|
* * * * *
|
* * * * *
|
* * * * *
|
|
* * * * *
|
* * * * *
|
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar 6-9
Asubay Tefrikası’nın altıncı bölüm, Dokuzuncu kısımını teşkil eden bu makâlemizde Bugün biz, biricik suâl soracağız!..
* * * * *
Devlet konusunda atamız Göklerin Oğlu, Sekizyüz sene evvelinden şöyle seslendi, bize; |
* * * * *
Dünyânın en büyük heykelinin üzerinden Bütün dünyâya meydân okuyan gurur, cesur ve heybetli duruşu ile Moğolistan’ın uçsuz bucaksız bozkırına Amansız bir bakış fırtlatan Cihan Hükümdârı,
Askerlik konusunda ise şu üç nasihatı gönderdi, bize;
|
* * * * *
Fakirlik sınırının yarısı kadar emekli maaşı alan köle astsubaylar inim inim inler iken, 6 çeşit tazminâtı midelerine tıka basa doldurdukdan sonra
Bugünlerde ortalıkda külhan beyi gibi dolaşır iken biz asubayları kasdederek
“Arkadaşlar; subayı ve astsubayı ile biz, et ile tırnak gibiyiz”
Diyerek dübürden üfüren gebeşlerin kulakları çınlasın!..
“Tırnak” olup da subayların götünü kaşımaya benim hiç niyetim yok!..
Çünkü;
Asubay ben Şükrü IRBIK, ne "et"im ne de "tırnak."
"Et" kimdir?,
Sen, kime "tırnak" diyorsun, be dangalak?..
|
* * * * *
Kıymetli okuyanlar ve muhterem asubay meslekdaşlarım!
Cengiz Han’ın dediği gibi;
Devlet silâh ile kurulur! Fakat kalem ve kânun ile idare edilir!
Atamızın bu harika sözünün mütemmim cüz’ü olmak üzere Biz de şöyle desek herhâlde münasip olur;
Devlet, kânûnu olduğu sürece yaşar!
Yeri gelmiş iken şu güzel sözü de söyleyelim de Maksadımız tam hâsıl olsun.
Asker;
Midesi üsdünde yürür,
Gitdiği yere kendi kânûnunu da götürür!
Dünyânın gelmiş geçmiş en büyük askeri olan bilge ve kahraman atamız Cengiz Han, Devlet ve askerlik konusunda sekiz asır evvelinden böyle dedi ve böyle yapdı!..
Peki, Atamız Cengiz Han’ın mirâsı üzerinden, Bilgelik taslayan cüce beyinli zübük devlet adamlarımız Ve Kahramanlık devşiren sömürgen beyaz subaylarımız Devlet ve askerlik konusunda bugüne kadar ne haltlar etmiş acap?
* * * * *
Zottirik Kenân’ın 12 Eylül subay darbesi ile peydahladığı 1982 Anayasası’nın ikinci cümlesi şöyle der;
“Türkiye Cumhuriyeti bir hukûk devletidir.”
İkinci Halifemiz Hz. Ömer (R.a)’in, “El âdl-ü esâs ül mülk” vecizinin üzerine inşâ edilmiş bir devletden bahsediyor bu cümle, zâhiren. Ȃdâlet üzerine inşâ edilen bir devletde Kânûnların da âdâlet (Anayasa) üzerine inşâ edilmesi icâb eder, değil mi? Ben Eski Tüfek de öyle olduğunu zannediyor idim. Bir gün dedim ki kendime... Askeriyemizin bugüne kadar meriyyete koyduğu temel idârî ve cezâ kânûnları da acap Anayasamıza göre mi inşâ edildi? İnşâ edilmediğini bugüne kadar defâlarca ve bizzat tecrübe ederek öğrenmiş idim aslında.
Fakat Gene de yanılmak umudu ile bir dilekce yolladım, Millî Savunma Bakanlığımıza. Dedim ki Bakanımıza; Askeriyemizin temel idârî ve cezâ kânûnları, Meşrûiyetini, eskilerin deyişi ile “kuvve-i teşriyyesini” Anayasamızın hangi maddesinden alıyor?
Yukarıda gördüğünüz gibi bu dilekceme cevâp verme süresi çokdan doldu. Fakat Millî Savunma Bakanlığımızdan ne ses geldi, ne de selen!.. Bu davranışı ile Millî Savunma Bakanlığı, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kânûnunu resmen ihlâl etdi. Hukûk devleti olduğumuzu Anayasamıza yazmak ile iş bitmiyor! Riayet etmez isen de şâyet Anayasa’nın bu emrinin hiçbir hükmü olmuyor. Anayasaya riayet edecek haysiyetli ve şerefli asker ve devlet adamlarımızın da olması gerekiyor.
Fakat, Bugün meriyyetde olan temel askerî idârî ve cezâ kânûnlarımızın Anayasaya göre meşrûiyeti yok! Yukarıdaki dilekcemde bahsetdiğim askerî kânûnların, Anayasamız nezdinde aslında hiçbir kıymeti yok! Vardığım netice itibâriyle ben, bunu gördüm! Subay darbelerinin meş’um karanlığında tertiplenen bu kânûnlar ile beyaz subaylarımız, Türk Ordusunu Anayasa’ya aykırı olarak teşkil ve tanzim etmişler!
Fakat askeriyemizde;
Bilen yok!
Çünkü Anayasamızda yok!
Bakınız, 1632 sayılı Askerî Cezâ Kânûnumuzda idam cezâsı bugün bile hâlâ var. İdam cezâsının ilga edildiği 2002 senesinden bugüne kadar geçen 17 sene içinde var ise şâyet, İdam etdiğimiz askerleri, Anayasa’nın hangi maddesine göre idam etmişiz, belli değil. Çünkü Askerî Cezâ Kânûnunun Anayasa dayanağı yok! Beyaz subaylarımız uydurup uydurup yazmışlar! Sonra da meclisde ayartdıkları yardakcı, şerefsiz siyâsetcilere bu yapdıklarını kânûn diye yutdurmuşlar. Her 10 senenin sabahına subay darbesi ile uyanan bizim memleketimizin, 1982 senesinde kabul etdiği bir Anayasamız var. Darbeci subaylarımızın tertip etdiği bu sözde “asker” Anayasamızda sâdece biricik “subay” kelimesi var. O da AYİM’in “askerî hâkim subayı” hakkında. Ey vatandaşlar! İşitin bunu!... Anayasamızda, askerliğe dâir bir tek hüküm yok!
Kimimiz “astsubay”, Kimimiz “assubay”, Eski Tüfek gibi nev zuhûr kimileri de ATATÜRK’e izâfeten haklı olarak “asubay” diye gıçımızı yırtıyoruz! Fakat bu unvânların hiçbirisi Anayasamızda yok! Açın bakın, isderseniz!..
* * * * *
Biliyor musun, ey Çadırcı;
Akıl ile bir konuşmam oldu dün gece; Sana soracaklarım var, dedim! Sen ki her bilginin temelisin, Bana da yol gösdermelisin!
* * * * *
Osmanlı Devletini paylaşmak için Avrupa devletlerinin başlatdığı Birinci Dünyâ Harbinde Padişah Efendimiz;
Birinci Dünyâ Harbine “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” tâcı ile giren İngiltere, Harbin sonunda bu tâcını Amerika’ya kapdırdı. Birinci Dünyâ Harbinin mutlak ve biricik galibi, Amerika oldu.
* * * * *
Tıpkı Birinci Dünyâ Harbinde olduğu gibi İkinci Dünyâ Harbinin de mutlak ve biricik galibi gene Amerika oldu. T.C. Devleti, İkinci Dünyâ Harbine doğrudan iştirak etmedi. Fakat Harbden sonra bu kez de Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ, Türk Ordusunu Amerika’nın kucağına oturtdu. Cumhurbaşkanı İNÖNÜ’nün Amerika ile 1948 senesinde başlatdığı ikili andlaşmalar ile Türkiye, İkinci Dünyâ Harbinin mağlup devetlerinden bile daha aşağılık duruma düşürüldü.
Amerikan Ordusunun talimatları birebir Türkceye çevrildi ve ordumuzda aynen tatbik edilmeye başlandı. Elimizde Amerikancadan tercüme talimatlar var idi. Fakat Bu talimatlarda sözü edilen Amerikan silah ve echizesi, Ordumuzda henüz yok idi…
* * * * *
Türkiye; Amerika’nın teşkil etdiği ve arka bahçesi olan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’na 1945 senesinde üye oldu.
Türkiye; Amerika’nın teşkil etdiği ve Amerikanın mutlak emrinde olan NATO’ya 1952 senesinde üye oldu.
Bu cümlelerden de anlaşılacağı üzere; Hem BM’nin hem de NATO’nun ağası, Amerikan devletidir. Her iki teşkilâtda da Amerika’nın sesi, Amerika’nın sözü ve Amerika’nın kânunları geçerlidir.
T.C. Devletinin kurucu Reisicumhuru Mustafa Kemâl ATATÜRK, T.C. Ordusunu kaç sınıf asker ile teşkil etmiş,
Amerika’da Ve dahi Amerika’nın teşkil etdiği ve söz sahibi olduğu BM ve NATO’da kaç sınıf asker var imiş, Buyurun, bir görelim hele!..
* * * * *
Amerikan Ordusunda Kaç Sınıf Asker Var?
Askerlik konusunda bizim Anayasamızda vaziyet, yukarıda söylediğim gibi; tam bir rezâlet!.. Fakat Şunun şurasında daha 200 sene evvel teşkil edilen Coni Ordusunda durum nasıl dersiniz?
Coni kendi askerini;
Dünyâya sonsuz zenginlik vaad eden ve insan hakları pazarlayan Coni’de vaziyet nedir acap? Bakınız, bizim gözümüze yalan perdesi çekdiren Coni, kendi memleketinde neler yapmış!
* * * * *
Coni kıt’asındaki 13 eyâletde yaşayan vahşi batılılar evvelâ birbirlerini katletdi. Sonra da sağ kalanlar, 15 Kasım 1777 târihinde bir araya geldi ve bir sözleşme imzâladı. İsmine Konfederasyon Maddeleri dedikleri bu sözleşme, aslında Coni’nin ilk Anayasası oluyor. Bu sözleşmeye göre Coni, kendi ordusunu “iki sınıf asker” üzerine teşkil edi;
1. Subay,
2. Er
Emek verip bu Anayasa’nın Türkcesini yazdım! Okuyanlar anlasın, Bilmeyenler de öğrensin diye!..
İnsan için her şeyin başı, sağlık! Devlet için de her şeyin başı, Anayasa...
Bu da İngilizcesi...
1777 senesinde “iki sınıflı ordusunu” teşkil etdikden 10 sene sonra Coni, ilk Anayasası’nı hazırladı. Kendi meclisi (senato)’nin “ordu teşkil etmek” hakkı olduğunu da bu Anayasa ile teslim ve tescil etdi. Emek verip bu Anayasa’nın da Türkcesini yazdım! Herkes okusun, anlasın, Bilmeyenler de öğrensin diye!..
Bu da İngilizcesi...
1787 Anayasası Madde-I, Bölüm-8 ile “ordu teşkil etme” hakkını ihrâz eden meclis (senato), “Başlık-10” (Title-10) altında Coni Silâhlı Kuvvetler Personel Kânûnunu terkip etdi. (US Code Title 10 – Armed Forces, dtd. Aug.10, 1956). Ve 1956 senesinden beri bu kânûnun aşağıda gördüğünüz maddelerinin tek kelimesine dahi dokunmadı;
İşde, gördünüz!
Coni Anayasası’na göre Coni Ordusunda "iki sınıf asker" var;
Yukarıda gördüğünüz Coni Askerî Personel Kânununun resimli izahı da şöyle oluyor;
* * * *
Ey, Hayyam; Bu sözleri sen, kim için söyledin, Allah aşkına?..
Bir elde kadeh, bir elde Kur’ân Bir helâldir işimiz, bir harâm! Şu yarım yamalak dünyâda Ne tam kâfiriz ne de tam müslümân!
* * * * *
Bu da Coni Ordusunun subay ve er mevcudu;
İşde, görüyorsunuz! Ordusundaki “subay ve erlerin” mevcudunu Coni, rütbelerine kadar tek tek vermiş. Subay ve er sınıfındaki her rütbenin aldığı maaşı da gene aylık olarak kamuoyuna ilan ediyor.
31 Ocak 2019 Perşembe gününe ait yukarıda gördüğünüz Coni asker mevcudunun Subay ve er oranları da şöyle;
Yukarıda gördüğünüz bu subay-er oranı, İngiliz ve Alman Orduları için de aynı… Aşağıda gördüğünüz çizelgede ise Amerikan ordusunda; Herbir “subay başına düşen er sayısının” senelere göre "azalış" oranlarını görüyorsunuz.
Aşağıdaki çizelgede; Subaylarımızın “astsubay” dediği köle asker sayısının son 63 senede içindeki "artış" hızını görüyorsunuz.
1951 senesinden 2014 senesine kadar geçen 63 senede;
Zannedersin ki Türkiye, Üçüncü Dünyâ Harbine hazırlanıyor... Amerikan Ordusunda Er sayısı sürekli olarak azaltılır iken, NATO’ya göre Ordumuzun “Er” sınıfına dahil olan “Astsubay” sayısı acap niye sürekli olarak artıyor?
* * * * *
T.C Ordusunda Kaç Sınıf Asker Var İdi?
1777 senesinde Coni ordusunda olduğu gibi T.C. Devletinin kurucu Reisicumhuru Mustafa Kemâl ATATÜRK de 1927 senesinde T.C Ordusunu iki sınıf asker ile teşkil etdi;
1. Mükellef Nefer (Efrad, Er)
2. Muvazzaf zâbit (zâbit vekili (asteğmen) dâhil bütün subaylar)
İşde kânunu.
* * * * *
T.C Ordusunda Kaç Sınıf Asker Var İdi?
Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun ilk Askerî Cezâ Kânununu Cumhuriyeti teşkil eden zâbitân heyeti 1930 senesinde tertip etdi.
Dönemin Başvekili tekâüd zâbit İsmet İNÖNÜ, T.C. Ordusunun ilk Askerî Cezâ Kânununun Gerekcesini (Esbâb-ı Mucibe) TBMM'ye şöyle arz eyledi;
1632 sayı ile 1930 senesinde kânunlaşan yeni Cumhuriyet Ordusu'nun ilk Askerî Cezâ Kânunu; Fransa, Almanya, Belçika gibi büyük devletlerin askerî ceza kanunları tetkik edildikten sonra Ve Ötedenberi askerî teşkilâtımızın muvazi gittiği Alman kanunları esas tutularak Fakat aynı zamanda Fransa’da bir kaç senelik uzun bir tetkik neticesinde kabul edilmiş olan 1928 tarihli kanundan da istifade olunarak tanzim kılınmış idi.
Cumhuriyeti teşkil eden Zâbitân Heyeti; Cumhuriyet Ordusunu da şu iki sınıf asker ile teşkil etdi;
1. Zâbit
2. Efrât
* * * * *
T.C Ordusunda Kaç Sınıf Asker Var İdi?
1777 senesinde Coni ordusunda olduğu gibi T.C. Devletinin kurucu Reisicumhuru Mustafa Kemâl ATATÜRK de 1933 senesinde T.C Ordusunu iki sınıf asker ile teşkil etdi;
1. Mükellef Nefer (Efrad, Er)
2. Muvazzaf zâbit (zâbit vekili (asteğmen) dâhil bütün subaylar)
İşde, 1933 sene ve 2183 sayılı Askerî Cezâ Kânununa Müzeyyel Kânun’un TBMM zabıtı;
* * * * *
T.C Ordusunda Kaç Sınıf Asker Var İdi?
1777 senesinde Coni ordusunda olduğu gibi T.C. Devletinin kurucu Reisicumhuru Mustafa Kemâl ATATÜRK de 1935 senesinde T.C Ordusunu iki sınıf asker ile teşkil etdi;
İşde, kânunu…
Türkiye Cumhuriyetini teşkil eden Kurucu Reisicumhur Mustafa Kemâl ATATÜRK; 1935 senesinde tasdik etdiği yukarıda gördüğünüz 2771 sayılı Kânunun, Aşağıda gördüğünüz dördüncü maddesi ile
Cümhuriyet Ordusunu da; 1. Muvazzaf "subay" 2. Mükellef "erât" olmak üzere iki sınıf asker ile teşkil etdi.
* * * * *
NATO’da Kaç Sınıf Asker Var?
Coni’nin kucağına oturan zamânın siyâsetcisi ve conisever kimi subaylarımızın pışpışlaması ile Meclise getirilen aşağıda gördüğünüz 5886 sayılı şu kânun Beyni midesine bağlı vekillerin gözünü kapatarak verdiği reyler ile Meclisden bir çırpıda geçirildi. Ve böylece Türkiye 1952 senesinde NATO’nun doğu sınırlarını canı bahâsına bekleyen hasbi cendermesi oldu!
5886 sayılı kânunu imzâlamak ile Türkiye, İşbu Andlaşmaya taraf olduğunu bütün dünyâya ilân etdi. Bu irâdesinin tabii neticesi olarak Türkiye aynı zamânda; Türk Ordu teşkilâtını “2 sınıflı asker” üzerine tertip edeceğini de taahhüt etdi. NATO üyeliğini kabul etmekle birlikde Türkiye Devleti, NATO’da asker sınıflarını tesbit ve tefrik eden STANAG 2116’yı da kabul etdi. NATO üyesi ülke ordularının kendi iç hizmetlerine göre tasnif ve teşkil etdikleri elvan çeşit asker sınıfları, Bu Andıç ile NATO’da belli kurallarda eşitlenir.
* * * * *
Sen; Kendi memleketinde, Kendi ordunda, Kendi sınıfına ve kendi rütbene ne dersen de!.. Bu konular ancak senin memleketinde, senin ordunda ve sâdece seni ırgalar!.. Lâkin, Nerede olursa olsun; NATO bayrağı altında içtima eyleyip de tekmil verdiğin dakikada Sen, susarsın! Coni ve Tomi’nin beygiri osdurur!
Kendi askerî mevzuâtında kullandığı bütün bu tâbirlerden Coni, Sizin “Subay” değil fakat “Er” olduğunuzu anlar. Bu tâbirlere “Asubay” anlamı yüklemek, câhil olanlara özgüdür. Fakat Bizim bu düşüncemiz Coni’nin nazârında hiçbir şey ifâde etmez. Ve züğürt tesellisinden başka bir işe de yaramaz. Çünkü her millet kendini, kendi töresi ve kendi kelime dağarı ile târif eder.
Tabiat kânunudur; Oyunu kim kurarsa, kuralını da o koyar!
NATO dediğimiz uluslararası askerî teşkilâtı tesis eden de,
Bu teşkilâtın kuralını koyan da Coni’dir.
NATO görevinde iken derecem OR-7 idi. İşde, sağ tarafda gördüğünüz üzere; Türk Asubayı olarak, bayrak töreninde Er Coniler ile birlikde defâlarca bayrakdâr oldum... Kendi bayrağımı taşımak benim için şereflerin en büyüğüdür, o başka! Fakat diğer ülkelerin OR-1, OR-2’leri ile birlikde yapdım bu görevi… Coniler için bir tuhaflık yok bu işde. OR-1 ile OR-9 arasında uygulamada hiçbir fark yokdur. Çünkü bu derecelerin hepsi Eratdır. Bana bu görevi veren kişi de aynı karagahda görev yapdığımız Türk Subayımız idi. Ben Eski Tüfek; NATO’da yardımcı oyuncuyu oynayan bir “Er” olarak söylüyorum!.. Coni’nin kurduğu bu NATO oyununda, bizim ordumuza biçilen görev de Coni’nin uygun gördüğü “yardımcı oyuncuyu” oynamakdır. NATO görevine tefrik edilen subaylarımız da bu hakikâti bal gibi bilirler. Fakat esen yele göre ve işlerine nasıl gelirse öyle anlarlar. Bizzat kendim defâlarca şâhid oldum! Ne hazindir ki kimisi yutkunarak, fakat çoğu da “gönüllü” teslim olurlar bu hakikâte!.. Bugün iç piyasada efelenen kimi subaylarımızın Coni karşısında süt dökmüş kedi gibi, el pençe divân durduğu günleri hatırlıyorum da... Bir insan nasıl bu kadar evrim geçirebilir? Hem şaşıyorum hem de gülesim geliyor!..
* * * * *
Biz asubaylar kendimizi avutmayalım! Coni’de iki sınıf asker vardır; Subay ve Er. Hangi ülke olursa olsun "subay olmayan" her askeri Coni, “Er” olarak telâkki eder.
NATO’da rütbelerini tefrik eden Andıç STANAG 2116’ya göre, Aslında bizim Genelkurmay Başkanlığımız da kendi Asubaylarını NATO’ya Erat olarak beyân ediyor. İşde isbatı.
Erlerimiz, Uzman Erbaşlarımız ve Asubaylarımızın hepsi “Erat” torbasının içinde bir arada...
Genelkurmay Başkanlığımızın NATO’ya beyân etdiği yukarıda gördüğünüz İngilizce çizelgenin, STANAG 2116’ya göre Türkcesi de şöyle oluyor;
İşde, burada gördüğünüz üzere, Subay gardeşlerimiz hâricinde kalan “diğer askerlerin” hepsini bu torbanın içine tepmişler!.. Genelkurmay Başkanları da biz asubayları NATO’ya “Er” olarak pazarlamış!. Üsdelik Genelkurmay Başkanlığımız, Yukarıda gördüğünüz çizelge torbasına hukûkî dayanak olarak da TSK İç Hizmet Kânununu gösdermiş. Peki, TSK İç Hizmet Kânununda böyle bir sınıflandırma var mı, Sayın Başkanım?.. Ne diyelim, helâl olsun sana vallahi... Uydurdukları bu nenni ile de son 65 seneden beridir bizi uyutmuşlar! Ya da biz asubaylar uyumuşuz!.. Bu alavere dalaverede kim, kimi kandırıyor acap?..
* * * * *
Birleşmiş Milletler’de Kaç Sınıf Asker Var?
İsviçre’nin Cenevre şehrinde yapılan toplantı neticesinde, Üçüncü Cenevre Sözleşmesi olarak bilinen andlaşmayı 59 ülke temsilcisi ile Türkiye, 12 Ağustos 1949 târihinde imzâladı.
Rana TARHAN isimli dişi hâriciyecimizin 1949 Cenevre Sözleşmesini imzâlaması ile Türkiye, işbu Sözleşmeye taraf olduğunu dünyâya ilân etdi. Genelkurmay Başkanlığımızın "astsubay" ismini verdiği "uyduruk" asker sınıfını teşkil etmesinden sâdece 2 sene sonra Devletimiz, 12 Ağustos 1949 târihli Cenevre Sözleşmesini Meclis’de tek celsede görüşdü ve 6020 sayılı kânun olarak 1953 senesinde onayladı... Kabul edildiği günden bugüne kadar tam 63 sene geçmesine rağmen Raflarda tozlanan bu kânunun bir tek kelimesine dokunan olmadı...
Bunun anlamı şudur;
Ey "tırnak" astsubay meslekdaşlarım, Esir kampında düşmân eline "esir" düşdüğünüzde, "Etiniz" olan subaylarınızın aynı zamanda "kölesi" de olmaya hazırlanın!..
Biz, bugün bu makâlemizde, konumuz ile alâkalı olan üçüncü sözleşmeyi tetkik edeceğiz. Bu sözleşme ile harp esirlerine yapılacak muamele kuralları tesbit edilmiş. İşde, bu kurallardan üçü şöyle diyor;
* * * * *
* * * * *
* * * * *
27 Mayıs 1960 Cuma günü beyaz subaylarımız, Cumhuriyet târihimizin ilk “ subay darbesini ” yapdı. Yapdıkları bu subay darbesinin bir sene sonrasında, tam da sene-i devriyyesinde; 27 Mayıs 1961 Cumartesi günü bu kez de Aşağıda gördüğünüz şu “ darbe Anayasası ”’nı hazırlayıp piyasaya sürdüler.
Bu darbe Anayasası’nın aşağıda gördüğünüz 65’inci maddesinde 27 Mayıs darbesini tertip eden karanlık suratlı subaylarımız bütün dünyâya şu sözü vermiş idi;
* * * * *
Tıpkı 16 Temmuz 2019 senesinin mübarek Cuma gününde yapdıkları gibi Kahraman Türk Ordusu maskesinin arkasına saklanan darbeci subaylar 1960 senesi 27 Mayısının gene mübarek bir Cuma gününde bütün memleketde idâreyi ele aldılar.
28 Mayıs 1960 Cumartesi günü sabah saat 04;30’da O dâvudî sesi ile darbe beyannâmesini radyoda okuyan Darbeci Kara Piyâde Kurmay Albay Alpaslan TÜRKEŞ de Şu sözü vermiş idi;
“ Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve İnsan Hakları Prensiplerine tamamıyla riayettir. ”
Fakat; Dünyâ ve Türk milletinin gözünün içine bakarak verdiği sözü TBMM’de yalayan darbeci subaylarımız; Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve İnsan Hakları Prensiplerine “ riayet ” etmedi.
* * * * *
Darbeci subayların yapdığı Ve dahi Bir “darbe kânunu” olan 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu’nun Aşağıda gördüğünüz 111’nci maddesine göre Harb esirlerine yapılacak muamele konusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1953 senesinde Meclisden tek celsede geçirip meriyyete koyduğu ve 6020 sayılı kânun ile kabul etdiği 1949 Cenevre Sözleşmesi harb hukukunu tatbik edeceğini taahhüt etdi.
* * * * *
TSK İç Hizmet Yönetmeliğinin aşağıda gördüğünüz 123’üncü maddesinde Harb hukukuna göre esir düşmüş “ asubaylar ” yok sayıldı. Subay yok ise şâyet, ordumuzun diğer askerlerin esir olmasının Genelkurmay Başkanlığımız nezdinde demek k, hiçbir kıymet-i harbiyesi yok!..
* * * * *
27 Mayıs darbeci subaylarımızın tertip edip, 1967 senesinde meriyyete koyduğu bir “ darbe kânunu ” olan 926 sayılı TSK Personel Kânunu ile ordumuzdaki “ rütbe ” kavramı târif edildi. İşbu kânunun aşağıda gördüğünüz üçüncü maddesi ile Ordumuzda sâdece subay ve asubayların rütbesi olduğuna hükmedildi. 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu ile 1961 senesinde 4 çeşit rütbe ihdâs edilmiş iken Aşağıdaki Personel Kânunu ile 1967 senesinde 2 çeşit rütbe ihdâs edildiğini kimsecikler fark etmedi...
Şimdi! Muhterem vatandaşlarım ve kıymetli Asubay Meslekdaşlarım; İşbu makâlemizin burasında bir çay molası verelim ve bir soluk alalım hele!.. Zere bu satırlardan sonra duyacağınız hakikât, insanı beyin dumuruna uğratacak cinsden... 1949 Cenevre Sözleşmesine göre subayların târifi gâyet olarak yapılmış. Bu sözleşmenin İngilizce metinindeki “ officer ” kelimesi de Türkceye hep “ subay ” olarak tercüme edilmiş.
Fakat Aynı Cenevre Sözleşmesinin İngilizce metinindeki “ other ranks ” kavramını TSK Personel Kânununa uyarlar isek şâyet “ Diğer rütbeler ” kavramı içinde sâdece “ Asubay ” denen askerlerin olduğunu görüyoruz. Bugüne kadar kimselerin farketdirmediği Ve dahi Kimselerin de farkedemediği bu filfilli “ bit yeniğini ” ilk duyan ve dahi ilk bilenler siz oluyorsunuz, haberiniz olsun! Makâlemizin başında Asubayların hizmet eri olduğunu fâş eylemiş idik. İşde, burada öğrendiğiniz bu bilgi, az sonra bizleri, Asubayların “ hizmet eri ” olduğu gerçeğine götürecek...
* * * * *
Bizim oğlanların elebaşısı Zottirik Kenan’ın subay darbesini icrâ eylemesinden 2 sene sonra Vatandaşlarımızın büyük teveccühüne mazhar olan(!) 1982 Anayasası, hükümünü ele aldı.
Bakınız, yeni Anayasamızın yukarıda gördüğünüz 90’ıncı maddesi ne diyor; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.” “Kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Bu hükümden, şu neticeye kolayca varabiliriz;
Şimdi burada ortaya çıkan netice şudur; Ordumuzda 1961 senesinde teşkil edilen 6 çeşit asker sınıfı konusunda 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu;
Ve dahi
1982 Anayasası’nın 90’ıncı maddesini alenen ihlâl etdiği gerekçesiyle 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânununun iptâlini talep edecek kadar Astsubayların ve TEMAD’ın aklı ve cesâreti var mıdır?
* * * * *
Kendisi alenen söylemese de meğerse Bugünün Millî Savunma Bakanı Hulusi AKAR, Ermenistan konusunda "Târih Doktoru" imiş!.. Boğaziçi Ünüversitesine 2005 senesinde verdiği “Ermenistan’a Harbord Askerî Görevi; Bir Amerikan Hakikâtleri Tetkik Heyetinin Hikayesi ve Türk-Amerikan Münasebetlerine Tesiri” isimli “yama” doktora tezinde Bakınız, Hulusi AKAR ne demiş;
Dünün Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genelkurmay Başkanı, Bugünün de Millî Savunma Bakanı olan Hulusi AKAR hemen, şimdi aynaya baksın! Ve şu biricik suâlime cevâp versin;
NATO’nun en büyük ortağı olan Amerikan Ordusunda 2 sınıf asker var da
NATO’nun en büyük ikinci ortağı olan Türk Ordusunda niye 8 sınıf asker var?
* * * * *
Bir var idi, 15 Temmuz 2016 Cuma gününün hemen ferdâsında Birden bire yok oldu!..
Bir zamanlar, Genelkurmay Başkanlığında bir “astsubay” kadrosu var idi! Bu kadroya tayin edilen “astsubaya” da Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mehmet İlker BAŞBUĞ “Genelkurmay Başkanı Astsubayı” unvânını vermiş idi.
15 Temmuz’u ganimete çevirmesini bilen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi AKAR, 2016 senesinde bu kadroyu feshetdi.
İşde, Genelkurmay Başkanlığı karargâhında “Genelkurmay Başkanı Astsubayı” kadrosu mevcut iken, Bu kadroda meslekdaşımız Astsubay Kıdemli Başçavuş Harun AĞPAK oturuyor idi.
* * * * *
Saatli Maarif takvimi 03 Nisan 2013 târihini gösderdiği Çarşamba gününde Genelkurmay Başkanlığımız, karargaha yabancı bir askeri dâvet etdi. Türk kamuoyundan gizlenen bu dâvetin misafiri olan asker, ABD Deniz Kuvvetlerinden Deniz Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr. idi.
Almanya/Stuttgart’da konuşlu ABD Avrupa Komutanlığı EUCOM’un “Kıdemli Er”’i olan Deniz Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr. ;
ABD Hava Kuvvetlerinden Binbaşı Elizabeth APTEKAR, EUCOM “Kıdemli Er”’i Deniz Kıdemli Başçavuş Roy M. MADDOCKS Jr.’ın bu ziyâretini, ABD Avrupa Komutanlığına ait EUCOM isimli örütbağda 08 Nisan 2013 Pazartesi günü haber yapdı.
* * * * *
Amerikan, İngiliz, Alman ve Türk Orduları arasında, Yüksek okul seviyesinde “astsubay” denilen uyduruk bir asker sınıfına sahip tek ülke, Türkiyedir.
1974 senesinden beri 45 senedir dilimize doladığımız “astsubay” meselesini anlamak için biz asubaylar, Bu biricik suâlin cevâbını verebilecek miyiz?
Aşağıdaki çizelgede Son bir kaç senelik rakamlara göre NATO üyesi Amerikan, Alman ve İngiliz Ordularının asker sayısı hakkında çarpıcı bilgiler var.
Bu bilgilerin hepsini bir arada ilk defâ sizler görüyorsunuz;
Hemen aşağıdaki çizelgede, bizim ordumuzun 2016 senesine ait mevcut çizelgesi var.
İşde, görüyorsunuz! Coni, kendi subay ve er sayısını rütbelerine kadar ayrı olarak beyan ediyor. Fakat bizim ordumuzun mevcud çizelgesine bakdığınızda 8 çeşit asker sınıfının sayısının toptan olarak yazıldığını görürsünüz. Bizim her boku bilen subaylarımız, “Mevcut” konusunda da toptancı ve tepeden inmeci kokuşmuş bir subay zihniyeti ile davranmışlar.
Böyle davranıyorlar,
Çünkü subay mevcudunu rütbelere göre tek tek yazsalar, Karagâhlarda ellerinde göt gözdiren palamut albayların sayısı ortaya çıkacak!
Böyle davranıyorlar,
Çünkü İngiliz, Amerikan ve Alman Ordularında bir tek albayın yapdığı işi,
Bizim Türk Ordusunda tam 4 albay yapıyor!..
* * * * *
Yukarıdaki 8 çeşit asker sınıfının resimli görüntüsünde ise Şöyle rezâlet bir manzara çıkyor ortaya!
Subayımız ölmesin diye teşkil edilen bu 6 kademeli "tırnakdan" koruma duvarının Resimli görüntüsü de şöyle oluyor!..
Yukarıdaki mevcudu grafiğe dökdüğümüzde ise T.C. Ordusunun asker sınıflarının birbirlerine göre yüzdelik dağılım oranı da şöyle oluyor…
* * * * *
Subaylarımız filfilli yalanlar ile sokakdaki vatandaşlarımızı kandırıyor da!.. Fakat biz asubaylar pekâlâ biliyoruz ki NATO’ya üye olduğumuz 1952 senesinde beri, Ordumuzun kullandığı tank, top, silah, uçak ve gemileri, biz Türkler yapmıyoruz! Coni, Tomi ve Hans yapıyor! Şu fakir milletin ekmeğinden, aşından kesdiğimiz vergiler ile de biz, Coni’den, Tomi’den ve Hans’dan satın alıyoruz hepsini. Bunun neticesi olarak da Coni’den satın aldığımız tank, top, silah, uçak ve gemileri, Coni kendi ordusunda kaç asker ile işletiyor ise Bizim ordumuzda biz de o kadar asker ile işletiyoruz. Bu sebepden dolayı orası Amerika, burası Türkiye demenin bir önemi yok!.. Ordumuzdaki esas filim- fırıldağı bizim beyaz subaylarımız, subay sayısı konusunda çeviriyor!.. Amerikan, Alman ve İngiliz Ordularında 18 subayın yapdığı işi, Bizim ordumuzda sâdece 8 subay yapıyor. Ordumuzda vaziyet gerçekden böyle midir? Yoksa 2 Türk subayı 1 Amerikan subayına mı bedeldir?.. Bizim subaylarımız, Amerikan, Alman ve İngiliz subaylarından iki misli daha fazla mı çalışıyor acap?
* * * * *
Kıymetli okuyanlar, muhterem asubay meslekdaşlarım! Bugün burada soracağımız suâlin cevâbı, Aşağıda gördüğünüz şu grafiğin içinde gizli!
Şimdi de, Asubay Tefrikası’nın altıncı bölüm, dokuzcu kısımının biricik suâlini soralım;
İşde hendek, işde deve!..
Buyurun! Söz, sizde!..
Şükrü IRBIK (E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
|
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar 6-7
Ey muhtrem vatandaşlarım, Ey kıymetli meslekdaşlarım; İşitin bu sözlerimi!... Çünkü daha evvel hiçbir yerde duymadınız, görmediniz, okumadınız! Bugüne kadar da hiç kimse bilemedi ya da söyleyemedi bu hakikâti…
600 küsûr sene hüküm süren saltanât döneminde; Osmanlı devletinin avam (reaya) sınıfı, padişahlarımızın kulu, kölesi idi. Kendisinin “Zillullah-ı fi’l-arz” olduğuna inanan padişahımız “urun kellesini!” dedikde; Kelime-i şahâdet bile getiremeden o zavallı kulun kellesi hemen oracıkda urulur idi!..
Cumhuriyet idâresi başladıktan sonra Türk Milleti; ATATÜRK sâyesinde padişahın kulu-kölesi olmakdan kurtuldu.
Hâkimiyet, bilâ kayd ü şart milletin oldu! Millet; kendi akıbetine, kendi istikbâline sâhip çıkdı. Hür bir fert ve müstakil bir yurtdaş olarak T.C devletinin bütün haklarından eşit olarak istifâde etmeye başladı.
Fikri hür, vicdânı hür, irfânı hür hâkim ve savcıları olan Cumhuriyet mahkemelerinde Kendini müdafaa etmek hakkını elde etdi.
En düşük dereceden devlet hizmetine giren bir vatandaş, Anayasamızdan neşet eden “kendini geliştirme hakkını” kullandı.
Devletin işcisi ve memuru olarak hem görevine devâm etdiler Hem de aynı zamânda yüksek tahsil yapdılar. Örnek mi? Devletde memur olarak çalışmaya başlayan Abdüllatif ŞENER ve Bekir BOZDAĞ bunlardan sâdece ikisi. Devletde maaşlı imamlık yapar iken birincisi siyâset, ikinci hukuk okudu.
Bekci ise şâyet okudu ve polis olabildi. Hemşire ise şâyet okudu ve doktor olabildi. İmam ise şâyet okudu ve avukat oldu. Kaymakam, vâli olabildi. Amele ise şâyet okudu ve mühendis olabildi.
Bunları yaparken de kimseden himmet, merhamet dilenmedi.
Çevrenizdeki konu komşuya bakarsanız buna benzer örnekleri sizler de görebilirsiniz.
Fakat İnanması pek zor olsa da Cumhuriyet idâresine geçiş, “Astsubay” denilen askerler üzerinde tam aksi yönde tesirler yapdı.
Osmanlı Ordusundaki haklarını “astsubaylar”, Cumhuriyet döneminde bir bir kaybetmeye başladılar.
İşde, Şimdi okuyacağınız Asubay Tefrikası’nın 6'ncı bölüm 7’nci kısımını teşkil eden bu makâlemizde inşallah
“Astsubay” denilen askerlerin ATATÜRK sonrası Cumhuriyetinde gasp edilen bir hakkından söz edeceğiz…
* * * * *
2016 senesine kadar Ordumuzu sevk ve idâre eden Genelkurmay Başkanlığımızın Bugün “astsubay” dediği askerleri; Deniz Kuvvetlerimizde nasıl kandırdığını burada belgeleri ile isbat etdik!
* * *
Hava Kuvvetlerimizde nasıl kandırdığını Burada belgeleri ile isbat etdik!
* * *
Kara Kuvvetlerimizde nasıl kandırdığını da Burada gene belgeleri ile isbat etdik!
* * *
“Subaylığa nakil edilmek şartı” ile 1951 senesinde Başbakan Adnan MENDERES’in 5802 sayılı kânun ile teşkil etdiği “astsubay” dedikleri askerlerin “Sicilen subaylığa terfi” edilmesi konusunda Genelkurmay Başkanlarımızın;
* * *
27 Mayıs’ın karanlık suratlı darbeci subaylarının 1967 senesinde tertip etdiği 926 sayılı kânun ile Astsubayların “tahsilen subaylığa terfi” hakkını TBMM’de nasıl da hâince gasp etdiğini belgeleri ile isbat etdik!
|
* * * * *
|
* * * * *
Asubay Tefrikası’nın altıncı bölüm yedinci kısımını terkip edecek bu makâlemizde gene “Astsubay” ismi verilen köle askerlere atılan başka bir kazığı daha teşhir edeceğiz evvel Allah…
* * * * *
Bu makâleyi ben 2018 Kasım ayında yazmaya başladım. Fakat 2019 senesinin ilk ayı olan Ocak’da tamamlayabildim. 1076 sayılı kânun makâlemizin bu kısımının konusu. ATATÜRK’ün 92 sene evvel yapdığı bu kânunun 2019 senesindeki son durumunu görüyorsunuz aşağıda. Temiz bir kâlp ve iyi niyet ile bakdığımda; gözlerini dünyâya yeni açmış bebek mâsumiyetine bürünmüş bir kânun gördüm karşımda. Fakat Subay var ise şâyet mutlaka bir çapanoğlu vardır içinde dedim kendi kendime. Çünkü bugüne kadar bu kâide hiç değişmedi!.. Bilim aklı, sağlam bir vicdân ve hür bir irâde ile tetebbu edince de gördüm ki Hakikâten şeytânî bir hile gizlenmiş bu kânunun içine… İşde; sûreti, bebek mâsumiyeti ile bize bakan bu kânunun 2019 Ocak ayındaki tâze ekran görüntüsü! Bu mâsum sûretin arkasında gizli olan şeytânî suratı da makâlemizin aşağıdaki bölümlerinde göreceksiniz.
1927 seneli bu kânundaki “gedikli küçük zâbit” denilen askerlerin 2019 senesinde “astsubay” dediğimiz asker kişiler olduğunu hatırlatalım. Yeni adı ile 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar Kânununun Yukarıdaki çerçeve içindeki ikinci maddesinin sarı boyalı kısımlarını okuduğumuzda şunu öğreniyoruz;
Kânunun bu hükmü, içinde yaşadığımız 2019 senesinde de aynı şekilde yürürlükde!.. Fakat Uygulamaya bakdığımızda gedikli küçük zâbitlerin;
Ve dahi
O vakit burada durmak ve şu suâli sormak geliyor aklımıza;
Bu suâllerin cevaplarını bulmak için Kandırmacalar foliminin 1909-1910 senelerine ait makarayı oynatmamız gerekecek. Senelerin, şâhısların ve kânunların şâhidliğinde bir folim bekliyor bizi bugün, evvel Allah. Haydi, Eski Tüfek! Bu kadar tıraş, Zemheri ayında cilde zarar… Oynat bakalım şu folimi!...
* * * * *
Sene, 1910… Tıpkı 15 Temmuzcuların yapdığı gibi;
31 Mart Vak’asını bahâne eden zâbitân, siyâset ve münevver gürûhu Osmanlı Devletini evvelâ yıkdılar! Sonra da Meclis-i Mebusân’ı, Meclis-i Ȃyan’ı, askerini ve devletin tekmil teşkilâtını ele geçirdiler. Bu darbeciler; Kukla olarak oynatacaklarını iyi bildikleri Sultan Mehmed Reşad’ı da padişah tahtına oturtdular. Saltanât başı ve başkomutanımız Sultan Mehmed Reşad idi. 31 Mart darbecibaşı Müşir Mahmut Şevket Paşa; Meclisleri ilga edip kapılarına kilit vurmuş
Ve dahi Tertip etdiği bir nizamnâme ile Berrî (Kara) Küçük Zâbitliği (Asubaylığı) 1909 senesinde cebren ve hile ile ihdâs etmiş idi. Kara ordumuzda ilk kez “küçük zâbit” yetiştirmek üzere teşkil etdiği Dersaadet Küçük Zâbit Mektebi; İlk mezun 173 "kıdemli küçük zâbiti" "kıdemli çavuş" rütbesi ile 1911 senesinde vermiş idi.
Bir başka ifâde ile; 1909 senesine kadar Berrî (Kara) ordumuzda “küçük zâbit” denilen köle askerler henüz mevcut değil idi. Çünkü Osmanlı padişahları, ordumuzda böyle “ortada sandık” bir asker sınıfını asla isdemiyorlar idi.
* * * * *
1910 senesinde Osmanlı Devletinde iki kademeli bir meclis var idi;
1. Meclis-i Mebusân
2. Meclis-i Ȃyan
Bizim padişahlarımız girişdiği harblerde muvaffak olmak için saray müneccimlerinden medet umar iken Avrupa devletleri akıllı bilim adamları ve zâbitânı sâyesinde sanayi devrimini çokdan başlatmış Ve dahi Dünyâyı sömürmek için ölümüne bir yarışa başlamışlar idi. Bu yarış öyle acımasız bir hızla artarak devâm etdi ki. Aklı başında devlet adamları ve subaylar eşi benzeri görülmemiş bir harbin mukadder olduğunu görebildiler.
Bizim “mektebli” zâbitân heyetimiz ise;
Osmanlı Ordusunda tam anlamı ile bir cadı avı başladı. Zâten 31 Mart Vak’asından hemen sonra orduda müthiş bir tasfiye başlamış idi. Darbeciler, kendilerine karşı duran “mektebli” ve “kalın kafalı” dediği “alaylı” zâbitân heyetinin handiyse nıfsını ordudan tard etdiler. Geri kalan yarısının da rütbelerini tenzil etdiler. Tükenmiş Osmanlı Devletinin ölüsünü ele geçiren darbeci Mahmut Şevket Paşa ve dışarıdan beslemeli-feslemeli siyâsetciler, Başlamak üzere olan büyük harbe orduyu hazırlamak için peşpeşe kânunlar tertip etdiler. Ve bu kânunlar ile ordumuzda daha evvel mevcut olmayan iki yeni asker sınıfı teşkil etdiler;
1. Küçük zâbitlik
2. İhtiyât zâbitliği
İşde bugün biz burada ihtiyât zâbitliği kânununa kalem batıracağız inşallah.
* * * * *
Sözde 31 Mart Vak’asının efsane(!) komutanı Müşir Mahmut Şevket (KETHÜDAZȂDE) Paşa, Bu isyanı basdırmada gösderdiği kahramanlıkdan(!) dolayı hemen Harbiye Nâzırlığına terfi etdi.
1909 senesinde “küçük zâbitliği” icâd etmesinden aylar sonra Mahmut Şevket Paşa bu kez de 1910 senesinde Avrupa’dan aşırma yeni bir “zâbit” sınıfı teşkil etdi. İhtiyât zâbitliği ismini verdiği bu yeni zâbit sınıfının meclislerde kabul edilen sekizinci maddesi şöyle diyor idi;
1910 seneli İhtiyât Zâbitânı Kânununun, Yukarıdaki çerçeve içinde gördüğünüz sekizinci maddesini okuduğumuzda şunu öğreniyoruz;
İhtiyât Zâbitânı Kânununun yukarıdaki çerçeve içindeki dokuzuncu maddesini okuduğumuzda şunu öğreniyoruz;
Aşağıda gördüğünüz sarı çerçeve içindeki kânun maddesinde gizli olan çok önemli iki husus var;
Birinci husus şudur;
İkinci husus da şudur;
Bu bilgiyi ilk defâ burada sizler duydunuz. Bir de bugün kimler ve nasıl yedek subay (ihtiyât zâbiti) oluyor, ona bakın hele! Bırak gâzi olanı, hele şehid olanı!.. 1927 senesinden beri askerliğini “er” olarak yapmış bir tek Genelkurmay Başkanı mahdumu var mıdır acap?
* * * * *
Osmanlı Berrî (Kara) Ordusunun “küçük zâbit” ismi verilen askerleri 10 sene başarılı hizmetlerinden sonra 1910 seneli İhtiyât Zâbitânı Kânununa göre ihtiyât mülâzim sâni (asteğmen) oluyorlar idi. Bu uygulama, Osmanlı Devletinin teslim olduğu 1918 senesine kadar devâm etdi. Evvelâ teslim olan sonra da yıkılan Osmanı Devleti’nin mirâsı üzerine Cumhuriyeti kurduk ve ilân etdik. 600 küsûr seneden beri padişahın kölesi olan reaya, Cumhuriyet ile birlikde fikri hür, vicdânı hür ve irfanı hür birer yurtdaş oldu. ATATÜRK gibi nâmuslu, âdil, basiretli, haksever ve halksever bir devlet adamının kılavuzluğunda medeniyete yürüyen millet; Eğitim, sağlık ve adâlet gibi temel vatandaşlık haklarından eşit olarak faydalanmaya başladı. İnsan haklarındaki bu tekâmül ve inkişâfdan T.C Ordusunun askerleri de nasiblerini aldılar. 1927 senesinde TBMM, 1076 sayılı İhtiyât Zâbitleri ve İhtiyât Askerî Memurları Kânûnunu meriyyete koydu. Aşağıda, bu kânunun birinci ve dördüncü maddelerini görüyorsunuz.
1076 sayılı kânunun yukarıda gördüğünüz birinci maddesini izah etmeye zannederim ki hâcet yok! Dördüncü maddesinin özeti de şöyle oluyor;
Her şey yerli yerinde… Kânunun muhtevasına bakdığımızda; 1910 seneli kânuna göre gedikli küçük zâbitlerin ihtiyât zâbitliğine terfi etmesinin daha kolay hâle getirildiğini görüyoruz. Bu kânundan neşet eden hakkını kullanan gedikli küçük zâbitlerin, ihtiyât mülâzımlığına terfi edildiğine dâir belgeleri Makâlemizin ilerleyen bölümlerinde fâş eyleyeceğiz.
* * * * *
Kurucu Reisicumhurumuz ATATÜRK, 1927 senesinde başka bir kânun daha meriyyete koydu. Mükellef askerlik hizmetini tanzim eden bu kânunun ismi Askerlik Mükellefiyeti Kânunu idi. Bu kânunun birinci maddesi şöyle diyor idi;
5802 sayılı Astsubay Kânununa göre; 1951 senesinden beri “astsubay” dediğimiz asker sınıfı, işde tam da bu târife uymakdadır.
Netice itibârı ile; Bugün “astsubay” dediğimiz asker kişiler aslında 1927 senesinden beri efrâd (erât)’dır.
Yukarıda sizlerin de gördüğü üzere; Bu kânun, her erkek vatandaşın istisnasız olarak askerlik yapmasını emrediyor idi. Yeri gelmiş iken bir hakkı sâhibine teslim edelim. ATATÜRK’ün yapdığı bu kânunu ilk delen kişiler;
Ve dahi
ATATÜRK’ün hazırladığı bu kânunun en önemli tarafı da şudur; 1927 senesi itibârı ile T.C Ordusunda iki sınıf asker var idi. Bu kânuna göre “mükellef” askeri saymaz isek şâyet ordumuzda sâdece muvazzaf zâbit (subay) var idi.
* * * * *
Askerlik Mükellefiyeti Kânununun Türk askerlik mesleğine getirdiği yeniliklerden birisi de Bu kânunun onbirinci maddesinde söz edilen “gönüllü askerlik” idi. Buradaki “gönüllü askerlik”, ABD ordusunun bugün uyguladığı “gönüllü” (enlisted) askerliğin ta kendisi idi.
* * * * *
ATATÜRK dönemi Türk Ordusunda askerlere verilen haklar sürekli olarak inkişâf etdi. Cumhuriyetin kurucu irâdesi; Askerlik mesleğini câzip hâle getirmek için askerlere peşpeşe yeni haklar ve terfi fırsatları verdi. 1927 senesinde gedikli küçük zâbitâna, ihtiyât zâbitânı olma hakkını vermişler idi. 1932 senesinde bu kez de Bir kısım gedikli küçük zâbitâna askerî memurluğa nakil hakkı verildi.
1931 sayılı bu kânun ile; Sıhhıye, Nalbant, Müzika, Tüfekci Ve emsâli meslek mensubu gedikli küçük zâbitler, yedinci sınıf ihtiyât askerî memurluğuna nakil edildi.
(T)B.M.M Yüksek Reisliğine takdim etdiği kânunun esbâb-ı mucibesinde Başvekil İsmet (İNÖNÜ) şöyle dedi;
* * * * *
1910 seneli İhtiyât Zâbitân Kânûnu Ve dahi 1927 sene ve 1076 sayılı İhtiyât Zâbitleri ve İhtiyât Askerî Memurları Kânûnundan neşet haklarını kullanan gedikli küçük zâbitler, ihtiyât zâbitliğine (yedek subay) terfi etdiler. İşde; Bu gedikli küçük zâbitândan piyade gedikli başçavuş Hüseyin oğlu M. Kemal’in İhtiyât asteğmenliğine terfi etdiğine dair Reisicumhur M. Kemal ATATÜRK’ün 1937 senesinde imzâladığı kararnâme.
* * * * *
1932 senesine vâsıl olduğumuz günlerde; ATATÜRK sonrası Cumhuriyetini idâre eden eşhâs şunlar idi;
ATATÜRK vefat etdikden bir ay sonra TBMM, aşağıda gördüğünüz kânunu kabul etdi. Bu kânun;
Ve dahi
Gedikli küçük zâbitlere verilen ihtiyât zâbitliği ve ihtiyât askerî memurluğuna nakil hakkını bir kerte daha ileriye götürdü.
Önceki kânunlara göre “asteğmen” rütbesine nakil edilen gedikli küçük zâbitler; Bu kânunun meriyyete konulması ile bir rütbe yukarıdan olmak üzere artık “yedek teğmen” rütbesine nakil edilecekler idi.
Bu kânundaki “gedikli erbaş” tâbiri dikkatinizi çekmişdir. Gedikli küçük zâbitlikden bahseder iken “gedikli erbaş” nereden çıkdı diye haklı bir suâl sorabilirsiniz. Bunun sebebini öğrenmek için Çünkü Asubay isimli makâlemizi okumanızı tavsiye ederim. Bu, birinci husus...
İkinci hususa gelince; Bu kânunun kabul edilmesinin asıl maksadı; Ordumuzun “mükellef asker” sınıfına dâhil olan “gedikli küçük zâbit” tâbirini “gedikli erbaş” olarak değişdirmek idi. Bunun ise uluslararası andlaşmalardan kaynaklanan haklı bir gerekcesi var idi. Çünkü Napolyon’un 1798 senesinde mükellef (mecburî) askerliği ihdâs etmesinden buyana Askerlik “mükellef ve “muvazzaf” olmak üzere iki sınıf hâlinde teşekkül etmeye başlamış idi. Devletimizin taraf olduğu milletlerarası andlaşmara göre de askerlik iki sınıf olarak tekâmül etmiş idi. Bu andlaşmalardan birisi de 1929 Cenevre Sözleşmesi idi. Bu sözleşmeye göre harp esirlerine yapılacak muamele konusunda askerler iki sınıf hâlinde tasnif ediliyor idi. Bu asker sınıfları şunlar idi;
1949 senesinde teşkil edilen Ve dahi Türkiye’nin 1952 senesinde taraf olduğu NATO’ya göre de askerler yukarıda görülen iki sınıf hâlinde tasnif ve tefrik edilir. Bugün bizim ordumuzdaki “muvazzaf astsubay” ismi verilen Ve dahi Bu andlaşmalara göre aslında “mükellef asker” sınıfına dâhil olan uyduruk asker sınıfının kânunsuz oluşu, Hem de Anayasa’ya göre kânunsuz oluşunun temel kaynağı da işde, gene bu milletlerarası andlaşmalardır.
Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için; Ve dahi Beterin Beteri isimli makâlelerimizi okuyunuz.
3543 sayılı bu kânun için Başvekil Celal BAYAR’ın (T)BMM Yüksek Reisliğine takdim etdiği mucip sebep ise şöyle idi;
* * * * *
1910 seneli İhtiyât Zâbitân Kânûnu Ve dahi 1927 sene ve 1076 sayılı İhtiyât Zâbitleri ve İhtiyât Askerî Memurları Kânûnundan neşet haklarını kullanan gedikli küçük zâbitler, İhtiyât zâbitliğine (yedek subay) terfi etdiler. İşde; Bu gedikli küçük zâbitândan piyâde gedikli başçavuş Eyüğ oğlu Ahmet AKINERİ’nin Yedek piyâde teğmenliğine terfi etdiğine dâir Reisicumhur İsmet İNÖNÜ’nün 1944 senesinde imzâladığı kararnâme.
* * * * *
1950 senesi Mart ayına vâsıl olduğumuz günlerde devletin başında aşağıdaki devlet adamları oturuyor idi.
Bingöl milletvekili Feridun Fikri DÜŞÜNSEL, 18 Şubat 1950 Cumartesi günü TBMM’ye bir kânun teklif verdi. “Gedikli” olarak söz etdiği askerler hakkında verdiği kânun teklifinin gerekcesi de şöyle idi;
Fikri DÜŞÜNSEL’in yuvarladığı bu kânun teklifine, Dönemin Başbakanı Şemsi GÜNALTAY yolda bulmuş gibi sevindi. Hemen bir dilekce yazdı.
* * * * *
* * * * *
Ve Başbakan GÜNALTAY, bu bu dilekcesini aşağıda gördüğünüz “gerekce” ile BMM’ye arz etdi.
* * * * *
Başbakan Şemsettin GÜNALTAY’ın bu dilekcesi aslında; “Gedikli” dediği köle askerlerin 1950 senesindeki perişân hâlini gösderen iyi bir itirâfnâmedir. Aynı zamânda burada dikkat çeken çok önemli husus da şudur. Bu tasarının gerekçesinde, “gedikli erbaş” dedikleri askerlere; 1910 senesinde Padişah Sultan Mahmud Reşad Ve dahi 1927 senesinde ise 1076 sayılı kânunun 4’üncü maddesi ile Kurucu Reisicumhur ATATÜRK’ün verdiği, “İhtiyât zâbitliği ve ihtiyât askerî memurluğuna nakil hakkının” iptal edildiğine dâir bir tek kelime dahi yokdur. 1076 sayılı kânunun dördüncü maddesinin iptâl edilmesi tam anlamı ile 5619 sayı ile kânuna aykırıdır. Netice itibârı ile; 5619 sayılı kânunun 29’uncu maddesi ile iptal edilen “gedikli erbaşların” “Yedek ihtiyât zâbitliği ve yedek ihtiyât askerî memurluğuna nakil hakkını” iptal eden devlet adamları ve subaylar; Hem Padişah Sultan Mahmud Reşad’ın irâdesine Hem de Kurucu Reisicumhur ATATÜRK’ün bu karârına meclis çatısı altında ihânet etdiler.
Zâbit ile nefer arasında “ortada sandık” bir asker sınıfı olarak teşkil edilen “kara küçük zâbitler”; Mektebden mezun oldukları 1911 senesinden, harbin sona erdiği 1920 senesine kadar geçen 10 senede Zâbitimizin yerine ölmesi için neferimiz ile birlikde cephenin en önünde harbe sürüldü.
Fakat Harb sona erdikden sonra Genelkurmay Başkanlığımızın beyaz subayları; Kara küçük zâbitleri kullanılmış kağıt mendil gibi bir kenara atdılar. Ve 1950 senesine vâsıl olduğumuz günlerden bir günde de “Gediki erbaş” isimini verdikleri kara küçük zabitlerin “yedek subaylığa terfi hakkını” işde böyle gasp etdiler.
* * * * *
1/732 sayılı Gedikli Erbaş Kânûn tasarısının 40’ncı maddesi olarak meclise gelen Ve fakat Millî Savunma Komisyonunun 29’uncu madde olarak aynen tâdil etdiği bu madde, Hiçbir gerekce gösderilmeden meclisde kabul edildi. Hem de bu celseye katılan 242 vekilin tamâmının reyi ile…
Bu tasarıdaki 29’ncu maddede söz edilen 1076 sayılı kânunun 4’üncü maddesinin ne olduğunu Bu maddeye kabul reyi veren 242 vekilden acaba kaç dânesi biliyor idi? Çünkü Bu kânun tasarısı için yapılan meclis müzâkerelerinde “gedikli erbaş” olarak tesmiye edilen askerlerin “Yedek ihtiyât zâbit” ve “yedek askerî memur” olma haklarının iptal edildiğine dâir olmak üzere bir tek cümle bile söz edilmemiş!
* * * * *
Bingöl milletvekili hukukcu Feridun Fikri DÜŞÜNSEL’in teklif etdiği Başbakan Şemsettin GÜNALTAY’ın meclise arz etdiği Ve dahi BMM’nin 1950 senesinde kabul etdiği 5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânununun 29’uncu maddesi şöyle diyor idi;
* * * * *
* * * * *
* * * * *
Sene 1953… Birinci “demir gırat” hükümeti devr-i icraatının üçüncü senesine vâsıl olmuş idi… Yarısı okuma yazma dahi bilmeyen “seçmen” vatandaşımız; Kendilerini idâre etmesi için devleti, aşağıda gördüğünüz şu “devlet adamları”nın ellerine teslim etmiş idi.
TBMM, 10 Temmuz 1953 Cuma günü ictimâ eyledi. Gündem; Köy enstitüsü ve sanat enstitüsü mezunu vatandaşlara “yedek subaylık” hakkı verilmesi idi.
* * * * *
Bu rezil durumu ilk fark eden kişi Muğla vekilimiz Mustafa Nâtık POYRAZOĞLU idi. Köy enstitüsü ve sanat enstitüsü mezunu vatandaşların, Askerlik mükellefiyetini “yedek subay” olarak yapması için bir kânun teklifi hazırladı. Ve bu kânun teklifi hakkında 1953 senesi 10 Temmuz’da o mübârek Cuma günü söz aldı.
Kore harbine iştirâk etmiş gâzi ve aynı zamânda emekli bir subay olan Mustafa Nâtık POYRAZOĞLU; Konuşması esnâsında “yedek subaylık” konusunda meclisde şu sözlerini târihe şerh düşdü;
Muğla vekili Mustafa Nâtık POYRAZOĞLU’nun konuşmasından sonra Aynı konuda başka bir vekil meclisde söz aldı; Ahmet Rıfat ÖZDEŞ. Kırşehir vekilimiz Ahmet Rıfat ÖZDEŞ de emekli deniz subayı idi…
Bu vekilimiz Ahmet Rıfat ÖZDEŞ de “Yedek subaylık” konusunda şu hakikâtleri târihe şerh düşdü;
Bu can yakıcı hakikâti de Meclisde söylendiği günden bugüne kadar geçen 66 sene sonra İlk defâ işiten de bu makâleyi okuyan sizler oluyorsunuz!
* * * * *
Seneler, 27 Mayıs darbesine üç’ü gösderiyor idi!.. Cumhurbaşkanı Mahmut Celâl BAYAR ve Başbakan Adnan MENDERES’in idâresindeki hükûmet, Coni’nin kucağına oturmuş, Zengin daha zengin olur iken Fakir, kuru soğana muhtaç olmuş idi. Vatandaş, akşam sofrasına ne koyacağını kara kara düşünür iken TBMM’de 1957 senesi bütçesi müzâkere ediliyor idi.
Fakat ATATÜRK’den sonra ordumuzda yedek subaylık;
Ve dahi
Hattâ bu konuda vekiller TBMM’de birbirlerine girdiler. 1957 senesine geldiğimizde TBMM’de mide bulandıran bir iddia ortaya atıldı. 1957 senesi bütçesi için hazırlanan 6937 sayılı kânunun müzâkeresi esnâsında söz alan milletvekili Salâhattin TOKER, Başvekil Adnan MENDERES’in oğlunun askerliğini “yedek subay” olarak yapdığını söyledi. Üsdelik askerlik(!) süresi içinde Başvekilin oğlu, kıt’aya hiç gitmedi. Ve bu iddia karşısında şaşkın tavuğa dönen Başvekil Adnan MENDERES, dut yedi bülbül oldu!..
* * * * *
* * * * *
* * * * *
* * * * *
* * * * *
* * * * *
* * * * *
Maşşallah! Allah, kem gözlerden esirgesin… 27 Mayıs subay darbesinin hemen ertesinde Evinden picaması ile kaldırılıp getirilen Cemal Aga, Darbeci subaylarımızın teşkil etdiği darbe hükümetinin nerede ise “herşeyi” oldu.
ATATÜRK; 1927 senesinde Askerlik Mükellefiyeti Kânununu yapdı. Bu kânun ile, her erkek vatandaşa istisnasız olarak askerlik yapmak görevi verdi. Bu kânunun birinci maddesinde aynı zamânda ATATÜRK, şöyle dedi; Neferden zâbit vekiline (hariç) kadar olanlara efrad denir. Bu cümle ile ATATÜRK, T.C ordusunda iki sınıf asker olduğunu emretdi;
Fakat 27 Mayıs darbesini yapan Coniperestiş karanlık suratlı subaylarımız, ATATÜRK’ün bu emrini de ayaklar altına aldı. Darbeyi yapdıkdan daha bir sene bile geçmeden bir kânun tertip etdiler. 211 sayılı bu kânuna TSK İç Hizmet Kânunu ismini verdiler. Ve bu kânunun 199’uncu maddesi ile 1111 sayılı Askerlik Mükellefiyeti Kânununun birinci maddesindeki “Neferden zâbit vekiline (hariç) kadar olanlara efrad denir” hükmünü iptal etdiler.
* * * * *
Böyle bir kalpazanlığı da dünyâda yapan tek ordu, ne yazık ki sâdece ve hâlâ bizim ordumuzdur. Dünyânın bilmem kaçıncı ordusuyuz diye çemkirip caka satan beyaz subaylarımıza sesleniyorum; Ahlâk, akıl, vicdân, iz’an ve şeref sâhibi iseniz şâyet çıkın ortaya! Ve dahi Bu sahtekârlığı Eski Tüfek'e izâh edin!..
* * * * *
Yemen yolu çukurdandır Zenginimiz bedel verir
* * * * *
Kurşun atanın da kurşun yiyenin de bir olduğu 1994 senesine vâsıl olduk, vesselâm!.. Türkiye, ilk defâ olmak üzere dişi bir başbakana teslim edildi. Daha doğrusu, babası Çoban Sülü etdi. Üsdelik hem Amerikan ve hem de Türk vatandaşı olan bir dişiye… Başbakanı olduğu devleti kasdederek; “Dünyânın son sosyalist devletini yıkdık” diyecek kadar küstahlaşan Hallüsinasyoncu Tansu UÇURAN ÇİLLER;
Bunları yapar iken de laf olsun torba dolsun diye “her aileye iki anahtar” veriyor(!) idi. Başbakan Tansu UÇURAN ÇİLLER bunları yapar iken Tosuncuklarından birisi olan büyük oğlu Mert UÇURAN ÇİLLER de Deniz Kuvvetlerinde “yedek subay” dümeni ile “askerlik” yapıyor idi!.. Yedek subay adayı Mert UÇURAN ÇİLLER, SAS kursuna katıldı. Fakat derslere bile girmeden kursu birinci olarak tamamladı. Çünkü; Bu kursu veren denizci yavşak subaylar; kursu birinci olarak tamamlayan “astsubayın” hakkını yediler. Ve Yedek subay adayı Mert UÇURAN ÇİLLER’i birinci yapdılar. Mert UÇURAN ÇİLLER iki kere bile denize dalmadan SAS olmuş idi de!..
Peki, Yedek subay Mert, hakikaten askerlik yapıyor mu idi?.. Bu suâlin cevâbını bulmak için; 1994 senesinin “% 10’cu” vekillerin ihâle kovaladığı TBMM’ye kadar şöyle bir uzanmamız gerekecek. Rize milletvekiki Ahmet KABİL 06 Ekim Perşembe günü meclise bir soru önergesi verdi. Bu önergenin iki ve üçüncü sırasındaki sorular oldukca câlib-i dikkat idi.
Mükellef askerlik için Askerlik Şubelerine müracaat eden bu çocukların sınıflandırılmasının Bilgisayar ile yapılıp yapılmadığını anlamak isdeyenlerin işi zor değil. Aşağıda gördüğünüz sarmaş dolaş kuzu sarması misâli şu resimlere bakın, yeterli…
* * * * *
İkinci bin yılın birinci senesine vâsıl olduğumuz günlerde Devletimizin muhterem idâre heyeti aşağıda gördüğünüz şu zevâtdan mürekkep idi…
İslamköylü Çoban Sülü; Föterini alıp 6 defâ gitmiş Fakat yedinci defâ gelişi muhteşem olmuş idi. Ve dahi Bu seferinde devletin en yüksek makâmı olan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna köskelmiş idi. Ülkemiz; devletin, devlet politikası olarak adam öldürdüğü günlere düşegelmiş idi…
Çoban Sülü ve sözde Kıbrıs Fâtihi Karaoğlan ECEVİT kafa kafaya verdiler Ve 4551 sayılı kânun ile Askerî Cezâ Kânununda ve diğer kânunlarda geçen; “Başgedikli", "Gedikli" ve "Küçük Zabit" ibarelerini "Astsubay" olarak değiştirdiler.
Fakat Aynı kânunlarda geçen “gedikli küçük zâbit” ibâresine dokunamadılar!.. Bunu yapmak için meclisde kimin nasıl kıvırtdığını öğrenmek için de Yalancının Mumu’nu tıklayın yeter.
* * * * *
2019 senesinde ilk günlerini idrâk etdiğimiz Zemheri ayının şu günlerde kendi hükümünü sürdüğü gibi; 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar Kânununun aşağıda gördüğünüz ikinci maddesi Ve dahi Bu kânundaki “gedikli küçük zâbit” ibâresi bugün de aynı şekilde kendi hükümünü sürüyor...
Hukuken mevcut olsa da Yedek Askerî Memurlar ordumuzda bugün artık fiilen yok! Bilim aklı, sağlam bir vicdân ve hür bir irâde ile tetebbu edince Bebek mâsumiyeti ile size bakan şu kânunun içine şeytânî bir hile gizlendiğini şimdi görebildiniz mi?..
* * * * *
* * * * *
* * * * *
* * * * *
Şükrü IRBIK (E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
|
Temiz iş 6 ayda olur, evlat! der idi, rahmetli Hacı Süleyman dedem! Hakikâten pek hasiyetli, çok hikmetli bir darbımesel imiş meğerse!..
Asubay Tefrikası 6’nın beşinci kısımını, 12 Şubat 2018 Pazartesi günü Eski Tüfek’de yayınlamış idik!
Mütemmim ve müteakip kısımı olan Asubay Tefrikası'nın bu altıncı kısımını da Mart ayında yayınlamayı tasarlamış idim!
Fakat olmadı bir türlü! Harcıâlem cinsinden yerli dizi değil ki bu, hergün beş bölüm birden üfürüverelim.
Yüce Allah’ın konuşmayı değil de okumayı emretmesinde, Anlayanlar için elbetde sayısız hikmet vardır. Bu sebepden dolayı mukaddes kitabımızda müminlere rabbimiz, şöyle seslenir; (Seni yaradan rabbinin adı ile) “oku!”
Allah’ın bu emirinden aldığım ilham ile yazdığım bu makâle, Temiz bir iş oldu mu, olmadı mı, onu siz okuyanlar söylesin gayrı!
Lâkin, cennet mekân Hacı Süleyman dedemin dediği ayniyle vâki oldu...
* * *
Asubay Tefrikası'nın altıncı bölüm altıncı kısımını terkip eden bu makâleyi de Ben Şükrü IRBIK, 6 ayda ancak tertip edebildim!
|
* * *
Bu makâlemiz ile aslında hiçbir alâkası yok! Lâkin Yukarıdaki sarı çerçevede Cumhurbaşkanlığı seçiminden bahsetdiğim için Şu tesbiti yapmaya mecburum; TBMM ve bütün millet huzûrunda “nâmusu ve şerefi” üzerine içdiği andına, “Cumhurbaşkanı sıfatı ile” diyerek başladı.
Fakat İçdiği bu andın ardından bir dakika sonra gazetecilere döndü ve şöyle dedi; Bana başkan deyin! ” Fesuphanallah! Daha düne kadar sen, " Reyis " değil mi idin Allah aşkına?.. Falcı değilim! Lâkin, Perşembenin geleceğini Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK, Çarşambadan gördüm bile!.. Haydi bakalım! Hiç de olacak gibi görünmüyor da!.. Gene de temenni etmesi bizden. Hepimiz için hayırlı olur inşallah!
|
* * *
“Astsubay” dedikleri biz uyduruk ve köle askerlerin aldatılmasını anlatmak için yazdığımız Asubay Tefrikası’nın altıncı bölüm beşinci kısımında; Asubayların, “subaylığa sicilen terfiini” kösdeklemek için Genelkurmay Başkanlığındaki beyaz subaylarımızın piyasaya sürdüğü elvan türlü fitne kânunları Ve Tertip etdiği akla ziyân Ali-Cengiz oyunlarını dosda-düşmâna teşhir eylemiş 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile; 1951 senesinde “astsubay” dedikleri biz asker kişilere verilen “subaylığa sicilen nakil” hakkını Sonraki senelerde tertip etdikleri aşağılık ve fitne kânunlar ile Nasıl da kıymık kıymık gasp etdiklerini belgeleri ile isbat etmiş idik!
|
* * * * *
* * * * *
Asma sakal, dikme dudak, kırpma burun, boyama bıyık, ekme saç, takma kirpik, çizme kaş! Hâsılı yalan-dolan işler...
Asubay olmak ile iftihâr eden, ordusuna hizmet etmekden gurur duyan; asubay olmak şöyle dursun, İnsan olmak hasebi ile kendisine yapılan
Ve dahi
Devletimizi ve ordumuzu kimlerin tahakküm altına aldığını, ele geçirip sömürdüğünü Ve dahi Devlet erkini kendi menfaatleri doğrultusunda Nasıl da ahlâksızca ve hovardaca kullandıklarını öğrenmek isdeyen kadirşinas vatandaşlarımıza sesleniyorum; Oku!
* * * * *
* * * * * Ey Âdemoğlu âdem!
Ya da
Böylece hem bu hikâye ve şiirin tamâmını bir iki sâniye içinde yorulmadan okuyup bitirirler... Hem yarım yamalak okumak ile makâlemizi mundar etmezler, Hem de pek kıymetli vakitlerini israf etmemiş olurlar!
* * * * *
* * * * *
Milâdî takvim 1953 senesini gösderir iken İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti hâlâ görevde idi. Millî Savunma Bakanı değişen hükûmetin idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz şu eşhâsdan müteşekkil idi.
1953 senesinde TBMM’nin kabul etdiği aşağıda gördüğünüz 6137 sayılı kânun ile; 9 senelik mecburî hizmetini tamamladıkdan sonra istifa ederek ordudan ayrılan asubaylar, “Yedek asteğmen” veya “sekizinci sınıf askerî memur” nasbedilecek idi.
Fakat İnatcı katır gibi ayak direyen Genelkurmay Başkanlarımız, TBMM’ye isyan bayrağı çekdi ve kânunun bu emrini hiçbir zamân tatbik etmedi.
* * * * *
1957 senesine vâsıl olduğumuz günlerde; İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti gene hâlâ görevde idi. Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı foter şapkalarını giymiş ve evlerinin yolunu tutmuş, Orgeneral İsmail Hakkı TUNABOYLU yeni Genelkurmay Başkanı sıfatı ile bıldır göreve başlamış, Başbakan Adnan MENDERES aynı zamânda Millî Savunma Bakan Vekili de olmuş, Ve dahi 1956 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz şu eşhâsdan müteşekkil idi.
* * * * *
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânununu TBMM, 1951 senesinde meriyyete koymuş idi. Bu kânuna göre, 9 senelik mecburî hizmetini tamamlayan asubaylar, teğmenliğe nakil edilecekler idi. Fakat Genelkurmay Başkanlığımız, bu hakka sâhip olan astsubayları teğmenliğe nakil etmedi. 6137 sayılı kânunu da TBMM, 1953 senesinde meriyyete koydu. Bu kânuna göre 9 senelik mecburî hizmetini tamamladıkdan sonra istifa ederek ordudan ayrılan asubaylar, “Yedek asteğmen” veya “sekizinci sınıf askerî memur” nasbedilecek idi. Fakat Genelkurmay Başkanlığımız, bu kânunu da tatbik etmedi. Kabul etdiği kânunlar ile TBMM’nin asubaylara verdiği hakları Genelkurmay Başkanlığımız bir bir gasp ederken günler geldi geçdi, Ve dahi Târih geldi dayandı 27 Mayıs 1960 Cuma gününe... İktidara geldiği 1950 senesinden beri Başbakan Adnan MENDERES’e Kendisinin terfi etdirdiği Coniperestiş subayları gizliden gizliye darbe hazırlıyorlar idi. Bu gizli darbe hazırlığı; Tıpkı 2016 senesi Temmuz ayının 15’indeki mübarek bir Cuma günü zuhûr eylediği gibi, 1960 senesi Mayıs ayının 27’sinde, gene mübarek bir Cuma günü koku verdi…
27 Mayıs darbesini ordu içindeki bir avuç küçük rütbeli subay tertiplemiş idi. Yüksek rütbeli subayları ya ikna, ya hapis, ya da yurtdışına sürgün etmişler idi. Darbeci subaylar, 1 saat içinde devletin önemli mevkiilerini hemen ele geçirdiler.
28 Mayıs 1960 Cumartesi günü saat 04;30’da darbe beyannâmesini O dâvudî sesi ile radyoda okuyan Kara Piyâde Kurmay Albay Alpaslan TÜRKEŞ, şöyle demiş idi; “Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve İnsan Hakları Prensiplerine tamamıyla riayettir.”
28 Mayıs 1960 Cumartesi günü Türkiye’de hükûmetin manzara-i umumiyesi, maşşallah, Allah nazardan saklasın, Sakın ha! Foto-şaka filân zannetmeyiniz lutfen!.. Tam da aşağıda gördüğünüz gibi; Altısı bir yerde ve fakat dördü aynı kişi olan “berrî” şu üç orgeneralden müteşekkil idi.
28 Mayıs 1960 Cumartesi günü sabahın seher vakinde T.C. Devletinin üzerine çöreklendiler Ve dahi TBMM dâhil olmak üzere devletin bütün dâirelerini cebren ve hile ile işgal edip ele geçirdiler. Cumhurbaşkanı ve başbakan sıfatına ilâve olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığından emekli “Aga” Cemal GÜRSEL aynı zamânda; Millî Birlik Komitesi Başkanı ve TSK Komutanı makâmlarını da cebren ve hile ile şereflendiriyor(!) idi.
* * * * *
Millî Birlik Komitesi ismi ile teşkil etdikleri hükûmet ile Darbeci subaylarımızın ilk yapdığı şey; Kendilerinin ve yedi göbek sülâlesinin istikbâlini teminât altına alan şu kânunları çıkartmak oldu.
* * * * *
Amerika’dan besleme karanlık suratlı ve darbeci subaylarımızdan mürekkep Millî Birlik Komitesi;
Bu kez de yeni bir Anayasa hazırlamak için kolları sıvadı.
İşde biz, makâlemizin bu kısımında bugün; Darbeci subaylarımızın kendilerine ballı imtiyâzlar kotardığı 926 sayılı TSK Personel Kânunu ile "Astsubay" dedikleri biz köle askerlere 1967 senesinde atdığı kazıkları ilk kez olmak üzere fâş eyleyeceğiz, inşallah!
* * * * *
27 Mayıs subay darbesinin yapıldığı târihden buyana tam 7 sene güzerân eylemiş idi. Cumhurbaşkanı; Kara Kuvvetleri Eski Komutanı “Aga” Cemal GÜRSEL, Başbakan; Mülkiyeli Suat Hayri ÜRGÜPLÜ, Millî Savunma Bakanı; Mülkiyeli Hasan DİNÇER, Genelkurmay Başkanı; Orgeneral Cevdet SUNAY idi.
Cârî mevzuâtımızın “astsubay” olarak tesmiye etdiği köle askerlerin “subaylığa tahsilen nakil” edilmesini yasaklamak için Genelkurmay Başkanlığımız maymuncuk olarak bu kez de Kendi tertip etdiği 926 sayılı TSK Personel kânununu kullandı. Asubaylara atılan bu yağsız ve çifte kazıkları fâş eylemeden evvel Bu darbe kânunu hakkında bir iki kelâm etmeliyim. Çünkü öylesine netâmeli ve şâibeli bir kânun ki... Daha TBMM’de kabul edildiği gün tefessüh etmeye başlamış!.. Üsdelik yapdıkları bu kânundan darbeci subaylarımızın kendileri bile memnun kalmamış. 27 Mayıs darbeci subaylarının hazırlayıp 1967 senesinde meriyyete koyduğu 926 sayılı TSK Personel Kânunundan evvel “Subay” ve “astsubay” olarak tesmiye edilen asker sınıfları, aşağıda gördüğünüz kendi müstakil kânunlarına tâbi idi.
Bu asker sınıflarından;
* * * * *
926 sayılı TSK Personel Kânunundan evvel hazırlanan ilk TSK Personel kânunu, Gene aynı isim ve fakat 762 kânun sayısı ile 20 Nisan 1967 târihinde meclis gündemine geldi. Fakat daha meclisde görüşülemeden kadük oldu.( M. Meclisi B: 89, 20.4.1967, O: 1) 926 sayılı TSK Personel Kânununun; TBMM gündemine gelmesi, müzâkere edilmesi ve kabul edilmesi hakkında dikkat çeken şu bilgileri verelim.
926 sayılı ve TSK Persenel Kânunu isimli kânunun meclis müzâkeresi o kadar uzun süre devâm etdi ki... Meclisde görüşmelerin başladığı gün;
Ve dahi
Bu kânunun kabul edildiği günü göremedi. 926 sayılı kânunun TBMM’de kabul edildiği 27 Temmuz 1967 Perşembe günü ise devletin başında şu adamlar oturuyor idi.
Başbakan; İslamköylü ve barajlar kralı nâmı ile mâruf Çoban Sülü, Millî Savunma Bakanı; Mülkiyeli Ahmet TOPALOĞLU, Genelkurmay Başkanı; Gelmiş geçmiş en nobran ve en kalın kafalı Genelkurmay Başkanı olarak nâm salan Orgeneral Ahmet Cemal TURAL idi.
* * * * *
926 sayılı TSK Personel Kânun tasarısını görüşmek üzere TBMM, 09 Temmuz 1965 Cuma günü ilk kez içtima eyledi. 143 sayılı Birleşimde söz alan Tokat vekili hukukcu Ali DİZMAN, TSK Personel Kânun tasarısının temel hedeflerini şu sözleri ile tasrih etdi;
Aynı birleşimde söz alan Erzurum vekili aşağıda gördüğünüz Şerafettin KONURAY ise, TSK Personel Kânun tasarısının temel hedeflerini şu muhteşem(!) sözleri ile özetledi;
Gömlek değişdirir gibi parti değişdiren harbiye kaçkını Şerafettin KONURAY’dan sonra Millî Savunma Komisyon Sözcüsü sıfatı ile gene harbiye kaçkını olan başka bir subay aldı sazı eline;
İsmail SARIGÖZ, Genelkurmay Başkanlığı yapmış emekli subaylara, yabancı memleket dediği Amerika’nın verdiği hakların verildiğini gurur ile söyledi. Fakat< |