlarlar. Bildirinin özü şöyledir: “Hatamızı anladık. Tüm Galatasaraylılardan özür diliyoruz.

metinkurt3Metin Kurt ise özrü bir geri adım olarak gördüğünden dolayı tavrından ödün vermez. Fakat artık futbol camiasında mimlenmiştir. Hiçbir takım, yönetimlere kafa tutacak ve futbolcuları örgütleyecek böylesine potansiyel bir tehlikeye kapı aralamaz. Metin Kurt’un futbol hayatı bitmek üzeredir ki İkinci Ligde oynayan Kayserispor onu her şeyiyle kabul edeceğini açıklar ve o da futbol yaşamını orada sürdürür, noktalar. Daha sonraları sendika girişimleri de olur. Metin Kurt, Türk futbolunun efsanelerinden birisiydi ve ne yazık ki 2012 yılında aramızdan ayrıldı.

Fethi Hoca ister istemez bu olaylar süresince tarafsızlığını korumak durumunda kalmıştır. Basına olumlu ya da olumsuz bir açıklamada bulunmaz. Sessiz kalır. Tek amacı futbolcularını tekrar kazanmaktır. En sonunda içindeki yangına dur diyemez ve şöyle bir demeç verir: “Evlatlarını kaybeden bir baba gibiyim. Beş futbolcumuzu kazanmaktan başka düşüncem yok.

Metin Kurt’un başı çektiği prim isyanında onca sözün arasında dikkati çeken bir önemli cümle daha vardır aslında. Metin Kurt, yönetimi eleştirirken “Siz Anadolu’dan bir takımın şampiyon olmasını istemiyorsunuz” der. Eğer bu sözün içeriğini doldurmaya çabalarsak, Galatasaray yönetiminde bir kararsızlığın söz konusu olduğunu düşünebiliriz. Yani Fenerbahçe’yi yenseler, Trabzonspor’u şampiyon yapacaklar ve İstanbullu saltanatı sona erecek. Üstüne üstlük, diğer Anadolu takımları da Trabzon başardıysa biz niye yapamayalım diyerek, daha arzulu ve istekli olacaklar. Şampiyonluğun bir ütopya olmadığını hissedecekler. Fenerbahçe’ye yenilseler, şampiyonluk ve hâkimiyet İstanbul’da kalacak, sınıfsal farklılık korunacak ama bu arada ezeli rakibe şampiyonluk tacı altın tepside sunulmuş olacak.

Metin Kurt’un bu söyleminden anlıyoruz ki G. Saray yönetimi Fenerbahçe’nin şampiyonluğuna razı, fakat futbolcular böyle bir iltimasa karşı. Hak edenin şampiyonluğundan yanalar ve bu yüzden bir Anadolu Devrimine (Metin Kurt önderliğinde) selam çakıyorlar. İşte bu ilginç olayın böyle de bir özelliği var.

(Devam Edecek)

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1:Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

fethi-demircan

BAŞLARKEN

Uzun süredir üzerinde çalıştığım bir biyografi yazısıyla karşınızdayım. Kara Kuvvetlerinde 10 yıl görev yaptıktan sonra gönül verdiği futbola dönen ve çok uzun yıllar Türk futboluna hizmet eden bir ismi sizlerle tanıştıracağım. Bizler için adeta bir yaşayan efsane olarak addedilebilecek bu büyüğümüzün ismi; Fethi Demircan. Komando assubayı olarak mecburi hizmetini tamamladıktan sonra, 1973 yılında Elazığspor’da başlayan teknik direktörlük serüvenini 2008 yılına değin sürdüren, neredeyse ömrünün tamamını Türk futboluna harcayan emekçi bir yürek olarak takdim edebiliriz Fethi Hocamızı. Uzun yıllar süren kariyerinde Galatasaray, Boluspor, Kocaelispor, Bursaspor ve Samsunspor gibi büyük takımları çalıştırmış, çalıştırdığı dönemlerde efsane kadrolarla büyük başarılara imza atmış ve bu başarıları neticesinde de Milli takım hocalığına değin yükselmiş, saygın bir isimden söz etmekteyiz.

1842865 w2bayan milliEn son olarak Bayan Milli Futbol Takımlarımıza emek vermiş, Türkiye Bayanlar Liginin uluslararası yapıda işlemesi için ortam hazırlamış ve mütevazı başarılarıyla adını Türk Futbol tarihine nakşetmiş, karakterli yapısıyla her daim dikkat çekmiş bir büyük adamın yaşam öyküsüdür bu.  Şimdiye kadar bir teknik direktörün biyografisinin bu denli detaylı yazıldığına tanık olmadım, o yüzden, bu yazımın bir ilk olduğuna inanıyorum. Ayrıca, Türk futbolunun uzunca bir dönemine de ışık tutacağını düşünüyorum.

Bu çalışmam nedeniyle, Fethi Demircan Hocam ile bir görüşme de yaptım. Çeşitli notlar aldım. Bu notları da bu uzun soluklu yazımın bitiminde sizlere takdim edeceğim.

Oldukça uzun sürecek bu yazı dizisini sabırla takip edeceğinizi umuyorum. Bu vesileyle, beni nazikâne bir şekilde kabul eden ve sorularımı  içtenlikle cevaplayan Fethi Demircan Hocama; en içten, en candan teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca, bu yazımın danışmanlığını yapan, Fethi Hoca ile iletişim kurmama yardımcı olan ve her koşulda desteğini benden esirgemeyen Denizgücü’nün eski hocası Ali Yaşar hocama da samimi bir teşekkürü bir borç biliyorum.

YETMİŞLİ YILLARDA TÜRK FUTBOLU

Yetmişli yıllar Türk Futbolu için tam anlamıyla bir duraklama dönemiydi. Büyük kulüplerde başkanların tartışılmaz bir saltanatı  vardı. En ufak bir başarısızlık söz konusu olduğunda öz eleştiri yapılmıyor, alaturka çözümlere başvuruluyordu. Hocayı değiştir, takıma yeni hava gelsin. Yabancı hoca getir ki futbolcu, onun havasına kapılıp havaya girsin. Futbolcuya hesap sormak mı, kimin haddine? Özellikle yıldız futbolcular ne antrenman tanır ne disiplin bilirdi. Hiçbir hoca onlara söz geçiremezdi. Canları istedi mi çalışmalara gelirlerdi. Onlar futbolun tanrılarıydı. Hangi hoca ya da hangi başkan onlara hesap sorabilirdi ki? Maç günü  geldiğinde sahaya çıkar, şöyle bir görünürlerdi. Seyirciyi hoşnut edecek iki üç hareket yeter de artardı kariyeri kurtarmaya. Zaten büyük takım olmanın bir sürü avantajı vardı. Nasıl olsa maç kazanılırdı. Öyle disiplinmiş, antrenmanmış, takım oyunuymuş kimin umurundaydı ki.

Altyapı ve tesis yok denecek kadar azdı. Futbol çok ilkel şartlarda oynanmaktaydı. Mahalle aralarında rastgele keşfedilen yıldızlar takımlarına hayat veriyordu. Ya da kulüp efradının eş dost çevresinden duyumlarla ve torpillerle bulduğu sıradan futbolcular, kulüp kadrolarında rahatça yer buluyordu. Mahalle aralarında futbola gönül veren, emek veren koca bir genç nesil, keşfedilemeden ekmek kavgasının ortasına düşüyor ve silinip gidiyordu. Onları  bulup işleyecek, Türk futboluna armağan edecek yetişkin yerli hocalar yok denecek kadar azdı. Varsa bile, hocalar kendilerini kurtaramıyordu ki bu yetenekleri kurtarıp yeşertebilsin.

Türk Futbolunun gerçek yüzü Avrupa arenasında ortaya çıkıyordu. Takımlarımız kupaların daha ilk turunda hezimete uğruyor, gerisin geriye dönüyordu. Bir Avrupa kulübüyle yapılan futbol maçı, farenin fille savaşını anımsatacak denli tuhaf ve düşündürücüydü.

Kulüplerin başına gelen elbette ki milli takımın da başına geliyordu. O da bu hüsrandan payını alıyordu. Haritada yerini bile bulamayacağımız ülke takımlarına karşı alınan şerefli mağlubiyetler üzerine destanlar yazılıyordu. Galibiyetler yok denecek kadar azdı, çünkü alaturka futbol anlayışı, sınırın  ötesinde hiçbir işe yaramıyordu. Buna karşın kulüp yöneticileri, milli takım hocalarını alaşağı etmekten bıkmıyordu. “Benim futbolcumu niye kadroya almadın, hezimetin sorumlusu sensin, bu sana müstahak” nidaları gazete sayfalarında sürmanşet oluyordu. İki günde bir teknik direktör değiştiriliyordu ama kader değişmiyordu.

İşte böyle bir ortamda yeni, genç ve dinamik bir teknik direktör, orta yerde, alabildiğince haykırıyordu. Altyapı diyordu, takım çalışması ve antrenman diyordu. Tesisleşme diyordu. Fakat yerli malı olduğu için sesi o denli fark edilmiyordu. Nihayetinde bu ülkeye Jupp Derwall diye bir dev adam gelince, futbolun eskimişliği ve köhnemişliği ister istemez fark edilmiş ve ülke futbolu uyanmaya başlamıştı.

Jupp Derwall’den çok seneler önce altyapı, tesis ve antrenman konusunda sesini yükselten ve elinden geleni olabildiğince yapmaya çalışan yerli hocamızın adı Fethi Demircan’dı.  Mecburi hizmet sonrası Silahlı Kuvvetlerden ayrılmış bir müstafi assubaydı. Ordudan ayrılınca, yurt dışına kurslara gitmiş, kendisini geliştirmiş ve İngiliz kulüplerinde kariyer yapma fırsatı bulmuştu. Daha sonra bir tesadüf sonucu yolu Galatasaray ile kesişmiş, ardından milli takım hocalığına değin yükselmişti. Mütevazılığından ve futbolun gerçeğine olan inancından dolayı büyük kulüpler piyasasında ısrarcı olmamış, taşra futbolunu değiştirirse; büyük kulüpleri de değiştirebileceğine inanmıştı. Futbolda Anadolu Devrimini başlatan, yaşatan dev isimlerden birisiydi. İlklerdendi. İmza attığı başarılar destansıydı. Tam bir Anadolu Kaplanıydı. Bugün anlı şanlı başarılara imza atan büyük hocaların mayasında onun ruhu vardı. Yetmişli yıllardan itibaren Türk futboluna serpiştirilen Fethi Demircan tohumları tutmuş, yeşermiş ve başarıya aç yerli hocalar neslinin doğmasına vesile olmuştu.

Türk Futboluna adanmış koskoca bir ömürdü onunki.

İNGİLTERE’DE BİR TÜRK TEKNİK DİREKTÖR: FETHİ DEMİRCAN

fethihoca11Fethi Demircan; 20 Haziran 1938 tarihinde Elazığ’da doğdu. Eğitimine orada başladı ve devam etti. Elazığ Lisesi’nden mezun olduktan sonra seçimini askerlik mesleğinden yana yaptı. 1955–56 eğitim yılında Çankırı’da bulunan Piyade Assubay Sınıf Okulu’nda okudu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yaptığı sürece hep sporla iç içe oldu, kendisini durmaksızın geliştirdi. Kara Kuvvetleri bünyesinde özel eğitim veren Spor, Savaş Komando Okulu’nda zorlu bir eğitim gördükten sonra uluslararası bazı görevlerde bulundu. 1962–1963 yılları arasında Kore’de görev yaptı. Kore Savaşı’ndan sonra, Türk Ordusu; 1971 yılına değin bölgede barış amaçlı olarak tugay/bölük/manga seviyesinde birlik bulundurmuştur. Fethi Hoca da savaş sonrasındaki bu süreçte Kore’de görev yapmıştır. Burada da kendisini geliştirecek yeni şeyler bulup öğrenmiştir ki bunlardan birisi de istem dışı hareketlerle ilgili bir kurstur. Bu kursta tiroit bezi, prostat, diyafram, kulak, çene kasları gibi vücutta bulunan organ ve kasların kullanımı ile ilgili çeşitli egzersizler öğretilmektedir.

1960 yılına doğru gelinirken Kıbrıs Adası’nda büyük sorunlar yaşanmaya başladı. Rumlarla Türkler arasında tansiyon oldukça yükseldi. Nihayetinde süreç; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla tamamlandı. Fakat yine de ortalık durulmadı. Zürih ve Londra Anlaşmalarına (Şubat 1959) dayanarak biz de ( sanırım 15.8.1960 tarihinden itibaren) Kıbrıs Adası’nda alay seviyesinde ve barışı korumak amaçlı  birlik bulundurmaya başladık. Fethi Demircan, assubay olarak orduda bulunduğu süreçte, Kıbrıs’ta konuşlanan bu özel birlikte de (1965 yılı) başarıyla görev yapmıştır.

Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kurulmuş olan amatör takımlarda da futbol oynamış olan Fethi Hoca, Balıkesir Karagücü, İskenderun Karagücü ve Muhafızgücü takımlarının kadrosunda yer buldu. Silahlı Kuvvetler bünyesinde yer alan amatör futbol takımlarında oynadığı dönemlerde, 1963–1964 sezonunda, Balıkesir Karagücü takımıyla bir şampiyonluk da yaşadı. Bildiğiniz gibi bu kulüpler bir zamanlar Türk Futboluna çok şey katmış amatör ruhlu kulüplerdi.

On yıllık mecburi hizmetini tamamladıktan sonra ordudan ayrıldı  ve yeni bir başlangıç için kolları sıvadı. Hedefi futbol konusunda kendisini geliştirmek ve Türkiye’de modern futbolun öncülerinden olmaktı. Bu seçimi çok önceden yapmıştı aslında. Yaşamının bir döneminde bir kırılma anı yaşamış ve yepyeni bir hedef belirlemek zorunda kalmıştı. 2004 yılında vefat eden duayen gazeteci Erol Dallı, onun birliğinde askerlik yükümlülüğünü yerine getirmekteydi. Altmışlı yıllardı. İskenderun Karagücü’nde oynuyordu. Erol Dallı ise orada Asteğmen olarak görev yapmaktaydı. Fethi Demircan’ın futbolunu beğeniyordu. Bu yüzden onu, İstanbulspor’a tavsiye etti. Fethi Demircan, İstanbulspor takımı tarafından da beğenildi ve kadroya dâhil edilmek istendi. Ne yazık ki assubay olarak mecburi hizmetini tamamlaması gerekiyordu. Kanunlar nedeniyle, orduyla ilişiğini kesemiyordu. Yani silahlı kuvvetlerden ayrılması mümkün olmadığı için bir büyük futbol takımında oynayamayacaktı. Mecburi hizmet yükümlülüğünü tamamladığında ise futbol için yaşı geçkin olacaktı, kendisini yeşil sahalarda gösteremeyecekti. İşte o gün seçimini yaptı ve kendisine futbolda yeni bir hedef belirledi. Mademki futbolcu olamıyordu, o halde teknik direktör olacak ve o çok sevdiği futbola bu şekilde hizmet edecekti. Yaşadığı bu olay onun için hüzünlü bir yıkım anı değil, gerçek bir devrim anı olmuş, yeni hedefi için kendisini geliştirmek üzere harekete geçmişti. Artık sahada yaşananlara farklı bakıyordu. Teknik adam olabilmek ama aynı zamanda yeniliklere ayak uydurabilecek bilgi ve beceriye kavuşabilmek için arayışlara başlamıştı çoktan. İngiliz futbolunu gözüne kestirmişti. Modern futbolu Türkiye’ye taşımak amacındaydı. Bir hayal kuruyor ve o hayalinin gerçeğe dönüşmesi için çabalıyordu. Ordudan ayrıldığı andan itibaren hedefine doğru emin adımlarla ilerledi.

İlk durağı Elazığspor oldu. 1973–74 sezonunda bu takımı çalıştırdı. Fakat sezon ortasında yurt dışı antrenörlük eğitimi için ayrıldı. Bir sezon sonra Elazığspor, Üçüncü Lig’den İkinci Lige yükselme başarısını gösterdi.

Fethi Demircan, Macaristan’da Spor Akademisine kabul edilmişti. Burada futbol antrenörlüğü üzerine sekiz aylık bir eğitim görmüş ve süreci üstün başarıyla tamamlamıştı. Bundan sonraki hedefi İngiltere’ydi. Futbolun beşiği olarak tanınan bu ülkede modern futbol üzerine çalışmalar yapmak, gözlemlerde bulunmak ve bunu ülkesinin futboluna uyarlamak düşüncesindeydi. Bu yüzden, İngiliz Kulüplerinde gözlemci antrenör olarak yer almak arzusundaydı. 1973–74 ve 1974–1975 sezonunda önce Arsenal F.C. Kulübü’nde, sonra ise Westhome F.C. kulübünde gözlemci antrenör sıfatıyla bulundu. Başarılı oldu ve sevildi.

millitakimgunleri1Hatta bu esnada, Londra’da her yıl düzenlenen Uluslararası  Antrenör Semineri’ne de katılma fırsatı buldu.

Bu süreçte, İngiliz futbolunu tanıdı, modern futbol konusunda yeni şeyler öğrendi. Özellikle İngilizlerin altyapı, tesis ve antrenmanlara verdiği önemi gördü. Ülkesinde futbolun gelişemeyişini bu konulardaki zayıflığa bağladı. Bunlar aşılırsa, Türk Futbolunun çağ atlayacağına inandı.

Gözlemci antrenörlük dönemini tamamladıktan sonraki hedefi yine İngiltere’de bir kulüp çalıştırıp deneyim kazanmaktı. Bu konuda hiç zorlanmadı. 1975 yılında, başlayacak yeni sezonda, West Ham United F.C. Kulübüne yardımcı antrenör olmak üzere anlaşmaya vardı. Galatasaray Kulübü hoca arayışı içindeyken 28 Haziran 1975 tarihli Milliyet Gazetesi’nin spor manşetinde ilginç bir haber göze çarpıyordu:

TÜRK ANTRENÖR FETHİ DEMİRCAN, WEST-HAM UNİTED’TA MENECER YARDIMCILIĞINA GETİRİLDİ.

Ünlü Arsenal Kulübü’nde bir sezon asistanlık yapan Türk antrenör Fethi Demircan, İngilizlerin Birinci Lig takımı olan West-Ham United’ta  menecer yardımcılığına getirilmiştir.

Macaristandan sonra İngiltere’de katıldığı iki antrenör kursunu da bitiren F. Demircan, West-Ham United gibi büyük bir kulüpte çalışmak benim için büyük şans. Görgümü ve tecrübemi artırdıktan sonra Türkiye’ye döneceğim demiştir.

İngiltere’deki kurslarda modern futbol yenilikleri hakkında geniş bilgi toplama imkânı bulduğunu söyleyen Demircan, daha sonra şöyle konuşmuştur: ‘Ünlü futbol adamları olan Allen Wade, Dettmar Cramer, George Knobel ve Artori Brezanczyk ile beraber olma fırsatı buldum. Daha önce de Macaristan’da kurs gördüğüm için futbolda söz sahibi iki ülke arasında bazı kıyaslamalar yapabilme imkânına sahip oldum.

HERKESİN İLK SÖZÜ  KONDİSYONDUR

Öte yandan sadece antrenör kurslarına katılmakla kalmayıp kondisyon okuluna da devam ettiğini belirten genç antrenör sözlerini şöyle bitirmiştir: ‘İngiliz, Polonyalı veya Macar antrenörlerle konuştuğum zaman herkesin ilk sözü kondüsyon oldu. Bugün her spor gibi futbolda da kondüsyonun büyük rolü olduğu kabul edilmiş durumda. Bu sebepten kondüsyon okulunda inceden inceye bu konu üstünde durdum. Türkiye’ye her konuda bilgi sahibi olan bir antrenör olarak dönmek istiyorum.'

demrcangs2Anlaşmaya varmıştı Demircan Hoca ama çok ilginç bir dönem yaşandığının henüz farkında değildi. Çünkü tam o esnada kaderini değiştirecek bazı sıra dışı olaylar yaşanmak üzereydi. West Ham United takımında yardımcı hocalık yapamayacaktı çünkü Galatasaray Kulübü onu çoktan gözüne kestirmişti.

Ordudaki assubaylık görevinden sonra, gönül verdiği futbol için kendisine yeni, yepyeni bir kariyer arayan adam, engelleri bir bir aşıyordu. Sıfırdan başlamış ta İngiltere’ye kadar gelmişti. Üstelik burada tutunabilmişti. Dimdik ayaktaydı. Torpili yoktu, hatırlı tanıdıkları yoktu, sponsor desteği sunan yoktu. Bütün zorlukları kendi yüreğiyle kendi bilgeliğiyle yeniyor, her şeyin üstesinden geliyordu.

İşte şimdi şans yüzüne gülüyor, önüne koca bir kapı açılıyordu. Türkiye’nin anlı şanlı kulübü Galatasaray, ona yardımcı hocalık teklifi sunuyordu. (Devam Edecek)

 

Aydın Kulak

(Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/kullanılmasında bir sakınca yoktur.)

NOT–1: Kaynakça, yazı dizimizin son bölümünde takdim edilecektir.

NOT–2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Aynı zamanda Sevgili Fethi Demircan Hocamızın anı, bilgi ve değerlendirmeleri de dikkate alınmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.

NOT–3: Yazı dizisinde yer alan resimler, haber amaçlı olarak, çeşitli internet sitelerinden temin edilmiştir.

ASSUBAY HAKEMLER

İsmine ilk rastladığımız assubay hakem Sıddık Babakol’dur. Sıddık Babakol, hem futbol hem de atletizm hakemidir. Onun bu denli göze çarpmasını sağlayan şey ise yaşadığı bir sağlık sorunudur. Yıllarca assubay olarak görev yapmasına rağmen ve yine yıllarca sporun içinde olup hakemlik görevi icra etmesine rağmen iç organlarının yerinin ters olduğu fark edilememiştir. 1953 yılında yapılan bir sağlık kontrolünde, durum ortaya çıkmıştır; kalbi ve midesi sağda, karaciğer ve apandisiti ise soldadır. Fakat o ana kadar ciddi bir sağlık problemi yaşamamış ve sahalarda da görevini aslanlar gibi icra etmiştir.

İslam Çupi, 1997 yılında kaleme aldığı “Astsubay, Yönetim, Babacan ve Lig” başlıklı makalesinde assubayların hakem olmasına olumsuz baktığını söylerken, 1960 yılında oynanan bir maçın hakemini örnek veriyordu. O yıl oynanan bir Fenerbahçe müsabakasında taraflı yönetim gösterdiğini iddia ettiği bir assubay hakemi olabildiğince ağır şekilde eleştiriyordu. İslam Çupi’nin Milliyet Gazetesi’ndeki “Pazarın Ertesi” köşesinde olumsuz eleştiriler yönelttiği hakem; FİFA kokartlı Macit Sarıdana idi. Macit Sarıdana da, hem atlet hem de hakemdi. Üstelik atletizmde Aydın İl Birinciliği vardı. Oldukça başarılı bir hakemdi. İz bırakan isimlerden birisiydi. Kaldı ki 1970’li yıllarda dahi güzel maçlar yönetti, FİFA kokartı aldı ve özellikle 1972-73 sezonunda uluslararası maçlarda da düdük çaldı. UEFA Kupası üçüncü tur elemelerinde yönettiği Dynamo Berlin-Liverpool karşılaşması unutulmayan maçlarından birisidir.29 Kasım 1972 tarihinde oynanan ve 0-0 biten ilk maçı Macit Sarıdana yönetmiş, Liverpool bu maçın rövanşını 3-1’lik skorla kazanmış ve o sene (1973)kupaya uzanmıştır.

TalatTOKATKuşkusuz asker hakemlerin içinde efsaneleşmiş bazı isimler de var ki herhalde bunların en başında Talat Tokat gelir. Talat Tokat, 1937, Siirt doğumludur. 1954-56 yılları arasında Hava Teknik Okulu’nu bitirdikten sonra 1976 yılına değin Hava Kuvvetleri’nde assubay olarak görev yapmıştır. 1960 yılında hakemliğe başlamış ve faal hakemlik yaşamını 1986 yılına kadar sürdürmüştür. Oğlu Metin Tokat da Türkiye’nin en bilinen hakemleri arasındadır. Talat Tokat, faal hakemlik dönemi sonrasında MHK üyeliği yaptığı gibi, mentörlük (istikbal vaat eden hakemleri izleme ve raporlama) görevi de ifa etmiştir. Türkiye Liglerinde pek çok maç yönetmenin dışında, kırkın üzerinde uluslararası maçta da ülkemizi temsil etmiştir. UEFA Kupası, Şampiyon Kulüpler Kupası, Avrupa ve Dünya Kupası Eleme müsabakalarında defalarca düdük çalmıştır. 110 bin kişi önünde yönettiği UEFA Kupası çeyrek final maçı (İnter-Real Madrid/02.03.1983) uluslararası alanda yönettiği maçların herhalde en görkemlisidir. Dinçer Oruç’un blogundaki (milliyetblog) anlatımına göre, televizyonda (TRT) siyah-beyaz olarak yayınlanan son maçı da yönetmek ona kısmet olmuş. Bu maç Eskişehir ile Beşiktaş arasında oynanıyormuş (13 Haziran 1982) ve Beşiktaş’ın şampiyonluk maçıymış. Maç 1-1 berabere giderken, Beşiktaş’ın 76. dakikada Ziya’nın ayağından kazandığı ikinci golden sonra ortalık karışmış. Eskişehirsporlu futbolcular ofsayt itirazları yapınca, seyirci ve yöneticiler de buna uyunca, istenmeyen olaylar gelişmeye başlamış. Nihayetinde yardımcı hakemin (Hüseyin Karaca) kafasına çivili bir sopa gelince, maç tatil edilmiş. Daha sonradan federasyon kararıyla maçı Beşiktaş 3-0 hükmen kazanmış ve şampiyonluğunu ilan etmiş. Böyle kötü anlar yaşanan bir müsabaka, tarihe siyah-beyaz izlenen son maç olarak not düşülmüş olsa da futbolun cazibesine asla gölge düşüremez. Hakemlerin saygın çabalarına da… Biliyoruz ki Talat Tokat, Türk Futbol hakemliğinin sembol isimlerinden birisi olarak biliniyor, tanınıyor ve Türk Futbolu için verdiği hizmetler saygı ile yâd ediliyor.

ihsan-tureAssubay hakemler deyince, en başta gelen isimlerden birisi de kuşkusuz İhsan Türe’dir. Türe, 1946, Eskişehir doğumlu ve Malatya bölgesi hakemi olarak biliniyor. O da Hava Assubayı olarak orduda görev yaptı. Hakemlik mesleği ile 1966 yılında tanıştı. Gösterdiği başarı sonrasında, 1969-70 sezonunda, Birinci Lig’de maç yönetmeye başladı. Hakemlik kariyerini 1993 yılına kadar sürdürdü. Faal hakemlik döneminden sonra kaleme aldığı (2002 yılı) ve futbolda şike olaylarını anlattığı “Tanrının Küçük Oğlu” isimli kitabı, adının yeniden gündeme taşınmasına neden oldu. İhsan Türe, bayan hakemlerimizden Elmas Arabacı’nın hakemliğe başlamasına da vesile olan isimdir. Anlatılanlara göre, tesadüfen Diyarbakır’da bulunduğu bir dönemde, hakemlik başvurusu yapan Elmas Arabacı, ilgilileri şaşkına çevirir. İhsan Türe de bu hanımefendiyle görüşmek ister, hakemliğin meşakkatli olduğunu anlatıp vazgeçirmeye çalışır. Fakat Elmas Hanım’ın inatçılığı karşısında fazla direnemez ve azmine şapka çıkarır. Böylece Diyarbakır bölgesinden bir bayan hakem, erkeklerin egemen olduğu yeşil sahalarda, düdüğünü çalmaya başlar. Kimileri Elmas Arabacı’yı Türkiye’nin ilk bayan futbol hakemi diye tanıtır fakat basın arşivinde yaptığım incelemede gördüm ki, Türkiye’nin ilk bayan futbol hakemleri; Drahşan Arda, Sema Tokat ve Sevinç Yıldız’dır.

HamzaAlanAssubay hakem deyince akla gelen bir diğer duayen isim ise Hamza Alan. 1936 doğumlu olan Hamza Alan, İzmir bölgesi hakemi olarak görev yaptı. Oldukça uzun bir hakemlik kariyeri oldu ve hakem camiasının saygı duyulan isimlerinden birisiydi. Tahminen 1954 mezunu bir assubay olduğunu düşünüyorum çünkü bu konuda kesin bir bilgiye ulaşamadım. Hamza Hoca’yı 1966 yılından itibaren yeşil sahalarda görmeye başlıyoruz. Genelde ismine yan hakem olarak rastlıyoruz ta ki 1978 yılına değin. O yıl Birinci Lig’de (Süper Lig) orta hakem olarak maç yönettiğini görüyoruz. Ayrıca 1975 yılında Türkiye Kupası maçlarında da orta hakem olarak düdük çaldığını belirtmemiz gerekir. 1982 yılından itibaren A Klasman hakemliğine yükseliyor. 1981 yılında UEFA Kupası ilk tur maçında Talat Tokat’ın yönetiminde yan hakem olarak Dinamo Bükreş-Levski Spartak maçında görev alıyor. 1983-84 ve 1984-85 sezonlarında dört büyük kulübün maçlarına pek verilmediği de dikkat çekici bir tespit olarak karşımıza çıkıyor.

fatihterimHamza Alan, 1985 yılının Ağustos ayında, İzmir’de düzenlenen bir dörtlü futbol turnuvası ile hakemliği bıraktı. Jübilesini yaptı. Bu turnuvaya Fenerbahçe-Beşiktaş-Altay ve Karşıyaka kulüpleri katıldı. Hakemliğe son noktayı koyduğunda tamı tamına 49 yaşındaydı. Belki de o yıl (1985) yönetmiş olduğu Galatasaray-Antalyaspor maçında (İnönü Stadyumu) yaşananlar nedeniyle böyle bir karar aldı. O yılın Şubat ayında (10 Şubat 1985)oynanan bu maçta Erdal Keser’i ve Kaptan Fatih Terim’i oyundan atmıştı. Erdal Keser, maçın 74. dakikasında hakeme hızla çarpıyor (kalçası ile vuruyor/hakem raporu) ve bunun sonucunda da kartı görüyordu. Maçın son dakikalarına gelindiğinde ise bu kez Galatasaray Kaptanı Fatih Terim, yan hakemi protesto edercesine topu yere çarpıyor ve tükürüyordu. Yan hakem gerekli uyarıyı yapınca da orta hakem Hamza Alan, kırmızı kartını tereddütsüz çıkarıyordu. Fatih Terim, karara tepki olarak, hakemin yüzüne tükürüyor ve gitgide hırçınlaşıyordu. Hakem Hamza Alan en sonunda dayanamıyor ve polislere “Alın şu adamı!” diye bağırıyordu. Maç, 2-1 Antalyaspor’un galibiyetiyle bitiyor ama kırmızı kart tartışmaları hafta boyunca sürüyor, hakemler oldukça yıpratılıyordu. Bu kötü macerayla anılmak istemediğini sık sık dile getiren Hamza Alan, hakemlik kariyeri sonrasında yaşamını İzmir’de sürdürdü ve 18 Aralık 2010 tarihinde geçirdiği bir kalp krizi sonucu, (74 yaşında) hayata veda etti. Aslında bu olaylı maçı ben de yazmak istemezdim fakat Türk Futbol tarihine işlenmiş bazı şeyleri değiştirmemiz mümkün değil. O, Türk Futbolunun kaliteli bir hakemi olduğu kadar, Fatih Terim’e kırmızı kart çıkartan nadir hakemlerden birisi olarak da hep anılacak.

erolersoy-1Hava Assubayı Erol Ersoy, sıra dışı bir futbol hakemi olarak, yıldızı parlayan isimlerden birisiydi. Kuşkusuz asker hakemler konusunda alınan kararlardan olumsuz etkilendi. Belki de sırf bu nedenle 2002 yılında FİFA listesinden çıkarıldı. 1962 doğumlu olan ve hakemlik kariyerine 1990 yılında başlayan Ersoy, aktif hakemliği 2006 yılında bıraktı. İzmir Bölgesi hakemlerindendi. Fatsaspor-Bayburtspor (3.lig müsabakası) maçı ile başlayan serüven, 19 Şubat 2006 tarihinde oynanan Gaziantepspor-Trabzonspor müsabakası ile noktalandı. Derbi maçların tartışmasız ismiydi ama Galatasaray-Fenerbahçe müsabakalarında hep Fenerbahçe’yi kolladığı dedikoduları ve özellikle 2001 yılında Hagi ile arasında yaşanan olay nedeniyle çok yıprandı ve yıpratıldı. Ulusoy Federasyonu ile kan uyuşmazlığı yaşadığından dolayı, hakemliği erken bıraktı. MHK ve Futbol Federasyonu bünyesinde yaşanan yönetimsel çekişmeler ve sorunlar pek çok hakemin düdüğünü asmasına neden olduğu gibi Erol Ersoy’un da kariyerini noktalamasına vesile oldu. Fakat futboldan kopamadı ve gözlemci olarak macerasına devam etti. Hatta tartışmalı olduğu Hagi ile tekrar karşılaşması bu dönemde oldu. Hagi artık teknik direktördü, Ersoy ise gözlemci. Ersoy, UEFA maçlarında da gözlemci olarak görev yaptı. Hakemlik döneminde UEFA Kupası ve Şampiyonlar Ligi maçlarında, Dünya Kupası elemelerinde ve U-21 müsabakalarında (UEFA) başarı ile düdük çaldı, güzel maçlar yönetti.

MustafaCulcu-22006-2007 yılları arasında MHK başkanlığı da yapan Mustafa Çulcu, göze çarpan asker hakemlerden birisiydi. 1960 doğumlu olan Çulcu, askerlik mesleğine bir Hava Assubayı olarak başladı ama emekli olduğunda Yüzbaşı rütbesi taşıyordu. Asker hakemler konusunda verilen karar nedeniyle, emekliye ayrıldı ve hakemliği seçti, hakemlik sonrasında 1,5 yıl MHK Başkanlığı yaptı. FİFA Kokartlı hakemlerimizdendi ve Kocaeli bölgesini temsil etmekteydi. Türkiye’de Lig ve Kupa maçları haricinde, uluslararası maçlarda da düdük çaldı. Milli müsabakalarda, özellikle dostluk maçlarında hakemlik görevi yaptı. Bunun yanında, UEFA Kupası maçları, Şampiyonlar Ligi Ön Elemeleri ve U-21 maçlarında (UEFA) görev aldı. O da Federasyon ve MHK çatışmaları nedeniyle anlaşmazlığa düştüğünden, 2005 yılı sonunda, hakemliği bıraktı. Levent Bıçakçı Federasyonu ve Ufuk Özerten MHK’sı ile geçinemedi. Faal hakemliği sezon ortasında bırakması oldukça ilgi çekti. Son olarak 11 Aralık 2005 tarihinde Trabzonspor-Ankaraspor karşılaşmasını yönetti. Turkcell Süper Liginde yönettiği ilk maç 26 Eylül 1993 tarihinde oynanan Altay-Bursaspor müsabakasıydı.

ismetArzuman-1FİFA kokartı taşıyan İsmet Arzuman da assubay kökenli asker hakemlerimizden birisidir. İzmir Bölgesi hakemlerinden olan Arzuman, 1964 doğumludur. Hava Assubayıdır. 19 Eylül 1993 tarihinde oynanan bir BAL Ligi (Bölgesel Amatör Ligi) maçı ile (Ankaragücü-Çorumspor) hakemlik kariyerine başladı. 2003-2004 sezonunda yılın hakemi seçildiğinde Süper Lig’de 24 müsabaka yönetmişti. Toplamda 130 Süper Lig müsabakası yönettiği bilinmektedir. İsmet Arzuman, son derece pozitif özelliklere sahip bir hakem olarak dikkat çekmekteydi. Özellikle son beş-altı yılında en başarılı üst klasman hakemlerden birisiydi. 2005-2007 yılları arasında FİFA Kokartı taşıdı. FİFA Kokartını bileğinin hakkıyla alan isimlerden birisiydi. FIFA'nın bir hakemde istediği tüm özelliklere sahipti. Hakem Metin Tokat, bir yazısında onu şu şekilde tarif etmekteydi:

İsmet Arzuman: 43 yaşında, Emekli Assubay, İzmir bölgesi. Çok koşar. Az kart gösterir. Futbolcularla iletişimi iyidir. Maçın akışına göre yönetim tarzında inişli çıkışlı grafikler oluşur.

Ne yazık ki uluslararası hakemlik kariyeri beklentilerin aksine, çok kısa sürdü. Asker hakem olması ve bazı kısıtlamalarının bulunması, asker hakemler üzerinden yapılan tartışmalar ve futbol camiasında vuku bulan cepheleşmeler onu da yıprattı. Uluslararası arenada, UEFA U-21 maçlarını, Arnavutluk-Malta özel maçını, UEFA Kupası ilk tur maçlarını yönetti. Asker hakemler konusunda alınan Genelkurmay kararı sonrasında ikileme düştü. Ya Mustafa Çulcu ve Erol Ersoy gibi emekli olup, hakemliğe devam edecek, ya da hakemliği bırakıp mesleğini yapacaktı. Sonunda o da hakemlikte karar kıldı. 2003-2004 sezonunda, emekli olana değin, listede gösterilmedi. Emeklilik dilekçesini verdikten sonra, hakemlik kariyerine geri döndü. Arzuman da büyük kulüplerden birisinin hışmına uğrayanlardan. 2007 yılında Yönettiği Fenerbahçe-Beşiktaş maçından sonra, Yıldırım Demirören onun hakkında bazı ağır söylemlerde bulunmuş ve “hakemliği bırakacak” tarzında telkinleri olmuştu. Beşiktaş Kulübü tarafından yıpratılması sonrasında maç sayısı azalmaya başladı. 10 Şubat 2008 tarihinde Fenerbahçe-Hacettepe maçıyla hakemliğe veda etti. Bu tarihten sonra kendisine 8 hafta süresince maç verilmeyince, MHK’ya kırgın olarak düdüğü bıraktığını açıkladı. Bu açıklamasını yaptığında tarihler 4 Nisan 2008’i gösteriyordu. Hasan Doğan Federasyonu ve Oğuz Sarvan MHK’sı göreve geldikten sonra yaklaşık 2 ay görev alamayan ve bundan mesaj çıkartan Arzuman, böylece hakemlik mesleğine veda etmiş ve düdüğünü asmıştı. İsmet Arzuman deyince akla gelen ilginç şeylerden birisi de onun facebook’un kapatılması yönünde göstermiş olduğu büyük çaba. 2008 yılında Facebook’ta bazı grupların kendisini kötüleyici beyanlarda bulunduğu gerekçesiyle, savcılığa suç duyurusunda bulundu ve facebook’un kapatılmasını istedi. Bazı medya yorumcuları, bu olayı “İsmet Arzuman facebook’a kırmızı kart çıkarttı” şeklinde yorumladı.

BulentUzunPek çok tartışmalı maçta imzası bulunan Bülent Uzun da assubay kökenli hakemlerden. 12 Ağustos 1960 Balıkesir doğumlu. 1978 mezunu, Hava Uçak Bakım Assubayı olarak Hava Kuvvetleri’nde uzun yıllar görev yaptı. İzmir bölgesi temsilcilerinden olan Uzun, hakemlik kariyeri için emekli olmayı seçen isimlerden bir diğeri. TFF kayıtlarına göre, ilk yönettiği maç 9 Eylül 1990 tarihinde oynanan Yüksekova Cilospor- Karsspor Üçüncü Lig maçı. Ardından Fortis Türkiye Kupası maçları yöneten Bülent Uzun, kısa sürede 2.lig maçlarına terfi ettirilmiş. Türkcell Süper Lig’de yönettiği ilk maçın tarihi ise 18 Eylül 1994. Dokuz yıl A Klasman hakemliği yapan Uzun, 5 yıl FİFA Kokartı (1999-2004)taşıdı. Futbol camiası içindeki tartışmalarda kimilerince “Cemal Aydın'ın adamı” olarak nitelendirildi. 1999-2004 yılları arasında yönettiği pek çok maç tartışmaları da beraberinde getirdi. 16 Ekim 1999 tarihinde Trabzon’da oynanan Trabzon-Fenerbahçe maçı bunların en önemlisi. Spor medyasına “Ogün-Alpay Bombası” diye düşen habere göre, rakibine dokunmadığı halde Alpay (Fenerbahçe) kırmızı kartı görür, hakeme itiraz eden Ogün de (Fenerbahçe) karttan yana nasibini alır. Galatasaraylı Hakan Şükür’e ilk kırmızı kartı gösteren hakem de Bülent Uzun’dur. 26 Mart 2004 tarihinde oynanan ve Samsunspor’un 1-0 galibiyeti ile biten maçta, Hakan Şükür’e yapılan bir faul sonrasında düdük çalınmayınca, Şükür tepki gösterir. Hakem Bülent Uzun da kırmızı kartını çıkartıverir. Maçtan sonra konuşan Hakan Şükür, “Hayatımın ilk kırmızı kartını gördüm. Sağ olsun Bülent Uzun beni atıp tarihe geçti!” şeklinde bir beyanatla, tarihe notunu düşer. Hakem Bülent Uzun’dan en çok canı yanan takım Galatasaray olarak bilinmektedir. 25 Nisan 2004 tarihinde oynanan Denizli-Gençlerbirliği müsabakası, Uzun’un son kez düdük çaldığı maç olarak kayıtlara girdi. Bu maçtan sonra Sabri Çelik yönetimindeki MHK’dan uzun süre maç alamadı. Bu durumu protesto ederek, 30 Ağustos 2004 tarihinde hakemliği bıraktığını açıkladı. FİFA Kokartı taşıdığı yıllarda uluslararası müsabakalarda da düdük çaldı. UEFA U-21 müsabakalarını yönetti. UEFA Kupası ön eleme maçlarında, Şampiyonlar Ligi Eleme Turu’nda görev aldı. 10 Ağustos 2004 tarihinde yönettiği Pasching – Zenit müsabakası bu müsabakaların en kayda değer olanıdır. Türk sporunda şiddet, şike, rüşvet ve haksız rekabet iddialarını inceleyen Haluk İpek başkanlığındaki TBMM Araştırma Komisyonu, 10 Mart 2005 tarihinde yaptığı bir kapalı oturumda Bülent Uzun’un bilgisine de başvurdu. Konu hakkında onun fikir ve değerlendirmeleri de alındı.

Her ne kadar hata sabıkası yüksek olsa da Bülent Uzun, Türk futbolunda iz bırakan hakemlerden birisi olarak bilinmekte ve iyi yönleriyle hatırlanmaktadır.

GalipBitigenHakemlik kariyerinde iz bırakan isimlerden birisi de Galip Bitigen’dir. 1955, Kayseri doğumlu olan Bitigen, 1975 mezunu Hava Personel Assubayıdır. Spora atletizmle başlayan Bitigen, hakemlik kariyerine 1980 yılında başladı. Sırasıyla 1 yıl yan klasman, 2 yıl C klasmanı, 4 yıl B klasmanında görev yaptı. 7 yıl A ve Üst klasmanında düdük çaldı. 1990 yılında İkinci Lig müsabakalarını yönetmeye başladı. Turkcell Süper Lig’de yönettiği ilk maç, 19 Ekim 1991 tarihinde oynanan Gençlerbirliği-Aydınspor müsabakasıydı. 1993-1994 sezonundan itibaren Süper Ligin etkin hakemlerinden birisi oldu.  16 Mayıs 1999 tarihinde yönettiği Samsunspor-Gaziantepspor müsabakası düdük çaldığı son maç oldu. Diyarbakır ve Kayseri bölgesini temsil etmesine rağmen daha çok Kayseri bölgesi hakemi olarak ün yaptı. Çeşitli defalar MHK üyeliğinde bulundu. Halen Gözlemci ve Hakem Hocası olarak spor faaliyetlerini sürdürmektedir. Oğlu Abdulkadir Bitigen de babasının izinden gidip futbol hakemliği yapmayı seçmiştir.

YavuzKaraozan1947 yılında Diyarbakır’da doğan futbol hakemi Şükrü Yavuz Karaozan da 1965 mezunu bir Hava Assubayıdır. Hakemliğe 24 yaşında başladığı bilinen Karaozan’ın kariyeri tam 22 yıl sürdü. 1 Ağustos 1993 tarihinde düdüğünü bıraktı. Son müsabakası, 30 Mayıs 1993 tarihinde oynanan ve Trabzonspor’un 6-2 galibiyeti ile biten Trabzonspor-Gaziantepspor maçı oldu. Süper Lig dâhil tüm liglerde ve Türkiye Kupasında pek çok müsabaka yönetti. Faal hakemliğinin 12 yılı A Klasmanda geçti. Süper Lig’de yüzün üzerinde maç yöneten Karaozan, İzmir bölgesi hakemi olarak tanındı. Genelde üst klasman hakemi olarak bilinen Yavuz Karaozan, (Ekim) 1988 yılında FİFA listesine alındı ve kayıtlara göre kariyeri boyunca yurt dışında da üç maçta görev aldı. 14 Aralık 1982 tarihinde oynanan Yugoslavya-Galler Ümit Milli takımları müsabakasında İhsan Türe’nin yardımcı hakemi oldu. 30 Eylül 1987 tarihinde ise UEFA Kupası kapsamında, Hajduk Split-Aalbarg arasında oynanan maçta, Sadık Deda’nın yardımcılığını yaptı. Yavuz Karaozan, 26 Eylül 1992 tarihinde yönettiği Fenerbahçe-Ankaragücü maçından sonra seyircilerin hışmına uğradı. Polis kontrolünde stadyumu terk edebildi. Bu maçta Fenerbahçe’nin bir golünü ofsayt olduğu gerekçesiyle iptal ettiği için hem medyadan hem de Fener camiasından yoğun tepkiler gördü. Yönettiği birkaç maçta Galatasaray, Beşiktaş ve Bursaspor’dan da ağır eleştiriler aldı. Özellikle (20 Mart)1993 yılında yönettiği Bursaspor-Galatasaray karşılaşmasındaki yönetimiyle her iki kulübün de tepkisini üzerine çekti. Hatta bu maçtan sonra bir süre dinlendirildi. Süper Lig’deki faal hakemlik döneminde, genelde büyük takımların aleyhine düdük çalmakla itham edildi. Ayrıca söylememiz gerekir ki, Türkiye Süper Ligi’nde kart rekoru da muhtemelen Karaozan’a ait. İstanbul’da, 24.4.1988 tarihinde oynanan ve Galatasaray’ın 3-0 galibiyeti ile biten G.Saray-Samsunspor maçında çıkan kart sayısı, 13 sarı ve 2 kırmızı olmak üzere tam on beşti. İşin gerçeğini söylemek gerekirse, hakem hataları elbette var ve daima olacak fakat bizim liglerimizde büyük takımların aldığı her yenilginin hesabı öncelikle hakemlerimize kesilmektedir. Takımlarımız kendi özeleştirilerini hep en sona bırakmaktadır. Ta ki Edirne sınırının ötesinde ağır bir darbe alıncaya değin.

Karaozan, faal hakemlik dönemi sonrasında gözlemci olarak futbolla ilişkisini sürdürdü. Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu üyeliği ve MHK üyeliği görevlerinde de bulundu. Türkiye Faal Futbol Hakemleri ve Gözlemcileri Derneği kurucu üyeleri (1989 yılı)arasında yer aldı. Halkla İlişkiler dalında ön lisans eğitimi gördü. İz bırakan hakemlerden olan Karaozan’ın öğrencilik dönemine ait birkaç resmine 65 mezunu Hava Assubaylarının internet sitesinden ulaşmanız mümkün.

Assubay hakemlerden bir diğeri de medyada adı sıkça geçen hakem Ali Uluyol’dur. Kamuoyuna Ali Fevzi Bir Skandalı olarak yansıtılan şike olayları nedeniyle çok yıpratılan isimlerden bir tanesidir. Söz konusu bu olaylar nedeniyle ifadesi alınmış ancak hakkında herhangi bir dava açılmamıştır. Hakkında takipsizlik kararı verilince, Genelkurmay da Federasyon uygun gördüğü takdirde dava sonuçlanana kadar maç yönetmesine izin verdi. Ali Fevzi Bir Skandalı’nın mahkeme süreci tamamlandıktan sonra TSK’dan emekli olmuş ve yeniden hakemliğe dönmek istemiş fakat dönemin Federasyon Başkanı Levent Bıçakçı’nın vetosu ile karşılaşmıştır.

AliUluyol1Ali Uluyol, 1963 yılında Kırıkkale’nin Kaletepe mahallesinde doğdu. İlk, Orta ve Lise tahsilini Kırıkkale’de tamamladıktan sonra, 1980 yılında Hava Kuvvetleri’ne Hava Assubayı olarak katıldı. Değişik illerde görev yaptıktan sonra 2005 yılında kendi isteği ile emekli oldu. 1983 yılında futbol hakemliğine başladı. 20 yıl profesyonel olarak futbol hakemliği yaptı. Bunun son sekiz yılı Süper Lig hakemi olarak geçti. Süper Lig’de yaklaşık olarak 100 civarında maçı yönetti. Adının duyulmaya başladığı ilk maç 9 Eylül 1990 tarihinde oynanan Vanspor-Polatlıspor İkinci Lig müsabakasıdır. Bundan sonra görev aldığı maçlardaki istikrarlı yönetimi ile yükselişe geçmiş ve 18 Ağustos 1996 tarihinde Turkcell Super Lig’de ilk maçını (Denizlispor-Dardanelspor) yönetmiştir. 30 Mayıs 2003 tarihinde yönettiği son maç olan G.Saray-Gaziantepspor müsabakasına kadar Süper Lig’in vazgeçilmez hakemlerinden birisi olmayı başarmıştır. 1 Temmuz 2003 tarihinde kendi arzusuyla hakemliği bıraktığını açıkladı. Hakemlik kariyeri boyunca ismi, Kırıkkaleli Ankara Bölgesi hakemi olarak zikredilmiştir. FİFa Kokartlı hakemlerimizden olan Uluyol, yurt dışı müsabakalarında da görev almıştır. 29 Eylül 1998 tarihinde oynanan UEFA Kupası birinci tur rövanş karşılaşması Celtic-Guimaraes maçında Oğuz Sarvan’ın yanında dördüncü hakem olarak görev yaptı.

23.8.1998 tarihinde yönettiği Beşiktaş-Gaziantep müsabakasında Alpay’a gösterdiği kırmızı kart ve Beşiktaş lehine vermediği söylenen penaltı nedeniyle eleştirildi. Alpay’ın seyircileri tahrik ettiği ve ayrıca hakeme küfür ettiği de söylenen bu maçta seyirciler sahaya indi, maç bir süre durdu. Hatta seyircilerden birisinin hakemi yumrukladığı da yazıldı. Bu maç sonrasında “başarılı ve cesaretli yönetiminden dolayı” Futbol Federasyonu tarafından ödüllendirildi. Fenerbahçe Kulübü de 1998-99 sezonunda kaybettiği 15 puanın beşini hakem Ali Uluyol ‘un kötü yönetimine bağladı. 2002 yılının başlarında Çaykur Rizespor-G.saray maçında görev alan Uluyol, bu maçtaki performansı nedeniyle    G. Saray Kulübü’nden de (maçı 4-1 kazanmasına rağmen) eleştiri aldı. Dışarıdan çevrilen topun oyuna girmesi ve verilmeyen penaltılardı gündem yaratan.

AliUluyol-2Faal hakemliği bıraktıktan sonra gözlemci olarak futbolla ilişkisini sürdürdü. Gözlemci Kurulu Başkanlığı ve Ankara İl Hakem Kurulu Başkanlığı görevlerinde bulundu. MHK üyeliği yaptı. Yeniçağ Gazetesinde spor konulu makaleler yazdığı bir köşesi var. Bu köşede haftalık futbol yorumları yapıyor. Ali Uluyol, siyasetle de ilgisi olan bir isim. 2011yılında MHP’den Ankara Milletvekili aday adaylığı başvurusunda bulundu. Halen MHP Ankara İl Başkanlığında Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yapıyor.

HAKEMİN İYİSİ FUTBOLU GÜZELLEŞTİRENDİR!

Futbol hakemliği gerçekten meşakkatli bir iş! Milyon dolarlık futbolcuların oynadığı yeşil sahalarda adalet dağıtmak ve bu işi onlarca yıl sürdürmek, gerçekten zor. Yani bu meslekten hatasız ve yıpranmamış olarak ayrılmak mümkün değil. Ya kulüpler, ya federasyon ve MHK, ya futbolcular olmadı taraftarlar sizi mutlaka eleştirir. Kaçınılmaz olarak kararlarınız hep sorgulanır. Ya yanlı medya kalemleri? Tıpkı büyük kulüplerin tribün amigosuymuş gibi yanlı ve acımasız davranan o spor yazarları? Yani bu mesleğe bir başladınız mı, Dante’nin İlahi Komedyası’ndaki gibi bir cehennem yolculuğuna da hazır olmanız gerekir. Asla alnınızın akıyla çıkmayı başaramayacağınız koca bir yolculuktur bu.

Ve aslında hakemin iyisi futbolu güzelleştirendir. Futbolun özünde yenmek ya da yenilmek yoktur, sonuç odaklı değildir. Nihayetinde üç sonuçtan birisi gerçekleşecektir. Esas olan; kaliteli ve seyri güzel bir oyunla seyirciyi mest etmektir. Kim kazanırsa kazansın! İyi hakem, adaletli düdük çalmanın yanında, akıcı ve hızlı maç yöneten hakemdir. Futbol oyununun seyircisini mutlu etmesini sağlayabilen kişidir iyi hakem…

Kısaca yaşam öykülerini sunduğumuz assubay kökenli hakemlerimizin genelde Hava Kuvvetleri mensubu olduğunu fark etmişsinizdir. Aslında diğer kuvvetlerden de çok sayıda assubay hakemlerimiz var. Fakat onlar çeşitli nedenlerle –ki buna görev zorluğu ya da görev önceliği de diyebiliriz- daha alt liglerde düdük çalmışlardır. Eski deyimle, İkinci Lig, Üçüncü Lig ve Amatör Liglerde hâkimiyet onlardadır.  Görev ve tatbikatlarının yapısı, bu meslekte yükselmelerine ve kariyer yapmalarına engel teşkil etmiştir.

Örneğin (eskiden) Deniz Kuvvetleri’nde hakemlik yapan pek çok assubay olduğunu biliyorum. Fakat denizcilerin şanssızlığı, görev ve tatbikatlarda mecburen yer değiştirmeleri. Yani tatbikat arasında gelip maç yönetemezsiniz. Ayrıca denizci birliklerinde sportif faaliyetlerde bulunanlara üst kademe pozitif baksa da birlik komutanları negatif bakar. Denizgücü Kulübünde görev alan subay ve assubayların karşılaştıkları zorlukları (görev, atama gibi…) duysanız şaşar kalırsınız. İşte bu nedenledir ki diğer kuvvetlerden çıkan assubay hakemler, hakemlikte başarılı bir kariyere ulaşamazlar. Özverili bir mücadele ile ancak ya alt liglerde tutunmayı başarırlar ya da tutunamayanlardan olurlar. Fakat belirtmek gerekir ki hakem olmayı ve hakemlik yapmayı severler ve hakem kalabilmek için mümkün olan her türlü fedakârlığı da yaparlar.

Türk sporuna ve özellikle de futbola emeği geçen tüm hakemlerimizi sevgiyle selamlıyorum.

FUTBOLCU VE ANTRENÖR OLARAK İZ BIRAKANLAR

Türk futboluna yüreğini koyup hizmet eden hakem meslektaşlarımızı anlattık şimdiye kadar. Aslında futbolcu ve antrenör olarak iz bırakan birkaç isimden de söz etmemiz gerekir. Bunun yanında Türkiye’de profesyonel olarak futbol ligleri kurulmadan önce (1959) Türk futboluna katkı sunmuş Silahlı Kuvvetler takımlarından da bahsetmeliyiz. Hatta daha sonrasından… Pek çok bölgesel/mahalli ve amatör ligde kurumsallaşmış olan Karagücü, Jandarmagücü, Havagücü ve Denizgücü gibi takımlardan. Özellikle Denizgücü’ne büyük bir parantez açmamız gerekir çünkü Türk futbol tarihine adını altın harflerle yazdırmış bir futbol takımı…

ertugrul aslanEmekli Hava Assubayı Ertuğrul Aslan, bu isimlerden ilki. Yalova’nın Safran köyünde 1936 yılında doğan Aslan, 1955 mezunudur. 1975 yılında emekli oluncaya kadar Hava Kuvvetleri’nin çeşitli birliklerinde görev yapmış, görev yaptığı bölgelerde kurulu olan Havagücü futbol takımlarına da futbolcu olarak hizmet etmiştir. Bu kapsamda İzmir, Balıkesir, Merzifon ve Bandırma Havagücü kulüplerinde top oynamış ve “Kaptan” sanıyla kendisini kalıcı kılmıştır. Şu anda Spor Toto 2. Lig’de (Beyaz Grup) bulunan Balıkesirspor ve Spor Toto 2. Lig’de (Kırmızı Grup) bulunan Bandırmaspor’un mazideki şanlı günlerinde hocalığını (Teknik Direktörlüğünü) yapmış bir isimdir Ertuğrul Aslan. Bugün dahi Bandırma ve Balıkesir’e ayak bastığında ilgi ve hürmet görmektedir.

Aslan Hoca, 1976 yılından sonra memleketi Yalova’ya yerleşmiş ve Yalovaspor ile bütünleşen bir isim olmuştur. Önce hocalık yapmış, sonra kulübün çeşitli kademelerinde hizmet etmiş ve 1987 yılına geldiğimizde de Yalovaspor Kulüp başkanlığı ile onurlandırılmıştır. Yetmiş altı yaşına merdiven dayamış olan ihtiyar delikanlımız Ertuğrul Aslan, sıkı bir Beşiktaş taraftarıdır ve aynı zamanda Yalova TEMAD üyeleri arasında yer almaktadır. Kendisi hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak isterseniz, Yalova TEMAD’ın internet sayfasını ziyaret edebilirsiniz. Sevgili hocamıza uzun ömürler dilerken, başarıları ile gurur duyduğumuzu da bilmesini arzulamaktayız.

AMATÖRLERİN EFSANESİ: ŞAKİR KURUŞ VE İZMİR DENİZGÜCÜ

Türkiye’de profesyonel ligler kurulmadan önce belirli şehirlerde ve bölgelerde kurulmuş futbol ligleri Türk sporuna katkı sağlamaktaydı. Anadolu Ligleri de denen bu yapılanmada, daha önce adlarını zikrettiğimiz Silahlı Kuvvetler takımları da kendilerini göstermekteydi. Ankara’da, İzmir’de, Eskişehir’de ve daha nice kentte bu ligler seyircilerine amatör bir ruhla futbol resitalleri sunmaktaydı. Futbol profesyonel bir yapıya bürününce amatör ruhla oynayan bu takımlar da Amatör Liglerin takımları olarak kaldılar. Türk futboluna çekirdekten yıldızlar yetiştirdiler ya da kimilerinin göze çarpmasına ve fark edilmesine sebep oldular. Yani futbolumuz için hayırlara vesile oldular… Fenerbahçe’nin sembol ismi Lefter’in bile bir dönem Diyarbakır’da Karagücü takımının formasını giydiğini söylersek, bu kulüplerin önemini çok daha iyi anlarsınız. Bünyelerinde genelde assubay ve subay futbolcular, bir de vatani görevini yapmak üzere yolu kışlaya düşmüş profesyonel ve amatör futbolcular yer almaktaydı. Çekirdeğini assubaylar ile subaylar oluşturmaktaydı. Zorunlu hizmetini yapmak için TSK’ne katılan kimi ünlü futbolcular bu kulüpler tarafından takip edilir, tespiti yapılır ve geçici süreliğine kulübün renklerine kazandırılırdı. Ayrıca Ordu Milli Takımı denen bir de milli takım vardı ki kaynağını bu amatör kulüp oyuncuları oluştururdu.

Denizgücü, Havagücü, Karagücü, Jandarmagücü ve hatta Muhafızgücü isimleriyle futbolumuza renk katan bu güzide kulüplerin tarihleri pek çok başarıyla dolu. Örneğin, Muhafızgücü Kulübü, 1927 yılında düzenlenen Türkiye Futbol Şampiyonasını kazanan takım. Denizgücü ise Başbakanlık Kupasını ve Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası’nı müzesine götürmeyi başaran yegâne amatör kulüp. Alper Duruk tarafından hazırlanmış Anadolu Ligleri ve Amatör Ligler hakkındaki bilgi sayfalarında, (http://www.turkfutbolu.net/tumligler/digerlig.htm ve http://www.turkfutbolu.net/tumligler/turkiyeamator.html ) bu kulüplerin başarılarına ilişkin bazı bilgilere ulaşabilirsiniz. Çeşitli spor dallarında hizmet veren ve futboldan başka öteki amatör dallarda, özellikle basketbol ve voleybolda önemli başarılara imza atan bu kulüpler ne yazık ki birer birer kapanıyor. Tarihin tozlu raflarında nostaljik bir öykü olarak yerlerini alıyor. Fakat kim ne derse desin, onlar bir döneme damgasını vurmuş, futbolumuzda iz ve renk bırakmış kulüpler olarak daima anımsanacak. Daima hatıraları yâd edilecek.

Sakirkurus-2Burada bizim özellikle üzerinde duracağımız kulüp İzmir Denizgücü futbol takımı ve onun efsane futbolcusu ve hocası Şakir Kuruş. Bu takımı efsane yapan ise tarihinin bir döneminde yakalamış olduğu önemli başarılar.

Şakir Kuruş, 1935 yılında Çorum’da doğmuş ve Deniz Assubaylığı’nı meslek edinmiş bir spor adamıdır. 1954 mezunudur. Futbola ilk adımını Çorum Güneşspor’da atmıştır. Burada 1947-52 yılları arasında top koşturmuştur. 1952-62 yılları arasında ise Gölcük, İstanbul ve İzmir Denizgücü takımlarının formasını taşımıştır. 1968 yılında Teknik Direktörlük Kursu görmüş ve 1981 yılında Ordu Milli Takımı Teknik Direktörlüğü görevini üstlenmiştir. 1988 yılına kadar aktif olarak futbol oynamıştır. Ordu Milli takımı ile dünya şampiyonluğu başarısı elde etmiştir.

Sakirkurus-1Şakir Hoca, faal futbola jübilesini Alsancak stadında yaptı. Alsancak Stadı’nın santra noktasında eski sevgilisi olan futbola veda ederken, yeni sevgilisine merhaba dedi ve eşi ile nikahını oracıkta kıydı. Fakat bu jübileden sonra da futbola hizmetlerini sürdürdü. İzmir’in gözbebeği kulüplerinden Altay’ı, Göztepe’yi ve İzmirspor’u çalıştırdı. Karşıyaka Kulübünde de hocalık görevinde bulundu.  1968 yılında İzmirspor’da 2.Lig şampiyonluğu yaşadı ve Süper Lig’e çıkmasına katkı sundu.1980 yılında Altay’da Türkiye Kupası Şampiyonluğu başarısını yakaladı.  2003 yılında Bayan Milli Futbol takımını yönetti. 2008 yılına değin milli takımlar için oyuncu izleme görevi de yaptı. Spor yazarı olarak Hürriyet Gazetesi’nde yazılar yazdı. Futbol Federasyonu’nun İzmir bürosuna bağlı olarak futbolumuzun gelişmesine katkılarda bulundu. Yıldızları keşfetme görevi üstlendi. 2005 yılında Türkiye Futbol Adamları Derneği (TÜRFAD) tarafından Spora Hizmet Eden Teknik Direktörler ödülüne layık görüldü. Bu ödül, “spora hizmet edenler yaşarken onurlandırmalıdır” parolasıyla verilmeye başlanmış ve zamanla geleneksel hale getirilmişti.2011 yılında düzenlenen bir Antrenör Geliştirme Semineri’ne onun adı verildi; “Şakir Kuruş Antrenör Geliştirme Semineri” denildi. Ayrıca İzmir’de Mini Minikler Futbol Ligi yine onun ismiyle anıldı, “Şakir Kuruş İzmir Mini Minikler Ligi” denildi. İzmir’de futbol deyince ilk onun adı akla geldi. Onun adı söylendiğinde ise ilk önce İzmir Denizgücü Kulübü ve onun o efsane liberosu!

Bundan sonrasında dilerseniz onun yaşam öyküsünden birkaç bukle ile devam edelim. Ardından anlatımımızı İzmir Denizgücü’nün başarıları ile sürdürelim. Sonra da sözü, o dillere destan Başbakanlık Kupası’nın kazanılmasına getirelim.

Şakir Kuruş, 53 yaşında aktif futbola veda etti. O yaşına değin Denizgücü’nün 5 numaralı formasını giydi, unutulmaz liberosu oldu ve nice başarılara imza attı. Aktif futbola veda edişi, aynı zamanda askerlik mesleğine ve bekârlığa da veda idı. Denizgücü’nde futbolcu ve hoca olarak bulunduğu o uzun süreçte futbol dünyasının yakından tanıdığı pek çok isimle de yolu kesişti, unutulmaz anıları paylaştı. Örneğin; Mustafa Denizli, daha 16 yaşındayken Denizgücü’nün takviye kontenjanında yer almış. Denizgücü forması ile oynadığı ilk maçında iki gol atarak kendisini belli etmiş. Ardından da Altay Kulübü’nde futbol yaşamını sürdürmüş. Altay’ın Türkiye Kupasını kazandığı sezon olan 1979-80 sezonunda yine Şakir Hoca ile Mustafa Denizli’nin yolları kesişmiş. O yıl Şakir Hoca, (Ayfer Elmastaşoğlu ile birlikte) Altay’ın teknik kadrosunda görev yaparken, Denizli de takımın kaptanıymış. Kupa sevincini birlikte yaşamışlar. Altay Kulübü 1979-80 sezonunda, finalde, Galatasaray’ı (1-0 ve 1-1) yenerek, Türkiye Kupası’nı aldığında Mustafa Denizli, bu final serisinde, takımına penaltıdan gol kazandırmış ve takımını kurtaran kaptan olmuştu.

Necati Ateş, Semih Şentürk, Hasan Kabze ve Servet gibi Türkcell Süper Ligi’nde yıldızı parlayan nice isimler Şakir Kuruş’un dikkatini çektikten sonra yükselişe geçmiş. Coşkun Süer, Şakir Kuruş ve onlara daha sonradan katılan Özer Yurteri Türk Futboluna yeni yıldızlar kazandırabilmek için keşif seferberliği yapmışlar, el ele vermişler. Şakir Hoca’nın Semih Şentürk’le ilgili anlattıkları gerçekten ilginç. Nerelerden yıldız keşfi yapıldığını çok çarpıcı şekilde ortaya koyuyor:

Semih'i tesadüfen bir amatör küme maçında gördüm. Çamdibi takımında oynuyordu, topa vuruş tekniği dikkatimi çekti. Karmalara çağırdım. Oradan Fenerbahçe altyapısına alındı ve bugünkü yıldız Semih oldu.

Vatani görevi esnasında Denizgücü’nde top oynama şansını yakalayıp Şakir Hoca’nın asker disiplinli ama amatör ruhlu eğitim sürecini yaşayan Mazlum Fırtına, Güngör Çilekçiler, Cudi Vergeli ve Abdülkerim Durmaz gibi isimler de sonrasında futbolumuzda yer bulmuş, iz bırakmış ve Milli takım’a kadar yükselmiş isimlerden bazıları.

Şakir Hoca, İzmir Denizgücü’nde futbol oynadığı dönemde, futbolculuğun yanında kulübün menajerliğini ve hocalığını da yapmış. Futbola olan aşkı yüzünden kalbinde gerçek bir sevgiliye yer açamamış. Futbol, bir başka aşkı kabul etmemiş. On kez sözlenmesine rağmen, nişan ve düğün gibi ileriki aşamalara bir türlü geçememiş. Bir keresinde sözlüsüne verdiği randevuyu maç yüzünden unutunca, sözlüsü ona unutamayacağı bir ayrılık hediyesi göndermiş. Üzerinde “Sen bu topla evlen, eminim o seni daha çok mutlu eder” notu bulunan bir futbol topuymuş bu sürpriz hediye…

Futbolculuk ve hocalık kariyerinde nice başarılara imza atan Şakir Kuruş, evinin bir bölümünü anı köşesi olarak düzenlemiş. Kazandığı yüzlerce kupa, plaket, ödül, başarı belgesi ve bir o kadar fotoğrafı adeta bir futbol müzesi güzelliğinde olan bu anı köşesinde muhafaza ediyor. Hocamızın bu evi satın alışının öyküsünde ise yine Türk futbolunun efsane bir ismi yer alıyor: Galatasaraylı Metin Oktay! 

MetinOktayŞakir Kuruş; Türk Futbolunun ve Galatasaray’ın efsane ismi Metin Oktay’ın teşvik ve desteğiyle kendi futbol yaşamını anlatan bir kitap yazmaya karar verir. “Futbolda 35 Yıl” isimli bu kitabın yayınlanması ve ilgi görmesi sonucunda, Şakir Hoca iyi bir kazanç elde eder ve bu kazançla ev sahibi olur. İşte bir futbol müzesi özelliği taşıyan ev, o evdir. Metin Oktay’ın anlamlı desteği o eve çok daha farklı bir nitelik kazandırmıştır. Hoca’nın bu kitabını ancak Nadir Kitap gibi sahaf sitelerinde bulmanız mümkün.

Orhan Berent’in blog’unda anlattığına göre, İzmirspor’u ya da Karşıyaka’yı çalıştırırken aynı anda başka bir takımı da çalıştırmaktaymış. Yani iki takımın birden hocalığını yapmaktaymış. Fakat lig müsabakaları esnasında bu iki takım birbirleriyle karşılaşınca, çok ilginç bir durum söz konusu olmuş. (Bu kulüpler İzmirspor ve İzmir Denizgücü kulüpleri olabilir ve maç da Başbakanlık Kupası maçı olabilir! (Not-5)Herhalde iyi oynayan kazansın demiştir…)

Akşehir’in Pervasız Gazetesinde yazılar yazan Savaş Ünlü, Şakir Kuruş’la ilgili anılarını bakın nasıl dile getiriyor:

Bizler için ayrı bir yeri vardır Şakir Kuruş’un. Lise, ortaokul yıllarımızda bir efsaneydi. Onun için Denizgücü’nün maçlarına giderdik. Konuk takım kim olursa olsun, var gücümüzle  Denizgücü’nü desteklerdik. Bu takımın efsane oyuncusu da Şakir Kuruş’tu. Yaşıyla ilgili kulaktan kulağa fısıltılar yayılırdı. Yok efendim elli yaşındaymış, kırk yaşındaymış… Çocuk yaşın verdiği abartma gücüyle sallardık yaş konusunda. Yaşına karşın gençlere taş çıkartan dinamiği, gücü, enerjisine hayran kalırdık…

İzmir Yenigün Gazetesi’nden Süleyman Alasya ise onun için “en büyük libero” diyor ve içinden geçenleri köşe yazısında okuyucularına şöyle aktarıyordu:

Bir insan futbolla evli olabilir mi? Evet, yaşamının çok önemli bir bölümünü futbolla evli olarak geçirdi Şakir Kuruş. Ve futbolu Alsancak Stadı’nın santra noktasında ve herkesin önünde boşadığı anda, yanında bir gelin vardı. Herkes onu, sahanın ortasında evlendi diye bildi. Ama o sahanın ortasında eski sevgilisiyle vedalaşıp, yeni sevgilisiyle hayatını birleştirdi. Benim yaşıtlarım onu Denizgücü’nün liberosu olarak tanır. Sonra Teknik Direktör Şakir Kuruş olarak İzmir takımlarında ve spor yazarı olarak yıllarca Hürriyet’te derken Futbol Federasyonu İzmir bürosunda antrenör olarak emek vermiştir yıllarca. Tanıdığım dürüstlük abidesi insanların başında gelir. Hayat gailesiyle uğraşırken böylesi bir dostu unuttuğum olmuştur çok. Kim bilir kendi vicdan azabımı bu köşeden Şakir Ağabeyi anmakla mı ödüyorum bilmem ama, ‘Onun üstüne libero yoktur’ denilmesini fotoğrafa bakıp hâlâ heybetli görüntüsünden anlayabilirsiniz.

Türkiye futbol tarihine baktığınızda, imkânsız denecek kadar zor bir başarıyı yakalamış ve bir amatör takım olarak Başbakanlık Kupası’nı müzesine götürmüş olan İzmir Denizgücü takımının bu durumunu Şakir Hoca şöyle ifade ediyor:”Hiç yapılmayanı başardık ve efsane olduk!

SakirKurus-3İşte bu başarıyla birlikte Şakir Kuruş adı Denizgücü adı ile neredeyse özdeşleşmiş. Birlikte anılır olmuş. Şakir Hoca, efsane kokan futbol macerasına karşın her zaman sade, her zaman mütevazı ve kibar. Seksene merdiven dayamış yaşına rağmen, hâlâ yeşil sahalarda top koşturan gencecik bir çocuğun heyecanına sahip. Kendisinden bahsederken ne kadar içten, ne kadar saf ve masum:

Futbol sayesinde yaşadığım manevi hazlar milyarlarla ölçülemez. Hâlâ birçok ünlü isim bayramlarda beni arar. Bir evladım olmadı ama yetiştirdiğim yüzlerce manevi evladım var.

Türk futboluna verdiği hizmetlerden ötürü ve bizlere yaşattığı güzelliklerden dolayı Hocamıza sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Kendisine uzun bir ömür dilerken, hep efsane libero olarak gönlümüzde yaşatacağımızı, asla ama asla unutmayacağımızı da bilmesini istiyoruz.

İZMİR DENİZGÜCÜ VE BAŞARILARI

Takımın son dönem futbolcu ve hocalarından Emekli Deniz Assubayı Ali Yaşar’ın araştırmalarına göre, İzmir Denizgücü Kulübü’nün kuruluşu 1950’li yıllarda gerçekleşmiş. Resmi kayıtlara göre ise 1961 tarihi esas alınmış. Belki mazisi daha eskiye de gidiyor olabilir fakat bu konuyla ilgili detaylı bir çalışma elimizde yok. Gençlik ve Spor Bakanlığı, o dönemlerde bir karar çıkarmış. Çalışan sayısı 400 kişiyi geçen kamu kurum ve kuruluşları en az dört branşta amatör spor faaliyeti gerçekleştirmek durumundaymış. Türk sporuna katkı sağlamak ve yeni sporcular keşfetmek amacıyla alınan bu karar doğrultusunda, İzmir Denizgücü Kulübü de, Atıcılık, Basketbol, Futbol, Kürek, Yelken ve Voleybol dallarında sportif faaliyetlere başlamış. 1962 yılında Denizgücü ile Şakir Kuruş birbirine kavuşmuş ve bu birliktelik, 1987 yılına değin sürmüş.

Denizgücü’nü özel kılan sebeplerden birisi de teknik kadrosunu hep Deniz Assubayı hocaların oluşturması. Şakir Kuruş Hoca’dan nöbeti alan ve amatör ruhun sancağını yeşil futbol sahalarında başarıyla gezdiren Celal Bölgen, Ali Yaşar ve Emin Yılmaz övgüyle söz edilmesi gereken isimler. Nice fedakârlıklarla Denizgücü Kulübü’nün ayakta kalmasını, varlığını korumasını sağlamaya çalışan, mazideki başarılarını sürdürebilmek hedefi ile emek harcayan değerli simalar. Kimisi Şakir Hoca ile başarıları birlikte yaşamış, ondan nefes almış nadide isimler. Ali Yaşar Hoca ile Emin Yılmaz Hoca’yı yakından tanıdığım için bu sözleri içtenlikle söylediğimden emin olabilirsiniz. Gerçekten de çabaları her türlü takdire değer!

Şakir Kuruş Hocamızın emek verdiği isimlerden birisi olan M. Celal Bölgen, Denizgücü’nde yetiştikten sonra hemen hemen Türkiye’nin bütün liglerinde görev yapmış bir hoca olarak göze çarpar. 1948, Kocaeli doğumlu Bölgen, emekli Bando Assubayı’dır. 1968-1992 yılları arasında İzmir Denizgücü’nde görev almış, Ordu Milli Takımı Antrenör yardımcılığı da yapmıştır. Altay’ın Süper Lig’de oynadığı 1999-2000 sezonunda bir süre hocalığını yapmıştır. O sezon beş kez hoca değiştiren Altay, en başarılı günlerini Celal Hoca ile yaşamıştır. Sezon itibarıyla alınan 10 galibiyetin beşinde onun imzası vardır. Hocanın yolu Altay’la ikinci kez 2004-05 sezonunda kesişti. Takım 2. Lig’deydi. Fakat Altay, kötü bir sezon geçirdiğinden uzun süre görevde kalamadı. Haziran 2004’de göreve geldi, Ekim ortasında görevden ayrıldı. Bugün Süper Lig’de oynayan Akhisarspor’u da 2005 yılında, 3.Lig günlerinde çalıştırdı. 2007 yılında bu kez Altay’ın Altyapı Koordinatörlüğü görevine getirildi. Genelde İkinci Lig (şimdiki Birinci Lig) ve Üçüncü Lig’de zora düşen takımların umut bağladığı hocalardan oldu. Yani zor zamanların hocası olarak tanındı. Özellikle İzmir ve İstanbul takımları ona yoğun ilgi gösterdi. Zaman içinde amatör takım hocalığı da yaptı.

Demek istediğimiz şu ki Şakir Kuruş Hoca, Denizgücü Kulübü’nde futbolcu keşfi ve yetiştiriciliğinin yanı sıra nitelikli teknik adam yetiştirme özelliğini de bir gelenek haline getirmiştir. Kulübün son hocası olan Emin Yılmaz, bugün Bucaspor Altyapı hocasıdır.

denizgucu-birirncilik-kupasiMavi-Beyaz forma rengiyle pek çok başarılara imza atan İzmir Denizgücü, adından en çok (1968 yılında) kazandığı Başbakanlık Kupası ile söz ettirdi. Buna karşın, Denizgücü Kulübü futbol şubesinin başarıları saymakla bitmiyor. 1967, 1968, 1971 ve 1973 yıllarında, yani tam dört kez Türkiye Amatör Futbol Şampiyonluğunu kazanma başarısı elde etmiş. Tam 35 kez İzmir şampiyonu olmuş. Başbakanlık Kupası kapsamında iki kez final oynamış ve bunlardan birinde kupayı kazanarak müzesine götürmüştür. 1967 yılında oynadığı ilk finalde Mersin İdman Yurdu’na 2-0 yenilmiş, bir sonraki yıl (1968) ise İzmirspor’u yenerek unutulmaz bir başarıya imza atmıştır. 1973 yılında ise Kayserispor’u penaltı atışları ile elemiş ve Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası’nı kazanmıştır. Aynı kupada 1971 yılında da final oynamış ama Adanaspor karşısında tutunamamıştır.

2008 yılında takımın son hocası olan Deniz Assubayı Emin Yılmaz, emekli olunca, kulüpte de kapanma yönünde ilk işaretler gelmeye başlamış. O yıl Süper Amatör Lig’de mücadele ederken, önce Ödemişspor ardından da Altay maçına çıkmayan İzmir Denizgücü, statü gereğince İzmir 1. Amatör Küme’ye düşürüldü. Hemen ardından ligden çekildiğini ve faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı. Böylece başarı öyküleriyle dolu bir kulübün kapısına kilit vuruldu. Unutulmaz anılar tarihin izbe sayfalarına terk edildi.

Sanıyoruz ordumuzun üst kademesinde yer alan mevki ve makam sahipleri asker ve spor deyince sadece Piyadecilik ve Komando Eğitimi ile Savaş Beden Eğitimini anlıyor olmalılar. Yoksa Türk spor tarihine altın harflerle yazılmış bu güzide kulüpleri ne pahasına olursa olsun yaşatmanın bir yolunu bulurlardı. O kulüpler ki Türk Sporunda pek çok branşın doğmasına, yaşamasına ve gelişmesine vesile olmuş, nice cevherleri ortaya çıkarmış, nice başarılara kutsal alın terleriyle imza atmış ve isimlerini unutulmaz kılmışlardır.

YIL 1968, BAŞBAKANLIK KUPASI İZMİR DENİZGÜCÜ’NÜN!

İzmir Denizgücü, 1967 yılında Başbakanlık Kupası’nda Mersin İdman Yurdu ile oynadığı final maçını kaybettiğinde, Şakir Kuruş takımda hem futbolcu hem de hoca olarak görev yapmaktaydı. Mersin İdman Yurdu’nun o dönemki hocası ise Lefter’di. Türk futbolunun unutulmaz isimlerinden Kadri Aytaç da Mersin İdman Yurdu formasıyla sahadaydı. Denizgücü’nde ise kaleci Güngör Çilekçiler, Mazlum Fırtına ve Cudi Vergeli gibi büyük isimler oynamaktaydı.

Bu yenilginin ardından İzmir Denizgücü, 1968 yılında bir kez daha Başbakanlık Kupası finali oynar. Bu defa rakip İzmirspor’dur. Bazı yazarlar, Denizgücü’nün pek çok rakibi eleyerek bu kupada finale yükseldiğini yazarlar. Hatta bunların arasında G.Saray ve Fenerbahçe gibi büyük kulüpler olduğunu da söylerler. Bu bilgiler doğru değildir, çünkü Başbakanlık Kupası, eleme sistemi ile oynanmamaktadır. Yani belli liglerde şampiyon olmuş kulüpler, statü gereği ve tek maç üzerinden final oynamaktadır. 1966 yılında yürürlüğe giren statü gereği Başbakanlık Kupası, Türkiye 2. Futbol Ligi Şampiyonu ile Türkiye Amatör Futbol Şampiyonası şampiyonu arasında Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda oynanmaktaydı. Bu kupa statüsü 1971 yılında yeniden format değişikliğine uğradı ve Türkiye Birinci Futbol Ligi ikincisi ile Türkiye Kupası ikincisi arasında oynanmaya başlandı. 1966-1970 arasında uygulanan statüde İzmir Denizgücü iki kez final oynadı ve bunların birisinde kupayı kazanma başarısı gösterdi. Böylece, Türkiye’de profesyonel futbol sistemine geçişten itibaren, Başbakanlık Kupasını kazanan ilk ve tek amatör kulüp unvanını kazandı.

basbakanlik-kupasiİzmirspor, 1967-68 sezonu Türkiye İkinci Ligi şampiyonudur, İzmir Denizgücü ise Türkiye Amatör Futbol Şampiyonası şampiyonu. Başbakanlık Kupası maçı, 30 Haziran 1968 tarihinde, Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda oynanır. Şakir Hoca, yine hem futbolcu hem de hoca olarak görev yapmaktadır. Maçın ilk yarısında oynar. İkinci yarıda kenardan yönetir. Maç çok çetin geçer ve uzatmalara gider, uzatmalarda (Dk.108 Hasan ve Dk. 115 Orhan Usta) iki gol bulan Denizgücü, kazanan takım olur. Hakem Fehmi Pazarcı’nın yönettiği maçı, Denizgücü takımı Hasan ve Orhan Usta’nın golleriyle 2-0 kazanır ve kendi efsanesini yaratır.  Efsane yazan kadro, Güngör Çelikçiler, Ali Elveren, Cudi Vergili, Faruk Uçarlar, Şakir Kuruş (Bektaş Yurttaş), Mazlum Fırtına, Orhan Usta, Halit Şatıroğlu, Hasan , Mustafa Yuvalar, Oktay Taşkıran (Ömer ) isimlerinden oluşmaktaydı.

GENÇLİK VE SPOR BAKANLIĞI KUPASINI KALDIRAN TEK AMATÖR TAKIM

1971 yılında Türkiye Amatör Futbol Şampiyonu olarak Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası’nda final oynadı. Kupaların statüsü değiştiğinden Amatör Lig Şampiyonları artık Başbakanlık Kupası’na katılamıyordu. Bunun yerine Türkiye İkinci Ligi Şampiyonu ile Amatör Futbol Şampiyonu, Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası’nda karşı karşıya gelmekteydi. Bu final müsabakasında İzmir Denizgücü, Adanaspor ile karşılaştı ve 2-0 yenildi. 1973 yılında ise aynı kupada Kayserispor gibi güçlü bir takımla karşı karşıya geldi. 15.06.1973 tarihinde oynanan maçın normal süresi golsüz (0-0) sona erdi, kupa galibini penaltılar belirledi. 7-6’lık sonuç elde eden İzmir Denizgücü, bu kupaya da adını altın harflerle yazdırdı. 1981 yılında (statüsü değiştirilerek son kez oynanan ve) kaldırılan Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupasını kazanan ilk ve tek amatör takım unvanını taşıdı. Bu kupayı son olarak yine bir amatör takım olan Altay (A2) kazanmıştı. Fakat o sezon maç trafiğindeki yoğunluk ve zamansızlık nedeniyle, kupa finali Türkiye Genç Takımlar Birincisi ile İkincisi arasında oynanmıştı. Yani her iki takım da amatör takımdı, karşılarında profesyonel bir rakip yoktu.

YIL 1969: GALATASARAY’A KÖK SÖKTÜREN AMATÖRLER

Amatör Futbol Şampiyonluğu kapsamında pek çok başarılara imza atan ve hep üst sıralarda yer alan İzmir Denizgücü, bu başarıları nedeniyle birçok kez Türkiye Kupası’nda oynama başarısı da gösterdi. Birkaç kez Galatasaray ve Beşiktaş gibi güçlü rakiplerle de eşleşti. Bunlardan en önemlisi 1969 yılında ilk kademe maçlarında oynadığı Galatasaray müsabakasıdır. G.Saray, geçen sezonun lig şampiyonudur ve o yıl Şampiyon Kulüpler Kupası’nda çeyrek final oynama başarısını göstermiş, güçlü bir kadroya sahiptir. Gökmen vardır, Mazlum Fırtına vardır. Mazlum Fırtına, bu kupa ayağında, eski kulübüne karşı oynamak gibi bir kaderle karşılaşmıştır. Onca gücüne rağmen koskoca G.Saray, amatör Denizgücü karşısında zor tutunmuştur. Maçın her iki ayağında da ancak 1-0 gibi bir skorla sahadan ayrılabilmiştir. Fark yapma rüyasıyla gelen Cim Bom, direnen amatörlerin karşısında zor durumlara düşmüş, umduğu ile değil, bulduğu ile yetinmek zorunda kalmıştır.

1973 yılında Kupa’da Beşiktaş’a karşı oynayan Denizgücü, ne yazık ki farklı yenilmekten kurtulamamıştır. Diğer yıllarda Türkiye Kupası ilk kademelerinde İstanbulspor, Göztepe ve Mersin İdman Yurdu gibi güçlü rakiplerle eşleşmiştir. Özellikle 1968 yılında her iki maçta da 3-0’lık sonuçlarla elendiği Göztepe’nin o yıl finalde G. Saray’ı eleyerek kupayı kazanması ilgi çekicidir. Kupanın en güçlü takımıyla daha ilk ayakta karşılaşmak şanssızlık olsa gerek…

Gördüğünüz bu başarıların bütününün içinde bir futbolcu ve hoca olarak hep Şakir Kuruş vardır. Onunla ilgili söyleyeceğimiz son şey; yıllarını verdiği, gözü gibi baktığı ve çocuğu gibi sevip bağlandığı İzmir Denizgücü Kulübü’nün kapatılması nedeniyle yaşadığı içli hüzündür. Koskoca çınar gözyaşlarını tutamamaktadır…

İzmir Haberhürriyeti’nden Metin Aydınoğlu, köşesinde şöyle anlatıyor Hocamızın hüzün gözyaşlarını:

Geçenlerde hastanede rastladım, sağlık sorunları var, ilerleyen yaşından dolayı. Halini hatırını sorduktan sonra dedi ki, ‘Boşver beni, içim yanıyor ne oldu biliyor musun, Denizgücü’nü kapattılar, kahroldum’ dedi. Asker olmasına rağmen, bir damla yaş aktı gözlerinden.

BASKETBOL HAKEMLİĞİNDE BİR EFSANE İSİM: A.KADİR ÖZÇELİK

kadirozcelik-2Son olarak Türk Basketboluna yıllarını vermiş bir asker hakemden söz edeceğiz sizlere. Askerlik kariyerine bir deniz assubayı olarak başlayan, sonra fakülte bitirerek subay olan ve Beylerbeyi’ndeki Dz. Asb. Hzl. Okulu’nda yıllarca Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi öğretmenliği yapan A. Kadir Özçelik, aynı zamanda basketbola gönül vermiş istisnai bir isim. Milli basketbol hakemlerimizden birisi hatta Türk Basketbol Hakemliği’nin duayenlerinden… Tam 22 yıllık bir hakemlik kariyeri var ve halen Avrupa’nın en önemli hakem yetiştiricisi, (yani hakem hocası) olarak görülüyor.

Kadirozcelik-1Onu tanıma şerefine Dz. Asb. Hzl. Okulu’ndaki öğrencilik yıllarımda nail oldum. Yıl 1980’di. İnkılâp tarihi dersimize giriyordu ve genç görünümlü bir üsteğmendi. Fakülte bitirerek assubaylıktan subaylığa terfi ettiğini öğrendiğimizde çok şaşırmıştık. Fakat ilerleyen süreçte, aynı zamanda Türkiye Basketbol Ligi’nde hakemlik yaptığını öğrendiğimizde bizi ikinci kez şaşkına çevirmişti. Nazik ve terbiyeli tavrı, İstanbul şivesiyle konuşması, karşısındakine değer veren üslubu, dürüstlüğü ve temiz yürekliliği bizi etkiliyordu. Hele öğrencilerine “Sevgilim” diye hitap etmesi, birisiyle dostluğundan bahsederken “Onunla yıllardır sevişiriz” gibi söylemlerle konuşması çok tuhafımıza gidiyordu. Yeni yetme gençler olarak bu sözcükler bize bambaşka şeyler çağrıştırırken, belki de o, o sözcükleri yerli yerinde kullanarak fark yaratıyordu. Sonradan öğrendim ki meğerse basketbol sahalarında da aynı şeyler geçerliymiş. Oyuncular kendisine itiraz ettiğinde de onlara döner ve “Bak sevgilim” diyerek, niçin o kararı verdiğini açıklamaya başlarmış. Necip Kapanlı Hocamız bu durumu şöyle izah ediyor: “Yani saha sevgilileriyle doluydu… Sevgilileri de aşkın diğer tarafı olmanın sorumluluğu ile fazla ileri götürmezlerdi itirazlarını.” Hatta böyle bir durumda bir büyük takımı (G. Saray) zorda bırakan bir yanlış kararı olmuş. Seyircilere göz gezdirirken bir pozisyonda pota altından (önce pota altından yükseliyor, sonra tekrar potaya düşüyor, tıpkı sayı gibi) basket yapmış (Efes Pilsen) rakip takım. Bizim hoca da son anda ancak basketin girişini görmüş ve sayı vermiş. Oyuncular itiraz edince de “Bak Sevgilim” durumu… Bu yüzden çıt yok! Fakat çok sonradan durum tespit ediliyor ki geçmiş olsun…

Türkiye Basketbol Ligi’nde çok uzun yıllar maç yönetti Kadir Özçelik. Hatta Bayanlar Basketbol Ligi’nde de maçlara çıktı. Necip Kapanlı ile birlikte Türk Basketbol Hakemliği’nin efsane isimleri oldular. Hakemlik sonrası ise elbette ki hakem hocalığına terfi ettiler. İstanbul’da Basketbol Hakem Yetiştirme Kursları’nda FİBA Hakemi Necip Kapanlı ile birlikte yeni nesil hakemleri yetiştirdiler. Gerçi bu iki isim, hakemlik yaptıkları yıllarda da hakem yetiştiriciliği yapıyorlardı. Bu işe emek harcamaya daha 1980’li yılların ortalarında başlamışlardı. Bugüne baktığımızda herhalde onların eğitiminden geçmemiş pek az hakem vardır.

Kadir Özçelik, bir dönem İstanbul Basketbol Hakemleri Derneği Başkanlığı (1994) da yaptı. FİBA Şampiyonalarında zaman zaman Milli Basketbol Takımı kafilesinde yer aldı. 1995 yılında aldığı bir kararla faal hakemlik kariyerini sonlandırdı. 8 Eylül 1995 tarihinde Ankara Atatürk Spor Salonunda lig şampiyonu Ülkerspor ile Türkiye Kupası birincisi Galatasaray erkek takımları arasında oynanan Cumhurbaşkanlığı Kupası maçı ile jübilesini yaptı. Basketbola idareci olarak da hizmet sunmak arzusundaydı. Bir zaman Federasyon Gözlemciliği görevinde bulundu, aynı anda hakem hocalığını da sürdürdü.

Kadirozcelik-7Türkiye’nin ikinci olduğu ve gümüş madalya kazandığı 2001 Yılı Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda koordinatörlük görevi üstlendi. Bu Şampiyonanın maçları İstanbul, Ankara ve Antalya’da oynanmıştı. 2010 yılında Türkiye’de gerçekleştirilen Dünya Basketbol Şampiyonası’nda da Güvenlik Direktörlüğü görevi icra etti. Basketbol Federasyonu Merkez Hakem Kurulu üyeliği ve Genel Sekreterliği gibi etkin görevlerde bulundu. Gerek hakemlik kariyerinde ve gerekse faal hakemlik sonrasında pek çok yurt içi ve yurt dışı görevlerde bulunarak Türk Basketboluna önemli katkılar sundu.

Kadirozcelik-5T.S.K.’dan emekli olduktan sonra Göztepe Bağdat Caddesi Yeniyol’da “Küçük Ev” isimli bir ev yemekleri lokantası kurdu. Şimdi duruyor mu bilmiyorum ama ilk açıldığı dönemlerde (1991) bu lokanta, sporcuların ve özellikle de basketbolcuların akınına uğruyordu.

A. Kadir Özçelik, sivil yaşamında da öğretmenlik mesleğini sürdürdü. İstanbul’da bulunan Kadir Has Üniversitesi’nde branşı olan Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dalında öğretim görevlisi oldu. 2007 yılında bazı sağlık sorunları yaşadı. O yıl bir safra kesesi ve bir de prostat ameliyatı olmak üzere iki ameliyat geçirdi.

Sevgili” hocamızın bir de kontör dolandırıcılığı konusunda mağduriyet yaşadığı olay var ki, sanırız bu konuda Türkiye rekoru kendisinde bulunuyor. Bu yüzden gazetelere de konu oldu. Neyse biz bu olay hakkında daha fazla detay vermeyelim. İsteyen araştırsın. Yani karşısındaki her insanı değerli bulan ve sevgili gören bir âdemoğlunun kolayca kandırılması; onun gerçekten de ne derece saf ve temiz yürekli olduğunun kanıtı sayılmalıdır düşüncesindeyim.

Assubay hakemleri, sporcuları ve spora emek veren bizden isimleri sizlere anlatmaya çalıştık. Elbette unuttuklarımız vardır. Belki bu yazımız onların da hatırlanmasına vesile olur. Belki bir yazımızda da anımsayamadığımız bu isimleri ele alır, onların başarılarını sizlerle paylaşırız.

Bize yaşattıkları gurur için, Türk sporuna sağladıkları katkı için kalpten teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sağ olun, var olun!

Aydın Kulak

NOT-1: Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek alıntılanmasında/ kullanılmasında bir sakınca yoktur.
NOT-2: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, resim, yazı, bilgi ve yorumlardan alıntı ve derlemeler yapılarak hazırlanmış, yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.
NOT-3: “Çelik Yürekli Leventlerin Ocağı: Deniz Assubay Okulu” başlıklı yazıma yorumuyla katkı sunan sevgili meslektaşım Fedai Yavaş, Şakir Kuruş hakkında, bana bir hatırlatmada bulunmuştu. Bu yazı ile sanırım onun da gönlünü almış olacağım. Kendisine teşekkür ediyorum.
NOT-4: İzmir Denizgücü Kulübü ile ilgili olarak bilgisine başvurduğum, ayrıca bana resim ve yazılar konusunda kullanma ve alıntılama müsaadesi veren sevgili Ali Yaşar Hocama da içten teşekkürlerimi sunuyorum.
NOT-5: Eldeki bilgilere göre Şakir Kuruş Hoca, 1968 yılında hem İzmir Denizgücü’nde hocadır, hem de İzmirspor’da teknik kadroda yer almaktadır. Bu durumda her iki takımda da görevi vardır. O halde iki kulüp arasında bir seçim yapması ya da hangi takım daha iyi oynuyorsa o kazansın düsturu ile hareket etmesi söz konusudur. Yani kazanılan Başbakanlık Kupası’nın bir de bu yönüyle düşünmek gerekmektedir.
KAYNAKÇA
  1. Asker Hakemler Konusu, Kişiler ve Maçlar Hakkında/ http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/
  2. Erman Toroğlu ve Asker-Polis Hakemler/ Erişim: Ekim 2012/  http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=17663346&p=2
  3. Bülent Yavuz ve Asker Hakemler/ Erişim: Ekim 2012/ http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/148566.asp
  4. Yeşil Sahadan rap rap rap/ Asker Hakem Tartışması-Görüşler/ Erişim: Ekim 2012/ http://arsiv.sabah.com.tr/2001/03/27/z02.html
  5. Havacı Hakemler ve Sporcular/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.havacilar.com/hakemlerimiz.html
  6. Talat Tokat’la Pazar Sohbeti/ Dinçer Oruç Kişisel Blogu/ Erişim: Ekim 2012/ http://blog.milliyet.com.tr/talat-tokat-la-pazar-sohbeti/Blog/?BlogNo=168463
  7. Rekortmen Hakem/Talat Tokat-Metin Tokat Hakkında/ Erişim: Ekim 2012/  http://www.sabah.com.tr/Spor/2009/05/22/rekortmen_hakem#
  8. Olaylı Eskişehir-Beşiktaş Maçı/Erişim: Ekim 2012/  http://www.tribundergi.com/forum/viewtopic.php?f=9&t=21389#axzz1sO3ilWZw
  9. Devir Değişti Baba!/Talat Tokat-Metin Tokat/Erişim: Ekim 2012/ http://arsiv.sabah.com.tr/2001/09/11/g16.html
  10. Düdükleri Susturuldu/Hakemliği Bırakmak Zorunda Kalanlar/Erişim: Ekim 2012/ http://www.sporbul.com/spor/y/15085/dudukleri-susturuldu.html
  11. Düdüklü İmparatorlar/Sporun Dünyası/Metin Gören/Erişim: Ekim 2012/ http://www.butundunya.com/pdfs/2010/05/105-108.pdf
  12. Macit Sarıdana Hakkında/Erişim: Ekim 2012/ http://www.kenthaber.com/ege/aydin/Kimdir/iz-birakan/macit-saridana
  13. Türkiye’nin İlk Kadın Hakemi Drahşan Arda/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.dha.com.tr/turkiyenin-ilk-kadin-hakemi-benim_134151.html
  14. Tanrının Küçük Oğlu-Bir Hakemin Anıları/İhsan Türe/Karşı Kıyı-2002/Erişim: Ekim 2012/ http://www.kabalci.com.tr/karsi-kiyi/ihsan-ture/tanrinin-kucuk-oglu-bir-hakemin-anilari-9789758635092.htm
  15. İhsan Türe Hakkında/Erişim: Ekim 2012/ http://samosan.com/AntiCimbom/Yazilar/Sayfa1/AvrupadaSike.htm
  16. Bayan Hakemler-Sema Tokat/Erişim: Ekim 2012/ http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/1968/03/19
  17. Türkiye’nin İlk Bayan Hakemi ve İhsan Türe/12.9.2010/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.kural18.org/turkiyenin-ilk-bayan-hakemi-elmas-arabacinin-ilginc-oykusu_haber.html
  18. Asker Hakem ve Gözlemcilere Müjde/4.1.2000/Erişim: Ekim 2012/ http://www.porttakal.com/ahaber-asker-hakem-ve-gozlemcilere-mujde-212175.html
  19. Asker Hakemlerin Revize Edilmesi Yanlış Oldu/Bülent Yavuz Röportajı/Erdem Erol-HTSpor.com/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.htspor.com/futbol/haber/509666-bulent-yavuz-verdi-veristirdi
  20. Asker Hakem Kalmadı/Hürriyet Arşiv/17.7.2003/Erişim: Ekim 2012/ http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=159819
  21. Asker Hakemler, Genelkurmay ve Fenerbahçe/Uğur Ergan/27.3.2001/Hürriyet Arşiv/Erişim: Ekim 2012/ http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-234199
  22. Hakemler Üniversiteli/2002-2003 Sezonu/Hürriyet Arşiv/Erişim: Ekim 2012/ http://dosyalar.hurriyet.com.tr/ligbasliyor/02hab.asp
  23. Çok Ayıp Hagi/Erol Ersoy ve Hagi/ 11.3.2001/Hürriyet Arşiv/Erişim: Ekim 2012/ http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=-231168
  24. Uluslararası Hakemlerimiz (FİFA Kokartlı) Hakkında Bilgiler/ Hakemler ve Türkiye Bölümü/Erişim: Ekim 2012/ http://worldreferee.com/site/country.php?countryID=45
  25. Macit Sarıdana/Dynamo Berlin- Liverpool Maçı/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.mackolik.com/Mac/750223/BFC-Dynamo-Berlin-Liverpool
  26. Erol Ersoy Hakkında/Erişim: Ekim 2012/ http://www.remax.com.tr/gayrimenkul-danisman-girisimci/3936/erol-ersoy.htm
  27. TFF Hakemler Sayfası/Erişim: Ekim 2012/ http://www.tff.org/default.aspx?pageID=161
  28. 1998-99 Sezonu 1.Lig Futbol Hakem ve Meslekleri Listesi/Erişim: Ekim 2012/  http://www.angelfire.com/pq/berkeutku/hakemlistesi1.html
  29. Birinci Süper Lig’de Görev Yapan Hakemler Ne İş Yapıyor?/2002-03 Sezonu/ 19.7.2002/Erişim: Ekim 2012/ http://www.milliyet.com.tr/2002/07/19/son/sonspo03.html 
  30. Metin Tokat Süper Lig Hakemlerini Yorumladı/Metin Tokat/10.8.2007/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.milliyet.com.tr/2007/08/10/spor/ytokat.html
  31. Hepsi Okumuş Çocuk/2003-04 Sezonu Hakemleri/Hürriyet Arşiv/Erişim: Ekim 2012/ http://dosyalar.hurriyet.com.tr/ligbasliyor2003-04/hakemler.asp
  32. Bülent Uzun ve Hatalar/24.7.2006/Gazetevatan Arşivi/ Erişim: Ekim 2012/ http://haber.gazetevatan.com/0/82747/15/Haber#.UJkB62c08xh
  33. Bülent Uzun ve Diğer Hakem Bilgileri/Erişim: Ekim 2012/ http://www.futbolmerkezi.com/Bulent-Uzun-Hakem-Bilgileri-Istatistikleri-Yorumlari-Haberleri-Videolari-Resimleri Forum_TR_bv9rJaX3gik%3D,RefereeInfo.aspx?ver=80
  34. Bülent Uzun ve Meclis Araştırma Komisyonu/Birgün Gazetesi Arşivi/10.3.2005/Erişim: Ekim 2012/ http://www.birgun.net/sport_index.php?news_code=1110406653&year=2005&month=03&day=10
  35. Diyarbakır’lı Yavuz Karaozan MHK’da/2.7.2011/Erişim: Ekim 2012/ http://www.diyarinsesi.org/haber/diyarbakirli-yavuz-karaozan-mhkda-23644.htm
  36. Hak Verilmez Alınır/Hamza Alan-Fatih Terim ve Hagi-Erol Ersoy Hakkında/Metin Aydınoğlu/14.2.2011/Erişim: Ekim 2012/ http://www.kural18.org/hak-verilmez-alinir-10-yil-sonra-da-olsa_haber.html
  37. Yeni MHK Üyeleri/Y. Karaozan ve Galip Bitigen/2.7.2011/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.kural18.org/yeni-mhk-uyelerimizi-taniyalim_haber.html
  38. Galip Bitigen Hakkında/Gözlemci ve Hakem Hocası/9.8.2012/Erişim: Ekim 2012/ http://www.sporotorite.com/index.php?news=2313
  39. Yavuz Karaozan’ın Okul Resimleri/65’li Hava Assubayları İnternet Sitesi/Erişim: Ekim 2012/ http://www.hvastsb65.org/sizden-gelenler/ani-resimleri/muhabere-okulu/ 
  40. Yavuz Karaozan Hakkında/Metin Aydınoğlu/3.12.2009/ Haberhürriyeti Arşiv/Erişim: Ekim 2012/ http://www.haberhurriyeti.com/IcerikDetay/1128-mac-satmadim--.aspx
  41. Süper Lig Hakemi MHP’den Ankara’ya Talip/ Ali Uluyol/17.3.2011/ Erişim: Ekim 2011/  http://www.ilgazetesi.com.tr/2011/03/17/super-lig-hakemi-mhpden-ankaraya-talip/073668/
  42. Kırıkkaleli Hakem Siyasete Girdi/Ali Uluyol Hakkında/7.1.2009/Erişim: Ekim 2012/ http://www.haberkale.com/haberdetay.aspx?haber=3775
  43. MHP ve Ali Uluyol/İl ve İlçe Başkanlığında Görev/Erişim: Ekim 2012/ http://www.mhpankara.org.tr/Ilceler_yonetim.php?ilce_id=7 
  44. Ertuğrul Aslan Hakkında/Rıdvan Tayhan-Yalova TEMAD/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.yalovatemad.org/Ertugrul%20ASLAN
  45. Ertuğrul Aslan ve Bandırmaspor/25.5.2009/Banses Arşivi/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.bansesgazetesi.com/haberdetay.asp?ID=1291 
  46. Şimdi Okullu Olduk/İzmir Denizgücü Hakkında/29.10.2009/Radikal Arşiv/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=961619&CategoryID=103
  47. İzmir Denizgücü Kulübü Hakkında/ Kulüp İnternet Sitesi/ Erişim: Ekim 2012/ Resim ve Yazılardan Alıntı Yapılmıştır. Ali Yaşar Hocamıza Teşekkür Ediyorum/  http://izmirdenizgucu.com/
  48. Eski Anadolu Ligleri/Alper Duruk Çalışması/Erişim: Ekim 2012/  http://www.turkfutbolu.net/tumligler/digerlig.htm
  49. Tüm Ligler/ Alper Duruk Çalışması/Erişim: Ekim 2012/ http://www.turkfutbolu.net/tumligler/turkiyeamator.html
  50. Futbolun Eksperleri/Milliyet Ege Arşivi/Erişim: Ekim 2012/ http://www.milliyet.com.tr/futbolun--eksperleri/ege/haberdetayarsiv/10.09.2007/212948/default.htm
  51. Lefter ve Diyarbakır/Mehmet Mercan/Diyarbakır Özgür Haber/15.1.2012/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.ozgurhabergazetesi.com/makale.asp?makaleno=618
  52. Futbolda 35 Yıl/ Şakir Kuruş/ Nadir Kitap/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.nadirkitap.com/futbolda-35-yil-sakir-kurus-kitap961473.html
  53. Şakir Kuruş/ Orhan Berent Kişisel Blogu/Haziran.2012/ Erişim: Ekim 2012/ http://orhanberent.blogspot.com/2012/06/sakir-kurus.html
  54. Şakir Kuruş/ Orhan Berent Kişisel Blogu/6. 6. 2012/Erişim: Ekim 2012/ http://orhanberent.blogspot.com/2012_06_01_archive.html
  55. Şakir Kuruş ve Anılar/Savaş Ünlü/Pervasız Gazetesi/8.2.2010/Erişim: Ekim 2012/ http://pervasiz.org/Savas-UNLU/634/SAKIR-KURUS-VE-ANILAR.html
  56. Nasın Tribünü/En Büyük Libero/ Şakir Kuruş Hakkında/Süleyman Alasya/30.9.2010/Yenigün Gazetesi Arşivi/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.gazeteyenigun.com.tr/koseyazilari/18093/nasin-tribunu
  57. Çok Özel Turnuva/Şakir Kuruş Mini Minikler Ligi/29.6.2010/Erişim: Ekim 2012/ http://bucasporfutbolakademi.com/haber.asp?i=448
  58. Şakir Kuruş Hakkında/NTV Spor/21.10.2010/Erişim: Ekim 2012/ http://www.ntvspor.net/haber/futbol-milli-takim/25425/sakir-kurus-hiddink-ne-yapsin
  59. Altay Teknik Direktörleri/Şakir Kuruş/Altay Taraftar İnternet Sitesi/Erişim: Ekim 2012/  http://www.yukselkisenkararsinay.org/altay-teknik-direktorleri/
  60. TÜRFAD’dan Büyük Jest/Spora Hizmet Edenler Ödülü/Haber: Şerafettin Şıracı/Yeni Asır Arşivi/11.5.2005/Erişim: Ekim 2012/ http://ya2005.yeniasir.com.tr/05/11/index.php3?kat=spo&sayfa=spor5&bolum=gunluk
  61. Başbakanlık Kupası ve Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası, Katılan Takımlar ve Maçlar Hakkında Bilgi/Denizgücü Hakkında/Maçkolik İnternet Sitesi/Erişim: Ekim 2012/ http://www.mackolik.com/Cups/Default.aspx?id=380&season=1970/1971
  62. 75’lik Şakir Kuruş Denizgücü’ne Ağlıyor/Metin Aydınoğlu/23.10.2009/Haberhürriyeti Arşiv/Erişim: Ekim 2012/ http://www.haberhurriyeti.com/IcerikDetay/981-sakir-kurus.aspx
  63. Başbakanlık Kupası Hakkında/Kupa Organizasyonu/Erişim: Ekim 2012/ http://tr.wikipedia.org/wiki/1968_Ba%C5%9Fbakanl%C4%B1k_Kupas%C4%B1
  64. Gençlik ve Spor Bakanlığı Kupası Hakkında/ Kupa Organizasyonu/ Erişim: Ekim 2012/ http://tr.wikipedia.org/wiki/Gen%C3%A7lik_ve_Spor_Bakanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1_Kupas%C4%B1
  65. Şakir Kuruş Hakkında/Sadık Narin/9.12.1977/ Milliyet Arşiv/Erişim: Ekim 2012/
  66. Altay ve Celal Bölgen Hoca/Yeniasır Gazete Arşivi/10.5.2012/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.yeniasir.com.tr/Spor/2012/05/11/altay-degirmeni
  67. M. Celal Bölgen Hakkında/Erişim: Ekim 2012/ http://www.mackolik.com/Antrenor/857/Mehmet-Celal-Bolgen
  68. Akhisarspor ve Celal Bölgen/Akhisar Haber Arşiv/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.akhisarhaber.com/news_detail.php?id=1463
  69. Alttan Giren Top ve Sayı/A. Kadir Özçelik Hakkında Anılar/Basketfaul.com İnternet Sitesi/N.K./Erişim: Ekim 2012/ http://www.basketfaul.com/makale/357/alttan-giren-top-ve-sayi.html
  70. 20010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda Bir Kadir Has’lı/A. Kadir Özçelik Hakkında/2010/Kadir Has Üni. Haber Arşivi/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.khas.edu.tr/news/101/455/2010-Duenya-Basketbol-sampiyonasi-nda-Bir-Kadir-Has-li.html
  71. A. Kadir Özçelik Hakkında Basın Haberleri/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.tbf.org.tr/tbfweb/tbfweb2.nsf/%28$$TBFV1_BasinBulteni_MHK_WEB_View%29/2C378A79425E658DC22572990045DD40?OpenDocument
  72. A. Kadir Özçelik Hakkında Basın Haberleri/ Erişim: Ekim 2012/ http://www.tbf.org.tr/tbfweb/tbfweb2.nsf/%28$$TBFV1_BasinBulteni_All_WEB_View%29/8C19CB99F34A62B6C2257332002BA7DA?OpenDocument
  73. A. Kadir Özçelik Hakkında Basın Haberleri/ Erişim: Ekim 2012/http://www.sonsayfa.com/Haberler/Spor/Basketbol/Basbakan-ne-dedi-onlar-ne-yapti-204068.html

 

Futbolun beşiği İngiltere olarak bilinir. Oradaki futbol aşkı çok ama çok başkadır. Seyircilerinin fanatikliği de dünyaca ünlüdür bu yüzden. Futbol tutkuları nedeniyle başı çeken, tanınan ve bilinen diğer ülkeler ise Brezilya ve Arjantin’dir. Latin ekolüdür onlar ve Dünya Kupalarının hâkimidirler adeta. Nedense, Brezilyalılar sambacı ekolleriyle biraz daha öne çıkarlar. Yoksul çocukların güce ve özgürlüğe ulaşma sevdasıdır futbolun samba tarzı. Varoşlarda mahalle maçlarıyla başlayan süreç, önce ülke kulüplerine sonra da dünya kulüplerine varışla bir efsaneye dönüşür. Başarabilenler, adeta tanrılaşır.

Dünya Kupasına ipotek koyan bir ülke de Almanya’dır. Futbolu, kendilerine özgü disiplinleri sayesinde bir makine işleyişiyle oynadıklarından dolayı, Alman ekolü, fazla büyüleyici bulunmaz. Yine de futbolun atasözlerinden birisi şöyledir: “Futbol, 22 kişinin 90 dakika boyunca mücadele ettiği ve sonunda hep Almanların kazandığı bir oyundur. “ (Gary Lineeker)

İş futbolun gerçek bir sanayi dalına dönüşmesine geldiğinde, başı çeken iki ülke vardır: İspanya ve İtalya. Bugün dünyanın en büyük kulüpleri olarak tanınıp bilinen kulüpler, bu ülkelerin kulüpleridir. Real Madrid, Barcelona, Valencia, Milan, İnter, Juventus ve Roma…

Tüm dünyayı saran futbol çılgınlığı kimi zaman savaşları bile durduracak denli etkili bir güç olmayı başarabiliyor.

Bu belli başlı ülkelerden sonra akla gelen, futbolun tutkuyla sevildiği ilk ülke herhalde Türkiye’dir. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor sevgisi bu ülkede siyasetten de, ticaretten de üstün bir yerdedir. Asgari ücretle çalışanlar, haftalıkla ve sigortasız çalışanlar ve hâttâ hiçbir işi gücü olmayıp oradan buradan geçinerek yaşayanlar bile kendileri için çok değerli olan paralarının önemli bir bölümünü ya da tamamını hiç düşünmeksizin maç biletine harcayabilirler. Üstelik gerekirse bunu karaborsa bilet almak yoluyla da yapabilirler. Önemli olan o stadyuma girebilmek ve tribünlerin o ateşli büyüsünde alabildiğince haykırabilmektir. Heyecanı, tutkuyu, öfkeyi ve sevinci coşkun bir sel gibi doksan dakika boyunca yüreğinde hissedebilmektir.

Bugün Türkiye’de de futbol tam anlamıyla bir sanayi olmayı başarmıştır. Milyonlarca insan, gönül verdiği futbol kulübünün maçlarına gidiyor, stadyumları dolduruyor, kulübün renklerini taşıyan sembol ürünlere para harcıyor, gazetelerde yorumlar okuyor, televizyonlarda saatler süren tartışmaları soluksuz izliyor… Hâttâ kimi zaman oynanan maçlarda kulübüne haksızlık yapıldığını düşündüğünde sokaklara taşıyor, eylem ve protestolar yapıyor. O kadar ki, insanlar; mesleki haksızlıklara uğradıklarında bile bu denli organize olmayı başaramazken, futbolda işler değişiyor, akan sular duruyor.  Kendisine yapılan haksızlığa ve zulme bu denli öfkelenmezken, kulübüne yapılana kesinlikle kayıtsız kalmıyor. Yakıyor, yıkıyor, dövüyor, sövüyor…

Futbolcular ise adeta ilahlaştırılıyor; kramponları, terli formaları, şortları kapışılıyor. Ünlü futbolcuların imzaları büyük değer taşıyor. Gençler, futbol yıldızlarına özeniyor, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yaşamak istiyorlar. Futbolcular ise iç çamaşırlarından kramponlarına değin reklamlar alarak, güçlerine güç, paralarına da para katıyorlar.

Futbolu bu denli büyüleyici kılan unsurların en başında ise tartışılabilir ve konuşulabilir olması geliyor. Bunu da hakemler sağlıyor. Düşünün bir, bugünkü teknolojiyle, isterseniz maçları bilgisayarlarla ve belki de robotlarla yönetebilirsiniz. Böylece ofsayttı, goldü, penaltıydı, hayır yok değildi gibi tartışmaların hepsine son noktayı koyabilirsiniz. Fakat FİFA, futbolun etkileyici güzelliğinin tam da buradan kaynaklandığını düşünüyor. Kitleleri ateşlemesinin ana sebebi olarak tartışılabilir ve konuşulabilir olmasını görüyor. Bir futbol maçı belki de hayatı ve insanı en iyi anlatan en görkemli tiyatro gösterisidir… İnsanoğlunun tüm günah ve sevaplarıyla tam da bir insan olarak yer aldığı muhteşem bir gösteri! Daha fazla ne söylenebilir ki?

Yetmişli yıllarda ve tabii ki çocukluk çağlarımda ben de mahalle aralarında top oynardım. Üstelik her ailede olduğu gibi babamın karşı çıkmasına rağmen! Babalar futbolcudan adam olmayacağını düşünürler ve top tepmektense okumamızı isterlerdi. Biz ise mahalle pazarlarından aldığımız plastik toplarla, bulduğumuz her düzlükte maçlar yapardık. Gerçek futbol topuna sahip olmak bir ayrıcalıktı. O muhteşem topa sahip olanlar, tıpkı Romalı diktatörler gibi her türlü üstünlüğü ele geçirirlerdi. Takımı onlar kurar, istediği oyuncuyu onlar alır ve hâttâ tartışmalı pozisyonların doğrusuna onlar karar verirdi.

Ailesi daha anlayışlı olanlar biraz daha şanslıydı. Babaları ellerinden tutar ve bir spor kulübünün altyapısına ya da futbol okuluna kaydettirirlerdi. Bir şekilde lisanslı futbolcu olmayı başarırlardı sonunda.

Birbirine yakın mahalleler, kendi aralarında, mahalle maçları tertiplerdi. Kadrolar belirlenir ve yeşil çimenler üstünde kıyasıya bir maç yapılırdı. En ufak bir tartışmada ise maç biter ve iş, mahalle kavgasına dönerdi. Taşlar ve sopalarla devam ederdi mücadele. O maçlardaki tartışmalı pozisyonların akıbetini hep güç belirlerdi. İşte o günlerde aslında hakemliğin ne denli önemli bir iş olduğunu da yaşayarak öğrenmiş oluyorduk. Eğer bir futbol maçı varsa, yirmi iki futbolcudan gayrı bir de hakem olmadığı takdirde o maç, kesinlikle kavgasız bitemezdi. Hakem, maçın otoritesiydi. Futbolun yaşamını sürdürebilmesi için en vazgeçilmez unsurdu.

Türkiyemizin futbol tarihine şöyle bir baktığımızda gördüğümüz şey, hakemlerin hep en tartışılan kişiler olduğuydu. Kimse, kendi futbol takımının yöneticisini, oyuncusunu ve hocasını bu kadar kolay suçlamıyordu. Çünkü onların yaptıkları o kadar gözler önünde değildi. Oysa hakemler onca seyircinin ortasında ve çok kısa bir zaman dilimi içerisinde karar vermekteydi. Yanlışıyla ve doğrusuyla, futbolun kurallarını anında uygulamakta ve sonuca da o denli tesir etmekteydi. Onun yaptıkları herkesin gözü önünde cereyan ettiğinden dolayı hep ilk önce o tartışılıyordu. Yenilgilerin sorumlusu kolayca hakem oluyordu. Hâttâ bir maç çığırından çıktığında, maçı çığırından çıkaranın hakem olduğu bile çok kolay söyleniyordu. Oysa onca futbolcu ve onca seyirci acaba kendi yaşamlarında bir futbol hakeminin davrandığı kadar adil ve eşit davranabiliyor muydu? O denli çabuk karar verip sorumluluğunu da alabiliyor muydu?

Keşke etkili ve yetkili mevki, makam sahibi kişiler de tıpkı bir futbol hakemi kadar adil olmayı başarabilselerdi diyor insan. Belki de bu ülkedeki adaletsizliğin, haksızlığın önü kesilirdi. Keşke karar vericiler, tıpkı hakemlerimiz gibi onca kalabalığın içinde, herkesin ortasında, herkesin gözü önünde karar verebilecek denli cesur olabilselerdi.

  • Bu nedenledir ki, hakemleri bu ülkenin en kutsal bireyleri saymamız gerektiğine inanıyorum.

Türkiye’de futbol hakemliği söz konusu olunca akla ilk olarak asker kökenli hakemler geliyor ister istemez. Özellikle de asıl mesleği assubaylık olup onlarca yıl futbol sahalarında adalet dağıtan mümtaz kişiler ve kişilikler. Düşünün bir, ta 1960’lı yıllardan bu yana hakemlik camiasında etkin olmuşlar. Ses ve söz sahibi olmuşlar. Kimsenin gitmediği yerlere gitmiş, maçlar yönetmişler. Kimi zaman kavgaların ortasında kalmışlar. Kimi zaman verdikleri kararlar değil, kişilikleri ve hâttâ özel yaşamları tartışılmış. Tüm bunlara rağmen hem meslek yaşamlarını hem de spor yaşamlarını sürdürmeyi başarmışlar. Verdikleri kararları tartışabilirsiniz ama onurlu ve dik duruşlarını asla. Onları diğerlerinden ayıran en temel özellik de bu zaten. Verdikleri her kararın arkasında olabilecek denli cesur ve vicdan sahibi olmaları.

Futbolun yetkili ağızları açıkça söylüyor, asker hakemler olmasaydı, özellikle Türkiye’nin doğusunda futbol diye bir şey olmazdı. Olsa olsa futbol anarşisi olurdu. Bugün Türkiye’de doğudan batıya futbolda aynı standartlar söz konusuysa, bunda asker hakemlerin ve de özellikle assubay hakemlerin katkısı çok büyüktür.

Genelkurmay Başkanlığı, futboldaki bazı gelişmeler nedeniyle 2002-2003 Futbol sezonunun bitiminden itibaren, asker hakemlerin sayısını azaltma yönünde karar aldı ve uygulamaya koydu. Dönemin Genelkurmay başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, durumu şöyle açıklıyordu:

Bize, Anadolu’daki tüm maçların asker hakemler sayesinde yürütüldüğünü söylüyorlar. Asker hakemlerin sahalarda bulunuşu disiplini sağlıyor, diğerleri yürütemez, başka türlü maçlar bitmez diyorlar. Ancak, Genelkurmay olarak şu anki kararımız budur. Liglerde asker hakem kalmayacak. 2002-2003 sezonundan sonra futbol liglerinden asker hakemleri çekiyoruz, mevcut hakemlerimizin 3’te 1’ini çektik. 3’te 1’ini de bu sezon sonunda çekeceğiz. Gelecek sezon sonunda da liglerde asker hakem kalmayacak

Peki, neydi Genelkurmayı bu duruma yönlendiren sebepler? Elbette ki, öncelikle sahalardaki küfürlü, hakaretli ortam! Bir de şaibeli maç dedikoduları, şike hikâyeleri gibi durumlar. Genelkurmay tüm bunlardan rahatsız oluyordu. Sahada otoriteyi sağlayan hakem aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri'ni temsil ediyordu. Maçtan sonra, göreve gittiğinde, askeri üniformasını giyiyordu. Dolayısıyla, bu tip olaylarda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kurumsal kimliğinin zedelendiğini düşünüyordu. Türkiye halkının sevdiği, saydığı ve destanlaştırdığı ordusu, hakem olayları yüzünden saygı erozyonuna uğruyordu. Hâttâ bunun en bariz örneği, bir hava assubayı ve hakem olan Erol Ersoy ile Galatasaraylı dünya yıldızı futbolcu Hagi arasında yaşanan olaydı. 2001 yılında oynanan maçta Hagi, hakem Erol Ersoy’a tükürmüş ve olay yeşil sahalardan mahkemelere taşınmıştı. Basın ise işi iyice azıtmış, “Rumen Subay, Türk Subayına tükürdü” diyecek kadar sınırları zorlamıştı. Belki de asker hakemlerin yeşil sahalardan uzaklaştırılmasının en gerçekçi sebebi buydu.

Futbol ve hakemlik konusunda (ve halde görev yapması nedeniyle, sebze ve meyve ile alakalı olarak halk sağlığı konusunda) büyük üstat sayılan en dobra ve en delikanlı hakemlerimizden Erman Toroğlu ise olaya çok farklı yaklaşıyordu.

Futbol oynadığım yıllarda, maçlarıma tayin edilen hakem ve yardımcılarına bakardım. Çok subay ve assubay hakem vardı. Sonralarda işin içine biraz daha girince baktım ki, assubay hakemler olaya hâkim olmuşlar. Türkiye'de hakemliği onlar yönlendiriyor. Yani iş neredeyse tekel olmuş. Orduda görev yapmak çok önemli bir faktör!  Zaten işin çok zor… Nöbetin var, Türkiye konum itibariyle kritik bir yerde. İkinci bir meslek gibi hakemliği yapmak olmayacak bir işti. Nitekim Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içinden sağduyu sahibi komutanlar da aynı fikirde oldu ve bu iş bitti.

Hâttâ daha da ileriye gidiyor, işi hakemlerin profesyonel olmasını isteme noktasından öte, asker ve polis düşmanlığına taşıyordu. Belli ki, yıllardır asker hakemlerin hakemlik müessesesine hâkim olması onu oldukça sinirlendirmiş ve her nedense içinde intikam kıvılcımları tutuşmuş:

Askeri hakemlerin görevden çekilmesini onaylıyorum. Türkiye'de hakemlik yıllardır asker hakemlerin hegemonyasında. O kadar spor akademileri var, mezunların hiçbiri hakem olamıyor. Bunların imtihanını yapan vatandaş asker kökenliyse, ona öncelik tanıyor. Sakın bana imtihan neticelerini bilgisayar belirliyor demesinler! Niye askeri yıpratıyorlar anlamıyorum. İlla hakemlik yapmak istiyorlarsa istifa ederler, hakemlik yaparlar.

Genelkurmay'ı yanlış yönlendiriyorlar. Asker hakemler olmazsa özellikle 2., 3. lig ve amatör küme yürümezmiş. Eğer asker hakemler olmayıp da bu ligler yürümeyecekse, zaten biz ölmüşüz demektir.

Askerin ve polisin liglerde görev alması mahsurludur. Bir assubay şehre maç yönetmeye gidiyor. Gittiği şehrin takımı da zor durumda! Kolordu komutanı da soyunma odasında girdi, 'Nasılsın evladım' dedi. Assubay arkadaşlar bundan etkilenir mi, etkilenmez mi? Assubaylık çok şerefli bir meslek, ama arada teknik bir konu var. Yıllarca assubaylık yapan bir arkadaş, üniversiteyi yeni bitirmiş 22 yaşında asteğmen olan birinin emrine otomatik olarak giriyor. Ne derseniz deyin, psikolojik olarak etki yapar. Bu haliyet-i ruhiye içinde olan bir insana Allah'tan sonra dünyadaki en etkili ve kararına itiraz edilemez olan hakem düdüğünü verirseniz, bu arkadaşlar psikolojik olarak otorite zaafına düşmezler mi? Bence düşerler. Yüzde bir hariç, hiçbiri sahadaki otorite konusunda (futbolcu, seyirci, basın hepsi dâhil) başarılı olamadılar.

Bir hakemin 24 saat hakemliği düşünmesi lazım. Günde iki kere antreman yapması, masaj yaptırması lazım. Takımların oyun sistemlerini kasetten seyretmesi, oyuncuların teknik yapısını bilmesi lazım. Peki, doğu hizmeti, özel durumlar, nöbetler derken bu kadar zor bir mesleği olan bir asker, hakemliğe nasıl vakit ayırabiliyor? Bir koltukta iki karpuzun biri kırılmaz mı? Kırılır.

erman-torogluEğer Erman Hoca’nın söylediklerine katılacak olsak, Türkiye Liglerinin şampiyonlarını sahadaki maçlar belirlemeyecek. Peki, kim belirleyecek? Elbette ki, Genelkurmay Başkanı… Askeri Şura toplanacak, ordudaki amiral ve generallerin hangi takımları tuttukları belirlenecek. Hangi takımın daha çok seveni varsa o şampiyon olarak belirlenecek. Büyük komutanların tuttuğu takım daha torpilli olacak elbette. Hemen akabinde tüm liglerin şampiyonu olarak belirlenen takımlar, karar olarak kamuoyuna açıklanacak.

Olur mu böyle şey? Erman Hoca’nın söyledikleri bir kere hakemlik düsturuna ters! Yani kendi ilkeleri ile çelişiyor hoca. Evet, hakemlerin profesyonel olmasına katılmaktayız ama aç karnına kim hakemlik yapar, buyursun söylesin. Sadece polisler, assubaylar ve subaylar. Hakem ücretleri arttığında da zaten oraya kaymak tabaka gelir ve parsayı kapar. Emekçilik, assubay ve polise düşer, yemekçilik ise… Siz bilirsiniz onları.

Ona göre bir asker hakemin komutanı A takımını tutuyorsa, o hakem A takımının kazanması için elinden geleni yapacak, komutanının etkisi altında olacaktır. Bu söylem aslında gerçeğin inkârıdır. Kirli bir söylemdir. Çünkü 1960’lı yıllardan bu yana Türk Futboluna hakem olarak hizmet etmiş onlarca assubay, liglerde dürüst, tarafsız, şaibesiz maçların sembolü olmuştur. Bayrağı yıllarca onurla taşımışlardır. Özellikle doğudaki maçların olaysız oynanmasında etkileri büyük olmuştur. Asker ve komutan olmaları nedeniyle, kavgaları, faciaları önlemişlerdir. Otorite sağlamada son derece etkin olmuşlardır. Üstelik bu işi göstermelik ücretlerle ve hâttâ ceplerinden para harcayarak yapmışlardır. Şimdi futbol dünyanın en büyük endüstrisi haline gelip hakemlik de iyi para getirir olunca, sahalardan assubayların el ayak çekmesi sağlanmıştır. Bu oyun, bu yönüyle düşünüldüğünde, belli ki bir başka türlü oyundur.

Futbol Federasyonu ilgilileri de hakemlik konusunda özellikle amatör liglerde ve alt liglerde sorun yaşanacağını ama karara saygılı olduklarını belirtmekle durumu sineye çektiler. Gerçek duygularını açıklayamadılar. Konuya en anlamlı katkıyı ise spor tarihçisi Cem Atabeyoğlu yaptı:

Cumhuriyet'in ilanından önce de asker hakemler vardı. Bunların başında Vefalı Sudi Ağabey gelir. Subay elbisesiyle hakemlik yapardı. Sonra generalliğe kadar yükseldi. Cumhuriyet döneminin başlarında Harbiyeli Niyazi Taşdelen vardı. Ondan sonra Binbaşı Nazım. Soyadı Atınç'tı ama kimse bilmez. Binbaşı Nazım diye tanır. Daha sonra Bahriyeli Sıtkı Eryar vardı. O da amiral oldu. Bunlar hep derbi maçlarını idare eden hakemlerdi. Bahriyeli Kenan Çelik vardı. Albaylığa kadar yükseldi. Bahriyeli Tarık Yamaç vardı. Astsubaylar 60'ların başlarında başladı ve devam etti. Neden asker? Ordunun bütün spor dallarında hakemleri vardır. Basketbol, voleybol, atletizm, yelken... Çünkü bütün yurda yayılmış olan bir meslek. Hangi şehre gidersen git, bir askeri birlik var. Orada spor da var. Spor müsabakalarında hakeme ihtiyaç var. İhtiyaçtan doğuyor bu. Bir de şu var: Askerlerin cumartesi pazar boş vakitleri var. Assubaysa en az lise mezunu, subaysa üniversite mezunu. Kültür ve tahsil bakımından avantajlılar. Asayiş durumu da ilginçtir tabii. Basketbol federasyon asbaşkanlığı yaparken olay çıkması muhtemel maçlarda bir emniyet müdürü hakemimiz vardı, onu görevlendirirdik. Bunlar psikolojik nedenler.

Gerçeği tam anlamıyla ortaya koymak gerekirse, asker ve polis hakemler ve bu kapsamda özellikle assubay hakemler Türkiye’de futbolun futbol gibi oynanmasına, futbol endüstrisinin uluslararası standartlara taşınmasına, futbol anarşisinin önlenmesine çok büyük ve onurlu katkılar sunmuşlardır. Bir de şu tespiti yapmak gerekir; nasıl sanayi batıda daha yaygınsa, milli gelir nasıl batıda daha yüksekse; futbolun sahalardaki uygulanışı da buna benzer özellikler taşır. Yani yıllar önce ülkemizin doğusunda oynanan futbol, uluslararası futbol standardından oldukça uzaktır. Mahalle ve şehir kavgaları, tribün faciaları, hakem dövmeler, misafir takımlara fena muamele ve daha niceleri… Arzu edenler, ülkemizde yaşanan futbol terörüne ilişkin geçmiş kayıtlara göz atabilirler. İşte asker ve polis hakemlerin Türk futboluna yaptığı en büyük katkı da burada ortaya çıkıyor. Onlar fedakârca yaptıkları görevleri nedeniyle, batı ve doğu arasındaki bu zihniyet ve standart farklılığını önlemişlerdir. Yani bugün Van’da ve İzmir’de, Hatay’da ve Sinop’da aynı kurallar işliyorsa, hakemin ve misafir takımın başına bir şey gelmiyorsa ya da önceki durumlara göre çok daha az olay yaşanıyorsa, buradaki en büyük pay bu hakemlerimizindir. Türkiye; sanayide, istihdamda ve milli gelir paylaşımında yakalayamadığı bölgesel dengeyi, futbolda yakalamıştır ve bu, kimilerinin hâlâ burun kıvırdığı asker ve polis hakemler sayesindedir.

Bugüne baktığımızda karşımıza çıkan manzara, futbolun artık spor olmaktan öte anlamlar taşımaya başladığıdır. Elbette futbol sadece futbol değildir, barışa ve dostluğa pek çok olumlu katkısı vardır, buna katılıyoruz fakat kastettiğimiz, futbolun tam bir kapitalist oyuncak oluşudur. Bugün ortalık bahis furyasından geçilmiyor. İlk golü kim atacak, ilk kart ne zaman çıkacak, ilk yarı kaç kaç bitecek, favori takıma avans uygulamaları, maç kaç golle bitecek gibi nice bahis olanakları, futbolu kapitalizmin ana kalesi yapmıştır. Ticari zihniyet ve kumar, ne yazık ki futbolu yenmiştir. Böylesine dev bir bahis sektöründe asker ya da polis hakemler görevlendirmeniz, elbette onlara zarar verecektir. Onların ait oldukları kurumsal yapıya da… Fakat Süper Lig’de olmasa da alt liglerde asker ve polis hakemlerin görev yapmasının futbolumuza önemli katkılar sağlayacağını bugün dahi savunmaktayım.

Dolayısıyla, bugün itibarıyla asker ve polis hakemlerin Süper Lig’de görevlendirilmesini savunmak gibi bir derdimiz yok. Derdimiz, onların tarihe not düşülmesi ve bu meyanda haklarının teslim edilmesi. Sevgiyle ve hürmetle yâd edilmeleri…

ASKER HAKEMLER

Spor tarihçisi Cem Atabeyoğlu’nun da belirtmiş olduğu üzere, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren futbol sahalarında hakemlik düdüğü genellikle assubay hakemlerin elinde olmuştur. Fakat futbol tarihimizin her anında asker hakemlere karşı radikal bakış ortaya konmuştur. Asker hakemlere yönelik bu radikal bakışlar neticesinde Genelkurmay Başkanlığı pek çok defa asker hakemleri sahalardan çekmeyi denemiş ama futbolun yetkili mercileri, asker hakemler olmaksızın Türkiye’de futbolun yürümeyeceği konusunda Genelkurmay Başkanlığı’nı ikna edince, her seferinde geri adım atılmıştır.

1969-70 sezonunda Genelkurmay, asker hakemlerin azaltılması ve her yıl 1/3 oranında sahalardan kademeli olarak çekilmesi yönünde bir talimat çıkarmıştır. O dönem liglerde düdük çalan asker hakem sayısı 400 civarındadır ve çoğunluğu assubaydır. Bu talimata göre, 3 yıl sonra liglerde hiç asker hakem kalmayacaktır. Fakat dönemin MHK Asbaşkanı Halim Çorbalı, bu talimata karşı çıkar. Böyle bir talimat uygulamaya konulduğu takdirde, müsabakaları yönetmekte büyük güçlükler yaşayacaklarını bildirir ve geri adım atılır.

1975 yılına gelindiğinde Halim Çorbalı, elinde 2000 kişilik bir hakem kadrosu olduğunu ve bunun 378’inin asker olduğunu açıklar. Klasmana giren 644 hakemin 134’ü asker kökenlidir. Birinci Lig’de 2, İkinci Lig’de 12 asker kökenli klasman hakemi vardır. Geri kalanları ise Üçüncü Lig hakemidirler.

1979 yılına varıldığında asker hakemler, hakem camiasına o denli hâkim duruma gelmiştir ki, 19. Uluslararası Futbol Hakem Semineri bir askeri okulda yapılır. 10 Ağustos 1979 yılında başlayan bu seminer, İstanbul’da, Beylerbeyi’nde ve Deniz Assubay Hazırlama Okulu’nda icra edilir.

23 Mayıs 1980 tarihinde Genelkurmay, bir kez daha düğmeye basar. Altmış yedi vilayette görev yapan ve sayıları 600’ü geçen asker hakemlerin futbol sahalarından geri çekileceğini açıklar. Basın bu konuda tavrını ortaya koyar ve bu uygulama sebebiyle, Türkiye’de lig maçlarının yapılmasının zorlaşacağını fakat bilhassa Türkiye’nin diğer illerindeki amatör maçların oynanmasının tehlikeye gireceğini yazar.

12 Temmuz 1980 tarihine gelindiğinde, Genelkurmay geri adım atar ve kararda yeni bir düzenlemeye gider. Buna göre asker hakemler, Ankara ve Birinci Lig maçlarının dışında hiçbir yerde görev yapmayacaktır. Bu dönemde Türkiye Birinci Lig maçlarını yöneten hakemlerin büyük çoğunluğunun mesleği assubaylıktır. Öyle ki, 33 hakemin 11’i assubaydır ve bu 11 assubayın 7’si emekli assubaydır.

Araya ihtilal girince her şey sil baştan olur. 1987 yılına gelindiğinde ise A Klasmanda yer alan 39 hakemin 7’si assubay ve emeklisidir. Bu isimler; İbrahim Acar, Fikri Kuştemir, İhsan Türe, Sezai Temel, Ahmet Akçay, Yavuz Karaozan ve Yusuf Ziya Abaday gibi önemli isimlerdir.

YIL 1990: MHK’NIN ASSUBAY HAKEM KIYIMI

MHK, 1990-91 sezonunun hakem klasmanını 23.07.1990 tarihinde açıklar. Ortaya konan tablo, gerçek bir faciadır. MHK, tam bir assubay kıyımı yapmıştır. Assubay kökenli asker hakemlerin hepsi klasman düşürülmüş ve bertaraf edilmiştir. Bu nedenle, basında çarpıcı manşetler ortaya çıkar. Büyük tepkiler oluşur. Hani hakemliği falan bırakın, “assubay kıyımı” diye atılmaktadır manşetler…

ML19900723001102001Kendisini savunmaya çalışan MHK, meslek ayrımı yapmadıklarını, hakemlerde aranan özelliklere önem verdiklerini beyan eder. MHK Genel Sekreteri Mazhar Kerestecioğlu, assubaylara karşı bir önyargıları olmadığını, üniversite mezunlarına ve yabancı lisan bilenlere öncelik tanıdıklarını bildirir. Burada ortaya çıkmaktadır ki, assubaylar yurt içi müsabakalarda düdük çalmayı kendileri için yeterli görmekte, daha fazlası için çaba göstermeyi önemsememektedirler. Bunun en büyük nedeni ise askeri personelin yurt dışına çıkışında yaşanan bürokratik sorunlardır. O dönemlerde, ne için olursa olsun, eğer yurt dışına çıkacaksanız, tıpkı Demirperde ülkelerinde olduğu gibi, kalacağınız yerin krokisi dahi sizden talep edilmekteydi. İşlemler aylarca sürmekteydi. Assubayların yurt içinde dahi maç yönetmelerine karşı çıkan bir Genelkurmay müessesesinin yurt dışı maçlar için pek de sıcak davranmayacağı aşikârdır.

Bu dönemde A Klasmandan B’ye düşürülen assubay hakemler, Turgut Sığıç, Galip Bitigen, Sefer Altuntaş, Rıza Saraç ve Hüseyin Kuzuoğlu’dur. B Klasmanından C’ye düşürülenler ise Nihat Yücel, Kahraman Ölçer, Celal Mutlu, Selahattin Alptekin, Y. Ziya Abaday, Faruk Ürkünç, Mehmet Tokça, Bekir Tavacı, Bilal Bentli, Rahim Onar ve Fazıl Dorsan’dır.

Yapılan bu kıyıma rağmen ne MHK, assubay hakemlerden vazgeçebilmiş ne de assubaylar, hakemlik sevdasını bırakabilmişlerdir.

AMATÖR BRANŞLARIN İTİRAZI GERİ ADIM ATTIRIYOR

1999 yılına geldiğimizde karşımıza çıkan tablo şöyledir: Birinci Futbol Ligi’nde görev yapan 40 hakemin 13’ü asker kökenlidir ki bunların çoğunluğu assubay veya emeklisidir. Tüm liglere bakıldığında ise 3’ü FİFA kokartlı 11 A Klasman, 28 B Klasman, 171 C Klasman ve 6 da Yan Klasman hakemi asker kökenlidir. Toplamda 842 hakemin 252’si halen askeri personel olarak görev yapmaktadır.

Bu yılın Kasım ayına gelindiğinde Genelkurmay yine asker hakemler konusunda geri çekme kararına varır. Başta futbol olmak üzere, tüm branşlardaki asker kökenli hakem, gözlemci ve yöneticilerin üç yıl içinde görevlerini bırakmalarına ilişkin kararın 2000 yılından itibaren uygulanacağını ve bu uygulamada kademeli geçiş yapılacağını kamuoyuna duyurdu. Yani daha önce de gündeme gelen her yıl için %30 ya da 1/3 oranında azatlıma gidilmesi ve kademeli geçişin 3 yıl içinde tamamlanması hikâyesi… Böylece 2002 yılına gelindiğinde, askeri personelin Türk sporundan tamamıyla el ayak çekmesi sağlanmış olacaktır.

Genelkurmay “Spor sahalarında son dönemlerde yaşanılan çirkinliklerin önlenemez boyutlara ulaşması, asker kökenli hakemlerin de küfür ve saldırılara hedef olması “ nedeniyle bu karara varıldığını bildirir. Dolayısıyla tam 252 hakem doğrudan bu karardan etkilenecektir ki bu sadece futbol için geçerlidir. Diğer spor dallarını da hesaba kattığınızda Türk sporunun bu karardan son derece olumsuz etkileneceği kaçınılmaz görünmektedir.

Genelkurmay’ın bu kararına hiç umulmadık yerden bir itiraz gelir. Amatör spor branşlarının temsilcileri, “küfür ve kötü tezahuratın futbol için geçerli olduğunu, amatör spor dallarında böyle bir durumun söz konusu olmadığını” vurgulayarak, asker hakemlerin amatör branşlardan çekilmesi kararına tepki gösterdi. O dönem itibarıyla, amatör branşlardaki asker hakem sayısı 200’ün üzerindeydi ve amatör branşlar için bu yasak kararı çok ağırdı.

Amatör branşların bu haklı tepkisi nedeniyle Genelkurmay, yasak kararını bir kez daha gözden geçirme ihtiyacı hissetti. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, futbol dışındaki branşlardaki asker hakemlere izin verilmesi hükmüne varıldı. Genelkurmay’ın 5 Ocak 2000 tarihinde basına duyurduğu açıklamaya göre, sadece futbolda sorun olduğu tespit edilmiş ve bu yüzden amatör branşlarda yasak kararı kaldırılmıştı. Futbol konusunda varılan karar da bir nevi geri adım niteliğindeydi. Genelkurmay, sezon sonuna kadar sahalardaki gelişmelerin izleneceğini ve buna göre bir değerlendirme yapılacağını, nihai kararın bu değerlendirmeye göre verileceğini bildirmekteydi.

18 Ağustos 2000 tarihine geldiğimizde, yeni futbol sezonu açılırken Birinci Lig’de görev yapan 37 hakemin 11’i assubay ya da emeklisidir. Bunlardan Mustafa Çulcu, assubaylıktan subaylığa terfi etmiş bir askeri personeldir. Asker hakem listesine muvazzaf bir subay ile emekli bir subayı da kattığımızda, tüm hakemler içindeki asker hakemlerin oranı %35 gibi bir rakama ulaşmaktadır. 2000-2001 sezonunda futbol sahalarında düdük çalan assubay kökenli hakemlerimiz şu isimlerden oluşmaktadır: Sabahattin Bitirim, Şahin Taşkınsoy, İsmet Arzuman, Sabahattin Şahin, Sadık İlhan, Harun Yiğit, İbrahim Çınar, Ali Uluyol, Bülent Uzun, Erol Ersoy ve Mustafa Çulcu.

YIL 2001: HAGİ-EROL ERSOY GERİLİMİ VE FENERBAHÇELİ GENERALLER

hagi-erolersoy2001 yılında Galatasaray-Gençlerbirliği müsabakasında yaşanan Hagi- Erol Ersoy gerginliği mahkemelere taşınınca, asker hakemlerin sahalardan çekilmesi de adeta kaçınılmaz olmuştu. Genelkurmay, durum değerlendirmesi yapacağını bildirmişti ama yaşanan bu centilmenlik dışı olay, Genelkurmay’ın asker hakemler konusunda olumsuz düşüneceğinin ilk ipucuydu. İstenmeyen bir şey yaşanmıştı, hem de dünya çapında ünlü bir futbolcu yapmıştı bu hareketi. Türkiye’nin en güvenilir hakemine yapılmıştı bu uygunsuz hareket…

Özellikle Galatasaraylı Hagi’nin açıklamaları futbol kamuoyuna bomba gibi düşmüştü. Hagi şöyle diyordu: “Olayları bütün Türkiye gördü. Hakemler, Fenerbahçe’nin şampiyon olmasını istiyorlar. Bizim şampiyon olmamızı istemiyorlar.

İşte Genelkurmay’ı asker hakemler konusunda karar almaya iten sebeplerden birisi de bu söylemdi. 27 Mart 2001 tarihinde medyaya yansıyan bir haber bu gerçeği de gözler önüne seriyordu. Hani TEMAD Genel Başkanı Ahmet Keser, “Fenerbahçeli Büyükanıt, Jay Jay Okacha’yı sevdiği kadar assubaylarını sevseydi, bunların hiç biri olmayacaktı!” diyordu ya, işte bu haber bu gerçeği de çarpıcı bir şekilde açığa çıkartmaktaydı. Assubaylar hakkında hiçbir değerlendirmede bulunmayan, hiçbir yenilikten bahsetmeyen generallerimiz sahiden de Fenerbahçe’nin şampiyonluğu konusunda filozofça beyanatlar vermekte bir sakınca görmüyorlardı. Hürriyet Gazetesi’nden Uğur Ergan’ın bu ilginç haberi aynen şöyleydi:

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu gibi koyu bir Fenerbahçe taraftarı olan Orgeneral Büyükanıt, bu yıl antrenörü, malzemecisi, futbolcusuyla Fenerbahçe'nin şampiyonluğu hak ettiğini söyledi. Asker hakemler konusuna da değinen Büyükanıt, ‘Asker hakemlere yönelik eleştiriler çirkin. Bu insanları yıpratmamak lazım… Hakemlik diye bir meslek yok. Eczacı da, doktor da hakem olabiliyor. Asker hakemler Fenerbahçe'yi tutuyor diye eleştiriler, yorumlar yapılınca futbol çirkinleştiriliyor. O zaman stadyumlara döner bıçakları, palalar sokuluyor. Futbol Federasyonu'nun belirleyeceği çerçeve içerisinde asker hakem sayısı azaltılacak. Zaten asker hakemlerin azaltılması yönünde iki yıl önce alınmış karar var. Bir süre sonra da asker hakem kalmayacak’ dedi.

buyukanit-fenerbahceBüyükanıt’ın hakemler konusundaki tavrı doğruydu, lakin Fenerbahçe konusundaki yorumu ilginçti. Fenerbahçe’nin antrenörüyle, futbolcusuyla ve malzemecisiyle şampiyonluğu hak ettiğini söyleyen ağız, ordunun belkemiği olan assubaylar konusunda benzer tespitler yapmaktan ve onların hakkını teslim etmekten nedense kaçınıyordu.

MHK, kara kara düşünmeye başlamıştı. Asker hakemler olmadan liglerin yürümesi imkânsızdı. Kısa vadeli bir çözüm gerekiyordu ve hülle yolunu seçtiler ve bunu kamuoyuna yeni formül diye sundular. 2001 yılının Mart ayı sonlarına gelindiğinde, MHK; asker hakem sorununun emeklilik formülü ile çözüleceğini dile getirdi. Buna göre, Ağustos ayı itibarıyla emeklilik hakkını kazanan asker hakemler, Genelkurmay listesine dâhil edilmeyecekti. Yani onlar Genelkurmay’a asker hakem olarak bildirilmeyecekti. Daha sonrasında ise bu isimler yeniden hakemlik kadrosuna alınacak ve yaş hadleri dolana kadar görevlendirilecekti. Yani emekli olacaklar ve listeye öyle alınacaklardı. Böylece asker hakem sayısı görünürde düşürülmüş olacaktı. MHK, ister istemez böyle bir seçim yapmak durumundaydı çünkü bir de “Şike Çetesi Skandalı” ortaya çıkmış ve futbol dünyasını alt üst etmişti.

YIL 2002: ŞİKE ÇETESİ SKANDALI

Mahkemeye taşınan Erol Ersoy-Hagi olayı sonrasında ortaya çıkan Mafya-Şike Çetesi söylemleri, asker hakemler konusunda MHK’yı son derece çaresiz bırakmıştı. 2002 yılının Şubat ayında Ali Fevzi Bir, Dilek Uzun ve asker kökenli hakemlerden Sadık İlhan, Ali Uluyol, Harun Yiğit ve Selahattin Bitirim’in adının geçtiği Şike Çetesi Skandalı sonrasında, Genelkurmay; sezon sonunda tüm asker kökenli hakemlerin ligden çekileceğini bildirmişti. Bu karar nedeniyle, halen klasmanda yer alan 195 asker hakem ister istemez ya emekli olacak-şartları uyuyorsa- ya da hakemliği bırakmak zorunda kalacaktı. MHK zor durumdaydı, çünkü özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da düdük çalan hakem kadrolarını, bölgede görev yapan ordu mensupları oluşturmaktaydı. Üstelik bu isimler, ağırlıklı olarak İkinci ve Üçüncü Lig’de hakemlik yapıyorlardı. Bu liglerin tüm yükü onların sırtındaydı. Bu süreci atlatmak gerçekten zor olacaktı. Fakat bunca skandaldan sonra geri dönüş olmayacak gibi görünüyordu. Kaçınılmaz son gelmiş ve Türk Futbolunda asker hakemler devri bitmişti.

Uygulamanın ilk ateşleyicisi Hava Kuvvetleri’nde görev yapan Mustafa Çulcu oldu. Assubaylıktan subaylığa terfi etmiş olan Mustafa Çulcu, o dönem İzmit’te Hava Trafik Subayı olarak görev yapmaktaydı. Yüzbaşı rütbesindeydi. Genelkurmay’ın asker hakemleri çekme kararı nedeniyle Şubat 2002’de emekliliğini istedi. Kararını vermişti, hakemlik kariyerine devam edecekti.

Türk futbolunda asker hakemler devri kapanırken MHK Başkanı Bülent Yavuz, yine de umudunu geleceğe taşımak istiyordu: “Özellikle İkinci ve Üçüncü lig’de ve Anadolu’da en kritik dönemlerde görev yaptılar. Umarım Genelkurmay, soruşturma sonunda, kararını yeniden gözden geçirir…

Ne yazık ki, yeniden bir gözden geçirme olmadı. Uzun yıllar bir yap-boz oyununa dönen asker hakemler dönemi 2002 yılı sonundan itibaren -kademeli bir geçişle- kapandı. O dönemin asker hakemleri seçimlerini yaptılar. Daha doğrusu yapmak zorunda bırakıldılar.

2002-2003 futbol sezonu başladığında asker hakem sayısı oldukça azaltılmıştı. A Klasman hakemlerin içinde ikisi emekli olmak üzere altı asker kökenli hakem kalmıştı. Bunlar; Erol Ersoy, Mustafa Çulcu (Emekli), Bülent Uzun, Ali Uluyol, İsmet Arzuman ve Sebahattin Şahin (Emekli) gibi vazgeçilmesi çok zor olan önemli isimlerdi.

2003-2004 futbol sezonunda ise asker hakemler tamamen sahalardan silinmişti. Bir tek Hava assubayı olarak görev yapan ve FİFA kokartı taşıyan İsmet Arzuman kalmıştı ki, o da emeklilik işlemlerini başlatmıştı. Operasyon tamamlanmıştı. Bundan sonraki süreçte yeni hedef polis hakemler oldu ki, o operasyon da yaklaşık olarak 2005 yılında tamamlandı. 2006 yılından itibaren liglerde emekliler hariç, ne asker ne de doğru dürüst polis hakem kalmıştı.

Bugüne uzanan yolda gördük ki, özellikle bahis faktörü (iddia)futbolu kirletmeye devam ediyor. Hatta Erman Hoca’nın kulakları çınlasın; şikenin, maç satın almanın daniskası konuşuluyor. Yani şaibeli işlerin askeri, sivili olmaz. Bu işler karakter işidir, maya işidir. Bugün futbol kamuoyu asker hakemleri özlemle arıyor. “Yönetmek onların işidir” diyerek olaya pozitif bakıyor.

Tarih gelip 2010 yılına dayandığında, geriye doğru bakarak, asker hakem olayını geniş bir şekilde değerlendiren Bülent Yavuz, son tahlilde şunları söylemekteydi:

-Siz Türk Silahları Kuvvetleri mensubuydunuz. Sizin MHK başkanlığınız döneminde de TSK mensupları hakemlik yapıyorlardı. O dönemde asker hakemlerin eleştirilmesinden dolayı TSK, bundan rahatsızlık duymaya başladı. Ve TSK bir karar aldı ardından da  asker hakemler revize edildi. Doğru mu yapıldı, yanlış mı yapıldı. Bugün gelinen noktada ne düşünüyorsunuz?

-Kesinlikle yanlış oldu. Türk spor tarihinin geçmişine bakın. Bütün branşların temelinde kurucusu silahlı kuvvetlerdir. Güreşinden, atletizmine, voleybolundan basketboluna, 3 adımından yüzmesine, futbol dâhil temelinde askerlerin büyük katkıları vardır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ana görevlerinden biri de budur zaten. Spora katkı yapmak… TSK’nin Türkiye’nin her tarafında personeli var. Dolayısıyla bu coğrafi bölgede İstanbul’dan Kars’a, İstanbul’dan Gaziantep’e,  hakem göndermek zordur. Keza Hakkâri’deki, Siirt’teki hakemi Edirne’ye İstanbul’a göndermek zordur. Dolayısıyla burada görev yapan askeri personelin hakem olması çok büyük avantajdır. Ben eğer olmasaydım o revizyon 5 sene 10 sene önce olacaktı. Ben karşı çıktım sürekli. Ben onu hep tuttum. Ben Genel Kurmay’da çok önemli yerde görev yapıyordum. Ben orada Genel Kurmay II. Başkanıyla ilgili birimlerde hizmet yapıyordum. Her gün istişarede bulunuyorduk. Bir kere askerleri çekemiyorlardı, şikâyet ediyorlardı. Askerler çok başarılıydılar. Çünkü otoriter kimlik futbol hakeminin yönetimine direk katkı yapan bir faktör!  Otoriter olmak, taviz vermemek, disiplin, insan yönetmek... Bu sanat askerlerde temel prensiplerden biridir. Bunun bir katkısı vardı.

Komuta kademesinin emriyle maç sonuçlarının belirlenebileceğini söylemek gafletinde bulunanlara ise tarihten bir anekdotumuz var. 12 Eylül Darbesi’nin lideri Kenan Evren, bizzat emir-direktifle bir başkent takımını (Ankaragücü)Birinci Lig’e yükseltmişti de kimsenin gıkı çıkmamıştı. Üstelik Bolusporlu bir futbolcunun golü (Kupa Finalinde) yine emir-komuta kararıyla iptal edilmişti de yine kimsede tıs yoktu. Bugün o futbolcu, 12 Eylül Darbesi’nin yargılanmasına müdahil olmaya çalışıyor. Hakkını, hukukunu arıyor. Futbolun ahkâm kesenlerinden ise hâlâ ses seda yok!

Çok seviyoruz biz sonradan olma delikanlıları çoook!

Aydın Kulak

NOT-1: Kaynak gösterilerek ve yazar adı belirtilerek kullanılmasında bir sakınca yoktur.
NOT-2: Bu yazı okuyucuya iki bölüm halinde takdim edilecektir. Kaynakça ikinci bölümün sonunda verilecektir.
NOT-3: Bu yazı, internet üzerindeki çeşitli basın-medya sitelerindeki ve özellikle Milliyet Gazete Arşivi’ndeki haber, yazı, bilgi ve yorumlardan derlenerek hazırlanmış ve yazar tarafından yorum ve değerlendirme yapılmıştır. Yani bu yazı bir tür derleme, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmasıdır.
sike-sikandali

Bir çok ansiklopedik bilgi dünyada futbol oyununun tarihcesini yazar. Spor dallarından biri olan bu oyun ilk oynanmaya başladığından bu yana ön plana çıkan spor oyunlarının en beğenileni olduğu ise kesindir.

Tenis, golf gibi bazı sporlar kullanılan araçların ve yerin özelliklerine göre özel bir kesimin dalı olarak yer almıştır. Bu günlerde tüm dünyayı kasıp kavuran bu FUTBOL ateşi yaşamımızda çok önemli bir noktada yerini almıştır.

FUTBOL ASLINDA SPOR DIŞINDA BİR NOKTADADIR TÜM DÜNYADA BİR ÇOK YÖNÜ İLE...

Bir şehrin, bir kasabanın, bir bölgenin ekonominin can damarıdır maç olduğu günler. Otelinden lokantasına küçük bir marketten köşe başında su satan minik bir yavrunun evine ekmek parası götüren o yavrunun midesine giren LOKMADIR, NİMETTİR...

Bir haftadır şike ile yatıp şike ile kalkıyoruz. Tabii ki her birimizin bir takım taraftarı olarak ayrı pencerelerden bakabilme ihtimalimiz doğaldır. Şu günlerde sabırla birbirimizle konuşurken, özel sitelerde yazarken aşırıya kaçmadan "GÜLME KOMŞUNA GELİR BAŞINA" atasözünün doğrultusunda hareketle yargının sonunu beklemeliyiz.

NEDEN FENERBAHÇE?

  • Tabii ki bu yılın şampiyonu Fenerbahçe’dir …
  • Tabii ki bu takımın taraftarı milyonlarla ifade edilir …
  • Tabii ki üç büyüklerden biridir…

Dikkat ediniz sadece Fenerbahçe’nin üzerinden bir operasyon yapılıyormuşçasına yazılıp konuşuluyor. Bu çemberin içine bir çok takımın gireceğini zannediyorum. BU DA BÜYÜK OLMANIN BİR GETİRİSİDİR.

  • FUTBOL HER YÖNÜ İLE EKONOMİDİR...
  • FUTBOL HER YÖNÜ İLE İNSAN FAKTÖRÜNÜ İÇİNDE BARINDIRIR…
  • FUTBOL SEKTÖRÜNDEN MİLYONLARCA İNSAN KARNINI DOYURMAKTADIR…
  • DÜNYADA ARTIK FUTBOL FUTBOL DEĞİLDİR !.

Evrensel bir spor olan futbolda uluslararası karşılaşmaların artması üzerine, 1904 yılında Uluslararası Futbol Federasyonu (Federation Internatıonale de Football Associations) FIFA kurulmuştur. Futbol sporu, temelinde her ülkenin federasyonları ve en üstte FIFA’nın bulunduğu piramit şeklinde örgütlenmiştir. Merkezi Zürich’tedir. FIFA ve ulusal federasyonlar arasında beş tane konfederasyon yer alır. Bunlar UEFA (Avrupa Futbol Birliği), Güney Amerika, Kuzey Amerika, Afrika, ve Asya Konfederasyonu’dur. İnternational Board da FIFA bünyesinda yer alır ve 20 futbol adamından oluşur. Bu kurul değişmeyen futbol kurallarının çağdaş ölçülere göre uygulanmasını sağlamak için çalışmalar yapar. Federasyonlar, ulusal federasyonlar ve kulüpler FIFA’nın mutlak denetimi altındadır.

Ulusal federasyonlar, kendi maçlarını kendileri düzenlerler. Bunlar genellikle şampiyonluk ve kupa maçlarıdır. Uluslararası müsabakalardan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası, Kupa galipleri Kupası, UEFA Kupası ve Avrupa Kupası, Konfederasyonların, Olimpiyat Oyunları Futbol Turnuvası ve Dünya Kupası ise FIFA’nın denetimi altındadır

UNUTMAYINIZ Kİ İKİ DİREK ARASINDAN GEÇEN TOP  FUTBOL TOPU DA OLSA PARADIR.

ATİLLA ABAYLI
İZMİR*KARŞIYAKA

Sayfa 2 / 2

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ