Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar 6—5—
Gel vatandaş, gel!
Dünyânın başka hiçbir memleketinde göremezsin böylesini...
Aldatmanın en alçak ve en ahlâksızı; kandırmanın en kalleşi bu tefrikada...
- “Tâlihsiz kuvvet” cenderme’de,
- Karada,
- Denizde
Ve
En çok aldatılan, en çok sömürülen ve hakları en çok gasp edilen vatandaş zümresi,
Bu memleket ordusunun “köle askerleri” olan “asubaylardır.”
Yazması sünnet, okuması farz; bunu böyle bilesiniz! Sünnete râzı olan Eski Tüfek; gündüzünü gecesine eş eyledi ve yazdı! Okuması da siz muhterem karilerin üzerine farz oluyor gayrı! |
* * * * *
Hayât;
|
* * * * *
Asubay dedikleri köle askerleri “kandırmak” ve “aldatmak” için yapdıkları şerefsizliği anlamak için
Asubay Tefrikası ismi ile Eski Tüfek’de neşretdiğimiz evvelki bölümlerde bugüne kadar yapdığımız gibi
Bugün de gene öyle yapacağız, inşallah!
Çünkü; Bugün biz asubayları mahkûm etdikleri insanlık dışı ve aşağılık koşulları;
Ki isdiyoruz,
|
* * * * *
Usta katır, sırtındaki yükü atmasını bilir!..
Teşbihde hatâ câizdir; Genelkurmay Başkanları da tıpkı usta katır misâli
1951 senesinden beri sırtında taşıdığı “astsubayları subaylığa nakletmek” yükünü,
Usta “kumpaslar” ile sırtından atmasını öyle bilmişler ki!
Duyanlara dodak ısırtacak cinsden. Helâl olsun vallahi...
Genelkurmay — Millî Savunma — TBMM üçgeninde çevirilen kumpasları seyreylemek için Apaz dolusu para verip de akabinde tiyatroya kadar taban tepmenize lüzum yok! Çünkü; Kitapsız yazar ben Şükrü IRBIK bu kumpaslar tiyatrosunu;
Seyreylemek için sizin de yapmanız gereken biricik şey var; Beleşinden okumak! |
* * * * *
Memleketimizde Demirgırat Partisinin iktidâr borusunu aşk ve şevk ile üfürdüğü
Ve dahi
Adnan MENDERES ve Celal BAYAR ikilisinin “Türkiye’yi küçük Amerika yapmak” için yarışdığı günlerde;
Ve dahi
|
* * * * *
“Astsubay” ismini verdikleri köle askerlere;
Subaylarımızın bugüne kadar atdığı elvan türlü kazığı şimdilik bir kenâra bırakıp
Akabinde de
Aşağıda gördüğünüz şu itirafnâme hakkında bir iki kelâm edeceğim, müsaadeniz ile...
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığı yapmış Mustafa Rüştü ERDELHUN’un,
Amerikalı bir “çavuş”’a parkasına giydirdiği son 65 seneden beri sokaklarda söylenir durur idi.
Bu tevâtürün doğru olduğunu iddia edenler kadar inkâr edenler de az değil idi.
Meğerse şehir efsânesi filan değil, fakat hakikâtın ta kendisi imiş!..
Tümgeneral rütbesi ile Tümen Kumandanı Mustafa Rüştü ERDELHUN Erzurum’da Amerikalı bir “çavuş”’un;
- Hem parkasını sırtından alıp vestiyere vermiş,
- Hem de vestiyerden aldığı o parkayı Amerikalı bu “çavuş”’un sırtına giydirmiş...
İşde belgesi...
Şefik SOYUYÜCE isimli süvâri subayımızın, 1960 subay darbesini İnceleme Alt Komisyonu’na
Daha şunun şurasında 6 sene evvel verdiği ifâdesi;
Subaylarımızın “ast subaylar” hakkında ne düşündüğüne dâir çok önemli ip uçları veriyor bize.
Bu cümleden olmak üzere;
Üsteğmen Şefik’in ifâdesinde dikkatimi celbeden üç husus var ki bir şeyler söylemeye mecbûrum.
1952 senesinde üsteğmen rütbesinde bir subay olan Şefik YÜCESOY, yaşadığı olayları anlatırken
“Amerikan Ordusunda bile astsubayın, general ile aynı masaya oturamayacağını” iddia etmiş!
- Bu subayımız Amerika’ya gidip, Amerikan ordusundaki asker sınıflarını tetkik etdi mi?
- Bir iki Amerikan subayı ile ya da Amerikan çavuşu ile oturup iki kelimelik muhabbet etdi mi?
Ya da
- Amerikan Anayasası’nı ve Amerikan Ordusunun Personel Kânununu okudu mu, bilemiyorum.
Fakat
Bunların hepsini yapmış ya da yapmamış olsa bile fark etmez!
Zere,
Üsteğmen Şefik’in üç şeyi bilmediğini ben Şükrü IRBIK gâyet iyi biliyorum;
1. Şefik Üsteğmen, Amerikan Ordusunda “astsubay” ismi ile uyduruk bir asker sınıfı mevcut olmadığını bilmiyor.
2. “Astsubay” dediği o askerin de aslında “erbaş” sınıfına dâhil olduğunu bilmiyor.
3. Amerikan ordusunda çavuşun bile yerine göre general ile aynı masaya pekâlâ oturduğunu da bilmiyor.
Darbe komisyonuna ifâde verdiği 2012 senesinde 88 yaşında idi! Kendisi bugün zihayât er kişi ise şâyet;
Ve
- Asubay Tefrikası -3- isimli makâlelerimizi okumasını tavsiye ederim.
Bu makâlelerimizi okumaya tenezzül eder ise şâyet, Şefik üsteğmen görecek ki İlk Anayasa’sını yazdığı 15 Kasım 1777 senesinden beri Amerikan Ordusunda sâdece 2 sınıf asker var; 1. Er 2. Subay |
27 Mayıs'ın "karakutusu" darbeci üsteğmen Şefik’in bilmesi gereken bir başka husus da şudur;
Kendisinin yaşadığı ve anlatdığı olaylar, 1952 senesine aitdir. 5802 sayılı Astsubay Kânunu, Şefik üsteğmen’in yaşadığı bu olaylardan bir sene evvel, 1951 senesinin Temmuz ayında meriyyete girmiş idi. 2012 senesinde komisyona verdiği ifâdesinde “astsubay” tâbirini kullandığına göre Şefik üsteğmen, “astsubaylığın” ne olduğunu biliyor idi.
Fakat
Bu konuda Şefik üsteğmen’in bilmediği başka bir husus daha var. O da şudur; 5802 sayılı Astsubay Kânununun daha birinci maddesinde, “astsubay” dedikleri askerlerin, “subay yardımcısı” olduğu yazılıdır. Bu kânunu da yüce Türk milletinin yüksek irâdesinin yegâne tecelligâhı olan TBMM kabul etdi ve meriyyete koydu.
Açsın, baksın, okusun, öğrensin!
Amerikan Ordusunun Personel Kânununda bile böyle hüküm yokdur. Bu hakikâtı serdetdikden sonra Üsteğmen Şefik’e şu suâlleri sorayım, izini ile;
|
* * * * *
Amerikan Coni Ne Yapıyor, Türk Mehmetcik Ne Yapıyor?
Coni erinin Amerikan Ordusu ile,
Mehmetcik erinin Türk Ordusunu mukâyese etmesi için
Darbeci Üsteğmen Şefik’e bir çift suâl daha sorayım;
Lâkin, evvelâ ben Şükrü IRBIK’ı bir yol dinlesin hele!..
Doğuşdan iyi bir asker olan ve İkinci Dünyâ Harbi esnâsında HİTLER Almanya’sını nerede ise tek başına ele geçirecek kadar gözü kara davranan Amerikalı Korgeneral PATTON’u kendisi herhâlde biliyordur.
Kıtaların ötesinden Avrupa’ya gelen tâze kuvvet Coni’ler, HİTLER ile İtalya’da harb ediyor idi. Daha önce hiç harp yüzü görmemiş Coni’lerde kısa zamanda savaş yorgunluğu başladı. Cephe Komutanı Korgeneral PATTON, Sicilya’da kurduğu bir sahra hastahânesinde yatan yaralı askerlerini ziyâret ederken orada duran iki er dikkatini çekdi. Yarası beresi olmayan bu erlere niye savaşmadıklarını sordu. Erler, savaş yorgunu olduklarını ve savaşmakdan korkduklarını söylediler. Aynı çadırda eli ayağı kopmuş yaralı erlerin inlemesinin yanında bu lafları duyan PATTON, aldığı cevâp karşısında hiddetine mâni olamadı. Ve bu iki ere birer tokat aşketdi.
PATTON’un iki eri tokatladığını duyan ordu,
Hemen durdu...
HİTLER’i piyâde kovalayan Coni, düşmanı tâkip etmeyi hemen durdurdu!..
Tanklar, toplar, jipler, cemseler kontak kapatdı, hemen durdu!..
PATTON’un yanındaki gazeteciler
Haberi ânında okyanus ötesine uçurdu.
Coni Genelkurmayı ve Amerikan halkı bu haber karşısında kelimenin tam anlamıyla ayağa kalkdı.
Bütün millet savaşı ve savaşda ölen evlâtlarını bir yana bırakdı
Ve tokat yiyen bu iki eri konuşmaya başladı.
Amerikan Genelkurmay Başkanı meşhur MARSHALL şöyle dedi;
- Tokatlanan bu iki erimizin gururu incinmişdir. Gururu incinen er, harp edemez!”
Tokat, gurur ve er...
- Er, bizde var,
- Tokat da bizde var da...
- Gurur nerede?..
Demekki erin olduğu yerde tokat ve gurur aynı anda olamıyormuş!...
Komutanının dövdüğü o iki er,
Harbde ölen yüzbinlerce erden daha fazla tesir bırakdı Amerikan halkının üzerinde...
Amerikalı analar şöyle haber gönderdi PATTON’a;
- “Biz, çocuklarımızı harp etsinler diye verdik sana. Tokat atasın diye değil!”
- “Çocuklarımız, düşmân ateşiyle ölürse bunu anlarız.
- Fakat onları dövmeni asla kabul edemeyiz!”
PATTON’un âmiri olan EISENHOWER, aynı gün bir telgraf çekdi.
Ve şöyle dedi; “Tokatladığın o iki erden derhâl özür dile!”
PATTON’un önünde iki tercih var idi;
- Ya istifâ edip çok sevdiği askerlik yaşantısına böyle kötü bir şöhret ile vedâ edecek idi.
- Ya da tokatladığı iki erden özür dileyecek idi.
Askerlik mesleğini tutku derecesinde seven ve aslında iyi bir subay olan Korgeneral PATTON
İkincisini tercih etdi.
HİTLER’in uçaklarının gökden yağdırdığı bomba sağanağı altında PATTON,
Bütün subay ve erlerini hemen orada, harb meydânında ictimâ eyledi.
Ve binlerce subay ve erinin huzurunda,
Tokatladığı o iki Coni erinden özür diledi...
Ve dahi
Ordu, tekrâr yürüdü...
Bu târih dersinden sonra, darbeci Üsteğmen Şefik! Şimdi, şu bir çift suâlime cevâp ver bakayım! Asteğmen olarak rütbeyi takdığın ilk günden, ordudan ayrıldığın son güne kadar sen;
|
* * * * *
Tugay Komutanı Tümgeneral Mustafa Rüşdü ERDELHUN’a olan kin ve öfkesini kusarken,
Zıvınadan çıkıp nefret zehirlenmesine uğrayan Şefik üsteğmen;
“Astsubay” dediği köle askerler hakkında zihninin gerisinde birikdirdiği kokuşuk nefreti kusmuş!
Genelkurmay Başkanlığı karargâhındaki yarısı FETÖ’cü olduğu 15 Temmuz’da ortaya çıkan Amerikan uşağı beyâz subaylarımızın da
Tıpkı Şefik üsteğmen gibi, astsubaylara bugün dahi aynı kin ve aynı nefret ile bakdığını kendileri biliyor,
Biz asubaylar da biliyoruz!..
1951 senesinden beri subaylarımızın, köle asker olan asubaylara karşı beslediği
Ve dahi
Bir türlü bitip tükenmeyen bu kin ve nefretlerinin temelinde yatan hakikât ise şudur;
- Kendilerinden daha kâbiliyetli,
- Daha zeki,
- Daha ferâsetli,
- Daha hamiyyetli,
- Daha şerefli,
- Daha şahsiyetli,
- Daha ahlâklı
Ve
- Daha yiğit asubaylara karşı duydukları derin ve sonsuz hazımsızlıkdır.
Tanıdığım ve kardeşim kadar sevdiğim çok sayıda subayımız elbetde bu sözümden münezzehdir. Çünkü bu subaylarımız; hakikâtin hakkını verdiler ve beni takdir etdiler.
Fakat
Kendisinden daha iyi İngilizce konuşduğum her subayımızın bana karşı beslediği gizli kıskançlığı ve derin nefreti görevde iken her dâim hissetmişimdir. Bu subaylarımızın beni kendilerine karşı rakip olarak görmeleri ise beni hep güldürmüşdür.
Netice itibârı ile; Acar tazı çullu da belli olur, çulsuz da!.. Kahramanlık ile rütbe arasında mutlak bir bağlantı olamaz! İşde bu sebepden dolayı “Astsubay” dedikleri köle asker sınıfını lağvetmek, en başda subaylarımızın işine gelecek.
Çünkü
Kendilerinden her bakımdan daha üstün vasıflı ve çaplı “astsubay”lardan ancak böyle kurtulacaklar.
* * * * *
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin 6’ıncı bölüm 5’inci kısımında bugün inşallah, Bir tek konuya kalem batıracağız; Astsubay dediğimiz köle askerlerin “sicilen subaylığa nakil hakkının” nasıl gasb edildiğini göreceğiz. |
Kumpaslar ile süslediğimiz “kaşkarikolar” ve “aldatmacalar” tiyatromuzu seyretmeye başlamadan evvel
Meselenin kolay anlaşılması için Demirgırat partisinin saltanât sürdüğü 1950’li senelerde
Türkiye’nin içine düşürüldüğü “siyâsî, itibârî ve askerî bataklık” hakkında kısa bilgi verelim.
1948 senesinde Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ ile başlayan Coni’ye yamanma sevdâsının neticesi olarak
5802 sayılı Astsubay Kânununun kabul edildiği 1951 senesinde Türkiye, Amerika’nın dümen suyuna çokdan girmiş idi bile...
TBMM’den izin almaya tenezzül bile etmeyen Başbakan Adnan MENDERES hükûmeti,
NATO’ya girmenin bedeli olarak; günlüğü 23 cent’e mâl olan 5.000 Mehmetciğimizi,
Amerika’nın kuyruğunda dünyânın öbür ucundaki Kore’ye ölüme göndermiş idi.
Türkiye'de bizim Türk general, Amerikalı Coni Çavuşuna parkasını giydirir iken
Amerikalı Coni yerine mayın eşşeği gibi mayın tarlasına sürülen ve kolu bacağı kopan bizim Mehmetciğimiz ise
Kendisini hastahânede ziyârete gelen Amerikalı Coni generalinin elini öpüyor idi.
* * * * *
İkinci Dünyâ Harbinden sonra elinde kalan silâhları Amerika, bir an evvel başından savmak isdiyor idi.
Çünkü;
Gemilere ve uçaklara doldurup dünyânın dört bir bucağından Amerika’ya geri getirdiği dağlar kadar çok mikdardaki bu silâhları depolamanın bile milyarlarca dolar mâliyeti var idi. Ekserisi hurda olan bu silâh dağlarını Amerika için elden çıkartmanın en ucuz yolu, bu silâhları henüz rüyâsında bile göremeyen Türkiye gibi geri kalmış ülkelere, yenisi fiyatına kakalamak idi. Amerika’ya dâvet edip bir kaç gün gezdirip yedirip içirdiği ve sırtını sıvazlayıp eline üç-beş dolar harcırah sıkışdırdığı göbekden besleme, belden gıvırtmalı Coniperestiş subaylarımız vasıtası ile de bu işi pekâla yapabilir idi. Truman Doktrini ve Marşal Planı ismini verdiği dümenler ile öyle de yapdı...
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı;
Rüyâsında bile görmediği Amerikan artığı bu silâh ve cihazları, gözlerini kırpmadan yenisi fiyâtına almasına satın aldılar. Çünkü, parasını kendi ceplerinden ödememişler idi nasıl olsa!
Lâkin,
O vakitlerde ordumuzda bu silâhları kullanmasını bilen askerimiz yok idi, bu bir!
Sen paşa, ben aga! Bu inekleri kim saga?..
Hangi askerimizin kullanacağını da bilmiyorlar idi, bu da iki...
Soba borusu değil ya!
İmâl etmediğin, içini görmediğin ve teknolojisini, dilini, dişini bilmediğin silâhı nasıl kullanacaksın?
Bu silâhların kullanılmasını öğretmek için Coni’nin Amerika’da verdiği eğitimlere de
Coni doları ile ödenen harcırahları cebe indirmek, Amerika’da gezip tozmak için can atan subaylarımız gitdi. Bu kurnaz subaylarımız Amerika’ya varınca gördükleri karşısında pek şaşırdılar. Çünkü, subaylarımızın rüyâsında bile görmediği bu müthiş silahları, Amerikan Ordusunun tek pırpırlı er Coni’leri kullanıyor idi. Memlekete gelir gelmez verdikleri tekmilde Genelkurmay Başkanına da anlatdılar. Fransızca bilen Genelkurmay Başkanının kendisi de bu duruma epeyi şaşırdı ve Fransız kaldı.
Hurda dahi olsa rüyâmızda bile görmediğimiz silâhları Amerika, yenisi fiyâtına bize kakalamış idi.
Bu silâhları kullanmasını öğrenmek için verilen eğitimlere de
Üç beş Coni doları harcıraha teşne olan subaylarımızı göndermiş idik bir kere...
Ancak ne var ki;
Amerika’nın verdiği bu silâhları, Amerikan ordusunun subayları değil fakat Amerikan erleri kullanıyor idi.
Amerika’da, Amerikan silâhlarını kullanma eğitimi alan subaylarımız, orada bir şey daha fark etdi!
Amerikan ordusunda sâdece iki sınıf asker var idi; 1. Alaylı Mükellef Er 2. Mektebli Muvazzaf Subay |
Memlekete gelir gelmez verdikleri tekmilde, Genelkurmay Başkanına bu durumu anlatdılar.
İşde tam da bu konuda;
Bizim her boku bilen subaylarımız, kesdaneyi çizdirmek durumu ile karşı karşıya geldiler.
Amerika’dan satın aldığımız Amerikan silâhlarını Türk subaylarına Amerika’da, Amerikan Coni erleri öğretdi.
Fakat
Amerikan silâhlarını, Amerika’da, Amerikan erlerinden öğrenen subaylarımız memleketimize gelince,
Amerika’da kullanmayı öğrendiği Amerikan silâhlarını Türkiye’de, kendi ordusunda kullanmayı reddetdi.
Tüyü bitmemiş yetim rızkından kesip Amerikan doları ile satın aldığımız İkinci Dünyâ Harbi artığı hurda silâhlar
Fakat
|
Amerikan Coni erlerinden “tak-çıkart”, “indir-kaldır”, “doldur-boşalt” ve “otur-kalk” şeklinde emir almakdan utanmayan, gocunmayan beyaz subaylarımız,
Türkiye’ye geldiklerinde, eğitimini aldıkları bu silâhları kullanmayı gururlarına yediremedi.
İşde, tam da bu noktada Genelkurmay Başkanı ve MSB, derin bir yol ayırımına geldiklerini fark etdiler;
Ordumuzu “hayt- huyt, cart-curt, sus-konuşma!” diyerek ceberrut emirler ile idâre etmek dönemi artık sona ermiş,
Bizim subaylarımız isdemese de; sadâkat ve rütbe değil fakat bilgi, kâbiliyet ve liyâkat dönemi başlamış idi.
Bir başka ifâde ile ordumuzun;
Bilâkis,
|
Şu hâlde, Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanımızın önünde kaçamayacağı iki tercih var idi;
1. Amerika’dan satın aldığımız Amerikan silâhlarını kullanmak üzere o vakit ordumuzda mevcut olan “muvazzaf gedikli erbaş” denilen askerimizi eğitmek
Ya da
2. Zâten iflâs etmiş durumda olan “muvazzaf gedikli erbaş” sınıfını;
- Evvelâ yeni teşkil edecekleri uyduruk “muvazzaf astsubay” sınıfına terfi(!) etdirmek,
- Akabinde ise kıdemli başçavuş rütbesine terfi eden bu astsubaylardan;
- İsdeyenleri, “teğmenliğe” nakletmek ve kıdemli yüzbaşılığa kadar terfi etdirmek,
- İsdeyenleri, subay sınıfına dâhil olan “askerî teknisiyen” ya da “askerî kâtipliğe” nakletmek,
- “Orduda bedbin bir zümre yaratmamak” ve istekli kimselerin çalışmasına imkân vermek için; bu tercihlerin hiçbirisini isdemeyenleri de 9 senelik mecburî hizmet sonunda “terhis etmek” idi.
Nasıl? Gözel mi?..
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısının esâs hedefleri, işde yukarıda gördüğünüz gibi idi. Bu hedeflerin merkezinde ise “kıdemli başçavuş” rütbesine terfi eden astsubayların “teğmenliğe nakledilmesi” şartı ve hakkı var idi.
Başbakan Adnan MENDERES hükûmeti;
- Astsubay Kânununu işde, bu maksat ile “hazırladı”,
- Vekilllerimiz, bu maksat için meclisde ellerini kaldırıp “evet dedi”,
- Meclisimiz de bu maksat için kabul edip “meriyyete koydu.”
Bu kânun, maksadına uygun olarak tatbik edilse idi şâyet biz asubaylar;
Sırf “asubay” olduğumuz için son 67 seneden beri bugüne kadar yaşadığımız binbir türlü itilme-kakılma, haksızlık, ıstırap, kalleşlik, nâmussuzluk ve mağduriyetlere mâruz kalmayacak idik!
Fakat
1951 senesinde tatbikata koydukdan hemen sonra peşpeşe çıkartdırdığı yeni kânunlar ile;
Genelkurmay Başkanı ve MSB, 5802 sayılı Astsubay Kânununun bu hükümlerini işlemez hâle getirdi.
Bu kânunun en temel hedefi olan ve astsubaylara verdiği “teğmenliğe nakil” hakkını da
Genelkurmay Başkanı ile el ele veren Millî Savunma Bakanı, gözlerimizin içine baka baka gasp etdi.
Parsa toplamaya gelince övüngen, semirgen, üfürgen ve böbürgen
Ve fakat iş yapmaya gelince sömürgen oluveren bizim beyaz subaylarımız,
Hakkını verelim, saksıyı iyi çalışdırdı!
Amerika’dan satın aldığımız Amerikan silâhlarını kullanmak ve kendi erlerimize öğretmek görevini,
“Astsubay” dedikleri ve söz verdikleri hâlde “teğmenliğe naklet -me- dikleri” köle askerlerin sırtına yıkdı.
ATATÜRK, Osmanlı saltânatını yer ile yeksân etdi ve yerine Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdu.
Fakat
ATATÜRK’ün goltuğuna tüneyen ve ATATÜRK’ün zâbiti olduğunu söyleyen beyaz zâbitan heyetimiz, Osmanlı’dan tevârüs etdirdiği saltanâtın tatlı nimetlerini; astsubay menşeli bu subaylar ile paylaşmak isdemedi.
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile Genelkurmay Başkanları;
- “Askerî memurların” yapdığı bütün işleri “astsubayların” sırtına yıkdı,
- Subay muadili olan “askerî memurluğu” fiilen ilgâ etdi. Ve böylece subay lojmanları ve subay sosyal tesislerinin yegâne sâhibi oldu,
- “Askerî teknisiyen” ve “askerî kâtiplik” sınıfını maksatlı olarak ilgâ etdi. Ve böylece astsubayların, subay sınıfına dâhil olan bu sınıflara naklini de kasıtlı olarak engelledi.
Yapılan bu şerefsizliklerin ve hak gasplarının neticesinde de;
- Bugün artık kendini çekemez duruma gelen
Ve dahi
- Fiilen ömrünü tamamlayıp iflâs eden uyduruk “astsubay” sınıfının ortaya çıkmasına sebep oldular.
* * * * *
- Mâdemki Amerikan Ordusunda “er ve subay” olmak üzere iki sınıf asker var,
- Mâdemki Amerikan silâhlarını satın alıyoruz,
- Mâdemki Amerikan ordusunda aynı silâhları Amerikan Coni erleri kullanıyor,
- Mâdemki Amerikanca’dan tercüme etdiğimiz Sahra Tâlimatları (ST) ile yatıp kalkıyoruz,
- Mâdemki Amerikan askeri gibi yürüyüp, Amerikan askeri gibi tâlim-taallüm ediyoruz,
- Mâdemki Amerikan askeri gibi giyinip, Amerikan askerleri gibi yeyip-içip, sıçıyoruz...
Öyle ise;
Amerikan Ordusunun yapdığı gibi
Biz de kendi ordumuzu “er ve subay” olmak üzere iki sınıf olarak teşkil edelim diyen bir tek cesur, basiretli ve nâmuslu subayımız çıkmadı ortaya...
Her zamân yapdıkları gibi,
Amerikan silâhlarını kullanacak asker temin etmek konusunda da gene;
- Kendi menfaatlerini,
- Kendi keyiflerini,
- Kendi rütbelerini,
- Kendi istikbâllerini,
- Kendi midelerini düşündüler.
Ve çâre olarak da kendi akıllarınca;
- “Astsubay” dedikleri gedikli erbaş’dan bozma “sözde yeni bir asker sınıfı” teşkil etdiler.
Aslında yeni teşkil etdikleri “astsubaylık” her ne kadar Amerikan ordusunda mevcut değil ise de
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile astsubaylara verilen haklar, bugünkü haklardan bile daha iyi idi.
Peki,
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanımız,
1951 senesinde astsubaylara verdiği sözleri, acap tutdu mu?
Gereken koşulları hâiz astsubayları hakikâten “teğmenliğe nakil” etdiler mi?
Şimdi iltifât buyurur iseniz şâyet,
Devletimiz ve ordumuzun “astsubay” olarak tesmiye etdiği askerlere;
- “Sicilen subaylığa nakil” hakkının 1951 senesinde nasıl verildiğini,
- 1951 senesinden sonra peşpeşe peydahlanan kânunlar ile bu hakkın gizlice nasıl “gasp edildiğini”,
İlk defâ Eski Tüfek’de olmak üzere fâş eyleyelim, inşallah.
* * * * *
14 Mayıs 1950 Pazar günü yapılan milletvekili seçiminde reylerin %55’ini alan Demokrat Parti, CHP’nin 27 senelik iktidârına son verdi. Ezeli rakip olan selef Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ ile halef Cumhurbaşkanı Celal BAYAR arasındaki sidik yarışını, ikincisi kazandı. Devleti ele geçiren Demokrat Partisi; Türkiye Devletini Amerika’ya verdiği söz doğrultusunda yeni başdan tasarlamaya başladı. Bu değişim-dönüşüm-benzeşim çabalarının ilk deneme tahtası ise ordumuz oldu. Amerikaya’dan aldığı söze güvenerek uzun süre iktidârda kalacağına inanan DP Hükûmeti, kendi iktidârına tehdit olarak gördüğü ordumuzu hemen rapt-u zapt altına almaya başladı. Başbakan Adnan MENDERES, kendilerini devletin sâhibi zanneden Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay İkinci Başkanı, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile ordu komutanlarına foter şapkalarını giydirdi. Çünkü Sam Amca öyle emretmiş idi. Bu ekâbir takımının yerine de Amerika’nın yazıp ellerine verdiği reçeteye göre devleti idâre etmeye söz veren Başbakan Adnan MENDERES “tak diye söylediğini şak diye yapacak etekli paşalar” arıyor idi. Filhakika buldu da...
İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES, 20. Hükûmeti 09 Mart 1951 Cuma günü teşkil etdi.
Aynı gün itibârı ile;
Sam Amcanın intihâb ve tâyin etdiği T.C. Devleti idâre heyeti aşağıda gördüğünüz eşhâsdan müteşekkil idi.
İkinci kez başbakan goltuğuna oturdukdan sâdece 3 ay sonra Adnan MENDERES;
6/7 Haziran 1951 târihinde TBMM’ye şöyle bir dilekce verdi.
Ve dahi
Ordumuzda “astsubay” ismi ile sözde “yeni bir asker sınıfı” ihdâs edilmesini meclisden arz etdi.
“Astsubay” olarak tesmiye etdiği “yeni” asker sınıfının ihdâs edilmesinin gerekcesini de
Adnan MENDERES, târih huzûrunda şöyle izah etdi, yüce meclisimize;
1. Modern harb silâh ve araçları ile teçhiz edilen silâhlı kuvvetlerimizde, bu modern harb silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip ve yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına olan ihtiyaç çok fazladır. Evvelce küçük zabit denilen ve daha sonra gedikli erbaş olarak adlandırılan bu sınıfın statüsünde zaman zaman değişiklikler yapılmak ve hukuki durumlarının çeşitli kanunlarla tesbiti suretiyle bu sınıfa rağbet teminine çalışılmışsa da tatbikatta edinilen tecrübeler bütün bunların bilhassa muharip sınıflara rağbeti sağlamak için kâfi olmadığını göstermiştir. Bu kanun tasarısı ile muharip astsubaylara aylıkla birlikte, liyakat gösterenlerin subay nasbedilmeleri ve kıdemli yüzbaşılığa kadar yükselmeleri sağlanmak suretiyle rağbetin arttırılması düşünülmüştür. Bu suretle Anadolu'nun küçük kasabalarında ortaokuldan fazla tahsil imkânını bulamamış yüksek kabiliyetli Türk çocuklarına daha geniş hizmet imkânları verilmiş ve liyakatleri ile mütenasip rütbelerle taltif edilmeleri de imkân dâhiline girmiş olmaktadır. Böylece kazanılacak Teğmen-Yüzbaşı rütbesindeki sınıf subayları ordu subay mahrutunun kaidesini teşkil edecek ve Harb Okulunda yetiştirilecek subayların daha uzun süreli bir tahsile tâbi tutularak yüksek komuta için daha yüksek kapasitede eleman yetiştirilmesi de sağlanmış olacaktır. Muharip astsubay ve takım komutanı ihtiyacını sağlıyarak ordu hizmetlerinin mükemmelleştirilmesi ve bu elemanların durumlarının normal bir hale getirilerek çalışma azim ve şevklerinin artırılması düşüncesi ile mevcut kanun üzerinde yeniden çalışmalar yapılmasına mecburiyet duyulmuş ve bu kanun tasarısı hazırlanmıştır. 2. Bu kanun tasarısında (Gedikli erbaş) tâbiri kaldırılmış ve bunların subaylığa da yükselecekleri göz önünde tutularak (Astsubay) denilmesi uygun görülmüştür. Keza Başçavuştan sonraki (Başgedikli) rütbesi de (Kıdemli Başçavuş) olarak değiştirilmiştir. 3. Gedikli erbaşların evvelâ mecburi hizmetleri 12 yıl idi. 5619 sayılı Kanunla bu süre subaylar gibi 15 yıla çıkarılmışsa da astsubayların başçavuş rütbesi dâhil olduğu halde;
(....) 6. Diğer taraftan halen orduda askerî memurlar tarafından yapılan görevlerin bu hizmetler için yetiştirilmiş astsubaylar tarafından yapılması daha faydalı mütalâa edildiği için tasarıda buna imkân sağlıyacak hükümlerden başka
Maaş durumları ile muadeletleri göz önünde tutularak yedinci sınıftan başlamak ve kıdemli beşinci sınıfa ve 80 lira asli maaşa kadar yükselmeleri imkân dâhiline alınarak ordunun bu ihtiyacının sağlanması esasları temin olunmak istenmiştir. Bu suretle kaynağı kapatılmış olan askerî memurlar bugün için bizzarure bu görevlerde çalıştırılan sivil memurlar zamanla tasfiye edilebilecek ve orduda bu hizmetleri görecek disiplinli bir sınıf meydana getirmek mümkün olabilecektir. 7. Astsubaylardan yetiştirilecek;
Astsubaylıkta geçirmek zorunda kaldıkları süreler göz önünde tutularak bu sınıflara geçerken maaşlarının 40 lira aylık aslından başlatılması hem zaruri ve hem de rağbeti temin bakımından faydalı görülmüştür. 9. Astsubay Kanun tasarısı ile astsubaylar için kurulmak istenen hukuki statü ile diğer devlet memurları statüsü hemen hemen aynı durumda bulunduğundan tasarıda birçok hükümlerin bu umumi esaslara atfedilmek suretiyle tesbiti tercih olunmuş hususiyet gösteren mevzular için ayrı hükümler sevkedilmiş ve bu arada bugünkü kanun hükümlerinde noksan görülen hususlara yeni tasarıda yer verilmiştir. |
Yukarıda gördüğünüz GEREKÇE’de Başbakan Adnan MENDERES’in sarahâten ifâde etdiği üzere;
Anadolu'nun küçük kasabalarında ortaokuldan fazla tahsil imkânını bulamamış yüksek kabiliyetli Türk çocukları;
- Astsubay okulunda 2 sene eğitim aldıkdan sonra “çavuş” rütbesi ile ordumuza intisâb edecek,
9 sene muvazzaf hizmetin sonunda;
- Teğmenliğe
Ya da
- Subay sınıfına dâhil olan askerî teknisiyen veya askerî kâtip sınıfına nakledilecek idi.
5802 sayılı Astsubay Kânununda “Astsubay” ismini verdikleri askerler hakkında iki önemli husus daha var idi;
Birinci husus şu idi; Başbakan Adnan MENDERES’in, kânun “Gerekce”’sinin 6’ncı maddesinde söylediği üzere; subay sınıfına dâhil olan “askerî memurların” yapdığı bütün işleri “astsubay” ismini verdikleri sözde yeni askerler yapacak ve bunun neticesinde de lüzumsuz gördükleri “askerî memur” sınıfını lağv edecekler idi. İkinci önemli husus da şu idi; Astsubay Kânun tasarısının “Gerekce”’sinin 9’uncu maddesinde ifâde edildiği üzere, astsubayların “hukuki statü”sü, diğer devlet memurları statüsü ile “ hemen hemen aynı duruma ” getirilecek idi. |
* * * * *
Millî Savunma Bakanlığının hazırladığı ve aşağıda gördüğünüz kânun tasarısından da anlaşıldığı üzere
“Astsubay Kânunu” ismi ile meclise gelen kânunun esâs amacı,
“Astsubay” dedikleri askerleri 9 senelik muvazzaf hizmetin sonunda “teğmenliğe nakletmek” idi.
Yüksek Başkanlığa
Ast subaylar hakkında Millî Savunma Bakanlığınca hazırlanıp Bakanlar Kurulunun 20.IV.1951 tarihli karariyle Yüksek Meclise sunulan ve Komisyonumuza havale buyurulmuş olan kanun tasarısı, gerekçesiyle birlikte Millî Savunma Bakanı Hulusi Köymen ve Bakanlık temsilcileri de hazır oldukları halde incelendi. Yeni silâh ve araçlarla teçhiz edilmiş ve muhtelif sanayi kolları ile sıkı sıkıya ilgilenmiş olan modern ordularda, bu silâhları kullanmak usullerini erlere öğretmek maksadiyle, 19 ncu asırdan beri kıtadan yetişmiş onbaşı ve çavuşlarla subay sınıfı arasına teknik bilgilerle mücehhez yardımcı bir sınıf vücude getirilmiş ve asrımızda bu sınıfa ciddî bir ehemmiyet ve kıymet atfedilmiştir. Günden güne inkişaf etmekte ve yeni silâh ve araçlarla ve bunlara muktazi sanayi branşlariyle teçhiz edilmekte olan ordumuzun her türlü hizmetlerinde de bu tarzda yardımcı bir sınıf yetiştirmek amaciyle husûsi okullar ve enstitüler açılmış ve önceleri küçük zabit ve sonraları gedikli erbaş isimleriyle hususi bir sınıf da teşkil edilmiştir. Hükümetin gerekçesinde de izah edildiği veçhile bu sınıfa personel temini için muhtelif kanunlarla alınan çeşitli tedbirler maksadı ve bin-netice memleket müdafaasının hakiki bir ihtiyacını sağlıyamamıştır. Bu ihtiyacı karşılamak ve ordu hizmetlerini mükemmelleştirmek amaciyle mevcut mevzuat üzerine yeniden bâzı tedbirler alınmak zarureti hasıl olmuş ve bu maksatla hazırlanmış olan kanun tasarısında: aranılan rağbeti önliyen maddi ve mânevi âmillerin bertaraf edilmesi düşüncesi ile bu sınıfın hal ve istikbalini sağlıyacak yeni bir statü tesisi hedef tutulmuştur. Bu statünün koyduğu yeni esaslara göre, şimdiye kadar bu sınıf mensupları üzerinde ruhan menfi tesirler yaratan (gedikli erbaş) tâbiri değiştirilerek bunlara da gördükleri hizmetle mütenasip olmak üzere (ast subay) adı verilmiş ve mecburi hizmetleri 15 yıl iken 9 yıla indirilmiş ve bu kanun tasarısı ile tesbit edilen hukuki durumlarına göre bu sınıf mensuplarının idare hukuku bakımından bir Devlet memuru mahiyetini aldığı göz önünde tutularak birçok cihetlerde memur ve subaylar hakkındaki ahkâma tâbi tutulmuş ve bunların ordu içinde her türlü muharip ve yardımcı sınıf hizmetlerini görebilecek kabiliyetlerde yetiştirilmeleri esas tutularak muayyen müddetlerle hizmetten sonra ehliyet ve kabiliyetlerini ispat edenler için; subay, askerî teknisiyen ve askerî kâtip sınıflarına geçmelerini mümkün kılan esaslar ve prensipler vaz'edilmiş ve 80 lira asli aylığa kadar yükselmeleri temin ve yaş hadleri her rütbe için subaylara nispetle üçer yıl fazla tesbit edilmiştir. Bu tedbirlerle ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyetinde kazanılacak teğmen - yüzbaşı rütbesindeki subaylar ordu mahrutunun devamlı bir surette kaidesini teşkil ederek harb okulundan yetişecek subayların kemmiyet itibariyle daha az sayıda ve fakat keyfiyet itibariyle daha yüksek kalitede yetişmelerini de sağlıyacağına ve bu suretle subay mahrutunun zirvesine doğru daralarak hakiki şeklini muhafaza edeceğine komisyonumuzca kanaat getirilerek tasarının tümü, 28, 29, 30, 31 nci maddeleri hariç olmak üzere diğer bütün maddeleri oy birliğiyle ve adı geçen dört madde ekseriyetle kabul edilmiştir. (......) 6. 20 nci maddedeki küçük subayların sağlık durumlarına ait hükmün subay oluncaya kadar erler hakkındaki hükümlere tâbi tutulması, görecekleri hizmetlerin mahiyeti bakımından, komisyonumuzca daha uygun görülmüş ve madde bu suretle değiştirilmiştir. (......) |
Yukarıda gördüğünüz raporu hazırlayan MSB’li kaşalotlar, “astsubay” sınıfının teşkili hakkında 1951 senesinde şöyle demişler idi; “Yeni bir statü tesisi hedef tutulmuştur.”
Fakat
27 Mayıs subay darbesinden bir kaç ay sonra peydahladıkları 211 sayılı İç Hizmet Kânunu meclisde müzâkere edilirken bu söylediklerini yalayıp yutacaklar idi.
* * * * *
02 Temmuz 1951 Pazartesi günü TBMM’nin kabul edip
Aynı gün tatbikata koyduğu Astsubay Kânununun aşağıda gördüğünüz daha birinci maddesine de
“Astsubay” ismini verdikleri asker kişilerin, “subay yardımcısı” olduğunu yazdılar.
Kanun No: 5802 Kabul tarihi: 2/7/1951 ASTSUBAY KANUNU B İ R İ N C İ BÖLÜM Genel hükümler Astsubaylar: Madde 1 — Madde Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun kara, deniz ve hava kuvvetleriyle jandarma, gümrük koruma birlikleri kadrolarında astkomuta kademelerinde eğitim, sevk ve idare ile diğer işlerde “subaya yardımcı” olarak görevlendirilen askerî şahıslara (Astsubay) adı verilir. |
Yeri gelmiş iken bir hususu fâş eylemem gerekiyor.
- “Gedikli” dediği ortada sandık asker sınıfını Donanmamız, 1890 senesinde kânun ile teşkil etdi.
- Küçük zâbit dediği ortada sandık asker sınıfını da Kara Kuvvetlerimiz, 1909 senesinde gene kânun ile teşkil etdi.
Fakat
1462 sayılı Harp Okulları Kânunu 1971 senesinde kabul edidi. Bir başka ifâde ile Harp Okulları, 1971 senesine kadar Genelkurmay Başkanlığı ya da MSB’nin hazırladığı ve meclis denetiminden kaçırıp meriyyete koyduğu tâlimânâmeler ile “kânunsuz” olarak teşkil ve idâre edildi. Astsubay dedikleri uyduruk askerler için çifte mühürlü kânunlar tertip edenler böyle yapmak ile Harp Okullarını işlerine nasıl geldi ise öyle idâre etdiler.
Hele Hava Harp Okulunun durumu tam bir rezâlet! 1951 senesinde hizmete açılan bu okulumuz da Harp Okulları Kânununun kabul edildiği 1971 senesine kadar “kaçak” olarak subay mezun etdi.
Yukarıdaki hükûmet “GEREKÇE”’sinde Başbakan Adnan MENDERES’in de ifâde etdiği üzere “Subay yardımcılığına” lâyık görüp ordumuzda 9 sene görev verdikleri astsubayları;
Ya da
|
Yukarıdaki hükûmet “GEREKÇE”’sinde Başbakan Adnan MENDERES’in de ifâde etdiği üzere
“Subay yardımcılığına” lâyık görüp ordumuzda 9 sene görev verdikleri astsubayları;
- Teğmen
- “Askerî teknisiyen” veya “askerî kâtip “nasbetmek” şu hâlde zor olmasa gerek idi.
5802 sayılı Astsubay Kânununun 28’inci maddesine de bu hükümleri
Aşağıda gördüğünüz şu cümleler ile yazdılar.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Astsubaylardan subay, teknisiyen ve askerî kâtip yetiştirilmesi
Astsubayların subaylığa, askerî teknisiyen ve kâtipliğe geçirilmesi:
Madde 28 — Kıdemli başçavuşlukta ikinci ve üçüncü senesini ikmal etmiş bulunan astsubaylardan (Muzika astsubayları hariç) aşağıdaki nitelikleri taşıyanlar alâkalı Bakanlıkların inhası üzerine yüksek tasdik ile;
Veya
Bunlardan teğmen nasbedilenler Subay Terfi Kanunu hükümlerine göre kıdemli yüzbaşılığa (dâhil) ve diğerleri muadil maaş derecesine kadar yükselebilirler. A ) Kıdemli başçavuşluğa kadar her rütbeye normal şartlar altında yükselmiş bulunmak, B) Umumi, meslekî bilgileriyle karakter ve ahlâk bakımından subay, teknisiyen ve askerî kâtipliğe lâyık bulunduğu tasdik edilmiş olmak, C) Sağlık durumları müsait bulunmak, D) Yapılacak seçim imtihanlarında ve mütaakiben gönderilecekleri sınıf okullarında ve özel kurslarda başarı göstermek, Bu hususa ait esaslar Bakanlar Kurulu karariyle tesbit olunur. |
* * * * *
Derviş’in Fikri Ne Ki, Zikri Ne Ola?..
5802 sayılı Astsubay Kânununu, 1951 senesinde meclis görüşdü ve kabul etdi.
Fakat
Astsubay Yönetmeliğini ise Millî Savunma Bakanı hazırladı. Aşağıda gördüğünüz ekâbir takımı da bu yönetmeliği okumadan imzâladı.
Astsubaylıkdan subaylığa nakil şartı, kânunda üç beş madde idi.
Fakat
Yönetmeliğe öyle şartlar giydirdiler ki. Görsen, tıp fakültesinin seçme sınavına giriyorsun zannedersin!
Kânunun kenârından dolaşarak hazırladığı yönetmelik ile aslında,
Genelkurmay Başkanlığımız niyetini alenen fâş eylemiş idi; astsubayları “subaylığa naklet -me- mek!”
Genelkurmay Başkanlığımız;
- “Sanat enstitisü” mezunu bir genci alıyor.
- 1 veya 2 sene eğitim verip “çavuş” nasbediyor.
- Bunun üzerine de astsubay olarak 9 sene vazife yapdırıyor.
- Kıdemli başçavuş rütbesine kadar terfi etdirdiği bu astsubayı, toplam 11 senelik hizmetinin sonunda “teğmen nasbetmek” için bir imitihân yapıyor.
- Bu imtihânda yukarıda gördüğünüz derslerden âhiret suâlleri soruyor.
Burada ise benim aklımda şu suâller tebellür ediyor;
|
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde astsubaylara verilen “subaylığa nakil hakkını”
Sonraki senelerde tertip etdikleri kânunlar ile nasıl da kıymık kıymık gasp etdiklerini,
Buyurun, şimdi hep berâber görelim...
* * * * *
Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin daha bıldır meclisde kabul edip de
Hemen meriyyete koyduğu 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile teşkil etdikleri astsubaylara verdiği “sicilen subaylığa nakil” hakkını
Neşretdiği resmî kitaplarda Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT,
Şu yaldızlı cümle ile ilan etdi, bütün dünyâya;
* Gediklilerin yetiştirilme usulü değiştirilecek,
** Sayıları arttırılacak
Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT’dan sonra Genelkurmay Başkanlığı goltuğuna gıçını goyan başkanlarımız,
Astsubaylara verdiği bu sözü, tutdular mı dersiniz?
* * * * *
Takvimler 1953 senesini gösderir iken
İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti hâlâ görevde idi.
Millî Savunma Bakanı değişen hükûmetin idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz eşhâsdan müteşekkil idi.
Aynı senelerde ilkokuldan sonra 5 sene veya ortaokuldan sonra 2 sene eğitim veren “sanat enstitüsü” mezûnu öğrenciler,
Aşağıda gördüğünüz 6137 sayılı kânuna istinâden;
- Mükellef askerliğini “yedek subay” olarak yapıyor idi.
Mükellef askerliğini “yedek subay” olarak tamamlayan asteğmenlerden arzu edenler ise;
- “Teskere bırakıp” orduda muvazzaf subay olarak kalabiliyor idi...
Fakat garâbete bakınız ki;
5802 sayılı Astsubay Kânununa göre, Astsubay Okulları da “sanat enstitüsü” mezûnu öğrencileri de kabul ediyor idi.
Buradaki rezilliği şöyle izah etmek mümkün.
Dün Genelkurmay Başkanlığı, bugün de Millî Savunma Bakanlığı;
Fakat
Böylesi bir rezâlet dünyânın hiçbir ordusunda yokdur! Anadolu’nun yüksek kâbiliyetli Türk çocuklarına; 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde yapdıkları işde, tam da böyle rezil bir şey idi... |
Asubay Okulundan istifa edip “yedek subay” olmak isdeyen asubay adayı öğrencilere ise
Bu kânunun aşağıda gördüğünüz şu geçici dördüncü maddesi ile yasak getiriliyor idi.
Bu cümlelerden de anlaşılacağı üzere Adnan MENDERES hükûmeti, Genelkurmay Başkanı ve MSB;
1950’lerde bu şekilde “subaylığa nakil hakkı”nı sâdece “astsubay” dedikleri askerlere vermediler.
Asubaylara verilen bu saçma yasak senelerce devâm etdi ve bu haksızlığa kimse de çıkartmadı.
Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde astsubaylara verdiği “subaylığa nakil hakkı”nı
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanının maksatlı olarak engellemesinin sebebi ise
Millî Savunma Komisyonunun hazırladığı aşağıda gördüğümüz şu raporunda gizli...
Sanat Enstitüsü mezunlarının yukarda izah ve teşrih edilen durumları muvacehesinde teklif edilen kanun lâyihasının kabulü halinde; 5802 sayılı kanun hükmüne göre dokuz yıl mecburi hizmetle orduya intisap etmiş olan on bini mütecaviz muharip astsubaylara da yedek subay olmak hakkının tanınması zaruri olacak Ve şu hâle göre 5802 sayılı Kanun hükümleri ile bu kanunun gözettiği maksatlar ve teşkilât tamamiyle bozulacak Ve astsubay sınıfına girmiş olanlar da yedek subay olmak hakkını kullanarak muharip astsubay kadrolarında çok vahim boşluklar hâsıl olacaktır. |
Sanat enstitüsü mezunu astsubayların subaylığa nakledilmesine itiraz edenlerden birisi de
Kerizci Rifat TAŞKIN idi.
Bakınız Kerizci Rifat, astsubayların subaylığa nakledilmesinin sakıncasını kendi aklınca nasıl izah etmiş!..
RİFAT TAŞKIN (Kastamonu) — Efendim,
(....) Bugün orduda astsubaylık ihdas edilmiştir. Astsubay membalarından biri sanat enstitüleri mezunlarıdır. Bu sanat enstitüsü mezunlarını astsubay olarak kabul ediyoruz. Astsubay olunca 9 sene hizmet etmek mecburiyetindedir. Şimdi bunlara yedek subay olmak hakkını verirsek 9 sene hizmet yapmaktansa 2 sene hizmet ederek ordudan çekilmeleri ihtimalleri vardır. Bu itibarla silâhlı kuvvetlerimiz aleyhine bir zarar tevlit etmektedir. Bu durum karşısında tamamen bu vaziyetin silâhlı kuvvetlerimiz aleyhine bir netice doğuracağına kaani olan komisyonumuz bunu itifakla reddetmiştir. |
|
- Ulan şerefsizler! Siz gerzek subaylar silâhlı kuvvetlerini, "astsubay" dediğiniz askerlere güvenip de mi kurdunuz?
- Bu astsubay adaylarının yerinde siz olsa idiniz şâyet, okulunuzdan istifa edip “yedek subay” olmaz mı idiniz, yavşaklar?
- Astsubay dediğiniz asker kişilerin, sizlerinki kadar da olsa aklı yok mu sanıyorsunuz, kaşalotlar?
- Astsubay Kânununu şunun şurasında daha iki sene evvel meclisde konuşurken, bu kânunun gerekcesini Anadolu’nun yüksek kâbiliyetli Türk çocuklarına “subaylığa nakil hakkı veriyoruz” diye ağzında laf geveleyen ben mi idim, şavşaklar?
Subay yapacağız diye aldatdığın bu çocuklara şimdi de “yedek subaylığa” geçişi yasak et!
Yazıklar olsun hepinize!..
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığı, yukarıda gördüğünüz 6137 sayılı kânun ile astsubay ismini verdiği askerlerin 1953 senesinde “yedek subay” olmasını yasaklamak ile kalmadı...
Zamân içinde meclise kabul etdirdiği kânunlar ve aynı zamânda 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde Başbakan Adnan MENDERES'in verdiği “teğmenliğe nakil” müktesep hakkını da kasıtlı olarak engelledi.
Genelkurmay Başkanları;
Ve dahi
10-15 sene mecburî hizmet ile sağmal inek gibi orduya bağladığı astsubayları; ne öldürdü ne de güldürdü. Tıpkı sömürgen devletlerin İkinci Dünyâ Harbinden beri Türkiye’yi sömürdüğü gibi, Aynı târihlerden beri subaylarımız da; “Subay yardımcısı” dedikleri ve “teğmenliğe nakledeceğiz” yalanı ile aldatdıkları astsubayları sömürdü. |
* * * * *
1954 senesini yaşadığımız o günlerde
İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti hâlâ görevde idi.
Millî Savunma Bakanı değişen hükûmetin idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz şu eşhâsdan ibâret idi.
5802 sayılı Astsubay Kânununun 20’inci maddesine göre;
Astsubay dedikleri askerlere “subay oluncaya kadar” sağlık hizmetlerinde “er” muamelesi yapacaklar idi.
9 senelik hizmetin sonunda da “astsubayları subaylığa nakil edecekler” idi nasıl olsa.
Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin 02 Mart 1954 Salı günü meclisde kabul etdiği aşağıda gördüğünüz şu kânun ile;
Sağlık hizmetlerinde astsubaylara “subay gibi” muamele edilmesi hakkını “bahşetdiler.”
Ve böylece
Astsubaylara “subay oluncaya kadar” sağlık hizmetlerinde “er gibi” muamele yapılması için Astsubay Kânununda ileri sürdüğü gerekceyi de hep berâber yalayıp yutdular.
Hüsniyetli bir bakış ile sağlık hizmeti konusunda yapılan bu “iyileşdirmeyi” astsubaylar için bir kazanç olarak değerlendirmek mümkün.
Fakat
Subaylarımızın, biz asubaylar hakkında bugüne kadar hüsniyetle düşünüp karar verdiğini hiçbir zamân görmedik ki. Aşağıdaki kânunun gerekcesini okudum. Subaylarımız osdurup osdurup ipe dizmişler. Dönemin Başbakanı Adnan MENDERES de bu osdurukdan gerekceleri aynen yemiş!..
Astsubay ismini verdiğin askerlerin mâdemki “subay yardımcısı” olduğunu söyledin,
O zamân Astsubay Kânununu hazırlarken astsubaylara niçin subaylar ile aynı sağlık hizmetini vermedin?
Mâdemki astsubaylara sağlık hizmetlerinde “er” muamelesi yapmanızın sebebi “subaylığa nakledilmesi” idi. Öyle is astsubayları 9 senelik hizmetin sonunda subaylığa niye nakil etmediniz?
Genelkurmay Başkanının bu hamlesinin, astsubaylara yeni bir hak vermek değil fakat;
- Hem “askerî memurların”,
- Hem “erlerin”,
- İşine geldiği durumlarda hem de “subayların”,
Yapdığı işlerin hepsini birden yapdırmayı başardığı bu “köle” asker sınıfının
“Subay ile er arasındaki” bu “ortada sandık” yerini tahkim etmesi için kurnazca ve alçakca yapılmış bir hamleden başka bir şey değil idi.
* * * * *
Beyaz subaylarımızın biz astsubaylara bakışındaki en kadim, en temel ve en şaşmaz kural şudur;
- Astsubay dedikleri “ortada sandık” ve “köle” askerlere ne zamân bir hak verdin,
- Verdiğin bu hakka “bedel” olarak başka bir hakkı astsubayın elinden mutlaka geri al!
Astsubaylara sağlık hizmetlerinde “subay gibi” muamele edilmesi “hakkı verdiğine” göre
- Astsubayların o anda sâhip olduğu haklardan birisini de “gasp etmek” şart olmuş idi!
Peki,
Beyaz subaylarımızın köle asker olan astsubaylardan “gasp edecekleri bu hak” ne idi dersiniz?..
* * * * *
Astsubaylara, sağlık hizmetlerinde “subay gibi” muamele etmeye başlayalı henüz bir buçuk sene olmuş idi.
1956 senesine geldiğimiz günlerde;
İkinci kez Başbakan seçilen Adnan MENDERES’in 20. Hükûmeti gene hâlâ görevde idi.
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanları foter şapkalarını giymiş ve evlerinin yolunu tutmuş,
Orgeneral İ. Hakkı TUNABOYLU yeni Genelkurmay Başkanı olarak bıldır göreve başlamış,
Başbakan Adnan MENDERES aynı zamânda Millî Savunma Bakanı Vekili de olmuş,
1956 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti de aşağıda gördüğünüz şu eşhâsdan teşkil etmiş idi.
6744 sayılı kânun ile Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin asubaylara yapdığını anlatmadan evvel
Aşağıdaki şu kısa bilgiyi vermemiz gerekiyor.
İlkokuldan sonra en az 5 sene veya ortaokuldan sonra en az 2 sene tahsil süresi olan meslekî ve teknik öğretim müesseselerinden mezûn olan gençlerimize,
1953 senesinde kabul edilen 6137 sayılı kânuna istinâden “yedek subay” olma hakkı verilmiş idi.
- Mükellef askerlik için orduya girip “asteğmen” oluyorlar,
- Mükellef askerlik görevini tamamlayınca da câmi avlusuna bebe terk eder gibi “teskere terk eden” “asteğmenler”, sivil hayâtı terk edip “muvazzaf subay” olarak orduda kalıyorlar idi. Yakın zamâna kadar ordumuzda böyle “terk-i teskere” etmiş çok sayıda “meslek liseli teknisiyen subayımız” mevcut idi.
Fakat
Aynı senelerde Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı,
Aynı okullardan mezûn olan gençlerimizi “subaylığa nakletmek” vaadi ile kandırıp “astsubay” nasbediyor idi.
“Çavuş” rütbesi ile ordumuza intisâb eden astsubaylara;
|
Bu tutumu ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı;
Fakat
|
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı’na inanıp astsubay okullarına kayıt yapdıran astsubay adayı öğrenciler, kandırıldıklarını anlamakda hiç gecikmediler. Bu sebepden dolayı, teşkil edilmesinin daha ertesi senesinde, astsubay okullarına müracaat, birden bire dibe vurdu. Durum o kadar vahim idi ki Donanmamız, gazetelere çarşaf gibi ilanlar verip öğrenci tavlamaya mecbur kaldı.
Astsubay Okullarına rağbetin sıfıra inmesinin ikinci ve daha önemli sebebi ise şu idi;
“Astsubay” sınıfından evvel ordumuzda bu sınıfın yapdığı işleri “gedikli erbaş” ismi verilen askerler yapıyor idi.
Gedikli Erbaş Kânunu daha şunun şurasında 23 Mart 1950 senesinde, bıldır tezgahlanmış idi.
Ve “gedikli erbaşlar”; kölelik demek olan 15 senelik mecburî hizmet ile “sağmal inek gibi” ordumuza rapdedilmiş idi.
O zamânki dünyânın kalbur üsdü ordularında “gedikli erbaşlık”;
Ve
Askerler olarak görev yapıyorlar idi. “Gedikli erbaşlık” sınıfı, bu koşullar ile teşkil edilse idi şâyet mesele yok idi. Çünkü devletimizin o zamânlar imzâ atıp taraf olduğu 1929 Cenevre Sözleşmesine göre işin doğrusu da bu idi. Fakat “Mükellef” sınıf olarak ordumuza hizmet eden “gedikli erbaş” sınıfını, 1950 senesinde “muvazzaf” sınıfa tebdil etmek ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı, Askerlik târihimizin en aptalca karârını vermiş ve en büyük hatâsını yapmış idi. Çünkü Bizim her boku bilen beyaz zâbitân heyetimiz;
Ve dahi
|
5802 sayılı Astsubay Kânununun gerekcesinde Başbakan Adnan MENDERES’in alenen fâş eylediği üzere
Sadr-ı âzam daşşağından düşme beyaz zâbitân heyetimizin asıl ve gizli maksatları şunlar idi;
- Harb Okulunda yetiştirilecek subayları daha uzun süreli bir tahsile tâbi tutmak
Ve dahi
- Yüksek komuta için daha yüksek kapasitede eleman yetiştirmek.
Anadolunun yüksek kâbiliyetli Türk çocuklarına deli gömleği gibi giydirilen “muvazzaf gedikli erbaşlık”
Zamânın koşullarına göre “istikbâl vaad etmediğinden dolayı” bu sınıfa kimse rağbet etmemiş idi.
Çünkü;
- Ortaokul mezunu gençleri alıp “gedikli erbaş” yapan ordumuz, bu askerlere “mükellef er” muamelesi yapıyor,
- Kışlada yatıp kalkan gedikli erbaşlara yüksek tahsil yapması ve hattâ evlenmesi bile yasak ediyor,
- En düşük maaş alan devlet memuru kadar bile maaş alamıyor,
- Devlet memuru olduğu kabul edilmiyor,
- Devlet memuru sayılmadığı için de 3338 sayılı kânun ile 1940 senesinde devlet memuruna vermeye başladıkları yakacak, yiyecek vs. “aynî yardımları” alamıyorlar idi.
İşde bu sebeplerden dolayı teşkil edilmesinden birkaç ay sonra “gedikli erbaş” asker sınıfı iflâs etdi.
Müracaat olmadığı için de “gedikli erbaş ortaokulları” bomboş kaldı...
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunu ile teşkil edilen
Ve dahi
Teşkil edilmesinden bir kaç ay sonra iflâs eden “muvazzaf gedikli erbaşlık” yerine
Bu kez de mektebli muvazzaf subay ile mükellef alaylı er arasında ortada sandık misâli “muvazzaf mektebli astsubay” sınıfını teşkil etdiler.
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde ihdâs etdikleri “muvazzaf astsubay” sınıfı aslında “muvazzaf gedikli erbaşlığın” boyalı-cilâlısından başka bir şey değil idi.
Fakat
“Astsubay” sınıfının, “gedikli erbaşlık”dan nerede ise tek farkı şu idi;
9 sene hizmet eden astsubaylar, “teğmenliğe” nakil edilecekler idi. |
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânununun aşağıda gördüğünüz Geçici birinci maddesi ile;
Bu kânunun yürürlüğe girdiği 2 Temmuz 1951 târihinde ordumuzda “gedikli erbaş” unvânı ile görev yapan askerler de “astsubay” lığa terfi(!) etdiler.
Gedikli erbaşlıkdan astsubaylığa terfi(!) eden bu askerlerden 5802 sayılı Astsubay Kânununun 28’inci maddesindeki şartları hâiz olanlar, “teğmenliğe nasbedilmek için” dilekce verdiler.
1951 senesinde gedikli erbaşlıkdan astsubaylığa terfi (!) eden bu askerlerin
Şimdi de “teğmenliğe terfi” etmek isdemesini işiten subayların dübürlerindeki tüyleri bile ters döndü!
Her boku bilen subaylar, bu astsubaylarımızı açgözlü olmak ile ithâm etdi ve şöyle dediler;
- “Gedikli” idiniz sizleri “astsubay” yapdık!
- Yetmedi, şimdi de subay olup başımıza mı sıçacaksınız?
- “Astsubaylık” bile sizlere fazla! Gözünüze, dizinize dursun, e mi!”
Kimi subay gomutanlarımız da şu meşhur vecizi yumurtaladı;
- “Ayakdan, baş; sürmeden, gaş; gedikliden, subay olmaz arkadaş!”
* * * * *
İşde, yukarıda anlatdığımız sebeplerden dolayı;
Amerika’dan satın aldığımız silâhları kullanacak asker bulamayan Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı, tekrâr Başbakanın kapısına dayandı.
Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde kendisinin ihdâs edip “astsubay” ismini verdiği askerlere
- 1951 senesinde verdiği,
- 1956 senesinde de ikinci kere verdiği “subaylığa nakil” müktesep hakkının,
Tatbikata geçirilmesi konusunda Genelkurmay Karargâhında hâlâ ayak direyen beyâz subaylarımız var idi.
Başbakan Adnan MENDERES astsubaylara “subaylığa nakil” hakkını 1951 senesinde vermiş idi vermesine.
Fakat o seneden beri geçen 5 senede, “subaylığa nakil edilen” astsubay sayısı 5 bile değil idi.
Beyâz subaylarımız;
Ve dahi
Sanki cüzzamlı imiş gibi “subaylığa nakletmeyi” bir türlü hazmedemedi. 1951 senesinden beri ordumuzdaki “subay ile astsubay” arasındaki görev-yetki karmaşası ve özlük haklarındaki ölçüsüzlük, sonunda patlama noktasına geldi. Ordumuz, içden içe ve derinden kaynamaya çokdan başlamış idi... |
* * * * *
Başbakan Adnan MENDERES söz verdiği ve hâlde subaylığa nakledil -me- yen astsubaylar,
Bu kez de Adnan MENDERES’in vekillerinin kapısına dayandı.
Astsubayların bu haklı feryâdına koca meclisden 6 vekil ses verdi!..
Denizli İlimizden Beşi Bir Yerde Beş Zeybek!
Aşağıda resimlerini, isimlerini ve cisimlerini gördüğünüz Demokrat Parti Vekili Baha AKŞİT ve dört arkadaşı
1956 senesinde meclise şöyle bir kânun teklifi verdi.
Devre: X İçtima: 2 S. SAYISI : 151 Denizli Mebusu Baha Akşit ve 4 arkadaşının, Astsubay Kanununa ek kanun teklifi ve Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un, Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun teklifi ve Millî Müdafaa ve Bütçe encümenleri mazbataları (2/180, 2/225) Denizli Mebusu Baha Akşit ve 4 arkadaşının, Astsubay Kanununa ek kanun teklifi (2/180) T.B.M.M. Yüksek Reisliğine 5802 sayılı Astsubay Kanununa ek kanun teklifimi takdim ediyoruz. Gerekli muamelenin yapılmasını arz ve rica ederiz. Denizli Denizli Denizli Denizli Denizli B. Akşit R. Tavaslıoğlu O. Ongun A. R. Karaca A. H. Sancar ESBABI MUCİBE Türk Ordusunun teknisiyenlere olan ihtiyacı aşikârdır, hele son yıllarda motorize birliklerin ve silâhların inkişafı karşısında teknisiyen sınıfı büsbütün ehemmiyet kesbetmiştir. Bu sınıfı cazip bir hale getirmenin zarureti aşikârdır, hal böyle iken Astsubay olarak başarı ile hizmet görmek suretiyle kıdemli başçavuşluğa kadar yükselmiş olanlar arasında yapılan imtihan neticesinde muvaffak olanlar yeni bir tedrisata tâbi tutulmakta ve sonunda kazananlar teknisiyen sınıfına alınmaktadırlar. Bunların teknisiyen okullarından itibaren giyim ve iaşe bedelleri kesilmektedir. Bu vaziyet karşısında teknisiyenliğin cazip hale gelmesine imkân yoktur. Bu sınıfın ehemmiyetini göz önüne alan Yüksek Meclis aynı tahsili yapan sanat enstitüsü mezunlarına “yedek subaylık” hakkını tanımıştır. Teknisiyen sınıfının durumlarının ıslahı maksadı ile ilişik kanun teklifimi takdim ediyorum. |
* * * * *
Elazığ İlimizden Tümgeneral Bir Gakgoş!
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile “subaylığa nakil” hakkı verildiği hâlde
Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin astsubayları “subaylığa nakletmediğini” gören vekillerden birisi de
İktidârdaki Demokrat Parti Elazığ Vekili Hüsnü GÖKTUĞ idi.
Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un, Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun teklifi (2/225) Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine 5802 sayılı Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesine mütedair olan kanun teklifimi eklice sunuyorum. Gereğinin yapılmasına müsaadelerini rica ederim. 13.1.1956 Elâzığ Mebusu H. Göktuğ ESBABI MUCİBE 1. 5802 sayılı Astsubay Kanununun 28’nci maddesi, kıdemli başçavuşlukta ikinci ve üçüncü senesini ikmal etmiş bulunan astsubaylardan (bando astsubayları hariç) kanunda yazılı şartları haiz bulunanların;
Ve
Nasbedilmeleri hükmünü ihtiva etmektedir. Kanunun bu hükmüne göre; Piyade, topçu, tank gibi sınıflara mensup astsubayların teğmenliğe nasbedilerek subaylık hak ve statüsü iktisab etmelerine mukabil, Teknisiyen (sanat enstitüsü mezunu) astsubayların da askerî teknisiyen nasbedilmeleri, Bando astsubayları için de hiçbir hak tanınmamış olması, Bu sınıf mensupları için bir mağduriyet ve adaletsizlik yaratmış bulunmaktadır. Esasen, ordunun küçük rütbeli subay kadrosunun tamamlanmasında fayda yaratacağı mülâhaza edilerek tedvin edilmiş bulunan bu hükmün astsubaylar arasında ayrılık yaratmış olması, teknisiyen sınıfına karşı alâkayı azaltmakta ve dolayısiyle ordunun teknik personel ihtiyacını artırmaktadır. Bu mahzurlu neticeyi bertaraf etmek ve teknisiyen sınıfına rağbeti artırmak maksadiyle: a) Teknisiyen astsubayların da teğmen nasbedilmeleri, b) Bando astsubaylarının 7’nci sınıf bando öğretmenliğine geçirilmeleri. Uygun olacağı mülâhaza edilmiştir. 2. Kanunun 30’ncu maddesi tadil edilerek astsubaylıktan subaylığa ve bando öğretmenliğine geçirileceklerin yaş hadleri daha âdil bir esasa bağlanmak suretiyle, bunların ordudaki hizmet müddetlerinin fazlalaştırılması uygun mülâhaza edilmiştir. 3. Astsubay Kanununun, askerî teknisiyen ve askerî kâtiplerin kıyafetlerini tanzim eden 30 ucu maddesi de bu tadilâtın tabiî neticesi olarak lüzumsuzluğundan yürürlükten kaldırılmıştır. |
Kendisi de hukukcu ve emekli subay olan Gakgoş Hüsnü GÖKTUĞ,
Asubayların bu “müktesep hakkının” tahakkuk etdirilmesi talebini,
Yukarıda gördüğünüz harika cümleler ile kânun teklifi olarak yazdı
Ve dahi
Gereğini yapmasını meclisden rica etdi.
* * * * *
Astsubay dedikleri askerlere 1951 senesinde verilen
Ve fakat
Bir türlü tahakkuk etdirilmeyen “subaylığa nakil” müktesep hakkın tahakkuk etdirilmesi için
Başbakan Adnan MENDERES’in 6 vekilinin hazırladığı kânun teklifini
İsimlerini aşağıda gördüğünüz Millî Müdafaa Encümeni “aynen ve mevcudun ittifakiyle” kabul etdi.
Millî Müdafaa Encümeni mazbatası
T. B. M. M. Milli Müdafaa Encümeni 1 . II . 1956 Esas No. 2/180, 2/225 Karar No. 12 Yüksek Reisliğe Denizli Mebusu Baha Akşit ve 4 arkadaşının, Astsubay Kanununa ek kanun teklifi ile aynı mahiyette olan, Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un, Astsubay Kanununun bâzı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun teklifi hükümet temsilcilerinin iştirakiyle encümenimizde tetkik ve müzakere olundu. Denizli Mebusu Baha Akşit'in de iltihakiyle, aynı mahiyette olan mezkûr teklifler birleştirilmek ve müzakereye esas olarak Elâzığ Mebusu Hüsnü Göktuğ'un teklifi alınmak suretiyle yapılan tetkikat sonunda, esbabı mucibede serdedilen hususlar encümenimizce de yerinde görüldüğünden teklif aynen ve mevcudun ittifakiyle kabul edildi. Havalesi gereğince Bütçe Encümenine tevdi buyurulmak üzere Yüksek Reisliğe sunulur. |
Amerika’dan satın aldığımız silâhları kullanacak askerleri bir türlü tedârik edemeyen
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı’nın gıçlarını yırtarak ağlaşması üzerine,
Aşağıdaki kânunu tertip eden Başbakan Adnan MENDERES;
- 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile “subay sınıfına dâhil olmak üzere” 5 sene evvel teşkil etdiği “askerî teknisiyen” ve “askerî kâtiplik” sınıflarına hiç astsubay nakil yapmadığından dolayı 6744 sayılı bu kânunun birinci maddesi ile lağv etdi.
6744 sayılı aynı kânun ile astsubayların;
Ve
5802 sayılı kânun ile 1951 senesinde “subaylığa nakil hakkı” verilmeyen bando astsubaylarına; 6744 sayılı bu kânun ile “subay olma hakkı vermese de” “7’nci sınıf bando öğretmenliğine nakil hakkı” vererek bando astsubaylarının 1951 senesiden beri uğradığı mağduriyeti bir nebze de olsa telâfi etdi. |
Yukarıda görülen hükümler, 1956 senesinde meriyyete konulan 6744 sayılı kânunun sâdece teferruâtıdır.
Bu kânun ile Başbakan Adnan MENDERES aslında şunu yapdı;
Astsubaylara 1951 senesinde verdiği “subay olma hakkını” bir kez daha teyit, tasdik ve teslim etdi.
“Subaylığa nakil hakkı” verilen astsubaylar hakkında hazırlanan yeni kânunun metinini de
Astsubayların “subaylığa nakledilmelerini” çok açık ve mutlak bir hüküm ile emredecek şekilde yazdı.
Başbakan sıfatı ile Adnan MENDERES’in 1956 senesinde kabul etdiği kânunun sâdece bu hükmünü;
Ve dahi
Şöyle bir düşünün bakalım!
Ki, düşürdüler,
|
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile;
Subay sınıfına dâhil olan “askerî memurların” yapdığı bütün işleri, yeni ihdâs etdikleri “astsubayların” yapmasına karâr vermişler idi. Bu sebepden dolayı da “askerî memur” sınıfının ilgâ edilmesi gerekiyor idi.
Fakat bizim subay cenâhında kazın ayağı öyle oynamamış!..
Aşağıda gördüğünüz 6801 sayılı kânuna bakdığımızda;
5802 sayılı kânunun kabul edildiği 1951 senesinden bugüne kadar geçip giden 6 sene içinde,
“Askerî memur” sınıfını ilgâ etmek için Genelkurmay Başkanı ve MSB hiçbir şey yapmamışlar.
Ekseriyetini bir baltaya sap olamış subay mahdumlarının teşkil etdiği askerî memur sınıfını lağv etmek şöyle dursun,
Bu hazır yeyici taifesini Millî Savunma Bakanının onayı ile subaylığa terfi etdirmişler.
* * * * *
Astsubay dedikleri askerlere 5802 sayılı kânun ile verdikleri “subaylığa nakil hakkını” kimlerin ve nasıl gasp etdiğine kısa bir fâsıla verelim. Çünkü burada dikkat çekmem gereken mühim bir durum daha var.
Şu anda, 1956 senesi hakkında konuşuyoruz. 27 Mayıs subay darbesine 4 sene var...
Subaylığa nakletmek şartı ile “astsubay” sınıfının teşkil edilmesi ile devlet üzerindeki hâkimiyetini paylaşmak isdemeyen beyâz subaylarımızın karşısına gizli bir rakip ve subayların erkine yeni bir ortak getiren Adnan MENDERES’in, Genelkurmay Başkanı ile ilk çekişmeyi bu konuda yaşadığını söylemek yanlış olmaz. Bu duruma bakdığımızda Adnan MENDERES’in “Ben orduyu asubaylar ile de idâre ederim!” dediğine şaşmamak gerekir.
Adnan MENDERES’i kimlerin idâm etdiği de sır olmadığına göre bu sözü ile rahmetli MENDERES’in aslında kendisini idâma götüren yola kendi elleri ile taş döşediğini ve süreci hızlandırdığını anlamak hiç de zor değil.
* * * * *
Astsubaylara, “subaylığa nakil hakkı” “ikinci kez” verileli şunun şurasında henüz bir sene değişmiş idi.
Fakat
1957 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti, bıldırki kadrosu ile, maşşallah, aynen görev başında idi.
Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde kendisinin ihdâs edip “astsubay” dediği asker kişilere
Tatbikata geçirilmesi konusunda Genelkurmay Karargâhında hâlâ ciddî sıkıntılar var idi... |
Başbakan Adnan MENDERES astsubaylara “subaylığa nakil” hakkını 1951 senesinde verdi vermesine.
Lâkin
O seneden bu seneye kadar geçen 6 senede, subaylığa nakil edilen astsubay sayısı 6 bile değil idi.
Beyâz subaylarımız;
- Askerî memurun yapdığı bütün işleri yapdırdığı,
- Amerika’dan satın aldığımız silâhları kullandırdığı ve kullanmasını erlerimize öğretdirdiği,
- Subaylarımızın yapdığı ve yapamadığı bütün işleri sırtına yıkdığı,
Ve dahi
- Astsubay Kânununa göre “subay yardımcısı” dediği köle askerleri,
Sanki cüzzamlı imiş gibi “subaylığa nakletmeyi” bir türlü hazmedemiyorlar idi.
1951 senesinden beri ordumuzdaki subay-astsubay arasındaki görev-yetki karmaşası ve özlük haklarındaki uçurum seviyesindeki ölçüsüzlük, patlama noktasına gelmiş idi. Ordumuz, içden içe ve derinden kaynamaya çokdan başlamış idi...
Başbakan Adnan MENDERES’in söz vermesine rağmen “subaylığa nakledilmeyen” astsubaylar,
Meclisin kapısına bir kere daha dayandı.
Yüce meclisden 1957 senesinde bu kez de 1 vekil ses verdi, astsubayların bu “hak”lı feryâdına...
Ana muhalefet partisi CHP’den Darende’li Avukat Nuri OCAKCIOĞLU
“Sanat enstitüsü mezunu astsubaylar” hakkında TBMM’ye verdiği 22 Nisan 1957 târihli dilekcesinde,
Nuri OCAKCIOĞLU şöyle dedi, Millî Müdafaa Vekâleti’ne;
4. - SUALLER VE CEVAPLAR TAHRİRÎ SUALLER VE CEVAPLARI 1. — Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu'nun, erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların durumuna dair sualine, Millî Müdafaa Vekâleti Vekili Şemi Ergin'in tahrirî cevabı (7/327) 22 Nisan 1957 Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine 6137 sayılı Kanuna göre erkek sanat enstitüsü mezunlarına yedek subaylık hakkı verildiği halde kendileri de erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubay olduklarından 4’ncü madde ile ayrı muameleye tâbi tutulmaları mağduriyetlerini mucibolduğundan bahsile ordudaki teknisiyen astsubaylar mütemadiyen müracaat etmektedirler. 5802 sayılı Kanunun bâzı maddelerinin tadili ile orduda teknisiyen subay sınıfı 9 yıl sonra imtihana tâbi tutulmaları müddetini çok görmektedirler. Temadi eden yazı ve telgraflar karşısında ne düşündüğünün Sayın Millî Müdafaa Vekili tarafından tahrirî olarak cevap verilmesine delâlet buyurulmasını saygı ile rica ederim. Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu |
Malatya Mebusu Nuri OCAKCIOĞLU'nun tahrirî suâline,
Millî Müdafaa Vekâleti Vekili sıfatı ile Şemi Ergin, şu tahrirî cevâbı verdi, meclis huzûrunda;
T. C. M.M. V. 22 . VI . 1957 Hususi Kalem Müdürlüğü Ankara 13 Konu : Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu'nun tahrirî sual takriri Büyük Millet Meclisi Reisliğine 25 Mayıs 1957 gün ve Kanunlar Müdürlüğü 7-327, 4103/18776 sayılı yazıya cevaptır: Malatya Mebusu Nuri Ocakcıoğlu'nun «Erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların durumlarına dair» tahrirî sual takririne verilen cevabın ilişikte sunulduğunu saygı ile, arz ederim. Millî Müdafaa Vekâleti V. Şemi Ergin Erkek sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların durumu 6137 sayılı Kanunla sanat enstitüsü mezunu olanların yedek subay olmaları kabul edilmiş ve bu kanunun muvakkat 4’ncü maddesinde de orduda vazifeli sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubayların bu kanun hükümlerinden faydalanamıyacakları belirtilmiştir. Ancak bunların 5802 sayılı Kanunda yazılı mecburi hizmetlerini bitirdikten sonra ayrılanlar sınıfları “yedek asteğmenliğine” veya “8’nci sınıf yedek askerî memurluğa” nasbolunmaları hüküm altına alınmıştır. Orduda vazifeli sanat enstitüsü mezunu astsubayların 5802 sayılı Astsubay Kanunu hükümleri dairesinde muvazzaf subay olmaları mümkündür. Burdur Mebusu Mehmet Özbey (YILMAZ olmalı.IRBIK) tarafından 6137 sayılı Kanunun muvakkat 4’ncü maddesinin tadili hakkındaki kanun teklifinin B. M. M. Maarif Encümeninde müzakeresi sırasında vekâletimizce 5802 sayılı Kanunun 6744 sayılı Kanunla muaddel 28’nci maddesi tadil olunarak sanat enstitüsü mezunu teknisiyen astsubaylardan 6’nci yılını bitirenlerin subay olabilmelerinin sağlanması hususu mütalâa olarak ileri sürülmüş, mezkûr encümence bu mütalâa muvafık görüldüğünden;
|
Millî Müdafaa Vekâleti Vekili Şemi ERGİN’nin yukarıda gördüğünüz cevâbı konusunda bir hususu izah etmem gerekiyor.
Her mesleğin kendine has bir yazı uslûbu vardır. Meclisin ve hükûmetin de... Kurulan cümle, cümledeki her kelime, kelimedeki her harfin gizli ya da açık hedefi ve maksadı vardır. Hükûmet, kendisine rey getirecek bir teklifi aynı gün içinde müzâkere eder ve kânunlaşdırır. Zere, 5802 sayılı kânunu böyle yapdı. Sâdece iki günde kânunlaşdırdı.
Fakat işine gelmeyen bir teklifi kucağında bulursa da hükûmetin yapacağı bellidir. Hemen bir komisyon teşkil eder ve burnuna dayanan teklifi bu komisyona havâle eder. Komisyona havâle edilir ise ya da Şemi ERGİN’in yukarıdaki cevâbında yapdığı gibi teklif, bir üst kurula havâle edilir ise şâyet, o teklife geçmiş olsun!
CHP Malatya Mebusu Nuri OCAKCIOĞLU'nun meclis gündemine getirdiği
Ve dahi
TBMM Maarif Encümeninin de “muvafık” gördüğü,
Sanat enstitüsü mezûnu teknisiyen astsubaylardan 6’ncı yılını bitirenlerin subay olabilmeleri teklifini de
İktidârdaki Demokrat Parti hükûmeti işde, böyle “iğdiş”etdi.
* * * * *
İki çeşit târih vardır;
|
- Her iki târihin ortak yanı şudur; öğrenmek için yapmanız gereken ilk iş, araşdırmak ve bulmakdır.
- Her ikisi arasındaki tek fark ise şudur; birincisini okursunuz, ikicisini ise dinlersiniz.
Ben de öyle yapdım. “Subay yapacağız” vaadi ile Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin aldatdığı astsubaylardan bugün belki de hayâtda olan bir tek meslek büyüğümüz var; 1951 neşetli Hava Telsiz Asubay Kıdemli Başçavuş Ahmet KISA. Bu konuda dağarında bir şeyler kalmışdır belki diyerek 06 Şubat 2018 Salı akşamı kendisini aradım. Evvelâ hatırını sorup bir süre sohbet etdim. Sonra sadede geldim ve Sayın Ahmet KISA’ya şöyle bir suâl tevcih etdim.
Şükrü IRBIK: Ahmet Bey, efendim, siz 1951 târihli Astsubay Kânunu ile “Hava Astsubay Çavuş” nasbedilen ilk dönem mezûn astsubaylardan birisiniz. Mâlumunuz, Astsubay Kânununun 28’inci maddesi ile 1951 senesinde astsubaylara, “sicilen subaylığa nakil” hakkı verilmiş idi. Bu maddeye göre 9 sene fiilî hizmetini tamamlayan astsubayların “subaylığa nakil edilmesi” gerekiyor idi. Bu konudaki bilgilerinizi bize anlatır mısınız? Her zamânki heyânlı, babacan ve fakat o nazik tavrı ile Ahmet KISA, hiç duralamadan şunları söyleyiverdi. Ahmet KISA: 1951 senesinde Hava Telsiz Astsubay Çavuş nasbedildim. Ve Hava Kuvvetlerimizde muvazzaf astsubay olarak görevime başladım. Çok başarılı bir astsubay idim. Mesleğim telsizciliği çok iyi öğrendim. O senelerde biz telsiz asubayları, pilot ile birlikde uçuyor idik. Maaşımız da pilot maaşına çok yakın idi. Bu sebepden dolayı subaylarımız ile aramızda her zaman bir tesânüd ve birlik vardı. Hepimiz kardeş gibi idik.Fakat sâdece mesleğimde iyi olmak ile yetinmedim. Aynı zamânda asubay olarak kendimi de tekâmül etdirmek istiyor idim. Gerek kendi mesleğim gerekse askerlik ile ilgili mevuzâtın hepsini buldum ve okudum. 5802 sayılı Astsubay Kânununu da okumuş ve çok iyi biliyor idim. Sizin de bahsetdiğiniz üzere Şükrü Bey, bu kânunun 28’inci maddesi mucibince; 9 sene fiili hizmetini tamamlayıp kıdemli başçavuşluğun ikinci veya üçüncü senesinde olanlara “subaylığa nakil hakkı” verilmiş idi. Bu hakkı, dönemin Başbakanı merhum Adnan MENDERES’in verdiğini gâyet iyi hatırlıyorum. 1959 senesine vâsıl olduğumda ben de bu koşulların hepsini hâiz idim. Birlik komutanımızın da teşvik etmesi ile ben de 1960 senesinde yapılacak “subaylığa nakil” imtihânına iştirak etmek için aynı senenin Mart ayında dilekce verdim. Fakat ne yazık ki dilekcem işlem görmeye devâm ederken 27 Mayıs darbesi vuku buldu. Ordumuzda emir-komuta zinciri alt üst oldu. O vakit görev yapdığım hava üssünün komutanı olan mühendis tuğgeneral, üsdeki bütün personeli 28 Mayıs günü meydânda içtima etdi. Ve Ankara’dan gelen darbeci bir binbaşıya, evet binbaşıya, yüzlerce personelin gözleri önünde tekmil verdi ve şöyle dedi; “Binbaşım, personelim ile birlikde emrinizdeyim!” Darbe ile hiçbir ilgim ve hattâ haberim dahi olmadığı hâlde ordumuzdaki emir-komutanın alt üst olmasından ben de nasibimi aldım. Hava Kuvvetlerimizin 30 gün içinde cevâp vermesi gerekiyor idi. Fakat ne yazık ki “subaylığa nakil” imtihânına iştirâk etmek için verdiğim dilekceme menfi ya da müsbet bir cevâp dahi alamadım. 1980 darbesinde ben, emekli idim. Fakat sizin de gördüğünüz üzere, 1951 neşetli Hava Telsiz Asubay Kıdemli Başçavuş ben Ahmet KISA, 27 Mayıs subay darbesinin mağdur etdiği asubaylardan birisi oldum. |
* * * * *
27 Mayıs’ı tertipleyen Şefik YÜCESOY ve O’nun gibi darbeci subaylarımız,
Darbeden sâdece 2 ay sonra tezgâhladıkları şu kânun ile;
- Yüksek Kumanda Akademisi müdâvimlerini
Ve dahi
- Harp Akademilerinde okuyan “kurmay subay aday öğrencilerini”,
Eğitimlerini henüz tamamlamadığı hâlde;
- Dönemlerini muvaffakiyetle ikmâl etmiş,
- Stajlarını sona ermiş addetmiş,
Ve dahi
- “Kurmay” unvânı vermiş idi.
Fakat
27 Mayıs’ın aynı darbeci subayları, gene aynı günlerde;
Unvânı “Asubay” olan Ahmet KISA’nın ise
5802 sayılı kânundan neşet eden “subaylığa nakil” için verdiği dilekceye
Cevâp vermeye bile tenezzül etmedi.
Bugüne kadar yapdığım araşdırmaların hiçbirinde bulamadığım bu çok kıymetli bilgiyi verdiği için
Aydın İlimiz efelerinden 86 yaşındaki Sayın Ahmet KISA’ya teşekkür ediyor,
Bu vesile ile ellerinden öpüyor, kendisine sağlık ve esenlikler temenni ediyorum.
* * * * *
Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin “subay yapacağız” vaadi ile aldatdığı asubaylardan bir başkası da
1956 neşetli Jandarma Asubay Kıdemli Başçavuş Mehmet KAYALI.
Keşişdağı’nın eteğinde mola verir iken 85 yaşında olmasına rağmen “asubay meselesine” bugün bile hâlâ kafa yoran Sayın KAYALI’yı 07 Şubat 2018 Çarşamba akşamı aradım. Uzunca bir hâl-hatır faslından sonra bir fırsatını buldum ve kendisine şöyle bir suâl tevcih etdim.
Şükrü IRBIK: Efendim, siz 1956 neşetli jandarma asubay olarak memleketimize 22 sene hizmet etdiniz. Astsubay Kânununun 28’inci maddesi ile 1951 senesinde astsubaylara, “sicilen subaylığa nakil” hakkı verilmiş idi. Bu maddeye göre 9 sene fiilî hizmetini tamamlayan astsubayların “subaylığa nakil edilmesi” gerekiyor idi. 1956 neşetli olduğunuza göre siz, 9 senelik hizmetinizi 1965 senesinde tamamladınız. Peki, Astsubay Kânunu ile size subay olma hakkı verdiğini biliyor muydunuz? Biliyor idi iseniz şâyet, subay olmak için müracaat etdiniz mi? Sanki eski günlerini yaşıyormuş gibi heyecânlanan Sayın Mehmet KAYALI, o gür ve tok sesi ile gürleyiverdi... Mehmet KAYALI: Evlâdım, biliyorsunuz ben, Jandarma Astsubayı idim. Jandarma, ATATÜRK’ün de o hârika deyişi ile “bir kânun ordusu”’dur. Kânun Ordusunun bir astsubayı olarak benim de 5802’den elbetde haberim var idi. İkinci suâlinize cevâp olarak da şunları söyleyebilirim. Sizin de sarahât ile ifâde etdiğiniz üzere, 1965 senesinde kıdemli başçavuş idim ve “subaylığa nakil” için müracaat hakkını kazanmış idim. Lisans mezunu bir astsubay olarak, 1965 senesi Mart ayında subaylığa nakil için dilekce verdim. Ben, 1936 doğumluyum. Yaşımın 30 seneden “2 ay 29 gün fazla olduğu” gerekcesi ile bu müracaatımı reddetdiler. 5802 sayılı kânunda subaylığa nakil için yaş sınırı yok idi. Dilekceme verilen red cevâbına itirâz etdim. Fakat bu dilekceme bu kez hiç cevâp vermediler. |
Sayın Mehmet KAYALI’ının anlatdıklarına inanamadım. 5802 sayılı Astsubay Kânunu ve bu kânuna istinâden 1952 senesinde meriyyete konulan Astsubay Yönetmeliğini bir kez daha okudum. Hem kânunda hem de yönetmelikde, subaylığa esâs olarak “kıdemli başçavuşluğun birinci veya ikinci senesinde olmak” şeklinde “rütbe” şartı mevcut. Her iki mevzuâta göre Sayın Mehmet KAYALI’ya “rütbe” şartı tatbik edilmesi gerekir idi. Ve şâyet öyle yapsalar idi hiç şüphe etmiyorum ki kendisi subay olacak idi. Fakat “rütbe” yerine mevzuâta aykırı olarak 30 senelik “yaş sınırını” tatbik etmişler kendisine.
Elinde lisans diploması ile bekleyen Sayın Mehmet KAYALI’yı da işde, böyle “kânunsuz” bir gerekce ile aldatmış şerefsizler.
Kıymetli meslekdaşım (E) Deniz Asubayı Aydın KULAK şöyle demiş idi; “Subay darbeleri asubayları iki kere vurur!” Sayın Mehmet KAYALI’ya da subaylarımız bu konuda iki kere darbe vurmuşlar! |
Bu vesile ile Sayın Mehmet KAYALI’ya da sağlıklı ve uzun ömürler diliyor ve ellerinden öpüyorum.
* * * * *
Başbakan Adnan MENDERES;
Bizzat kendisinin ihdâs edip ismine “astsubay” dediği askerlere verdiği “subaylığa nakil” sözünü,
Kendi vekili olan Şemi ERGİN’in yukarıda gördüğünüz cevâbı ile tamâmen yedi, yaladı ve yutdu.
Memleketde harb yok, darb yok, darbe yok! Milletin hür irâdesi ile seçdiği bir hükûmet var meclisde.
Fakat,
Genelkurmay Başkanının gizli ya da açıkdan yapdığı tehditlere teslim olan
Ve dahi
Kendi kabul etdiği kânunu, kendisi yeyip yutan bir iktidâr var memleketde.
27 Mayıs subay darbesinin postal sesleri meclisden meğerse duyulmaya çokdan başlamış bile...
Astsubayları subaylığa nakil konusunda rahmetli MENDERES,
Bugünkü Cumhurbaşkanının bıldır itirâf etdiği gibi;
- İktidâr oldu,
Ve fakat
- Mukdedir olamadı!..
Astsubayları “subaylığa nakil” konusunda;
- 1951,
- 1956,
Ve dahi
- 1957 senelerinde,
Genelkurmay Başkanı – MSB – TBMM arasında tertiplenen kumpaslar savaşının üçünde de muzaffer olarak çıkmasını beceren bir tek kişi var!
O da MSB’yi kuyruğuna takan Genelkurmay Başkanları...
Astsubayların “sicilen subaylığa naklini” bir türlü hazmedemeyen Genelkurmay Başkanları,
Son ve “netice alıcı” darbeyi de astsubaylara, 6744 sayılı kânun ile bu sene vurdu.
Astsubayların “tahsilen subaylığa nakil” meselesini de
27 Mayıs subay darbesinin meşum rüzgârının esdiği 1967 senesinde vuracağı darbe ile halledecek idi.
* * * * *
1961 senesindeyiz.
Amerika, aya gideli 2 sene olmuş idi.
Astronot Coni’ye göre “aya ayak basmak”, kendisi için küçük fakat insanlık için büyük bir adım idi!..
Lâkin bizim memleketimizde ise sömürgen, böbürgen ve kemirgen subaylarımız;
Cumhuriyet târihimizin ilk subay darbesini yapmışlar ve devleti ellerine geçirmişler idi.
Genelkurmay Başkanlığı gotluğundan gıçını galdıran Aga Cemal GÜRSEL
Bu kez hem Cumhurbaşkanlığı hem de Başvekil goltuna oturmuş idi.
27 Mayıs darbesinin ertesinde, 1961 Türkiye’sinin hükûmet idâre heyeti işde, şu eşhâşdan müteşekkil idi.
"Yeni bir statü” diye yutdurmaya çalışdıkları
Ve dahi
“Muvazzaf gedikli erbaşlığı” yalap şap boyadıkdan sonra “muvazzaf astsubay” ismi verdikleri uyduruk asker sınıfının teşkil edilmesi için
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısı gerekcesinde dönemin Başbakanı Adnan MENDERES,
Yüce meclise şöyle demiş idi;
- Orduda askerî memurlar tarafından yapılan görevleri bu hizmetler için yetiştirilmiş astsubayların yapması daha faydalı mütalâa edilmişdir.
- Bu suretle kaynağı kapatılmış olan askerî memurlar zamanla tasfiye edilecektir.
Başbakan Adnan MENDERES, 1951 böyle demiş idi demesine...
Fakat
27 Mayıs darbesini yapan darbeci subaylarımız, darbenin tozu dumanı tüterken bir kânun hazırladı; 211 sayılı İç Hizmet Kânunu.
Adnan MENDERES’in 1951 senesinde 5802 sayılı kânun ile ilğa etdiği “askerî memur” sınıfını
1961 senesinde piyasaya sürdüğü 211 sayılı kânun ile darbeci subaylarımız tekrâr hortlatdılar.
Bu kânunun meclisde müzâkeresi esnâsında
Subay sınıfına dâhil edilen “askerî memurlar” sınıfının tekrâr ihyâ edilmesi için
Şu saçma ve aptalca gerekceyi ileri sürdüler;
(B:58, 22.12.1961, O:1, s.10, 11) HÂKİM BİNBAŞI AHMET KERSE — Buraya askerî memur olarak konuşunun sebebi şu: ileride belki yardımcı bir sınıf olarak ihdas edilebilir. O zaman, Dahilî Hizmet Kanununda bir tadilât yapmadan, bu sınıfın yeri bulunmuş olur, muamele buna göre yapılır diye düşündük. |
Bir baltaya sap olmayan subay mahdumlarının orduya “askerî memur” olarak kapak atdığını gören dönemin Başbakanı Adnan MENDERES, doğru bir karâr vermiş ve bu sınıfı 1951 senesinde lağv etmiş idi.
Fakat
Mahdumlarının göt gezdirip dolgun maaş aldığı bu arpalıkların kapatılmasını hazmedeyen yeyici subaylarımız
Adnan MENDERES’den intikâm almakda gecikmediler.
Tertip etdikleri 27 Mayıs darbesi ile Adnan MENDERES’i idâm sephasına gönderen darbeci subaylar,
Darbeden aylar sonra piyasaya sürdükleri İç Hizmet Kânunu ile “askerî memur” sınıfını tekrâr hortlatdılar.
18 Haziran 1951 târihli MSB Komisyon Raporunu hazırlayan kaşalot subaylar ve siyâtciler,
“Astsubay” sınıfının teşkil edilmesine gerekce olarak şöyle dediler;
“Yeni bir statü tesisi hedef tutulmuştur.”
Fakat
27 Mayıs subay darbesinden bir kaç ay sonra peydahladıkları 211 sayılı İç Hizmet Kânunu meclisde müzâkere edilirken bu söylediklerini 1961 senesinde yalayıp yutdular.
Yalan söylemeyi alışkanlık hâline getiren kişiler her şeyden evvel kuvvetli bir hâfızaya sâhip olmalıdır.
Ayrıca,
Devleti idâre edenlerin olmasa bile devlet idâresinin ortak bir şuuru ve müşterek bir hâfızası olsa gerekdir.
Fakat
Bunca kânunu ve zabıtlarını okudukdan sonra şunu gördüm;
- Ne devlet idâresinin ortak bir şuur ve müşterek hâfızası kalmış,
- Ne de devleti idâre eden kaşkarikocuların sağlam bir hâfızası var.
İşde, 1951 senesinden sâdece 10 sene sonra,
“Astsubay” dedikleri uyduruk asker sınıfının “yeni bir statü” olmadığını 1961 senesinde Millî Savunma Bakanlığının kendisi itirâf edecek idi.
GÜVENLİK KOMİSYONU ARAŞTIRMA VE İNCELEME KURULU ÜYESİ HȂKİM BİNBAŞI AHMET KERSE – Efendim, (....) Önce astsubayların erattan ayrılması meselesini izah edeyim. Astsubaylar eski İç Hizmet Kanununa göre erattan sayılırlardı. İç Hizmet Kanununda bir değişiklik yapılmadı, değişmedi, ama, 5802 sayılı ayrı bir kanunla astsubayların statüsü değişti. Buna rağmen astsubaylar erlerle aynı tâbir içinde sayılmakta devam etti. Gediklilere astsubay dendi ama, İç Hizmet Kanununa göre gene erbaş tâbiri içinde kaldı. Şimdi biz bunu çıkarıyoruz, erattan ayırıyoruz. Erbaş tâbirini kıtadan yetişen onbaşı, çavuş, uzatmalı, uzman çavuşa inhisar ettiriyoruz. Bunların tariflerini yapıyoruz, hudutlarını gösteriyoruz. |
MSB’den tasdiknâmeli Hâkim Binbaşı Ahmet KERSE konuşdukca konuşmuş!
Fakat konuşdukca Pinokyo gibi burnu da uzadıkca uzamış!..
* * * * *
5802 sayılı kânunu 1951 senesinde meclisde vekillere kabul etdirmek için
Kimlerin ve ne yalanlar söylediğini bir iki kelime ile anlatmalıyım.
Meclise arz ettdiği 5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısınında
Başbakan Adnan MENDERES ve Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN’in ileri sürdüğü gerekcelerden üçü şöyle idi;
1. Silâhlı kuvvetlerimizin modern harb silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip ve yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına olan ihtiyaç çok fazladır.
2. Ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyeti kadrolarını astsubaylardan terfi edecek teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar ile tamamlayacağız.
3. Ve böylece harb okulundan daha az sayıda subay yetiştireceğiz.
Yukarıda gördüğünüz suâlleri, sondan başlayıp cevâplayalım;
Üçüncü suâlin cevâbını öğrenmek için hazırladığım şu çizelgeye bakmak kâfi gelecek!
İşde, 1951, 1986 ve 2014 senelerine ait asubay-subay mevcudâtı;
Sene |
Subay (Kara, Deniz, Hava) |
Asubay (Kara, Deniz, Hava) |
Kaynak |
1951 |
24.000 |
11.000 |
KARAKUZU-NAMAL, 2016 |
1986 |
32.000 |
38.000 |
Emret Komutanım, 1986. M.Ali BİRAND |
2014 |
47.377 |
97.975 |
Genelkurmay Başkanlığı, Nisan 2014 |
Artış (%) |
%200 |
%900 |
Yukarıdaki çizelgede gördüğünüz üzere;
|
Bir düşünün bakalım! Bu rakamlar size ne hikâyeler, ne dümenler anlatıyor acap?..
2014 senesine ait subay sayısına bakdığımızda 1951 senesinin Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN’in
Subay sayısının azalacağı konusunda meclise koca bir yalan söylediğini görüyoruz.
Çünkü
1951 senesinden 2014 senesine kadar geçen 63 senede azalmak şöyle dursun,
- Tam aksine subaylarımızın sayısı %200 artmış, iyi mi?
Zannedersin Türkiye, Üçüncü Dünyâ Harbine hazırlanıyor...
* * * * *
Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN, 1951 senesinde Yüce Meclise şöyle dedi;
- Amerika’dan aldığımız silâhları kullanmak ve erlere öğretmek üzere “astsubay” sınıfını ihdâs etdik,
- Bunun neticesinde de subay sayısını tedricen azaltacağız.
Fakat
Ismarlama kitap “Emret Komutanım”’ı 1986 senesinde yazdıran Genelkurmay Başkanı ise
Subay orduevine götürüp “bir balık-iki duble rakı” ile tavladığı sünepe gazateci M. Ali BİRAND’a şöyle dedi;
- Harp Okulları'ndan çıkan subay sayısı, ordunun gerçek subay ihtiyacının çok altındadır,
- Erlerimizi, Harp Okulu mezunu subaylarımız ve yedek subaylarımız ile eğitiyoruz(!)
İşde, Genelkurmay Başkanının Emret Komutanım’daki o sözleri;
2) TEKNOLOJİ TEHDİDİ EĞİTİM:
Türk Silahlı Kuvvetleri'ni önümüzdeki yıllarda bekleyen diğer en büyük tehlike “teknolojik ilerlemeler” olacaktır. En basitinden, en ilerisine kadar tüm silah sistemleri artık her yıl daha gelişmekte ve bilgisayarlar giderek artan biçimde devreye girmektedir. Artık bir uçaksavar, bir tank, bir hücumbotu veya basit bir havan topunu kullanmak için dahi, bugün Türkiye'nin genelindeki sivil eğitim sisteminde hemen hemen hiç verilmeyen bilgiler gerekmektedir. Bu silahların nasıl kullanılabileceğini önce subaylarımız ögrenecek, onlar da erata ögreteceklerdir.
Oysa, Harp Okulları'ndan çıkan subay sayısı ordunun gerçek subay gereksiniminin çok altında kalmaktadır. Bu nedenle, kısacık bir egitim gören yedeksubaylarla eratın eğitim açığı kapatılmaya çalışılmaktadır. Oysa, liseden başlayıp Harp Okulu'nun sonuna kadar eğitilmiş bir subay ile birkaç aylık eğitimden geçmiş bir yedeksubayın eğittiği er arasında önemli bir fark oluşmaktadır. Bu temel eğitim ne kadar tecrübeli üst' ler tarafından gözleniyor ise de, yine de istenen sonuç elde edilememektedir. (Sayfa 496).
* * * * *
Genelkurmay Başkanının sünepe gazeteci M.Ali BİRAND’a söyletdiği bu zehirli yalanın panzehirini bulmak için fazla uğraşmadım. Mahalleden komşum emekli bir meslek büyüğümüzün kapısını çalmak yetdi de artdı bile... Ordumuzdaki erlere kimlerin eğitim verdiği konusunu şimdi de 1979 neşetli Tank Asubay Kıdemli Başçavuş Hüseyin EBE ile görüşdüm. Ve kendisi ile aramızda şöyle bir muhâvere cereyân etdi;
Şükrü IRBIK: Hüseyin Bey, siz 1979 neşetli Tank Asubay olarak ordumuza 27 sene hizmet etdiniz. Trakya’dan şarka, Diyarbakır’a; Malatya’dan Kıbrıs’a kadar memleketimizde sekiz iklim dört bir köşe görev yapdınız. Mâlumunuz olduğu üzere er sayısı en fazla olan kuvvetimiz, Kara Kuvvetlerimizdir. Gazeteci M. Ali BİRAND’ın 1986 senesinde neşretdiği ve türünün ilk örneği olan Emret Komutanım isimli kitapda Genelkurmay Başkanımız şöyle demiş; “En basitinden, en ilerisine kadar tüm silah sistemlerini nasıl kullanılacağını önce subaylarımız öğrenir, onlar da eratımıza öğretir.” Sizin ile bugüne kadar yapdığımız sohbetlerde, tank asubaylığından ziyâde er eğitim görevi yapdığınızdan bahsetmiş idiniz. Efendim, size suâlim şöyledir; Kara Kuvvetlerimizin acemi er eğitim ve usda birliklerinde erlerimizi, Genelkurmay Başkanımızın iddia etdiği gibi, harb okulu mezunu subaylarımız mı eğitmekdedir? Hüseyin EBE: Sizin de az evvel ifâde etdiğiniz üzere 1979 neşetli tank asubayı ben Hüseyin EBE, tank asubaylığından daha çok er eğitim görevlerinde çalışdım. Gerek acemi er olsun gerekse usda er olsun kışlada erlerimize eğitim veren bir tek subay görmedim. Hele, yedeksubaylar, kışlada er eğitimi veriyormuş, öyle mi? Bu yalanı yazan M. Ali BİRAND’a bir şey demiyorum da! Bu adama bu yalanı söyleten subaylar var ya! İşde, onlara diyeceğim çok şey var!... Rakamlar duruma göre değişmek ile berâber bir bölükde; 1 yüzbaşı, 1 üsteğmen, çok nâdir olarak 1 asteğmen, 15 asubay ve 600 er mevcudu vardır. İsder acemi isder usda birliğinde olsun; bölük ya da takımdaki subayların, erlerimizin önüne çıkıp da silâh kullanmayı öğretdiğini ya da temel askerlik eğitimi verdiğini hiç görmedim desem yalan olmaz. Hem, bölükdeki 600 erimize sâdece 3 subay nasıl eğitim veriyormuş bakayım? Bunu diyen adamın, askerlik bilgisi şöyle dursun, evvelâ aklından şüphe ederim ben. Er eğitiminde müfredât şöyle işler. Subaylarımız, eğitim planını hazırlar. Onu da “kopyala-yapışdır” şeklinde evvelki planlardan kopye çekerler. Fotokopisini çekdiği bu eğitim planını da uygulaması için bölük ya da takımındaki asubaylara verir. Subaylarımızın er eğitimi konusunda yapdığı işin hepsi işde, bu kadardır. Er eğitiminin geriye kalanı da yüzde doksan beşden fazladır ki hepsi de asubayların sırtındadır. Asubay, kışlada; sıcakda, soğukda, karda, yağmurda, çamurda, bayramda-seyrânda, gece gündüz demeden erlerimize eğitim verir. Hattâ bizim Kara Kuvvetlerinde bölük ve takım komutanlığı kadroları niyeyse, dibi delik kova gibi bir türlü dolmaz, hep boşdur! Ve bu kadrolar nâdiren atamalı olarak vekâleten ve fakat çoğu zamân da birlik içi görevlendirilen asubaylar ile tamamlanır. Ancak ne var ki birlikiçi görevlendirme ile bu görevi yapan asubaylara bölük ya da takım komutanın aldığı ek ödemelerin hiçbirisi verilmez. Kara Kuvvetlerine girdiğim 1975 senesinden beri durum hep böyledir. Bölük ya da takım komutanı ne iş mi yapar? Onu da söyleyeyim, Şükrü Bey. Bölük ve takım komutanları;
Erlerimize silah eğitimini harp okulu subaylarımız veriyor diyen M. Ali BİRAND, kendine yakışanı yapmış ve sunturlu yalan söylemiş, bu bir! Bunu söylemesine izin veren Genelkurmay Başkanı kim ise, doğruyu söylememiş, bu da iki!.. Kurmaylık bu olsa gerek, Şükrü Bey! Ankara’da, karargâhdaki masanın başında otururken Kışlada olup biten hakkında uzakdan üfürüp ahkâm kesersen baltayı işde, böyle daşa vurursun! Şükrü IRBIK: Hüseyin bey, görevinizde başarılı olduğunuzdan dolayı çok sayıda takdir ile taltıf edildiğinizi söylemiş idiniz. Kendi mesleğiniz olan asubaylığı çok sevdiğinizi de sohbetlerimizden biliyorum. Şu hâlde şartlar da izin için gâyet müsait görünüyor. Peki, subaylığa geçmeyi düşündünüz mü? Hüseyin EBE: Akl-ı selim ve kıymet verdiğim subay kardeşlerimden bu konuda ciddî desdek gördüm. Hattâ subaylığa geçiş için müracaat etmem konusunda çok ısrar etdiler. Fakat ben, asubay olmakdan memnun idim. Tank asubayı olsam da zâten atandığım birliklerin hemen hepsinde subay kadrolarında çalışdım. İcrâ görevinden ziyâde subayların yapdığı idârî görevler yapdım. Mesleğime asubay olarak başladım ve asubay olarak bitirmek isdediğim için subay olmayı aklımdan bile geçirmedim. |
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânun tasarısının gerekcesinde Başbakan Adnan MENDERES’in ileri sürdüğü gerekcelerden ikisi de şöyle idi;
1. Silâhlı kuvvetlerimizin modern harb silâh ve araçlarını kullanacak ve erlere öğretecek muharip ve yardımcı sınıf astsubay ve takım komutanına olan ihtiyaç çok fazladır.
2. Ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyeti kadrolarını astsubaylardan terfi edecek teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar ile tamamlayacağız.
Yukarıda görüldüğü üzere BaşbakanAdnan MENDERES hükûmeti, astsubaylardan terfi etdireceği teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subayları da “çok ihtiyacımız var” dediği “takım komutanlığı” kadrolarında istihdam edecek idi.
1951 senesinde Meclisde yapdığı konuşmada Başbakan Adnan MENDERES
Ve
Millî Savunma Bakanı Hulusi KÖYMEN, “astsubay” sınıfının ihdâs gerekcesini şöyle açıklamış idi.
“Astsubaylardan terfi etdireceğimiz subaylar ile “takım komutanı” kadrolarını tamamlayacağız”
Her iki zevâtın bu sözlerinin de bir yalan olduğunu anlamak için şu iki suâli sormak yetecek;
|
* * * * *
Yalnız bilgili olmak değil adam olmak;
Vefâlı mı değil mi insan, ona bak.
Yücelerin yücesine yükselirsin
Halka verdiğin sözün eri olarak.
Ey, dört ile yedinin doğurduğu Hayyâm!
Söyle, ne demeli?
“Astsubay” dedikleri uyduruk askerlere verdiği sözleri tutmayanlara...
* * * * *
Genelkurmay Başkanı ol, Millî Savunma Bakanı ol, Başbakan ol;
- Osdur, osdur ipe diz! Uydur, uydur, yalan söyle!
- Uydur, uydur, “yeni sınıf” diyerek “uyduruk astsubay” sınıfını uydur!
Taa ki Eski Tüfek namlı tekâüd asubay Şükrü IRBIK çıkıp da bu yalanları yüzünüze vurana kadar...
* * * * *
Bakınız, bu yalancı dolmacılarından başka birisi ne yapmış!..
ATATÜRK’ün subayları olduğunu söyleyen 27 Mayıs darbesinin elabaşılarından birisi olan
Deniz Kurmay Binbaşı Darbeci Selahattin ÖZGÜR’ün verdiği kânun teklifi ile
ATATÜRK’ün kurduğu ve ismine 1935 senesinde “Cumhuriyet Ordusu” dediği ordunun ismini de
Hiçbir gerekce izhâr edemeden “Türk Silahlı Kuvvetleri” olarak tebdil etmiş.
* * * * *
Dünyâdaki Ordular Nerede, Bizim Ordumuz Nerede?..
Dünyâda böyledir, memleketimizde böyledir, devletimizde böyledir!
Ve hattâ ordumuzda da böyledir!..
“Subay yardımcısı” deyip alıp eğitmişsin ve ordu terbiyesi ile senelerce yoğurmuşsun!
Hemen hepsi subay kadar donanımlı olan asubayları,
Sâdece 3 aylık intibâk eğitimi vererek çakı gibi, en iyisinden subay yaparsın.
Hem de Harb Okulunda harcadığın paranın sâdece yüzde biri para ile...
Bu memleketde kimse kendisini bulunmaz Bursa kumaşı zannetmesin!
Çünkü hiç kimse vazgeçilmez değildir! Her selefin bir halefi vardır! Gerisi de lâf-ı güzâfdır.
Coni memleketinde rütbesiz er, kuvvet komutanı ve genelkurmay başkanı olabiliyor ise şâyet,
Ki oluyor, oldu!..
Bu vatanın her vatandaşından da herşey olur!
Yeter ki Türklük şuuru, vatan ve millet sevgisi, Allah korkusu
Ve hele bir de güzel ahlâk, temiz ve sarsılmaz bir vicdânı ola!..
Sonrası sağlık, esenlik, iyilik, güzellikdir...
* * * * *
Ordumuza intisâb etmiş her asubayı, subay yapamazsınız!
Yapmanıza lüzum da yok! Zere, asubaylardan böyle bir talep de yok!
Çünkü,
Birincisi şudur; her asubay, subay olmak isdemez! Her subay, kurmay olmak isdiyor mu?
İkincisi şudur; Bugün itibârı ile biliyoruz ki bizim ordumuzda, tuğ-orgeneral mevcudu, subay sayısının %1’idir. Albay sayısı da %14 civârındadır.
Fakat
“Sicilen subaylığa nakledilen” asubayların oranı, bütün subaylarımızın %1’i kadar bile değildir.
Üçüncüsü de şudur; Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin 1951 senesinde kabul etdiği 5802 sayılı Astsubay Kânununun temel hedefi; “teğmen-yüzbaşı” kadrolarını astsubaylardan “sicilen terfi ettirilen subaylar” ile doldurmak idi. Astsubay ismi verilen uyduruk asker sınıfının teşkil edilmesi için dönemin Millî Savunma Bakanının 1951 senesinde ileri sürdüğü bu “gerekce”, bugün için çöpe mi atıldı?
- Bugün ordumuza bakdığımızda, teğmen-yüzbaşı rütbelerindeki subayların acap ne kadarı astsubaylıkdan terfi eden subaydır?
* * * * *
5619 sayılı Gedikli Erbaş Kânunundan bozma 5802 sayılı Astsubay Kânununun en büyük eskikliği şudur;
Türkiye;
- 5886 sayılı kânunu 18 Şubat 1953 târihinde meclisde kabul etdi ve NATO üyesi oldu.
- 6020 sayılı kânunu 21 Ocak 1953 târihinde meclisde kabul etdi ve 1949 Cenevre Sözleşmesi’ne taraf oldu.
- Her iki sözleşmeye göre üye ülkelerin tamamı, ordularında iki sınıf asker olduğunu kabul etdi.
1.Er
2. Subay
5802 sayılı Astsubay Kânunu her iki sözleşmenin kabul edilmesinden bir iki sene önce meclisde kabul edildi. İşde bu sebepden dolayı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde ihdâs edilen “astsubay” sınıfı; esir kampında yapılacak muâmele konusunda kelimenin tam anlamı ile câmi avlusuna bırakılmış bebe gibi sâhipsiz kaldı. İkinci Dünyâ Harbine iştirak etmediğimizden dolayı bu sakâmetin farkında değiliz.
Fakat bir harp esnâsında esir düşen “astsubay” dedikleri biz askerler;
- Esir kamplarında erlerimiz ile aynı koğuşlarda kalacağız.
- Bu kampda er yok ise şâyet biz “astsubaylar” “hizmet eri” olarak subaylarımıza hizmet edeceğiz.
* * * * *
Amerika’nın Coni’yi aya göndermeye hazırlandığı günlerde
926 sayılı kânununu hazırlayan bizim yavşak subaylarımız ise
Dünyânın gelişmiş ordularındakine benzer bir personel kânunu yapdık diye dübürlerinden üfürüyor idi.
Fakat lahâna beyinli bu subaylarımız;
Dünyânın kalbur üsdü ordularında “astsubay” denilen;
- “Uyduruk”,
- “Ortada sandık” ve
- “Köle” bir asker sınıfı olmadığını, utanmadan bilmezden geliyorlar idi. Bu bir yana!
Peki,
Bizim ordumuzda “astsubaylıkdan subaylığa nakil nisbeti” sidik yarışdırdığımız ülkelerin ordularındaki nisbet kadar niye olamıyor?
* * * * *
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet ÖZEL’e bir dilekce gönderdim 2014 senesinde.
Ve dedim ki senelik olarak “subaylığa nakletdiğiniz” asubay sayısı nedir?
KONU: Astsubaylıkdan subaylığa terfi ettirilen astsubayların senelik olarak sayısı hakkında. İLGİ: (a) 09 Ekim 2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu. (b) 19 Nisan 2004 tarihli ve 2004/7189 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik. (c) 18 Kasım 2014 Salı günü icra edilen TBMM 15’inci birleşim, 6’ncı oturum. 18 Kasım 2014 Salı günü icra edilen TBMM 15 inci birleşim altıncı oturumda; Mersin Milletvekili Sayın Ali ÖZ'ün (6/1736) ve Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt'ün (6/3052) esas numaralı sözlü soru önergelerine verdiği cevabın “Mesleki gelişime yönelik yapılan çalışmalar” başlığı altında madde 3’de Millî Savunma Bakanı Sayın İsmet YILMAZ; “Astsubayların azami yüzde 15 olan astsubaylıktan subaylığa geçiş kontenjanı 2012 yılından itibaren yüzde 25'e çıkarıldığını” ifade etmişdir. Sayın Bakanımıza suallerim şöyledir; Astsubaylıkdan subaylığa geçiş kontenjanının yüzde 15’den yüzde 25’e çıkarıldığını bildiren cümlede bahsedilen;
Yukarıdaki herbir sualimin ayrı ayrı olmak üzere cevaplandırılmasını arz ederim. Saygılarımla 25.11.2014 Şükrü IRBIK |
Orgeneral Necdet ÖZEL, her zamânki silâh arkadaşlığını gösderdi bana ve suâlime cevâp vermedi.
974099 nolu başvurunuz hakkında. This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it. 12/12/2014, 6:56 PM To: This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
Sayın ŞÜKRÜ IRBIK, Başvuru Numaranız: 974099 Sayın Şükrü IRBIK, 1. 974099 sayılı BİMER müracaatınız incelenmiştir. 2. Başvurunuz, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'nun "Kurum İçi Düzenlemeler" başlıklı 25'inci maddesi kapsamında değerlendirilmiştir. Bilgilerinize sunar, esenlikler dilerim. GNKUR.PER.BŞK.LIĞI |
* * * * *
Hayvan Çiftliği!
İngiliz yazar George ORWELL’in 1945 senesinde neşretdiği meşhur bir kitabı vardır; Hayvan Çiftliği. Bu çiftliğin hayvanları, daha fazla yem yemek ve daha az çalışmak için bir gün isyân ederler. Canını zor kurtaran sâhibi, çiftliğini terk edip kaçmak zorunda kalır. Kendini akıllı zanneden Major isimli ihtiyar domuzun önderlik etdiği isyâncılar; bizim dardeci kaşalot subaylarımızın "memleketin idâresine el koyduğu" gibi, çiftliğin idâresine el koyarlar. Akabinde de bir araya gelir ve bir kânun hazırlarlar. Çiftliğin duvarına yazdıkları 7 maddelik bu kânunun özü şudur;
- “Bütün hayvanlar eşitdir!”
Emekde ve yemekde bütün hayvanların eşit olduğu yeni düzen, kısa zamânda bozulur. Gelen, gideni aratır misâli, çiftlikdeki hayvanlar eskisinden daha kötü duruma düşerler. Elebaşı domuz Major, günbegün semirirken; diğer hayvanların yemi azalır hem de daha fazla çalışırlar. Çünkü isyâncı başı domuz Major, hazırladığı kânunun işine gelmeyen maddelerini kimseye farketdirmeden kendi isteği doğrultuda geceleri bir bir değişdirir.
Çiftlikde bir gece şiddetli bir gürültü patırtı duyulur. Hayvanlar, sesin geldiği yere vardığında domuz Major’u suç üsdü yakalarlar. Bir elinde boya, diğerinde fırça ile birlikde yakalanan elebaşı domuz Major, duvarda yazılı olan kânunun birinci maddesini şöyle değişdirmişdir;
“Bütün hayvanlar eşitdir! Fakat bâzı hayvanlar, ötekilerden daha fazla eşitdir!” |
Subaylarımız bir yandan kendi lehlerine ve fakat asubayların aleyhine yeni kânunlar peydahlamışlar,
Diğer tarafdan da mevcut kânunların asubayların lehine olan maddelerini bir bir değişdirmişler.
Asubaylar hakkında bugüne kadar çıkartılan kânunları okudukca
Hayvan Çiftliği’ni okuduğum zehâbına kapılıyorum.
Çiftlikde hayvanların birlikde hazırladığı ve Binbaşı Domuz’un değişdirdiği kânunun birinci maddesini de şöyle diyesim geliyor;
- “Bütün askerler eşitdir! Fakat subaylar, öteki askerlerden daha fazla eşitdir!”
Hikâyedeki müzevir, menfaatçi ve alçak domuzun isminin Major (binbaşı) olması da beni acı acı gülümsetiyor.
Fakat ben gülümsemekden ziyâde;
Asubayların aleyine kânunları çıkartan
Ya da
Asubayların aleyhine olacak şekilde gizlice değişdiren “Domuz Major”’lere,
Dil değmemiş, dodak dokunmamış küfürler ediyorum...
* * * * *
1951 senesinde kabul edilen 5802 sayılı Astsubay Kânununun 6 hedefi var idi;
- Ordumuzdaki silâhları “kullanmak” ve “kullanmasını erâta öğretmek” üzere “astsubay” ismi ile yeni bir asker sınıfı teşkil etmek,
- “Kıdemli başçavuş” rütbesine yükselen bu astsubayların “askerî teknisiyen” ve “askerî kâtip” nasbedilerek bu isimler ile “yeni bir subay” sınıfı teşkil etmek,
- Bu tedbirlerle ordunun ast kademe komuta ve hizmet heyetinde kazanılacak teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylar ile ordu mahrutunun devamlı bir surette kaidesini teşkil etmek,
- Ve böylece harb okulundan kemmiyet (sayı) itibariyle daha az sayıda subay yetiştirmek,
- Askerî memurun yapdığı bütün işleri yapmak üzere “astsubay” olarak tesmiye edilen yeni bir asker sınıfı teşkil etmek ve böylece askerî memurluğu lağvetmek, (Subay sınıfına dâhil olan askerî memurun görevini yapacağından dolayı astsubaylar da subaylığa terfi ettirilecek idi.)
- Yüksek komuta için daha yüksek kapasitede subay yetişdirmek için subaylarımıza daha uzun süreli harbiye tahsil imkânı bahşetmek.
Bu 6 hedefi tahakkuk etdirmek için aslında bir şey daha yapmaya mecbur idiler;
- Lağvedecekleri askerî memurların bütün işlerini yapdıracak,
- Subay sınıfına dâhil olarak yeni teşkil edecekleri “askerî teknisiyen” ve “askerî kâtip”lerin işlerini yapdıracak,
- Teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylarımızın
Ve dahi
- Erlerimizin yapdığı her türlü işi yapacak,
“Askerî memur + subay + askerî teknisiyen + askerî kâtip + er ” karışımı yeni ve ucûbe bir asker sınıfı teşkil etmek.
Böylesi melez ve ucûbe bir asker sınıfını keşfetmek için
Genelkurmay Başkanlığımızın kerizci ve sahtekâr subaylarının fazla kafa yormasına da lüzüm yok idi. Çünkü henüz daha bir sene evvel peydahladıkları “gedikli erbaş” sınıfı çokdan iflâs etmiş idi bile...
“Gedikli erbaş” dedikleri bu köle asker sınıfını;
- Evvelâ “astsubaylığa terfi etdimek” vaadi ile aldatmayı,
- Akabinde de “astsubaylıkdan subaylığa terfi etdirmek” vaadi ile aldatmayı
Ve böylece
- Kendi akıllarınca “bir daş ile üç guş vurmayı” o galın gafalarına goymuşlar idi bir kere...
* * * * *
Genelkurmay Başkanlığı ve M.S.B’nin “ Astsubay ” olarak tesmiye etdiği bu sözde yeni asker sınıfı aslında;
- Ne “askerî memur”
- Ne “subay”
- Ne de “er” sınıfına dâhil idi.
Fakat aynı zamânda
- Hem “askerî memur”
- Hem “subay”
- Hem de “er” idi.
Ve böylece;
- Elleri götünde dolanan subay mahdumlarından müteşekkil askerî memurlardan kurtulacaklar idi.
* * * * *
“ Astsubay ” olarak tesmiye etdikleri bu sözde yeni asker sınıfı;
- Subayın yardımcısı olacak ve subayın işlerini yapacak,
- Askerî memurun yerini alacak ve yapdığı işleri yapacak,
- Silah kullanmayı öğrenecek,
- Mükellef erâtımıza da hem helâya sıçmayı hem de silah kullanmayı öğretecek,
- Bütün bu işleri yapar iken de sağlık hizmetlerinde “er” muamelesi görecek idi.
Genelkurmay Başkanı ve MSB’nin 5802 sayılı kânun ile hedeflediği aşağıdaki 6 hususu tahakkuk etdiler;
- Ordudaki silâhları kullanacak ve kullanmasını erâta öğretecek yeni bir asker sınıfı teşkil etdiler. Bu yeni ve uyduruk asker sınıfına da “astsubay” ismini verdiler.
- Ve böylece, erleri eğitmek görevini teğmen-yüzbaşı rütbesindeki subaylarımız, usda katır gibi sırtından atdılar.
- Askerî memurun yapdığı işleri, “astsubay” ismini verdikleri bu sözde yeni asker sınıfının sırtına yıkdılar.
- Ve böylece subay muâdili olan askerî memurlar ile subaylarımız orduevi, lojman ve sosyal tesislerin tek sâhibi oldular.
- Fakat fiilen olsa da askerî memurluğu hukûken lağvetmediler.
- Yüksek komuta için daha yüksek kapasitede subay yetişdirmek için harbiye talebesine daha uzun süreli tahsil vermek isdiyorlar idi. Bu maksada mâtuf olarak, harp okullarının tahsil süresini;
- 1971 senesinde 2 seneden 3 seneye,
- 1974 senesinden geçerli olmak üzere de 3 seneden 4 seneye yükseltdiler.
Genelkurmay Başkanlığı ve MSB, yukarıda gördüğünüz hususların hepsini tahakkuk etdirdi. Çünkü hepsi subaylara yeni fırsat, yeni menfaatler ve yeni istikbâller getiriyor idi.
MSB ve Başbakanın hazırlayıp TBMM’ye arz etdiği 5802 sayılı kânunun temel hedefi şu idi;
- Zekî ve okumak imkânı bulamayan kâbiliyetli Anadolu çocuklarına yeni bir fırsat vermek,
- Ordu içinde bedbin bir zümre yaratmamak,
Teşkil etmeyi düşündükleri ve “astsubay” dedikleri askerlerden;
- İsdekli ve gereken şartları hâiz onlarlar kıdemli yüzbaşılığa kadar terfi edecek,
- Hâl ve durumlarından memnun olanlar temdit ederek astsubay olarak çalışmaya devâm edecek,
- İsdekli olmayanlar ise 9 senelik mecburî hizmetden sonra astsubaylıkdan istifa edip ordudan ayrılacak idi.
* * * * *
Subay muâdili olan askerî memurun görevini astsubaylar yapacağından dolayı Astsubayları da subaylığa nakil edecekler idi. Fakat nakil etmediler. Zamân içinde piyasaya sürdükleri kânun tezgâhları ile Genelkurmay Başkanları ve MSB'ları, Astsubaylara verdikleri “subaylığa nakil” müktesep hakkını kurnazca gasp etdiler. |
Başbakan Adnan MENDERES’in 1951 senesinde “Astsubay Kânununu” ihdâs etmesinin hedefi şu idi; Ordumuzdaki 11 bin astsubaydan “bedbin bir zümre yaratmamak!" Lâkin Başbakan Adnan MENDERES’in Genelkurmay Başkanları ve Millî Savunma Bakanları Gizliden ya da açıkdan tezgahladıkları elvan çeşit “fitne kânunlar” ile 2014 senesine kadar Tam 97 bin 975 kişilik koca bir “bedbin astsubaylar ordusu yaratdılar!..” |
Terâzisi tezekden olan ordumuzun, işde böyle bokdan olmuş dirhemi!
* * * * *
5802 sayılı Astsubay Kânunu ile ihdâs etdikleri
Ve dahi
İsmine “astsubay” dedikleri biz askerlere
Bu kânunun tatbik edilmesi konusunda bugüne kadar yapılan haksızlıkları akıllara nakşetmesi için
Sâdece 20 senede girişdiği 60 savaşın 52’sinden gâlip gelen
Fransız milletinin muhteşem subayı Orgeneral Napolyon BONAPART’dan şu hârika vecizi seçdim;
- Ahlâkın olmadığı yerde kânun işe yaramaz!
* * * * *
Muhterem okuyanlar!
Kıymetli asubay meslekdaşlarım!
Bir kitabı dolduracak kadar bilgi ve belgeleri kısa olarak derlediğim
Ve dahi
88 sayfaya ancak sığdırabildiğim makâlemizin altıncı bölümüne ait bu kısmının bir cümlelik özeti şudur;
- " Astsubay " dâvasının isli kandili işde, hep böyle kör yanmış!..
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki Bölümleri Okumak İçin Resimleri Tıklayınız!
Çünkü Asubay
SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ
Türkiye Cümhuriyeti Ordusunda Bizlerin Assubay veya Astsubay olarak bildiği kelime hakkında Bugün burada son sözü söyleyeceğiz, inşallah!
Assubay mı diyorsunuz?
Astsubay diyor iseniz şâyet,
Peki, nedir bu kelimenin aslı kökü acap? Bugün, hak zuhûr edecek Ve dahi Bâtıl, burada zâil olacak, evvel Allah! Suyu, pınarın gözesinden içmeli, değil mi? Yerimiz dar, vakdimiz sınırlı! Haydi, buyurun öyle ise... |
* * * * *
SENE: 1926
Türkiye Cümhuriyeti Ordusu zâbitan heyetinin Arapca ve Farsca olan rütbe isimleri aşağıdaki gibi idi.
|
* * * * *
SENE: 1934 Birinci Reisicumhur ATATÜRK, Arapca ve Farsca olan asker rütbe isimlerinin Türkceleşdirilmesini emretdi.
Hazırladığı kânun teklifine TBMM, Aşağıda gördüğünüz üçüncü maddeyi ekledi.
|
* * * * *
SENE: 1935 Arapca ve Farsca menşeli olan asker rütbe isimlerine "Öz Türkce" karşılık türetmek için kolları sıvayan İcrâ Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu), Hazırladığı Kânun taslağını Reisicumhur ATATÜRK’e arz etdi.
Reisicumhur ATATÜRK; Astsubay şeklinde hazırlanıp kendisine arz edilen rütbe ismini Bizzat kendisi Asubay şeklinde tâdil etdi.
Bu tâdili de aşağıda gördüğünüz üzere şiir gibi izah etdi.
|
* * * * *
SENE: 1935 T.C. Büyük Erkânıharbiye Reisliği “Rütbe ve Birliklerin Öz Türkce Karşılıkları” isimli kitabı neşretdi.
Bu kitabın içine ekledikleri tamimler ile Devlet dâireleri; Asker rütbe isimleri ve bâzı askerî terimlerin Bu kitapda yer alan Öz Türkcelerinin kullanılmasını emretdi.
Aynı çalışma kapsamında Birinci Reisicumhur ATATÜRK;
“ Erkânıharbiyei Umumiye ” olan askerî tâbiri de " Genelkurmay ” olarak tâdil etdi.
Tam bir sûretini ben temin etdim. Fakat Büyük Erkânıharbiye Matbaasında basdığı bu kitabın bugün itibârı ile bir nüshasının Genelkurmay Başkanlığının kendi kütüphânesinde bile olduğunu zannetmiyorum.
Neşredildiği 1935 senesinden bugüne kadar geçen 82 seneden beri Rütbe ve Birliklerin Öz Türkce Karşılıkları isimli bu kitabı İlk kez sizler görüyorsunuz.
|
* * * * *
SENE: 1935 TBMM’de kabul edilen Ordu Dâhili Hizmet Kânunu ile Yeni rütbe isimleri resmen kullanılmaya başlandı.
Bu kânun ile Türkiye Cümhuriyeti Ordusunun askeri;
1. Erbaş
2. Subay olmak üzere iki sınıfa tefrik edildi.
|
* * * * *
SENE: 2014
Yukarıdaki sayfada gördüğünüz rütbe isimleri kitabının sâhibi ve Türk Dil Kurumunun 11 sene Başkanlığını yapan Prof.Dr. Sayın Şükrü Hâlûk AKALIN ile Görevli olduğu üniversitedeki kendi makâmında bizzat görüşdüm Ve dahi Bu sayfada okuduğunuz bilginin bir kısmını Sayın AKALIN’dan aldım.
Asubay kelimesi hakkındaki hakikâtin gün ışığına çıkartılması için Gösderdiği yakın ve samimi alâkadan dolayı Bütün Asubaylar adına Şükrü Hocama teşekkür ediyorum. |
* * * * *
SENE: 1938
Reisicumhur ATATÜRK’ün bizzat kendisinin Asubay şeklinde türetdiği kelimeye Ne hazindir ki ilk tecâvüz eden kişi de ATATÜRK’ün zâbiti oldu.
Fakat ne var ki; Mirlivâ Kâzım SEVÜKTEKİN isimli İngiliz çaşıtı bir zâbit, Meclisde binbir türlü sahtekârlıklar yapdı Ve dahi Asubay kelimesindeki “ s ” harfinin yanına 1938 senesinde bir “ s ” harfi ilâve etdi. " Asubay " tâbirini de böylece " Assubay " yapdı.
|
* * * * *
SENE: 1951
İnsan, ölmeye Hâin de hâin olmaya görsün! Sırtını döndüğü zâbitler; ATATÜRK’ün bu emânetine hıyânet etmekde birbiriyle yarışdı...
Ne de olsa ağacın kurdu, kendi gövdesinde idi. Çaşıt ve sahtekâr Mirlivâ Kâzım’dan sonra Bu kez de Askerî Hâkim unvânlı bir Korgeneral, harama uçkur çözdü!
Fakat ne var ki;
TBMM’de, vekillerin gözü önünde kıvrak bir kalem hareketiyle sahtekârlık yapan Korgeneral Rifat TAŞKIN Assubay kelimesindeki iki “ s ” harfinin arasına “ t ” harfini paslı bir hançer gibi sapladı.
|
* * * * *
SENE: 1951
Aşağıda gördüğünüz Kânun TBMM’de görüşülür iken Türk Milletini temsil eden vekillerden bir dânesi dahi Astsubay kelimesini nerenden uydurdun, ey subay Rifat TAŞKIN, diye sormadı...
Eski Tüfek, "Astsubay" kelimesini sahtekâr subay Rifat TAŞKIN’ın neresinden uydurduğunu biliyor da!
Şimdi aklından geçenleri şuraya bir dökse hani!.. Ortalık toz duman olur!..
ATATÜRK'ün subayları olduğunu söyleyen sahtekâr subaylarımız ATATÜRK'ün türetdiği " üsçavuş " kelimesini de kânunsuz olarak "üstçavuş" yapdılar. * * * * * 5802 sayılı “ Astsubay ” Kânununu hazırlayan sahtekâr subaylarımız şöyle dedi; Muhtelif kânunlarda geçen “ astsubay ” adı “ subay ” olarak değiştirilmiştir.
Fakat bunu diyen kerizci subaylarımızın hepsi ağızlarını domaltarak koca bir yalan söyledi. Zere O güne kadar yapılan “muhtelif kânunların” hiçbirisinde “ astsubay ” adı yok idi.
|
* * * * *
SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 1923 senesinde 364 sayılı kânun ile teşkil edilmiş bir kânun devletidir. Hükümran devlet olmanın temel hususiyeti kânun yapabilme kudretidir. Kânun ile ihdâs edilen bir husus ancak başka bir kânun ile tebdil edilebilir.
Ve dahi
Fakat Kânun devletinin sahtekâr subayları, devletin kânununu tanımadılar!..
Ve dahi
Kâzım isimli sahtekâr bir zâbit 1938 senesinde kânunsuz olarak “ Assubay ” şeklinde tahrif etdi. Rifat isimli sahtekâr bir subay da 1951 senesinde kânunsuz olarak “ Astsubay ” şeklinde tahrif etdi. |
* * * * *
SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ;
emekliassubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemizi
Ve dahi
Makâlelerimizi ilk kez görenler haklı olarak
Birisine 40 kere deli der iseniz şâyet 40 kere demek şöyle dursun, sahtekâr subaylarımız, Türk Milletine;
ATATÜRK’ün bize vediâsı “ Asubay ” tâbirini kabul ettirebilmemiz için
“ Asubay ” kelimesini bizim en az 160 sene söylememiz, anlatmamız gerekecek.
|
* * * * *
SENE: 2017, Şeb-i Yeldâ; Canlar, dostlar! Gözlerinden öpdüğüm kıymetli küçüklerim Ve dahi Ellerinden öpdüğüm muhterem büyüklerim;
ATATÜRK’ün zâbiti olduğunu söyleyen iki şerefsizin ATATÜRK’ün vediâsı olan Asubay unvânına tecâvüz edişinin 14 kareye sığdırdığımız 80 senelik hikâyesi İşde, beyle iken beyle!..
Sahtekâr iki zâbitin 1938 ve 1951 senesinde yere düşürdüğü ATATÜRK’ün bu çok kıymetli vediâsına Eski Tüfek mahlaslı Şükrü IRBIK 2015 senesinde bir hayat öpücüğü verdi.
Türkiye Cümhuriyeti Ordusu Ve dahi “ Asubay ” dedikleri “ ortada sandık ” bu asker sınıfı var oldukca da Asubay unvânı, Asubaylar ile birlikde var olacak, evvel Allah!
“ Niçin Asubay? ” diye bugün soranlara imdi söyleyelim;
Çünkü, hep Asubay idi.
Asubay unvânını bugün kullanmak bir tercih meselesi değil Fakat ATATÜRK’ün vediâsına sâhip çıkmak ya da inkâr etmek meselesidir.
Kimileri için ölmek, düşünmekden bile daha kolaydır! Siz, kolaycı olmayın! İnsana, düşünmek yakışır!
Suyu, pınarın gözesinden içmeli, değil mi?
Şükrü IRBIK (E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
|
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar -6-4-
Türkiye’nin en çok aldatılan insanlarının
“Asubay” denilen askerler olduğunu anlatmak için yazmaya başladığımız
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm birinci kısımında;
“Asubay” dedikleri biz “ortada sandık” askerlerin
Ve dahi
Asubaylık sınıfının özlük hakları” konusunda;
- “İcrâ makâmı” olan Genelkurmay Başkanlığı ve M.S.B,
- “Temsil makâmı” olan TEMAD,
Ve dahi
- Emekli ve muvazzafı ile asubayların gündemine göre,
Asubayların taleplerinin neler olduğunu gördük!
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm, ikinci kısımında;
Cârî mevzuâtımıza göre “astsubay” dediğimiz “köle” asker sınıfının
Deniz Kuvvetlerimizde teşkil edilmesinin gizli maksadını fâş eyledik!
Meğerse bahriye zâbitân heyetimizin kendileri “ gemi güvertesinde öte beri göt gezdirsin ” diye Donanmamızda “gedikli” (asubay) olarak tesmiye etdikleri “ ortada sandık ” asker sınıfını teşkil etmişler!.. |
* * * * *
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm, üçüncü kısımında;
“Astsubay” denilen ve dahi seferde “hizmet eri” olan asker sınıfının
Hava Kuvvetlerimizde teşkil edilmesinin kan dondurucu maksadını öğrendik!
|
Pilot olduğumuz için; Biz küçük zâbitân zannediyor idik kendimizi “ makbûl ”, Meğerse olmuşuz beyaz zâbitânın yerine biz “ maktûl." |
* * * * *
Asubay Tefrikası isimli makâlemizin şimdi okuyacağınız altıncı bölüm, dördüncü kısımında ise;
Evvelâ; “Küçük zâbit” dedikleri asker sınıfının Berrî (Kara) Ordumuzda teşkil edilmesinin dehşet verici gizli maksadını fâş eyleceğiz. |
Akabinde de; Berrî (Kara) küçük zabitliğin (Asubay) M.Ö bilmem kaç senesinde teşkil edildiğini söyleyen lâhanacı bosdan danası târihcilerin Bu ısmarlama ezberini külliyen ve ebediyyen bozacağız, inşallah! |
* * * * *
Ey, Çadırcı! İçdiğin şarap, sevdiğin güzel idi.
Gitdin câmiye, niyetin kilim aşırmak idi!
Lâkin, dilinden dökülen hiçbir kelâm yalan,
Sen de yalancı değil idin be!..
Senin garbî komşu memleketdeki her boku bilen kerizci beyaz zâbitân
Ve dahi bu beyaz zâbitânın kuyruğuna takılan küçük beyinli küçük zâbitân
Bak, Allah aşkına! Ne yalanlar üfürmüşler!
* * * * *
Berrî (Kara) Ordumuzda küçük zâbitliğin (asubaylığın) teşkil edilmesine kalem batırmadan evvel
Bu köle asker sınıfının târihcesi hakkında bir iki kelâm edelim.
Târihcesine bakdığımızda
Bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz okulun kuruluş senesinin belli olduğunu görüyoruz.
Nasıl olmuş ise olmuş, Kara Harp Okulumuz gökden zembille inmiş de!
Babalarının minderi kendinden yaylı fayton koltuğuna “cup” diye oturur gibi
1834 senesinde “şıp” diye “kurulmuş!”
* * * * *
Amma ve lâkin Kara Asubay Okulunun târihi söz konusu olunca
Kerâmeti kendinden menkul borazancı başılar hoşafın yağına buz tutdurmuşlar!
Kara Kuvvetleri EDOK Komutanlığının 2009 senesinde neşretdiği kitaba, öyle bokdan şeyler yazmışlar ki!
Mesnetsiz, asılsız ve yalan dolan bilgiler ile “târih yazdığını” zanneden
Ve fakat
“Târih yapanlara” ihânet etdiğinin farkında bile olmayan bu lâhanacı bosdan danaları
“Kara Asubaylığı târihi” konusunda bakınız, güneş görmemiş ne inciler üfürmüş!
“Tarihi süreç içinde” okuma-yazma bilenlerden oluşturulan “astsubaylık müessesesi” |
“Tarihin en eski döneminden itibaren var olan astsubay yetiştirme sistemi” |
Kara Kuvvetlerinin M.Ö. 209 senesinde teşkil edildiğini “şıp” diye biliveren müneccimbaşı subaylarımız
“Astsubay” dedikleri asker sınıfının teşkil edildiği târihi söylemeye gelince dut yemiş garga guşu oluyorlar!
Bu kitabı yazan lâhana beyinli subaylarımız hem gelin hem de güvey olmuşlar!
Bilim adamlarımıza göre insanlığın başladığı târih bile belli.
Fakat ordumuzdaki asubaylığın ne zamân başladığını bilen yok!
Burada gevelediğin “târihî süreç” nedir? Ne zamân başladı? Sen, bu sürecin neresinde idin?
“Târihin en eski dönemi” ne demek? M.Ö. mü, M.S. mi?
Böyle muğlak ifâdeler kullanan lâhana beyinli târihcilerimizin bu suâllere verecek cevâbı var mı?
* * * * *
MSÜ Kara Astsubay Meslek Yüksek Okulunun örütbağda neşretdiği târihceye, bakınız neler yazmışlar.
Ordumuzun “orta” kademe yöneticileri ve teknisyenleri olan “astsubaylar” |
İlk başlarda; sürekli olarak aynı görevi yapan ve bu nedenle bilgi ve becerisiyle sivrilmiş erbaşların “gedikli” unvanı ile muvazzaf hizmete alınmalarıyla sağlanıyordu. |
“İlk başlarda” tâbiri ile hangi târihi kasdediyorsun? M.Ö. mü? M.S. mi?
“İlk başlarda” diye üfürdüğün o zamânda, sen nerede idin?
- Orduda “astsubay” mı?
- Kundakda “bebe” mi?,
- Portakalda “vitamin” mi?
- Senin baban, babanın babası, babanın babasının babası “nerede” idi?
Sen;
“Subay yardımcısı” dediğin askerin târihcesini mi yazıyorsun?
Yoksa
Gözlüklü nene gibi dizinin dibine oturtduğun emzikli bebelere masal mı anlatıyorsun?
Ey bu cümleyi yazan “târihci” kardeşlerim benim!
Sen, târih nedir; ne ile beslenir, ne ile yaşar; nasıl yazılır, biliyor musun?..
* * * * *
İlim fukarası bu subaylarımızın yazdığı ucuz târihceye bakdıkdan sonra cezbeye tutulup da
Kendini târih yazmaya vakfeden bosdan bülbülü kimi asubay meslekdaşımız ise
Tıpkı lâhana beyinli bu subaylarımız gibi börkenekden öyle bir üfürmüşler ki!
Tarihsel süreçte “gedikli” sınıfının ne zaman ve şekilde kurulduğu tarih olarak net değildir. |
Böyle yalanlar üfürmek ile “târih” yazdığını zanneden bosdan bülbülü asubay meslekdaşlarımız Kendisini köle yapdığı için beyaz efendisinin elini öpen “köle” durumuna düşdüklerini bilmiyorlar mı? |
Subay okullarına sahte târihce düzmek için “yontulmamış yalanlar” söyleyen bosdan gargalarının
Asubay okullarının târihi konusunda böyle dübürden laflar üfürmesinin sebebini de
Eski Tüfek fâş eylesin sizlere;
Bugüne kadar kasden ve sahtekârlıklar ile tertip etdikleri binbür türlü kânun ile
Asubayları hem madden hem de mânen nefes alamaz duruma getiren beyaz subaylarımız,
Kendi hatâ ve günâhlarını, ne zamân başladığı bilinmeyen bir târihin sırtına yıkmak ve hedef sapdırmak!
* * * * *
Bin dört yüz sene evvelinden Hz. Ali şöyle nasihât etdi bizlere; “İlim bir nokta idi, Onu câhiller çoğaltdı!”
İşde, yukarıdaki sayfalarda kimlerin ne inciler yumurtaladığını gördünüz, okudunuz!
Berrî Küçük Zâbitliği (Kara Asubaylığı) konusunda da hakikât aslında “bir doğru” idi.
Onikinci havârinin İsa (as)’yı 30 gümüş dinara satdığı gibi
Akıl ve ilim fukarası subay ve asubay meslekdaşlarımız da
Kara Asubaylığı konusunda “bir doğruyu birçok yalana satdılar!”
Kara Asubaylığı konusunda ağızlarını domaltarak kerâmet buyuran târih câhili subay ve asubay mesledaşlarımız;
Hz. Ali’nin bu sözünün ne kadar isâbetli bir tesbit olduğunu bir kez daha hatırlamamıza vesile oldu!
Asubay dediğimiz “ortada sandık” asker sınıfına târihce düzme yarışında
Kimlerin ne bokdan inciler üfürdüğünü gördükden sonra
İmdi başlayalım Asubay Tefrikası isimli makâlemizin altıncı bölüm, dördüncü kısımının konusuna...
* * * * *
Küçük Zâbitlik Avrupa Devletlerinde Niçin Teşkil Edildi?
Küçük zâbit isimli “ortada sandık” asker sınıfının Osmanlı Berrî Ordusunda teşkil edilmesinin sebebini anlatmadan evvel
Avrupa devletlerinde “küçük zâbitliğin” teşkil edilmesi hakkında kısa bilgiler verelim.
Zere;
Küçük zâbit asker sınıfının Avrupa Ordularında teşkil edilmesinin sebebini öğrenir isek şâyet
Bizim ordumuzda tezgahlanmasının sebebi de kendiliğinden ortaya çıkacak.
Avusturya, Almanya ve Fransa Orduları;
“Zâbit ile er arasında yer almak üzere” kendi ordularında “küçük zâbit” ismini verdikleri yeni bir asker sınıfını
19’uncu asırın başlarında teşkil etdiler.
Çünkü;
Her üç devlet de bütün dünyâyı kendi sömürgesi yapmak isdiyor idi.
II. Frederick William’ın Prusya Almanya’sı
Ve dahi Napolyon Bonapart Fransa’sının bu asırda yapdıkları harblere bakdığımızda
Bu niyetlerini açıkca görebiliyoruz.
Allah’ın kendisini bütün dünyâyı Fransa’ya köle yapması için yaratdığına inanan
Ve dahi
Fransa’yı “topyekûn seferberliğe” hazırlayan Napolyon,
Ordusunun erlerini coşdurmak için şöyle dedi;
“İnkilâp târihleri dâima neferlerin çantasında mareşallik batonu taşımışdır!”
Bu sözünü unutmayan Napolyon;
Harblerde fedâkârlık gösderen neferlerini hemen mareşalliğe terfi etdirdi.
* * * * *
“Asker kıral” olarak bilinen Prusya Almanya’sının kıralı II. Frederick William da
Ordusu için kânunlar yapdırdı. Askerine çok iyi maaşlar verdi, iâşenin en iyisini yedirdi, kıyâfetlerin en iyisini giydirdi. Askerini çok seven bu kıral, boylu-poslu ve kuvvetli gençleri ailelerinden para ile satın aldı. Vermeyi kabul etmeyen ailelerin çocuklarını da zorla kaçırıp asker yapdı. Kendi yapdırdığı kânuna göre mahkemeye kadar giden ve aleyhine karâr vermesine rağmen mahkemeye saygı gösderen kıral, II. Frederick William’dır. “Berlin’de hâkimler var!” dedirten, bu kıraldır. Bilime, akıla ve kânuna her zamân saygı gösderen II. Frederick William, girişdiği bütün harbleri kazandı ve “hiç mağlup edilmeyen kıral” olarak târihe geçdi.
* * * * *
Aynı dönemde bizim padişahımız III. Mustafa ise
Sarayındaki dalkavuk müneccimlerin üfürüklerine göre devleti idâre ediyor idi.
Kıral II. Frederick William’ın harblerdeki başarıları karşısında şaşkına dönen bizim padişahımız III. Mustafa;
En güvendiği veziri olan Ahmet Resmî Efendiyi elçi olarak Prusya’ya gönderdi
Ve dahi
Kıral II. Frederick William’dan üç müneccim isdedi.
III. Mustafa’nın maksadı;
Ve dahi
|
II. Frederick William, bizim padişahın bu gülünç isdeği karşısında çok şaşırdı fakat alay etmedi.
Harbde muzaffer olması için III. Mustafa’ya şu üç nasihâtı verdi;
1. Târihi iyi bilmek ve târihde yaşanmış harblerden ders çıkartmak. 2. İyi bir orduya mâlik olmak ve sulh vakdinde dahi muharebe zamânında imiş gibi tâlim etdirmek. 3. Her dâim dolu bir hâzineye mâlik olmak. |
Ve Kıral II. Frederick William, elçimiz Ahmet Resmî Efendiye şöyle dedi;
“Git, III. Mustafa’ya evvelâ selâmımı söyle! Sonra da şöyle de; “İşde, benim üç müneccimim bunlardır.”
* * * * *
Makâlemizin bu bölümünün konusu olmadığından ötürü 18’inci asır askerliğinden bahsetmeye gerek yok!
Çünkü bu asırda dünyâda “düzenli ordu” yok idi!
Olduğunu iddia eden ve “dünyânın ilk düzenli ordusunu M.Ö 209 senesinde kurduk” diyen de “dünyâda” sâdece bizim Genelkurmay Başkanlığımızdır.
|
O zaman kusura bakma sen, Genelkurmay Başkanı! "Aklın yok ise hakkın da yokdur!"
Bunları icâd edecek kadar aklı olmayan ordunun, “dünyânın düzenli ilk ordusunu kurma” hakkı da yokdur.
Kibir; kibirden daha çok cehâlet; cehâletden daha çok hamâset; hamâsetden daha çok hamakât!
Her boku kendilerinin bildiğini zanneden târihci zübük subaylarımıza sesleniyorum;
Eyi, gözel!
Asker, gitdiği yere kânunu da götürür! Kânun yok ise asker de yokdur!
Mâdem "dünyânın ilk düzenli ordusunu" sen kurdun!
Maçan yiyor ise şâyet;
|
Mâdem “dünyânın ilk düzenli ordusunu" kuracak kadar aklın var idi! Öyle ise Avrupa’lının, Amerika’lının ayağına gadar gidip de;
|
Bütün bu acı hakikâtler karşımızda sırıtırken sen hiç utanmadan, sıkılmadan diyorsun ki;
“Dünyânın ilk düzenli ordusunu ben kurdum!” Yuf olsun, sizin ervâhınıza be!..
Kuduruk âşık âlemi kör, etrafındakileri de dört duvar zanneder imiş!
“Dünyânın ilk düzenli ordusunu biz Türkler kurduk” diyecek kadar azgınlaşan zübük subaylarımızın da
Kuduruk âşıklar gibi o “incir çekirdeği” kadar akılları da başından uğramış zâhir!..
* * * * *
19’uncu asırın büyük bir bölümü, birbirinin topraklarını ele geçirmek isdeyen Avrupa devletlerinin kendi ordularını ve vatandaşlarını sürekli olarak “topyekûn seferberlik” hâlinde tutmalarına sebep oldu.
Avusturya, Almanya ve Fransa gibi Avrupa devletleri, dünyâyı sömürmek siyâsetinden 20’inci asırda da vazgeçmedi. İkincisinin çıkacağını bilemediğimiz için “Birinci Dünyâ Harbi”’ne “Harb-i Umumî ya da Büyük Hârp” dedik. Birincisi biteli daha 20 sene bile geçmemiş idi ki bu kez de aynı sömürgen devletler İkinci Dünyâ Harbinin müsebbibi ya da muhatabı oldular. Avrupa devletlerinin bu bitmek tükenmek bilmeyen “sömürgenlik” hırsı yüzünden 20’nci asırın ilk 50 senesi de tam anlamı ile gene “topyekûn seferberlik” hâlinde geçdi.
Bizim devletimiz İkinci Dünyâ Harbine girmedi. Fakat neticesi itibâri ile mağlub devletlerden bile daha ağır bedeller ödedik. BM ve NATO gibi milletlerarası sömürgen teşkilât, mağlub devletlerde bile yapamadığı sömürüyü ve hovardalığı bizim hâin subaylarımız ve hâin siyâsetcilerimiz vasıtası ile bizim memleketimizde yapdılar. 2016, 15 Temmuz subay darbesinden sonra Türkiye’nin NATO üyeliğinden çıkmasının açıkdan konuşulması, işde bu sömürünün ve hovardalığın açık bir emâresidir. Üsdelik de kendilerini iktidâra getiren Coniperestiş siyâsetciler söylüyor bu hakikâti...
Bu Avrupa devletlerinin “küçük zâbitliği” teşkil etmesinin esâs gâyesi de
Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın 1910 senesinde Meclis-i Ȃyan’da itirâf etdiği gibi;
Yaklaşan “topyekûn seferberlikde” ölecek zâbitin yerini hemen alacak yeni bir asker sınıfı teşkil etmek idi!
- O dönemin ordularında erâtın tamâmı okuma-yazma bilmiyor idi.
- Okuma-yazma bilen vatandaşlar ise her orduda zâbit oluyor idi.
Bu sömürgeci devletler işde bu maksatla ve sâdece “seferde” (harbde) görev yapmak üzere “küçük zâbitliği” teşkil etdiler.
Fakat bu devletlerin aristokrat ailelerine mensup beyaz zâbitânı da
Cephenin en önüne sürdükleri fakir ve köylü ailelerin çocukları olan “küçük zâbitânın” kendileri yerine kolayca öldüğünü fark etdi.
Bu fırsatı kendi lehine ganimete çeviren zengin ve aristokrat aile çocukları olan Avrupa’lı beyaz zâbitân da;
Ve dahi
|
Bu sebepden dolayı Avusturya, Almanya ve Fransa Ordularında “küçük zâbitlik” bugün de hâlen mevcutdur.
* * * * *
C. Berrî (Kara) Ordumuzda Küçük Zâbit (Asubay) Sınıfının Teşkil Edilmesinin Sebebi;
Şimdi gelelim “küçük zâbitliğin” bizim kara ordumuzda peydahlanmasına...
Ağacın kurdu, gövdesindedir!
Küçük zâbit ismini verdikleri askerleri aldatanlar da gene
Ağacın gövesindeki kurt misâli kendi ordumuzun zâbitânı oldu!
Çok örnek var. Fakat biz şimdilik sâdece üç zâbitin söylediklerini burada fâş eyleyeceğiz.
Târih sırasına göre bu zât-ı şahâneler şunlar;
- Kara Piyâde Binbaşı Ali Vasfi Bey; Taşlıca/Üsküp Mebusu.
- Harbiye Nâzırı Müşir Mahmut Şevket Paşa; küçük zâbitliğin mucidi.
- Harbiye Nâzırı Müşir Enver Paşa; küçük zâbitlik hakkında laf geveleyen er kişi...
* * * * *
Târih; 1909, 22 Kasım
Berrî (Kara) Ordumuzda Piyâde Binbaşı rütbesi ile görev yapıyor idi. O vakitlerde zâbitân heyetimiz, askerlik görevlerine ilâve olarak aynı zamânda mebus da seçilebiyor idi. Binbaşı Ali Vasfi Bey de bu hakkını kullandı. 1908 senesinde memleketi Taşlıca/Üsküp’den seçime girdi. Ve sâdece 21 rey alarak mebus seçildi. Sonra, Millî Müdafaa Encümeni Mazbata Muharriri olarak Meclisde göreve başladı.
Meclis-i Mebusân 22 Kasım 1909 Pazartesi günü içtimâ eyledi.
Gündem;
Osmanlı askerî târihinde ilk kez teşkil edilmesi tasarlanan İhtiyât Zâbitânlığı idi.
Aslında gündemde yok idi.
Fakat “Ömer diyecekmiş gibi” ağzını domaltan Ali Vasfi Bey,
Henüz üç ay evvel teşkil etdikleri Berrî (Kara) “Küçük Zâbitliği” hakkında şu incileri dökdü;
Söylendiği, yazıldığı ve meclis kayıtlarına girdiği günden bu buyana bu kayıtları hiç kimse görmedi.
Bugüne kadar geçen 108 seneden sonra bu belgeyi,
İlk olarak sizler görüyorsunuz.
Sayfa: 62 ALİ VASFİ BEY (Taşlıca (Üsküp) Mebûsu (Devamla); Şimdiye kadar bizde “küçük zabitlik” yoktu. Vakıa Dahiliye Kanunnamemiz kırküç senesinde tercüme edilmiş kırkbeşte tadil edilmiş, yani Sultan Mahmut zamanında kabul edilmiş. Bu nizamnamenin bazı yerlerinde “küçük zabit” tabiri vardır. Bunun aslı Fransızcadan tercüme edildiği için (sou-officier)’den aynen alınmıştır. Fakat orası bizde unutulmuş. Belki “onbaşı, çavuş, bölük emini” yerinde kullanılmıştır. Bundan dolayı şimdi “küçük zabit” tabirini kabul etmeli ve Ordu kabul etti. Bugün her orduda hemen hemen Almanya tensikatının aynı caridir. Avusturya keza. Hep “küçük zabit” kadrosu vardır. O orduların vakti hazarda en büyük ve mühim uzvu, cüz'ütâmı bölüktür. Bölükteki heyeti muallime, “küçük zabitan” heyetidir. “Küçük zabitan” efratla beraber yatarlar, onlarla beraber hem haldirler. Seviyei irfanları yekdiğerine daha karib (yakın) olduğundan, onun için kuvvei muavine ile talebe arasında bulunurlar. Binaenaleyh bugün Ordu, hakikî bir terakki etmek için o mühim tensiki yapmak şartıyla “küçük zabitan” kadrosunu kabul etti. “Küçük zabitan” yetiştirmek için şurada bir mektep küşad edildi. “Küçük zabitan” kabul ediliyor, yetiştirilecektir. Şimdi Avrupa devletleri ne yapıyor? Bir defa hizmeti muvazzafai askeriye üç senedir, sonra bir de ihtiyat vardır. Beş sene bir “küçük zabit” manen, fıtraten, ahlaken tabiatı saniye hükmüne gelmiş silâh endazlıktan şöyle yıkanıp çıktıktan sonra talebeyi teşkil eden efrada karşı zabitlik haysiyetini, etvârını, evsafını takınabilir. Zabitin bulunmadığı bir zamanda gaybubetini (yokluğunu) hissettirmeyecek; efrad üzerine maddî tesir icra edilmek için bir defa sinnen (yaş olarak) azıcık ziyade olması lâzım gelir. “Küçük zabit” 28 yaşında olmalı. Hiç olmazsa celî (bilenen) bir tabirimizle «Ağabey» dedirtecek kadar olmalı. Bunların zaten tahsilleri; terbiyeleri iptidai olduğu halde, kendileri müddeti medîde (uzun süre) ameliyat ve tecrübe görerek zabitleşmeli. Zabitlik, kendilerine kumandan vazifesi, tabiatı saniye hükmüne gelmeli. Fakat yirmisinden otuzuna kadar temini maişet edemeyeceğinden ondan sonra hiçbir iş tutamaz. Fakat Şarkî Avrupa devletleri ne yapıyorlar? Bilfarz Almanya'da oniki senedir istikamet ve iffet dairesinde iktidar ve maharet göstererek, iyi muallim ve mürebbi olduğunu ispat ederek, bir çok efrad yetiştirerek bir gün şahadetname alacak olursa, ki biz bunu daha teklif etmiyoruz, çünkü bütçemiz fakirdir - kendisine senede bir defa zengin bir ordu, bin mark yani elli tane İngiliz lirası veriyor. Bu şahadetname ile polis memuriyeti, telgraf memurluğu ve posta memurluğu gibi hizmetlerde istihdam olunur. Bu hizmetinden istifade edilmek için kendisine her gün öğleden sonra ikişer saat müsaade olunur. Ait olduğu mevakii askeriyede isbatı vücut eder. Meselâ hukuk müntesibininden birisi her gün öğleden sonra iki saat ders alır, sonra dört senede bir şahadetname alıp devairi adliyede (adliye dâirelerinde) kâtiplikle vesair hizmetlerde istihdam edilir. Veyahut Polis Dairesine devam eder. Cezaya, kavanini adliyeye ait icabeden malumatı tederrüs eder. İşte Avrupa hükümetleri “küçük zabitana” böyle muaveneti nakdiye vesairede bulunur. Şimdi biz muaveneti nakdiyede bulunamayız. Komisyon burayı düşünmüş, teemmül etmiş (düşünmüş). Buraya konmamış, sonra bu kanunda böyle bir madde yoktur. Fakat Ciheti Askeriye, tabiî diğer bir kanun ile sureti saniyede bunu teklif eder, talep eder. Şimdi “küçük zabit” iyi bir muallim, mürebbi olabilmek için sekiz on sene işlemeli, yoksa yetiştiririz, terhis ederiz, vücudundan istifade edemeyiz. O noktai nazardan sair devletlerin oniki sene olduğu halde bizde on sene kabul edilmiş. O halde bu haddi asgarî diye telâkki edilmelidir. |
Kara Piyâde Binbaşı Ali Vasfi Beyin yukarıda okuduğunuz itirâfından,
İşde, şimdi en az iki yeni şey daha öğrendiniz;
1. Küçük zâbit denilen bu melâneti biz Türklerin, kimlerden ve ne zamân aşırdığımızı, 2. Avrupada küçük zâbitlik ne imiş! Fakat bizim vatan hâinleri küçük zâbitliği ne yapmışlar!.. |
- Sen git, küçük zâbit ismini verdiğin yeni bir asker sınıfı tertip et!
- Sonra tut, bunu da Fransa’dan, Almanya’dan, Avusturya’dan devşir!
- Sen kendi küçük zâbitine; Almanya’nın kendi küçük zâbitine yapdırdığı bütün işleri fazlası ile yapdır.
- Fakat Almanya’nın kendi küçük zâbitine verdiği hakların hiçbirisini sen, kendi küçük zâbitine verme!
Ben, Eski Tüfek Şükrü IRBIK buna; âdi, alçak ve hâince yapılmış bir şark kurnazlığı diyorum!..
İşde,
Küçük zâbitlik konusunda ordumuzun Diyârıbekir garpuzu gibi ikiye yarıldığı yer, tam da burasıdır.
Bu sakat, sapkın ve sürgün zâbit zihniyeti, bugün bile hâlâ aynen devâm ediyor.
Bu konuda söz değil fakat, bunu yapan şerefsiz zabitân heyetimize sülâle boyu öyle küfürler etmek isdiyorum ki!..
* * * * *
Kara Piyâde Binbaşı Ali Vasfi Bey’in bu konuşmasında bir kitabı dolduracak kadar ibret verici gerçek var.
Fakat makâlemizin dördüncü kısımını fazla uzatmamak için bu konuyu şimdilik kızağa çekiyorum.
Bu esrârengiz sakâmeti suâl eden bir dilekce yolladım meclise. Bakalım ne cevâp verecekler.
* * * * *
İşde,
Küçük zâbitlik konusunda yukarıda gördüğünüz incileri yumurtalayan mebus Ali Vasfi Beyin künyesi.
Bir “zâbitden”, “zâbit olmayan askerler” hakkında başka ne bekliyor idi ki?
Ve dahi
Avrupa Ordularındaki küçük zâbitliği anlatırken Ali Vasfi Beyin konuşmasına dikkat etdiniz mi?
Kara Öğ. Albay Tahsin ÜNAL’ın asubaylığı târif ederken kullandığı kelimeleri hatırladınız mı?
* * * * *
Târih; 1910, Yaz aylarında bir gün.
Berrî (Kara) Ordumuzun küçük zâbitânını aldatanların en başında,
Harbiye Nâzırı Müşir Mahmut Şevket Paşa var.
Çünkü, padişahın karşı koymasına rağmen, Osmanlı Devletini yıkıp padişahı tahtından indiren ve küçük zâbitliği teşkil eden kişi, O!
|
Berrî (Kara) Ordumuzda bugün “asubay” dediğimiz “ortada sandık” asker sınıfı,
Aşağıdaki nizâmnâmesinde de görüldüğü üzere
“Küçük zâbit” ismi ile 06 Ekim 1909 Çarşamba günü teşkil edildi.
Bu târihden evvel Osmanlı Kara ordusunda “Küçük zâbitlik” var idi diyen bosdan gargalarının gulağı çınlasın!
Bu asker sınıfının isminin önüne kendi akıllarınca “gedik” sıfatını ekleyen
Ve dahi
Mekteb isminin “gedikli” küçük zâbit mektebi olduğunu söyleyen karacı ve târihci(!) asubay meslekdaşlarımın da yüzleri kızarsın!
Resmî ve fakat sahte târihci subay tayfamızın gönüllü piyâdesi olan bosdan bülbülü bu meslekdaşlarımız,
Demek ki daha nizâmnâmesini bile görmeden, mezûnu oldukları mekteb hakkında târih(!) üfürmüşler!
Bizim zottirik subaylarımız daha gıdaklamadan “ortada sandık” bir asker sınıfı yumurtalıyor! |
Bizim saftirik asubaylarımız da hidâyete erip “biz, ortada sandık yöneticiyiz!” diye piyasa yapıyor! |
Ayıpdır! İnsanda biraz edep olur, hayâ olur!
Askerim diyor iseniz şâyet bu hasletlerden sizde kat kat fazlası olur, olmalıdır!
Akılları yetdiği kadarı ile hakikâti araştırıp doğru târih yazmak yerine
Bosdan danası târihci subaylarımızın dübürlerinden üfürdüğü yalana inanıyorlar.
Ve böyle davranmak ile de kendilerini köle yapan beyaz subaylarımızın elini, eteğini öpüyorlar!
Laklâkiyât yapan bu meslekdaşlarımızın bir hatâsı daha var.
Bu zevât diyor ki; ordumuzun sözüm ona “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı var imiş!
- Osmanlı Ordusunda yok idi,
- Bugün de Amerikalı Coni’de yok!
- İngiliz Tomi’de yok!
Senin ordunda niye olsun? Bunu akıl eden birisi de hiç yok!..
Amerikalı Coni’ye ve İngiliz Tomi’ye kendi devletinin, kendi ordusunun verdiği kıymeti, hakkı hukûku
Sen, kendinden niye esirgiyorsun be adam? Yoksa sen de mi bir bozukluk var?
Biraz aklı olan bir insan;
Kendi kendine “ortada sandık” bir asker sınıfının kuluyum, kölesiyim der mi, Allah aşkına?
“Ortada sandık” bu asker sınıfının mensubu olmakdan memnun isen şâyet
Meydânlara doluşup salya sümük niye ağlaşıyorsun, be adam?
* * * * *
“Gedikli erbaş” tâbiri hakkında üfürdüğü yalandan dolayı Asubay Tefrikası 6-3’de
Asubay neşetli Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ.Yarbay Osman YALÇIN’a kısa ve fakat unutamayacağı bir ders vermiş idik!
Bu kez de bu dördüncü kısımda “gedikli” tâbiri konusunda kendi meslekdaşımıza bir ders verelim.
Aşağıda görülen makâlesinde kıymetli bir meslekdaşımız;
Laf kıtlığında asma budamış!
Ve dahi
1909 senesinde açılan mekteb isminin “Gedikli Küçük Zâbitân İptidâî Mektebi” olduğunu yazmış!
Târih yazıyorum diyerek alıp da kalemi eline yukarıdaki yazıda sözünü etdiğin;
- “Erbaş”
Ve dahi
- “Gedikli Erbaş” tâbirinin
Türk askerî ıstılâhına ne zamân duhûl eylediğini biliyor musun sen?
“Gedikli erbaş” tâbiri,
Askerî mevzuâtımıza ilk kez 2717 sayılı şu kânun ile 25 Mayıs 1935 Cumartesi günü hulûl eyledi.
Bu târihden evvel ordumuzda “erbaş” ve “gedikli erbaş” olarak tesmiye edilmiş bir asker sınıfı yok idi.
“Astsubay” dedikleri uyduruk asker sınıfı hakkında bu yalanı söyleyen meslekdaşlarımız, subaylarımızın kucağından insinler artık!
Bunu götlerinden uyduran hileci subaylarımızın ilimleri yetiyor ise şâyet, buyursunlar!
Eski Tüfek’in karşısına gelsinler hele!..
Ordumuzun “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı olduğu yalanını üfüren bu zübükler,
Kendi işlerini “asubay” dedikleri köle askerlerin sırtına yüklemeye çalışan kurnaz zâbitânın ta kendisidir.
Bu konuda da subaylarımızın papağanı olan meslekdaşlarımız,
Subaylarımızın bu yalanına çanak tutmak ile üç halt ediyorlar;
1. Subaylarımızın uydurduğu ordumuzun “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı var yalanına ortak oluyorlar, 2. Gayri meşrû ve “ortada sandık” bir asker sınıfı olan “asubaylığı” meşrûlaşdırmaya yeltenen subaylarımızın fesat değirmenine su taşıyorlar. 3. Ȃdî bir yalan söylüyorlar; Biraz araşdırmasını bilseler! Hele bir de okuduğunu anlayabilseler idi şâyet! Bu zevât; o vakitlerde donanma gemilerimizde en düşük rütbe ile göreve başlayan bir tayfanın, kâbiliyetine ve celâdetine koşut olarak o gemiye “reis” (komutan) olabildiğini görebilecekler idi. |
Yeri gelmiş iken şu şerhi de buraya hakkedelim;
Subaylarımızın üfürdüğü gibi ordumuzun “orta kademe” yöneticiye ihtiyâcı yokdur. “Yönetici” dediğiniz o zikzikli şey, mahalle derneklerinde filan olur!
Kendilerini “orta düzey yöneticiliğe” lâyık gören “kes-yapışdırcı” meslekdâşlarıma buradan söylüyorum;
Ordumuzun bir tek şeye ihtiyâcı vardır; ölmeye ve öldürmeye her an hazır “subay ve erâta.”
Kendilerini ATATÜRK’den akıllı zanneden kurnaz ve fakat hâin ve fitneci subaylarımız ile
Bu kurnaz, hâin ve fitneci subaylarımızın eteğinde dolaşan “köle rûhlu meslekdaşlarım” biraz daha laklâkiyât yapsınlar bakalım. Bu konuda bugüne kadar söylediklerini de yalayıp yutmaya şimdiden hazır olsunlar!
* * * * *
İmdi teveccüh eyleyelim, küçük zâbitliğin Osmanlı Berrî (Kara) Ordusunda duhûl eylemesine...
Küçük zâbitân ismi verilen köle asker sınıfının tâlihsizliği 1909 senesinde kânunun kabul edildiği gün başladı.
Nizâmnâmesinin daha birinci maddesine “dâimî” kaydı düşülen “küçük zâbitân”
Berrî (Kara) Ordumuza “menzil eşşeği” gibi rapdedildi.
“Küçük zâbitânı” niçin “menzil eşşeği”ne benzetdiğimi de aşağıdaki sayfalarda belgeleri ile göreceksiniz.
Bilirsiniz, harbde firâr eden asker, kurşuna dizilerek infâz edilir.
Firâr etse bedeli, Divân-ı Harp Mahkemesinde kurşuna dizilerek ölecek!
Hamiyyet gösderip yiğitce atılarak düşmân üsdüne! Bu kez de zâbitin yerine ölecek!..
Öyle bir asker sınıfı düşünün ki! Yürümeye mecbur edildiği her iki yolun sonunda da ölüme varsın!
İşde, ordumuzdaki "asubaylık" tam da bu demek oluyor...
* * * * *
Küçük Zâbit Mektebi ismi ile açılan mekteplerin kaderi de
Tıpkı Donanma “gedikli” sınıfının kaderi gibi oldu.
Bu mekteplerden birisi olan Kasımpaşa’daki Dersaâdet küçük zâbit mektebi tâlime başlayalı daha bir sene bile olmamış idi.
Fakat mektebde er muamelesi gören cingöz talebeler, zâbit olmayacaklarını çokdan anlamışlar idi bile...
Bu sebepden dolayı da küçük zâbit mekteplerine talep birden bire dibe vurdu...
- Parası olan talebeler mektebde geçirdiği her ay için 2 lira tazminât ödeyip mektebi terk etdi.
(1911 senesinde;
mülâzım
(teğmen) maaşı 2,5 lira, kıdemli çavuş
rütbesindeki küçük zâbitin aylık maaşı ise 2 lira idi.)
- Ekserisi firâr etdi,
- Kimisi de intihâr...
Azrâil (as)’in intihâr kisvesi ile can almak için buralarda kol gezmeye başladığı günlerden bir gün
Küçük zâbitliğin mucidi ve dönemin Harbiye Nâzırı Müşir Mahmut Şevket Paşa, bu mektebe gitdi.
Mekteb bahcesinde içtimâ eylediği talebelere şunları vaad etdi;
Merdi kıptî gibi şecaat arz eyler iken sirkatin fâş eyleyen Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın
1910 senesi bütçe müzâkeresi esnâsında Meclis-i Ȃyan’da söylediği bu sözlerini
Aradan geçen 107 sene sonra
İlk gören ve ilk okuyan da gene sizler oluyorsunuz!
Zâbitânın tertip etdiği Birinci Dünyâ Harbinde ölmesi istenen askerler kim?
Gene zâbitânın tertip etdiği 2016, 15 Temmuz darbesinde ölmesi isdenen askerler kim?
Birisi zâbit, diğeri siyâsetci olan bu iki zevâtın 107 sene sonra söyledikleri arasında bir fark var mı, Allah aşkına? |
Meclise peşpeşe kabul etdirdiği kânunlar ile
“Alaylı zâbitânı” ordudan ihrâc eden 31 Mart zâbit darbesinin sahte kahramânı Mahmut Şevket Paşa’nın maçası tutuşdu!
Hudutlarımıza dayanan düşmânların sayısı karşısında dudağı uçuklayan Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa,
Hiçbir suçu olmadığı hâlde ordudan tard etdiği “alaylı zâbitânı” mum ile arar oldu!
“Mektebli zâbitânı” ölümüne cephenin önüne sürmek isdemeyen paşamız; vatandaşın harp korkusunu ganimete çevirmesini bildi.
Ve dahi
“Mektebli zâbitânın” yerine ölmesi için “mektebli küçük zâbitân” ismini verdiği yeni bir asker sınıfı teşkil etdi.
* * * * *
Der Saâdet Küçük Zâbit Mektebi;
- 1901 senesinden beri İstanbul’da yaşayan
Ve dahi
- Osmanlı Ordusunda Mekâtib-i Askeriye Umum Müfettişi (Askerî Mektebler Umum Müfettişi) olarak görev yapan Alman zâbit Bodo Friedrich Borries Von DİTFURTH Paşa’nın nezâretinde teşkil edildi.
Sanki mârifet imiş gibi Berrî (Kara) Küçük Zâbitliğin bizim ordumuzda teşkil edilişinin bokdan şerefini Mahmut Şevket Paşa’mıza yamamak isdeyen târih câhili zübük subaylarımız, bu hakikâtden niyeyse pek bahsetmezler.
Der Saâdet Küçük Zâbit Mektebi isimli bu mekteb;
173 “kıdemli küçük zâbiti” kıdemli çavuş rütbesi ile 10 Temmuz 1911 Pazartesi günü ilk dönem olarak mezûn etdi.
Aşağıda;
Kağıthâne çayırında icrâ edilen ve Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın da iştirâk etdiği bu törene ait bir resim görüyorsunuz.
* * * * *
Son padişahımız Sultan Vahdettin’in Başimamı Sadık Efendi’nin oğlu idi. Padişahın ikâmet etdiği Dolmabahce sarayının karşı sokağındaki konakda yaşıyorlar idi. Babasının namaz kıldırdığı camiye ve saraya gider ve Padişah Sultan Vahdetdin’i hemen hergün görür idi. Saray bahcelerinde padişah çocukları veliaht ve sultanlar ile oyunlar oynadı. 1909 senesinde 16 yaşında bir delikanlı iken Taksim Topcular Kışlası, Nişantaşı, Yıldız Sarayı ve Dolmabahce civârında cereyân eden 31 Mart Vak’asının sokak boğuşmalarına bizzat şâhidlik etdi.
- Balkan Harbi,
- Birinci Cihân Harbi,
- Çanakkale Harbi,
- Irak Cephelerindeki harblerde
Ve dahi
- Sakarya Meydân Muharebelerinde harb etdi.
Bu harplerin hemen hepsinde yaralandı. Irak cephesinde harb ederken İngilizlere eşir düşdü. Hindistan’daki İngiliz esir kampına sürgün edildi.
Bu kampda tanışdığı Muhammed Ali isimli bir müslüman ile çalışarak Hintli müslümanları tek başına örgütledi. Pakistan devletinin kurulması ile neticelenen halk hareketine önderlik etdi.
Muhamed Ali isimli bu müslüman; 1947 senesinde Pakistan Devletini kuran ve ilk Cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Ali CİNNAH idi. Küçük zâbit Nurettin Efendinin esir kampında müslümanlara yapdığı yardımları asla unutmadı. Pakistan’ın kurucu Cumhurbaşkanı Muhammed Ali CİNNAH Türkiye’ye ilk gelişinde, İstanbul’da konakladığı otele merhum Nurettin PEKER’i dâvet etdi. Pakistan’ın kurulmasındaki emeklerinden dolayı kendisine hediyeler verdi ve yardımları için bir kez daha teşekkür etdi.
Der Saadet Küçük Zâbit Mektebinden kıdemli çavuş rütbesi ile 1912 senesinde mezun olan Nişantaşı’lı Küçük Zâbit Nurettin (PEKER) Efendinin başçavuş rütbesi ile 1914 senesinde çekdirdiği bir resimi.
Yukarıda gördüğünüz resimleri ve bu bölümdeki bilgilerin bir kısmını;
Piyâde Küçük Zâbit merhum Nurettin (PEKER) Efendi'nin oğlu olan
Ve dahi
16 Aralık 2016 Cuma günü kendisini evinde ziyâret etdiğim Sayın Orhan PEKER’den aldım.
Bu vesile ile kendisinin ellerinden hörmetle öpüyor, sağlık ve esenlikler temenni ediyorum.
* * * * *
Dönemin Harbiye Nezâreti;
- 3 sene eğitim veren Küçük Zâbit İptidâî (İlkokul) Mektebinden neşet eden küçük zâbitânı 8 sene,
- 2 sene eğitim veren Küçük Zâbit (Orta) Mektebinden neşet eden küçük zâbitânı da 6 sene mecburî hizmet ile cepheye sürdü.
Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) Müşir Mahmut Şevket Paşa’nın
Berrî Ordumuzda “küçük zâbit” sınıfını teşkil etmekdeki “gizli maksadı”,
Meğerse “mektepli zâbitân” yerine cephede ölecek “ucuz” ve “küçük rütbeli” askerler tertip etmek imiş!
Cephenin en önünde, zâbit yerine ölüme sürüldüğünü gören küçük zâbitân, aldatıldığını anladı!
Ayrıca;
Küçük zâbit mektebi;
31 Martcı zâbitân heyetimizin bu sinsi maksadını bilen padişahın irâdesine rağmen teşkil edildi.
İşde belgesi;
Yukarıdaki bu belgeyi de
Söylendiği günden 107 sene sonra ilk gören gene sizler oldunuz!
“Târihin başlangıcından beri küçük zâbitlik var” diyen bosdan danaları bunları iyi öğrensinler!
* * * * *
Târih; 1914, 07 Mayıs
Dönemin Harbiye Nâzırı (Genelkurmay Başkanı) Müşir Enver Paşa,
İçtihâd dergisinden Doktor Abdullah CEVDET’e 07 Mayıs 1914 Perşembe günü bir mülâkat verdi.
Mülâkat esnâsında muhabir Doktor Abdullah CEVDET, şöyle bir suâl tevcih etdi, Enver Paşa’ya;
— Küçük zâbit mektebi açılmışdı;
Harbiye Nâzırı Enver Paşa, şöyle cevâp verdi;
|
Harbiye Nâzırı Enver Paşa küçük zâbitâna yukarıda gördüğünüz sözleri verdi.
Fakat 30 Ekim 1918 Çarşamba akşamı Osmanlı Devletinin teslim olması ile birlikde
Enver Paşa’nın verdiği bu sözlerinin hepsi suya düşdü!..
* * * * *
Târih; 1920, 04 Eylül
1910 senesinde Meclis-i Ȃyan’da yapdığı konuşmasında Mahmut Şevket Paşa şöyle demiş idi;
“Esnâyı seferde kesretli (çok) telefât (ölüm) vukû bulabilir. Bunun için de küçük zâbitân yetiştirmeli!”
31 Mart'ın darbecisi Mahmut Şevket Paşa’nın “zâbit” yerine “küçük zâbit” ölsün tuzağı çok iyi çalışıyor idi.
İstiklâl Harbinin en şiddetli günlerinde,
Teşkil edilmesinden 6 ay sonra Büyük Millet Meclisi 192 sayılı karârnâmeyi meriyyete koydu.
Bu karârnâmeye göre;
Cephenin en önünde, düvel-i muazzâma gevuru ile göğüs göğüse cenk eden
Ve dahi
“Ateş hattında” fevkalâde fedâkârlık gösderen küçük zâbitân,
Okuma-yazmasına bakılmadan zâbit vekilliğine (asteğmen) terfi etdirildi.
Gevur Napolyon; “Ateş hattına” sürdüğü kendi gevur neferine “mareşal batonu” vermiş idi. |
Fakat bizim müslüman Müşir Mahmut Şevket Paşalarımız ise Zâbitin yerine ölmesi için “ateş hattına” sürdüğü kendi müslüman küçük zâbitânına Sâdece “zâbit vekilliği apoleti” verdi. |
* * * * *
Ne vaad etdiler? Ne yapdılar?
Numara 170 - Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit İbtidâî Mektebi Nizâmnâmesi H. 21 Ramazan 1327- R. 22 Eylül 1325 (M. 05 Ekim 1909) Madde 47: Küçük zâbit mekteblerinden veya alay mektebinden yetişerek kıt’ada toplam 9 sene hizmet etmiş olanlar polis, jandarma, saray, müze dâireleri muhafızlığı, koruculuk, tahsildârlık, şimendifer ve şirket idârelerinde, yol ve köprülerde, askeriyeye ait fabrika, fırın, anbarlarda ve dâirelerde kâbiliyetlerine göre istihdam olunurlar. 12 sene hizmet etmiş olanlardan imtihanla liyâkatlarını ispatlayanlar yedek subaylığa nakil edilecekleri gibi genellikle en az 300 kuruş maaşlı memuriyetlere de tercihen tayin edilirler. Madde 48: 9 sene hizmet edenlerden işiyle gücüyle iştigal edemeyecek veya 30.maddede zikrolunan hizmetleri yerine getirecek kudreti olamayanlar maluliyetini beyan edenler son maaşları yarısı ile emekli edilirler, “diğerlerine” emeklilik verilmez. 12 sene hizmet edenler genellikle son seneleri maaşlarını yarısı ile berâber her sene için maaşlarının 1/6 nisbetinde bir miktar ilâveyle emekli edilirler. Ancak 30’uncu maddede zikredilen maaşlı memuriyetlere tayin olunduklarında işbu emeklilikleri geçici olarak kesintiye uğrar. |
Yukarıda gördüğünüz Küçük Zâbit Mektebi Nizâmnâmesinin madde 48’i hakkında yeri gelmiş iken şu hususu söyleyelim. Madde 48’de “diğerleri” dedikleri küçük zâbitândan birisi de Gâzi Piyâde Pilot Küçük Zâbit Kıdemli Başçavuş Vecihi (HÜRKUŞ) Efendi idi. 1910-1918 seneleri arasında talebelik dâhil Kara Ordumuzda piyâde, tayyâre makinist ve pilot küçük zâbit olarak vatanına tam 10 sene hizmet eden Ali Fehamoğlu Vecihi Efendi de
- İşde bu madde 48 yüzünden emekli olamadı
- Ve dahi
- Bir tek delikli guruş maaş bağlanamadan Berrî (Kara) Ordumuzdan terhis edildi.
Mondros Mütârekesini 30 Ekim 1918 Çarşamba günü imzâlayıp silâh bırakan Osmanlı Devleti,
İstiklâl Harbi süresince istihdâm etdiği İhtiyât Zâbitânını terhis etdi.
Terhis etdiği İhtiyât Zâbitânına birikmiş üç-dört aylık maaşını da peşin ödedi.
Fakat aynı dönemde harb edip aynı târihde terhis edilen küçük zâbitânâ
Devletimiz, delikli bir tek guruş vermedi...
* * * * *
Küçük zâbit “sou-officier” unvânını,
Dâhiliye Nizamnâmesini aşırdığımız Fransa Kara Ordusundan 1830 senesinde ilk defâ tercüme etdik!
Fakat bu aşağılayıcı tâbire, Padişahlarımız ve Osmanlı Ordumuzda kimse itibâr etmedi.
- Belgesini, yukarıdaki bölümde Mahmut Şevket Paşa’nın ağzından akdardık. Küçük zâbit unvânı 69 sene sonra tekrâr hortladı. İkinci defâ olmak üzere “unteroffizier” şeklinde, von Der Golç Paşa’nın tavsiyesi üzerine 1899 senesinde bu kez de Prusya Almanya’sından devşirdik.
- Kara Ordumuzda ilk küçük zâbit mektebini 09 Eylül 1909 Perşembe günü hizmete açdık.
- Hem ilk hem de ortaokul seviyesinde eğitim veren bu okullarımızdan ilk devre küçük zabit mezûnlarımızı da 10 Temmuz 1911 Pazartesi günü verdik.
Birinci Cihân Harbi ile dünyâyı ele geçirmeye daha 19’uncu asırın sonlarında karâr veren Prusya Almanyası;
- Ordusunun vurucu gücünün erleri olduğunu
- Ve dahi
- Harbi kazanmak için erlerini iyi eğitmenin şart olduğunu biliyor idi.
Bu maksada mâtuf olarak da küçük zâbit mektebleri açdı. Zâbitleri kadar iyi eğitim verdiği küçük zâbitânına,
6 senelik hizmeti tamamlamaları karşılığında devlet dâirelerinde çok iyi ücretli memuriyetler veriyor idi.
06 Ekim 1909târihli nizâmnâmesinde “küçük zâbitliğin” “dâimî” olarak teşkil edildiği yazıyor. Fakat Meclis-i Mebûsân’da bir sene sonra yapdığı konuşmasında Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa, Kara küçük zabitliğinin “sefere” özgü olarak teşkil edildiğini itirâf ediyor. Birbirini yalanlayan bu kıvırmalara bakdığımızda aslında Kara küçük zâbitliği için Harbiye Nezâretinin ileri sürdüğü gerekcenin “çürük” olduğu ortaya çıkıyor. |
* * * * *
1326 senesi Muvazenei Umumiye Kânunu Lâyihası müzakeresi esnâsında
16 Haziran 1910 Perşembe günü Meclis-i Mebûsân’da yapdığı konuşmada;
Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa şöyle dedi;
“Esnâyı seferde kesretli telefât vukû bulabilir. Bunun için de küçük zâbitân yetiştirmeli!” |
Mahmut Şevket Paşa’nın bu cümlesinde de açıkca görüldüğü üzere
Bizim Ordumuzdaki küçük zâbitân sınıfı da aslında,
Kapıya dayanan birinci dünyâ harbi esnâsında cephede ölecek beyaz zâbitânın yerine
Ateş hattına sürmek üzere “muvakkat” (geçici) olarak teşkil edilmiş idi.
Harbden sonra da lağv edilecek idi.
Fakat öyle yapmadılar!.. Beyaz zâbitân bu sözünden çark etdi!..
- Kendileri yerine küçük zâbitânın gözünü kırpmadan öldüğünü gören beyaz zâbitân heyeti; harbden hemen sonra peşpeşe çıkartdığı kıvrak(!) kânunlar ile bu “muvakkat” sınıfı, “muvazzaf” yapıverdi.
- Harp olunca, darp olunca “menzil eşşeği” gibi cephenin en önüne sürdükleri “küçük zâbitâna” bu kânunlarla vaad etdikleri hakların hiçbirisini de vermediler.
- Osmanlı Devletinin imzâladığı Mondros Mütârekesine istinâden 1918 senesinde küçük zâbit mekteblerinin kapılarına kilit vurduk.
- Hizmet verdiği 10 sene boyunca bu mekteplerden 1.892 “kıdemli ve kıdemsiz küçük zâbit” kıdemli çavuş rütbesi ile mezûn edildi.
- Bu mektebdeki talebelerden bâzıları imtihân edildi ve zâbit tâlimgâhlarına gönderilerek zâbit oldular. Bu zâbitândan birisi de; Kasımpaşa Der Saadet Piyâde Küçük Zâbit Mektebinde talebe iken imtihân ile seçilerek 80 arkadaşı ile birlikde "zâbit tâlimgâhına" sevk edilen İsmail Hakkı SÜERDEM’dir.
- Mahmut Şevket Paşa 1909 senesinde “Esnâyı seferde kesretli telefât vukû bulabilir!” demiş idi.
Bu sözü söyledikden 13 sene sonra;
1922 senesinde İstiklâl Harbi sona erdiğinde Mahmut Şevket Paşa’nın dediği oldu!
- Beyaz zâbitânımızın yerine “mayın eşşeği” gibi “ateş hattına” sürülen bu küçük zâbitânın yaklaşık 1.800’ü, harbde zâbitânımızın yerine öldü.
- Cepheden sağ olarak gelebilen 100 civârındaki küçük zâbitin çoğu ise zâbitliğe terfi ettirildi.
- Bu küçük zâbitân öylesine kâbiliyetli idi ki! Tuğ, tüm hattâ korgeneral rütbesine kadar terfi etdiler.
Donanmamızın “gedikli”, “küçük zâbitânı” ve “gedikli zâbitânı” ile
Kara ordumuzun “küçük zâbitânı” öyle bedbaht asker sınıfları oldular ki
- O zamânlarda kabul edilen kânunlarda bu iki sınıf asker, kimi zamân “zâbit” kabul edildi fakat zâbite verilen özlük haklarından mahrum bırakıldılar.
Mühendisin (Asteğmen) mâfevki (üsdü) olan bahriye gedikli zâbiti
1923 senesinde kabul edilen aşağıdaki şu kânunda “zâbit” sınıfına dâhil edilmedi.
Fakat yanlış hesâb, Bab-ı Ȃli’den döndü!
Cumhuriyetin kurucu ruhû, gedikli zâbitânın hakkını, gedikli zâbitâna teslim etdi...
Bahriye gedikli zâbitânının “zâbit” sınıfına dâhil olduğunu anladılar.
Ertesi sene kabul etdikleri 508 sayılı şu kânun ile bahriye gedikli zâbitânını, “zâbit” sınıfına dâhil etdiler.
Fakat “bahriye gedikli zâbitini” “zâbit” sınıfına dâhil edeli daha 3 sene olmamışdı ki bu sefer de
Aşağıda gördüğünüz şu kânun ile zâbit vekili (asteğmen) altındaki bütün askerleri “er” kabul etdiler.
|
18 Ekim 1907 târihli La Haye (The Hague) Sözleşmesine göre harbde esir edilen askerler, iki ayrı kampda hapsedildi;
1. Mükellef Efrâd, (diğer rütbeler)
2. Muvazzaf Zâbit
Esir düşen “kıdemli/kıdemsiz küçük zâbitânı” “erâtımız” ile aynı kamplara hapsetdiler. Zâbit olduğunu söyleyip zâbitân ile aynı kampa yerleşdirilen “küçük zâbitânı” düşmâna, önce kendi zâbitlerimiz ihbâr etdi ve zâbit kampından atdırdı!
Ruslara esir düşen piyâde küçük zâbit kıdemli çavuş Süleyman NURİ, bunlardan sâdece birisidir.
* * * * *
Bilen ile bilmeyen bir olur mu Allah aşkına?
Evvelâ harp okullarımızın müfredâtına bir bakın! Sonra da Asubay Okullarının müfredâtına...
Dört sene “harb sanatı” tahsil etmiş subay ile
Bir iki sene yarım yamalak “meslek” tahsil etmiş asubay, bilgi ve harb kıymeti bakımından aynı olabilir mi?
Dört sene eğitim almış bir subayımız ile bir iki sene eğitim verdiğimiz bir asubayımız arasında emir-komuta ve sevk- idâre bakımından en az yarı yarıya bir kıymet farkı olduğunu kim inkâr edebilir?
En az dört sene eğitilmiş bir subayımızın tâlim etdirdiği erâtımız ile
Bir iki sene eğitdiğimiz asubayımızın tâlim etdirdiği erâtımız arasında harb kıymeti bakımından en az yarı yarı fark olduğunu kim bilmiyor?
Muhtemel bir dünyâ harbinde muzaffer ordu olmak isdiyor isek şâyet
Bunu ancak, dünyânın en iyi tâlimini verdiğimiz erâtımız ile yapabiliriz.
Erâta dünyânın en iyi tâlimini de ancak dünyânın en iyi tâlimli subayı ile verebiliriz.
Tâlimgâhda erâtımıza harb sanatını öğreten zâbitânımızın karârgâhda masabaşı görevlere çekilmesi ile
Osmanlı Devletinin yıkılması arasında çok ciddi ve çarpıcı bir bağlantı olduğunu ilk söyleyen kişi de
Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK oluyorum.
Buyursunlar! Osmanlı Devletinin çöküşünü bir de bu zâviyeden incelesinler.
Dört sene eğitim verdiğimiz subayımız karârgâhda öte beri göt gezdirirken
Erâtımıza harp sanatını öğretmek işini yarım yamalak tâlim verdiğin asubayın sırtına yıkan zihniyet kimdir?
Bu zihniyetin amacı nedir?
Dünyânın en iyi eğitimini verdiğimiz zâbitânımızın eğitdiği dünyânın en iyi erâtından müteşekkil bir ordu tasavvur edin hele! Peki, bunun böyle olmasını isdemeyen kimler olabilir, sizce?
Tâlimgâhda ter döküp erâtımızı harbe hazırlayan zâbitânımızı karârgâhda masabaşı görevlere çekenlerin; ordumuza ve devletimize ihânet etdiğini de gene ilk kez ben Şükrü IRBIK iddiâ ediyorum.
Bütün bu ihtimâlleri ortaya döken emekli SG asubayı ben Şükrü IRBIK, Bugüne kadar inandığım doğrudan çark etmiş değilim! Tam tersine, yukarıdaki cümlelerimde söylediğim her kelime, Savunduğum hakikâte beni biraz daha yaklaşdırıyor. Dünyâ siyâsetinde iddiâsı olan ordularda, “astsubay” denilen “ortada sandık” bir asker sınıfı yokdur! Asubay denilen asker sınıfı, devletimizin taraf olduğu;
Ben, ordumuzdaki “uyduruk” Asubaylık sınıfı lağv edilecek diyorum ve buna inanıyorum. Aklı başında siyâsiler ve subaylarımızın devletimize ve ordumuza hâkim olduğu gün; Beyaz subaylarımızın icâd etdiği ve “astsubay” dediği bu gayri meşrû asker sınıfını hemen lağvedecekler. |
* * * * *
Kurtul artık dün gece içdiğin horoz kanı şarabın kemendinden,
Ve haber yolla bana Çadırcı, elâ gözlerine kurt dolanlardan!
Gözüm, kör değilsen, bunca mezârı gör;
Dünyâyı saran yalan dolanları gör;
Krallar, padişahlar çürüyüp gitmiş:
Elâ gözlerine kurt dolanları gör!
Asubay denilen vatan evlatlarına bu hâinlikleri yapanların elâ gözlerine kurtlar dolalı epeyi zamân oldu!
Lâkin
Mürteşi Müşirlerden İngiliz sevicisi zâbitânın çevirdiği bu kuyruklu yalan dolanların ceremesini
- Deniz Ordumuzda 1890 senenesinden beri
- Kara Ordumuzda ise 1909 senesinden beri
Asubay dedikleri askerler çekiyor!
* * * * *
Ȃrif olan adamın gözü gamaşmaz! 10 Temmuz 2012 Salı gününden beri yazdığım makâlelerim ile Asubayların özlük hakları mücâdelesini tâkip eden emekli bir asubay olarak şu hakikâti gördüm;
Zayıf şahsiyetli ve âciz insanlar olduğunu fark etdim. Yorulmadan, emek vermeden kolay ve kısa yoldan peyniri kapmaya çalışırlar. Bir nevi dilencilik yaparlar!
Uzun ve meşakkâtli de olsa hedeflerine; emek, sabır, akıl ve hele de kânun ile ulaşırlar! |
* * * * *
Üç kısımdan mürekkep Asubay Tefrikası -6- isimli bu makâlemizde fâş eylediğimiz kânunlar ve belgelerden âşikâre gördüğünüz üzere;
Beyâz zâbitân heyetimiz Türk Ordusunun hizmet çarklarını; “Küçük zâbit” dedikleri “mektebli ve muvazzaf” askerlerin alın teri, emeği, kanı ve canı ile döndürüyor! |
Müteakip bölümlerin birisinde gösdereceğiz!
İstiklâl Harbinde şehid olan “zâbit” ve “Er” sınıfına dâhil etdikleri “küçük zâbitân ile efrât” sayısı da
Bu gerçeği gâyet güzel isbâtlıyor!
* * * * *
Bugün, 29 Kasım 2017
“Her yalanın bir zevâli vardır!” Târih yazıyorum diyerek kalemi kağıdı eline alan sözde târihci subay ve asubay meslekdaşlarımızın “Küçük zâbitlik” konusunda abdestsiz üfürdükleri yalanların zevâli de bugüne kadar imiş! |
Yukarıda ilk defâ neşretdiğimiz belgeler tahdında Osmanlı Berrî (Kara) Ordumuzda “ küçük zâbit ” asker sınıfının teşkil edilmesinin târih dizini şöyle oluyor;
1. Târih: 1909, 31 Mart (Milâdî 13 Nisan) Salı Meşrûtiyete karşı olan ve padişahlığı yeniden ihyâ etmek bahânesi ile
Ve aslında Osmanlı Devletini yıkmak isdeyen saltanâtperestiş mektepli beyaz zâbitân, siyâsetci, ve İngiliz muhibi vatan hâinlerinin tertiplediği Ve dahi Tıpkısının aynısını 15 Temmuz 2016 Cuma akşamı bizzat yaşadığımız “isyân” başladı. * * * 2. Târih: 1909, 06 Ekim Çarşamba Osmanlı Berrî (Kara) Ordumuzda “küçük zâbit” ismi verilen “ortada sandık” yeni bir asker sınıfının Nizâmnâmesini Meclis-i Ȃyan kabul etdi. * * * 3. Târih: 1911, 21 Ocak Cumartesi Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit-i İbtidâî Mektebi Nizâmnâmesi isimli nizâmnâme Takvim-i Vekâi’de neşir ve ilam edildi. * * * 4. Târih: 1911, 10 Temmuz Pazartesi Der Saadet Küçük Zâbit Mektebi “kıdemli çavuş” rütbesi ile 173 küçük zâbiti mezûn etdi. Demek ki ne imiş?
Ve hattâ
Bakalım şimdi ne halt edecekler! * * * 5. Târih: 1920, 14 Aralık Salı 82 sayılı Karâr ile (T)BMM, meclisde kabul etdiği kânunlara sayı (numara) vermeye başladı. Bu sebepden dolayı Meclis-i Ȃyan’da 06 Ekim 1909 Çarşamba günü kabul edilen Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit-i İbtidâî Mektebi Nizâmnâmesi’nin sayısı (numarası) yokdur. |
* * * * *
Târih; 1925, 12 Mart
- 1909 senesinden evvel Osmanlı Kara (Berrî) Ordusunda “Küçük zâbitlik” mevcut değil idi.
-
1909 senesinde teşkil edilen Kara (Berrî) “Küçük zâbitliği” ise muvakkat (geçici) idi.
- Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu günde de ordusunda muvazzaf “küçük zâbitlik” mevcut değil idi.
- Hattâ, 1925 senesine kadar bile Türkiye Cumhuriyeti Ordusunda muvazzaf “Küçük zâbitlik” mevcut değil idi.
“Târihin en eski döneminden itibâren astsubay sınıfı var idi!” diyen lahâna beyinlilerin suratına bir tokat daha aşkedelim, buyurun!
“Küçük zâbitlik” denen uyduruk ve ortada sandık asker sınıfının 1925 senesinde dahi ordumuzda mevcut olmadığına dâir
İşde, en yüksek devlet dâiresi olan T.B.M.M.’den resmî bir belge!
Hem de Müdafaai Milliye Vekili (Millî Savunma Bakanı) Ali Fethi Bey bizzat fâş eylemiş!..
Târihciyim diyerek soytarılık yapan subay ve asubaylarımızda biraz şeref ve haysiyet var ise şâyet,
O şom ağızlarını domaltıp “küçük zabitlik” hakkında bundan kelli tek kelime söz etmezler herhâlde!..
* * * * *
Ordu; dürüst ve âdil olduğu kadar güçlüdür! Orduyu idâre edenler de; dürüst ve kânuna uygun iş yapdığı kadar saygı görür!
|
Küçük zâbitân ismini verdiği asker sınıfı hakkında, Beyaz zâbitân heyetimizin bugüne kadar söylediği yontulmamış yalanları Ve dahi Yapdığı akıla hayâle gelmez hâinlikleri okudukdan sonra;
|
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri okumak için resimleri tıklayınız!
Asubay Tefrikası -6-‘nın birinci kısmını teşkil eden makâlemiz ile;
Türkiye’nin en çok aldatılan insanlarının kimler olduğuna dâir
Epeyi bilgi edinmiş idiniz.
Lâkin,
Kırmızı buğday niyetine tarladan değil fakat
Dağarımızdan binbir emek ile derleyip de
İrili ufaklı binlerce kelimeyi sabır değirmeninde şevk ile un eyleyerek
Bunca zamândan beri sinemde biriken ter ile yoğurdukdan sonra
Ekşi mayalı, mis kokulu çıtır ekmekler pişirip
Agaya beleş! düsturu ile kapınıza kadar bilâ ücret ulaşdırsak da
Varın, siz o makâlemizdeki kelimelerin hiçbirisine kulak asmayın!
Asubay Tefrikası -6-‘nın ikinci kısmını terkip eyleyen işbu makâlemizde,
Aslında bugün sâdece bir tek bilgi öğreneceksiniz, inşallah!
* * * * *
Asubaylığın teşkil edilmesindeki sinsi maksadı fâş eylemek, bu makâlemizin elbetde yegâne hedefi değildir!
Özü itibârı ile bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” olarak tesmiye etdiğimiz askerlerin; memleketimizin en çok aldatılan vatandaşları olduğunu belgeleri ile gözler önüne sermek sûreti ile
Asubayların aldatılmasının perde arkasını tam olarak görmek ve “gedikli” isimi verilen asker sınıfının donanmamızda teşkil edilmesindeki gizli maksadı ortaya çıkartmak için yazdığımız bu makâlemiz aynı zamânda;
“Astsubay” denilen asker sınıfının ordumuzda teşkil edilmesine karşı duran dar kapsamlı bir “reddiye”’dir.
* * * * *
Ellerini açıp başını göğe doğru çeviren Oğuz Kağan
İkibinikiyüzyirmibeş sene evvelinden şöyle duâ etdi;
Gök Tengri!
Gözel Tengri;
Türk toprağında hürler yaşasın!
Ȃdâlet hüküm sürsün sâdece!
Türk yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki
Fakirlik suç sayılsın!
Türk atası Oğuz Kağan;
Kendi milletine hürriyet, adâlet ve zenginlik bahşetmesi için Gök Tengri’ye işde, böyle yalvardı!
* * * * *
Kendisini ziyârete gelen Romanya Dış Bakanı Vicktor Antonesko ve hanımı şerefine yemek vermek için
16 Mart 1937 Salı akşamı Ankara Park Otele giden Birinci Cumhurbaşkanı ATATÜRK,
Yemekler yenir iken sohbetin koyu bir deminde Romanya’lı misâfirlerine şöyle dedi;
* * * * *
- İkibin küsûr sene evvelinden Oğuz Kağan, kendi milletine “hürriyet, adâlet ve zenginlik” vaad etdi.
Ve dahi
- Seksen sene evvelinden Birinci Cumhurbaşkanı M. Kemâl ATATÜRK, kendi milletine “neşe” vaad etdi.
Peki,
Bizim devletimizin kimi adamları ve zâbitânı, “Astsubay” dedikleri uyduruk askerlere geçen asırlarda;
- Neler vaad etdi?
Ve daha da mühimi
- Ne muâmelesi yapdı?
Bu suâllerin cevâbı da işbu makâlemizin “ast” başlıkları olacak, inşallah!
Asubay Tefrikas -6-‘nın ikinci kısmını terkip eden konumuza sayfalar dar geldi. Bu sebepden dolayı ikinci kısmı üç “ast” başlık altında neşredeceğiz. Bunlar;
- Birinci kısımda, Donanma Ordumuzda Asubaylığının teşkil edilmesinin gizli maksadını,
- İkinci kısımda, Berrî ve Havâî Ordularımızda Asubaylığın teşkil edilmesinin maksadını fâş eylecek,
- Üçüncü ve son kısımda ise “külfet—nimet” üleşimindeki akla ziyân rakamları vereceğiz, inşallah...
Eski Tüfek’den bugünlerde, buralarda öğreneceğiniz bilgiler karşısında
Şaşırmakdan da öte,
Afallayacaksınız!..
* * * * *
Asubay dedikleri asker sınıfının ihtiyâçlar silsilesindeki yerini anlamak için
İltifât buyurursanız şâyet
Evvelâ asubaylığın ordumuzdaki târihine doğru ve kısaca bir nazâr eyleyelim.
Berrî (Kara) Ordumuzu, M.Ö. 209 senesinde teşkil etdik. Bahrî (Deniz) Ordumuzu, 1081 senesinde teşkil etdik. |
Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi, 1776 senesinde teşkil etdik. Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiye”’yi de 1834 senesinde teşkil etdik. |
Harp Okullarımız hizmete açılmadan evvel Osmanlı Ordularımızda iki sınıf asker mevcut idi; 1. Nefer (Gönüllü/Kur’alı) 2. Zâbit (Alaylı) |
Aynı cümleden olmak üzere gene bu târihlere kadar komutanlarımızın hemen hepsi “alaylı” idi.
Erlikden terfili başkomutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız,
Asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu...
Üç kıtayı yurt, denizleri göl eyleyen devletimizin yüzölçümü, 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi.
Fakat, şu tuhaflığa bakınız ki;
Avrupa devletlerinden örnek aldığımız “harp okullarının” memleketimizde açılması ile birlikde,
Berrî ve bahrî ordularımız, muharebelerde düşmân karşısında peşpeşe mağlub edilmeye başladı.
Ve bu sözde ve şâibeli “garblılaşma” neticesinde bir şey daha oldu;
Ordumuzda çok tehlikeli bir “sınıflaşma” ve “kastlaşma” başladı...
Açdığımız her yeni asker mektebi, kendine özgü yeni ve ayrı asker sınıfları doğurdu!
“Er ve zâbit”’den müteşekkil iki sınıflı sağlam ordu yapısını
İlk defâ teşkil etdiğimiz “gedikli” sınıfı ile 1890 senesinde, Bahrî ordumuzda bozduk!
İlk defâ teşkil etdiğimiz “küçük zâbit” sınıfı ile de 1909 senesinde, Berrî ordumuzda bozduk!
Peki,
Ordularımızın iki sınıflı sağlam bünyesini bozmak bahâsına icâd etdiğimiz bu “ara sınıf” askerleri,
Paslı bıçak gibi ordumuzun döşüne saplayan zâbitân heyetimizin,
Bu “ara sınıfları” peydahlamasındaki gizli maksadı ne idi?
* * * * *
Gülgûn şarap, gül kokulu güzeller, bir somun da ekmek dedin hep;
Ey Hayyâm! Sana ayyaş diyenler utansın! Sen, güzel adammışsın be!
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;
Bana sapık, dinsiz der durursun.
Peki, ben ne görünüyorsam O’yum:
Ya sen? Ne görünüyorsan O musun?
* * * * *
Ordularımızdaki bu tehlikeli “kastlaşmanın” sebebini anlamak için
Evvelâ ordularımızdaki “sınıflaşmayı” ve bu sınıflaşmanın getirdiği “bölünmeyi” anlamalıyız!
Bölünmeyi iyi olarak anlar isek şâyet bölünmenin sebebi de kendiliğinden zuhûr eyleyecek, inşallah!
Ordumuzun kaşar dilimi gibi ince ince ve “sistemli” olarak bölünmesini fâş eylemeye
Benim de eski bir mensûbu olduğum Donanmamız (Deniz Kuvvetleri) ile başlayalım...
* * * * *
A. Donanmada “Gedikli”, “Gedikli Zâbit” ve “Küçük Zâbit” Sınıflarının Teşkil Edilmesinin Sebebi;
Donanmamıza “kastlaşma” ve “bölünme” getiren ilk tâbirât da târih sırasına göre şunlar;
- Gedikli
- Gedikli zâbit
- Küçük zâbit
Bu tâbirâtı donanma ıslâhımıza dâhil eden Nizâm/Kânunnâmeler de gene târih sırasına göre şunlar;
- 1701 Donanma Kânunnâmesi,
- 1792 Donanma Kânunnâmesi,
- 1890 Gedikli sınıfı Nizâmnâmesi,
- 1914 Efrâd, Küçük Zâbit ve Gedikli Zâbit Nizâmnâmesi.
İsimlerini yukarıda zikretdiğimz Donanma Nizâmnâmelerini târih sırasına göre şöyle bir görelim hele!..
1701 Donanma Kânunnâmesi;
Bahriyemize özgü olan “gedik” tâbirine ben ilk kez, donanmamızın ilk kânunu olan 1701 Donanma Kânunnâmesinde rastladım. Bu kânunnâmede “nefer”, “aga”, “reis”, “ümerâ”, “zâbit”, “gedik” ve “donanma gedikli zâbitliği” tâbirâtı var. Bu dönemde donanmamızda mektep henüz yok idi. Mekteb olmadığı için gemi tayfasının handiyse tamâmı okuma-yazma dahi bilmiyor idi. Gemicilik mesleği “usda-çırak” esâsına göre öğreniliyor idi. 1701 Kânunnâmesinden de anlaşılacağı üzere “gedikli” ve “gedikli zâbit” tâbirâtının donanmamız ıstılâhına 1701 senesinde girdiğini görüyoruz. Bu kânunda ”gedik”lerin ne olduğu ve bu “gedik”lerde hangi “zâbit”’lerin görev yapacağı açıklanmış. Fakat o dönemde donanmamız tayfası arasında henüz belirgin bir “sınıflaşma” yok! Bir başka ifâde ile “gedik”lerde görev yapan “zâbit” tayfasının tamamı, tek sınıf olarak teşkil edildi.
- “Gedikli zâbit” ve “zâbit” tâbirâtı, donanmamızda “devâmlı” (muvazzaf) olarak görev yapan tayfanın “sınıf” ismi oldu.
- “Gedik” tâbiri ise “zâbit”lerin yapdığı “görev” (kadro) anlamında kullanıldı.
Bu dönemlerde donanma gemilerimizde en düşük rütbe ile göreve başlayan bir tayfa,
Kâbiliyetine ve celâdetine koşut olarak o gemiye “reis” olabiliyor idi.
Buna en güzel örnek ise “palabıyık” lakablı Cezâyirli Gâzi Hasan Paşa’dır.
Tekirdağlı bir tüccarın âzâd etdiği bir köle olan
Ve dahi
Cezâyir’deki korsan gemilerinde tayfalık yapdıkdan sonra
1761 senesinde Osmanlı donanmasında “kalyon kaptanı” olarak gemiciliğe başlayan Hasan,
Kaptan-ı Deryâ (Deniz Kuvvetleri Komutanı)’lığa kadar terfi edebilmiş idi.
* * * * *
“Gedik” ve “gedikli” kelimelerinin anlamını öğrenmek için de sözlüğe bakdık! TDK, ilk Türkce sözlüğünü 1944 senesinde neşretdi. Bu sözlüğümüze göre “gedik” ve “gedikli” ne demek imiş, buyurun görelim;
Hazır, TDK’ya gitmiş iken bir de “asubay” kelimesine bakalım dedik!
Çift “s” ile yazıldığına bakmayın siz!
Cumhuriyetimizi;
- 1920 senesinde kurduk,
- 1923 senesinde ilan etdik!
- 1928 senesinde eski yazıyı terk etdik ve Türkce harfler ile yazmaya başladık.
- ATATÜRK, o zamânki ismi Türk Dili Tetkik Cemiyeti olan TDK’yı 1932 senesinde teşkil etdirdi.
- Fakat TDK, ilk Türkce sözlüğümüzü ancak ve lutfen 1944 senesinde neşredebildi.
"Asubay" kelimesini 1944 senesinde TDK sözlüğüne böyle çift “s” ile yazan gerzeklerin;
Ve dahi
|
* * * * *
Gedikliler ve Ȃdem SERTisimli makâlemizde 17 Şubat 2017 Cumâ günü fâş eylemiş idik!
Bu hakikâti bugün burada bir kez daha tekrâr edelim. Gerek 1701, gerekse aşağıdaki bölümde bahsedeceğimiz 1792 Donanma Nizâmnâmelerinden ortaya çıkan çarpıcı hakikât şudur;
Bugün “çavuş” ve “başçavuş” olarak bildiğimiz ve "astsubay" sınıfına özgü olan “rütbe isimleri”, bu kânunnâmelerde “gedikli zâbit” sınıfına dâhil olan tayfaları temsil ediyor idi. Bir başka ifâde ile Deniz Kuvvetlerimizde bugün “subay ve asubay” olarak bildiğimiz asker sınıflarının her ikisi de 1701 ve 1792 kânunlarına göre “gedikli zâbit” idi.
Bugünkü mevzuâtımızda “astsubay” dediğimiz biz askerlere “gedikli” diyerek tahkir ve tezyif etmeye yeltenen târih câhili, yalancı, bölücü ve şerefsiz subaylarımız bu hakikâti öğrensinler!
|
* * * * *
1792 Donanma Kânunnâmesi;
Osmanlı Donanmasına çeki düzen veren ikinci kânunnâme ise 1792 kânunnâmesidir. “Gedikli” kelimesine de ilk defâ bu kânunnâmede rastladım. 11 Temmuz 1792 târihinde meriyyete konulan bu kânunnâme ile donanmamızda ilk kez bir sınıflaşma başladı. Bunun sebebi de 1776 senesinde “hendesehâne” ismi ile ilk bahriye mektebinin teşkil edilmesi ile birlikde donanmamızda “mektebli zâbit” döneminin başlamasıdır. “Hendesehâne”den mezûn olan zâbitânın gemilerde göreve başlaması ile birlikde, donanmadaki tayfa sınıflarından birisi bu kez “zâbit” ya da “gedikli” olarak tesmiye edildi. Buradaki “gedikli” kelimesinin anlamı ise bugünkü “muvazzaf” kelimesinin ta kendisidir. 1792 Donanma Kânunnâmesi ile tayfalar, aşağıda görülen dört sınıfda tasnif edildi;
- Birinci sınıf tayfa; “zâbitân” sınıfı olup geminin değişmez müretebâtı idiler. “Gedikli” denilen bu sınıfdaki tayfa unvânları şunlar idi; birinci, ikinci, üçüncü reis; gemi hocası (kâtibi), vekilharç, gemi ağası, odabaşı, gemi başçavuş ve çavuşları, bölük çavuşları yerinde olan çavuşlar, serdümen, vardiyan; her batarya için bir sertop (baştopcu), her top için bir top kethüdası, topçu ustaları; kılavuz, cerrah, imam, ambarcı, kandilci, kalafatcı, burgucu, yelkenci, marangoz ve dalgıç. Bunlara “gedikli” sınıfı da denilirdi.
- İkinci sınıf tayfa; Aylıkcı mariner (gemici)’ler idi.
- Üçüncü sınıf tayfa; Taşra neferâtı (dışarı erleri) denilen eski levendlerin yerine geçen tüfekciler (silâh endazlar) olup bunlar da her kazadan birer “aga” ve iki “sancakdârı” ile birlikte gelir idi.
- Dördüncü sınıf tayfa; Bâzı adalardan kayıkları ile katılan Rumlar idi. Osmanlı Donanmasında, hırıstiyanlar önemli bir yer işgâl etmekte idiler. Gemi ustalarının %95’i, aylıkcı marinerlerin %75’i, topcu ve gemici erlerin yarısı hırıstiyan idi.
Yukarıda söz etdiğimiz donanma tayfalarından;
Birinci sınıfa dâhil olanlar “gedikli (dâimî)” bugünkü anlamı ile “muvazzaf” tayfa,
Diğer üç sınıf ise “muvakkat (geçici/mevsimlik)” bugünkü anlamı ile “sözleşmeli” tayfa idi.
“Gedik” ve “zâbit” kelimelerinin 1792 senesinden sonra meriyyete konulan nizâmnâmelerde “zâbit gediği” ve “gedikli zâbit” şekline tebdil olunarak bugünkü “gedikli zâbit” tâbirine evrildiğini görüyoruz.
* * * * *
Yeri gelmiş iken târih uğrusu zâbitânımızın yapdığı bir târih sahtekârlığını burada teşhir edelim. Bugün bildiğimiz “subay” sınıfının bir zamânlar “gedikli zâbit” olduğunu beyaz subaylarımız hep inkâr ederler. Bakınız, aşağıda iki kitabdan sayfalar var. Donanma gedikli zâbitliğinden bahseden soldaki kitab, bir doktora tezi olarak yazılmış. Bu bilim adamı, kaynak olarak aldığı makâlede ne gördü ise aynısını kitabına almış. Fakat sağ tarafda gördüğünüz kitabı Genelkurmay Başkanlığımız, Naci ÇAKIN ve Nafiz ORHON isimli emekli iki zâbitine yazdırmış. Şöyle bir mukâyese ediniz, bakalım!
Her iki kitabı yazan şahıslar, bu sayfalardaki bilgiyi, kendisi emekli bir bahriye zâbiti olan Safvet’in “1205’de Donanmamız” isimli makâlesinden almış.
Fakat beyaz zâbitân heyetimiz, nasıl da âdice bir “târih uğruluğu” yapmış, yukarıda siz kendiniz görünüz!
Ordumuzun “Gedikli Erbaş” isimli asker sınıfı hakkında Genelkurmay Başkanlığımızın çevirdiği tezgâhı Gedikli Erbaş
Sahtekârlığı isimli iki bölümlü makâlemiz ile 09 Ocak 2015 Cuma günü fâş eylemiş idik!
“Gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtının Türkce söz dağarımızdan silinmesi konusunda Türk Dil Kurumu ve Genelkurmay Başkanlığımızın çevirdiği çok sinsi bir kumpas var ki, bu tezgâhı çevirenlerin etinden et kopartacağımızı da bilsinler!
* * * * *
Çavuş Mustafa Kemâl! isimli makâlemizde 09 Mart 2016 Çarşamba günü ile fâş eyledik! Kara Harp Okulu talebelerine “sınıf çavuşu” ve “sınıf başçavuşu” gibi rütbeler veriliyor idi. 1889 senesinde Pangaltı’daki Harbiye Mektebine kayıt olduğu gün Mustafa Kemâl efendi de sınıfının “çavuşu” oldu.
Aynı durum Bahriye Mektebi (Deniz Harp Okulu)’nde de mevcut idi. 1897 senesinde yapılan bir düzenleme ile günlük faaliyetin müfredâta uygun olarak tatbik edilmesine yardımcı olması için her sınıfın kâbiliyetli talebeleri arasından birer “sınıf onbaşısı” ve “sınıf çavuşu” tefrik edilir idi. Beyaz subaylarımızın tertiplediği Deniz Harp Okulunun “resmî ve fakat düzmece” târihcelerinde bunlardan tek kelime bahsetmezler.
Yukarıda gördüğünüz bilginin kaynağı da Şakir BATMAZ’ın 2002 senesinde hazırladığı şu doktora tezidir.
* * * * *
Donanmamızın başına tüneyen soyu bozuk beyaz zâbitânımız;
Zamâna yayarak sinsice çıkardıkları elvân çeşit kânun ile
Donanma ordumuzu “sistemli” bir şekilde, birbirini anlamayan, sevmeyen ve güvenmeyen sınıflara böldüler. Vatan hâini ve garbperest beyâz zâbitân heyetimizin sokduğu bu fitne ve irticâdan sonra
Osmanlı Donanması denizlerde bir daha gâlibiyet yüzü görmedi...
Donanmamızın şanlı târihindeki o ihtişâmlı günlerine tekrâr dönmesinin biricik şart vardır; Yekpâre ve sınıfsız orduyu esâs alan 1701 Donanma Kânunâmesini ihyâ etmek! |
Donanma Gediklisine dâir olarak bu bilgiyi ben, kendisi de bir donanma zâbiti olan Safvet’in “1205’de Donanmamız” isimli makâlesinden iktibâs eden kitaplardan aldım.
Donanma târihimiz hakkında çok kıymetli bilgiler ihtivâ eden ve eski türkce yazılmış 8 sayfalık bu makâleyi, Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız bugün hâlâ Türkceye tercüme etmedi.
* * * * *
Donanmamızın zâbit hâricindeki asker sınıflarını doğru ve tam olarak anlayabilmek için
Konuya girmeden evvel üç hususda doğru bilgileri fâş eyleyelim. Bu konularımızın başlıkları şunlar;
1. “Gedikli” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
2. “Gedikli zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
3. “Küçük zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.
* * * * *
1. “Gedikli” sınıfının teşkil edilmesi ve Donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
1792 kânunnâmesini hâriç tutar isek şâyet donanmamızda “gedikli” isimli asker sınıfı, ilk kez 1890 senesinde ihdâs edildi. 1792 kânunnâmesi ile teşkil edilen “dört sınıflı” teşkilâtın yerini, 1850’lerde “iki sınıflı” bir teşkilâta bırakdığını görüyoruz. Bunun sebebi de Osmanlı Bahrî ve Berrî ordularında kur’a esâsına dayalı “mükellef” askerliğin başlamasıdır.
Osmanlı donanmasında 1792 kânunnâmesi ile teşkil edilen “dört sınıflı” teşkilâtın yerini, "mükellef" askerliğin ihdâs edilmesi ile birlikde 1846 senesinde “iki sınıflı” bir teşkilâta bırakdığını görüyoruz. İşde, bu sebepden dolayı 1890 senesine kadar Bahrî ordumuzda aşağıda gördüğünüz şu iki sınıf bahriye askeri mevcut idi;
1. Mükellef Er
2. Muvazzaf (Alaylı/Mektebli) Zâbit
Bu iki sınıf askerin bugünkü sınıflarını, biliyoruz; “Zâbit ve Er." 1890 senesinde meriyyete konulan nizamnâme ile,
Donanmamızda “zâbit ve efrâd arasında” olmak üzere “gedikli” ismi ile “orta kademe” yeni ve "üçüncü" bir asker sınıfı ihdâs edildi.
1890 Nizamnâmesinin irâde buyurulması ile birlikde, bu seneye kadar donanmanın (dâimî, muvazzaf) askerlerini târif eden “gedikli” kelimesi yeni bir anlam kazandı. Beyaz zâbitân heyeti, “gedikli” kavramından “zâbit” rütbelerini ayırdı. Ve böylece zâbitân heyetimiz, “gedikli” olarak anılmakdan kurtuldu! “Gedikli” unvânını; tıpkı zâbit gibi muvazzaf olarak çalışan, zâbitin yapdığı her işi yapan hattâ yapmadığı işleri de yapan ve “çavuş, başçavuş” gibi rütbeleri de kapsayan bu yeni sınıf donanma askerlerinin sırtına yükledi. 1890 senesinde bu “gedikli” sınıfı, bugünkü anlamı ile “asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisidir. Bu sınıfın akibetini, makâlemizin aşağıdaki bölümlerinde anlatacağız.
* * * * *
1890 Nizamnâmesinde çok sayıda “gedikli” kelimesi var. Ve fakat “gedikli zâbit” tâbiri hiç yok! Bu nizamnâmeyi hazırlayan donanma zâbitân heyeti nuh demiş, peygamber dememiş. Ve “gedikli” kelimesi ile “zâbit” kelimesini bir kez bile olsun yanyana kullanmamışlar! Gerek 1701, gerekse 1792 Donanma nizamnâmelerinde Osmanlı Donanma gemilerininin “dâimî/muvazzaf” tayfasını târif etmek için “zâbit” kelimesi ile aynı anlamda kullanılan “gedikli” tâbirinin, 1890 nizamnâmesi ile sinsice bir “ameliyata” tâbi tutulduğunu ve “zâbit” tanımından dışlandığını görüyoruz.
1890 Gedikli Nizamnâmesinin bir özelliği daha var; “zâbit” anlamına gelen “gedikli” tâbiri ile “zâbit” tâbiri arasındaki anlam bağını kopartdılar! Osmanlı Donanmasında kullanılmaya başlandığı senelerden beri gemilerin devâmlı çalışan tayfasını târif etmek için hem “gedikli” hem de “zâbit” sözcükleri kullanılır idi.
Fakat 1890 Gedikli Nizamnâmesi ile;
- “Zâbit” kelimesinin, sâdece “subayı” târif edecek şekilde anlamının daraltıldığı,
- “Gedikli” kelimesinin de bu nizamnâme ile yeni tertip edilen ve “subay olmayan” donanma asker sınıfının adı olarak tefrik edildiği ortaya çıkıyor.
1890 Gedikli Nizamnâmesi ile böylece;
- “Zâbit” tâbiri; “mektebli, maaşlı ve muvazzaf” donanma askerini, bugünkü ismi ile “subayı”,
- “Gedikli” tâbiri ise; “mektebli, maaşlı, muvazzaf” ve fakat “zâbit olmayan" donanma askerini, bugünkü ismi ile “astsubayı” târif edecek şekilde tanzim edildiğini görüyoruz.
Donanmamıza özgü tâbirât olan “gedikli” ve “zâbit” kelimeleri üzerinde yapılan “ameliyatı” şöyle özetlemek mümkün.
1701 senesinden beri donanmamızda anlamdâş olarak yek diğerinin yerine ya da birlikde kullanılan bu iki tâbiri donanma zâbitânımız, tam 190 sene sonra birbirinden ayırmış;
Ve dahi
- “Zâbit” kelimesini kendilerine yamamış,
- “Gedikli” kelimesini de kendilerinden olmayan ve yeni tertip etdikleri asker sınıfına bindirmiş!
Lâkin,
Hakikâtin er ya da geç, kendini teşhir etmek tıyneti vardır, değil mi?
Şahsen ben, hakikâtin kendisi olmasam da
O hakikâtin "sesi" olarak fâş eylemeye mecburum!
İşde,
Zamân, şimdi teşhir zamânıdır!
Kânunnâmemize girdiği 1701 senesinden beri Donanmamızda tam 190 sene birlikde yaşayan “gedikli zâbit” zencirini Vatan hâini ve bölücü beyaz zâbitân heyetimiz, 1890 senesinde kırdılar.
|
Kırdıkları “Gedikli Zâbit” zencirinden de ortaya aslında; “tek gövdeli ve fakat iki başlı” şöyle iki sınıf asker çıkartdılar! |
Donanmamızın beyaz zâbitân heyeti, derenin guşunu, o derenin daşı ile vurmuşlar! Helâl olsun vallahi!..
1890 Gedikli sınıfı nizamnâmesi ile donanmamıza kazandırılan(!) bir tâbir daha var; “sergedikli” ya da “başgedikli.” Gediklilerden fevkalâde hizmet edenlerin “sergedikli/başgedikli” rütbesine terfi ettirileceği, bu sayının da 10’u geçemeyeceği yazıyor. Bir başka ifâde ile “sergedikli/başgedikli” rütbesi, donanma “gedikli” sınıfına dâhil olan muvazzaf askerlerin en yüksek rütbesi idi.
* * * * *
2. “Gedikli Zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve Donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
Deniz Kuvvetlerimizde bugün “astsubay” unvânı ile bildiğimiz asker sınıfının, “resmî ve düzmece” târihcelerde 1890 senesinde teşkil edildiği söylenir. Bize de böyle yutdurmaya çalışırlar. Fakat asubaylığa nüve teşkil eden ilk mektebin târihini biraz daha gerilere götürmek mümkün. Deniz Kuvvetlerimizin “târih uğrusu” beyaz subayları bu hakikâti çok iyi bildikleri hâlde deniz asubaylığının târihini 1890 senesinde başlatırlar. Konuyu uzatmamak için ve "şimdilik" şerhi ile bu meseleyi bir kenara bırakalım. Ve Deniz Kuvvetlerimizin “resmî ve fakat uydurması” 1890 senesi ile yolumuza devâm edelim.
1. 1914 senesinde teşkil edilen Gedikli Zâbitlik;
1914 senesinde meriyyete konulan muvakkat (geçici) bir nizamnâme ile “gedikli zâbit” sınıfı, ilk kez teşkil edildi.
H 24 C.EVVEL 1332 R 07 NİSAN 1330 M 20 NİSAN 1914 |
2 |
6 |
541 |
3766 |
Bahriye efrâdı ve küçük zâbitânı ile gedikli zâbitânı Kânun-ı Muvakkat. |
Bir senelik denemeden sonra 1915 senesinde meriyyete konulan yeni bir nizamnâme ile 1914 nizamnâmesi tasdikan kabul edildi.
H 22 R.AHİR 1333 R 24 ŞUBAT 1330 M 09 MART 1915 |
2 |
7 |
497 |
4271 |
Bahriye efrâd ve küçük zâbitânıyla gedikli zâbitânı kânunu (tasdikan) |
Böylece “gedikli zâbit” sınıfı, “muvazzaf” bir asker sınıfı hâline getirildi. “Gedikli zâbit” sınıfı, aynı nizamnâme ile teşkil edilen “küçük zâbit” ve "mühendis" (asteğmen)'in mafevki ve fakat “zâbit” sınıfının ise mâdûnu idi. Bir başka ifâde ile 1914 senesinde teşkil edilip 1915 senesinde “muvazzaf” (dâimî) hâle getirilen “gedikli zâbit”, “zâbit” ile “küçük zâbit” arasında yer alıyor idi. Coni ordusunda “warrant officer” denilen asker sınıfının aynısı idi.
1914 nizamnâmesi ile muvakkat (geçici) olarak teşkil edilip 1915 nizamnâmesi ile “muvazzaf” yapılan ve “zâbit” sınıfına dâhil olan “gedikli zâbit” sınıfı, donanmamızdaki mevcudiyetini 1929 senesine kadar devâm etdirdi.
Bu sene içinde kabul edilen yeni bir kânun ile;
- “Gedikli”
- “Gedikli zâbit”
Ve
- “Küçük zâbit” sınıflarının hepsi birden lağv edildi.
1927 senesinde meriyyete konulan bu kânun ile donanmamızda bu kez de “gedikli küçük zâbit” ismi ile ve gene “zâbit ile efrâd” arasında “ortada sandık” vazife yapmak üzere bugünkü “asubaylığın” aynısı olan yeni ve uyduruk bir asker sınıfı teşkil edildi.
Bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” olarak bildiğimiz asker sınıfı üzerinde oynanan ihânet oyunları bunlardan ibâret değil elbet. Kendilerinin hamallık olarak addetdiği ve yapmaya tenezzül etmediği işleri yapacak yeni asker sınıfları tertiplemekde zâbitân heyetimiz, hiç vakit kaybetmedi. 1927 senesinden sonra da başka isimler ile fakat gene aynı zâbit zihniyeti ile “ortada sandık” ve kendi görevlerini yapdıracak yeni ve uyduruk asker sınıfları peydahladılar.
Dedelerimizin Umûmî Harb dediği Birinci Cihân Harbi'ne iştirâk eden donanma “gedikli” ve “küçük zâbit”lerden düşmân eline düşenler, kendi zâbitânlardan ayrıldı ve esir kamplarında efrâd (er) muamelesi yapıldı. Er ile birlikde aynı koğuşlarda kaldılar. Er maaşı ve er tayını aldılar. Birinci Cihân Harbi esnâsında taraf olduğumuz 1906 Cenevre ve 1907 La Haye Sözleşmesine göre “zâbit” hâricindeki askerlerin hepsine “er” muamelesi yapılıyor idi. Donanma “gedikli”, “küçük zâbit” ve “gedikli zâbit”lerimizden düşmân eline esir düşen var mı, ne hazindir ki bilemiyoruz.
Fakat “muvazzaf” olup da düşmân kampında “mükellef er” muamelesi gören Berrî (Kara) küçük zâbitânımız, yaşadıkları acı hâtırâları yazdılar. Rusya’ya esir düşen askerlerimize de imkânları daha iyi olan binâlarda esir tutulan kendi subaylarımıza “hizmet erliği” yapdırıldığını yazan kitaplar da var. Yeri gelmiş iken bu konu ilgili bir hâtıradan kısaca bahsedelim. Muhabere küçük zâbit olan Hamit ERCAN, Başçavuş rütbesindeyken hasta olduğundan dolayı yürüyemez. 1916 senesinde İngilizlere esir düşer ve Mısır’daki Belbis esir kampına kapatılır. Gönüllü olarak çalışmak isdediğini söyler. İngilizler Hamit ERCAN’ı, tamir için zâbitânımızın hapsedildiği Seydibeşir esir kampına gönderir.
Küçük zâbit Hamit ERCAN, Seydibeşir zâbit kampında esir zâbitânımız için;
- Kütüphâne olduğunu,
- Sinema oynatıldığını
Ve dahi
- İçki satıldığını gördüğünden hayretle bahseder.
Buraya kadar yudumladığımız sözün özü şudur;
Akıllı değil fakat kurnaz olan zâbitân heyetimiz, “semer vuracak eşşekleri” her devirde aradılar ve buldular.
* * * * *
Seccâde niyetine üsdüne secde edip de
Güzellerin gül kokulu göğsünde namaz kılan, sen, Hayyâm!
Farkında mısın?
Eşi, dosdu verdik birer birer toprağa;
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.
Sen, yorgun eşşek, hâlâ bu kalleş çöldesin:
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hâlâ!..
* * * * *
Asubaylık târihi konusunda kalem oynatan meslekdaşlarımızın hepsi, donanmamızdaki bu “gedikli zâbit” sınıfını, “asubay” sınıfı olarak kabul etmek hatâsına düşüyorlar. Böyle yapmak ile de; akıllarını dinleyerek doğruyu arayıp doğruyu anlamak yazmak yerine o azıcık akıllarını da beyaz zâbitânımıza ödünç veriyor ve beyaz zâbitânımızın yazdığı ezberleme ve kuru sıkı târihin papağanı oluyorlar.
2. “Küçük Zâbit” sınıfının teşkili ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri;
Donanma ordumuzda 1890 senesinde teşkil edilen “gedikli” sınıfı, nizamnâmesinde sarahâtle ifâde edildiği üzere, “zâbit” değil idi. Bu “gedikli” sınıfı, bugün “asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisidir. 1890 senesinde ilk kez teşkil edien “gedikli” sınıfının 1900’lü senelerde iflâs etmesinden sonra 1914 senesinde çıkartılan muvakkat (geçici) bir kânun ile, efrâd ve zâbit sınıflarına ilâve olarak iki yeni sınıf asker teşkil edildi;
1. Küçük zâbit
2. Gedikli zâbit
Bu kânun ile tertip edilen “gedikli küçük zâbit” sınıfını yukarıda bölümda izâh etdik. Gene aynı kânun ile teşkil edilen “küçük zâbit” sınıfı, “asubay” muâdili olarak donanmamızda ikinci kez ihdâs edildi. Bir senelik bir denemeden sonra 1915 senesinde muvazzaf (dâimî) hâle getirilen bu kânuna istinâden “küçük zâbit” sınıfı askerler, “gedikli zâbit” ile “efrâd” arasında görev yapacak idi. Bu “küçük zâbit” sınıfı da bugün “asubay” olarak bildiğimiz asker sınıfının ta kendisi idi.
* * * * *
Donanmamızda bir zamânlar canı bahâsına vatan hizmeti görmüş; zâbitân heyetimizin yapmaya tenezzül etmediği sağlığa zararlı ve çok tehlikeli ileri yapmış “gedikli”, “gedikli zâbit” ve “küçük zâbit” sınıfları hakkında bu kısa, doğru ve son derece önemli bilgleri fâş eyledikden sonra;
İmdi dönelim, bu üç sınıf bahriye askerinin ihdâs edilmesinin esbâb-ı mucibesine...
Buraya kadar verdiğimiz bilgiler ile bu ara sınıfların niçin teşkil edildiği konusunda belli bir fikriniz tessüs etmişdir, herhâlde.
Bildiğiniz üzere buhar makinesini İngilizler keşfetdi. İcâd etdikleri buhar makinesini İngilizler, 1850’lerden itibâren kendi donanma gemilerinde kullanmaya başladı. Bu vakde kadar yelken ile hareket ettirilen ahşap gövdeli gemiler, deniz harblerinde nal toplar oldu. Buhar teknolojisindeki bu başdöndürücü gelişmelerden dolayı; dönemin büyük devletleri, yelkenli ve ahşap gövdeli gemilerini buharlı gemiler ile değişdirmek için müthiş bir yarışa girmeye mecbur kaldı. Buhar makinesini ilk icâd eden millet, İngilizler olmuş idi. Buhar makinesini harb gemisine ilk tatbik eden millet de gene İngilizler oldu.
Buhar demek o vakitlerde kömür demek! Kömür demek; cehennem ateşi demek, insanın ciğerini çürüten toz demek, zehirli duman demek! Dünyânın buharlı ilk harb gemisi olan HMS Agamemnon’u İngilizler, 1852 senesinde hizmete aldılar ve sâdece 10 sene kullandılar. Bu gemiyi işletmek için çoğu elektrikci, motorcu, çarkcı, kazancı ve ateşci olmak üzere 860 “zâbit ve er”, geminin kazan dâiresinde hep birlikde ter döküyorlar idi.
Donanmamızda, bugün hâlâ “muhabere” sınıfı subay yokdur. Kara ve Hava Kuvvetlerimizde subaylarımızın yapdığı işin aynısını, Deniz Kuvvetlerimizde, telsizci asubaylarımız yaparlar.
Cumhuriyetimizin ilk senelerinde; telsiz, mayın, torpido vs. işleri zâbitân heyetimiz icrâ ediyor idi.
Fakat bu işleri kendilerine yakışdıramayann sadr-ı âzâm daşşağından düşme zâbitân heyetimiz,
Bu meslekleri zamân içinde “gediklilerin” sırtına yıkdılar!
Okuduğunuz şu kelimeleri sizlere üfüren Şükrü IRBIK da
Yukarıdaki resimde zâbitânımızın yapdığı telsizciliği tam 30 sene icrâ eden bir donanma “gediklisi” idi.
* * * * *
Muzaffer bir donanmaya mâlik olmak için teknolojinin dayatdığı tekâmülü inkâr etmenin artık imkânı yok idi. Osmanlı Devleti de maddî imkânlarını iyice zorlamak bahâsına bu yarışa girdi Buhar makineli ilk harb gemilerimizi, İngiltere’den satın almaya başladı. Dünyâda denizcilik konusunda yaşanan bu hızlı dönüşüm ve acımasız rekâbet, buharlı gemilerdeki yeni makineleri çalışdırabilecek uzman bir iş gücüne sahip olmayı dayatdı. 19. yüzyıl ortalarına doğru Osmanlı Donanmasındaki bu teknoloji devrimini yapacak “uzman emek gücü” mevcut değil idi. Çünkü buhar makinası imâl etmeyen ülkenin bu makinaları işletecek uzmanı da olamaz idi! Hâlihazırda donanmamızdaki gemilerde ona buna emir vermekden başka bir işe yaramayan mektepli bahriye zâbitân heyetimiz; donanmamıza yeni alınan buharlı gemilerin kömür ile çalışan makine dâiresine inmek isdemedi. Yağlı, isli, tozlu, dumanlı, gayri sıhhî ve bu çok tehlikeli işlerde çalışmaya tenezzül etmedi. Bahriye zâbitân heyetimizin yapmak isdemediği bu ağır ve tehlikeli işleri yapacak, “uzman”, “ucuz” ve fakat “ara sınıf” emekci askerlere şiddetli bir ihtiyâç zuhûr etdi.
Batının icâd etdiği teknolojinin getirdiği yeni işleri yapmak isdemeyen bizim beyaz zâbitân heyetimiz,
Tezgahladığı yeni ve ara sınıfı askere olan ihtiyâcı, bakınız kendi sözleri nasıl mâsum ve mâkul gösdermeye tevessül etdi.
Deniz Asubay okulunun yukarıda gördüğünüz târihcesinde; “Subaylar ile erbaş ve erler arasında görev yapacak “astsubay” sınıfına ihtiyâç duyulmuş!” diyorlar.
Bu ihtiyâcı “duyan” şerefsizler kimler idi? Böyle bir ihtiyâc olduğuna kim, ne zamân, nerede karâr verdi? Buhar makinesini icâd eden İngiltere’de ve Amerikan ordusunda, 1890 senesinde sâdece iki sınıf asker var iken sen, üçüncü bir sınıf askere olan ihtiyâcı, nerenden uydurdun be şerefsiz?
Yukarıda gördüğünüz târihi yazan subaylarımız diyorlar ki; 1890 senesinde donanmamızda “erbaş” ve “astsubay” isminde asker sınıfları varmış! Târih yazıyoruz diye üfürün bakalım, üfürebildiğiniz kadar!
Bu cümleyi yazan avanak subaylarımız;
1890 senesinde Türkce söz dağarımızda “erbaş” ve “astsubay” kelimelerinin mevcut olmadığının farkında bile değil!
Töre konuşunca han sükût eder! “Târih uğrusu ve târih câhili” bu subaylarımız bilmez ki “erbaş” dedikleri tâbiri ATATÜRK’ün kendisi türetdi. Hem de 1890 senesinden tam 45 sene sonra, 2771 sayılı kânun ile taa 1935 senesinde...
Ayrıca
Haşmetli Kraliçenin donanmasında bugün bile hâlâ iki sınıf asker var;
1. Er,
2. Zâbit.
Sen, Donanmandaki üçüncü asker sınıfı olarak “astsubaylığı” 1890 senesinde nerenden uydurdun?
Ananızın çakır gözlü çocukları sizlersiniz öyle mi?..
* * * * *
Tomi’lerin kıyâfetleri, işde bugün böyle!
Bizim her boku bilen bahriye zâbitânımız bir baksın hele!..
"Asubay" dedikleri "ortada sandık" bir asker sınıfı Tomi’lerde var mı imiş?
Yukarıda gördüğünüz resimlerde bir şeye daha dikkat buyurunuz; Bizim zottirik subayların “astsubay” dediği askere, bakınız, İngiliz Tomi’si ne diyor! |
* * * * *
14 Haziran 1935 Cuma günü Reisicumhur K. ATATÜRK;
Cümhuriyet Ordusunu sâdece iki sınıf askerden teşkil etdi;
1. Subay
2. Erât
Siz, ATATÜRK’ün askeri olduğunu söyleyen, bugünün subayları;
Cümhuriyet Ordusuna;
- Üçüncü,
- Dördüncü,
- Beşinci,
- Altıncı,
- Yedinci,
- Sekizinci,
Sınıf askerleri sokuşdurmak hakkını kimden aldınız?
* * * * *
İngiltere’nin buhar makinesini icâd etdiği senelerde bizim donanma neferimiz okuma-yazma dahi bilmiyor idi. İşde, sırf bu “uzman” “ucuz” ve “ara sınıf” emek gücünü temin etmek üzere Donanma-yu Hümâyûn, 1890 senesinde; “zâbit” ile “efrâd” arasında “ortada sandık” misâli görev yapacak “gedikli” isimli yeni bir asker sınıfı tertip etdi. Nizamnâmesini ise dört deveyi havutu ile bir lokmada yutması ile meşhur olan “yeyici” lakaplı Bozcaadalı Mürteşi Müşir Hasan Hüsnü Paşa hazırladı ve padişaha arz eyledi.
Bahriye Mektebi ismi ile eğitim veren Deniz Harp Okulunda bu senelerde eğitim süresi sâdece 3 sene iken,
Gedikli sınıfının eğitim süresi tam 5 sene idi.
Donanma Gedikli Sınıfı;
- 5 senesi talebelik (neferlik)
- 5 sene sıbyan efrâdlığı
- 9 sene Gedikli olmak üzere toplam 14 sene donanma askerliği yapacak idi.
Talebe olarak gemide geçirilen beş senelik tâlim taallümden sonra gediklilerimiz;
- Tam 14 sene donanma gemilerinde mecburî hizmet edecek,
- Bu süreyi “sağ-sâlim” tamamlayanlar ise “maaş bağlanmadan” terhis edilecekler idi.
Vay, anam babam, vay!.. Donanmamıza asker değil de sanki kendilerine köle alıyorlar be!
Ve böylece;
- Gediklilerimiz, 14 senelik mecburî hizmetleri süresince donanmanın en ağır ve çok tehlikeli işlerini yaparken
- Zâbitân heyetimiz de gemi güvertesinde, ellerinde öte beri göt gezdirecek idi.
Gedikli mektebine evvela İstanbullu çocuklarımızı aldılar. Fakat İstanbulun gün görmüş cin göz çocukları, bu yemsiz zokayı yutmadı! Gemide eğitim veren mektebe talebe bulamayınca Donanma-yu Hümâyûnumuz, bu kez de taşradan fakir fukara çocuklarını devşirmeye başladı. Gedikli onbaşı oldukdan sonra içine düşdükleri tuzağı anladıklarında, babasının evinde yiyecek ekmeği bile olmayan köylü ve fakat cin göz çocuklarımız da Gedikli sınıfına rağbet etmediler.
1890 Nizâmnâmesine göre “Gedikli” sınıfının, “zâbit” sınıfına nakil ve tahvilleri kati’yyen câiz değil idi.
Beş senelik mükemmel bir tâlim taalümden sonra donanmamızda göreve başlayan
Ve dahi
Zâbitân heyetimizin yapmak isdemediği
Ve fakat
Bahriye erlerimizin de yapamadığı ağır, tehlikeli ve karmaşık işleri yapan Gedikliler aslında;
- Zâbitin yapdığı bütün işleri yapdığını
- Efrâdın yapdığı bütün işleri de yapdığını
- Fakat zâbit olmadıklarını görünce, donanma gedikli sınıfına talep bir anda dibe vurdu.
* * * * *
Bugün itibârı ile şöyle bir düşünsek! Ordularımızda bugün subaylarımızın yapdığı hangi işleri, asubaylar yapamazlar? Ya da Asubaylarımızın bugün yapdığı işlerden hangilerini subaylarımız yapamazlar? Bu suâllerin bugün cevâbı ne ise, yüz sene evvel de aynen öyle idi... |
* * * * *
1890 Nizamâmesinin son maddesi şöyle diyor idi; “Madde 29 — İleride icâbı hâle göre işbu nizamnâmenin “tevsi” veya “tâdili” zımnında lüzumu tahakkuk eden mevâddın derç ve ilâvesi câizdir.” Eldeki mevcut Nizamnâme, günün şartlarına göre değişiklik yapmaya cevâz verdiği hâlde bahriyeli zâbitân heyetimiz bu maddeyi, günün icâbına göre ne “tevsi” etdi ne de “tâdil”. Kendinden başkasına hayât hakkı tanımayan şerefsiz zâbitânımızın bu fesat tavrı yüzünden donanma gedikli sınıfı ölüme mahkûm edildi. Yirminci asırın başına geldiğimizde, donanmamızda mevcudu yedi yüz civârında olan gedikliler tamâmı, padişah irâdesi ile zâbit sınıfına nakledildi. Mektep gemilerine de yeni gedikli talebesi kayıt edilmedi.
Zâbit ile erat arasında “ortada sandık” misâli görev yapacak bu yeni sınıf askerler, bugünkü anlamda “asubaylığın” aynısıdır. 1890 senesinde tâlim taâllüme başlayan Donanma Gedikli mektebi; bir senesi limandaki gemide, dört senesi de denizde gezen gemideki işinin başında olmak üzere toplam beş senelik mükemmel bir eğitimden sonra ilk mezûnlarını, gedikli onbaşı rütbesi ile 1895 senesinde verdi.
Zâbit kadar eğitimli ve donanımlı olduğu hâlde; Zâbitin aldığı maaşın nısfını dahi alamadığından Ve dahi Zâbit olamadığından dolayı, Bahriye Gedikli sınıfına talep daha ilk senelerde birden dibe vurdu... |
O an mevcut olan 700 civârındaki Donanma Gediklinin tamâmı, padişah irâdesi ile zâbitliğe nakledildi. Ve akabinde, Donanma sefinesinde talim taallüm veren “Gedikli mektebi” kepenk indirdi. 1900 senesinin başlarında da Donanmanın ilk “gedikli” sınıfı tamâmen iflâs etdi.
Ve böylece Donanmamızda “zâbit ile nefer arasında” ortada sandık” misâli görev yapmak üzere ilk kez teşkil edilen “gedikli” sınıfı, şimdilik böylece iflâs etdi.
01 Nisan 1890 Salı günü meriyyete giren nizamnâmesinin ilgâ edildiğine dâir hiçbir belge bulamadım. Daha da hazini, gedikli sınıfı Nizamnâmesinin akıbetini, bugün Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız dahi bilmiyor!..
* * * * *
1890 senesinde ilk kez teşkil edilen “gedikli” sınıfından farklı olarak,
Muvakkat (geçici) bir kânun ile “gedikli zâbitân” sınıfı 1913 senesinde ilk kez teşkil edildi. Bu “gedikli zâbitân” sınıfı, zâbit sınıfına dâhil idi. Fakat, kendi sınıfına dâhil olan “gedikli zâbitânı” bu kez de mektepli bahriye zâbitânı kendisine çetin bir rakip olarak gördü. Bu maya da tutmadı! Ve 1915 senesinde kabul edilen bir kânun ile, zâbit sınıfına dâhil olan bu “gedikli zâbit” sınıfı da lağv edildi.
Gelişen teknolojinin dayatdığı âlet, makina ve silâhları kullanmaya, bahriye zâbitânımız hâlâ istekli değil idi. Zâbitânın yapmayı hamallık addetdiği ve fakat efrada da yapdıramadığı işleri yapacak “orta kademe” bir asker sınıfına olan şiddetli ihtiyâç azalmak şöyle dursun iyice artmış idi. İngiltere’den satın aldığımız buharlı gemileri işletecek bahriyeli askerimiz yok idi. Bembeyaz bahriye elbesesini çıkartıp, yağlı tulumu giymek isdemeyen bahriyeli kurnaz zâbitânımız, kendilerinin yapması gereken işi yapacak “ortada sandık” bir asker sınıfını ikinci kez peydahlamakda gecikmedi. Bu şiddetli ihtiyâcı tedârik etmek üzere bu kez de 1914 senesinde muvakkat bir kânun tertip etdiler. Bu muvakkat kânun ile o târihde mevcut olan zâbit ve efrâda ilâve olarak iki yeni muvazzaf asker sınıfı birden teşkil edildi;
1. Küçük zâbit,
2. Gedikli zâbit.
Bir senelik bir sınamadan sonra 1915 senesinde tasdikân (aynen) kabul edilip meriyyet-ül icrâya konulan bu kânun ile ihdâs edilen donanma “küçük zâbitliği”, bugün bildiğimiz “asubay” sınıfının ta kendisi idi. “gedikli zâbit” denilen asker sınıfı ise zâbitin mâdûnu, fakat küçük zâbitin mafevki idi. Zâbit hâricindeki bütün askerlerin içine tıkışdırıldığı bu yeni kânun ile Bahriyemizde bir anda 4 sınıf asker peydâ oldu...
Bahriye zâbitân heyetimizin beceriksizliği, işbilmezliği ve en çok da hâinliklerinden dolayı donanmamız, batılı donanmalar karşısında mağlubiyetler aldıkca bahriyemizi çağın gereklerine göre tanzim etmeye çalışdık. Donanmamızı ıslah ederken de gidip düşmânımız olan devletlerden yardım devşirdik, iyi mi! Küffar deyip cihâd ilan etdiğimiz bu devletlerin aklı ile sıçmaya gidip kendi donanmamızı tanzim etmeye çalışdık.
- “Gedikli” ve “gedikli zâbit” sınıfları, bizim donanmamıza özgü unvânlar. Bu tâbirâtın donanmamız ıstılâhına ne zamân dâhil edildiğini yukarıdaki bölümde açıkladık.
- Donanmamıza ait resmî evraklarda “küçük zâbit” tâbirine 1880’lerde rastlıyoruz. Donanmamızın bağrına paslı bir kama gibi saplanan ve “ortada sandık” gibi duran “küçük zâbit” (petty officer) tâbirini ise biz, 1880’li senelerde İngiltere’den aldık! İngiltere’den aşırdığımıza delil olarak da ben, 1881-1886 senelerinde Bahriye Nâzırlığı yapdırdığımız İngiliz çaşıtı Hobart Paşa’yı ileri sürüyorum. Aksini iddia eden var ise şâyet; “iddiâsını isbata dâvet ediyorum!”
Türk donanmasının rûhuna uymayan bu iki sınıfdan birisi olan “gedikli zâbit” sınıfını, subaylarımız kendilerine çetin bir rakip gördüğü için kısa sürede lağv etdiler.
Fakat bahriyemizin beyaz zâbitân heyeti, kendi yapması gereken işleri sırtına yıkdığı “küçük zâbitliğe”, denize düşeninin yılana sarıldığı gibi sarıldı ve canı bahâsına idâme etdirdi. Menfaatperest zâbitânımızın bu tek taraflı tutumu yüzünden bugün yüzlerce sıkıntısı ile karşımızda duran onbinlerce “deniz asubayı” var.
Neticeten;
İstiklâl ve Çanakkale Harplerinde, birbirinden tamâmen farklı tam 4 sınıf bahriye askeri harb etdi;
1. Mükellef Efrâd (Er)
2. Muvazzaf Küçük Zâbit
3. Muvazzaf Gedikli Zâbit
4. Muvazzaf Zâbit
Kendilerinin yazdığı ya da kendi şakşakcılarına yazdırdığı kahramanlıklar ile süslü menkıbelerinde bahriye zâbitân heyetimiz; şan, şöhret ve şeref pâyelerini sâdece kendi hânelerine ganimet kayıt eder iken
Zâbit hâricinde kalan “muvazzaf küçük zâbit” ve “muvazzaf gedikli zâbiti” ise
Nefer (er) hânesine yazdılar ve bu donanma askerlerinin adından bile bahsetmediler.
Nereden mi biliyorum?
Çünkü sordum,
Bugüne kadar İstiklâl Madalyası tevdi edilen; a. Subay, b. Astsubay, c. Er ve Erbaş Sayısı ayrı ayrı olmak üzere nedir? 17.12.2013. 943 890 başvuru numarası ile mesajınız başarı ile iletilmiştir.Göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederiz. |
Ve dahi
Muttali oldum!
MÜS.YRD. : 32984417-1640- 980 -13/ASAL D.Loj.ve İd.Ş. 02 Aralık 2013
(This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.) İLGİ : 26 Kasım 2013 tarihli elektronik postalarınız incelenmiştir.
1. İlgi elektronik posta incelenmiştir. 2. 4982 sayılı bilgi edinme hakkı kanunu ve kanuna ilişkin yönetmelik esasları gereği tarafınızca istenilen bilgiler aşağıya çıkarılmıştır. Bu kapsamda; a. Subay (Askerî memurlar dâhil) 16.647, b. Astsubay/Erbaş ve er 120.869 olmak üzere toplam 137.516 kişi İstiklal Madalyası ile taltif edilmiştir. Rica ederim. İ M Z A L I D I R Nihat ÇAĞAN Personel Albay ASAL D.Bşk.Yrd. |
İşde,
Yukarıda görüyorsunuz!
* * * * *
1890 nizamnâmesinin “esbâb-ı mucibesi” yok!
Dönemin Bahriye Nâzırı Hasan Hüsnü Paşa güyâ kerem eyleyip bir emir buyurmuş!
Ve düşünüp tartışmadan donanmamızda “gedikli” isminde üçüncü bir asker sınıfını tertip etmişler.
“Yeyici, yutucu” Hasan Hüsnü Paşa’nın emir buyurup hazırlatdığı o nizamnâmenin son satırına bakıyoruz
Ve dahi
Orada şu şerhi görüyoruz;
Devletin padişahı dururken,
Sadr-ı Ȃzamı dururken,
Seraskeri dururken;
Bahriye Nâzırı bir zâbitin emir buyurup yeni bir asker sınıfı tertiplediğini söyleyen “târih câhili” zâbitân gürûhumuz,
Altı yüz seneden fazla yedi düvele nizâm veren Osmanlıyı, kabile devleti zannediyor zahir!..
Donanma Gedikli sınıfının teşkil edilmesi için Bahriye Nâzırı’nın emir verdiğini söyleyen târih soytarıları,
Demek ki nizamnâmesini görmedikleri Donanma “gedikli” sınıfı hakkında târih yazmaya tevessül etmişler!
Yazıklar olsun sizlere!..
Eski Tüfek de gemici tayfası idi, bilir bu işleri!
Senin Bahriye Nâzırı dediğin Müşir Hasan Hüsnü Paşa,
Sultan II. Abdülhamid’den izin almadan değil yeni bir asker sınıfı tertiplemek,
Kumandanı olduğu sefinedeki helâya sıçmaya bile gidemez idi...
* * * * *
1915 Nizamnâmesi meclisde müzâkere edilmiş. Fakat maddeler üzerinde hiçbir tartışma yapılmamış. “Gedikli zâbit ve küçük zâbit” sınıfı donanmamızda niye teşkil edilmiş, belli değil! Maddeler okunmuş, mebuslar dinlemiş! Maddeler reye sunulmuş, mebuslar ellerini havaya kaldırmış! Hiçbir mebus, bir tek dahi olsa fikir beyân etmeden bu kânunu kabul etmişler!
* * * * *
“Resmî(!)” târihcesine bakdığımızda bahriyeli subaylarımız, Deniz Kuvvetlerimizi 1081 senesinde teşkil etdiğimizi söylüyolar. Kurulduğu ilk günlerde donanmamızın doğru dürüst bir nizâmı olmadığını ve gemilerimizi “usda-çırak” esâsına göre idâre etdiğimizi de gene aynı subaylarımız söylüyor. Donanmamıza dâir ilk kânunnâmemizi, 1701 senesinde yazmışız. Bu kânunnâmede, gemideki işlerin kısmen de olsa bir düzene göre yapıldığını ve fakat tayfa arasında hâlâ bir “sınıflaşma” olmadığını görüyoruz. 1792 Kânunnâmesi ile gemi tayfası dört sınıfa tefrik edilmiş. Bu Kânunnâmenin tatbik edilmesi ile donanmamız tayfası arasında ilk kez “sınıflaşma” başlamış.
Teşkil edildiği ve “sınıfsız” olarak hizmet verdiği 1081 senesinden, gemi tayfasını ilk kez “sınıflara” böldüğümüz 1792 senesine kadar geçen 711 sene içinde Osmanlı Donanmasının en parlak ve muhteşem dönemlerini yaşadığını görüyoruz.
Donanmamızı utanç denizinde boğan donanma mağlubiyetlerinin başlangıç döneminin ise
Donanma tayfası arasındaki bu “sınıflaşma” ile başladığını bugüne kadar görebilen bir subayımız var mı acap?
- 1788 Özi bozgunu,
- 1807 İngiliz gemilerinin İstanbul’u kuşatması,
- 1827 Navarin bozgunu,
- 1853 Sinop bozgunu,
- 1877-1878 Rus bozgunu,
Deniz mağlubiyetlerimizden aklıma ilk gelenler...
Bütün bu deniz mağlubiyetlerini biz, bugün Deniz Harp Okulu isimi ile bildiğimiz mektebi açdıkdan sonra yaşadık!
Donanmamızda “mektebli ilk sınıflaşma” 1890 senesinde oldu! Deniz Asubay Okulunun târihcesine bakdığımızda, Bahriye Nâzırı denen “yeyici ve yutucu” bir zâbitin emir verdiğini ve “mektebli gedikli” sınıfının ilk kez olmak üzere teşkil edildiğini görüyoruz. Nizamnâmesinde, “gedikli” sınıfı adını verdikleri askerlerin görev tanımları var. Fakat bu sınıfın teşkil edilmesinin “esbâb-ı mucibesi” (gerekcesi) yok! Çok tuhaf bir durum! Esbâb-ı mucibesi (gerekcesi) olmayan kânun, gayri meşru demekdir!..
Deniz zaferlerimizden bahsetmeyi pek severiz! Fakat bu deniz zaferlerini kazanan tayfanın eğitimlerinin ne olduğuna kör bakarız. O muzaffer denizcilerimizin “okuma-yazma” dahi bilmediğini, hemen hepsinin “Alaylı”, “Sokakdan toplama” Ya da “Köle” olduğunu ağzımıza dahi almayız. |
Deniz mağlubiyetlerimizden bahsederken de; Donanmamızı o savaşlarda sevk ve idâre eden zâbitân heyetimizin “mektebli” olduğundan hiç söz etmeyiz! |
Beyaz zâbitân heyetimizin bizzat yazdığı
Veya ısmarladığı sahte ve düzmece târih de işde, böyle zırvalar ile doludur!..
* * * * *
Tam 10 sene devâm eden Birinci Cihân Hârbi, millet harbidir. Bu harbin gerçek kahramanı da Türk milletidir.
Ayrıca;
Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi açdığımız 1776 senesinden beri
Ve dahi
Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiyye”’yi hizmete açdığımız 1834 senesinden beri
Deniz ve Kara Ordularımız gâlibiyet yüzü görmedi...
* * * * *
15 Temmuz darbesinde bugün Coni’nin ayak izlerini arayanlar,
Gene ordumuzun içindeki subaylarımıza baksınlar!
Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan siz Coniperestiş Rüşdü’ler, zottirik Kenan’lar, etekli Doğan’lar, kıvrık Hüseyin'ler, molla İ. Hakkı’lar, kambur Yaşar’lar, köstebek Hilmi’ler, sucukcu Necdet’ler;
Kendi subayına taa 1952 senesinden beri Coni hurması yedirir ise şâyet
O hurmalar Harp Okullarımızda semirir, semirir, semirir,
2016 senesinin bir 15 Temmuz akşamı çıkar gelir
Ve dahi
Senin gıçını tırmalar!
* * * * *
Elde tesbih, dilde Allah, biteviye besmele çekiyorsun;
Ve fakat gene sen!
Kul hakkı yerken de besmele çekiyorsun ya! Yuf olsun senin soyuna!..
İçin temiz olmadıkdan sonra
Hacı, hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tesbih, post seccâde gözel;
Lâkin, Allah kanar mı, bunlara?
* * * * *
Sen, adam olmadıkdan sonra
Sen, adam gibi denizci yetişdirmedikden sonra
Zâbit olmuş, erbaş olmuş
Alaylı olmuş, mektebli olmuş
Demeki ki hiçbirisinin kıymeti harbiyesi yok!
Deniz Kuvvetlerimizde “zâbit ile efrâd” arasına üçüncü bir asker sınıfı olarak paslı kama gibi sokulan “gedikli” ya da bugünkü ismi ile “astsubay” dediğimiz asker sınıfının teşkil edilmesinin gizli maksadı meğerki ne imiş? Donanmamız beyaz zâbitân heyetinin kendi saltanâtını devâm etdirmesi için; Harb sanatının kendilerine tahmil etdiği ağır ve tehlikeli görevleri “Zâbit” olmayan ve “ortada sandık” bir asker sınıfının sırtına yüklemek!
|
(Devâm edecek)
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri okumak için resimleri tıklayınız!
15 Temmuz Vak’asının ikinci sene-i devriyyesinin üçüncü ayını teneffüs etdiğimiz şu günlerde
08 Mart 2017 Çarşamba günü bismillah vira kalem! deyip yazmaya başladığımız Asubay Tefrikasında
Kağıt-kalem meyânında rakamları birer ikişer öğütdük!
1, 2, 3, 4, 5 derken,
Şimdi sıra geldi 6’ya...
Haydi hayırlısı! Allah, devâmını getirmeyi nasip etsin, inşallah...
İlk 5 tefrikaya isim bulmakda epeyi zorlanmış idim!
Fakat altıncı makâlenin ismi, daha yazmaya başlamadan evvel dilimin ucunda bekliyor idi...
Asubay okuluna girdiğimiz ilk günden,
Emekli olmak için son mesâimizi yapdığımzı güne kadar
Ve dahi
Emekli olduğumuz ilk günden
Emekliliğimizin şu son gününe kadar en çok tekrâr etdiğimiz o kelime,
Beş altı kısımı dolduracak Asubay Tefrikası-6’nın başlığı olmak için
Senelerden beri yalvarıyor idi bana...
- Aldatılmak
Ya da
- Kandırılmak!
Bu konu ile bağdaşdırmak için örnek bir şahsiyet ararken de
Türk sinemasının bahtsız ve ucuz emekcisi Adnan AYBERK geldi aklıma...
Adnan AYBERK ile asubaylar arasındaki benzerliği de
Makâlemizi okuyanlar anlayacak, inşallah.
* * * * *
Bugünün askerî, idârî ve cezâî kânunlarımıza göre “Astsubay” dediğimiz biz asker kişilere;
- Kimlerin, hangi sözleri verdiğini,
- Ve bu sözlerden yerine getirilmeyenlerin nasıl savsaklanıp unutdurulduğunu,
- Bu sözler ile verilen hakların ise nasıl gasp edildiğini de
Asubay Tefrikası -6-‘nın müteakip kısımlarında fâş eyleyeceğiz, evvel Allah...
* * * * *
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar -1- ismini verdiğimiz bu tefrikamızın
Biricik hedefi şudur
Asubay denilen biz askerlerin
Ve dahi Asubaylık sınıfının özlük hakları konusunda;
- “İcrâ makâmı” olan Genelkurmay Başkanlığı ve M.S.B,
- “Temsil makâmı” olan TEMAD,
- Ve dahi
Emekli ve muvazzafı ile asubayların gündemine göre,
- Asubaylığın taleplerinin neler olduğunu göreceğiz!
Bu taleplerin tahakkuk ettirilmesi konusunda
İlgili tarafların bugüne kadar neler yapdığı da kendiliğinden ortaya çıkacak...
* * * * *
Mahlası, Yâdigâr idi!..
Doğurduğu gün anası O’nu, yâdigâr olsun diye babasına,
Babası da yâdigâr olsun diye devletine, milletine emânet etdi...
Vücud olarak, beden olarak eşi benzeri görülmemiş bu Sivas’lı,
İri kıyım ve yiğit bir çocuk idi!
Büyüyünce, karnını doyurmak için
Gurbetci babası ile birlikde Alamanya’ya gitdi. Tersanede çalışdı, çok iyi para kazandı.
Fakat, memleket hasreti ağır basınca, bir de gönlünde yatan aslan kükremeye başlayınca
Babasının yanından firâr etdi ve İstanbul’a geldi.
Sivas’da, çocuk iken çekirdek satdığı sinemalarda filimlerin sihirine kapılmış idi bir kere...
Bu sebepden dolayı ya nasib deyip, 16 yaşında Yeşilçam Sokağın yolunu tutdu.
Sinemacıların deyimi ile söylersek; star, jön; figüran... Yadiğar, bunlardan üçüncüsü idi...
Seyircinin gözünde kahramanların böyük görünmesi için dayak yemesi isdenen adam idi!
Türk sinemasının ikinci, üçüncü sınıf yüzlerce sanatcı ve ucuz emekcisinden birisi oldu...
Baş oyuncu denen cüce adamlar, filimlerde bu dev adamı hep madara etdiler!
Oynadığı filimlerin çoğunda, aslında gerçekden dayak yedi; ağzı, burnu kırıldı...
Sinemada onu seyredenler güler iken, O aslında hep ağlayan adam oldu!
Rint bir şahıs idi! Çevresindekilerin adam alıp adam satdığı para denen şeye hiç önem vermedi...
Çok mihnet çekdi! Fakat kimseye de minnet etmedi. O’nun için varsa yoksa sinema ve seyircileri idi.
Etme, Hayyâm! Gel, dinle Eski Tüfek'i!
Girme, şu alçakların hizmetine; Konma sinek gibi, pislik üsdüne. İki günde bir somun ye, ne olur! Yüreğinin kanını iç de boyun eğme. |
* * * * *
Bâzen Gaffur oldu, bâzen Mazlum!
Dokuzyüz küsûr filimde oynadı. Fakat oynadığı filimlerin afişlerine çoğu kez O’nun adını bile yazmadılar.
Sinemayı hiç kimse O’nun kadar sevmedi. Ömrünü sanata adadı, sahnede yaşadı.
Fakat belediyeye ait bir bankın üzerinde soğukdan donarak öldü!
Soğuk bir kış gecesi İstanbul; şarap, çalgı, çengi, kumar ve cimâ yorgunluğunun derin uykusunda iken
Taksim Meydânındaki belediyeye ait bankın üzerinde koca bir adam,
Daha 40 yaşında iken Mart ayının dördünde son uykusuna yatdı!
Ücretini ödeyemediği için otelden atıldığı o gecenin ayaz soğuğunda,
Sabaha kadar sokaklarda âvâre dolaşdı. Canlı iken O’nu oralarda, kimseler tanımadı!
O son gün;
Bir akşam kahvehânesine girip bir bardak çay içecek bir lirası bile yok idi cebinde!..
Lâkin,
Sabah erkenden Gezi parkını temizlemeye gelen belediye çöpcüleri, O’nun ölüsünü orada hemen tanıdı!
Soğukdan kaskatı, mosmor kesilmiş o koca adam,
Bizleri gâh güldüren, gâh ağlatan
Fakat her dâim düşündüren filimlerin vazgeçilmez figüranı, Yeşilçam’daki isimi ile Yâdigâr EJDER idi...
Altın kâlpli dev adamın ölümünü o günkü boyalı matbuât, şu kara ve koca harfler ile duyurdu;
“Ünlü oyuncunun yürek burkan ölümü!”
Gerçek ismi Adnan AYBERK olan
Ve
Filimlerinde Gaffur ya da Mazlum lakabı ile evimize misâfir etdiğimiz Yâdigâr EJDER,
Ehli dil, ehli edep, ehl-i nâmus ve mütevazı ve rint bir sinema emekcisi idi...
Hiç evlenmedi!
Parayı pulu gözü görmedi hiç. Şan, şöhret peşinde de koşmadı... Bir lokma, bir hırka dedi hep.
Tek derdi; sıcak bir çorba, sıcak bir oda, sıcak bir yatak idi...
Bunları da bu millet ve bu devlet çok gördü O’na...
Sinema piyasasında filimcilerin en çok kandırdığı sanatcılarından birisi idi.
Oynadığı filimler için para vereceğiz diyen filimciler, çoğu zamân kandırdılar O’nu.
Birlikde oynadığı oyuncular ve filimciler O’nun sırtından geçinip servet kazandılar.
Fakat
O, kimesnin sırtından geçinmedi, kimsenin hakkını yemedi!
Kimseyi de kandırmadı, aldatmadı...
Birkaç aylık otel borcu,
Belki de mahalle esnafına bir yüz lira veresiye bırakdı arkasında, hepsi o kadar!
Kaç filimde oynadığı,
Nerede, ne zamân ve nasıl öldüğünü dahi bilen olmadı...
Öldüğü gün cebinde beş kuruş parası bile olmayan altın kâlpli bu dev adama
Allah’dan bugün bir kere daha rahmet ve merhâmet dileyelim.
Mekânın cennet olsun inşallah, Mazlum!
* * * * *
Eyvâh, Kandırıldık!
Yenilen pehlivân, güreşe doymazmış deriz! Güreş de pehlivân da bize has ıstılâh olduğuna göre hiç şüphe yok ki bu atalar sözünü, biz Türkler türetmiş olmalıyız.
Fakat bu atasözüne son zamânlarda çetin bir rakip çıkageldi; “Aldatılan, aldatılmaya doymazmış!” Atalarımızın güreşde sırtı yere gelen pehlivânlar için söylediği bu söz, kendi dönemini aşdı ve
Şu günlerde milletimizin çok geniş bir kısmının hâl-i pür melâline tercümânlık eyler oldu...
Maçam yemedi,
En mühimi de
“Vallahi kandırıldım!”, “Billahi aldatıldım!” oldu... Yaprağını yerken; kıtır, kıtır! Sapına gelince, meee! Öyle mi?.. |
Özellikle yirmibirinci asırın ilk senelerinden itibâren memleketimizde
Nezle mikrobu gibi süratle yayılmaya başlayan “aldatma/kandırma” hastalığı,
Yukarıdan aşağıya doğru herkesi sarmaya başladı…
İmam, bilerek ve isdeyerek osdurunca cemaat de hem sıçdı, hem de sıvadı...
Memleketimiz, aldatılanlar kumpanyasının açık sahnesi olmaya başladı.
Recep Tayyip ERDOĞAN, Başbakan olduğu dönemde defalârca söyledi; “Ben dahi aldatıldım!”
Cumhurbaşkanı oldukdan sonra da şöyle dedi; “Şahsım başda olmak üzere bütün ülke aldatıldı!”
Belediye başkanlarını, devlet bakanlarını, polisleri, her rütbeden subayları, asubayları, sanatcıları cemaatler;
Cüppeli hocayı da Lüpcü Fadıl aldatdı!
Gözümüzün görmediği,
Ve hattâ
Gönlümüzün de katlanmadığı hâlde aldatan-aldatılanlar folimi, tam gaz devâm ediyor memleketimizde;
- Ȃmir, memurunu,
- İşveren, işcisini,
- İmam, cemaatini,
- Karı-koca, yek diğerini,
- Esnâf, veli nimeti olan müşderisini,
- Arkadaşlar, birbirini,
- Askerde üst’ler, ast’ını,
Kandırıyor, aldatıyor...
15 Temmuz gecesi maskeler de düşdü, takkeler de!.. Bunları 15 Temmuz 2016 Cuma gününden sonra gördük, duyduk, öğrendik! Bu konuda bakalım daha neler duyup göreceğiz.
Siyâsetciler de seçmenlerini 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat dokuzu beş geçeden beri kandırıyor.
Farz edelim ki suç, aldatanlarda...
Peki, aldatıldığını söyleyenlerin hiç suçu yok mu? Küllükde dolaşmayanın ayağına bok bulaşır mı?
Aldatılanlar kumpanyası oyuncularının hâl-i pür melâli bu minvâl üzere de...
Taa bin dört yüz sene evvelinden bize nasihât edip “Mü'min, aynı delikten iki defa ısırılmaz!” diyen kim?
Biz, kimin ümmetiyiz, Allah aşkına?
Siyâsetcisinden, subayından bu devlet adamları aldatıldığını söylüyor da
Aslında aldatılanlar, neticede hep biz vatandaşlar değil miyiz?
Aldatıldığını söyleyen ve fakat aslında vatandaşı aldatan bu devlet adamları ölüp gidince arkasından biz vatandaşlar “Allah rahmet eylesin!” demeye isdekli miyiz?
Ya da
Merhûm Yâdigâr EJDER için gönlümüzde hissetdiğimiz rahmet ve merhâmet duygusunu
Aldatıldım diye yalanlar üfüren bu insanlar için de acap hissedebilecek miyiz?
Yâdigâr EJDER, ömrünü hasretdiği sinema sanatından, karnını bile doyuramadı.
Öldüğü gün cebinden beş kuruş parası dahi çıkmadı!..
Kimsenin sırtından geçinmedi, kul hakkı yemedi, kimseyi de aldatmadı...
Ölüm haberini “Yâdigâr EJDER’in yürek burkan ölümü” diye duyuran gazeteler utansın!
Yürek burksa da ölümü, Allah’ın huzuruna mâsûm bir insan olarak çıkdı dev adam. Mekânı cennet olsun!
* * * * *
Ey şarapperest Çadırcı! Neredesin sen, şimdi?
Bilmez misin ki;
Niceleri geldi, neler isdediler; Sonunda, dünyâyı bırakıp gitdiler; Sen hiç ölmeyecek gibisin, değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler! |
* * * * *
Peki,
Aldatıldıklarını söyleyen fakat aslında biz vatandaşları aldatan devlet zevâtının ölümü nasıl olacak acap?
Gazeteler, bu zevâtın ölüm haberlerini nasıl duyuracak?
Bu insanlar, yapdıkları haksızlıkların hesâbını Hakk’ın huzûrunda nasıl verecekler?
Ve
Biz vatandaşlar, bizleri idâre etdiğini zanneden bu “kandırılmış” zevâtın ardından
Bir Elhâm okumaya isdekli miyiz?
* * * * *
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askerleri; Asubaylar!
Boğa, boynuzundan; yiğit, sözünden tutulur ya!
Konu aldatılmak ise şâyet, verilen bir sözün tutulup tutulmaması söz konusudur.
Verilen bir sözün tutulup tutulmaması söz konusu ise şâyet
O zamân orada verilmiş söz ya da talep var demekdir.
Peki,
Asubaylığa taraf olanların gündemindeki talepleri nedir?
Şimdi bu talepleri, yorumsuz olarak akdaralım sizlere.
Asubaylar hakkındaki talepler lisdesini derlemeye TEMAD ile başladım.
TEMAD’ın Basın-Yayın ve Tanıtımdan Sorumlu Genel Başkan Yardımıcısı Sayın Adnan AYVACI’ya bir e-mektup gönderdim. Dedim ki Başkanım; TEMAD’ın gündemindeki asubay talepleri nelerdir?
Sağolsunlar, Genel Başkan Yardımcımız Sayın Adnan AYVACI hemen cevâp gönderdi...
TEMAD’ın gündeminde ki Asubay talepleri şunlar imiş;
TEMAD’ın Gündemindeki Asubay Talepleri |
Yukarıda gördüğünüz üzere, “temsil makâmı” olan TEMAD’ın gündeminde 7 maddelik bir talep listesi var.
* * * * *
Asubay meselesinin önemli taraflarından birisi de emekli asubaylar. Bu konuda ortaya dökülen beyânlara bakdığımızda emekli asubaylarımızın 3 maddelik kısacık bir talep listesi olduğunu görüyoruz.
Emekli Asubayların Gündemindeki Asubay Talepleri |
1. Görev başlangıç derece/kadememizdeki kânunsuzluk. (9/2) 2. Subay/asubaya bağlanan emekli maaş oranındaki adâletsizlik. (Subay; %80, Asubay; %50) 3. Tazminât.(7 çeşit tazminât) |
Talep listesindeki maddeler itibârı ile asubaylıkdan beklentisi en az olanlar taraf, emekli asubaylar.
Sâdece 3 maddelik bu talebleri yerine getirmek ile İcrâ mâkamı olan Genelkurmay Başkanlığı ve MSB, yüzbin emekli asubayı, sokaklardan evlerine gönderebilir. Bunu yapmıyorlar ise şâyet o vakit biz de şu suâli sormalıyız; Eşi, çocuğu, gelini, torunu ve akrabası ile sayısı bir milyon civârında olan emekli asubayların sokaklarda dolaşıp;
|
* * * * *
Asubayların talepleri söz konu edilince her niyeyse Genelkurmay Başkanlığımız;
Yapacaklarında daha ziyâde yapdıklarını piyasaya sürmeyi tercih ediyor. Bu basit “beyin yıkama” yöntemi;
- Hem züğürt tesellisi niyetine umut pazarlıyor,
- Hem de fazla diretirseniz bu verdiklerimizi de elinizden alırız diyerek aba altından sopa gösderiyor.
Bu basit alicengiz oyunları bir yana;
İçinde yaşadığımız 2017 senesinde,
Asubaylara dâir olmak üzere “icrâ makâmı” olan Genelkurmay Başkanlığımızın gündeminde
Sâdece 3 maddelik bir ”sistemli” çalışma(!) lisdesi olduğunu görüyoruz.
Genelkurmay Başkanlığının Gündemindeki Asubay Talepleri |
Görev Tazminâtı; sâdece subaylarımıza vermek üzere 1989 senesinde icâd etdiler. (Asubayları ileri sürerek Genelkurmay Başkanlığımız, şimdi de binbaşılara bu tazminâtı vermek isdiyor.) Silâhlı Kuvvetler Hizmet Tazminâtı; Genelkurmay Başkanlığımız 2011 senesinde icâd etdi. (Asubayları ileri sürerek Genelkurmay Başkanlığımız, şimdi de binbaşılara bu tazminâtı vermek isdiyor.) Görev başlangıc derece/kademesi; 9/1 yerine 9/2 olması. Asubayların eğitim süresini 2002 senesinde bir seneden iki seneye yükselttiler. Verilen bu bir senelik hak; muâdili devlet memurlarına kıyâsen asubaylara, 1 senelik hak kaybı olarak aynı sene geri döndü! |
Genelkurmay Başkanlığının bugün hâlâ “çözmeye(!)” çalışdığı yukarıda gördüğünüz 3 meselenin üçünü de
Gene zamân içinde çıkartdığı kânunlar ile Genelkurmay Başkanlığının doğurduğu meseleler olduğunu görüyoruz.
Yukarıda gördüğünüz 3 madde, bugün Genelkurmay Başkanlığının gündeminde olan konular.
Genelkurmay Başkanlığının bir de görmediği(!) maddeler var ki bunları da gene kendileri doğurdular;
- Makâm tazminâtı; sâdece subaylarımıza vermek üzere, 1982 senesinde doğurdular.
- Temsil tazminâtı; sâdece subaylarımıza vermek üzere, 2000 senesinde doğurdular.
- Kadrosuzluk Tazminâtı; sâdece subaylarımıza vermek, üzere 1993 senesinde doğurdular.
Şimdi, ehl-i akıl bir insan olarak ben, aklımın emrine râm olup burada şöyle düşünmeye mecburum;
Asubaylara “makâm, temsil ve kadrosuzluk tazminâtı”, Genelkurmay Başkanlığının gündeminde bile yok!
Demek ki Türk Ordusunda makâm, temsil ve kadro hakkı sâdece subaylarımıza özgü.
Peki, öyle olsun!
O zamân da şu suâlin cevâbını versinler; Subaylarımız, kânun peydahlıyor ve diyorlar ki asubay denilen asker kişiler, “subay yardımcısıdır”. Şu anki mevzuâta göre sâdece subaylarımıza özgü olan “makâm, temsil ve kadrosuzluk tazminâtı” almayan asubaylar, nasıl oluyor da “subayların yardımcısı” olabiliyorlar?
* * * * *
Asubayların talepler lisdesini konuşmaya devâm edelim...
Asubay meselesi konusunda en dertli zümrenin, muvazzaf asubaylar olduğu görülüyor. Çünkü en yüklü talep listesi, muvazzafların elinde. 24 maddelik bu liste, asubayların taleplerinin tamâmını kapsamıyor elbetde. Bu lisdeye yeni talepler ilâve edilebilir...
Bugün itibârı ile tahakkuk etdirilen haklarımızı lisdeye dâhil etmediğimizi söylemeye hâcet olmasa gerekdir.
Muvazzaf Asubayların Gündemindeki Asubay Talepleri |
1. Birinci derecenin dördüncü kademesine yükselme sorunu. (2012/ öldüre öldüre bitirdiler. Onun da içi boş) 2. Görev başlangıç derece/kadememizdeki kânunsuzluk. (9/2). 3. Subay/asubaya bağlanan emekli maaş oranındaki adâletsizlik. (Subay; %80, Asubay; %50). 4. Tazminât haklarımız. (7 çeşit tazminât). 5. Asubay sınıf okulu mezûnlarının intibâk sorunu (2016/öldüre öldüre bitirdiler) 6. Askerî hastanelerde utanç verici sınıf ayrımı (Subaylarımızın yapamadığını 15 Temmuz’cular bir dakikada yapdı ve Askerî hastaneleri Genelkurmay Başkanlığının elinden aldı.) 7. Askerî mahkemelerde görülen dâvalarda asubay kıyımı. (Subaylarımızın yapamadığını 15 Temmuz’cular bir dakikada yapdı ve Askerî mahkemelerin kapısına kilit vurdu.) 8. Lojman tahsisinde orantısız tahsis. 9. İçhizmet Kânunu ve Askerî Cezâ Kânununda asubay aleyhine işletilen hükümler. 10. Günlük yaşantıya müdâhale eden emir komuta zenciri ve görev anlayışı. 11. OYAK. (Aidât öderken var, yönetimde yok sayılan sınıf asubaylar) 12. Orduevi, sosyal tesis ve askerî kamplarda adâletsiz tahsisler ve uygulamalar. 13. Kalkınmada öncelikli bölgelerde çalışan asubaylara kademe verilmesi. 14. Asubay Meslek Yüksek Okullarının lisans seviyesine yükseltilmesi. 15. TSK’da görev yaparken hasta olarak sağlığını kaybedenlerin mağdur edilmesi. 16. Çağdışı orduları andıran şekilci uygulamalar. (Tam kanat – kırık kanat kepâzeliği, kılıçlı – tüfekli bölücüğü) 17. İki dudak arası mesâi kavramı değiştirilmeli, âmirin başına buyrukluğuna son verilmelidir. 18. 1 sene okuyana da 8 sene okuyana da aynı hizmet süresi. Mecburî hizmet, tahsil süresi ile orantılı olmalıdır. 19. TSK’dan ayrılışlar kolaylaştırılmalıdır. 20. Asubayların meslekî memnuniyeti için çalışma şartları iyileşdirilmeli, erken emeklilik önlenmelidir. 21. Asubaylıkdan subaylığa terfi kuralları şeffâflaştırılmalı, idârenin sınırsız takdir hakkı kısıtlanmalıdır. 22. İlk rütbemiz olan “Astsubay Çavuş” ibâresinden “Astsubay” kelimesinin iptâl edilmesi. 23. Meslek unvânımız “Astsubay” kelimesinin, ATATÜRK’ün türetdiği şekili olan “Asubay” yapılması. 24. Kışlada, cephede kahraman; esir kampında hizmet eri muâmelesi. (Bu maddeyi Çavuş Mustafa Kemâl isimli makâlesi ile 09 Mart 2017 târihinde asubayların gündemine ilk dâhil eden kişi, Şükrü IRBIK’dır.) |
* * * * *
Bugün Astsubay olarak bildiğimiz meslek sınıfı, 1951 senesinde teşkil edildi.
Asubaylara yeni haklar veriyoruz diye subaylarımızın piyasaya sürdüğü her yeni kânun aslında,
Asubayların aleyhine yeni ve daha büyük haksızlıklar doğurdu!
Peki,
Asubayların talepleri konusunda tarafların bu kadar farklı gündeme sahip olmasının sebebi nedir sizce?
Dokuz sınıf askeri olan bir orduda; alın terinin karşılığını âdil bir şekilde dağıtmak mümkün olabilir mi?
Kendilerinden başka diğer sınıflardaki askerlerin rütbesini dahi bilmeyen subaylarımız;
Bu askerlerin dertlerinin ne olduğunu nasıl bilsinler ki?
“Sistem bütünlüğü içinde çalışıyoruz!” diyen subaylarımız doğru söylüyor!
Çünkü;
“Sistem bütünlüğü içinde çalışarak(!)” ordumuzu gene
“Sistem bütünlüğü içinde!” parçalayıp kıymık kıymık "kastlara" böldüler.
Sıkıntıları çözüyoruz diyen vatan hâini subaylarımız,
Yeni sıkıntılara kapı aralayan yeni asker sınıfları doğurtdular ordumuza!
Şu gün itibârı ile ordumuzda tam sekiz çeşit asker var!
Böyle bir manzarayı Aristo bile hayâl edemez idi!..
Ordumuzdaki “asker sınıfları” için Genelkurmay Başkanlığımızın “statü” dediğine lutfen dikkat buyurunuz.
* * * * *
1950 senesinden beri rütbe takan orgenerallerimiz, salon generalidir!
Enselerine güneş, postallarına çamur değmez!
Alıp tüfeği eline,
Koşup hudut boyuna,
Yatıp çamurlu sipere boylu boyuna,
Düşmâna kendisi kurşun atacak değil, herhâlde!
Eli tetikde, gözü ufukda düşmân gözleyen Mehmedciğimize
Ateş! diye emir verse, Seri paşamız;
O ateş! emri, O Mehmedciğe gidesiye
Ve dahi
O Mehmetcik, o tetiği çekesiye kadar
O düşmân, senin O canına ot tıkar be!
* * * * *
Kör Bakan İnsanlar, Fil ve Asubaylık!
Asubaylık konusunda söz söyleme hakkı olan 4 taraf var;
1. Muvazzaf Asubaylar
2. Emekli Asubaylar
3. TEMAD (Temsil makâmı)
4. Genelkurmay Başkanlığı/MSB (İcrâ Makâmı)
Asubayların taleplerinin ne olduğu konusunda her bir taraf, farklı bir telden kendi nağmesini çalıyor!
* * * * *
İnsan olmanın temel şartı ve en büyük fâzileti, Hakkını arayacak kadar cesûr ve haysiyetli olabilmekdir. Hakkını almak, bu yolda mücâdele etmek de cesâretli ve haysiyetli insanların işidir! Aç köpek, (karnını doyurmak için) fırın duvarını yıkıyor ise şâyet, Aç insan, (karnını doyurmak için) fırın duvarını niye yıkmasın?.. Açlık sınırında yaşayan asubayların, köpek kadar aklı ve haysiyeti yok mudur ki hakkını aramasın? Hakkını almak için mücâdele eden asubayları kınayanlar, önce dönüp kendilerine baksınlar; Bu zât-ı muhteremlerin ya karınları tokdur, açlık sınırında yaşayan asubayların hâlinden anlamaz, Ya da Bu zevâtın aç köpek kadar bile aklı ve haysiyeti yokdur! |
* * * * *
Asubaylık meselesine taraf olanların
Asubaylığı anlamak ve târif etmek konusunda içine düşdükleri
Ve dahi
Yukarıda gördüğünüz “başıbozukluğu” ve “kavram kargaşasını” anlatacak bir resim arar iken,
Aşağıda gördüğünüz şu sessiz(!) çizgi-resimi keşfetdim!
Bir de siz bakın hele!..
Asubaylar konusunda söz hakkı olan taraflardan her biri
Gündüz vakdi kör gözlüğü takıp da bakdıkları asubaylığı
Kendi görmek ve anlamak isdediği şekilde gördü, anladı ve târif etdi.
Fakat bu taraflardan hiçbirisi asubaylığın hem iç hem de dış hukûkumuza göre
- Gayri meşrû
Ve dahi
- Gayri kânûnî olduğu fark edemedi!..
* * * * *
Sinema piyasasında filimcilerin en çok kandırdığı sanatcılarından birisi idi.
Oynadığı filimler için para vereceğiz diyen filimciler, çoğu zamân kandırdılar O’nu.
Birlikde oynadığı oyuncular ve filimciler O’nun sırtından geçinip servet kazandılar.
Ömrünü hasretdiği Yeşilçam Sokakda karnını bile doyuramayan Yadigar Ejder,
Hep “üçüncü adamı” oynadığı Türk sinemasının “ucuz emekcisi” idi!
* * * * *
Canını fedâ etdiği Türk Devletinden;
- Karnını bile doyuramayan,
- Hep oyalanan,
- Avutulan,
Ve
- En çok da aldatılan asubayları ise
Türk Ordusunun hep “ikinci sınıf” muamele gören “fakir ve ucuz emekcisi” oldu!
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri okumak için aşağıdaki resimleri tıklayınız!
Asubay Tefrikası -4-
Erlikden Harb Okulu Komutanlığına
Bugünkü askerî mevzuâtımızda “Astsubay” olarak bize yutdurulan uyduruk asker sınıfı hakkında
Asubay Tefrikası ismi ile bugüne kadar üç bölüm neşretdik.
İşde, bu bölümlerin başlıklarını aşağıda görüyorsunuz.
Kelime sağmaya, hakikât mayalamaya devâm ediyoruz!
Şu anda kıraat etdiğiniz bölüm, tefrikamızın dördüncü makâlesi...
Asubay Tefrikası -1- Dünden Bugüne Asubaylar isimli mukaddime ile
08 Mart 2017 Çarşamba günü bismillah dediğimiz silsilemizde,
- Tefrikamızın başından sonuna kadar tetebbu eyleyeceğimiz konu başlıklarını fâş eyledik!
Gene aynı bölümde;
- Subay ve asubay meslekdaşlarımızın asubaylık târihi hakkında “düzmece” kitaplar yazdığından,
- Kokuşmuş subay fikriyâtının dayatdığı bu dar kapsamlı ve “ısmarlama” kitapların;
- Yalanlarla süslenmiş “resmî târih” kalıpları içinde bize yalanlar aşılamaya,
- Hattâ daha açık bir deyiş ile dayatmaya çalışdığını ifşâ etdik!
* * * * *
Asubay Tefrikası -2- Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar isimli ikinci bölümde;
- “Bölüğün anası” kim imiş,
- Kimlere “tampon” diyorlar imiş, öğrendik!
- Tonyukuk zamânında “başkomutan” anlamına gelen “çavuş” unvânını, aradan geçen 1.300 sene içinde çapsız subaylarımızın nasıl da “ayaklara” düşürdüğünün ibret dolu belgelerini gördük!
* * * * *
Asubay Tefrikası -3- Gölge Oyunu: Ordumuzda Asubaylar isimli üçüncü bölümde;
- Asubaylık denilen askerin iç ve dış hukûmuzdaki meşrûiyetinin,
Daha doğrusu “gayri meşrûiyetinin” izlerini sürdük!
- Üsdüne toz kondurmadığımız mesleğimiz asubaylığın
İç ve dış askerî hukûmuzdaki kepâze durumu konusunda “son sözü” söyledik.
- Tefrikamızın bu bölümünde fâş eylediğimiz anakânûn ve kânûnların şâhidliğinde;
- 1951 senesinden beri bu hakikâti bilip de söylemeyen hâinlerin dillerini çözdük,
- Gördüğünü anlayamayan gâfillerin de gözlerini açdık, evvel Allah!
* * * * *
Erlikden Harb Okulu Komutanlığına isimli bu dördüncü tefrikamızda da
Askerlik târihimizin kıyısında köşesinde unutulmuş, unutdurulmuş müthiş bir hakikâte daha
2017 Temmuzunda ve târih huzûrunda ebedî bir hayat bûsesi vereceğiz, inşallah...
* * * * *
Ey zamân, bilmez misin etdiğin kötülükleri?
Sana düşer azâpların, tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Ya bunak bir ihtiyârsın, ya da eşşeğin biri.
* * * * *
Hayyam! Helâl olsun sana vallahi!
Bir kadeh, bir güzel, bir çalgı, bir de yeşil çimen...
Bütün bunlar senin oldu, veresiye cenneti de bize peşin satdın!
Sarığını satıp da aldığın gül rengi şarap dolu kadeh elinde,
Eline gül verdiğin gül kokulu, âhu bakışlı o güzeller dizinde,
Dibine kadar zevk ü sefâ yaşadın, o nefis rubâîler dilinde!
- Yunakda don, göynek mi yudun? Hayır!
- Arpa unundan hamur mu yoğurdun? Hayır!
- Öksüz, garip, yetim mi doyurdun? Hayır!
- Üçer beşer çocuk mu doğurdun? Hayır!
Sana ne azâpların, tövbelerin beterinden?
İçdin şarabı, sevdin arabı, en güzelinden!
Aldırma sen, ölecekse zamân ölsün kederinden...
Zamân dediğin o şerefsiz; Sen var iken alçakları besleyip yoksulları eziyor idi!
Şimdi Çadırcı, sen yoksun!
İçinde dolandığımız çarkı feleğin şu çemberinde
Zamân değil fakat biliyor musun?
Alçakları besleyip yoksulları ezen şerefsizler gene var!
* * * * *
15 Temmuz; Siyâsiler, Subaylar ve Asubaylar
15 Temmuz 2016 Cuma akşamı
Kimisi maçasını kurtardı, kimisi façasını.
Kimisi makâm masasını kurtardı, kimisi para kasasını.
Kimileri de canını kurtardı, nâmusunu kurtardı...
Birilerinin; maçasını, façasını; makâm masasını, para kasasını; canını, iktidârını
Ve hattâ nâmusunu kurtarmak uğruna
Bir de şehidimiz oldu!
Askerlik, yan gelip yatma yeri değildir diyen zât-ı muhterem,
Kendi iktidârını, canını ve nâmusunu kurtaran kişinin biricik asker olduğuna inanamadı. Ve hiç kullanmadığı, kullanmak isdemediği bir kelimeyi telaffuz etdi.
Ve Asubay Ömer HALİSDEMİR’e “gahraman” deyiverdi. Allah rahmet eylesin şehidimize...
Muvazzafı yoksulluk sınırının altında,
Emeklisi de ezel-ebed açlık sınırının altında maaş alan asubaylar, birden bire gahraman oluverdi...
* * * * *
Osmanlı Ordusu; Erlikden Harb Okulu Komutanlığına
Asubay dedikleri uyduruk asker sınıfı hakkında bizden önce yazılan kitaplar,
Sınırlarını zâbitân heyetinin çizdiği “resmî ve uyduruk târih” masalı anlatıyor dedik!
Subay denilen asker sınıfını anlatan kitaplar için de durum ayniyle vâkî...
1. Kara Harp Okulu — Harp Okulu Târihçesi, Harbiye Matbaası, Ankara-1945. 2. Mehmet Ali BİRAND, Emret Komutanım, Milliyet Yayınları, 1986. 3. Kara Öğ.Yzb. Dr. İsrafil KURTCEBE, Kara Öğ.Yzb. Dr. Mustafa BALCIOĞLU; Kara Harp Okulu Târihi, Kara Harp Okulu Matbaası, Ankara-1991. 4. Kara Dr.Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL; Harp Okulu Târihi, Berikan Elektronik Basım-Yayım-2001. 5. Kara Öğ.Yzb. Hayrullah GÖK, Arşiv Belgelerinin Işığında Kara Harp Okulu Târihi, Hâcettepe Üniversitesi Doktora tezi, 2005. |
Enderûnî içoğlanlarından mürekkep zâbitân heyetinin kahramanlık menkıbeleriyle süslenmiş bu kitaplarda;
Şu kahraman paşamız şu târihde şöyle yapdı,
Bu şanlı komutanımız da bu târihde böyle kerâmet buyurdu,
Gâh indirdiler gâh bindirdiler diye yazılanlar, aynanın sâdece ön yüzünde görülen sahte yansımalardır.
2016 Mart 09’da neşretdiğimiz Çavuş Mustafa Kemâl isimli makâlemizin mütemmim cüz’ünü teşkil edecek bu bölümde ise
Böyle paşasevici subaylarımızı bu sahte rüyâlarından ayıkdırmak için
Suratlarına bugün şedit bir tokad daha aşkedeceğiz evvel Allah!
Bu makâlemizde bizim yazacaklarımız tabiidir ki
Aynanın arka yüzündeki gayri resmî ve hattâ gayri meşrû târihinin yansımaları olacak inşallah.
Elimizdeki belgeleri de kendi düşüncelerimizi katmadan kamuoyuna fâş eyleyeceğiz.
* * * * *
Bir Var İdi, Birden Bire Yok Oldu!
Evet, tam da öyle oldu!.. Bir var idi, birden bire yok oldu!..
27 Ocak 2017 Cuma günü saat 14:41’de bakdığımda
Kara Harp Okulu örütbağında aşağıda gördüğünüz şu sayfayı yayına kapatdıklarını gördüm!
Fakat 3 ay evvel,
29 Kasım 2016 Salı günü saat tam 12’de bakdığımda
Kara Harp Okulunun aynı örütbağında aşağıdaki şu sayfa var idi.
“Geçmişden Günümüze Kara Harp Okulu Komutanları” başlıklı bu sayfada,
Kara Harp Okulunda komutanlık deruhde etmiş zâbitânımızın kısa künyeleri var idi.
Kim bilir? Belki de güncelliyorlardır diye düşünmüş idim o vakit. Fakat ben, bu sayfayı almışdım bir kere.
Mâdem ki indirdik, emeğimizin sadakası olarak bir aş pişirmezsek, kelimeler gücenir bize, değil mi?..
Bir suâl sorarak başladım hazırlığa!
Harbiyemizde komutanlık deruhde etmiş bu ağalar, bu beyler, bu paşalar kim imiş diye
Bir suâl tebellür etdi göynümün öte berisinde...
* * * * *
Erlikden Terfili Alaylı Paşalar
Padişah efendilerimizin kendileri, Zillullah-ı F’il arz,
Sokakdaki her vatandaş da padişahlarımızın kulları, bendeleri idi!
Fakat ordumuzda her asker, ancak kendi kellesi kadar kıymetli idi!
Kellesini koltuğuna alıp asker olan atalarımız
Ordu-yu Osmânî’de en âlâ rütbeye kadar terfi ü tefeyyüz edebiliyorlar idi.
En küçük rütbe olan Çavuşluk ile orduya intisâb eden bu serdengeçdi cengâverler
Bugün orgeneralliğe denk olan Beylerbeyi rütbesine kadar terfi edebiliyor idiler.
Hepsi bu kadar değil elbetde. Ben, bunlardan şimdilik “A” harfi ile başlayan sâdece 3 örnek vereyim size;
* * * * *
Beyler, agalar, paşalar, orgeneraller işitsin bu sözümü;
Daha da mühimi
|
* * * * *
Harbiyeli Başçavuşlar
15 Temmuz hengâmesinden sonra
Asubay neşetli iki subayımız, tuğgeneralliğe terfi etdi diye nerede ise kurban kesecek idik!
Fakat,
O zamânki adı Mekteb-i Ulûm-i Harbiye olan Kara Harp Okulundan
1839 senesinde Başçavuş nişânı (rütbesi) ile mezûn edilen harbiyeliler
Bakınız, hangi rütbelere terfi etdiler;
* * * * *
Çavuş Mustafa Kemâl
* * * * *
Asubay mısın, Er misin?
Peki, Bugün Kara Harp Okulu olarak bildiğimiz Harbiye’nin ilk komutanı,
Askerlik târihimizin karartılan sayfalarında gizlenen;
|
* * * * *
Kimilerini uyuz öveç gibi gaşındırsa da
Beyaz subay gardeşlerimizi hâfıza dumûruna,
Kıymetli meslekdaşım Ayhan BAYIRLI’yı da sükût-u hayâle uğratsa da
Bugün, burada kokuşmuş bir ezberi daha bozalım, evvel Allah!
Ordu-yu Berri-î Osmânî (Kara Ordusu)’ye tâlimli, tahsilli ve terbiyeli zâbitân yetiştirmek üzere;
|
* * * * *
Kıt’a kaynaklı ve erlikden terfili zâbitânımızın "Mekteb-i Ulûm-i Harbiye” ismi ile teşkil etdiği
Ve dahi
1 Temmuz 1835 Çarşamba günü tâlim ve taâllüme başlatdığı Kara Harp Okulumuzun
Hepsi de erlikden terfili zâbitân olan ilk hocaları ve İdâre Heyetinin künyeleri de şöyle idi;
Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’nin teşkil ve küşâd edildiği 1835 senesi itibâri ile
Ordu-yu Berri-î Osmânî'de sâdece 2 sınıf asker olduğuna bâhusus dikkat buyurunuz;
|
Ve dahi bir hususa daha lutfen dikkat buyurunuz;
Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’nin İdâre Heyetinde vazifelendirilen kıt'a kaynaklı ve erlikden terfili çavuşlarımızın
Askerliklerinin ileriki dönemlerinde terfi etdikleri rütbelere...
* * * * *
Avrupa’daki çeşitli harp okullarına öğrenci göndermeye 1835 senesinde başladık.
Yurtdışında ilk tahsil görenlerden birisi de Viyana Harb Mektebinden mezûn edilen
Ve dahi
Sonradan Suriye Vâlisi olan Üsküdarlı Çavuş Ahmet Efendi’dir.
Bir başka ifâde ile Mekteb-i Ulûm-i Harbiye’nin teşkil edildiği 1835 senesinde kara ordumuzdaki zâbitânın hepsi kıt’adan terfi ederek gelen er menşeli alaylı zâbitân idi.
Doktora tezinde Hayrullah hocam kısaca bahsetmiş. Bu dürüstlüğünden dolayı kendisine teşekkür ederim.
Fakat örütbağ sayfasında neşretdiği târihcede, Kara Harp Okulu her niyeyse bu hakikâti meskût geçmiş!
* Kara Harp Okulunun ilk komutanı “Mazhar” beyin ismini “Mahzar” şeklinde yanlış yazmışlar.
** Üçüncü komutanı Selim “Satı” Paşanın ismini “Satıh” şeklinde yanlış yazmışlar.
*** Altıncı komutanı Abdülkerim “Nadir” Paşanın ismini “Nadi” şeklinde yanlış yazmış gerzekler.
* * * * *
Aşağıdaki lisdeyi Hayrullah GÖK hocamın 2005 senesinde yazdığı doktora tezinden aldım.
Burada Kara Harp Okulunun ilk 20 komutanın isimleri var.
* * * * *
Kara Harp Okulu Komutanlarını gösderen şu lisdeyi de
İki subayımızın yazdığı Kara Harp Okulu Târihi isimli şu ısmarlama kitabdan aldım.
Kırmızı ok ile işâretli subayların hepsi kıt’adan neşetli, Erlikden terfi eden Kara Harp Okulu komutanlardır.
* * * * *
1834 senesinde teşkil edilen Kara Harp Okulunun ilk komutanı mecburen alaylı zâbit olmak zorunda idi. Çünkü “zâbit mektebi” olmadığı için “mektebli zâbit” de yok idi denilebilir. Elbetde doğru ve tutarlı bir savunmadır.
Peki, bu doğru ve tutarlı savunmayı çürütmek için Eski Tüfek de şöyle karşı bir savunma yapsa ne olur? Övgü pâyesi devşirmek için guduran böbürgen subaylarımız yeri gelince “her Türk asker doğar!” diye gıçlarını yırtarlar. Bu önerme doğru ise şâyet demek ki askerlik, Türk milletine, doğuşdan gelen bir meziyet. Bu sebepden dolayı hamurunda askerlik olan bu milletin çocuklarına, kendini isbatlaması ve kahraman olması için sâdece fırsat vermek yetiyor.
Mâdem ki bu netice de doğru. Öyleyse, asker olmak için, kahraman olmak için ille de harbiyede okumak şart değil. Zâten târihe bakdığımızda, yaşadığımız olayların bu önermeyi pekâlâ teyit etdiğini görüyoruz.
Çünkü;
|
Bu târihden evvel ordularımızın komutanlarının hemen hepsi alaylı idi. Alaylı komutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu. Üç kıtayı yurt edinen devletimizin yüzölçümü 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi.
|
Bu mekteblerde harb sanatı tâhsil etmiş zâbitân heyeti ordumuzda görev almaya başladıkdan sonra, Osmanlı Devletinin yıkılması hızlandı.
Tahsil, cehâleti alır derler.
Fakat harbiye tahsili görmüş zâbitân heyetinin ordumuzdaki sayısı arttırkca devletimiz, Avrupa orduları karşısında daha çok savaş kaybetdi. İstiklâl Harbi öncesinde yüzölçümü üç yüz bin kilometre kareye gerileyen koskoca Osmanlı Devleti, İstanbul’a hapsedildi.
1909 senesinde ordumuzda asubay denilen uyduruk bir asker sınıfı yok idi de...
|
Burada bir hakikâti daha ortaya koymalıyız; Avrupa devletlerinden örnek aldığımız harp okullarının açılması ile birlikde ordumuzda sınıflaşma ve kastlaşma başladı. Açılan her yeni mektep kendine özgü yeni ve ayrı bir sınıf doğurdu! Bu meseleyi de vakdi geldiğinde belgeleri ile isbat edeceğiz, inşallah.
31 Mart Vak’ası neticesinde Osmanlı Devletini 1909 senesinde yıkanlar, İngiliz muhibi harbiyeli zâbitân idi. 31 Mart’ın sırdaşlarından kendisi de bir harbiye mezûnu olan Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa, hesâba çekilmeden bir suikast ile susduruldu.
Harbiye neşetli zâbitân heyetimizin neler yapdığına dâir en son örneği de 2016 senesinde yaşadık!
15 Temmuz darbesini tezgâhlayan subaylarımızın hepsi de Harp Okulu mezûnu subaylardır.
Harbiyede harb tahsil etmiş Amerikan muhibi bu zâbitânımız, bu kez de T.C Devletini yıkmaya tevessül etdi.
15 Temmuz’un Mahmut Şevket Paşaları da susduruldu. Ve Göreceğiz, hesâba çekilmeyecek!
|
* * * * *
Ve
|
Erlikden terfili harbiye nâzır isimleri, elbetde yukarıda gördüğünüz zâbitân ile sınırlı değil! Harbiye Mektebi eğitime başladıkdan seneler sonra bile Erlikden terfili zâbitânımız, bu mektebimizde nâzırlık (komutanlık) yapmaya devâm etdi. Kıt’a kaynaklı ve erlikden terfili bu harbiye nâzırlarının kimler olduğunu en iyi bilen de Bugünkü Kara Harp Okulu Komutanlığımızdır. |
* * * * *
Sözün Özü;
Subay gardeşlerimiz rûhlarından söküp, hamurlarından kazıyıp atamazlar!
Tecâhül de etseler,
Tegâfül de etseler,
Târihin bildiği hakikâti insanlardan saklamanın faydası yok!
Bugün Kara Harp Okulu ismi ile bildiğimiz okulun kurucu rûhunda ve hamurunda
Erlikden terfili, alaylı zâbitânın mayası vardır.
* * * * *
Orduyu Humâyûn’a Çavuş rütbesi ile girip de Harbiye mezûnu binlerce zâbitin arasından sıyrılarak Serasker (Genelkurmay) makâmına kadar terfi eden Erlerimiz olduğunu Ve dahi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi AKAR’ın ilk komutanının da Kıt’a kaynaklı ve Erlikden terfili bir zâbit olduğunu öğreneceğiz, evvel Allah. |
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Evvelki bölümleri okumak için resimleri tıklayınız!
Subaylarımız; Karârnâme’den Tasdiknâme’ye...
Bir Var İmiş, Bir Yok İmiş!
Doğru demişsin, be ERENİYE!..
Hakikâten de öyle oldu!
Şâir dediğin O’dur ki dünden bugünü, feleğin çemberinden görebile! Görmüşsün be ERENİYE!..
Tam 85 sene sonra tahakkuk etse de
Güneş doğmuş da batmış gibi
Bir var idi, bir yok oldu!..
1929 senesinden beri zâbitân heyetimiz
Cumhurbaşkanından aldıkları karârnâme” ile “berâtlı” ve “muvazzaf” olarak göreve başlıyorlar idi...
Fakat bu kadim ve mutlak imtiyâzlarını 2014 senesinde kaybetdiler.
Artık subaylarımız da tıpkı biz asubaylar gibi “tasdiknâmeli”...
* * * * *
Karârnâme Ne?, Tasdiknâme Ne?
Evvelâ bu iki kavramın ne olduğunu bir tahattur edelim şöyle...
Tasdiknâme, bakanın harcı... Bakan kim?
Cumhurbaşkanı
Ve Başbakan’dan sonra gelen partici... Yürütme sacayağının üçüncüsü. Yasama ve Yargıdan sonra üçüncü erk olan Yürütmenin çömezi. Ankara’nın sokaklarındaki ağaçdan daha fazla Bakan var meclisde.
Lâkin karârnâme öyle mi ya!..
Karârnâme dediğin o kağıt parçasının altına, devletin başı ve başkomutan olan cumhurbaşkanı imzâ atıyor. Cumhurbaşkanı kim dersen! Cumhuriyetimiz 94 yaşında. Cumhurbaşkanlığı makâmına bugüne kadar sâdece 12 vatandaş oturmuş. İşde, karârnâme dediğin şeyi, meclisdeki bütün bakanlar imzâlasa, başbakan da imzâlasa, mektub kağıdından öte kıymeti yok.
Fakat o aynı kağıdın altına Cumhurbaşkanı denen şahıs bir imzâ çakdı mı, oluyor sana kapı gibi kânûn.
* * * * *
İşde, size aşağıda; Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkan imzâlı 3’lü bir karârnâme...
Bir vatandaş;
Cumhurbaşkanının bugün imzâladığı bir karârnâmeyi
Ömrü vefâ eder ise
Hele bir de o karârnâmenin tasnif işlemi tamamlanıp da erişime açıldı ise şâyet
Ancak 30 sene sonra görebiliyor bu memleketde.
Birinci Cumhurbaşkanımızın 1930’lu senelerde imzâladığı karârnâmelerden
Bugün dahi, hâlâ tasnif edilmemiş ve erişime açılmamış karârnâmeler olduğunu duyarsanız, şaşırmayın!
Devletimizin arşiv yönergesi böyle diyor çünkü...
Bu sebepden dolayı, kaçıncı Cumhurbaşkanı olduğunu bilmediğim Zottirik Kenan’ın imzâladığı aşağıda gördüğünüz şu karârnâmeyi görme bahtiyarlığına erişmenizin dört sebebi var;
- Birincisi, bu karârnâmeyi Zorti, tam 30 sene evvel imzâladı. Üzerindeki 30 senelik yasak kalkdı.
- İkincisi, tasnif işlemi tamamlandı.
- Üçüncüsü, erişime açıldı.
- Dördüncüsü de şu; Şu satırları yazan er kişi, bu karârnâmeyi alabilmak için çil çil paralar ödedi... Lâkin, aga târifesi uyguladık size. Okuyana beleş!
* * * * *
Karârnâme’den Tasdiknâme’ye Subaylarımız...
Harb okullarından mezûn edilen talebelerimiz için 2014 senesinden itibâren artık “karârnâme” yok!
Harb okullarından mezûn edilen efendiler için, Yukarıda bahsetdiğimiz subaylığa nasıp karârnâmesinin;
|
Ordumuzun iki aslî(!) unsurundan birisi olan “ortada sandık” asubaylarını suâl eyler iseniz şâyet
1951 senesinde kurnaz kurmay subaylarımızın icâd etdiği asubay sınıfı zâten hep “tasdiknâmeli” idi.
Fakat yukarıda özünü anlatdığımız olay neticesinde
Tıpkı biz asubayların olduğu gibi subaylarımız da artık “tasdiknâmeli” oldu.
Böylece
Ordumuzun iki aslî unsuru olan subay ve asubaylar;
Göreve başlaması için aldığı “yetki derecesinde” eşitlendiler.
Hulâsa;
Hem subaylarımız hem de asubaylarımız bundan kelli ordumuzda “tasdiknâme” ile işe başlayacaklar.
Asubaylar ezelden beri “tasdiknâmeli” idi de...
Asubayları karârnâmeye bindirmeye râzı olmayan subaylarımızın kendileri de “tasdiknâmeye” indiler.
Subaylarımızın “karârnâme”den inip “tasdiknâme”ye binişinin acıklı hikâyesini
Zamân, mekân ve olay teslisi içinde Kayıtcı Eski Tüfek anlatsın sizlere...
* * * * *
Peki, bu karârnâme ne işe yarar?
Nasıl ki cumhurbaşkanı imzâlamayınca bir kağıt parçası kânûn olamıyorsa.
Başkomutanı olan Cumhurbaşkanı da karârnâmesini imzâlamayınca,
Mezûn olduğu gün o harbiyeli talebe de subay olamıyor...
İşde sırf bu sebepden dolayı Harbiye tahsilini muvaffakiyetle ikmâl eden efendilerin zâbit olabilmesi için;
|
Bugünkü devlet erkânının “üçlü karârnâme” dediği şey, işde, tam da bu oluyor.
“Üçlü karârnâme” ile terfi almak da her memurun harcı değil hani...
Bu “üçlü” imzâ faslından sonra;
Harbiye tahsilini muvaffakiyetle ikmal eden efendiler, resmen zâbit olurlar
Ve dahi
Devletin başı ve ordunun Başkomutanı olan Reisicumhur’un imzâladığı karârnâme ile;
-
Hem T.C. devletini temsil etmek hakkını ihrâz eder
-
Hem de emrindeki askerlere emir ve komuta etme “berâtını” alır idi...
İşde, harbiyeden çıkan 317 efendinin terfisi için;
-
Millî Müdafaa Vekili Mustafa Abdülhalik RENDA
-
Başvekil ismet İNÖNÜ
Ve dahi
-
Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi M. Kemal’in 1929 senesinde imzâladığı türkce ilk terfi karârnâmesi...
İşde sırf bu sebepden dolayı Başkomutan olan Cumhurbaşkanları, iki elleri kanda bile olsa
Nasıp karârnâmesini imzâladığı harb okulları talebesinin diploma törenini teşrif ediyor
Ve dahi
Cumhuriyet târihimizde ilk defâ olmak üzere Birinci Cumhurbaşkanımızın verdiği bu “berât” ile
Zâbitânımız “muvazzaf/commissioned” olarak ordumuza hizmet ediyorlar idi...
Genelkurmay Başkanlığımızın neşretdiği aşağıdaki şu sözlüğün sayfasında gördüğünüz üzere
Zâbitân heyetimize biz de haklı olarak;
İngilizcesi ile “commissioned officer” demek olan “Cumhurbaşkanından berâtlı zâbit” diyor idik!
Lâkin bugün artık böyle değil! Tekrâr söylüyorum; bugün artık böyle değil!
Subaylarımızın “berâtı”nı ellerinden aldılar... Hem de 15 Temmuz’dan bir hayli zamân evvel...
Daha basit kelâm ile yazalım;
Zâbitân heyetimiz;
İngilizcesi “commissioned” olan ve cumhurbaşkanından aldıkları “muvvazzaflık berâtını” AKP’ye kapdırdı.
Ve bundan kelli subaylarımızın hepsi artık ingilizcesi “officer” demek olan sâde “zâbit.”
Nasıl mı?
Gözlerimizin önünde cereyân eden ve fakat sâdece bakdığımız bu canlı folimi
Şâyet iltifât buyurursanız, şöyle resmedelim sizler için...
* * * * *
Yönetmelik ile eğitilip teğmenliğe nasbedilen subaylarımız,
Kendileri gibi “muhdes ve mutlak harbiyeli” olan Başkomutan ve Cumhurbaşkanlarının elinden
3’lü karârnâme ile subaylık “berâtını” (commission) alır iken
Kânûna göre eğitilip asubay çavuşluğa nasbedilen asubaylarımız,
Bakanlarının elinden 1’li “tasdiknâme” (non-commission) alıyor idi.
Görevbaşı yapma hususunda asubaylar için kelimenin anlamı ile “üçün biri” söz konusu idi...
* * * * *
Harbiye’den mezûn olup da
Kendisi gibi “harbiyeli” cumhurbaşkanlarının elinden diplomasını aldığı gün
Her subayımız,
Elinden diploma aldığı cumhurbaşkanı gibi, kendisini “müstâkbel cumhurbaşkanı” telâkki eder idi... Hakikâten de biricik istisnâsı olsa da 1989 senesine kadar bu saltanât böyle deverân eyledi.
Harbiyeli cumhurbaşkanlarının son temsilcisi, 12 Eylül’cü darbecibaşı Zottirik Kenan oldu...
Lavantalar süründükden sonra Küçüksu’da küçük turgut’u(!) pazar gezmesine götüren büyük Turgut,
Bu fasit dâireye, 9 Kasım 1989 Perşembe günü bir fiske vurdu ve yer ile yeksân etdi.
Bu filfilli fiskesi ile de Büyük Turgut,
“Harbiyeli” cumhurbaşkanı Zottirik Kenan’ın koltuğuna köskelmiş
Ve dahi
“Harbiyesiz” cumhurbaşkanlarının birincisi olma unvânını çokdan hak etmiş idi...
* * * * *
Gördünüz! Karârnâme sûretini yukarıdaki sayfalardan birisinde verdik.
1929 senesinde Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi M. Kemal’in başlatdığı devlet geleneği ile
Harbiyeden çıkan efendilere,
Cumhurbaşkanı, kendi imzâladığı karârnâme ile orduda görev veriyor idi.
Çünkü Devletin başı olan cumhurbaşkanları aynı zamânda ordunun başkomutanı idi...
Kâzım SEVÜKTEKİN isimli şerefsiz bir mirlivâ’nın yapdığı sahtekârlık neticesinde
Gedikli zâbitlikden gedikli erbaşlığa tenzil edilen askerler de tıpkı zâbitân heyetimiz gibi
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde karârnâme ile terfi ettiriliyorlar idi.
İşde, 1944 senesinde Gedikli Erbaşların terfisine dâir Cumhurbaşkanlığı karârnâmesi...
* * * * *
1951 senesi,
Türkiye’nin NATO’ya üye olması için gizli tezgâhların tertiplendiği ve çalışmaların başladığı senedir.
Başbakan Şemsettin GÜNALTAY ile başlayan Coni’nin kucağına oturma sevdâsı,
Bir sene sonra Başbakan olan Adnan MENDERES ile geri dönülmez bir yola girdi...
NATO maskesi ile Bâb-ı Ȃli’nin kapısına dayanan Coni,
Türkiye’yi Küçük Amerika yapmak isdeyen zübük siyâsileri devletin başına,
Coniperest subayları da ordumuzun başına oturtdu.
Coni’nin ilk yapması gereken iş de
Mustafa Kemal’in askerlerini evvelâ gemlemek, akabinde de kafeslemek idi.
Çünkü, Mustafa Kemal’in çarıklı askerleri,
Dedelerimizin Harb-i Umûmi-î dediği savaşlarda garbın tek dişi kalmış tekmil canavarlarının
O biricik dişini de kerpeten ile kanırta kanırta sökmüş idi.
İşde, sırf bu sebepden dolayı bu canavarlar,
Türk askerinin savaşkan rûhunu törpülemek için yanıp tutuşuyorlar idi. Bunun için de subaylarımıza süslü püslü elbiseler giydirip kadınlar gibi süslemek
Ve daha da önemlisi,
O vakde kadar subay ve er olmak üzere iki sınıflı olan Türk askerini çeşitli sınıflara bölmek isdediler.
Coniden beslemeli ve feslemeli garb perestiş subaylarımız,
“Astsubay” dedikleri “ortada sandık” cinsinden yeni ve köle bir asker sınıfını 1951 senesinde peydahladılar.
“Subay yardımcısı” dedikleri Astsubayların yetiştirme usûlleri
Bakanlıkların peydahlayacağı “Yönetmelik” ile tesbit edilecek,
Yükselmeleri de Bakanlık onayı ile yapılacak idi...
Bakanlık onayı, “tasdiknâme” demek. Bir başka ifâde ile “çalışma izni” demek.
İlgili Bakanlarımız diyor ki;
“Ey, çavuş! Ben sana, orduda sâdece “çalışma” izini veriyorum. Emir verme yetkin yok, komutan olmazsın!.
* * * * *
27 Mayıs subay darbesi ile kudret zehirlenmesine uğrayan sömürgen subaylarımız;
Yeni bir kânûn daha peydahladılar! İsmine de TSK Personel Kânûnu dediler. Ve birbirine hiç benzemeyen subay ve asubayları aynı torbanın içine tıkışdırdılar.
Bu kânûn ile subaylarımız, 1951 senesinde tertipledikleri 5802 sayılı Astsubay Kânûnunu “ilgâ” etdiler.
Fakat bu kânûnun sâdece bir maddesine dokunamadılar; birinci maddesini “ipkâ “etdiler.
Çünkü
Sırtını dayayacakları, kendi işlerini sırtına yıkacakları,
Maçaları sıkışdığında da kendi suçlarını üzerine atacakları bu “ortada sandık” askerden vazgeçemediler.
1951 senesinde peydahladıkları ve “subay yardımcısı” dedikleri astsubayları
Personel Kânûnunun aşağıdaki şu parantezin içine “korka korka ve küçük harfler ile” sakladılar.
|
Bu subaylarımızın sırtını kim yere getirebilir idi şu dünyâda?
Fakat!
Öyle değil midir?
Her saadetin sonu felâket değil midir?
* * * * *
27 Mayıs’ın darbeci subaylarının tertiplediği TSK Personel Kânûnu,
Tamâmen subayların saadetini tahakkuk etdirmek üzerine tezgâhlandı.
“Subay yardımcısı” dedikleri astsubayı da kerem eyleyip
“Bölük anası” ya da “tampon” olarak kullanmak maksadı ile bu kânûna sokuşdurdular.
926 sayılı işbu TSK Personel Kânûnuna göre subaylarımızın yetiştirilmesi,
Özel Kânûnuna göre yürütülecek idi.
Yukarıdaki maddeye bakmayın siz. Bu kânûn, 1967 senesinde kabul edildi. Fakat bu târihde harp okullarının kânûnu hâlâ yok idi. 926 sayılı TSK Personel Kânûnu meriyyete konuldukdan sonra 4 sene boyunca daha harp okulları, “Yönetmelik” ile idâre edildi. Çünkü işlerine öyle gelmiş idi. Asubaylar için 1951 senesinde kânûn tertipleyen Genelkurmay Başkanlığımız için bir kânûn da subaylar için tertip etmek zor değil ki...
* * * * *
Gene aşağıda gördüğünüz Kânûna göre
Taa 1929 senesinden beri mûtâd olduğu üzere
Zâbitân heyetimiz, gene Cumhurbaşkanı karârnâmesi ile subay nasbedilecek idi.
Subaylarımızı özel kânûnlarına göre yetiştirip
Cumhurbaşkanı karârnâmesi ile işbaşı yapdıran 926 TSK Personel Kânûnu
Asubay dedikleri askerlere gelince suyu yokuşa akıtdı.
Subay yardımcısı olan asubaylar;
Bakanlarımızın çala kalem tertip etdiği “Yönetmelik” ile yetişdirilecek idi...
Subay yardımcısı olan asubaylar;
Bakanlarımızın ayak üsdü imzâ etdiği “tasdiknâme” ile ordumuzda görevbaşı yapacaklar idi.
* * * * *
Harbiyeli Efendilere Kelime Ayârı!
2013 senesi dâhil olmak üzere harbiyeli subaylarımızın teğmenliğe nasıpları,
Cumhurbaşkanının imzâladığı karârname ile yapılır idi.
11 Şubat 2014 târihinde bir kânûn ile bu “karârnâme” kelimesine bir ayâr verdiler ve “onay” yapdılar.
Subaylarımızın 1929 senesinde başlayan “Cumhurbaşkanlığından berâtlı muvazzaflık” saltanâtı
Tam 85 sene sonra mutlak zevâl buldu!..
Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi M. Kemal’in 1929 senesinde başlatdığı bir devlet geleneğini;
|
İşde, o kânûn tasarısını imzâlayan vekiller.
6519 sayılı kânûn ile 11 Şubat 2014 târihinde
926 sayılı TSK Personel Kânûnunun 34’üncü maddesinde birkaç “kelime ayarı” yapdılar ve
Subaylarımızın teğmenliğe nasıpları için şart olan cumhurbaşkanı karârnâmesini “iptâl” etdiler.
Yerine de Bakanların “onayı” şartını ikâme etdiler.
Komisyon Raporunun madde gerekcesinde şöyle yazdılar;
Subaylığa nasıp işlemlerinde “karârnâme” esâsının kaldırılması ve yerine “onay” sisteminin getirilmesi...
* * * * *
2014 senesinde 6519 sayılı kânûn ile yapılan “kelime ayârını” yeterli bulmayan AKP hükûmeti,
15 Temmuz’culara abdestsiz yakalanınca korkudan epeyi ecel terleri dökmüş olmalı ki
2017 senesinde tertiplediği 681 sayılı KHK ile “çift dikiş” yapdı...
İşde, 681 sayılı KHK’yi imzâlayan siyâsiler...
* * * * *
Karârnâmesi yok! Fakat Cumhurbaşkanı var!
R. Tayyip ERDOĞAN,
Harp okulu öğrencilerinin subaylığa nasıp karârnâmesini imzâlama geleneğine Başbakan sıfatı ile 11 Şubat 2014 târihinde son verdi.
Fakat karârnâme vermediği teğmenlere, bu kez Cumhurbaşkanı sıfatı ile diploma vermeye gitdi...
Birisi dese ki; Cumhurbaşkanım; sen, o teğmenlere hangi hakla diploma veriyorsun? Diyelim ki protokol denen şeyde bir yanlışlık oldu... Fakat bu işi yapanlar iyi bilir; protokolde yüzde 99 başarı bile başarı sayılmaz. Olacak iş değil fakat ben şaşırmıyorum! Çünkü R. Tayyip ERDOĞAN’ın tarzı bu. Anayasaya Mahkemesinin aldığı karârı bile tanımayan O değil miydi? Kural, kânûn, karârnâme kendi işine nasıl gelirse öyle tatbik ediyor.
Subaylığa nasıp için karârnâme imzâlamaya 2014 senesinde son verildi. Haydi, bir alışkanlıkdır, belki de bir yanlışlık olmuşdur diyelim 2014 senesinde...
Fakat Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN, 2015 senesinde de aynı şeyi yapdı. Harp okullarına gitdi ve mezûn edilen teğmenlere diplomasını verdi... Peki, verdiğin o diplomaların karârnâmesini imzâladın mı, Cumhurbaşkanım?
Cumhurbaşkanı olarak sen, hem karârnâme imzâlamaya son ver.
Hem de karârnâmesini imzâlamadığın teğmenlere diploma ver!..
-
Türk tipi Anayasa,
-
Türk tipi başbakan
-
Türk tipi başkanlıkdan sonra
-
Bu da herhâlde Türk tipi diploma vermek oluyor!..
* * * * *
Komutanlık Vasfının Dayanılmaz Ayrıcalığı!..
Burada şu tesbiti yapmalıyız!
Mevcudu ne olursa olsun! Bir askerî birliğe "komuta etmek"; askerlik sanatının bir askere tahmil etdiği en yüce yetki ve en büyük ayrıcalıkdır.
Komuta etmek demek; tıpkı Atatürk’ün yapdığı gibi, emrindeki askerlere “ölmeyi ve öldürmeyi” emretmek hak ve yetkisine sahip olmak demekdir.
Gemi Komutanından, Karakol Komutanına kadar,
Bizim ordumuzda da “komutanlık yapan” çok sayıda Asubayımız var.
Fakat
Ve dahi
Bizim Asubaylarımız, bizim ordumuzda “subay” sınıfına dâhil edilmezler. |
Şu koca dünyâda sâdece T.C. Ordusuna has olan;
- Bu saçmalığı,
- Bu akılsızlığı,
- Bu ahmaklığı,
- Bu kalleşliği,
- Bu şerefsizliği,
- Bu hâinliği,
- Bu ahlâksızlığı,
- Bu kânunsuzluğu,
Şu koca dünyâda “insanım” diyen hiç kimse izâh edemez!
* * * * *
Gitdi Karârnâme, Geldi Tasdiknâme...
Cumhurbaşkanına özgü bir imtiyâz olan subay nasıp onay yetkisi,
Hem 2014 senesinde hem de 2017 senesinde kabul edilen her iki mevzuât ile Millî Savunma Bakanına verildi.
Harb okulu mezûnu subaylar, ingilizcesi “commission” olan türkcesi “berât” demek olan “imtiyaz” hakkını, işde, böyle kaybetdiler. Bu değişiklik yapılasıya kadar Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden ve başkomutan olan cumhurbaşkanın imzâladığı karârnâme ile Türkiye Cumhuriyetini temsil etmek üzere “berat” verilen subaylarımız, böylece Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil etme hak ve imtiyâzını kaybetdiler. Bugün artık harb okulundan neşet eden subayların nasıplarını Millî Savunma Bakanı “tasdik” ediyor.
Subaylarımız bir şey daha kaybetdiler;
Başkomutan sıfatı ile cumhurbaşkanının verdiği “emir verme ve komuta etme yetkisini”
Meriyyete konulan bu yeni uygulama ile;
Yetki ve imtiyâz bakımından subaylar, yüksek bir irtifâ kaybetdiler ve asubaylar ile eşit düzeye indiler.
Bir başka ifâde ile üst’lerde uçan subaylarımız, kendilerini bir anda ast’ların yanında buluverdiler.
1929-2014= Tam 85 sene ediyor.
Birinci Cumhurbaşkanımız Gâzi M. Kemal’in,
1929 senesinde meslekdaşı subaylara, başkomutan sıfatı ile armağan etdiği karârnâmeli “berât”ı
Onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2014 senesinde
Sonuncu Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN da 2017 senesinde subaylarımızın elinden geri aldı.
2014 senesinden itibâren subaylarımızın artık;
|
Merhabâ Memur isimli makâlemizde 15 Kasım 2014 Cumartesi günü söylemiş idik!
Sucukcu Necdet’in başlatdığı irtifâ kayıbını, Seri Paşa Hulusi, sıfır noktasına getirdi.
211 ve 926 sayılı kânûnlara tâbi olsalar da
1967 senesinden beri asubayların olduğu gibi
2014 senesinden buyana subaylarımız da
Millî Savunma Bakanından “tasdiknâmeli” devlet memurudur artık!
Çünkü, Anayasamıza göre sâdece Cumhurbaşkanı karârnâme imzâlayabilir.
İngilizcesi “commissioned” olan (cumhurbaşkanından berâtlı) sıfatı, bu târihden sonra mutlak zâil oldu.
Subaylarımızın diploma tevdi törenlerine Cumhurbaşkanının gitmesi için artık hiçbir sebep kalmadı.
Bu da şu demek oluyor ki;
Şu târihden sonra yapılacak subay ve asubay diploma törenlerinde artık sâdece ilgili Bakanları göreceğiz.
Subaylarımız, Cumhurbaşkanın elinden diploma ve karârnâme berâtı alma imtiyâzını da kaybetdiler.
Diploma töreni konusunda da subaylarımız,
Şöyle bir “tebdil-i vâsıta” eylediler ve
Küheylân atdan inip, karakaçan eşşeğe bindiler...
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
İstiklal Madalyalı ve Fakat Kuru Ekmeğe Muhtac Pilot Küçük Zâbit Vecihi
22 Mayıs 2017 Pazartesi günü Hava Kuvvetleri Karargâhında,
"Pilot Astsubay Vecihi HÜRKUŞ Onur Ödülü"nün üçüncü törenini icrâ etdik.
Her gün beş on uçak uçuran Hava Kuvvetlerimiz
Bu ödül töreni hakkında boyalı basına tek kelime haber uçurmadı!..
Bu tören konusunda Hava Kuvvetlerimiz;
Tâbiri câiz ise şâyet; kendisi pişirdi, kendisi yedi...
Bu törene;
Konya TEMAD Eski İl Başkanımız, şâir ve yazar Tayyar YILDIRIM da TEMAD’ı temsilen iştirâk etdi.
Biz asubaylar bu töreni,
Tayyar Başkanın emekliasubaylar.org’da neşretdiği haberinden öğrendik!
* * * * *
İşbu tören;
Saat 14.00 sularında, Alb. Salim İLKUÇAN Konferans Salonunda, Hv. K.K. Kuvvet Asubayı Asb. Kd. Bçvş. Ali GÜMÜŞBAŞ’ın açılış konuşması ile başladı,
Ali Kardeşimizin konuşmasının ardından misâfirler, Asubay Vecihi HÜRKUŞ’un hayâtını anlatan videoyu izledi.
Bu videonun bitiminden hemen sonra,
1982 mezunu Emekli Asb. İsmail YAVUZ, slayt gösterisi eşliğinde Vecihi HÜRKUŞ’un İstanbul’un işgâli sonrasında; Ütğm. Hazım ve diğer arkadaşlarıyla birlikte uçakların Millî Mücâdele için Anadolu’ya kaçırılması hikâyesini anlatdı.
Bu videonun ardından;
Emeklisiyle çalışanıyla tüm asubayların medâr-ı iftihârı olan Hava Tuğgeneral Cemal BALIKÇI,
Programın sunucusu Asb. arkadaşımız tarafından; “Kendisi de Asubay kökenli, olan Tuğgeneral Cemal BALIKÇI’yı konuşmalarını yapmak üzere kürsüye arz ediyorum” diye dâvet etmesi bir başka önemli olayın altını çizdi. Asb. kökenli bir personelin general olması târihte bir ilkti. Bu arada Asb. kökenli ve Jandarma sınıfından Tuğgeneralliğe yükselen Tuğgeneral Engin ÇIRAKOĞLU’nu da unutmamak gerek idi.
Daha sonra;
Ödül alan personele ödüllerinin verilmesi bölümüne geçildi. Farklı sınıflardan 35 Asubaya Vecihi HÜRKUŞ Onur Ödülü verildi. Uçak Teknisyeninden, Levâzım sınıfına kadar farklı sınıflardan 35 Asubay, Hv. K. Komutanımız Hv. Orgeneral Abidin ÜNAL; “Hava Kuvvetlerinde görev yapan 18 bin Asubay adına bu ödülleri veriyoruz. Çünkü biz hiç birisini diğerinden ayıramayız” dedi.
Ödül töreninin ardından;
Hv.Tek.Ok.K.lığında açılan Asb. Vecihi HÜRKUŞ Köşesinin açılışı telekonferans sistemiyle yapıldı. Hv.Tek.Ok. Komutanı Hv.Tuğg.Turan TOKER İzmir’den, Hv. K. Komutanı Org. Abidin ÜNAL Ankara’dan köşenin açılışını canlı olarak yaptılar ve törene katılanların tamâmı bu açılışı izledi.
Bu açılışın ardından Hv.K.K. Org. Abidin ÜNAL konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıktı ve
- Asubayların Hv.K.K.lığı içindeki öneminden,
- Vecihi HÜRKUŞ’un ve Asubayların zamânın en iyi pilotları olduğundan,
- 15 Temmuz hâin darbe girişiminden,
- AMYO’ların durmuna kadar birçok konuya değindi.
* * * * *
Hv.K.K. Org. Abidin ÜNAL konuşmasının devâmında;
15 Temmuz darbe girişiminden sonra Hv.K.K.dan ilişiği kesilen 2000 civârındaki asubayın yerine 1900 civarında öğrenci alındığını ve açığın bu şekilde kapatılmaya çalışıldığını anlattı. “Türk Silâhlı Kuvvetlerinin milletin gönlündeki yerini korumaya yönelik her türlü faaliyetin yapılması gerektiğini”, bunun da; “bir personelin iki personel gücüyle çalışmasına bağlı olduğunu” söyledi.
- Terör ile ilgili mücâdelede Hv. K.K.lığının hedef atışlarındaki başarısının “yüzde 97,5” olduğunu belirten Org. ÜNAL, aslında yüzde 71’lik bir oranın genel geçer kriterlere göre “başarı” sayıldığını fakat oranın yüzde 97,5 şeklinde büyük bir değerle sonuçlanmış olmasının, geldiğimiz noktanın neresi olduğuna bir delildir şeklinde konuştu.
- Konuşmasının tam burasında; “her personelin bir icât yapamayacağını, aynı başarıyı göstermesinin beklenemeyeceğini, herkesin bir kâbiliyeti bulunduğunu, tüm personelden bir kitap yazmasının istenemeyeceğini vurgulayan Hv.K.K Org. ÜNAL, silâhçı Asb.lardan bahsederken de; şahsımın da mezuniyet tören târihi olan, 1980 mezunu asubayların mezuniyet törende ödülü verilen, TÜMBAŞ Adaptörünün mucidi Rahmetli Mehmet BAŞAĞ ağabeyimizden bahsetmesi de bir vefâ örneğiydi.
- Konuşmasına; Harp Okullarının da açıldığını ve bu okullarla birlikte çeşitli kaynaklardan temin edilen subay personel ile subay açığının hızla tamamlanmakta olduğunu söyleyerek devâm eden Org. ÜNAL, bu çerçevede 165 asubayın da son bir yıl içinde subaylığa geçirildiğini belirtti.
- “Türk Silâhlı Kuvvetlerinde subay ve asubay personelin aynı önemi hâiz personel olduğunu, statülerde bir farklılık olabileceğini, buna kimsenin itirazı olmadığını, ancak; onur, şeref ve haysiyet gibi konularda kesinlikle bir farklılığın olamayacağını” belirten Org. ÜNAL, “Bu yüzde 97,5 luk başarı oranının sadece pilotun butona basmasıyla yakalanan bir başarı olmadığını, bunun, “uçağın yerde iken yapılan bakım ve faaliyetlerle birlikte elde edilen bir başarı olduğunu” ifâde etti.
- “Uçağı kendi malı bilen, pilotu kendi evladı olarak gören bir anlayışla görev icra eden, teknisyen sınıfının olmadığı bir Hava Kuvvetleri bir hiçtir” dedi.
- Başarıyı; ne tek başına pilota ne tek başına bana ne de tek başına teknisyene mâl edemeyiz. Başarı hep birlikte Hv. Kuvvetleri personeline aittir” diye konuştu.
- Daha sonra “Milli Muharip Uçağımızın yapılma aşamasında olduğunu, bu sürecin 5 yıl önceden başladığına” değinen Hv.K.K. Org.Ünal, “görünen bütün aksaklıkları el birliği ile aşacağımızı” söyledi.
* * * * *
Hv.K.K.’nın konuşmasının ardından Programın hazırlayıcılarından olan Hv.Bnd.Asb.Kd.Bçvş. İsmail YAVUZTEKİN sahneye çıktı ve salondaki tüm izleyenlere parmak ısırtan Asb. Vecihi HÜRKUŞ’un hayatını Hv. K.K.lığı Bandosu eşliğinde yaşayarak anlatdı.
- Benim” diyen oyunculara taş çıkartan gösterisi salondakiler tarafından büyük beğeniyle karşılandı ve alkışlarla tebrik edildi.
Programdan sonra kısa bir görüşme yaptığım İsmail YAVUZTEKİN; “çok farklı ve beğeniyle izlenecek çalışmalarım, faaliyetlerim var” diyerek Tayyar Başkanı merak içinde bırakdı. İrtibatı kesmemek adına da sözleşdiler ve sürprizleri ileriki zamanlara bırakdılar.
İsmail YAVUZ arkadaşımızın sunumunun ardından “Hava Kuvvetlerinde Astsubay Olmak” konulu videoyu izlerken bir kez daha duygulu anlar yaşadım. Bu zümre için ne yapılırsa yapılsın asla hakları ödenmez. Kaldı ki yıllardır ötelenen bazı haklarını (İNTİBAK gibi, 1'in 4'ü gibi, makam tazminatı almayan asker emeklilerine aylık 100.00 TL verilmesi gibi) almış olsalar bile, bu zümreye mutlaka hak ettiği değerin verildiğinin gösterilmesi ve isteklerine kulak verilmesi gerektiğini bütün yetkililerin dikkate alması gerekiyor.
* * * * *
Hv. K. Komutanımızın, biz assubaylar hakkındaki samimi düşüncelerini ve sözlerini duyduk.
Fakat
“Başlangıç Derecesi” ve “Tazminât konusu” süratle halledilmesi gerekdiği hâlde
Bu çok önemli iki konu, Tayyar Başkanımızın gönlünde sâdece “temenni” mesâbesinde kaldı.
Temenni, asubayın ekmeği nasıl olsa!..
Program; “Hava Kuvvetleri Târihinde Astsubaylar” konulu resim sergisinin gezilmesi ve ikramla sona erdi.
* * * * *
Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK,
Bu törende yok idim. İştirâk edenler bahsetdi mi, bilemiyorum.
Fakat TBMM’nin üç takdirnâme ile taltıf etdiği tek Türk olan Ali Fehamoğlu Vecihi hakkında
Bu törende tek kelime dahi bahsedilmeyen bir hususu
İlk defâ sizlere anlatmak için bugün, burada, bu satırları işgâl ediyorum...
* * * * *
Allah’ın Türk milletine bir armağanı olan Pilot Küçük Zâbit Vecihi,
Ordumuzda görevdeyken en çok silleyi o zamânki kendi zâbitlerinden yedi...
Ve en çok hıyâneti de gene kendi gibi pilot olan meslekdaşları gedikli zâbitândan gördü.
Vecihi’nin kendi parası ile yapdığı uçağa, denemesi için kendi zâbitânı, uçuş izni vermedi.
Vecihi’nin kendi parası ile yapdığı uçağa, kendi devlet adamları, ruhsat vermedi.
Birlikde ilk sivil hava yolu şirketini kurduğu ve kendisi gibi pilot olan gedikli zâbit arkadaşları,
Vecihi’nin uçağını alıp yurtdışına kaçırdı, şirketini iflâs etdirdi...
Doğuşdan uçmak için yaradılmış Ali Fehamoğlu Vecihi’ye istediği imkânlar o zamânlar verilse idi şâyet
Hele bir de şu ihânetlere mâruz kalmasa idi
Hiç kuşku yok ki Türkiye bugün, havacılıkda dünyânın en ileri seviyedeki ülkelerinden birisi olacak idi.
Fakat, devletimiz ve ordumuzun içine sızan, zâbitinden siyâsetcisinden 15 Temmuz’cu vatan hâinleri,
Ali Fehamoğlu Vecihi’yi buldukları her fırsatta çelmelediler...
Bu şerefsiz ve nâmussuz devlet adamlarımız ve zâbitânımız,
Allah’ın Vecihi’ye bahşetdiği havacılık kâbiliyetini vatanı için, ordusu için kullanmasını engellediler.
Ve bir zamân geldi, şerefsiz ve nâmussuz devlet adamlarımız ve zâbitânımız
Vecihi’yi öyle zor bir duruma düşürdüler ki...
Hayatının son demlerinde Vecihi’yi bir somun ekmek, bir kuru soğana muhtac etdiler.
İşde, bu acıklı ve ibretlik
Ve
Tayyar Başkanın iştirâk etdiği o törende kimsenin bilmek isdemediği
Ve hattâ kimsenin bahsetmediği hikâyenin vesâiki...
* * * * *
22 Mayıs 2017 Pazartesi günü Hava Kuvvetleri Karargâhında
3'üncüsü icrâ dilen "Pilot Küçük Zâbit Vecihi Hürkuş Onur Ödülü" töreninde;
Asubayından,
Asubay neşetli subayına ve tuğgeneraline
Ve dahi
Hava Kuvvetleri Komutanına kadar herkes
Ali Fehamoğlu Vecihi hakkında hoş fakat boş bir şeyler söyledi.
Övgü düzmek, iltifât dağıtmak; şan, şöhret paylaşdırmak zor değil nasılsa.
Meğer dost, zor zamânda belli ola!..
Bugüne kadar hiç söylenmeyen bir şey var ki
Onu da iltifât buyurursanız şâyet
Eski Tüfek, ben Şükrü IRBIK söyleyeyim size.
Söyleyeyim de
Bugün gıyâbında övgü ve hamâset dolu laflar üfürdüğümüz
Ve dahi
Devletimizi temsil eden devlet adamları ve ordumuzu temsil eden subaylarımızın
Bütün dünyânın hayran olduğu meslek önderimiz Ali Fehamoğlu Vecihi’yi
Ömrünün son demlerinde ne duruma düşürdüklerinin ibret dolu hikâyesini
İlk defâ olmak üzere Eski Tüfek’den öğrenin...
* * * * *
Pilot Küçük Zâbit Vecihi’nin belgelerini isdedim Hava Kuvvetleri Komutanlığımızdan, üç sene evvel...
Lâkin, mevzuât hazretlerinin engeline takıldım.
Tayyar Başkanın nakletdiğine göre
Hava Kuvvetleri Komutanımız Orgeneral Abidin ÜNAL konuşmasında;
- Asubayların Hv.K.K.lığı içindeki öneminden,
- Vecihi HÜRKUŞ’un ve Asubayların zamânın en iyi pilotları olduğundan,
Bahsetmiş idi.
Buraya kadar güzel. Peki, teşekkür ile insanın karnı doyar mı? Doymaz! Bu hakikât bir yana...
Mâdem diyorsun ki Vecihi, zamânının en iyi pilotu idi.
Peki, Vecihi hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığı olarak bugüne kadar sen,
İki sayfalık bir kitap neşretdin mi? Etmedin!
Senin yazmadığın o kitabı bırak, biz kendimiz yazalım.
O zamân da senin yazıp imzâladığın yönetmeliği karşımıza duvar olarak dikiyorsun...
Pilot Küçük Zâbit Vecihi’nin;
Hava Kuvvetleri Komutanlığı arşivindeki belgelerini sarımsaklayıp saklamışsın.
Kimse bilmesin, kimse öğrenmesin de herkes unutsun diye...
Senede bir gün de çıkıyorsun ortaya ve
Adına iki cümlelik kitap yazmadığın Vecihi hakkında minnet ve şükrân methiyeleri üfürüyorsun.
Şu memleketin insanı, en çok;
Kendini Atatürkcü olarak pazarlayan sahte Atatürkcü siyâset gürûhundan çekdi...
Şu ordumuzun asubayları da en çok;
Kendini Atatürkcü olarak pazarlayan sahte Atatürkcü subay gürûhundan çekdi...
Ali Fehamoğu Vecihi’nin sırtından şöhret paylaşmaya gelince zihin orgazmı olan havacı subay gürûhu,
Vecihi’nin diplomasını bir görelim hele diyen Eski Tüfek’in önüne de
İşde, böyle osurukdan yönetmelik duvarını ördü.
Ey havacı subay gardeşlerim!
Bırak bu murâiliği, bırak, bu çift taraflı kıvırmayı...
Ben, ikisinden herhangi birisine çokdan râzıyım;
Ya olduğun gibi görün; ya da göründüğün gibi ol!
* * * * *
Pilot Küçük Zâbit Vecihi’nin emekli olup olmadığını sordum, Sosyal Güvenlik Kurumu’na, 2014 senesinde...
Bu kez de mevzuât hazretlerinin engelini aşamadım
Vecihi HÜRKUŞ’un emekli olduğunu bir vatandaş bilse kime ne? Bilmese kime ne Allah aşkına?..
* * * * *
Hava Kuvvetlerinden aldığım bilgiden
Vecihi HÜRKUŞ’un, 22 Mart 1925 târihinde, o dönemin Kara Ordusundan istifâ ederek ayrıldığını öğrendim.
Fakat emekli maaşı bağlandığına dâir bilgi elde edemedim.
Bu sebepden dolayı emekli maaşı alamadığını söylemek herhâlde yanlış olmaz.
Son üç seneden beri Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın
Hâtırâsına ödül töreni tertip etdiği Pilot Küçük Zâbit Vecihi,
1962 senesine geldiğinde, yaşlı ve yardıma muhtac duruma düşdü...
İstanbul Vâliliğine 1962 senesinde bir dilkece verdi ve
Canı bahâsına müdafaa etdiği devletinden yardım talep etdi...
İstanbul Vâliliği, Ali Fehamoğlu Vecihi’nin yardım talebini, Başbakanlığa havâle etdi.
Başbakanlık da bu talebi, bir kânûn tasarısı olarak zamânın hükûmeti vasıtası ile Meclis’e getirdi...
Başbakanlığın talebi şöyle idi;
“Hâlen ileri yaşda ve yardıma muhtaç durumda olan Vecihi’ye
Vatanî hizmet tertibinden aylık bağlanması...”
* * * * *
Kânûn tasarısında serdedilen hususuları hükûmet temsilcileri lutfen yerinde gördü
Ve dahi
Vecihi’ye kayd-ı hayât şartı ile 500 lira aylık bağlanmasını kabul etdi...
* * * * *
Hükûmetin teklifi aynen kânûnlaşdı...
İleri yaşda ve yardıma muhtac durumda olan Vecihi’ye
01 Temmuz 1963 târihinden başlamak üzere
Ayda 500 lira maaş verilecek idi...
* * * * *
Türkiye Büyük Millet Meclisi, târihinde sâdece bir tek kişiye üç adet harb takdirnâmesi vermiş idi.
Bu kişi de Ali Fehamoğlu Pilot Küçük Zâbit Vecihi idi.
Ömrünün son demlerinde bir somun ekmek, bir kuru soğana muhtaç etdiği bu kahramana
Ayda sâdece 500 lira verilmesi için meclisde açılan celsede
Vecihi hakkında bir tek vekil dahi söz alıp
Bir tek kelime söz söylemedi...
Kânûn tasarısını sayın vekillerimiz sessiz sedâsız kabul etdi.
* * * * *
Cenâzesine de
Üç beş yakınından başka kimse gelmedi...
Darbeci subayların tabutunun başında tesbih dânesi gibi dizilip nöbet tutan o zübük subaylarımızdan hiçbirisi
Bu son yolculuğunda Vecihi’ye el sallamadı...
* * * * *
1963 senesi Temmuz aybaşından başlamak üzere
Ali Fehamoğlu Vecihi HÜRKUŞ’a
Vatanî hizmet tertibinden 500 lira maaş verile...
1951 neşetli Hava Makinist Asubay Ahmet KISA’yı bugün aradım sordum;
Ahmet Bey, 1963 senesinde maaşınız kaç lira idi?
Ahmet bey, hiç teklemeden cevâp verdi;
“O vakit ben, Asubay başçavuş idim. Ben uçuyordum! Maaşım da 500 lira civârında idi” dedi.
Takdir sizin gayrı...
İşde; Devletimizn arşivinde 54 seneden beri çürümeye terkedilen belgeyi Bugün, burada ilk defâ sizler gördünüz, şâhidsiniz; Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası sâhibi Ve dahi TBMM’nin üç takdirnâme ile taltıf etdiği yegâne vatandaş olan Vecihi’yi, Yüzbinlerce emekli asubay Vecihi’yi bugünlerde muhtac etdiğimiz gibi Bir somun ekmek, bir kuru soğana muhtaç etdik!
Dünyâda hiçbir havacının bugün bile hâlâ kıramadığı rekorların sâhibi Kara Pilot Küçük Zâbit Vecihi HÜRKUŞ, Memleketinde askerî ve sivil havacılığın inkişâf ve tekâmülüne adadığı Ve dahi Eşsiz başarılar ile doldurduğu 74 senelik koca ömrünün sâdece son 6 senesinde Devletinden maaş alabildi! O da ayda sâdece 500 lira...
|
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Asubay Tefrikası -2-
Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar
Türk isiminden söz eden yazılı ilk belgemiz olan Orhun kitâbelerinde;
- Türk isimi kadar eski olan “çavuş” kelimesinden ilk defâ bahsedilmesi
Ve dahi
- Tonyukuk’un da ilk Çavuşumuz olduğu,
Askerî târihimiz bakımından elbetde önemlidir.
Çavuş rütbesi ile Tonyukuk’un,
İlteriş Kağan’ın "başkomutanı" olduğunu da biz söyleyelim.
Fakat Asubay Tefrikası’nda ben, meselenin bu veçhesiyle ilgilenmiyorum. Bunları Tonyukuk 1.300 sene evvel taşa kazımış zâten!
Benim yazacaklarım, Asubaylık konusunda bugüne kadar söylenenlerin hepsinden farklı.
Sâhil Güvenlik Komutanlığından emekli Asubay ben Şükrü IRBIK,
Asubay denilen uyduruk asker sınıfına yapılan “kanûnsuzluk ve şerefsizlikler” tefrikasını yazacağım.
Tefrikamızın son bölümünü de inşallah neşretdikden sonra Asubaylık mücâdelesinin
Bugüne kadar yapılagelenden çok farklı ve yeni bir mecrâya doğru kendiliğinden akdığını göreceğiz, evvel Allah.
Çavuş unvânının askerlik târihimizde ortaya ilk çıkışı ve gerçek anlamı böyle iken
Târih hocasından, profesöründen, gazetecisinden subayına kadar
Kendini okumuş-yazmış belleyen kimi tahsilli münevver(!) insanlarımızın
Çavuşluğun bugün temsilcisi olan Asubaylık hakkında neler üfürdüğünü,
Ve dahi
Asubayları nasıl ve neye lâyık gördüklerini
Daha da mühimi
Asubayları neye mahkûm etdiklerini buyurun, berâber öğrenelim.
* * * * *
Akıl Yok, Kurnazlıkda Hiç Sınır Yok!
Ey Çadırcı!
Şöyle bir söz işitdim, dün gece geçerken meyhânenin önünden; Sen miydin, içerdeki o adam?
Gökde bir öküz varmış, adı Pervin;
Bir öküz de altındaymış yerin.
Sen, asıl iki öküz arasında
Tepişmesine bak şu eşşeklerin!
Akıl yok!
Fakat
Sömürgenlik, üfürgenlik ve böbürgenlikde ise hiç sınır yok, bizim beyaz subaylarımızda!..
Dünyânın ilk düzenli kara ordusunu biz kurduk diye övünürüz. Zamân olarak da M.Ö 209 senesini şâhid gösdeririz. Fakat ordumuza subay yetiştirmek için ilk mektebi kuracak kadar akıllı olmadığımızı her niyeyse gizleriz.
Her Türk asker doğar diye gıçımızı yırtarız.
Fakat bilimde, sanatda vs. onun bunun aklı ile yol almaya çalışırız.
Askerlik mesleğinde de el şeyi ile gerdeğe giriyoruz vesselâm.
- Mükellef Askerlik Kânûnumuz, Fransız Napolyon’dan
- Askerî Cezâ Kânûnumuz Alman Frederick’den!..
Dünyânın en eski deniz kuvvetleri bizde diye caka satarız.
- Fakat dünyânın ilk bahriye zâbit mektebini kuracak kadar bile aklımız yok imiş!
- Üsdelik bu mektebi 1773 senesinde kurduk diye utanmadan yalan söyleyen zâbitleri olan bir Deniz Kuvvetlerinin sâhibiyiz.
Dünyânın ilk uçağını 1908 senesinde uçuran Coni, kendi Hava Kuvvetlerini ancak 1947 senesinde kurabildi.
Fakat kendi uçağını hâlâ yapamayan hava kuvvetlerimizi, nasıl olmuşsa biz 1911 senesinde kurmuşuz, iyi mi? Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ.Yb. Osman YALÇIN isimli bir zâbitimiz var. Belki de şimdiye kadar Prof. filan olmuşdur! Târih doktoruyum diyen bu zâbit, aslında tâm bir târih kasabı. Bu zâbitine, dünyânın en eski hava kuvvetleri ve dünyânın en eski hava harp mektebine sahip olduğumuz yalanını utanmadan söyleten bir Hava Kuvvetlerimiz var. Sahte kahramanlık serhoşluğu külliyen kör etmiş, böbürgen subaylarımızı...
Subaylarımızın, bir subay mektebi kuracak kadar bile akılları yok, bu âşikâre belli.
Fakat şu tâlihe bakınız ki;
Kendilerine sahte târih düzmeye gelince yalancının ferişdâhı kesilen bu zübük subaylarımız,
Mesele asubaylık denilen “köle” bir asker sınıfı peydahlamaya gelince “zihin orgazmı” oluyorlar!
Her ne hikmetse bu zıvzıvlı subaylarımız bir kerâmet gösderiyor ve
Dünyânın ilk asubay okullarını hem icâd, hem de küşâd ediyorlar!..
- Coni’de yok!
- Tomi’de Yok!
- Hans’da yok!
Dünyâda asubay okulları olan tek ordu herhâlde bizim ordumuzdur.
Az kaldı! Asubay sınıfını da niye peydahladığınızı yakında yüzünüze vuracağım inşallah!
1950 senesinden beri dünyânın en güçlü ordusuna sahip olan Coni subayı;
- 12 haftalık talim-terbiye ile subayını,
- 8 haftalık talim-terbiye ile erini savaşa hazırlayabiliyor.
Fakat bizim subaylarımız ise;
- Subay yetişdirmek için 4 sene veya 8 sene,
- Asubay yetiştirmek için 2 sene para, zamân ve kaynak harcıyor.
Onların erleri de bizim erlerimiz de aynı tüfeği, aynı topu, aynı tankı, aynı uçağı ve aynı gemiyi kullanıyor. Hattâ onlarınki bizimkinden çok daha gelişmiş ve karmaşık silâhlar... Çünkü biz Türkler, Coni’nin 30 sene evvel kullanıp çöpe atdığı silâhları, “yeyici” subaylarımız mârifetiyle çuvallar dolusu para verip satın alıyor ve kullanıyoruz.
Bu işin doğrusunu kim biliyor, kim yapıyor dersiniz?
Gevur Coni kendi subay ve erini bu kadar kısa sürede talim-terbiye etmeyi nasıl beceriyor acap?
Onlar mı akıllı? Gerilik, bizim insanımızda mı? Ya da bizi idâre eden subaylar mı geri zekâlı?..
15 Temmuz’da gördük! Yoksa, vatanımıza, milletimize, devletimize, ordumuza karşı gizli bir ihânet mi var?
* * * * *
Asubaylar Kısım Kısım!
Makâlemizin Köleliği Kutsanan Askerler: Asubaylar ismini verdiğim bu bölümüne başlamadan evvel
Hakkımdır, kendi zümrem olan Asubaylar hakkında birkaç kelâm etmek isdiyorum.
Biz asubaylar, memleketin her yerinden koşup gelerek devletimizin hizmetine girmiş insanlarız. Bu cümleden olmak üzere hayâta bakışımız itibârı ile sokakdaki vatandaşdan hiçbir farkımız yok. Okulumuzda aldığımız askerlik tâlim ve terbiyesi ile alışkanlık ve davranışımız bir hayli değişebiliyor. Fakat hayâta bakış açımız ve belli durum karşısında takındığımız tavır pek değişmiyor. Yer, damar damar; asubaylar da kısım kısım!..
Kendimizi tanıtmak ve asubaylık mesleğini anlatmak üzere kamuoyu huzûrunda büründüğümüz zebânı
Ve dahi
Takındığımız tavırı temel alarak benim de içinde olduğum asubay zümresini ben, 4 kısımda târif edeceğim.
1. Köle isdeyen kölebaşılar zümresi;
“Asubay okulları eğitim seviyesi lisans düzeyine yükseltilsin!” diyecek kadar kendilerini akıllı zannederler.
Sonra da cürümlerince kerem eyleyip;
“Uzman erbaşlara da önlisans düzeyinde eğitim verilsin!” derler.
Fakat uzman erbaşlara da kölelik muamelesi yapıldığını görmezler!
Kara Kuvvetleri Komutanı iken Orgeneral Hulusi AKAR’ın dediği gibi “isdemenin sınırı yokdur!” da...
- Bu isdeklerin gerekcesi nedir?
- Hangi kânûna göre isdiyorsun bunları?
- Senin bu taleplerinin dünyâda eşi menendi var mı?..
- Askerlik konusunda dünyâ nerede, sen neredesin?
Üfür üfür geç! İşin bu tarafını düşünen, bilen, hele bir de açıklayabilen tek kişi yok bu cenâhda. Bu meslekdaşlarımız bu bakış açısı ile, ordumuzdaki askerliğe 200 sene geride kalmış Prusya zihniyeti ile bakan Hulusi AKAR’ı haklı çıkardılar ya!.. Helâl olsun vallahi!..
Harp Okullarının tahsil süresini 4 seneye yükseltdikden tam 26 sene sonra
Genelkurmay Başkanlığımız, Asubay Okullarının tahsil süresini 2 seneye lutfen yükseltdi.
Dağlar kadar pilav pişirecekseniz şâyet dereler kadar tereyağ benden de...
Nerede bu kadar pirinç? İşde, buyurun! Şu suâllere verecek cevâbınız var mı?
- Lisans okumuş çocuklarımıza hangi akılla “hizmet erliğini” revâ görüyorsunuz?
- Elinde mühendislik diploması olan bir insan, “bu şartlar altında amelelik” yapar mı Allah aşkına?
- Yaparım abi dese bile mühendise “amelelik” yapdırmak hangi akıla ve hangi vicdâna sığar?
- Mühendis olacak kadar zekâya sahip bir insanı “ortada sandık” olacak kadar aptal mı sanıyor sunuz?
- Mühendise amele muamelesi yapmanın asubaya “köle” muamelesi yapmakdan ne farkı kalıyor?
- Subaylar, kendisine hak gördüğü lisans eğitimini, “ast” dediği biz Asubaylara niye versin?
- Dünyânın hangi ülkesinde “asubaylık” var ki Türkiye’de “Asubay Okulu” olsun?
- Hem de 4 sene eğitim veren “Asubay Okulu”, öyle mi?
- Velev, Asubay okulları değil lisans, yüksek lisans düzeyine çıkartıldı! Sen de doktor asubay oldun! Subay ile er arasında “ortada sandık” misâli “çavuş” olduğun sürece, ne değişecek?
- Ya da mâdemki subaylar gibi 4 sene okumak isdiyorsun! O zamân da “subay olmak istediğini” söyleyecek kadar samimî ve yürekli ol.
Bütün bu suâller bir yana;
- 1949 Cenevre Sözleşmesini (GC-III) okudunuz mu?
- 1952 Kuzey Atlantik Andlaşması (NATO) hakkında tek kelime işitdiniz mi?
- NATO/STANAG 2116’dan haberiniz var mı?
- 80 milyon vatandaş bir araya gelsek, devletimizin imzâlayıp taraf olduğu bu milletlerarası andlaşmaların bir tek kelimesini değişdirebilir miyiz?
Hayâlin bile bir sınırı vardır. Fakat bu kısımdaki asubaylarımızın hayâl gücü sınır tanımıyor maşşallah! Teşbihde hâtâ câizdir! Bu meslekdaşlarıma ben, “köle isdeyen kölebaşılar” diyorum! Sâdece kendi menfaatini düşünen, kendi rahatı için gözünü kırpmadan başkasını harcayabilen insanlardır bunlar. Kendisi “kölebaşılık” yapabilsin diye başka insanları “köleleşdirecek” tıynetdedirler.
İkinci husus da şudur; bu asubaylarımız aslında komutanlık evsâfını hâiz, yiğit ve gözü kara insanlardır. Düşmânın üsdüne ilk önce bu asubaylarımız atılır. Fakat akılları, heyecân ve coşkularının gerisindedir.
2. Hâlis niyetli ve fakat umutsuz vak’alar zümresi;
Dert demleyip hastalık harmanlayan mevcut kânunlar içinde çâre arayan umutsuz vak’alardır, bu sınıfa dâhil olan asubaylarımız. Bu zümre “hem ağlarım hem giderim!” diyenlerdir. Hepsi birer Ömer HȂLİSDEMİR’dir aslında. Vatanını, ordusunu, mesleğini seven insanlardır. Fakat kimisi kendi gücüne inanmayan, ekseriyeti de kendi gücünün farkında olmayanlardır. Çâresizlik içinde yerini ve yönünü kaybetmiş asubay zümresidir.
3. Hiçbir talebi olmayan, bulduğu ile iktifâ eden dilsizler zümresi;
Biliyorsunuz ki dört beş senede yapılan seçimlerde hiç oy kullanmayan belli bir vatandaş zümremiz var. Kimler aday olmuş, kim ne yapacak; kendisi devletden ne bekliyor, kendisine, ailesine ne olacak, hiç umursamaz. Ve yüzde ona yakın bir vatandaş kesimini temsil ederler. Salla başını, al maaşını diyenlerdir bu insanlarımız. Asubaylık şöyle dursun, vatandaş olduklarının bile farkında değillerdir aslında. Ensesine vur, gursağından lokmasını al! Asubaylarımızın içinde de yüzde ona yakın böyle bir “umursamazlar” zümresi var ki, Allah, düşmânıma bile vermesin!
4. İşin doğrusunu bilen ve fakat bildiğinin farkında olmayanlar;
Asubaylık lağv edilsin diyenler bu zümrede yer alır. Uğradıkları haksızlıklar karşısında “pes artık!” diyerek öfkeyle ayağa kalkar ve “asubaylık lağvedilsin!” diyerek otururlar! Yapdıkları sâdece bu kadar... Aslında kurmay zekâlı insanlardır. Söylediklerinin farkına varabilirler, hele bir de söylediklerine evvelâ kendileri inanabilirse şâyet başkalarını da inandırabilecek asubay meslekdaşlarımızdır. Eski Tüfek olarak ben, bu zümreye mensûbum. Fakat bir tek fark ile...
Ben, ordumuzdaki Asubaylık sınıfı lağv edilecek diyorum ve buna inanıyorum. Bu duruşum ile de teşbihde hâtâ olmaz, Alman vatandaşı August LANDMESSER’in 1936 senesinde durduğu şu yerdeyim ve O’nun yapdığını yapıyorum!
Bugün itibâriyle;
Asubaylık lağvedilecek diyen ilk ve tek Asubay
Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK’ım!
Falcı değilim! Kim, nasıl ve ne zamân yapar, bilemem!
Fakat şunu çok iyi biliyorum ki;
Asubay denilen uyduruk asker sınıfını lağvedecek insanlar, bu zümreden çıkacak!
Asubay Tefrikası’nın son bölümünü de okuyup anladıkdan sonra
Basiretli ve mümeyyiz meslekdaşlarımın bu zümreye teveccüh edeceğini biliyorum.
* * * * *
Asubay Tefrikası’nın birinci bölümünü terkip eden Dünden Bugüne Asubay isimli makâlemizde;
- Subay ve asubay meslekdaşlarımızın Asubaylık târihi hakkında kitaplar yazdığından,
- Kokuşmuş subay fikriyâtının dayatdığı şaşı ve dar kapsamda yazılan bu kitapların;
Yalanlarla süslenmiş “resmî târih” kalıpları içinde bize yalanlar aşılamaya,
- Hattâ daha açık bir deyiş ile dayatmaya çalışdığından bahsetmiş idik.
Asubaylık hakkında yazılan ya da sipâriş üzerine yazdırılan kitap ve makâleler de var elbetde. Bunlardan sâdece dördünün künyesini verelim;
1. Kara Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL (Tahsin YAHYAOĞLU müstear ismi ile), Astsubay Okullarının Târihcesi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 32, Haziran 1965. 2. Mehmet Ali BİRAND, Emret Komutanım, Milliyet Yayınları, 1986. 3. EDOK Okullar Komutanlığı; Astsubay Okulları Târihi (Kara Kuvvetleri Astsubay Okulları 100 Yaşında), EDOK Okullar Komutanlığı Matbaası, Balıkesir-2009. 4. Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ, Dünya Assubaylar Günü ve Assubaylar, Yeniçağ Gazetesi, 17 Mart 2011. |
Kendileri kölebaşılık yapmak uğruna başkalarını köleleşdiren meslekdaşlarımız var nasıl olsa!
Biz asubayları köleleşdirmek isdeyen başka sömürgen insanlar niye olmasın? İşde, yukarıda künyesini verdiğim bu kitap ve makâleyi yazanlar da tıpkı meslekdaşlarımız gibi biz asubayları köleleşdirmek isdemişler.
Ve bakınız, asubayların köleliğini kutsamak için ne sözler üfürmüşler...
* * * * *
Ömür boyu köle olarak kalması şartıyla Asubaylığı kutsayan ilk vatandaşımız, bir subay. Hem de fakülte mezûnu öğretmen bir subay; Kara Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL. Türk Kültürü dergisinin 535-539 sayfalarında, 1965 senesinde Astsubay Okullarının Târihcesi isimli 5 sayfalık bir makâle neşretmiş. Bu makâlesini Tahsin hocamız, her niyeyse Tahsin YAHYAOĞLU mahlası ile yazmış. Subay ve öğretmen olduğunu gizlemiş. Bu makâleyi yazan Tahsin YAHYAOĞLU’nun, Kara Öğ.Alb. Tahsin ÜNAL olduğunu anlamak için iki üç geceyi sabaha katık etmek zorunda kaldım.
Bakınız, Öğretmen Albay Tahsin hocam, makâlesinin 536’ncı sayfasında ne demiş; “İkinci Meşrutiyeti müteakip orduda ıslahât düşünülürken, bu arada askerlerin daha iyi yetişmesini sağlamak maksadı ile “asker ile en yakından temâs eden, onunla berâber yiyip onunla berâber yatan” “Çavuşların” da daha iyi yetişmiş olmasının önemi üzerinde durulmuş ve 1909’da Mahmut Şevket Paşa tarafından önce İstanbul’da sonra yine aynı senede Konya’da iki tane “Gedikli Küçük Zâbit Okulu” açılmıştır.
Aynı derginin 538’inci sayfasında şöyle buyurmuş Albay Tahsin ÜNAL;
6- Astsubaylığın Önemi
Ordu kadrosunda bu sınıfın önemi, zan ve tahminlerin üstündedir. Yakın zamânlara kadar er ile berâber yatıp kalkan, yiyip içen, onu eğiten ve öğreten, sabahtan akşama kadar er ile haşr-ı neşr olan, erin en yakın komutanı, onun derdi ile hemdert, neş’esi ile hem neş’e olan, subaydan önce astsubaydır. Bu itibarla astsubaylara, kıt’alarda yerinde bir tâbirle “Bölüğün Anası” denir. Evin içinde ana ile çocuğun münâsebeti ne ise Astsubay ile Er’in münâsebeti de odur. İyi bir ana çocuklarını iyi yetiştirmek için nasıl gayret sarf ederse, ”bölüğün Anası” olan iyi bir astsubay da bölüğünü iyi ve mükemmel yetiştirmek için o kadar gayret sarf eder. Bu itibarla Astsubaylık, Subaylık kadar önemlidir. Bir askerî birlik, subaydan “sonra” astsubayın eseridir.”
Şimdi,
Fakülte mezûnu, öğretmen sıfatlı bir subay, asubay dediği insanoğlunu bakınız, nasıl târif etmiş;
- Askerlerin daha iyi yetişmesini sağlamak maksadı ile “asker ile en yakından temâs eden, onunla berâber yiyip onunla berâber yatan” “Çavuşlar”
- Ordu kadrosunda bu sınıfın (Asubay) önemi, zan ve tahminlerin üstündedir.
- Er ile berâber yatıp kalkan, yiyip içen, onu eğiten ve öğreten, sabahtan akşama kadar er ile haşr-ı neşr olan, erin en yakın komutanı, onun derdi ile hemdert, neş’esi ile hem neş’e olan subaydan önce astsubaydır.
- Bu itibarla astsubaylara, kıt’alarda yerinde bir tâbirle “Bölüğün Anası” denir.
- Evin içinde ana ile çocuğun münâsebeti ne ise Astsubay ile Er’in münâsebeti de odur.
- İyi bir ana çocuklarını iyi yetiştirmek için nasıl gayret sarf ederse, bölüğün Anası olan iyi bir astsubay da bölüğünü iyi ve mükemmel yetiştirmek için o kadar gayret sarf eder.
- Bir askerî birlik, subaydan “sonra” astsubayın eseridir.
- Bu itibarla astsubaylık, subaylık kadar önemlidir.
Edebimizdendir; Ölünün arkasından kem konuşulmaz! Fakat bu sözlerinden dolayı Tahsin hocayı şiddetle takbih ediyorum. İstanbul Üniversitesinde târih tahsil etmiş bir insanın, harbiye mezûnu ağzıyla böyle konuşması, hocalık adına hakikâten büyük bir talihsizlik. Üniversite mezûnu öğretmen bir subayın aydınlık yüzüne hiç de yakışmayan sözlerdir bunlar. Kır atın yanında yatan misâli Tahsin hocamız, demek ki harbiyeli subaylarımızın yanında durmakdan harbiyeli subay rûhuna ve şahsiyetine iltihâk etmiş. Kıraldan fazla kıralcı olmuş Albay Tahsin ÜNAL.
- Bölüğün anası asubay ise şâyet, söyler misin, Tahsin hocam? O bölüğün “babası” kim oluyor?
- Askere gönderdiğimiz Mehmedciğin “anası olarak asubayı tayin etmek” hakkını, sana kim verdi?
- Teşbihde hâtâ olmaz da... Peygamber ocağını böyle çirkin bir teşbih ile anlatmak hakkını sen kendinde nasıl gördün? Bunlar bir yana...
Ömür boyu köle olarak kalması karşılığında asubayların köleliğinin kutsanmasının altındaki hâlet-i rûhiye nedir Allah aşkına? Fakülte mezûnu öğretmen bir subay, asubaylar hakkında böylesi tahkir edici bir kanaate sahip olabiliyor ise şâyet harbiyeli subaylarımızın asubaylar hakkındaki kanaatlerini ben, tasvir bile edemiyorum. Gerçekden çok yazık.
- Erlerin her şeyi ile asubay ilgileniyor.
- Astsubaylık, subaylık kadar önemlidir diyorsun!
- Hem de erlerimize ömür boyu “analık” yapıyor!
Fakat sıra mevki-makâm devşirmeye; şan-şöhret kapışmaya; rütbe-terfi kotarmaya gelince parsayı subaylarımız topluyor. Buna kölelik demezler de ne derler? Allah sizlerin ahfâdına da “bölük analığı” nasip etsin inşallah!...
1914 senesinde Kaymakam Mustafa Kemal;
Fakat Hoca sıfatlı Tahsin ÜNAL isimli bu zevzek subay, bu meşhur sözü bile tebdil etmiş! |
* * * * *
Asubayları “bölük anası”na benzeterek aşağılayıp “ömür boyu köleliğini” takdis eden başka münevverlerimiz de var. Bunlardan birisi de gazeteci Mehmet Ali BİRAND. BİRAND’ı TRT’ye hazırladığı programlar için verdiği faturalara bol sıfırlar ilâve etmek suçundan mahkûm edilmesi ile tanıyoruz.
1980 subay darbesinin kara ve kesif bulutlarının memleketimizin üzerinde devriye atdığı dönemlerde
Bir kitap yazdı Mehmet Ali BİRAND; Emret Komutanım.
Türk askeri hakkında Türkiye’de yayımlanan kendi türünün ilk kitabı. BİRAND, Amerikan ordusuna subay temin eden kaynaklardan birisinin de kendi deyişi ile “er ve assubay okulları” olduğu yalanını üfürmüş (Sayfa.198) BİRAND’ın “okul” dediği kurumlar, Coni’ye temel askerlik eğitimi veren “acemi er eğitim alayları”dır. Bu eğitim birliklerinde erler eğitilir. Bu da sâdece sekiz buçuk haftalık temel askerlik eğitimidir.
Her boku bilmesinin yanında üç beş dâne zebân da bilen BİRAND;
Amerikan ordusunda “assubay okulu” olmadığını,
Çünkü Coni’de “assubay” denilen bir asker sınıfı olmadığının farkına bile varamamış!
Mehmet Ali bey,
Coni ordusunda sâdece iki sınıfı asker olduğunu
Bunların da;
1. Subay
2. Er olduğunu bile anlayamamış!
Yazmak için tam 5 senesini isrâf etdiğini söyleyen BİRAND, bakınız kitabında daha ne inciler yumurtalamış!
- Assubayların hayatları kıt'aya çıkmalarıyla değişmeye başlar.
- Kimi zamân yaptıkları işin ikinci sınıf olduğu izlenimine kapılırlar.
- Assubayları en çok üzen durum, bütün meslek hayatları boyunca yönetilmek zorunda kalmaları
- Ve hiçbir zamân yönetici durumuna girememeleridir.
- Subay, mutlaka bir gün Komutan olacaktır. Ancak kendileri hiçbir zamân böyle bir mevkiye gelemeyeceklerdir. Bu durumu değiştirmenin olanağı yoktur. Bu da içlerinde daima bir kırıklık yaratır. Assubayların bu duyarlıklarını, birçok subay paylaşmaz: «... Herkesin okula girerken ne olacağı belli. Sonradan ortaya çıkan bir şey yok. Harp Okulları imtihanları herkese açık. Oraya başvursalardı...» derler.
- Ancak bütün dünya ordularında olduğu gibi, baştan beri bilerek girdiği mesleğinin koşulları bu beklentilerine yeterli yanıtı getiremez.
- Belki ikinci sınıf muamele gördükleri hissinden olacak ki, assubayların bir bölümü çocuklarını Harp Okullarına göndermek isterler.
- Oğlunun, kendisinin yapamadığını yapması ve belki de emrinde başka assubaylar çalıştırıp emirler vermesini istemelerinden kaynaklanan bir istektir bu...
Mehmet Ali BİRAND’ın 31 sene evvel yazdığı Emret Komutanım isimli kitabı hakkında benim düşüncelerim şunlardır;
BİRAND, rakısını içdiği subayların ağızı ile konuşup asubaylara aba altından sopa gösdermiş!
Asubaylara “belletilmiş çâresizliği” telkin etmiş!
Asubayların köleliğini kutsamış!
Bütün bu bölücülüğü yaparken de BİRAND, kocaman yalanlar üfürmüş, utanmadan.
- Dünyânın hangi ordusunda, göreve “çavuş” başlayıp 30 sene sonra “çavuş” olarak bitiriyorsun?
- Sofrasına oturup zıkkımlandığın Coni ordusunda, erlikden terfili “alaylı Kuvvet Komutanları ve Genelkurmay Başkanı” olduğunu görmedin mi?
- Dünyânın hangi ordusunda bir iki sene eğitim karşılığında “15 sene kölelik” yapdırıyorlar?
- Dünyânın hangi ordusunda “asubay” denilen uyduruk ve ortada sandık bir asker sınıfı var?
- Dünyânın hangi ordusunda subay hâricindeki bütün askerlerine “okumayı” yasaklıyorsun?
- Dünyânın hangi ordusunda “gahraman” dediğin askerini esir kampında subayına hizmet eri yapıyorsun?
- Galatasaray Lisesinde okudun, Fransızca bilirsin! İngilizce, Almanca da cabası. 1949 Cenevre Sözleşmesini (GC-III) okudun mu?
- 1952 Kuzey Atlantik Andlaşması (NATO) hakkında tek kelime işitdin mi?
- NATO/STANAG 2116’dan haberin var mı senin?
- Mehmet Ali BİRAND! Senin zamânında da var idi. Anayasa’nın 90’ıncı maddesini okudun mu sen?
Kitabında Jandarmayı “tâlihsiz kuvvet” olarak niteleyen BİRAND ve bu cins yazar-çizer takımı,
Assubay dedikleri askerlerin aldığı maaşı, oturduğu lojmanı, subaylardan yediği dayakları vs. yazdılar. İç hukûkumuzdaki yerini incelediler.
Fakat devletimizin imzâlayıp taraf olduğu milletlerarası andlaşmalara göre
Ordumuzdaki asubaylığının meşrûiyetini ise her niyeyse soruşdurmak hiçbirisinin aklına gelmedi. Düşünemediler ki asıl rezâlet burada gizli.
Aşağıda gördüğünüz şu resim, Coni Anayasası’nın 10’uncu maddesi.
Coni silâhlı kuvvetler personel kânûnu olan bu madde, 1956 senesinden beri hiç değişmedi.
Bu kânûnun Bölüm-I, alt madde 101 “Tanımlar” başlığı altında bakınız, ne yazıyor;
Aşağıda gördüğünüz üzere Coni’de;
- Tam 7 sınıf subay var.
Fakat
- Sâdece 1 sınıf Er var.
Chapter – I / Bölüm – I 101. Definitions / Tanımlar; (b) PERSONNEL GENERALLY. — The following definitions relating to military personnel apply in this title: (b) Personel: Bu başlık altında sözü edilen askerî personel için aşağıdaki tanımlar geçerlidir. (1) The term "officer/subay" means a commissioned or warrant officer. (2) The term "commissioned officer/muvazzaf subay" includes a commissioned warrant officer. (3) The term "warrant officer/gedikli subay" means a person who holds a commission or warrant in a warrant officer grade. (4) The term "general officer/general" means an officer of the Army, Air Force, or Marine Corps serving in or having the grade of general, lieutenant general, major general, or brigadier general. (5) The term "flag officer/amiral" means an officer of the Navy or Coast Guard serving in or having the grade of admiral, vice admiral, rear admiral, or rear admiral (lower half). (6) The term "enlisted member/ (gönüllü) er" means a person in an enlisted grade. (14) The term "medical officer/tabip subayı" means an officer of the Medical Corps of the Army, an officer of the Medical Corps of the Navy, or an officer in the Air Force designated as a medical officer. (15) The term "dental officer/dişci subayı" means an officer of the Dental Corps of the Army, an officer of the Dental Corps of the Navy, or an officer of the Air Force designated as a dental officer. |
Amerikan ordusunu incelediğini söyleyen uluslararası(!) gazeteci BİRAND’ın, şu kânûna bakacak kadar aklı olsa idi şâyet;
- İkinci Dünyâ Harbinden beri Coni’de gönüllü askerliğin olduğunu,
- Coni’nin “enlisted member” dediği ibârenin Türkcesinin “Gönüllü Er” olduğunu görecek,
Ve dahi
- Coni’de “assubay” denilen bir asker sınıfı olmadığını öğrenecek idi.
Fakat bunu yapacak kadar bile aklı olmayan bu sünepe gazeteci gelmiş burada, bize yalanlar üfürmüş!
Tercüme haberlerde Coni ordusunda “asubay” sınıfı olduğunu söyleyip
Milletimizi narkozlayan meslekdaşlarım da beyaz subay ezberi ile konuşmayı bıraksın artık!
Asubaylık ve asubaylar hakkında kalem oynatıp kelâm isrâf eden böylesi gazetecilerimiz
Hep tiraj basıp para yapacak haber peşinde koşdular.
Asubayların hâmiliğine soyunup fakat aslında asubaylar üzerinden devletimize vurdular. Heyecânı gursağında gezen meslekdaşlarımız da bu devlet düşmânlarının gazına gelip ona buna küfür etdiler. Devlet dediğiniz şey nedir, Allah aşkına? Dilsiz bir uşak!..
Mâdem ki asubayları “tâlihsiz kuvvet” olarak,
“ikinci sınıf insan” olarak nitelendiriyorsun.
Mâdemki asubayların sıkıntısı var diyorsun.
Öyleyse, ordumuzun asubaylarını bu hâle düşüren şerefsizlerin ipliğini pazara niye çıkartmıyorsun?
Sultan sofrasında zıkkımlanan âlimin fetvâsı meşkûk olur!
Mehmet Ali BİRAND, sofrasına oturduğu zihni çürümüş subaylarımızın ne yazık ki burada emireri olmuş!
Misâfir edildiği subay orduevinde dökdökcü subaylarımız ile işret eyleyip
Bir balık-iki kadeh rakıya karşılık olarak gazetecilik tarafsızlığını satmış!
Ve dahi
Bağnaz subay ağızı ile asubaylara aba altından sopa gösdermiş ve asubayların köleliğini kutsamış!..
Eski Tüfek de bu “Avcı-tilki-oduncu” kumpasını yedi, öyle mi?..
Gazetecilik vicdânını rakı-balık sofrasında meze eden Mehmet Ali BİRAND,
5 sene çalışarak yazdığını söylediği Emret Komutanım isimli bu kitabının bir satırında şöyle deseydi;
Ey Genelkurmay Başkanlığı!
Gitdim, araştırdım, öğrendim; Amerikan ordusunda “assubaylık” denilen bir asker sınıfı yok! Sizler bu Assubaylığı nerenizden uydurdunuz, Allah aşkına!..
Böyle diyebilecek kadar akıllı, vicdânlı, ahlâklı ve şerefli olabilseydi şâyet BİRAND,
Ordumuzda kânûnsuz olarak teşkil edilen “assubaylık” sınıfının lağvedilmesini gündeme getiren ilk gazeteci olarak târihe geçecek idi.
Ne diyelim! Tepmiş bu fırsatı!
Demek ki bilgi ve akıl her zamân işe yaramıyor!
Ahlâklı, vicdânlı ve cesûr olmak da gerekiyor. Mehmet Ali BİRAND 1986 senesinde diyemedi ise,
O’ndan tam 30 sene sonra, 2016 senesinde Eski Tüfek söyledi, bu gerçeği...
Türk ordusundaki “asubay” denilen uyduruk asker sınıfı, mutlaka lağvedilecek!..
* * * * *
“Dünyâ üç beş bilgisizin elinde;
Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme; eşşek, eşşeği beğenir;
Hayır var, sana “kötü” demelerinde.”
Kendileri için Kuvvet Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığını babalarından mirâs,
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlığı ve bakanlıkları da çantada keklik gören subaylarımızın
Biz asubayları müebbet köleliğe mahkûm etdiği tezgâh-kumpaslar bu kadar ile de sınırlı değil tabi ki. Sivil cenâhdan gazetecileri “bir balık - iki kadeh rakıya” devşiren Genelkurmay Başkanlığımız, “ast” dediği asubaylık hakkında kendi subaylarına da “ısmarlama” târihce kitapları düzdürdü. Bunlardan birisi de Asubaylık denilen uyduruk asker sınıfının 100’üncü kuruluş yıldönümü vesilesi ile EDOK’un 2009 senesinde neşretdiği kitap.
Aslında bu kitap Kara Öğ.Yzb. Sadık TEKELİ’nin 1987 senesinde Yüksek Lisans Tezi olarak neşretdiği kitabın ucuz bir taklidi. Bu kitabı hazırlayan dangalaklar, Sadık hocamın yazdıklarından işine gelenleri aynen çalmış fakat işine gelmeyenleri de makaslamış. Şimdi, bugüne kadar bize yutdurulan bir yalana daha burada son verelim ve akabinde de Sadık hocamın makaslanan cümlesini size duyuralım.
EDOK’un neşretdiği bu kitabın daha birinci sayfasında bakınız, şöyle demişler;
- (....) Türk birliğinin, Türk kudret ve kâbiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifâdesi olan Silahlı Kuvvetlerimizin bir parçası olarak astsubay sınıfı da Türk askerî yapısı içinde önemli bir yere sahipdir.
- Osmanlı Devletinin ilk devirlerinden itibâren ordu teşkilâtı içinde askerî okullara rastlanmaktadır. Bunlar, Enderun Mektebi, Acemi oğlanlar Mektebi, Mehterhâne, Cambazhâne, Tophâne, Humbarahâne, Tüfekhâne, Kılıçhâne gibi okullardır.
- Bu okulların hepsi bir eğitim-öğretim müessesesi olmaktan çok askerî ve bedenî bakımdan eğitim yapılan kışla ve fabrika görünümündeydiler.
- Bu okullardan yetişenler, küçük rütbelerden başlayarak kâbiliyet ve başarılarına göre orduda en üst makâm ve rütbelere kadar ilerleyebiliyorlardı.
Mâdem öyle,
Bu cümleyi okuyan bir vatandaş olarak burada ben, şu suâlleri sormaya mecbûrum;
Peki, hocam!
- O “en üst makâmlar” ve “en üst rütbeler” nedir?
- Bu “en üst makâm” ve “en üst rütbelere” terfi edenler kimlerdir?
- İki dâne makâm, iki de rütbe, iki dâne de isim verebilir misiniz?
- “En üst makâm” ve “en üst rütbelere” 100 sene evvel “ilerleyebilen” bu askerler, o “en üst makâm” ve “en üst rütbelere” bugün niye ilerleyemiyor?
- Bu askerlerin o “en üst makâm” ve “en üst rütbelere” ilerlemesini kim, hangi sebeple ve ne zamân yasakladı?
Saklasınlar bakalım bir iki gün daha. Bizden sakladıkları bu isimleri biz ifşâ edeceğiz, evvel Allah.
Aynı kitabın daha dördüncü sayfasında bakınız, ne yalanlar üfürmüş EDOK!
Sayfa-4:
Birinci Bölüm, Osmanlı Dönemi Astsubay Okulları, 1. Astsubay Okullarının Kuruluşu;
II. Meşrtutiyetin (23 Temmuz 1908) ilânına kadar hiçbir astsubay okulu bulunmadığından, ordunun ve kıt’aların ihtiyâcı olan astsubaylar yalnız kıt’alardaki başarılı ve vücutca sağlam erler arasından seçilerek yetiştiriliyordu. Bu astsubaylar 23 Eylül 1325 (06 Ekim 1909) târihli “Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit İptidâî Mektebi Nizâmnâmesi”’nde belirtildiği gibi kıdemli ve kıdemsiz olarak iki kısma ayrılıyorlardı.
Târih, belgeler ile kânûnlar ile yazılır. Belge yok ise, kânûn yok ise şâyet yazılanlar, ancak masal olabilir!
Fakat Okulunun ve kânûnunun olmadığı bir vakitde ordumuzda “astsubay” denilen bir asker sınıfı var imiş! İşde, târihciyim diyerek bu cümleyi kurabilen subaylarımızın aklından şüphe etmenin tam yeridir. Hazreti Ȃdem babamız ve Hazreti Havva anamızın olmadığı bir zamân ve mekânda insandan bahsetmek olur mu Allah aşkına? Asker; kıt’ası ve bayrağı ile yürür, gitdiği her yere kendi kânûnunu da götürür! Hâl böyle iken kânûnu olmayan bir asker sınıfından bahsetmek akıllı adam işi olamaz. Târihciyim diyen, üsdelik bir de öğretmen sıfatı taşıyan bir subayın kafasına silâh dayasalar “kânûn yok idi fakat asubay var idi!” cümlesini kurmaması gerekir. İlk Çavuşumuz Tonyukuk, ordusu için 1300 sene evvel kânûn yapdı ve bu kânûnu taşa kazıdı. Fakat daha şunun şurasında 100 sene evvel kara ordumuzda var dediğiniz asubaylığın kânûnu nasıl olmaz? Kara Ordumuzun M.Ö. 209 senesinde kurulduğunu biliyorsunuz. Fakat aynı orduda cenk eden, can verip şehid olan asubaylığı ne zamân kurduğunuzu niye bilmiyorsunuz? Bilmiyorsunuz çünkü, Kara ordumuzda 1909 senesinden evvel asubaylık denilen uyduruk bir asker sınıfı yok idi. Zâbitân heyetinin “efendilik” yapması için ordumuzda bir “köle” sınıf olması gerekiyor idi. İngiliz muhibi mektepli zâbitânımızın tertiplediği 31 Mart Vak’asını da fırsat bildiler ve adına “küçük zâbit” dedikleri bu “köle asker” sınıfını peydahladılar. Türk Kara Ordumuzda “subay-asubay” sınıflaşması, ”küçük zâbitlik” sınıfının teşkil edilmesi ile 1909 senesinde başladı. Ey subay gardeşlerim! Götünüzü boş yere yırtmayın! 1909 senesinden evvel Kara ordumuzda “astsubay” dediğiniz “ortada sandık” bir asker sınıfı bulamazsınız. Bulduğunuz da bugün “astsubay” dediğiniz asker sınıfı değildir! Bu hakikâti ilk defâ olmak üzere 2017 Mart’ında Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK fâş ediyorum. Kendilerine “efendiliği” babalarından mirâs gören, Kendilerinden başka herkesi de “köleliğe” mahkûm eden târih uğrusu harbiyeli beyaz subaylarımızın Emir-gomuta zenciri içinde yazdırdığı ısmarlama ve düzmece târih kitabları da İşde, ancak bu kadar inandırıcı oluyor!.. |
Ordumuzda sınıflaşmaya sebep olan “kastlaşma” konusunda târih öğretmeni bir subayımızın yapdığı “tercüme sahtekârlığını” da tefrikamızın başka bir bölümünde fâş edeceğiz.
Bugün Kara Harp Okulu ile bildiğimiz mekteb, 1834 senesinde teşkil ve küşâd edildi. İlk mezûnlarını da açılışından tam 14 sene sonra, 1848 senesinde verdi. 1834 senesinden evvel, mektebli zâbit var demek, ancak târih ahlâksızlığı olur. Aynı şekilde, Kara Ordumuzda ilk asubaylık, “Küçük Zâbitlik” unvânı ile 06 Ekim 1909 târihli “Küçük Zâbit Mektebi ve Küçük Zâbit İptidâî Mektebi Nizâmnâmesi”ne tevfikan teşkil edildi. Bu târihden evvel ordumuzda “astsubaylık” ya da “astsubaylık muadili” bir asker sınıfı var idi demek de aynen böyle târih ahlâksızlığı olur. Yazdıkları târih kitaplarında asubay meslekdaşlarımız da sapkın subaylarımızın bu şıfşıflı ezberiyle konuşup aynı hâtâyı yapıyorlar, bundan vazgeçsinler.
Sayfa-5:
“II. Meşrutiyet devrinde ordunun ihtiyâcı olan astsubayların tıpkı subaylar gibi modern usullere göre yetiştirilmeleri bir zorunluluk olarak görülmüştür. 31 Mart Olayı’nda da kıtalardan yetişen bu bölük eminleri, çavuş ve “alaylı subayların” ayaklanmanın başında önemli roller oynaması Hareket Ordusu Komutanlığını bu konuda tedbirler almasına yöneltmiştir.”
2009 senesinde neşretdiği bu kitapda EDOK; kara asubaylığının son 100 senelik târihini iç hukûkumuz açısından konu etmiş.
- Devletimizin taraf ve ordumuzun üyesi olduğu;
- 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve
- 1952 Kuzey Atlantik (NATO) Andlaşmasına göre bizdeki asubaylık nedir?
- Dünyâ ordularında asubaylık denilen böyle bir asker sınıfı var mı?
- Dünyâ orduları arasında Türk Kara Asubaylığının hukûkî durumu nedir?
Bu konular hakkında tek kelime söyleyememiş.
Bakınız,
Kara Öğ.Yzb. Sadık TEKELİ hocamın 1987 senesinde yazdığı yüksek lisans tezindeki şu son cümlesini, EDOK yazdığı kitabda nasıl da makaslamış;
Sayfa 70:
“Türk Ordusundaki astsubaylar da erlerin yetiştirilmesindeki önemli katkıları ve erlerin en yakın komutanı olmaları yanısıra özellikle Kore Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekâtında üstün disiplin ve vazife aşkıyla hizmet etmişler ve Türk Ordusunda en az subaylar kadar önemli bir yer tuttuklarını göstermişlerdir.”
Tezinin son sayfasının son cümlesindeki bu tesbiti ile Sadık hocam,
Mehmet Ali BİRAND gibi çapsız zevzeklerin suratına aslında şedit bir tokat aşketmiş olmuyor mu?
* * * * *
Asubayları müebbet köleliğe lâyık görenlerden birisi de Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ.
Yeniçağ gazetesinde 17 Mart 2011 târihli makâlesinde Ümit hocam şöyle anlatdı, biz asubayları:
“Assubaylar, subayla erat arasındaki tamamlayıcı unsurdur! Birliğin yönetici kademesi subaylar ile yönetilen kademesi astlar arasında iletişim kurarlar.”
Biraz ağabey, biraz psikolojik, biraz komutan olarak ordu ile ilk geldiğinde sivil olan mehmet arasında tampon olan, mehmedi Mehmetçik haline getiren astsubaylardır.
Ümit bey, elleri gıçında gün boyu garargâh gezen subaylarımız,
Yönetilen kademesi “astlar” ile iletişim kurmakdan âcizler mi ki asubayları “lafcı” olarak kullanıyorlar, Allah aşkına?..
İkinci husus da şudur; bir subay çocuğu ve daha da önemlisi bir bilim adamı olarak Ümit bey, bana söyler misin? Bizim ordumuzdan başka dünyânın hangi ordusunda subaylar ile erler arasında laf gezdiren “tampon” bir asker sınıfı vardır, bunu bana anlatabilir misin? Buyur, gel! İsdediğiniz yerde konuşalım bu meseleyi... “Tamamlayıcı unsur” ne imiş, “tampon” ne imiş, anlatın bana bir hele...
Bakınız, Türk Dil Kurumu Sözlüğü, “tampon” kelimesi için neler diyor;
- Büyük tıkaç,
- İçi yumuşak maddeyle dolu şey,
- Donanım,
- Pamuklu özel parça,
- Çatışmanın şiddetini azaltan etken.
Şimdi soruyorum, asubay meslekdaşlarıma;
Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ’ın bu “tampon” târiflerinden siz, hangisine benziyorsunuz?
Üçüncü husus; bir hoca olarak bilmeniz gerekir;
- Osmanlı Devleti dönemindeki hukûkî durumu hakkında bugüne kadar bir tek cümle yazdınız mı?
- Türk ordusundaki asubayların bugünkü hukûkî durumunu biliyor musunuz?
- Dünyânın en güçlü devletlerinin en güçlü ordularında “asubay” denilen bir asker sınıfı var mı?
- 1949 Cenevre Sözleşmesinden (GC-III) haberiniz var mı?
- 1952 NATO Andlaşmasından haberiniz var mı?
- NATO/STANAG 2116’yı okudunuz mu?
- Zottirik Kenân’ın tertiplediği 12 Eylül Anayasasının 90’ıncı maddesini okudunuz mu?
- Devletimizin imzâlayıp taraf olduğu uluslararası andlaşma ve sözleşmere göre ordumuzdaki asker teşkilâtının nasıl olması gerekdiği hakkında bir kelime bilginiz var mı?
- Bugün gahraman diye alkışladığınız şehit Ömer HALİSDEMİR’in; Devletimizin taraf olduğu 1949 Cenevre Sözleşmesine göre esir kampına düşdüğünde, kendi subaylarının çorbasını pişirip çorabını yıkayacağından haberiniz var mı?
- Bugün gahraman dediğiniz Ömer HALİSDEMİR’lerin esir kampında babanız gibi subayların “hizmet eri” olmasına bir bilim adamı olarak aklınız ve vicdânınız izin veriyor mu?
27 Mayıs subay darbesinin elebaşlarından bir subay mahdûmundan başka ne beklenebilirdi ki?
“Tamamlayıcı unsur” ne demek Allah aşkına? Asubayları böyle târif etme hakkını kim verdi bu adama?
“Tamamlayıcı unsur” kavramı, bir insan olarak benim zihnimde “yedek lastik” ya da “kuma” gibi kavramları çağrışdırdı. Ve ben, bu tanımlamayı biz asubayları tahkir ve tezyif eden bir târif olarak kabul ediyorum şahsen. “Tamamlayıcı unsur” olarak nitelediği asubaylar, Ümit ÖZDAĞ’ın subay babasını da sırtında taşıdı. Babası kurmay oldu, önce darbe yapıp darbenin kaymağını yedi. Sonra da milletvekili seçilip bu kez de siyâsetin kaymağını yedi. Fakat bu şahısın, sırtına basıp terfiler ve makâmlar devşirdiği “tamamlayıcı unsurlar” dediği asubaylara ise bakınız ne oldu;
- Mesleğe “çavuş” başladı,
- "Köle" muamelesi gördü,
- 20 sene, 30 sene “çavuş” olarak hizmet etdi,
- Ve “çavuş” olarak föteri giyip tekaüd oldu.
- Sonra da Ümit beyin subay babasının aldığı tekaüd maaşının yarısını bile alamadı.
Siz, bu durumdan memnun musunuz? Asubaylar için sizin isdediğiniz bunlar mıdır, Ümit bey?
Bilim adamı olduğunu söyleyen Ümit ÖZDAĞ,
Kendi ağzı ile itirâf etdiği bu “kastlaşmayı”, içine zehirler gizlenmiş tatlı dolmalar olarak bize yutdurmaya çalışmış! Biz de yutduk tabi ki...
Kendisi okumuş, profesör olmuş!.. Ümit bey; asubayların, subayların gıçının yaması olmak isdemediğini, asubayların bütün dünyâ ordularında olduğu gibi, subay olmak isdeyebileceğini aklının ucundan bile geçirmemiş! “Tampon” olsun, “tamamlayıcı unsur” olsun! “Köle” olsun! Ve sonra da yarı maaşla emekli olsun, öyle mi? Her vatandaşın Anayasadan neşet eden “kendini gelişdirme” hakkından haberi yok bu adamın, ellâham... Yazık!..
Bugün asubaylar, subayların yapdığı herşeyi yapıyorlar. Yapmadıkları, yapamadıkları her şeyi de yapıyorlar. Fakat bir şeyi yapamıyorlar; subaylığa terfi edemiyorlar. Ne yazık ki Ümit bey bu makâlesinde kendisi çok doruklu “efendilik orgazmları” yaşamış! Fakat asubayların müebbet köleliğini kutsayıp bizlere de “kölelik fetişizmi” pazarlamaya yeltenmiş.
Subay gardeşlerimiz ne yapsın? Asubayların sırtından terfi alsın, mevki-makâm kapışsın! Canı sıkılınca da darbe yapsın! Subay gardeşlerimiz biz asubayları ömür boyu köle olarak kullansın. Subaylar çalışmasın, yardımcıları asubaylar çalışsın! Subaylar ölmesin, yardımcıları asubaylar ölsün diyorlar. Ve ne büyük aymazlıkdır ki “tampon” olmaya, “tamamlayıcı unsur” olmaya teşne kimi yazar-çizer meslekdaşlarımız da bu efendi-köle fetişizminin gönüllü bendesi oluyorlar. Asubaylara “subay ile er arasında ortada sandık” misâli figüranlık donu biçmek siz asubayların üzerine ne zamân vazife oldu kıymetli arkadaşlar? Subayların ortaya atdığı bu sahte ve ısmarlama “kimlik târifi” tuzağına düşdüğünüzün farkında değil misiniz? Bu vazifeyi size kim sipâriş etdi? Vazgeçin, bırakın sömürgen subay ezberi ile konuşmayı!.. Mâdemaki asubay olarak eliniz kalem tutuyor, yazmasını biliyorsunuz! Evvelâ biraz okumasını, öğrenmesini bilin! Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ’a sorduğum yukarıda gördüğünüz suâlleri kendinize bir sorun hele!..
Prof. Ümit ÖZDAĞ’ın yapdığına benzer sözler ile asubaylık denen gayri meşrû asker sınıfını takdis eden kendi meslekdaşlarımız da var ne yazık ki! Böyle yazıp çizen asubaylarımız, bizleri “tamamlayıcı unsur” görerek aslında hakâret eden ve bu hakâreti, sanki mârifetmiş gibi bize pazarlamaya yetlenen böylesi zevzeklerin sofrasına meze olduklarını anlasınlar gayrı... Bize yakışdırdığınız “tamamlayıcı unsurluğa” ve “tamponluğa” ben itiraz ediyorum, Ümit ÖZDAĞ. Hem de şiddetle... Eşşekliğe teşne olanlara semer vurmak isdeyen mamacılar elbetde olacakdır. Öyleyse bu durumda mamacılara fırsat vermemeliyiz. Asubaylığı savunduğumu zannetmeyiniz! Asubaylık adına benim hiçbir talebim yok! Çünkü ben Şükrü IRBIK, asubaylığı lağvetmek isdiyorum. Fakat asubaylık lağvedilinceye kadar ne olduğumuzu, daha da mühimi ne olmak isdediğimizi böylesi insanların kokuşmuş ağızına bırakmak yerine, kendi kimliğimizi, kendi kelimelerimiz ile kendimiz târif etmesini öğrenmeye mecbûruz.
* * * * *
Kânûnsuzluk üzerine inşâ edilen
Ve dahi
1951 senesinden beri dert, acı, öfke ve haksızlık üreten uyduruk Asubaylık sınıfının
Bugünkü hukûk içinde hakkını alabileceğini söyleyenlere inanmak akıllı adam işi olamaz!
66 seneden beri alamadığın haklarını almak için;
- Kimlerin önünde,
- Daha kaç takla atıp
- Ne zamâna kadar yalvarıp yakaracaksın?
Mensûbu olduğumuz Asubaylığın mevcudiyetini bugünkü durumu ile savunan Asubaylarımız,
Aynı anda şu altı şeyi daha yapıyorlar;
1. Anayasamıza ve uluslararası andlaşmalara karşı geliyorlar ve inkâr ediyorlar, 2. Anayasamızı ve dolayısı ile T.C Devletini tanımayanların suçuna ortak oluyorlar, 3. Ordumuzu parça bölük tefrikalara ayıran düşmânların değirmenine su taşıyorlar, 4. Asubayların emeğini sömürüp sırtından rütbe ve makâm devşiren sömürgen subayların ekmeğine yağ sürüyorlar, 5. Hak mücâdelesi vermeye çabalarken ordumuzdaki sınıflaşma çatlağını besleyip büyütüyorlar, 6. En hazini de kendilerini yakan bu cehennem ateşine Asubaylar, kendi elleriyle odun atıyorlar!.. |
* * * * *
Kölem Sağolsun!
- Bölüğün anası,
- İkinci sınıf muamelesi gören insan,
- Tâlihsiz kuvvet,
- Tamamlayıcı unsur,
- Tampon
Yukarıda gördüğünüz bu yakışdırmaları elin gevuru, gevur için bile söylemez be!.. Yazıklar olsun hepinize...
Bütün bunlar bir yana, asubaylığın bugünkü rezil durumunu kutsayan asubaylarımız da var.
İnsan, kendisini yakıp kavuran ateşe kendi elleriyle odun atar mı, Allah aşkına?
Atatürk, Türk milletine her şeyi öğretdi fakat “uşaklığı” öğretemedi! Ancak ne var ki Atatürk’ün makâmında oturup Atatürk’ün subayı olduğu söyleyen gürûh, Asubay dediği askerlere 1952 senesinden beri “uşaklığı” öğretmeye çalışıyor! |
Kendinden başka herkesi köle görüp köleliğe mahkûm eden,
Devletin türlü nimetini kendilerine mülk,
Her şeyin en iyisini kendisine hak gören böylesi karanlık suratlı insanların
Bugüne kadar söylediklerini özetler ise şâyet
Ortaya şöyle bir manzara çıkıyor; Kölem sağolsun!
Ben de bugün şöyle bir manzara görüyorum ortalıkda;
Sömürgen beyaz efendi Robinson Kurnazo
İle
Kendi yurdunda köle olmayı kabul etmiş Kara Köle Cuma Kerizo!
Hayât, aslında bu adamlardan hangisine gözel acap? Asubay meslekdaşlarım artık bir karâr versinler;
Yukarıda gördüğünüz şu resimde, Siz Asubaylar nerede duruyorsunuz?.. |
Şükrü IRBIK
(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
Asubay Tefrikası -1- , Dünden Bugüne Asubaylar
İşde, gene çaldım kapını!..
Sırtını güneşe dönünce dünyâ, dünün bu deminde
Sarığına yüz sürmeden sıvışmak isdedim semtinden!
Cehd etdim, fakat ne çâre! Bir şey gelmedi elimden...
Tepdiğim her yol, senin rubâilerine getirdi beni...
İzin verirsen şâyet
Bir iki kelâm aşıracağım senden, ey Çadırcı; önce rûhun şâd olsun, sonra da haberin...
İki gün var ki şu dünyâda, bence ha var, ha yok! Daha gelmemiş gün, bir; geçmiş gün, iki... Öyleyse elimizde var bir gün... O da bugün!.. |
Üç nefeslik de ömrümüz var, şu âlemde;
Birincisini dün yudumladık!..
Yârınkini alacak mıyım, bilmiyorum!..
Elde kaldı biricik nefes; o da bugünkü!..
Gün bugündür deyip bize bahşetdiğin hakikâtleri
Ömrümüzün son nefesine kadar yazmak boynumuza borç oldu!..
Ne varsa kısmetde, o çıkacak kaşıkda, nasıl olsa!
Doğduğum gün alnıma yazdığını benim için bugün bozacak değilsin ya, Ey Çalap!..
* * * * *
Sevişiyorlar!
Hem de
Senenin her mevsiminde,
Mevsimin her ayında,
Ayın her gününde,
Günün her saatinde, her sâniyesinde; sevişebilen ve doğurabilen tek canlı türüyüz, vesselâm!..
Aha! İşde, mücâmaa ediyorlar!
Bıyıklarını süpürge edip de
Şarap ile abdest aldığın şu meyhânede daha dün
Diyen sen değil miydin, Hayyâm?
Sabaha karşı âşıkların iniltisi
Murâî softanın ezânından güzel!
Tırnaklarını köküne kadar geçirip yek diğerinin etine, azgın yılkı gibi inliyorlar şehvetin şâhikalarında...
Değil mi ki, hilkatın esbâb-ı mucibesi!
Gök kubbenin her köşe bucağında
Bulduğu hali yerde milyonlarca erkek-dişi
Tabiatın mutlak dâvetine icâbetle sarmaşık olmuşlar da şimdi
Alenen sevişiyorlar...
Sevişme, diyebilir misin?
* * * * *
Doğuruyorlar, doğuyorlar!..
Dünyâ denen şu dipsiz çark-ı feleğin her yerinde;
Çölde, kutupda, doğumevinde, kendi hânesinde, obada, yaylada, dağın eteğinde, bağın dibinde...
Ya da koca bir çınarın kavruk kovuğunda...
Dokuz otuz gün evvel sabahın seher deminde şehvetle inleyen binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce kadın,
Şu anda ecel teri dökerken doğum sancısıyla kıvranıyor!
Yerin gök, göğün yer olduğu fırtınalı ve azgın denizlerde çekdiği çileleri unutdu ise denizciler!
Niye unutmasın ki, yarı ölüm demek olan doğum sancısını kadınlar?
Aha!.. İşde, bak!
Derin bir nefes aldıkdan sonra dişlerini can havli ile sıkıp da
Şedit bir ıkınış ile son bir kez daha rahimini öyle açdı ki! Görsen, dev bir gergedan ağzını açmış sanırsın! Bu kadar yüzbin gebe kadın, karnındaki yükden kurtulmak sevinciyle bebesine nefes verdi!..
Dokuz kere otuz günden beri etene içinde beslenip büyüdükden sonra sırasını bekleyen yeni canlar,
Yeni kader defterlerine aha şimdi, kayıt yapdırdılar...
Doğurma, doğma diyebilir misin?..
* * * * *
Ölüyorlar!
Kendini yele vermiş gazel misâli, düşüp karışarak kap kara toprağın bağrına üçer beşer...
Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak, bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.
İşde!..
Bir can daha avladı ecel avcısı, can pazarından az önce...
Bizim mahallenin softa müezzini bunu görünce;
Telâş ile tırmanıp hemen minârenin şerefesine
Yeni bir salâ daha vermeye başladı, o çatlak sesiyle...
Şu tepenin öte yüzündeki kabrisdanın kambur mezârcısı
Tütününü tütdürürken, işe yaradığının verdiği keyif ile
Yeni bir kabir daha kazmak için kolları çokdan sıvadı bile...
Ömrümüzün mutlak ve son evresi...
Ölüyorlar! Kimisi şehit, kimisi gâzi! Ekserisi de usûleten!..
O ecel çavuşu dikildi mi tepene
Bir yudum su iç bakalım, içebilirsen!
Sevinsek de sinsice, o canın öldüğüne,
Var mı düşmeyen, ecelin bu şaşmaz tuzağına?..
Seni de bekliyorlar ey fâni, bu sessizler diyârına!..
* * * * *
Doğum ile ölüm arasındaki bu eskimez fasılın ikinci evresindeyim kendimce! Dönüşü olmayan bir yolda mütemadiyen ilerliyorum. Şu an nefes aldığım muhakkak! Fakat bir sonrakini alacağım tam bir muammâ! Dilimdekileri son harfine kadar dökdükden sonra bineyim diyorum, imamın kayığına kendimce. Doğum dönemecini geride bırakalı epeyi olduğuna göre
Bildiklerimi, bulduklarımı, anladıklarımı söylemek için bugünden tezi yok!
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diyen senin peygamberin (s.a.s) değil mi?
Üsdelik,
Herkesi bildiğinden hesâba çekecek de sen değil misin?
Söylemez isem şâyet
Bildiklerimin hesâbını nasıl veririm sana, ya El Kerîm?
* * * * *
Dünden Bugüne Asubaylar
Bugünkü askerî mevzuâtımızda “Astsubay” olarak bize yutdurulan uyduruk asker sınıfı hakkında
Bugüne kadar yazılan kitap künyelerini şöyle tasnif edebiliriz;
1. Deniz Lisesi ve Harp Okulu Târih Öğretmeni (E) Dz. Bnb. Fevzi KURTOĞLU; Deniz Mektepleri Târihçesi, (Birinci kitâp: 1929) (Büyük Erkânıharbiye IX. Deniz Şubesi), Deniz Matbaası, İstanbul-1931. 2. Deniz Lisesi ve Harp Okulu Târih Öğretmeni (E) Dz. Bnb. Fevzi KURTOĞLU; Deniz Mektepleri Târihçesi, (İkinci kitâp 1941): (Genelkurmay Başkanlığı IX. Deniz Şubesi), Deniz Matbaası, İstanbul-1941. 3. Kara Öğ.Yzb. Sadık TEKELİ; Küçük Zâbit Mektepleri (1909’dan Günümüze) Ankara Üniversitesi TİTE, Yüksek Lisans Tezi, Ankara-1987. 4. Deniz Astsubay Hazırlama Okulu Komutanlığı; 1890’dan 2003’e 113 Yıllık Şanlı Geçmişin Târihçesi, Deniz Astsubay Hazırlama Okulu Komutanlığı/Beylerbeyi, Deniz Basımevi, İstanbul-Nisan 2003. 5. EDOK Okullar Komutanlığı; Astsubay Okulları Târihi (Kara Kuvvetleri Astsubay Okulları 100 Yaşında), EDOK Okullar Komutanlığı Matbaası, Balıkesir-2009. 6. Deniz Radar Asubay Kıdemli Başçavuş Aydın KULAK; Vatanını Ast Seven Subaylar; “Assubaylar”, www.emekliassubaylar.org yayınları-1, e-baskı İzmir, Aralık 2012. 7. Dr. Hava Asubay Kıdemli Başçavuş Osman Toprak; Bir Astsubayın Kalemininde Astsubaylığın Târihi, Birleşik Matbaacılık, birinci basım, İzmir-2013. 8. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı; 125’inci Yılında Deniz Astsubaylığı (1890’dan 2015’e) Deniz Basımevi Müdürlüğü, Pendik/İstanbul-Ekim 2015 9. Kara Gâzi Asubay Başçavuş Oktay YILDIRIM; Astsubay Hakkında Herşey, Kaynak Yayınları, İstanbul-2016. |
Mensûbu olduğumuz gayri meşrû asubaylık mesleğinin târihini bilmek ve tanıtmak bakımından bu kitaplar elbetde çok kıymetli ve önemlidir.
Bu yazarlarımız, kendi bildikleri kadarıyla
Ya da
Hep kendine yontan resmî subay fikriyâtının dayatdığı sınırlar içinde kalarak asubaylığın “resmî” târihini anlamaya, anlatmaya çalışdılar.
Gerek kuvvet komutanlıklarımızın sonsuz maddî imkânları ile âdet yerini bulsun diye yazdırılan subaylarımıza
Ve gerekse yazmak mârifetini, daha da mühimi cesâretini gösderen asubaylarımıza minnet borçluyuz.
Fakat bu kitapları tetkik etdiğimizde; yazarlarımızın ne yazık ki Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarımızın çizdiği sınırlar içine sıkışıp kaldıklarını görüyoruz. Yalanlarla süslenmiş resmî târih kalıpları içinde bize birşeyler vermeye, hattâ daha açık bir deyiş ile dayatmaya çalışmışlar.
Vermek isdedikleri bilgi de aslında gerçekleri değil fakat taassuba gark olmuş ve infisâh etmiş subay zihniyetinin, bizim bilmemizi isdediği kadarıyla sınırlı... Bu tutumları ile yazarlarımız, havan dövücünün hınk deyicisi olmuşlar âdetâ! Bu sözümüzden dolayı sevip saydığımız bu meslekdaşlarımız bize gönül koymasınlar. Bu makâle tefrikamızda ortaya çıkartacağımız hakikâtlerden sonra bize hak verecekler.
Kaç kısım tutacağını şu anda bilemediğim bu “Asubay Tefrikasında”,
Veya reddiye,
Veya teşhir, tenkid...
Nasıl tesmiye ederseniz, edin!..
Kitapsız yazar ben Şükrü IRBIK,
Asubay denilen asker sınıfının “yalanlar târihini” yazacağım, inşallah. Biz bugün burada, Genelkurmay Başkanlığı, M.S.B ve hele de kuvvet komutanlıklarımızın bugüne kadar tertipleyip bizlere pazarladığı yalan-dolan asubaylık târihindeki mevcut bilgilerin çok çok ötesine geçeceğiz.
Sâdece kendi menfaatine kilitlenmiş köhne ve kokuşmuş subay zihniyetinin;
Ya da
Ya da
belgeleriyle birlikde ilk defâ olmak üzere gün ışığına çıkartacağız, evvel Allah. |
Bugün Asubay dediğimiz asker kişileri;
Karanlık suratlı insanlar bugüne kadar peydahladığı karanlık mevzûât ile karanlıklarda boğdular!
Fakat biz bu tefrikamızda evvel Allah,
O karanlık suratlı insanları ve karanlık mevzûâtını
Ortaya dökeceğimiz hakikâtlerin aydınlığı ile boğacağız!
Öyle ise, haydi arabacı;
Atları hızlı sür ki
Asubaylar Tefrikasında fâş edeceğim belgeler ile;
Ve dahi
|
* * * * *
Asubay Tefrikası isimli bu makâleler silsilesinin her bir bölümünde
Aşağıda gördüğünüz şu hakikâtlerden birisi ile yüzleşeceğiz;
1. Kahraman Asubaylarımızın “İhtiyâçlar Silsilesi”ndeki perişân hâli nedir?
2. Asubayların “kandırılmaya doymayan asker kişiler” olduğunu göreceğiz.
3. Kara Harp Okulunun ilk komutanı kim idi?
4. Coni’de var imiş, öğrendik! Peki bizim ordumuzun ilk Genelkurmay Başkanları (Serasker) kimler idi?
5. Türkiye Cumhuriyet Ordusunun “ucuza mâl olan askerleri” kimlerdir?
6. Ordumuzun yekpâre asker yapısını Genelkurmay Başkanlığının oluruyla kim tahrif ve tebdil etdi?
7. Zottirik Kenân şöyle demiş idi; “Başçavuş, benim teğmenimden fazla maaş alamaz!” Peki, bu tâlimatı Zottirik Kenân kimden duydu?
8. 1927 senesinde değnek ile darp edilip prangabent vurularak cezâlandırılan askerler kimler idi?
9. Tam 50 sene boyunca rütbesi “kânûnsuz olarak” geri alınan askerler kimlerdir?
10. Biz Asubaylar, OYAK’ın dâimî üyesiyiz ve aidat ödüyoruz, çünkü kânunu var. Yönetim ve denetleme kurullarında da vazife alıyoruz. Peki, bunun kânunu var mı?
11. “Nev’i şahsına münhasır askerler” kimdir? Kimlere tampon diyorlar?, Bölüğün anası kimdir?
12. Muvakkat ve mükellef (Nizâmiye) asker sınıfı olarak teşkil edilen ordumuzdaki “Küçük Zâbit” ve “Gedikli küçük Zâbitlik" zamân içinde “muvazzaf” sınıfa nasıl d