Asubay Tefrikası 6-2, Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6-2

Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar

 

 

Asubay Tefrikası -6-nın birinci kısmını teşkil eden makâlemiz ile;

Türkiye’nin en çok aldatılan insanlarının kimler olduğuna dâirAsubay Tefrikası 6-1, Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

Epeyi bilgi edinmiş idiniz. 

Lâkin,

Kırmızı buğday niyetine tarladan değil fakat

Dağarımızdan binbir emek ile derleyip de

İrili ufaklı binlerce kelimeyi sabır değirmeninde şevk ile un eyleyerek

Bunca zamândan beri sinemde biriken ter ile yoğurdukdan sonra

Ekşi mayalı, mis kokulu çıtır ekmekler pişirip

Agaya beleş! düsturu ile kapınıza kadar bilâ ücret ulaşdırsak da

Varın, siz o makâlemizdeki kelimelerin hiçbirisine kulak asmayın!

Asubay Tefrikası -6-‘nın ikinci kısmını terkip eyleyen işbu makâlemizde,

Aslında bugün sâdece bir tek bilgi öğreneceksiniz, inşallah!

Asubay Tefrikası 6-2, Eski Tüfek Şükrü IRBIK

*  *  *  *  *

 

Asubaylığın teşkil edilmesindeki sinsi maksadı fâş eylemek, bu makâlemizin elbetde yegâne hedefi değildir!

Özü itibârı ile bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” olarak tesmiye etdiğimiz askerlerin,

Memleketimizin en çok aldatılan vatandaşları olduğunu belgeleri ile gözler önüne sermek sûreti ile

Asubayların aldatılmasının perde arkasını tam olarak görmek

Ve dahi

Gedikli” isimi verilen asker sınıfının donanmamızda teşkil edilmesindeki gizli maksadı ortaya çıkartmak için yazdığımız bu makâlemiz aynı zamânda;

Astsubay” denilen asker sınıfının ordumuzda teşkil edilmesine karşı duran dar kapsamlı bir “reddiye”’dir.

 

*  *  *  *  *

 

Ellerini açıp başını göğe doğru çeviren Oğuz Kağan

İkibinikiyüzyirmibeş sene evvelinden şöyle duâ etdi;


Asubay Tefrikası 6-2_Bilge Kağan_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK 

Ulu Tengri! 

 Gök Tengri!

 Gözel Tengri;

 Türk toprağında hürler yaşasın!

 Ȃdâlet hüküm sürsün sâdece!

 Türk yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki

Fakirlik suç sayılsın!


     Türk atası Oğuz Kağan; 


     Kendi milletine hürriyet, adâlet ve zenginlik bahşetmesi için

     Gök Tengri’ye işde, böyle yalvardı!

 

*  *  *  *  * 

 

Kendisini ziyârete gelen Romanya Dış Bakanı Vicktor Antonesko ve hanımı şerefine yemek vermek için

16 Mart 1937 Salı akşamı Ankara Park Otele giden Birinci Cumhurbaşkanı ATATÜRK,

Yemekler yenir iken sohbetin koyu bir deminde Romanya’lı misâfirlerine şöyle dedi. 

Asubay Tefrikası 6_2_Kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

*  *  *  *  *

 

  • İkibin küsûr sene evvelinden Oğuz Kağan, kendi milletine “hürriyet, adâlet ve zenginlik” vaad etdi.

        Ve dahi

  • Seksen sene evvelinden Birinci Cumhurbaşkanı M. Kemâl ATATÜRK, kendi milletine “neşe” vaad etdi.

Peki,

Bizim devletimizin kimi adamları ve zâbitânı, “Astsubay” dedikleri uyduruk askerlere geçen asırlarda;

  • Neler vaad etdi?

         Ve daha da mühimi

  • Ne muâmelesi yapdı?

Bu suâllerin cevâbı da işbu makâlemizin “ast” başlıkları olacak, inşallah!

Asubay Tefrikas -6-‘nın ikinci kısmını terkip eden konumuza sayfalar dar geldi.

Bu sebepden dolayı ikinci kısmı üç “ast” başlık altında neşredeceğiz.

Bunlar;

  • Birinci kısımda, Donanma Ordumuzda Asubaylığının teşkil edilmesinin gizli maksadını,
  • İkinci kısımda, Havâî Ordumuzda Asubaylığın teşkil edilmesinin maksadını,
  • Üçüncü kısımda Berrî (Kara) Ordumuzda Asubaylığın tertip edilmesinin yürek burkan acı gerçeğini fâş eylecek,
  • Sonraki kısımlarda ise “külfetnimet” üleşimindeki akla ziyân rakamları vereceğiz, inşallah...

 

Eski Tüfek’den bugünlerde, buralarda öğreneceğiniz bilgiler karşısında

Şaşırmakdan da öte,

Afallayacaksınız!.. 

 

*  *  *  *  *

 

Asubay dedikleri asker sınıfının ihtiyâçlar silsilesindeki yerini anlamak için

İltifât buyurursanız şâyet

Evvelâ Deniz Asubaylığının ordumuzdaki târihine doğru ve kısaca bir nazâr eyleyelim.

   Genelkurmay Başkanlığı MSB diyor ki;

   Berrî (Kara) Ordumuzu, M.Ö. 209 senesinde teşkil etdik.   

   Bahrî (Deniz) Ordumuzu, 1081 senesinde teşkil etdik. 

   Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi, 1776 senesinde teşkil etdik.

   Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiye”’yi de 1834 senesinde teşkil etdik.   

 Harp Okullarımız hizmete açılmadan evvel Osmanlı Ordularımızda iki sınıf asker mevcut idi;

  1. Nefer (Gönüllü/Kur’alı)  

  2. Zâbit (Alaylı)  

Aynı cümleden olmak üzere gene bu târihlere kadar komutanlarımızın hemen hepsi “alaylı” idi.

Erlikden terfili başkomutanlarımızın sevk ve idâre etdiği kara ve deniz ordularımız,

Asırlar boyunca zaferden zaferlere koşdu...

Üç kıtayı yurt, denizleri göl eyleyen devletimizin yüzölçümü, 21 milyon kilometre kareye kadar genişledi.

Fakat, şu tuhaflığa bakınız ki;

Avrupa devletlerinden örnek aldığımız “harp okullarının” memleketimizde açılması ile birlikde,

Berrî ve bahrî ordularımız, muharebelerde düşmân karşısında peşpeşe mağlub edilmeye başladı.

Ve bu sözde ve şâibeli “garblılaşma” neticesinde bir şey daha oldu;

Ordumuzda çok tehlikeli bir “sınıflaşma” ve “kastlaşma” başladı...

Açdığımız her yeni asker mektebi, kendine özgü yeni ve ayrı asker sınıfları doğurdu!

Er ve zâbit”’den müteşekkil Osmanlı Devletinin iki sınıflı kavi ordu yapısını

İlk defâ teşkil etdiğimiz “gedikli” sınıfı ile 1890 senesinde, Bahrî ordumuzda bozduk!

İlk defâ teşkil etdiğimiz “küçük zâbit” sınıfı ile de 1909 senesinde, Berrî ordumuzda bozduk!

Peki,

Ordularımızın iki sınıflı sağlam bünyesini bozmak bahâsına icâd etdiğimiz bu ara sınıf” askerleri,

Paslı bıçak gibi ordumuzun döşüne saplayan beyaz zâbitân heyetimizin,

Bu “ara sınıfları” peydahlamasındaki gizli maksadı ne idi?

 

*  *  *  *  *

 

Gülgûn şarap, gül kokulu güzeller, yeşil çimen, bir somun da ekmek dedin hep;

Ey Hayyâm! Sana ayyaş diyenler utansın! Sen, güzel adammışsın be!

Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;

Bana sapık, dinsiz der durursun.

Peki, ben ne görünüyorsam O’yum:

Ya sen? Ne görünüyorsan O musun?

 

*  *  *  *  *

 

Ordularımızdaki bu tehlikeli “kastlaşmanın” sebebini anlamak için

Evvelâ ordularımızdaki “sınıflaşmayı” ve bu sınıflaşmanın getirdiği “bölünmeyi” anlamalıyız!

Bölünmeyi iyi olarak anlar isek şâyet bölünmenin sebebi de kendiliğinden zuhûr eyleyecek, inşallah!

Ordumuzun kaşar dilimi gibi ince ince ve “sistemli” olarak sınıflara bölünmesini fâş eylemeye

Benim de eski bir mensûbu olduğum Donanmamız (Deniz Kuvvetleri) ile başlayalım...

 

*  *  *  *  *

 

A. Donanmada “Gedikli”, “Gedikli Zâbit” ve “Küçük Zâbit” Sınıflarının Teşkil Edilmesinin Sebebi;

Donanmamıza “kastlaşma”  ve “bölünme” getiren ilk tâbirât da târih sırasına göre şunlar; 

Bu tâbirâtı donanma ıslâhımıza dâhil eden Nizâm/Kânunnâmeler de gene târih sırasına göre şunlar;

1. 1701 Donanma Kânunnâmesi,

2. 1792 Donanma Kânunnâmesi,

3. 1890 Gedikli sınıfı Nizâmnâmesi,

4. 1913 Efrâd, Küçük Zâbit ve Gedik Zâbit Nizâmnâmesi.

 

*  *  *  *  *

 

İsimlerini yukarıda zikretdiğimz Donanma Nizâmnâmelerini târih sırasına göre şöyle bir görelim hele!..

1701 Donanma Kânunnâmesi;

Bahriyemize özgü olan “gedik” tâbirine ben ilk kez, donanmamızın ilk kânunu olan 1701 Donanma Kânunnâmesinde rastladım. Bu kânunnâmede “nefer”, “aga”, “reis”, “ümerâ”, “zâbit”, “gedik” ve “donanma gedikli zâbitliği” tâbirâtı var. Bu dönemde donanmamızda mektep henüz yok idi. Mekteb olmadığı için gemi tayfasının handiyse tamâmı okuma-yazma dahi bilmiyor idi. Gemicilik mesleği “usda-çırak” esâsına göre ezbere öğreniliyor idi. 1701 Kânunnâmesinden de anlaşılacağı üzere “gedikli” ve “gedikli zâbit” tâbirâtının donanmamız ıstılâhına 1701 senesinde girdiğini görüyoruz. Bu kânunda ”gedik”lerin ne olduğu ve bu “gedik”lerde hangi “zâbit”’lerin görev yapacağı açıklanmış. Fakat o dönemde donanmamız tayfası arasında henüz belirgin bir “sınıflaşma” yok! Bir başka ifâde ile “gedik”lerde görev yapan “zâbit” tayfasının tamamı, tek sınıf olarak teşkil edildi. 

  • Gedikli zâbit” ve “zâbit” tâbirâtı, donanmamızda “devâmlı” (muvazzaf) olarak görev yapan tayfanın “sınıf” ismi oldu.
  • Gedik” tâbiri ise “zâbit”lerin yapdığı “görev(kadro) anlamında kullanıldı. 

Asubay Tefrikası 6_2_ Kölelikden terfili Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bu dönemlerde donanma gemilerimizde en düşük rütbe ile göreve başlayan bir tayfa,

Kâbiliyetine ve celâdetine koşut olarak o gemiye “reis” olabiliyor idi.

Buna en güzel örnek ise “palabıyık” lakablı Cezâyirli Gâzi Hasan Paşa’dır.

Tekirdağlı bir tüccarın âzâd etdiği bir köle olan

Ve dahi

Cezâyir’deki korsan gemilerinde tayfalık yapdıkdan sonra

1761 senesinde Osmanlı donanmasında “kalyon kaptanı” olarak gemiciliğe başlayan Hasan,

Kaptan-ı Deryâ (Deniz Kuvvetleri Komutanı)’lığa kadar terfi edebilmiş idi.

 

*  *  *  *  *

 

Gedik” ve “gedikli” kelimelerinin anlamını öğrenmek için de sözlüğe bakdık!

TDK, ilk Türkce sözlüğünü 1944 senesinde neşretdi. Bu sözlüğümüze göre  “gedik” ve “gedikli” ne demek imiş, buyurun görelim;

Asubay Tefrikası 6_2_ TDK Sözlük_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6_2_ TDK sözlük_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Hazır, TDK’ya gitmiş iken bir de “asubay” kelimesine bakalım dedik!

Çift “s” ile yazıldığına bakmayın siz!

Asubay Tefrikası 6_2_ TDK sözlük_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6_2_ Evvelden Ahire Işıltılı Yansımalar_3_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 Cumhuriyetimizi;

  • 1920 senesinde kurduk,
  • 1923 senesinde ilan etdik!
  • 1928 senesinde eski yazıyı terk etdik ve Türkce harfler ile yazmaya başladık.
  • ATATÜRK, o zamânki ismi Türk Dili Tetkik Cemiyeti olan TDK’yı 1932 senesinde teşkil etdirdi.
  • Fakat TDK, ilk Türkce Sözlüğümüzü ancak ve lutfen 1944 senesinde neşredebildi.

   "Asubay" kelimesini 1944 senesinde TDK sözlüğüne böyle çift “s” ile yazan gerzeklerin; 

  • ATATÜRK’ün 11 sene evvel hazırladığı rütbe isimleri kitabından,

        Ve dahi

  • Aynı sene meriyyete koyduğu 2771 sayılı Ordu Dâhilî Hizmet Kânunundan haberi yok ki!    

  

*  *  *  *  *

 

Gedikliler ve Ȃdem SERT isimli makâlemizde 17 Şubat 2017 Cumâ günü fâş eylemiş idik!Gedikliler ve Adem SERT; Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bu hakikâti bugün burada bir kez daha tekrâr edelim. Gerek 1701, gerekse aşağıdaki bölümde bahsedeceğimiz 1792 Donanma Nizâmnâmelerinden ortaya çıkan çarpıcı hakikât şudur; 

Bugün “çavuş” ve “başçavuş” olarak bildiğimiz ve "astsubay" sınıfına özgü olan “rütbe isimleri”, bu kânunnâmelerde “gedikli zâbit” sınıfına dâhil olan tayfaları temsil ediyor idi. Bir başka ifâde ile Deniz Kuvvetlerimizde bugün “subay ve asubay” olarak bildiğimiz asker sınıflarının her ikisi de 1701 ve 1792 kânunlarına göre “gedikli zâbit” idi.

Bugünkü mevzuâtımızda “astsubay” dediğimiz biz askerlere

gedikli” diyerek tahkir ve tezyif etmeye yeltenen

   târih câhili, yalancı, bölücü ve şerefsiz subaylarımız bu hakikâti öğrensinler!   

*  *  *  *  *

 

1792 Donanma Kânunnâmesi;

Osmanlı Donanmasına çeki düzen veren ikinci kânunnâme ise 1792 kânunnâmesidir. “Gedikli” kelimesine de ilk defâ bu kânunnâmede rastladım. 11 Temmuz 1792 târihinde meriyyete konulan bu kânunnâme ile donanmamızda ilk kez bir sınıflaşma başladı. Bunun sebebi de 1776 senesinde “hendesehâne” ismi ile ilk bahriye mektebinin teşkil edilmesi ile birlikde donanmamızda “mektebli zâbit” döneminin başlamasıdır. “Hendesehâne”den mezûn olan zâbitânın gemilerde göreve başlaması ile birlikde, donanmadaki tayfa sınıflarından birisi bu kez “zâbit” ya da “gedikli” olarak tesmiye edildi. Buradaki “gedikli” kelimesinin anlamı ise bugünkü “muvazzaf” kelimesinin ta kendisidir. 1792 Donanma Kânunnâmesi ile tayfalar, aşağıda görülen dört sınıfda tasnif edildi;

  • Birinci sınıf tayfa; “zâbitân” sınıfı olup geminin değişmez mürettebâtı idiler. “Gedikli” denilen bu sınıfdaki tayfa unvânları şunlar idi; birinci, ikinci, üçüncü reis; gemi hocası (kâtibi), vekilharç, gemi ağası, odabaşı, gemi başçavuş ve çavuşları, bölük çavuşları yerinde olan çavuşlar, serdümen, vardiyan; her batarya için bir sertop (baştopcu), her top için bir top kethüdası, topçu ustaları; kılavuz, cerrah, imam, ambarcı, kandilci, kalafatcı, burgucu, yelkenci, marangoz ve dalgıç. Bunlara “gedikli” sınıfı da denilirdi.
  • İkinci sınıf tayfa; Aylıkcı mariner (gemici)’ler idi.
  •  Üçüncü sınıf tayfa; Taşra neferâtı (dışarı erleri) denilen eski levendlerin yerine geçen tüfekciler (silâh endazlar) olup bunlar da her kazadan birer “aga” ve iki “sancakdârı” ile birlikte gelir idi.
  •  Dördüncü sınıf tayfa; Bâzı adalardan kayıkları ile katılan Rumlar idi. Osmanlı Donanmasında, hırıstiyanlar önemli bir yer işgâl etmekte idiler. Gemi ustalarının %95’i,  aylıkcı marinerlerin %75’i, topcu ve gemici erlerin yarısı hırıstiyan idi.

 

Yukarıda söz etdiğimiz donanma tayfalarından;

Birinci sınıfa dâhil olanlar “gedikli (dâimî)” bugünkü anlamı ile “muvazzaf” tayfa,

Diğer üç sınıf ise “muvakkat (geçici/mevsimlik)” bugünkü anlamı ile “sözleşmeli” tayfa idi.

Gedik” ve “zâbit” kelimelerinin 1792 senesinden sonra meriyyete konulan nizâmnâmelerde “zâbit gediği” ve “gedikli zâbit” şekline tebdil olunarak bugünkü “gedikli zâbit” tâbirine evrildiğini görüyoruz.

 

*  *  *  *  *

 

Yeri gelmiş iken târih uğrusu zâbitânımızın yapdığı bir târih sahtekârlığını burada teşhir edelim. Bugün bildiğimiz “subay” sınıfının bir zamânlar “gedikli zâbit” olduğunu beyaz subaylarımız hep inkâr ederler. Bakınız, aşağıda iki kitabdan sayfalar var. Donanma gedikli zâbitliğinden bahseden soldaki kitab, bir doktora tezi olarak yazılmış. Bu bilim adamı, kaynak olarak aldığı makâlede ne gördü ise aynısını kitabına almış.

Fakat sağ tarafda gördüğünüz kitabı Genelkurmay Başkanlığımız, Naci ÇAKIN ve Nafiz ORHON isimli emekli iki zâbitine yazdırmış.

Şöyle bir mukâyese ediniz, bakalım!

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Her iki kitabı yazan şahıslar; bu sayfalardaki bilgiyi, kendisi emekli bir bahriye zâbiti olan Safvet’in 1913 senesinde neşretdiği “1205’de Donanmamız” isimli makâlesinden almış.

Fakat beyaz zâbitân heyetimiz, nasıl da âdice bir “târih uğruluğu” yapmış, yukarıda siz kendiniz görünüz!

Okudunuz, biliyorsunuz!Gedikli Erbaş Sahtekarlığı -1- Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Ordumuzun “Gedikli Erbaş” isimli asker sınıfı hakkında Genelkurmay Başkanlığımızın çevirdiği tezgâhı

Gedikli Erbaş Sahtekârlığı isimli iki bölümlü makâlemiz ile 09 Ocak 2015 Cuma günü fâş eylemiş idik! 

Gedikli zâbit” ve “gedikli subay” tâbirâtının Türkce söz dağarımızdan silinmesi konusunda Türk Dil Kurumu ve Genelkurmay Başkanlığımızın çevirdiği çok sinsi bir kumpas var ki,

Bu tezgâhı çevirenlerin etinden et kopartacağımızı da bilsinler!

 

*  *  *  *  *

Çavuş Mustafa Kemal_ Eski üfek Şükrü IRBIK

 

Çavuş Mustafa Kemâl! isimli makâlemizde 09 Mart 2016 Çarşamba günü ile fâş eyledik! Kara Harp Okulu talebelerine “sınıf çavuşu” ve “sınıf başçavuşu” gibi rütbeler veriliyor idi. 1889 senesinde Pangaltı’daki Harbiye Mektebine kayıt olduğu gün Mustafa Kemâl efendi de sınıfının “çavuşu” oldu.

Aynı durum Bahriye Mektebi (Deniz Harp Okulu)’nde de mevcut idi. 1897 senesinde yapılan bir düzenleme ile günlük faaliyetin müfredâta uygun olarak tatbik edilmesine yardımcı olması için her sınıfın kâbiliyetli talebeleri arasından birer “sınıf onbaşısı” ve “sınıf çavuşu” tefrik edilir idi. Beyaz subaylarımızın tertiplediği Deniz Harp Okulunun “resmî ve fakat düzmece târihcelerinde bunlardan tek kelime bahsetmezler.

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Yukarıda gördüğünüz bilginin kaynağı da Şakir BATMAZ’ın 2002 senesinde hazırladığı şu doktora tezidir.

 

*  *  *  *  *

 

Donanmamızın başına tüneyen soyu bozuk beyaz zâbitânımız;

Zamâna yayarak sinsice çıkardıkları elvân çeşit kânun ile

Donanma ordumuzu “sistemli” bir şekilde, birbirini anlamayan, sevmeyen ve güvenmeyen sınıflara böldüler.

Vatan hâini ve garbperest beyâz zâbitân heyetimizin sokduğu bu fitne ve irticâdan sonra

Osmanlı Donanması denizlerde bir daha gâlibiyet yüzü görmedi...

 Donanmamızın şanlı târihindeki o ihtişâmlı günlerine tekrâr dönmesinin biricik şart vardır;

Yekpâre ve sınıfsız orduyu esâs alan 1701 Donanma Kânunnâmesini ihyâ etmek! 

Donanma Gediklisine dâir olarak bu bilgiyi ben,

Kendisi de bir donanma zâbiti olan Safvet’in 1913 senesinde neşretiği “1205’de Donanmamız” isimli makâlesinden iktibâs eden kitaplardan aldım.

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Donanma târihimiz hakkında çok kıymetli bilgiler ihtivâ eden ve eski türkce yazılmış 8 sayfalık bu makâleyi,

Bugüne kadar 105 sene geçmesine rağmen Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız bugüne kadar hâlâ Türkceye tercüme etmedi.

 

*  *  *  *  *

 

Donanmamızın zâbit hâricindeki asker sınıflarını doğru ve tam olarak anlayabilmek için

Konuya girmeden evvel üç hususda doğru bilgileri fâş eyleyelim. Bu konularımızın başlıkları şunlar;

1. “Gedikli” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.

2. “Gedikli zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.

3. “Küçük zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri.

 

*  *  *  *  *

 

1. “Gedikli” sınıfının teşkil edilmesi ve Donanmamız askerî silsilesindeki yeri; 

1792 kânunnâmesini hâriç tutar isek şâyet donanmamızda “gedikli” isimli asker sınıfı, ilk kez 1890 senesinde ihdâs edildi. 1792 kânunnâmesi ile teşkil edilen “dört sınıflı” teşkilâtın yerini, 1850’lerde “iki sınıflı” bir teşkilâta bırakdığını görüyoruz. Bunun sebebi de Osmanlı Bahrî ve Berrî ordularında kur’a esâsına dayalı “mükellef” askerliğin başlamasıdır. 

Osmanlı donanmasında 1792 kânunnâmesi ile teşkil edilen “dört sınıflı” teşkilâtın yerini, "mükellef" askerliğin ihdâs edilmesi ile birlikde 1846 senesinde “iki sınıflı” bir teşkilâta bırakdığını görüyoruz. İşde, bu sebepden dolayı 1890 senesine kadar Bahrî ordumuzda aşağıda gördüğünüz şu iki sınıf bahriye askeri mevcut idi;

    1. Mükellef Er 

    2. Muvazzaf (Alaylı/Mektebli) Zâbit

Bu iki sınıf askerin bugünkü sınıflarını, biliyoruz; “Zâbit ve Er." 1890 senesinde meriyyete konulan nizamnâme ile,

Donanmamızda “zâbit ve efrâd arasında” olmak üzere “gedikli” ismi ile “orta kademe” yeni ve "üçüncü" bir asker sınıfı ihdâs edildi.

 Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

1890 Nizamnâmesinin irâde buyurulması ile birlikde, bu seneye kadar donanmanın (dâimî, muvazzaf) askerlerini târif eden “gedikli” kelimesi yeni bir anlam kazandı. Beyaz zâbitân heyeti, “gedikli” kavramından “zâbit” rütbelerini ayırdı. Ve böylece zâbitân heyetimiz, “gedikli” olarak anılmakdan kurtuldu! “Gedikli” unvânını; tıpkı zâbit gibi muvazzaf olarak çalışan, zâbitin yapdığı her işi yapan hattâ yapmadığı işleri de yapan ve “çavuş, başçavuş” gibi rütbeleri de kapsayan bu yeni sınıf donanma askerlerinin sırtına yükledi. 1890 senesinde bu “gedikli” sınıfı, bugünkü anlamı ile “asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisidir. Bu sınıfın akibetini, makâlemizin aşağıdaki bölümlerinde anlatacağız.

 

*  *  *  *  *

 

1890 Nizamnâmesinde çok sayıda “gedikli” kelimesi var. Ve fakat “gedikli zâbit” tâbiri hiç yok! Bu nizamnâmeyi hazırlayan donanma zâbitân heyeti nuh demiş, peygamber dememiş. Ve “gedikli” kelimesi ile “zâbit” kelimesini bir kez bile olsun yanyana kullanmamışlar! Gerek 1701, gerekse 1792 Donanma nizamnâmelerinde Osmanlı Donanma gemilerininin “dâimî/muvazzaf” tayfasını târif etmek için “zâbit” kelimesi ile aynı anlamda kullanılan “gedikli” tâbirinin, 1890 nizamnâmesi ile sinsice bir “ameliyata” tâbi tutulduğunu ve “zâbit” tanımından dışlandığını görüyoruz.

1890 Gedikli Nizamnâmesinin bir özelliği daha var; “zâbit” anlamına gelen “gedikli” tâbiri ile “zâbit” tâbiri arasındaki anlam bağını kopartdılar! Osmanlı Donanmasında kullanılmaya başlandığı senelerden beri gemilerin devâmlı çalışan tayfasını târif etmek için hem “gedikli” hem de “zâbit” sözcükleri kullanılır idi.

Fakat 1890 Gedikli Nizamnâmesi ile;

  • Zâbit” kelimesinin, sâdece “subayı” târif edecek şekilde anlamının daraltıldığı,
  • Gedikli” kelimesinin de bu nizamnâme ile yeni tertip edilen ve “subay olmayan” donanma asker sınıfının adı olarak tefrik edildiği ortaya çıkıyor.

1890 Gedikli Nizamnâmesi ile böylece;

  • Zâbit” tâbiri; “mektebli, maaşlı ve muvazzaf” donanma askerini, bugünkü ismi ile “subayı”,
  • Gedikli” tâbiri ise; “mektebli, maaşlı, muvazzaf” ve fakat “zâbit olmayan" donanma askerini, bugünkü ismi ile “astsubayı” târif edecek şekilde tanzim edildiğini görüyoruz.

 Donanmamıza özgü tâbirât olan “gedikli” ve “zâbit” kelimeleri üzerinde yapılan “ameliyatı” şöyle özetlemek mümkün.

1701 senesinden beri donanmamızda anlamdâş olarak yek diğerinin yerine ya da birlikde kullanılan bu iki tâbiri donanma zâbitânımız, tam 190 sene sonra birbirinden ayırmış;

Ve dahi

  • Zâbit” kelimesini kendilerine yamamış,
  • Gedikli” kelimesini de kendilerinden olmayan ve yeni tertip etdikleri asker sınıfına bindirmiş!
 
 
*  *  *  *  *
 
Kıymetli meslekdaşım Ayhan BAYIRLI çok şaşıracak, farkındayım!Sayın Ayhan BAYIRLI'ya Reddiye, Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Lâkin,

Hakikâtin er ya da geç, kendini teşhir etmek tıyneti vardır, değil mi?

Şahsen ben, hakikâtin kendisi olmasam da

O hakikâtin "sesi" olarak fâş eylemeye mecburum!

İşde,

Zamân, şimdi teşhir zamânıdır!

 

 Kânunnâmemize girdiği 1701 senesinden beri

Donanmamızda tam 190 sene birlikde yaşayan “gedikli zâbit” zencirini

Vatan hâini ve bölücü beyaz zâbitân heyetimiz, 1890 senesinde kırdılar.

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Kırdıkları “Gedikli Zâbit” zencirinden de ortaya aslında;

tek gövdeli ve fakat iki başlı” şöyle iki sınıf asker çıkartdılar!

  

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Donanmamızın beyaz zâbitân heyeti, derenin guşunu, o derenin daşı ile vurmuşlar! Helâl olsun vallahi!..

1890 Gedikli sınıfı nizamnâmesi ile donanmamıza kazandırılan(!) bir tâbir daha var; “sergedikli” ya da “başgedikli.” Gediklilerden fevkalâde hizmet edenlerin “sergedikli/başgedikli” rütbesine terfi ettirileceği, bu sayının da 10’u geçemeyeceği yazıyor. Bir başka ifâde ile “sergedikli/başgedikli” rütbesi, donanma “gedikli” sınıfına dâhil olan muvazzaf askerlerin en yüksek rütbesi idi.

 

*  *  *  *  *

 

2. “Gedikli Zâbit” sınıfının teşkil edilmesi ve Donanmamız askerî silsilesindeki yeri;

Donanmamız “gedikli zâbit” sınıfı hakkında 1913 ve 1914 senelerinde olmak üzere iki kânun tertip edildi.

     a. 1913 senesinde teşkil edilen Gedikli Zâbitlik;

Deniz Kuvvetlerimizde bugün “astsubay” unvânı ile bildiğimiz asker sınıfının, “resmî ve düzmece” târihcelerde 1890 senesinde teşkil edildiği söylenir. Bize de böyle yutdurmaya çalışırlar. Fakat asubaylığa nüve teşkil ilk mektebin târihini biraz daha gerilere götürmek mümkün. Deniz Kuvvetlerimizin “târih uğrusu” beyaz subayları bu hakikâti çok iyi bildikleri hâlde deniz asubaylığının târihini 1890 senesinden başlatırlar. Konuyu uzatmamak için ve “şimdilik” şerhi ile bu meseleyi bir kenara bırakalım. Ve Deniz Kuvvetlerimizin “resmî ve fakat uydurması” 1890 senesi ile yolumuza devâm edelim.

1890 senesinde teşkil edilen ilk “gedikli” sınıfının 1900’lü senelerde iflâs etmesinden sonra 1913 senesinde meriyyete konulan muvakkat (geçici) bir kânun ile “gedikli” sınıfı ikinci kez teşkil edildi.

c 1

1913 nizamnâmesi ile teşkil edilen “gedikli” sınıfı, “zâbit” sınıfına dâhil idi. Coni ordusunda “warrant officer” denilen asker sınıfının ta kendisi idi.

Bir senelik tecrübeden sonra, 1915 senesinde tatbikata konuldu. 1429 sayılı sayılı kânun ile de bu “gedikli zâbit” sınıfı 1929 senesinde lağv edildi.

Sebebi mi? Gâyet basit!

Beyaz zâbitân heyetimiz, gedikli zâbitânı kendileri için çetin bir rakip gördü de ondan...

İşde, belgesi...

İslâmiyeti kabul etdikden sonra bir gün Hz. Ömer (ra) şöyle der;

''Cahiliye döneminde yaptığım iki şey vardır ki hatırladığımda birisi beni güldürür, diğeri ise ağlatır!

  • Beni güldüren hâdise şudur; Her akşam kendi ellerimiz ile helvadan put yapar ve sonra da O’na tapar idik! Ertesi gün acıkınca da kendi ellerimiz ile yapdığımız o putu yer idik!''
  • Beni ağlatan hâdise de şudur; Kendi ellerim ile gömdüğüm kız çoçuğumu her hatırladığımda ise ağlarım!” 

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bilge bir subay olan ve deniz târihimiz hakkında kıymetli kitaplar yazan emekli Tümamiral Afif BÜYÜKTUĞRUL;

  • Donanmamız bahriye gedikli zâbitliğin ilgâsı

        Ve dahi

  • Yerine ikâme edilen gedikli erbaşlık hakkındaki samimî fikirlerini 1967 senesinde şu sözler ile târihe kayıt etmiş.

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6-2, Bahriye Gedikli Zabiti, Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bugüne kadar yazdığı târihce kitaplarında kimi târihci asubay meslekdaşlarımızın bizlere;

Astsubay”,

Küçük zâbit

Ya da

Gedikli küçük zâbit

Diye yutdurmaya tevessül etdiği soldaki resimde gördüğünüz "ispaletli" ve "kılıçlı" bahriye askeri aslında,

Sayın BÜYÜKTUĞRUL’un 1967 senesinde yazdığı kitabın yukarıda gördüğünüz 52’nci sayfasında bahsetdiği

"Zâbit" sınıfına dâhil olan

Ve dahi

1492 sayılı kânun mucibince 1929 senesinde tasfiye edilen “bahriye gedikli zâbitliğinin” son temsilcisidir.

Bahriye gedikli zâbitlik konusunda bizim beyaz zâbitân heyetimizin yapdığı bu alicengiz oyununa bakınca,

Benim de aklıma şimdi, Hz. Ömer (ra)'in yukarıda okuduğunuz şu hazin kıssası geliverdi...

İngiliz Bahriyesi’nden aşırdıkları “Gedikli Zâbitliği” bizim beyaz zâbitân heyetimiz,

İyi taraflarını guşa çevirdikden sonra kendi bahriyemizde teşkil etdiler.

Fakat kendi elleri ile yapdıkları bu asker sınıfını beyaz zâbitânımız;

Sırf kendilerine rakip olarak gördükleri için gene kendi elleri ile yediler.

Sadr-ı âzam daşşağından düşme bizim bahriye zâbitânımız;

  • Kendilerine rakip gördüğü “Gedikli zâbitliği” subay sınıfından tasfiye etdiler,

       Ve dahi

  • Donanmanın zor ve çok tehlikeli işlerini de “gedikli” dedikleri asubayların döşüne yüklediler.

 İşde bu sebepdendir ki bahriye zâbitân heyetimiz;

 Dikensiz gül bahçesine çevirdikleri Deniz Kuvvetlerimizde

 1929 senesinden beri tam anlamı ile tatlı bir saltanât sürüyorlar... 

Asubay Tefrikası 6_2_ Beyaz Efendi Subay Kurnazo ve Kara Köle Asubay Kerizo_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

     b. 1914 senesinde teşkil edilen "Küçük Zâbitlik" ve "Gedikli Zâbitlik"; 

1914 senesinde meriyyete konulan muvakkat (geçici) bir kânun ile Osmanlı Donanmasında;

Küçük zâbit” ve “gedikli zâbit” sınıfının her ikisi de ikinci kez teşkil edildi.

c 2a

Bir senelik tatbikatdan sonra 1915 senesinde meriyyete konulan yeni bir kânun ile 1914 nizamnâmesi tasdikan kabul edildi ve meriyül icraya konuldu.

c 3

Böylece hem küçük zâbit" sınıfı hem de “gedikli zâbit” sınıfı, “muvazzaf” birer asker sınıfı hâline getirildi. “Gedikli zâbit” sınıfı, aynı nizamnâme ile teşkil edilen “küçük zâbit” ve “mühendis” (teğmen)’in mafevki ve fakat “zâbit” sınıfının ise mâdûnu idi. Bir başka ifâde ile 1914 senesinde teşkil edilip 1915 senesinde “muvazzaf(dâimî) hâle getirilen “gedikli zâbit”, “zâbit” ile “küçük zâbit” arasında yer alıyor idi. Ve İngiliz Bahriyesindeki “warrant officer” denilen asker sınıfının aynısı idi. Çünkü Bahriyemiz, İngiliz Bahriyesinin kendi Deniz Harp Okulunda 1905 senesinde tatbik etmeye başladığı eğitim/öğretim müfredâtını 1909 senesinde aynen tatbik etmeye başladı. Ve hattâ Bahriye Mekteblerimize İngiliz hocalar ve müdürler tayin etdi. Deniz Asubaylığının 125’inci kuruluş sene-i devriyyesi vesilesi ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 2015 senesinde neşretdiği aşağıda gördünüz târihce’de bile bu önemli meseleyi doğru anlatamamışlar. “Gedikli zâbit”liğin, “küçük zâbit” (astsubay) olduğunu yazmış gerzekler.

1914 nizamnâmesi ile muvakkat (geçici) olarak teşkil edilip 1915 nizamnâmesi ile “muvazzaf” yapılan ve “zâbit” sınıfına dâhil olan “gedikli zâbit” sınıfı, donanmamızdaki mevcudiyetini 1929 senesine kadar devâm etdirdi.

Bu sene içinde kabul edilen yeni bir kânun ile;

  • Gedikli”
  • Gedikli zâbit”

         Ve

  • Küçük zâbit” sınıflarının hepsi birden lağv edildi.

1927 senesinde meriyyete konulan bu kânun ile donanmamızda bu kez de “gedikli küçük zâbit” ismi ile ve gene “zâbit ile efrâd” arasında “ortada sandık” vazife yapmak üzere bugünkü “asubaylığın” aynısı olan yeni ve uyduruk bir asker sınıfı teşkil edildi.

Bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” olarak bildiğimiz asker sınıfı üzerinde oynanan ihânet oyunları bunlardan ibâret değil elbet. Kendilerinin hamallık olarak addetdiği ve yapmaya tenezzül etmediği işleri yapacak yeni asker sınıfları tertiplemekde zâbitân heyetimiz, hiç vakit kaybetmedi. 1927 senesinden sonra da başka isimler ile fakat gene aynı kokuşuk zâbit zihniyeti ile “ortada sandık” ve kendi görevlerini yapdıracak yeni ve uyduruk asker sınıfları peydahladılar.

Dedelerimizin Umûmî Harb dediği Birinci Cihân Harbi'ne iştirâk eden donanma “gedikli” ve “küçük zâbit”lerden düşmân eline  düşenler, kendi zâbitânlardan ayrıldı ve esir kamplarında efrâd (er) muamelesi yapıldı. Er ile birlikde aynı koğuşlarda kaldılar. Er maaşı ve er tayını aldılar. Birinci Cihân Harbi esnâsında taraf olduğumuz 1906 Cenevre ve 1907 La Haye Sözleşmesine göre “zâbit” hâricindeki askerlerin hepsine “er” muamelesi yapılıyor idi. Donanma “gedikli”, “küçük zâbit” ve “gedikli zâbit”lerimizden düşmân eline esir düşen var mı, ne hazindir ki bilemiyoruz.

Fakat “muvazzaf” olup da düşmân kampında “mükellef er” muamelesi gören Berrî (Kara) küçük zâbitânımız, yaşadıkları acı hâtırâları yazdılar. Rusya’ya esir düşen askerlerimize de imkânları daha iyi olan binâlarda esir tutulan kendi subaylarımıza “hizmet erliği” yapdırıldığını yazan kitaplar da var. Yeri gelmiş iken bu konu ilgili bir hâtıradan kısaca bahsedelim. Muhabere küçük zâbit olan Hamit ERCAN, Başçavuş rütbesindeyken hasta olduğundan dolayı yürüyemez. 1916 senesinde İngilizlere esir düşer ve Mısır’daki Belbis esir kampına kapatılır. Gönüllü olarak çalışmak isdediğini söyler. İngilizler Hamit ERCAN’ı, tamir için zâbitânımızın hapsedildiği Seydibeşir esir kampına  gönderir.

Küçük zâbit Hamit ERCAN, Seydibeşir zâbit kampında esir zâbitânımız için;

  • Kütüphâne olduğunu,
  • Sinema oynatıldığını

        Ve dahi

  • İçki satıldığını gördüğünden hayretle bahseder.

 Buraya kadar yudumladığımız sözün özü şudur;

Akıllı değil fakat kurnaz olan zâbitân heyetimiz, “semer vuracak eşşekleri” her devirde aradılar ve buldular.

 

*  *  *  *  *

 

Seccâde niyetine üsdüne secde edip de

Güzellerin gül kokulu göğsünde namaz kılan, sen, Hayyâm!

Farkında mısın?

Eşi, dosdu verdik birer birer toprağa;

Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.

Sen, yorgun eşşek, hâlâ bu kalleş çöldesin:

Sırtında bunca yük, yürü bakalım hâlâ!..

 

*  *  *  *  *

 

Asubaylık târihi konusunda kalem oynatan meslekdaşlarımızın hepsi, donanmamızdaki bu “gedikli zâbit” sınıfını, “asubay” sınıfı olarak kabul etmek hatâsına düşüyorlar. Böyle yapmak ile de; akıllarını dinleyerek doğruyu arayıp doğruyu anlamak ve yazmak yerine o azıcık akıllarını da beyaz zâbitânımıza ödünç veriyor ve beyaz zâbitânımızın yazdığı ezberleme ve kuru sıkı târihin papağanı oluyorlar.

2. “Küçük Zâbit” sınıfının teşkili ve donanmamız askerî silsilesindeki yeri;

Donanma ordumuzda 1890 senesinde teşkil edilen “gedikli” sınıfı, nizamnâmesinde sarahâtle ifâde edildiği üzere, “zâbit” değil idi. Bu “gedikli” sınıfı, bugün “asubay” dediğimiz asker sınıfının ta kendisidir. 1890 senesinde ilk kez teşkil edien “gedikli” sınıfının 1900’lü senelerde iflâs etmesinden sonra 1914 senesinde çıkartılan muvakkat (geçici) bir kânun ile, efrâd ve zâbit sınıflarına ilâve olarak iki yeni sınıf asker teşkil edildi;

1. Küçük zâbit

2. Gedikli zâbit

Bu kânun ile tertip edilen “gedikli zâbit” sınıfını yukarıda bölümde izâh etdik. Gene aynı kânun ile teşkil edilen “küçük zâbit” sınıfı, “asubay” muâdili olarak donanmamızda ikinci kez ihdâs edildi. Bir senelik bir denemeden sonra 1915 senesinde muvazzaf (dâimî) hâle getirilen bu kânuna istinâden “küçük zâbit” sınıfı askerler, “gedikli zâbit” ile “efrâd” arasında görev yapacak idi. Bu “küçük zâbit” sınıfı da bugün “asubay” olarak bildiğimiz asker sınıfının ta kendisi idi.

 

*  *  *  *  *

 

Donanmamızda bir zamânlar canı bahâsına vatan hizmeti görmüş; zâbitân heyetimizin yapmaya tenezzül etmediği sağlığa zararlı ve çok tehlikeli ileri yapmış “gedikli”, “gedikli zâbit” ve “küçük zâbit” sınıfları hakkında bu kısa, doğru ve son derece önemli bilgleri fâş eyledikden sonra; 

İmdi dönelim, bu üç sınıf bahriye askerinin ihdâs edilmesinin esbâb-ı mucibesine...

Buraya kadar verdiğimiz bilgiler ile bu ara sınıfların niçin teşkil edildiği konusunda belli bir fikriniz teessüs etmişdir, herhâlde.

Bildiğiniz üzere buhar makinesini İngilizler keşfetdi. İcâd etdikleri buhar makinesini İngilizler, 1850’lerden itibâren kendi donanma gemilerinde kullanmaya başladı. Bu vakde kadar yelken ile hareket ettirilen ahşap gövdeli gemiler, deniz harblerinde nal toplar oldu. Buhar teknolojisindeki bu başdöndürücü gelişmelerden dolayı; dönemin büyük devletleri, yelkenli ve ahşap gövdeli gemilerini buharlı gemiler ile değişdirmek için müthiş bir yarışa girmeye mecbur kaldı. Buhar makinesini ilk icâd eden millet, İngilizler olmuş idi. Buhar makinesini harb gemisine ilk tatbik eden millet de gene İngilizler oldu.

Buhar demek o vakitlerde kömür demek! Kömür demek; cehennem ateşi demek, insanın ciğerini çürüten toz demek, zehirli duman demek! Dünyânın buharlı ilk harb gemisi olan HMS Agamemnon’u İngilizler, 1852 senesinde hizmete aldılar ve sâdece 10 sene kullandılar. Bu gemiyi işletmek için çoğu elektrikci, motorcu, çarkcı, kazancı ve ateşci olmak üzere 860 “zâbit ve er”, geminin kazan dâiresinde hep birlikde ter döküyorlar idi.

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Donanmamızda, bugün hâlâ “muhabere” sınıfı subay yokdur.

Kara ve Hava Kuvvetlerimizde muhabere subaylarımızın yapdığı işin aynısını, Deniz Kuvvetlerimizde, telsizci asubaylarımız yaparlar.

Asubay Tefrikası 6_2_ Bahriye Telsiz Gedikli Erbaşları_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Okuduğunuz şu kelimeleri sizlere üfüren Eski Tüfek Şükrü IRBIK da

Telsizciliği tam 30 sene icrâ eden bir donanma “gediklisi” idi.

Asubay Tefrikası 6_2_ Bahriye Telsiz Gediklisi Şükrü IRBIK_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 İşde,

İstanbul / Beylerbeyi Deniz Astsubay Hazırlama Okulu'ndan 1981 senesinde mezun olan

Ve dahi

1979-1980 senesi II-C sınıfı arkadaşlarım ve ben Şükrü IRBIK...

İlk resimdeki isimsiz öğrenci, bir üst devreden bizim sınıfa gelen İzmitli arkadaşım Tunay AKIN'dır.

Asubay Tefrikası 6_2_ Bahriye Telsiz Gediklisi _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İşde,

Deniz Astsubay Güverte Sınıf Okulundan 1982 senesinde mezun olan 92’nci dönem Deniz Astsubay Adayları...

Asubay Tefrikası 6-2_ 1982 devresi Deniz Telsiz Asubay Çavuş  Adayları_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Lâkin;

Cumhuriyetimizin ilk senelerinde; telsiz, mayın, motor, elektriktorpido vs. meslekleri zâbitân heyetimiz icrâ ediyor idi.

Asubay Tefrikası 6-2_ Bahriye Telsiz Zabitleri_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Fakat bu işleri kendilerine yakışdıramayann sadr-ı âzâm daşşağından düşme beyaz zâbitân heyetimiz,

Bu meslekleri zamân içinde “gediklilerin” döşüne yüklediler!

Asubay Tefrikası 6-2_ Deniz Asubaylığı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İşde belgesi...

Yukarıda kapak resimini gördüğünüz Deniz Asubaylığı târihcesinin 54 ve 55’inci sayfalarında neşredilen makâlenin sahibi Abidin DAVER’dir. İstanbul Soğukçeşme (Kara) Askerî Rüşdiyesi mezunu olan DAVER, denizciliği seven ve "sivil amiral" olarak tanınan bir kişi idi. Bu sebepden dolayı bu makâlesinde dönemin donanma gedikli zâbitliği hakkında verdiği bilgiler bilen bir kişinin kaleminden dökülmüş gerçeklerdir.

Osmanlı saltanâtının Sadr-ı âzam daşşağından düşme bahriyeli beyaz zâbitân heyetimizin;

Kendileri gibi zâbit sınıfına dâhil olan gedikli zâbit dedikleri askerler hakkındaki gerçek düşünceleri

1918 senesinde işde, aynen aşağıda gördüğünüz gibi idi...

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Kendi yapdıkları bütün işleri sübyan gediklilerin döşüne yükleyen bahriyeli beyaz zâbitânımız artık bundan sonra;

  • Gemi güvertesinde ellerinde gezdirdikleri götlerini büyütecekler,
  • Yağ, pas, tuz, barut değmeyen nasırsız elleri ile oturdukları yerde terfi-i rütbe edecekler,

       Sonracığıma;

  • Babasının gemisine komutan, ya da paşa dedesinin Deniz Kuvvetlerine başkomutan filan olacaklar idi.

        Fakat

  • Bahtı yanık garip Anadolu çocukları ise 10, 15, 20 sene aynı yerde otlayacak idi...
  • Nasıl? Gözel mi?
  • K.K.K. iken Hulusi AKAR da 2014 senesinde asubay talebelerine Balıkesir’de aynısını demiş idi...

  • Kendi yapdıkları işleri gedikli dedikleri vatan evlatlarının döşüne yüklemek ile yetinmeyen sübyancı zâbitlerimiz;
  • 25 yaşındaki delikanlıların yapabileceği kadar ağır ve zor gemicilik ve askerlik işlerini de
  • Gedikli dedikleri 13 yaşındaki sübyan çocuklarımıza yapdırdı şerefsizler...

İstanbul / Beylerbeyi’ndeki Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’na kayıt yapdırdığım 1978 senesi Eylül ayında

Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK da 15 yaşında, Bahriyeli sübyan bir talebe idim.

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Ayaklarının altını öpdüğüm anam Şahinde IRBIK, yeğenim Ali Osman ŞAHİN ve ben Şükrü IRBIK.

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Fakat bizim 1982 devremizde 13 yaşında olan arkadaşlarım da var idi.

 

*  *  *  *  *

 

Muzaffer bir donanmaya mâlik olmak için teknolojinin dayatdığı tekâmülü inkâr etmenin artık imkânı yok idi. Osmanlı Devleti de maddî imkânlarını iyice zorlamak bahâsına bu yarışa girdi Buhar makineli ilk harb gemilerimizi, İngiltere’den satın almaya başladı. Dünyâda denizcilik konusunda yaşanan bu hızlı dönüşüm ve acımasız rekâbet, buharlı gemilerdeki yeni makineleri çalışdırabilecek uzman bir iş gücüne sahip olmayı dayatdı. 19. yüzyıl ortalarına doğru Osmanlı Donanmasındaki bu teknoloji devrimini yapacak “uzman emek gücü” mevcut değil idi. Çünkü buhar makinası imâl etmeyen ülkenin bu makinaları işletecek uzmanı da olamaz idi! Hâlihazırda donanmamızdaki gemilerde ona buna emir vermekden başka bir işe yaramayan mektepli bahriye zâbitân heyetimiz; donanmamıza yeni alınan buharlı gemilerin kömür ile çalışan makine dâiresine inmek isdemedi. Yağlı, isli, tozlu, dumanlı, gayri sıhhî ve bu çok tehlikeli işlerde çalışmaya tenezzül etmedi. Bahriye zâbitân heyetimizin yapmak isdemediği bu ağır ve tehlikeli işleri yapacak, “uzman”, “ucuz” ve fakat “ara sınıf” emekci askerlere şiddetli bir ihtiyâç  zuhûr etdi.

Batının icâd etdiği teknolojinin getirdiği yeni işleri yapmak isdemeyen bizim beyaz zâbitân heyetimiz,

Tezgahladığı yeni ve ara sınıfı askere olan ihtiyâcı, bakınız kendi sözleri ile nasıl da mâsum ve mâkul gösdermeye tevessül etdi.

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Deniz Asubay Okulunun yukarıda gördüğünüz  târihcesinde; “Subaylar ile erbaş ve erler arasında görev yapacak “astsubay” sınıfına ihtiyâç duyulmuş!” diyorlar.

19

Bu ihtiyâcı “duyan” şerefsizler kimler idi? Böyle bir ihtiyâc olduğuna kim, ne zamân, nerede karâr verdi? Buhar makinesini icâd eden İngiltere’de ve Amerikan ordusunda, 1890 senesinde sâdece iki sınıf  asker var iken sen, üçüncü bir sınıf askere olan ihtiyâcı, nerenden uydurdun be şerefsiz?

Yukarıda gördüğünüz târihi yazan subaylarımız diyorlar ki; 1890 senesinde donanmamızda “erbaş” ve “astsubay” isminde asker sınıfları var imiş! Târih yazıyoruz diye üfürün bakalım dübürünüzden, üfürebildiğiniz kadar, nâmussuzlar!

Bu cümleyi yazan avanak subaylarımız;

1890 senesinde Türkce söz dağarımızda “erbaş” ve “astsubay” kelimelerinin mevcut olmadığının farkında bile değil!

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Töre konuşunca han sükût eder! Târih uğrusu ve târih câhili” bu subaylarımız bilmez ki “erbaş” dedikleri tâbiri ATATÜRK’ün kendisi türetdi. Hem de 1890 senesinden tam 45 sene sonra, 2771 sayılı kânun ile taa 1935 senesinde...

Ayrıca

Haşmetli Kraliçenin donanmasında bugün bile hâlâ iki sınıf asker var;

     1. Er

    2. Zâbit

Sen, Donanmandaki üçüncü asker sınıfı olarak “astsubaylığı” 1890 senesinde nerenden uydurdun, be şerefsiz?

Ananızın çakır gözlü çocukları sizlersiniz öyle mi?..

Asubay Tefrikası 6-2_ İngiliz Bahriyesinde asker sınıfları_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

*  *  *  *  *

 

Tomi’lerin kıyâfetleri, işde bugün böyle!

Bizim her boku bilen bahriye zâbitânımız bir baksın hele!..

"Asubay" dedikleri "ortada sandık" bir asker sınıfı Tomi’lerde var mı imiş?

Asubay Tefrikası 6-2_ İngiliz Bahriyesinde asker sınıfları_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 Yukarıda gördüğünüz resimlerde bir şeye daha dikkat buyurunuz;

 Bizim zottirik subayların “astsubay” dediği askere, bakınız, İngiliz Tomi’si ne diyor! 

*  *  *  *  *

 

14 Haziran 1935 Cuma günü Reisicumhur K. ATATÜRK;

Cümhuriyet Ordusunu sâdece iki sınıf askerden teşkil etdi;

     1. Erât

     2. Subay 

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Siz, ATATÜRK’ün askeri olduğunu söyleyen, bugünün zübük subayları;

Cümhuriyet Ordusuna;

  • Üçüncü,
  • Dördüncü,
  • Beşinci,
  • Altıncı,
  • Yedinci,
  • Sekizinci 

Sınıf askerleri sokuşdurmak hakkını kimden aldınız?


Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

*  *  *  *  *

 

İngiltere’nin buhar makinesini icâd etdiği senelerde bizim donanma neferimiz okuma-yazma dahi bilmiyor idi. İşde, sırf bu “uzman” “ucuz” ve “ara sınıf” emek gücünü temin etmek üzere Donanma-yu Hümâyûn, 1890 senesinde; “zâbit” ile “efrâd” arasında “ortada sandık” misâli görev yapacak “gedikli” isimli yeni bir asker sınıfı tertip etdi. Nizamnâmesini ise dört deveyi havutu ile bir lokmada yutması ile meşhur olan “yeyici” lakaplı Bozcaadalı Mürteşi Müşir Hasan Hüsnü Paşa hazırladı ve  padişaha arz eyledi.

Asubay Tefrikası 6-2_Bozcaadalı Mürteşi Müşir Hasan Hüsnü Paşa_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bahriye Mektebi ismi ile eğitim veren Deniz Harp Okulunda bu senelerde eğitim süresi sâdece 3 sene iken,

Gedikli sınıfının eğitim süresi tam 5 sene idi.

Donanma Gedikli Sınıfı; 

  • 5 senesi talebelik (neferlik)
  • 5 sene sıbyan efrâdlığı
  • 9 sene Gedikli olmak üzere toplam 14 sene donanma askerliği yapacak idi.

Talebe olarak gemide geçirilen beş senelik tâlim taallümden sonra gediklilerimiz; 

  • Tam 14 sene donanma gemilerinde mecburî hizmet edecek,
  • Bu süreyi "sağ-sâlim"tamamlayanlar ise "maaş bağlanmadan terhis edilecekler idi. 

Vay, anam babam, vay!.. Donanmamıza asker değil de sanki kendilerine köle alıyorlar be!

Ve böylece; 

  • Gediklilerimiz, 14 senelik mecburî hizmetleri süresince donanmanın en ağır ve çok tehlikeli işlerini yaparken
  • Zâbitân heyetimiz de gemi güvertesinde, ellerinde öte beri göt gezdirecek idi.

Gedikli mektebine evvela İstanbullu çocuklarımızı aldılar. Fakat İstanbulun gün görmüş cin göz çocukları, bu yemsiz zokayı yutmadı! Gemide eğitim veren mektebe talebe bulamayınca Donanma-yu Hümâyûnumuz, bu kez de taşradan fakir fukara çocuklarını devşirmeye başladı. Gedikli onbaşı oldukdan sonra içine düşdükleri tuzağı anladıklarında, babasının evinde yiyecek ekmeği bile olmayan köylü ve fakat cin göz çocuklarımız da Gedikli sınıfına rağbet etmediler.

1890 Nizâmnâmesine göre “Gedikli” sınıfının, “zâbit” sınıfına nakil ve tahvilleri kati’yyen câiz değil idi.

Beş senelik mükemmel bir tâlim taallümden sonra donanmamızda göreve başlayan

Ve dahi

Zâbitân heyetimizin yapmak isdemediği

Ve fakat

Bahriye erlerimizin de yapamadığı ağır, tehlikeli ve karmaşık işleri yapan Gedikliler aslında;

  • Zâbitin yapdığı bütün işleri yapdığını
  • Efrâdın yapdığı bütün işleri de yapdığını
  • Fakat zâbit olmadıklarını görünce, donanma gedikli sınıfına talep bir anda dibe vurdu.

 

*  *  *  *  *

 

Bugün itibârı ile şöyle bir düşünsek!

Ordularımızda bugün subaylarımızın yapdığı hangi işleri, asubaylar yapamazlar?

Ya da

Meseleye mefhumu muhâlifinden bakalım ve şöyle bir suâl soralım!

Asubaylarımızın bugün yapdığı işlerden hangilerini subaylarımız yapamazlar?

Bu suâllerin bugün cevâbı ne ise, yüz sene evvel de aynen öyle idi...

*  *  *  *  *

 

1890 Nizamâmesinin son maddesi şöyle diyor idi; “Madde 29 — İleride icâbı hâle göre işbu nizamnâmenin “tevsi” veya “tâdili” zımnında lüzumu tahakkuk eden mevâddın derç ve ilâvesi câizdir.” Eldeki mevcut Nizamnâme, günün şartlarına göre değişiklik yapmaya cevâz verdiği hâlde bahriyeli zâbitân heyetimiz bu maddeyi, günün icâbına göre ne “tevsi” etdi ne de “tâdil”. Kendinden başkasına hayât hakkı tanımayan şerefsiz zâbitânımızın bu fesat tavrı yüzünden donanma gedikli sınıfı ölüme mahkûm edildi. Yirminci asırın başına geldiğimizde, donanmamızda mevcudu yedi yüz civârında olan gedikliler tamâmı, padişah irâdesi ile zâbit sınıfına nakledildi. Mektep gemilerine de yeni gedikli talebesi kayıt edilmedi.

Zâbit ile erat arasında “ortada sandık” misâli görev yapacak bu yeni sınıf askerler, bugünkü anlamda “asubaylığın” aynısıdır. 1890 senesinde tâlim taâllüme başlayan Donanma Gedikli mektebi; bir senesi limandaki gemide, dört senesi de denizde gezen gemideki işinin başında olmak üzere toplam beş senelik mükemmel bir eğitimden sonra ilk mezûnlarını, gedikli onbaşı rütbesi ile 1895 senesinde verdi.

 Zâbit kadar eğitimli ve donanımlı olduğu hâlde;

 Zâbitin aldığı maaşın nısfını dahi alamadığından

 Ve dahi

 Zâbit olamadığından dolayı,

 Bahriye Gedikli sınıfına talep daha ilk senelerde birden dibe vurdu... 

O an mevcut olan 700 civârındaki Donanma Gediklisinin tamâmı, padişah irâdesi ile zâbitliğe nakledildi. Ve  akabinde, Donanma sefinesinde talim taallüm veren “Gedikli mektebi” kepenk indirdi. 1900 senesinin başlarında da Donanmanın ilk “gedikli” sınıfı tamâmen iflâs etdi.

Ve böylece Donanmamızda “zâbit ile nefer arasındaortada sandık” misâli görev yapmak üzere ilk kez teşkil edilen “gedikli” sınıfı, şimdilik böylece iflâs etdi.

01 Nisan 1890 Salı günü meriyyete giren nizamnâmesinin ilgâ edildiğine dâir hiçbir belge bulamadım. Daha da hazini, gedikli sınıfı Nizamnâmesinin akıbetini, bugün Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız dahi bilmiyor!..

 

*  *  *  *  *

 

1890 senesinde ilk kez teşkil edilen “gedikli” sınıfından farklı olarak,

Muvakkat (geçici) bir kânun ile “gedikli zâbitân” sınıfı 1913 senesinde ilk kez teşkil edildi. Bu “gedikli zâbitân” sınıfı, zâbit sınıfına dâhil idi. Fakat, kendi sınıfına dâhil olan “gedikli zâbitânı” bu kez de mektepli bahriye zâbitânı kendisine çetin bir rakip olarak gördü. Bu maya da tutmadı! Ve 1915 senesinde kabul edilen bir kânun ile, zâbit sınıfına dâhil olan bu “gedikli zâbit” sınıfı da lağv edildi.

Gelişen teknolojinin dayatdığı âlet, makina ve silâhları kullanmaya, bahriye zâbitânımız hâlâ istekli değil idi. Zâbitânın yapmayı hamallık addetdiği ve fakat efrada da yapdıramadığı işleri yapacak “orta kademe” bir asker sınıfına olan şiddetli ihtiyâç azalmak şöyle dursun iyice artmış idi. İngiltere’den satın aldığımız buharlı gemileri işletecek bahriyeli askerimiz yok idi. Bembeyaz bahriye elbesesini çıkartıp, yağlı tulumu giymek isdemeyen bahriyeli kurnaz zâbitânımız, kendilerinin yapması gereken işi yapacak “ortada sandık” bir asker sınıfını ikinci kez peydahlamakda gecikmedi. Bu şiddetli ihtiyâcı tedârik etmek üzere bu kez de 1914 senesinde muvakkat bir kânun tertip etdiler. Bu muvakkat kânun ile o târihde mevcut olan zâbit ve efrâda ilâve olarak iki yeni muvazzaf asker sınıfı birden teşkil edildi;

   1. Küçük zâbit,

   2. Gedikli zâbit.

Bir senelik bir sınamadan sonra 1915 senesinde tasdikân (aynen) kabul edilip meriyyet-ül icrâya konulan bu kânun ile ihdâs edilen donanma “küçük zâbitliği”, bugün bildiğimiz “asubay” sınıfının ta kendisi idi. “gedikli zâbit” denilen asker sınıfı ise zâbitin mâdûnu, fakat küçük zâbitin mafevki idi. Zâbit hâricindeki bütün askerlerin içine tıkışdırıldığı bu yeni kânun ile Bahriyemizde bir anda 4 sınıf asker peydâ oldu...

Bahriye zâbitân heyetimizin beceriksizliği, işbilmezliği ve en çok da hâinliklerinden dolayı donanmamız, batılı donanmalar karşısında mağlubiyetler aldıkca bahriyemizi çağın gereklerine göre tanzim etmeye çalışdık. Donanmamızı ıslah ederken de gidip düşmânımız olan devletlerden yardım devşirdik, iyi mi! Küffar deyip cihâd ilan etdiğimiz bu devletlerin aklı ile sıçmaya gidip kendi donanmamızı tanzim etmeye çalışdık.

  • Gedikli” ve “gedikli zâbit” sınıfları, bizim donanmamıza özgü unvânlar. Bu tâbirâtın donanmamız ıstılâhına ne zamân dâhil edildiğini yukarıdaki bölümde açıkladık.
  • Donanmamıza ait resmî evraklarda “küçük zâbit” tâbirine 1880’lerde rastlıyoruz. Donanmamızın bağrına paslı bir kama gibi saplanan ve “ortada sandık” gibi duran “küçük zâbit” (petty officer) tâbirini ise biz, 1880’li senelerde İngiltere’den aldık! İngiltere’den aşırdığımıza delil olarak da ben, 1881-1886 senelerinde Bahriye Nâzırlığı yapdırdığımız İngiliz çaşıtı Hobart Paşa’yı ileri sürüyorum. Aksini iddia eden var ise şâyet; “iddiâsını isbata dâvet ediyorum!

Türk donanmasının rûhuna uymayan bu iki sınıfdan birisi olan “gedikli zâbit” sınıfını, subaylarımız kendilerine çetin bir rakip gördüğü için kısa sürede lağv etdiler.

Fakat bahriyemizin beyaz zâbitân heyeti, kendi yapması gereken işleri sırtına yıkdığı “küçük zâbitliğe”, denize düşeninin yılana sarıldığı gibi sarıldı ve canı bahâsına idâme etdirdi. Menfaatperest zâbitânımızın bu tek taraflı tutumu yüzünden bugün yüzlerce sıkıntısı ile karşımızda duran onbinlerce “deniz asubayı” var.

Neticeten;

İstiklâl ve Çanakkale Harplerinde, birbirinden tamâmen farklı tam 4 sınıf bahriye askeri harb etdi;

1. Mükellef Efrâd (Er)

2. Muvazzaf Küçük Zâbit

3. Muvazzaf Gedikli Zâbit

4. Muvazzaf Zâbit

Kendilerinin yazdığı ya da kendi şakşakcılarına yazdırdığı kahramanlıklar ile süslü menkıbelerinde bahriye zâbitân heyetimiz; şan, şöhret ve şeref pâyelerini sâdece kendi hânelerine ganimet kayıt eder iken

Zâbit hâricinde kalan “muvazzaf küçük zâbit” ve “muvazzaf gedikli zâbiti” ise

Nefer (er) hânesine yazdılar ve bu donanma askerlerinin adından bile bahsetmediler. 

Nereden mi biliyorum?

Çünkü sordum,

Bugüne kadar İstiklâl Madalyası tevdi edilen;

   a. Subay,

   b. Astsubay,

   c. Erbaş ve Er 

 Sayısı ayrı ayrı olmak üzere nedir? 17.12.2013.

943 890 başvuru numarası ile mesajınız başarı ile iletilmiştir.Göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederiz. 

Ve dahi

Muttali oldum!

 

MÜS.YRD.   :  32984417-1640- 980 -13/ASAL D.Loj.ve İd.Ş.                                                  02 Aralık 2013

(Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)

 İLGİ :  26 Kasım 2013 tarihli elektronik postalarınız incelenmiştir.

 1. İlgi elektronik posta incelenmiştir.

 2. 4982 sayılı bilgi edinme hakkı kanunu ve kanuna ilişkin yönetmelik esasları gereği tarafınızca istenilen bilgiler aşağıya çıkarılmıştır. Bu kapsamda;

   a.  Subay (Askerî memurlar dâhil) 16.647,

   b.  Astsubay/Erbaş ve er 120.869 olmak üzere

  toplam 137.516 kişi İstiklal Madalyası ile taltif edilmiştir.

 Rica ederim.

                                                                                                  İMZALIDIR

                                                                                                   Nihat ÇAĞAN 

                                                                                                   Personel Albay

                                                                                                   ASAL D.Bşk.Yrd.

İşde,

Yukarıda görüyorsunuz!

 

*  *  *  *  *

 

1890 nizamnâmesinin “esbâb-ı mucibesi” yok!

Dönemin Bahriye Nâzırı Hasan Hüsnü Paşa güyâ kerem eyleyip bir emir buyurmuş!

Ve düşünüp tartışmadan donanmamızda “gedikli” isminde üçüncü bir asker sınıfını tertip etmişler.

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Yeyici, yutucu” Hasan Hüsnü Paşa’nın emir buyurup hazırlatdığı o nizamnâmenin son satırına bakıyoruz

Ve dahi

Orada şu şerhi görüyoruz;

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

26a

  

Devletin padişahı dururken, 

Sadr-ı Ȃzamı dururken,

Seraskeri dururken;

Bahriye Nâzırı bir zâbitin emir buyurup yeni bir asker sınıfı tertiplediğini söyleyen “târih câhili” zâbitân gürûhumuz,

Altı yüz seneden fazla yedi düvele nizâm veren Osmanlıyı, kabile devleti zannediyor zahir!.. 

Donanma Gedikli sınıfının teşkil edilmesi için Bahriye Nâzırı’nın emir verdiğini söyleyen târih soytarısı subaylarımız,

Demek ki nizamnâmesini görmedikleri Donanma “gedikli” sınıfı hakkında târih yazmaya tevessül etmişler!

Yazıklar olsun sizlere!.. 

Eski Tüfek de gemici tayfası idi, bilir bu işleri!

Senin Bahriye Nâzırı dediğin Mürteşi Müşir Hasan Hüsnü Paşa,

Sultan II. Abdülhamid’den izin almadan değil yeni bir asker sınıfı tertiplemek,

Kumandanı olduğu sefinedeki helâya sıçmaya bile gidemez idi...

İşde isbatı;

Osmanlı Devletinin İlk Anakânunu olan Kânun-i Esâsî, 24 Aralık 1876 târihinde meriyyete konuldu.

 “Donanma Gedikli” sınıfının teşkil edildiği 1890 senesinde meriyyetde olan işbu Kânun-i Esâsi’nin

 Yedinci Maddesi şöyle der;

Madde Yedi —  Vükelânın azil ve nasbı ve rütbe ve menasıp tevcihi ve nişan itâsı ve eyelâtı mümtazenin şerâiti imtiyaziyelerine tevfikan icrâyı tevcihatı ve meskûkât darbı ve hutbelerde namının zikri ve düveli ecnebiye ile muahedât akdi ve harb ve sulh ilânı ve kuvvei berriye ve bahriyenin kumandası ve harekâtı askeriye ve ahkâmı şeriye ve kânuniyenin icrâsı ve devairi idârenin muamelâtına müteallik nizâmnâmelerin tanzimi ve mücazaatı kânuniyenin tahfili veya affı ve meclisi umuminin akt ve tatili ve ledel iktiza heyeti mebusanın azası ve yeniden intihap olunmak şartile feshi hukuku mukaddesei Padişahi cümlesindendir.

 

*  *  *  *  *

 

1915 Nizamnâmesi meclisde müzâkere edilmiş. Fakat maddeler üzerinde hiçbir tartışma yapılmamış. “Gedikli zâbit ve küçük zâbit” sınıfı donanmamızda niye teşkil edilmiş, belli değil! Maddeler okunmuş, mebuslar dinlemiş! Maddeler reye sunulmuş, mebuslar ellerini havaya kaldırmış! Hiçbir mebus, bir tek dahi olsa fikir beyân etmeden bu kânunu kabul etmişler!

 

*  *  *  *  *

 

Resmî(!)” târihcesine bakdığımızda bahriyeli subaylarımız, Deniz Kuvvetlerimizi 1081 senesinde teşkil etdiğimizi söylüyolar. Kurulduğu ilk günlerde donanmamızın doğru dürüst bir nizâmı olmadığını ve gemilerimizi “usda-çırak” esâsına göre idâre etdiğimizi de gene aynı subaylarımız söylüyor. Donanmamıza dâir ilk kânunnâmemizi, 1701 senesinde yazmışız. Bu kânunnâmede, gemideki işlerin kısmen de olsa bir düzene göre yapıldığını ve fakat tayfa arasında hâlâ bir “sınıflaşma” olmadığını görüyoruz. 1792 Kânunnâmesi ile gemi tayfası dört sınıfa tefrik edilmiş. Bu Kânunnâmenin tatbik edilmesi ile donanmamız tayfası arasında ilk kez “sınıflaşma” başlamış.

Teşkil edildiği ve “sınıfsız” olarak hizmet verdiği 1081 senesinden, gemi tayfasını ilk kez “sınıflara” böldüğümüz 1792 senesine kadar geçen 711 sene içinde Osmanlı Donanmasının en parlak ve muhteşem dönemlerini yaşadığını görüyoruz.

Donanmamızı utanç denizinde boğan donanma mağlubiyetlerinin başlangıç döneminin ise

Donanma tayfası arasındaki bu “sınıflaşma” ile başladığını bugüne kadar görebilen bir subayımız var mı acap?

 

  • 1788 Özi bozgunu,
  • 1807 İngiliz gemilerinin İstanbul’u kuşatması,
  • 1827 Navarin bozgunu,
  • 1853 Sinop bozgunu,1877-1878 Rus bozgunu.

 

 Deniz mağlubiyetlerimizden aklıma ilk gelenler...

Bütün bu deniz mağlubiyetlerini biz, bugün Deniz Harp Okulu isimi ile bildiğimiz mektebi açdıkdan sonra yaşadık!

Donanmamızda “mektebli ilk sınıflaşma” 1890 senesinde oldu! Deniz Asubay Okulunun târihcesine bakdığımızda, Bahriye Nâzırı denen “yeyici ve yutucu” bir zâbitin emir verdiğini ve “mektebli gedikli” sınıfının ilk kez olmak üzere teşkil edildiğini görüyoruz. Nizamnâmesinde, “gedikli” sınıfı adını verdikleri askerlerin görev tanımları var. Fakat bu sınıfın teşkil edilmesinin “esbâb-ı mucibesi” (gerekcesi) yok! Çok tuhaf bir durum! Esbâb-ı mucibesi (gerekcesi)  olmayan kânun, gayri meşru demekdir!..

Deniz zaferlerimizden söz etmeye gelince;

Övüngen, böbürgen, sömürgen, semirgen ve kemirgen bahriye zâbitân heyetimiz kahramanlığı kimselere bırakmazlar! 

Fakat bu deniz zaferlerini kazanan tayfanın eğitimlerinin ne olduğuna ise hep kör bakarlar.

O muzaffer denizcilerimizin “okuma-yazma” dahi bilmediğini,

Ve dahi

Hemen hepsinin;

Alaylı”,

Gönüllü”,

Sokakdan toplama

Ya da

Köle” olduğunu ağızlarına dahi almazlar.

Deniz mağlubiyetlerimizden bahsederken de gene o aynı üfürükcü bahriye zâbitânımız;

Donanmamızı o harblerde sevk ve idâre eden zâbitân heyetimizin “mektebli” olduğundan tek kelime söz etmezler!

Beyaz zâbitân heyetimizin bizzat yazdığı

Veya

Devletin parası ile ısmarlama yazdırdığı sahte ve düzmece resmî târihimiz de

İşde, böyle zırvalar ile doludur.

 

*  *  *  *  *

 

Tam 10 sene devâm eden Birinci Cihân Hârbi, millet harbidir. Bu harbin gerçek kahramanı da Türk milletidir.

Ayrıca;

Deniz Harp Okuluna menşe teşkil eden “Hendesehâne” isimli mektebi açdığımız 1776 senesinden beri

Ve dahi

Kara Harp Okuluna menşe teşkil eden “Mekteb-i Ulûm-i Harbiyye”’yi hizmete açdığımız 1834 senesinden beri

Deniz ve Kara Ordularımız gâlibiyet yüzü görmedi...

 

*  *  *  *  *

 

15 Temmuz darbesinde bugün Coni’nin ayak izlerini arayanlar,

Gene ordumuzun içindeki subaylarımıza baksınlar!

Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan siz Coniperestiş Rüşdü’ler, zottirik Kenan’lar, etekli Doğan’lar, kıvrık Hüseyin'ler, molla İ. Hakkı’lar, kambur Yaşar’lar, köstebek Hilmi’ler, sucukcu Necdet’ler;

Kendi subayına taa 1952 senesinden beri Coni hurması yedirir ise şâyet

Asubay Tefrikası -6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

O hurmalar Harp Okullarımızda semirir, semirir, semirir,

Asubay Tefrikası 6-2_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

2016 senesinin bir 15 Temmuz akşamı çıkar gelir

Ve dahi

Senin gıçını tırmalar!

 

*  *  *  *  *

 

Elde tesbih, dilde Allah, biteviye besmele çekiyorsun;

Ve fakat gene sen!

Kul hakkı yerken de besmele çekiyorsun ya! Yuf olsun senin soyuna!..

İçin temiz olmadıkdan sonra

Hacı, hoca olmuşsun, kaç para!

Hırka, tesbih, post, seccâde gözel;

Lâkin, Allah kanar mı, bunlara?

 

*  *  *  *  *

 

Sen, adam olmadıkdan sonra

Sen, adam gibi denizci yetişdirmedikden sonra

Zâbit olmuş, erbaş olmuş

Alaylı olmuş, mektebli olmuş

Demeki ki hiçbirisinin kıymeti harbiyesi yok!

 Deniz Kuvvetlerimizde “zâbit ile efrâd” arasına

üçüncü bir asker sınıfı olarak paslı kama gibi sokulan

gedikli

ya da

bugünkü ismi ile “astsubay” dediğimiz asker sınıfının

teşkil edilmesinin gizli maksadı meğerki ne imiş?

Donanmamız beyaz zâbitân heyetinin kendi saltanâtını devâm etdirmesi için;

Harb sanatının kendilerine tahmil etdiği ağır ve çok tehlikeli görevleri

Zâbit” olmayan ve “ortada sandık” bir asker sınıfının "döşüne" yüklemek!

(Devâm edecek)

  *  *  *  *  *  

 

   Eski Tüfek’den Açıklama; 07 Temmuz 2023, Cuma    

 

emekliassubaylar.org sitesinde 11 Ekim 2017 Çarşamba günü yayınladığım Asubay Tefrikası 6-2 ve 02 Şubat 2020 Pazar günü yayınladığım Asubay Tefrikası-8 isimli makâlelerimizi;

  • Genelkurmay Başkanlığı yapmış emekli subaylardan birisinin yeğâne vârisi dâva konusu etmiş

         Ve

  • Müellif Şükrü IRBIK’ın TCK Madde-125, hakâret suçundan cezâlandırılmasını talep etmiş idi.

   

(Ankara 51. Asliye Cezâ Mahkemesi, Dosya Nu.:2022/120E.) Asubay Tefrikası 6_2 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İlgili mahkeme; ifâdesini almak üzere mezkûr yeğâne vâris müştekiyi hâkim huzûruna dâvet etdi.

Fakat bu yeğâne vâris müşteki, duruşmaya gitmedi.

Akabinde aynı mahkeme, bu şahısın bu kez de mahkeme huzûruna zorla getirilmesine karâr verdi.

Mahkemenin bu karârı üzerine yeğâne vâris müştekinin avukatı;

03 Temmuz 2023 târihindeki duruşmada, hakkımdaki şikâyetinden ferâgat etdiğini mahkemeye bildirdi.

Bu karârı yeğâne vâris müştekinin kendisine hayırlı olsun…

Bu şikâyet, evvel Allah, bizim için de hayırlara vesile oldu…

Asubay Tefrikası 6-2 ve Asubay Tefrikası-8 isimli makâlelerimiz bu şikâyet vesilesi ile ibrâ edildi.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti adına bu karâr Türk kamuoyuna da hayırlı olsun.

Eski Tüfek

 

 brove

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

   Evvelki bölümleri ve kısımları okumak için resimleri tıklayınız  

 

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKSahil Güvenlik Komutanlık BrövesiKapak 5

Sahil Güvenlik Komutanlık BrövesiAsubay Tefrikası 6_10 _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKSahil Güvenlik Komutanlık Brövesi



 

 

 

1

 

15 Temmuz Subay Darbesi; GATA'dan GEAH'a

 

Başınız ağrıyor ise şâyet o başınızı kesip atmazsınız, tedâvi edersiniz, değil mi?

Fakat

Vatanı müdafaa etmek için canını vermeye nâmusu üzerine yemin eden beyaz subaylarımız;

Askerimizin canını kurtarmak için inşâ etdiğimiz GATA’yı

İçine sızan hâinleri ayıklamak yerine MSB’den "kesdiler" ve Sağlık Bakanlığına "nakletdiler!"

"Organ naklini" işitdik, biliyoruz!

Fakat "hastane naklini" de geçen sene 31 Temmuz'da öğrendik!

Aslında GATA’yı MSB’nin elinden almak, siyâsi iktidârın yaslandığı Türkiye düşmânı devletlerin gizli bir emeli idi. 15 Temmuz’u tertipleyen Türkiye düşmânı devletler, “iti, öldürene sürükletdiler!

Ve dahi

Ver-kurtulcu” subay ve siyâsetcilerimizin sırtından bu gizli emellerine sinsice ulaşdılar.

Ve böylece;

Bizim her boku bilen subaylarımız,

Kendi menfaatlerini tahakkuk etdirmek üzere teşkil edip

Yarım asırdan beri ellerinde tuttukları çok önemli iki mevziiyi

15 Temmuz’un gâlibi olan siyâsetcilere kapdırdı; GATA ve AYİM...

AYİM, askıda çorba misâli biraz beklesin!

16 Nisan darbesinin kapısına kilit vurduğu Merâsim Sokağın soytarıları hakkında elbetde söz edeceğiz!

Biz, şimdilik bir mola verelim ve

Hâlen yayında olan Asubay Tefrikası -5- ile henüz yazmadığım Asubay Tefrikası -6- arasına

GATA hakkında yazdığımız bu makâlemizi sıkışdıralım, inşallah.

 

*  *  *  *  *

 

At izinin it izine karışdığı 15 Temmuz 2016 subay darbesinin tozu dumanı arasında

AKP hükûmetinin peşpeşe tertiplediği KHK karşı darbesinden birisi ile M.S.B.’nin elinden alınan GATA,

Sağlık Bakanlığına teslim edildi.

Orası artık Abdülhamid Hastanesi!

2

3

 

Sağlık Bakanlığı isdedi. AKP hükûmeti de hemen teslim etdi.

669 sayılı KHK’nın 107’nci maddesine müsteniden GATA’yı, Genelkurmay Başkanının elinden aldılar ve

15 Temmuz’dan tam 16 gün sonra Sağlık Bakanlığının yan cebine koydular!

Hepsi bu kadar değil elbetde!

Zamân ve zemin ile tevâfuk etdiğinden dolayı;

GATA’nın el değişdirmesinin altında yatan hakikâtleri kamuoyuna fâş edeceğim.

Hem de bu vesile ile;

Bir vakitler biz asubayların da gitmeye mecbûr edildiğimiz asker hastanelerinde

Hekim önlüklü subaylarımızın kendinden olmayanlara karşı davranış biçimini ortaya koyması için

Ankara/Etlik GATA’da yaşadığım olayların en önemsizlerinden bugün sâdece birisini anlatacağım.

*  *  *  *  *

İnsanın neresi ağrısa canı oradadır! Hakikâten doğru bir tesbit bu. Canımın, dişimde olduğunu fark etdiğim bir hâtıram var; öznesi ben, nesnesi GATA, zamân 2009 senesi, zemin de Ankara’dır. Bu durumda zannederim okuyanı da sâdece siz olacaksınız! Anlatayım, şâyet iltifât buyurursanız!

Kar yok! Fakat kuru ayazın Ankara’yı teslim aldığı kurşundan ağır ve kardan da soğuk bir kış günü evdeyim! Muvazzafken, 2009 senesinin bir mesâi sabahına, dayanılmaz diş ağrıları ile uyandım. Diş ağrıları diyorum çünkü ağzımdaki diş sayısı otuz iki bile değil. Fakat zannedersin ki otuz iki bin dişim birden ağrıyor! Etlik’deki GATA’ya bizim evden mesâfe, kuş uçusu 750 metre. Evden çıkıp doğrudan hastaneye gitmek en iyi tercih. Çünkü aklım böyle emrediyor. Fakat askerlikde emir, akılı keser, bilirsiniz! Mâlûm, sevk kağıdı olmadan, ölüyorum desen asker hastanesinde bir yudum su vermezler askere. Emirin akılı kesdiğini iyi bildiğimden dolayı, aklımın bu emrini mecbûren göz ardı etdim! Kahvaltıyı falan unutdum o sabah. Alelusûl hazırlandım ve özel şirketin tedârik etdiği araca can havli ile atdım kendimi. Bindiğim otobüs, GATA’nın yanından geçip giderken ben de ona uzakdan acı ve hüzün karışık bir his ile bakabildim ancak... Bir saatlik sarsıntılı ve bol dur-kalklı yolculukdan sonra ağrıyan dişlerimle birlikde vâsıl oldum işyerine...

Mesâinin başlaması, sabah toplantısı, ona buna dert anlatmak, sevk kağını yazdırmak ve ilk âmire imzâlatmak derken, gün, öğlen oluverdi. O gün öğle yemeğini de yiyecek durumda değildim. O zamânlarda öğle molasında Kızılay’a resmî kıyâfet ile gitmek yasak. Hastaneye de sivil kıyâfet ile gelmek yasak! Sevk kağıdını alır almaz yasaklardan birincisini fütursuzca çiğneyip çabucak resmîyete büründüm. Ve kendimi, karargâhdan dışarı atdım!

Otobüs-dolmuş ile bir iki akdarmadan sonra, oturduğum evin 750 metre ilerisindeki GATA’ya geri geldim. Vakit öğle sonrası olmuş idi. Muâyene, saat bir buçukda başlar burada. Yarım saatim daha var harcayacak! Evden kahvaltı yapmadan çıkmış idim sabahleyin. Karnım çok aç idi fakat dişimdeki dayanılmaz ağrı, açlığımı bile basdırıyor idi. Bir süreliğine öte beri pabuç esgitdikden sonra muâyene saatinden 15 dakika evvel diş bölümünün önünde buldum kendimi. Hasta bekleme mahalline varıp boş sandalyelerden birine oturdum. Sağa sola bir iki boş bakış fırlatdıkdan sonra, kayıtcı hanım geldi. Sevk evrağımı kendisine verip kayıt yapdırdım. Şurada bekleyin! Muâyene başlayınca çağıracağım dedi! Muâyene sıram gelinceye kadar ben de yakın bir sandalyeye tekrâr demir atdım. 

Hekim subaylarımızın giydiği beyaz önlükde, rütbe işâreti yokdur, bilirsiniz. Sol göğüs üzerinde rütbe brövesi taşırlar. Yarım saati daha öğütmüşdüm ki birden bire koridorun uzak ucunda beyaz önlüklü üç-beş kişi belirdi. Hekim olduğunu zannetdiğim bu kişilerden birisi, diğerlerinin hepsinin önünde, yılkı beygiri gibi yeldiriyor idi. Zannedersin bu adam komutanı değil, sanki GATA’nın sâhibi... Sürü hâlinde yürüyerek önümden geçip gitdiklerini gördükden bir iki saniye sonra, en önde yeldiren o şahıs, birden bire hışımla geri döndü! Ve gelip tam önümde dikeldi. Ben, hâlâ oturuyorum! Bir şey soracak diye beklerken hiçbir şey söylemeden, her iki eliyle “ayağa kalk” mânasına gelen bir işâret yapdı. Ben de, askerliğin verdiği çeviklik ile gayri ihtiyârî hemen ayağa kalkdım. Beyaz önlüklü bu şahıs, ayağa kalkdığımı gördükden sonra “Hah! Tamam, şimdi oldu!” der gibi başını öne arkaya bir iki kere salladı ve geri dönüp aynı hışımla yoluna devâm etdi. Ben, bu beyaz önlüklü adamın kim olduğunu ve bana ne demek isdediğini anlamaya çalışırken, O’nun arkasında dolanan beyaz önlüklü başka bir şahıs, yanıma usûlce yaklaşdı. Nâzik bir ifâde ile; “Başçavuşum, komutan yeni geldi, kendisine hastaneyi gezdiriyoruz da!” diyerek sağolsun, durumu açıkladı. Nutkum tutulmuş olmalı ki bu söze de karşılık veremedim. Zihnimin bir yarısı yaşadığım beş on saniyelik bu çarpıcı olayı anlamaya çalışırken diğer yarısı ile şunları söyletdi bana! İyi, gözel! Yeni gelen komutanı gezdirin de... Bana ne bundan? Ben, sabahdan beri canımın derdine düşmüşüm! O şahısın komutan olduğunu bilsem bile niye ayağa kalkayım? Ağrısını beynimin en ücrâ köşelerinde hissetdiğim çürük dişimi tedâvi etdirmek için geldiğim yer, hastane.... Ben de asker olmakdan önce, burada bir hastayım! GATA’ya teftiş içtimasına gelmedim ki!

*  *  *  *  *

Dünyâya hükmetme iddiası olan her devletin ordusunda, asker hastaneleri vardır. Bu asker hastanelerinin temel amacı da rütbe ayırt etmeden her askerine eşit düzeyde sağlık hizmeti vermek ve şifâ dağıtmakdır. Bu cümlenin devâmı olmak üzere bizim ordumuzun da asker hastaneleri olmalı, elbetde. Hem de dünyânın en iyi asker hastaneleri bizim ordumuzda olmalıdır. Fakat gerek muvazzaf iken gerekse emekli olduğumuz dönemde yaşadığımız hakikâtleri göz önüne alınca bu arzu ve hedefin biz asubaylar için tam anlamı ile bir karabasana döndüğünü yaşadık ve gördük!

*  *  *  *  *

Kendilerini “insan üsdü insan” addeden amiral/general denilen asker cinsi, şu katta hizmet alır! Şuradaki müstakil odalarda, birinci sınıfdan da üsdün iâşe yer, içer; oradaki şıfşıflı helâlara sıçar; tek kişilik odalarda, birinci sınıf ekiz yataklarda, tek başına yatar! Hekimler dersen, profesör subaylarımız niye var dersiniz? El pençe divân durmuşlar! Hizmet edecek amiral-general ve kendini amiral-general zanneden şizofren albay gürûhunu bekliyor...

Kendi uydurdukları sahte subay sınıfı olan “üstsubaylar” başka bir katta, başka bir bölümde muâyene edilir. Bu zümrenin de hekimleri en iyilerinden! Doçent hekim subaylarımız pervâne olmuş etraflarında. Sıranı bekle, bugün git yârın gel diyemez, kimse bunlara! Odaları, helâları gene müstakil; hizmetler, yataklar, iâşe gene birinci sınıfından...

*  *  *  *  *

 

  • Kadın pilot subayımız var mı? Oldular, var! 
  • Kadın kurmay subayımız var mı? Oldular, var!
  • Kadın hekim subayımız da var! Oldular, çok şükür!
  • Peki, kadın hemşire subayımız niye yok?

 

Erkek subayların yapdığı her işi yapmak için mesânesini çatlatmak bahâsına sidik yarışına giren kadınlarımız,

Niye hemşire subay olmak isdemez acap?

Kadınımız olsun, erkeğimiz olsun! Eğnine subay kıyâfeti giyen insanımıza pek tuhaf bir şeyler oluyor!

Hakikâten tetkik edilip ders çıkartılası bir vakıa bu!.. 

 

Asubay Tefrikası-3’ü okudunuz ve öğrendiniz, biliyorsunuz!

Coni ordusunda da

Tomi ordusunda da

Asubay” denilen uyduruk kaydırık bir asker sınıfı yokdur!

Fakat her iki orduda hem “subay” hem de “er” bay ve bayan hemşire vardır.

Kraliçenin  ordusundaki bayan subay bir hemşire, hasta bir erin yatağını yapıp altını temizlemekden tiksinmez.

Coni ordusundaki bayan subay bir hemşire de hasta bir erin yemeğini yedirip tıraş etmekden gocunmaz! Bunları biliyorum, çünkü bizzat gördüm.

Bu vatana sadâkatlarından her dâim şüphe etdiğim bizim beyaz subaylarımızın hükmetdiği Türk Ordumuzda ise

Hemşire teğmen mezûn etmek üzere 1985 senesinde gürültü ile hizmete açdıkları GATA Hemşirelik Yüksek Okulu,

GATA’nın 2007 senesinde yapdığı “ince bir balans ayarı” ile sessiz sedâsız iflâs etdi!..

Çünkü bizim beyaz bayan hemşire subaylarımız;

Erimizin altını temizlemek şöyle dursun, kendi renginden olan subayının ilacını vermeyi bile reddetdi.

GATA’nın başına belâ olan bu çete hemşire teğmenlerden ordumuz, okulu kapatarak ancak kurtulabildi.

Yüksek hemşire bayan subaylarımızı da karârgâh subayı yapıp meselenin üzerini örtdü GATA Komutanlığı...

 

*  *  *  *  *

 

Hasta tipi”, “Hasta Rütbesi” , “Statü” laflarının pek sık devriye atdığı bir hastane idi GATA...

r2

Görevde iken tedâvi olmak, şifâ bulmak,

Emekli olunca, son olarak da ölmek için kapısını çalan askerlere “hasta” muâmelesi yapamadı bir türlü!

İlgili bölüme kayıt yapdırınca yarım sayfa bir kağıt verirler. Üzerine “Hasta Tipi: Astsubay”, “Rütbesi: Başçavuş” yazarlar idi...

Emekli olduk! 15 Temmuzdan evvel gene bir iki gitdik, kapısını çaldık! Kayıt yapdıkdan sonra elime verdiği kağıda bakdım! Bir yerinde bu kez de şöyle yazıyor idi;  “Hasta Grubu: Emekli Astsubay”.

Elimize verdikleri sevk kağıtlarındaki her ne demek ise “Statü” satırına da biz "astsubayların" "ne olduğunu" yazmaya tenezzül bile etmemişler...

Ben buraya, emekli asubay  olduğum için değil fakat hasta olduğum için geldim, arkadaş! Burası hastane ise ki öyle! Ve şâyet siz de doktor iseniz ki öylesiniz! Doktor gibi davranın! Bana da her şeyden evvel hasta muamelesi yapın! Kolumdaki rütbeme değil de sızlayan kalbime; ağrıyan dişime, başıma, mideme; görmeyen gözüme, işitmeyen kulağıma... Ne bileyim, kanayan yarama bakın, Allah aşkına!..

 

*  *  *  *  *

 

Subay helâsı, üstsubay asansörü, subay berberi, subay bölümü, subay park yeri, amiral/general yemekhânesi, üstsubay bilmem nesi?.. Hepsini berhevâ etmiş! Bu tabelaları da indirmiş, 15 Temmuz!

Uyduruk bir asker sınıfı olan Asubayın ise adı yok idi, GATA’nın buralarında!.. Bir dudağı yerde, bir dudağı dağların üsdünde gezen beyaz subay doktorlarımızın evvelâ kapısını üç kere tıktalıp, akabinde aynı anda baş ve topuk selâmı verdikden sonra esâs duruşda girerdik odalarına... “Diğer hastalar” deyip battal bir torbanın içine “çöp” niyetine karışdırmışlar idi, kırk beş sene evvel...

Rütbe işâretimizin omuzda değil de pazumuzda olduğunu farketdikleri anda subay doktorlarımız, arsız manav gibi hizmet etiketini ters yüz ederdi hemen. Subaylarımıza, “buyrun komutanım, hoşgediniz!..” Biz asubaylara ise, sanki tekdir eder gibi “buyur başçavuşum, neyin vardı?” muâmelesi... Muâyene, acemi hekimlerden; odalar, ikinci, üçüncü sınıf koğuş cinsinden; yataklar, iâşe dersen dördüncü, beşinci sınıf... Bizzat gördüm ve yaşadım! Röntgen bölümünde, diş bölümünde bile subay - asubay olarak iki ayrı pencereden ve iki ayrı bölümde hizmet verdiklerini asla unutmayacağım!

Ziyâretine gitdiğim meslekdaşlarımın yatdığı odaların perişân hâlini her gördüğümde, bu acı farklılık yüreğimi hep sızlatmışdır. Asker hastanelerinin böyle derme çatma çöp odalarında ölmekdense, Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK, sokakda ölmeyi tercih ederim, kendi adıma...

 

*  *  *  *  *

 

Beş altı sene evvel de bizim “55’lik kırmızı kartlıları” üstsubayların kuyruğuna ilişdirmişler idi. Biz muâyene kuyruğunda gubarmış hindi gibi sıra beklerken öyle bir kasılıp sınıf arkadaşlarına hava atarak subayların gıçında guyruğa giriyorlar idi ki bunlar, sormayın!..

Subaylarımızın kuyruğunda dolanan bizim bu “kırmızı kartlılar”, karârgâhın arka kapısından itile kakıla kovulup emekli edilmişler!.. 55’i beklemeyenler ise başları dik bir şekilde son selâmı verip  karârgâhın ön kapısından vedâ etmişler asubaylığa. İkisinin arasında bir sene, bilemedin beş sene var. Asubayları bölmeyi pek iyi bilen “iri kafalı” ve “anıtı büyük” birisi, bizim 55’liklere bu hakkı(!) bahşetmiş idi. Askerî hastaneleri geri verin diye hönküren beyaz subaylarımızın kuyruğunda görüyorum şimdilerde bizim bu “55’likleri" de gülmek geliyor içimden...

 

*  *  *  *  *

 

Bu vakitden sonra başkaları saltanat sürer mi?

Ya da beyaz subay sultası tekrâr hortlar mı, bilmiyorum!

Fakat bildiğim bir hakikât var; GATA Etlik hastanesinde son 45 seneden beri hükmünü sürdüren subaylarımızın saltanatı, 15 Temmuz’da zevâlini bulmuş!

Bütün kapılar, bütün odalar, bütün bölümler, bütün camekânlar herkese açık şimdilerde... En azından zâhiren öyle! Gizlisi, saklısı yok bu sivillerin! Üsdelik selâmsız sabahsız, yeniçeri agası gibi dalıyor vatandaş, doktorun odasına... Bizler gibi ıkına sıkına derdini anlatmak yerine; hekimi, hesâba çekip hemşireyi darb etmesi de cabasından...

10 senede inşâ edilen bu hastanemize, hizmete açıldığı 30 Nisan 1971 târihinde adına subaylarımız, GATA demiş idi...

4

15 Temmuz darbesinden sonra azgın subaylarımıza gem vuran siyâsilerimiz ise GEAH dedi... Hastanenin orasına burasına yapışdırdıkları kocaman canlı ekranlarda şöyle diyor, yeni idâreciler;

Gülhâne Eğitim ve Araştırma Hastanesi hizmete daha güçlü bir şekilde devâm etmektedir.

Bunu söyleyenlerin ya verdikleri hizmetden haberleri yok! Ya da akılları...

Subaylarımız elini çekeli beri burada herşey daha kötüleşmiş! Ortalık daha kirli; hastalar daha kaba ve umarsız; hekimler, hemşireler daha duyarsız...

5

Gemiyi önce fareler terk eder ya!.. Vazifeden âşina olup da ara sıra tesadüf etdiğim subay gardeşlerim ise ayaklarını çokdan çekmiş buralardan...

Kibir ve kasıntıdan burunları dağları aşan şerefsiz subaylarımız GATA’yı baykuşlara teslim etdiler! Eti de benim, kemiği de benim olsun diyen; sonsuz bir kıskançlık ile benim olmazsa kimsenin olmasın diyen alçak subaylarımızın kokuşmuş zihniyeti işde, bu neticeyi getirdi. Bütün bu kötü hekim subaylarımıza rağmen içlerinde her rütbeden güzel insanlarımız, hekim subaylarımız var idi elbet, bunu gördüm, biliyorum. Bu sözlerimiz de onlara değildir. Mâziye dönüp bakdıklarında şimdi onlar, rütbe ayırımı yapmadan asker hastalarına şifâ dağıtmanın haklı huzûrunu yaşayabilirler.

 

*  *  *  *  *

 

Bütün bu kötüleşme bir vakıa!..

Fakat arayana bir de züğürt tesellisi cinsinden güzellik(!) zuhûr eylemiş!

Bugün buraya gelen hastaların hepsi aynı rütbede eşitlenmiş; “vatandaşlık”...

GEAH’da kötüleşen her türlü hizmetden her vatandaş, payına düşeni eşit olarak alıyor. En azından öyle görünüyor!

GATA artık, GEAH oldu...

Kapısından giren her rütbeden askerimize birinci sınıf hizmet edip şifâ dağıtması için

Şu fakir devlet, GATA’ya her türlü imkânı ve parayı fazlası ile verdi.

Fakat efendilik “nöbetine tutulmuş” ve “kudret zehirlenmesine uğramış” siz beyaz subaylarımız;

İnsanca, eşitce, askerce, kardeşce ve ahlâklıca bölüşmeyi beceremediniz!

Derenin bütün suyunu kendinize akıtdınız...

Kendileri söz konusu olunca GATA’daki hizmeti oduncu kantarı ile bol keseden tartan subaylarımız

Kendilerinden başkalarına hizmet etmeye gelince, hep cimri kuyumcu terâzisi kullandı!

Hepinize yazıklar olsun!..

GATA artık yok!

Asker hastanesi olmayan dünyânın tek devleti Türkiye,

Dünyânın tek ordusu da Türk Ordusu oldu, sâyenizde!..

Ey, kendini insan üsdü insan zanneden beyaz subay gardeşlerim!

Şifâ bulmak için ayağınıza kadar gelip kapınızı çalan sizden olmayan askerlerden çok bedduâ aldınız, çok!

ATATÜRK’ün askeri olduğunu söyleyen sizler, ATATÜRK’ün Ordusunu darma dağın etdiniz, bu bir yana;

Sırf kendi menfaatinizi devâm etdirmek uğruna

Şimdi de GATA’yı bitirdiniz!

Gıçınıza gına yakabilirsiniz!

 

brove 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

Sözünün Er'i Olmak

Temmuz 03, 2017

 

Sözünün Er’i Olmak!

 

Yara iyileşince kabuk düşer! İkisi arasındaki ahid, pazara kadardır. Çünkü, tabiatın huyu böyledir.

Fakat er, ne kabukdur ne de yara...

Söz, ancak er ölünce düşer! Çünkü, ikisi arasındaki ahid, mezâra kadardır.

Söze sadâkat konusunda dinimizin emri, bellidir; ahde, vefâ edin! (İsrâ sûresi, 34’üncü âyet).

Yara ile kabuk ve er ile söz arasındaki bu benzeşmezliği de ferâsetli insanımız, sinesinde bal eyleyip

Verdiği sözü ne bahâsına olursa olsun yerine getiren kişi olmak anlamında, şu deyime bağlamış;

  Sözünün eri olmak!  

*  *  *  *  *

sozunun-eri-olmak 2

Asubaylığı anlamak

Ve daha da mühimi

Anlatmak için

Adam Arıyorum, Adam!.. isimli makâlem ile 2012 Temmuz ayında

emekliassubaylar.org’da yazmaya karâr verdiğim gün, 

Tek başıma idim...

s1

Ve o gün yazmaya başlar iken; 

  • Bir tek hedefim,  
  • Bir tek de şartım var idi. 

Hedefim;

Ordumuzu kaşar dilimi gibi ince ince sınıflara ayıran vatan hâini subaylarımızı tesbit ve teşhir etmek,

Şartım da;

Bu konuda yazdıklarımı, doğrusu ile eğrisi ile, kalemimden döküldüğü şekilde neşretmek idi...

Bana desdek vermek için duruşmalarımdan birisine gelmek vefâsını gösderen meslekdaşlarım

Sayın Selçuk İÇER ve Sayın Sami BAŞKAYA’dan elbetde bahsetmeliyim.

Fakat yazdıklarımdan dolayı hem cezâ hem de tazminât dâvası ile hâkimlerin karşısına çıkdığım günlerde de gene,

Tek başıma idim...

İsder doğru olsun isder yanlış! Şart olmadıkca müdâhale etmem! Bugünkü mevzuâtımıza göre “astsubay” dediğimiz ve mensûbu olduğumuz mesleğimiz konusunda yazılan, söylenen her türlü düşünceye saygım vardır.

Çünkü, yanlışlar söylenmez ise şâyet doğruların kıymeti anlaşılmıyor! Hem zâten zamân cellâdı, kellesini alacak yanlışlar arıyor nasıl olsa!

Lâkin “astsubaylık” konusundaki fikrini ve bilgisini ortaya döken kişiler ve meslekdaşlarım ile fikir düzeyinde de olsa hiçbir bağdaşmam yok! Onların fikirlerini tenkit ya da müdafaa etmek görevim de yok mecbûriyetim de... Çünkü hiçbirisinin muhâlifi de değilim, muzâhiri de...

Benim ezel-ebed bir tek hedefim var; “astsubay” dedikleri bu uyduruk mesleğin mensûbu olan biz vatan evlatlarına; devletimizin ekmeğini yeyip suyunu içen ve ordumuzun kıyâfetini giyen beyaz subaylarımızın bugüne kadar yapdığı; 

  • Vefâsızlık, 
  • Haksızlık,
  • Kânûnsuzluk,
  • Hâinlik,
  • Orostopolluk,
  • Şerefsizlik,
  • Kerizcilik
  • Ve dahi
  • Nâmussuzlukları ortaya çıkartmak...

Her türlü mihneti çekerim! Fakat bildiğimi yazmak konusunda kimseye minnet etmem!

Fikirlerime de kimse don biçemez!

Şâir Tevfik FİKRET’in o hârika deyişi ile Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK;

  • Fikri hür,
  • Vicdânı hür,
  • İrfânı hür

Ve bir o kadar da

Müstakil birisiyim bu konuda.

*  *  *  *  *

sozunun-eri-olmak 5

emekliassubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemde,

2014 senesinde neşretdiğim

Evvelden Ȃhire Işıltılı Yansımalar isimli beş bölümlü makâlemizi okuduğunu söyleyen Sayın Halil ERGENLİ;

Mesleğimizin gerçek isminin “asubay” olduğunu bu makâlemizden öğrendiğini

Ve dahi

emekliasubaylar.org” ismi ile yeni bir mecrâ kurmak isdediğini söyledi bana.

Bu yeni mecrâda makâle neşretmek için beni dâvet eden Sayın ERGENLİ’ye biricik şart koşdum!

Dedim ki; Müdâhaleyi kabul edemem Halil Bey! Makâlemi, nokdasına dokunmadan yayınlamalısınız...

2015 Mayıs ayında Halil Bey de bu şartımı aynen kabul etmiş

Ve dahi

Bu karârını da şu kısa haber ile duyurmuş idi...

 

s2

*  *  *  *  *

sozunun-eri-olmak 8

Feto Romanlı... Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -3- isimli makâlemizisozunun-eri-olmak WS

emekliasubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemde yayınlaması için

18 Haziran 2017 Pazar günü Sayın Halil ERGENLİ’nin e-posda adresine gönderdim.

Halil Beyin yayına verdiği gün makâlemize şöyle bir göz atdım.

Sayın Fahrettin BAĞRI’nın emekliassubaylar.org’da neşretdiği makâlesine verdiğim bağlantının, bu makâlemize eklenmediğini fark etdim.

Gene aynı gün gönderdiğim ve aşağıda gördüğünüz şöyle kısa bir yazı ile, bu bağlantyı, makâlemize eklemesini Halil Beyden ricâ etdim.

Sayın Halil ERGENLİ,

Feto Romanlı... Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -3- isimli makâlemizde aşağıdaki düzenlemeyi yapmanızı ricâ ederim.

Aşağıda gördüğünüz resimin altına, makalenin şu bağlantısını ekleyiniz.

(http://www.emekliassubaylar.org/component/k2/item/2720-tsk-tazminatlar-meselesi)

s3

*  *  *  *  *

sozunun-eri-olmak 16

Ben bu düzenlemeyi gönderdikden bir kaç saat sonra gönderdiği şu e-posdası ile Halil Bey,

Sözünü etdiğim bağlantıyı eklemeyi reddeddiğini bildirdi...

Reddetmesinin gerekcesini de kendince şöyle izah etdi;

“Adı geçen sitenin yönetici ve yazarlarının başta Halil Beyin şahsı olmak üzere

Sitenin yöneticilerine hakâret içeren gayrı ahlaki saldırılarını

  • O sitede
  • Ve sosyal medyada sürdürmeleri...”
 

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.m

 Reply| Mon 6/19/2017 12:17 PM

To: Şükrü Irbık (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)

 Sn. Şükrü IRBIK, 

Makalenizdeki düzeltmeler emekliassubaylar.org sitesine bağlantı verme dışında gerçekleştirildi. Daha önce tüm iyi niyetimizle bu tür bağlantıları vermemize, adı geçen sitenin yöneticilerinin resimlerini içeren yazıları hiç müdahalesiz yayınlamamıza rağmen adı geçen sitenin yönetici ve yazarlarının başta şahsım olmak üzere sitemizin yöneticilerine hakaret içeren gayrı ahlaki saldırılarını o sitede ve sosyal medyada sürdürmeleri nedeni ile o siteye bağlantı vermeyi reddediyoruz. (...) 

Bu nedenle sitemizde yayınlanacak yazılarda adı geçen site ve şahısları övücü metinler içeren, o siteye bağlantı vererek sitemiz üzerinden okunurluklarını arttıracak yazılar yayınlanmayacaktır.

Esenlik dileklerimle...

Halil ERGENLİ

 

İyi gözel de Halil Bey!

Ben, ahlâk zâbıtası değilim. Benim adım, Şükrü IRBIK.

Üsdelik

Bu şikâyetinizin muhâtabı da ben değilim... Çünkü ben; hâkim değilim, savcı değilim! Herkesin hesâbı kendine...

*  *  *  *  *

 sozunun-eri-olmak 18

Aşağıdaki mektubu, wetransfer üzerinden gönderdim. Hotmail ekran görüntüsü de bu mektubun altındadır.

Şükrü IRBIK

Reply|

Mon 6/19/2017   2:22 PM

To: halilergenli . (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)

Sayın Halil ERGENLİ,

Feto Romanlı Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -3- isimli makâlemi, emekliasubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemde yayınlamanız için 18 Haziran 2017 Pazar günü e-posda adresinize gönderdim. Aynı gün yayına verdiğiniz söze konu bu makâlemde, emekliassubaylar.org’da Sayın Fahrettin BAĞRI’nın neşretdiği bir yazıya verdiğim bağlantının, makâlemize eklenmediğini gördüm. Gözünüzden kaçdığını zannederek eklemediğinizi düşündüğüm bu bağlantıyı; 19 Haziran 2017 Pazartesi günü tarafınıza gönderdiğim yeni bir düzenleme ile Feto Romanlı Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -3- isimli makâlemizin ilgili yerine eklemenizi sizden ricâ etdim. Aynı gün, tarafıma gönderdiğiniz ve sûreti aşağıda görülen 12:17 saatli e-posdanızdan; emekliasubaylar.org’da 18 Haziran 2017 Pazar günü yayına verdiğiniz Feto Romanlı Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -3- isimli makâlemde, Sayın Fahrettin BAĞRI’nın emekliassubaylar.org’da neşretdiği yazı bağlantısını, maksatlı olarak eklemediğinizi anladım.

Sayın ERGENLİ,

Bugüne kadar siz açıkdan hiç bahsetmeseniz de, ben Şükrü IRBIK’ın emekliasubaylar.org’un kurucularından birisi olduğuna ve hele tâbiri câiz ise “isim babası” olduğuna herhâlde itirâz etmezsiniz. emekliasubaylar.org’un yayına başladığı günden bugüne kadar da kendi türünün tek örneği olduğunu sizin de gâyet iyi bildiğiniz konuları gündem eden makâleler neşrediyorum. Bu makâlelerimizin yayına hazırlanmasında sizin de büyük emeklerinizin olduğunun farkındayım ve bu hususu zamân zamân size de söylemişimdir. Ayrıca size bir şey daha söylemişimdir; Ben, kendi hür irâdem ile verdiğim karâr doğrultusunda hem emekliassubaylar.org’da hem de kurucusu olduğum emekliasubaylar.org’da yazmak isderim. Bu konuda benim önyargım ya da hesâbım yokdur. Bana sınır çizmeye kimsenin haddi de yokdur. Ayrıca, başka siteler ve başka şahıslar ile sizin aranızda mevcut olan hukûkun, husûmetin ya da hesâbın, hiçbir zamân tarafı olmadım, olmam da söz konusu değildir. Bu cümleden olmak üzere başka siteler ve başka şahıslar ile aranızda olan hukûkunuza, husûmetinize ve hesâbınıza beni dâhil etmemeniz konusunda sizi uyardığımı da hatırlarsınız.

Netice itibârı ile, başka şahıslar ile aranızdaki husûmet ve hesâp üzerinden bana bir takım şeyler dayatmaya çalışmanızı ben, ahlâkî bulmuyorum ve reddediyorum. Ben Şükrü IRBIK, hem emekliassubaylar.org’daki hem de hizmet vermeye başladığı günden bu yana emekliasubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemde inandığım fikirler doğrultusunda bugüne kadar makâleler neşretdim. Her iki siteye gönderdiğim makâlerimin yayınlanması için de bir tek şart ileri sürdüm; aynen neşredilmesi... Ve şu hususu da burada memnuniyetle söylemeliyim ki her iki site de benim makâlerimi bugüne kadar hep “aynen neşretdi.” Makâlelerimin aynen neşredilmesi konusunda ödediğim bedelleri de en iyi bilenlerden birisi de zannederim siz olmalısınız. Şükrü IRBIK olarak ben, makâlelerimin “aynen yayınlanmasından” başka bir tercihi düşünemem. Bu konuda siz dâhil, hiç kimsenin, benim düşüncelerime ya da makâlemin noktasına dokunmasına izin veremem. Bugüne kadar sizinle yapdığım çeşitli muşâverelerde bu konudaki tavrımı ve hassasiyetimi en açık ve en kısa şekilde size ifâde etdim. Şu an durduğum nokta ve karârımda da hiçbir değişiklik yok! Ve ne pahâsına olursa olsun değişiklik yapmayacağım. Bugüne kadar yapdığımız görüşmelerde, “gidersem geri gelmem!” dediğimi de hatırlayacağınızı zannederim.

Netice itibârı ile nerede olursa olsun; makâlemi neşretmek için hâlâ bir tek şartım var; “aynen neşredilmesi.” Benim makâlelerimin bir tek noktasına bile olsa hiç kimse dokunamaz! Benim makâleme, benden habersiz olarak kendinizce bir nevi sansür uygulamanız doğru olmamışdır, size yakışmamışdır. Bugün (19 Haziran 2017 Pazartesi) gönderdiğiniz 12:17 saatli e-posdanızdaki tavrınızdan; dün yayına verdiğiniz Feto Romanlı Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -3- isimli makâlemde, Sayın Fahrettin BAĞRI’nın emekliassubaylar.org’da neşretdiği yazı bağlantısını vermemeye karârlı olduğunuzu anlıyorum. O zamân, mesele yok demekdir. Fakat öncelikle şunu bilmelisiniz; Sizin bu karârınıza karşılık olarak ben Şükrü IRBIK da;

1. emekliasubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemi, bugün (19 Haziran 2017 Pazartesi) saat 22:00’dan itibâren, bir daha açmamak üzere kapatıyorum.

2. emekliasubaylar.org, emekliasubaylar.org’un fesbuk ve sâir sayfa ve bağlantılarında hâlen neşretdiğiniz bütün makâlelerimi yayından kaldırınız.

3. Şükrü IRBIK imzâsını taşıyan bütün makâlelerimi, yansılarımı ve sair bilgi ve belgelerimi; emekliasubaylar.org ve emekliasubaylar.org ile ilintili olan sâir elektronik ve görüntülü ortamlardan, paylaşımlarda bir daha kullanılmamak üzere siliniz.

Bu işlemleri tamamladıkdan sonra neticeyi tarafıma bildirmenizi önemle ricâ ederim.

Ayrıca;

emekliasubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemde; yayına başladığı günden bugüne kadar neşretdiğim makâlerimin okuyanlara en iyi şekilde sunulmasındaki emeklerinizden dolayı siz Halil ERGENLİ’ye yürekden teşekkür eder,

emekliasubaylar.org’a ve çok kıymetli emekcilerine bundan sonraki yayın hayatında üsdün başarılar temenni ederim.

Esenlik dileklerimle.19.06.2017.

Şükrü IRBIK 

 s4

Yeri gelmiş iken şunu da söylemeliyim;

Halil Bey, Eski Tüfek isimli köşemi kapatıp makâlelerimi de sildiğini bugüne kadar bana bildirse idi şâyet

Böyle bir makâle yazmaya hiç niyetim yok idi. Neticeten bu mâkeleyi yazmamın sebebi, Halil Beyin kendi tutumudur.

*  *  *  *  *

 sozunun-eri-olmak 21

Sayın Halil ERGENLİ, bir iki saat sonra şu cevâbı gönderdi bana;

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Reply| Mon 6/19/2017 4:01 PM

To: Şükrü Irbık (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)

Sn. Şükrü Irbık,

Köşenizin ve yazılarınızın kaldırılması ile ilgili e-postanızı aldım. Kararınıza saygı duyarım. (...)

Ancak bizim aile şerefimiz, onurumuz ve her türlü kişilik haklarımıza sabah akşam hakaret eden şahısların toplandığı siteye bağlantı vermeme hususundaki hassasiyetimize gösterdiğiniz tepkiyi anlamak zor.

Bizim için (...) gibi tanımlamaları sürekli yineleyen, Değerli Meslektaşım (...)' aile şerefinin timsali olan soyadını tahrif ederek hakaret eden insanlara ve yönettikleri siteye karşı tavır almamızı kendinize karşı bir tavır olarak algılıyor iseniz tercih sizindir.

Bizim o siteye vermediğimiz bağlantı nedeniyle okuyucuya eksik iletilmiş bir bilgi olmadığını düşünüyorum. Çünkü siz zaten yazınıza konu ettiğiniz makaleyi ekran görüntüsü olarak göndermişsiniz ve biz bunu yerli yerinde kullandık. Diğer siteye bağlantı vermem konusundaki kararı birlikte aldığımız karara sizin yanıtınızı özet olarak aktardım. Her şeye rağmen kararınızda ısrarcı iseniz bize uygulamak düşer. (...)

Esenlik dileklerimle...

Halil ERGENLİ

Halil Bey, bizim makâlemizi kendi aklınca makaslamak ile birilerinden intikâm alıyormuş da

Ben de bu tavırı kendi üzerime alıyormuşum meğerse!.. Duy da inanma!

İyi gözel de! Başkasına taş atmak için benim makâlemi sapan olarak kullanma hakkını size kim verdi, Halil Bey?

Üsdelik,

Makâlemde bahsetdiğim bağlantıyı vermediği için de okuyucuya eksik iletilmiş bir bilgi olmadığını düşünüyormuş!

Size ait olmayan makâleye gizlice don biçmek hakkını size kim verdi, Halil Bey?

*  *  *  *  *

sozunun-eri-olmak 23

Aynı gün Halil Beye cevâben bir e-posda daha gönderdim ve şöyle dedim;

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. sent you files via WeTransfer 1 ŞI Şükrü IRBIK

Reply| Mon 6/19/2017 11:40 PM

To: halilergenli . (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)

Sayın Halil ERGENLİ,

emekliasubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemde makâlelerimin neşri konusunda ikimiz de karârımızı verdik. Siz, makâlemde kullandığım Sayın Fahrettin BAĞRI’nın yazısı için emekliassubaylar.org’a bağlantı eklemeyi reddeddiniz, karârınızı verdiniz. Ben de bağlantı vermezseniz, geri dönmemek üzere köşemi kapatırım dedim ve kapatdım. Müzâkere faslı kapandı. Bu konuda ikimiz de sözümüzü açıkca söyledik, karârımızı alenen ikrâr etdik. Bu bakımdan ben gâyet müsterihim. emekliasubaylar.org meselesi bugünden itibâren benim için ebediyyen kapandı. Verdiğimiz bu karârlarımız hakkımızda hayırlı olur inşallah.

Bu vesile ile size ve emekliasubaylar.org’un kıymetli emekcilerine yayın hayâtınızda üsdün başarılar ve esenlik dolu günler temenni ederim.19.06.2017.

Saygılarımla

Şükrü IRBIK

*  *  *  *  * 

sozunun-eri-olmak 25

19 Haziran 2017 Pazartesi günü saat 14:22’de kısa bir e-posda göndermiş ve Halil Beyden;

  • emekliasubaylar.org’daki şahsıma ait bütün makâleleri, yansıları vs. arşivlerinden silmesini

Ve dahi

  • Neticeyi tarafıma bildirmesini ricâ etmiş idim.

Bugün, 30 Haziran 2017 Cuma...

Bu e-posdayı göndereli 12 gün oldu.

Fakat isdeğimi yerine getirmek konusunda Halil Beyden cevâp alamayınca bu kez de aşağıdaki şu kısa e-posdayı gönderdim;

Sayın Halil ERGENLİ, 

2015 Mayıs ayında emekliasubaylar.org’da yazmaya başladıkdan sonra, sizin ile yapdığımız telefon görüşmesi neticesinde, aşağıda gördüğünüz şu bilgiyi, çeşitli ortamlarda okuyanlara duyurmuş idiniz. 

 

s2

Bildiğiniz üzere, 19 Haziran 2017 Pazartesi günü, emekliasubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemi kapatdım. İşin aslını öğrenmek için beni telefon ile arayanlara cevâp vermekden yoruldum. emekliasubaylar.org’dan ayrılış haberini de duyurmak için, aşağıdaki kısa açıklamayı gene aynı mecrâlarda okuyuculara duyurmanızı ricâ ederim.

Saygılarımla

Şükrü IRBIK

 

Sn. Şükrü IRBIK, emekliasubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşesini 19 Haziran 2017 Pazartesi günü kendi isteği doğrultusunda kapatmış olup kendisinin makâleleri arşivimizden silinmişdir.

Sabah gönderdiğim yukarıda gördüğünüz  şu e-posdamı Halil Bey,

Gece saat 11:05’de okudu...

Fakat gene sükût etmeyi yeğledi... 

s5

*  *  *  *  *

 sozunun-eri-olmak 31

emekliasubaylar.org isimli mecrâ, 19 Mayıs 2015 Salı günü yayına başladı. Bu mecrâdaki Eski Tüfek isimli köşemde, ilk günlerden başlamak üzere neşretdiğim türünün tek örneği olan makâlelerimde;

emekliassubaylar.org’da hem benim hem de sâir yazarların neşretdiği makâlelere çok sayıda bağlantı ekledim. Sayın Halil ERGENLİ de bu makâlelerim için emekliassubaylar.org’a defâlarca bağlantı verdi.

Fakat o güne kadar sergilediği doğru ve tarafsız tavrından Sayın Halil ERGENLİ,

Her ne oldu ise, 19 Haziran 2017 Pazartesi günü birden bire yüzseksen derece döndü.

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -3- isimli makâlemiz için meslek büyüğümüz Sayın Fahrettin BAĞRI’nın emekliassubaylar.org’daki bir makâlesine bağlantı eklemeyi reddeddi.

Ben Şükrü IRBIK, sözümün er’iyim! 19 Mayıs 2015 Salı günü verdiğim söz ile bugün de gene aynı yerdeyim.

Ve yazmak için hâlâ bir tek şartım var; eğri ya da doğru, yazdıklarımı, kalemimden döküldüğü şekilde neşretmek...

Fakat Sayın Halil ERGENLi, aynı gün bana verdiği sözün neresinde durduğuna bir bakmalıdır.

Yapdığı bu hızlı, keskin ve kıvrak “U” dönüşünden dolayı Halil Bey, kendi vicdânı ile hesâplaşabilir mi, bilemiyorum.

Fakat bildiğim ve alenen görünen hakikât şudur ki, böyle tarafgir davranmak ile Sayın Halil ERGENLİ;

  • Üçüncü şahıslar ile arasında mevcut olan şahsî hesap ve husûmetlerine beni de ortak etmeye tevessül etdi,
  • Yayınlaması için gönderdiğim makâlemde, bana haber vermeden, kendi aklınca ameliyat yaparak makâleme gizliden sansür uygulamaya teşebbüs etdi,
  • Makâlelerimi gönderdiğim şekilde yayınlamak konusunda Sayın Halil ERGENLİ, bana verdiği sözünden döndü,

En büyük haksızlığı ve saygısızlığı da Sayın Halil ERGENLİ,

  • emekliasubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemde 2015 Mayıs ayından beri neşretdiğim makâlelerime çok isabetli yorumlar ekleyen kıymetli okuyanlara yapdı.

*  *  *  *  *

Buraya kadar yazdıklarımdan ortaya çıkan birinci netice şudur;

2015 senesinde yazmaya başladığım emekliasubaylar.org’daki Eski Tüfek isimli köşemi,

Bu makâlemizin yukarıdaki sayfalarında belgelerini fâş eylediğim sebepden dolayı

19 Haziran 2017 Pazartesi günü bir daha açmamak üzere kapatdım.

Bu karârımı kendisine bildirdikden sonra Halil Bey, köşemi kapatdı. Fakat makâlelerimi arşivinden sildiğini bana bildirmedi.

Gönderdiğim e-posdalarıma cevâp vermemek, bir tercih değil de olsa olsa ancak nezâket meselesi olabilir.

Fakat Halil Beyin büründüğü bu kesif ve derin sukûta bakılırsa

Makâlemin yayınlanması konusunda içine düşdüğü açmazı ve kendisini boğan tutumunu izah edecek sözü yok!

İkinci netice de şudur;

Kimimiz için acı da olsa ben, burada şu doğruyu söylemeye mecbûrum!

Makâlelerimin emekliasubaylar.org’da yayınlanması konusunda olduğu gibi

Yayından kaldırılması konusunda da Sayın Halil ERGENLİ,2

Sözünün er’i olmalı idi!..

Alacası içinde olan biz insanoğlu için asıl mesele demek ki;

Söz vermek değil fakat;

Sözünün Er’i Olmak imiş meğerse...

brove

 

  

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

Eski Tüfek_Bir var imiş bir yok imiş

 

Subaylarımız; Karârnâme’den Tasdiknâme’ye...

Bir Var İmiş, Bir Yok İmiş!

 

Doğru demişsin, be ERENİYE!..

Hakikâten de öyle oldu!

Şâir dediğin O’dur ki dünden bugünü, feleğin çemberinden görebile! Görmüşsün be ERENİYE!..

01Tam 85 sene sonra tahakkuk etse de

Güneş doğmuş da batmış gibi

Bir var idi, bir yok oldu!..

1929 senesinden beri zâbitân heyetimiz

Cumhurbaşkanından aldıkları karârnâme” ile “berâtlı” ve “muvazzaf” olarak göreve başlıyorlar idi...

Fakat bu kadim ve mutlak imtiyâzlarını 2014 senesinde kaybetdiler.

Artık subaylarımız da tıpkı biz asubaylar gibi “tasdiknâmeli”...

 

*  *  *  *  *

 

Karârnâme Ne?, Tasdiknâme Ne?

Evvelâ bu iki kavramın ne olduğunu bir tahattur edelim şöyle...

Tasdiknâme, bakanın harcı...  Bakan kim?

Cumhurbaşkanı

Ve Başbakan’dan sonra gelen partici... Yürütme sacayağının üçüncüsü. Yasama ve Yargıdan sonra üçüncü erk olan Yürütmenin çömezi. Ankara’nın sokaklarındaki ağaçdan daha fazla Bakan var meclisde.

Lâkin karârnâme öyle mi ya!..

Karârnâme dediğin o kağıt parçasının altına, devletin başı ve başkomutan olan cumhurbaşkanı imzâ atıyor. Cumhurbaşkanı kim dersen! Cumhuriyetimiz 94 yaşında. Cumhurbaşkanlığı makâmına bugüne kadar sâdece 12 vatandaş oturmuş. İşde, karârnâme dediğin şeyi, meclisdeki bütün bakanlar imzâlasa, başbakan da imzâlasa, mektub kağıdından öte kıymeti yok.

Fakat o aynı kağıdın altına Cumhurbaşkanı denen şahıs bir imzâ çakdı mı, oluyor sana kapı gibi kânûn.

 

*  *  *  *  *

 

İşde, size aşağıda; Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkan imzâlı 3’lü bir karârnâme...

Bir vatandaş;

Cumhurbaşkanının bugün imzâladığı bir karârnâmeyi

Ömrü vefâ eder ise

Hele bir de o karârnâmenin tasnif işlemi tamamlanıp da erişime açıldı ise şâyet

Ancak 30 sene sonra görebiliyor bu memleketde.

Birinci Cumhurbaşkanımızın 1930’lu senelerde imzâladığı karârnâmelerden

Bugün dahi, hâlâ tasnif edilmemiş ve erişime açılmamış karârnâmeler olduğunu duyarsanız, şaşırmayın!

Devletimizin arşiv yönergesi böyle diyor çünkü...

Bu sebepden dolayı, kaçıncı Cumhurbaşkanı olduğunu bilmediğim Zottirik Kenan’ın imzâladığı aşağıda gördüğünüz şu karârnâmeyi görme bahtiyarlığına erişmenizin dört sebebi var;

2

 

  • Birincisi, bu karârnâmeyi Zorti, tam 30 sene evvel imzâladı. Üzerindeki 30 senelik yasak kalkdı.

 

  • İkincisi, tasnif işlemi tamamlandı.

 

  • Üçüncüsü, erişime açıldı.

 

  • Dördüncüsü de şu; Bu satırları yazan er kişi, bu karârnâmeyi alabilmak için çil çil paralar ödedi...

 

  • Lâkin, aga târifesi uyguladık size. Okuyana beleş!

 

  • *  *  *  *  *

 

Karârnâme’den Tasdiknâme’ye Subaylarımız...

Harb okullarından mezûn edilen talebelerimiz için 2014 senesinden itibâren artık “karârnâme” yok!

 

Harb okullarından mezûn edilen efendiler için,

Yukarıda bahsetdiğimiz subaylığa nasıp karârnâmesinin;

  • Birincisini, 1929 senesinde ilk Cumhurbaşkanı Gâzi M. Kemal imzâlamış idi.
  • Sonuncusunu ise 2013 senesinde, onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL imzâladı.

 

Ordumuzun iki aslî(!) unsurundan birisi olan “ortada sandık” asubaylarını suâl eyler iseniz şâyet

1951 senesinde kurnaz kurmay subaylarımızın icâd etdiği asubay sınıfı zâten hep “tasdiknâmeli” idi.

Fakat yukarıda özünü anlatdığımız olay neticesinde

Tıpkı biz asubayların olduğu gibi subaylarımız da artık “tasdiknâmeli” oldu.

Böylece

Ordumuzun iki aslî unsuru olan subay ve asubaylar;

Göreve başlaması için aldığı “yetki derecesinde” eşitlendiler.

Hulâsa;

Hem subaylarımız hem de asubaylarımız bundan kelli ordumuzda “tasdiknâme” ile işe başlayacaklar.

Asubaylar ezelden beri “tasdiknâmeli” idi de...

Asubayları karârnâmeye bindirmeye râzı olmayan subaylarımızın kendileri de “tasdiknâmeye” indiler.

Subaylarımızın “karârnâme”den inip “tasdiknâme”ye binişinin acıklı hikâyesini

Zamân, mekân ve olay teslisi içinde Kayıtcı Eski Tüfek anlatsın sizlere...

 

*  *  *  *  *

 

04

 

Peki, bu karârnâme ne işe yarar?

Nasıl ki cumhurbaşkanı imzâlamayınca bir kağıt parçası kânûn olamıyorsa.

Başkomutanı olan Cumhurbaşkanı da karârnâmesini imzâlamayınca,

Mezûn olduğu gün o harbiyeli talebe de subay olamıyor...

 

İşde sırf bu sebepden dolayı

Harbiye tahsilini muvaffakiyetle ikmâl eden efendilerin zâbit olabilmesi için;

  • Millî Müdafaa Vekili bir tezkere hazırlar ve Baş Vekil’e (Başbakan) takdim eder,
  • Baş Vekil bu tezkereyi imzâlar sonra da Reisicumhur’a arz eder,
  • Son olarak da Reisicumhur bu karârnâmeyi imzâsı ile tasdik eder idi.


Bugünkü devlet erkânının “üçlü karârnâme” dediği şey, işde, tam da bu oluyor.

“Üçlü karârnâme” ile terfi almak da her memurun harcı değil hani...

Bu “üçlü” imzâ faslından sonra;

Harbiye tahsilini muvaffakiyetle ikmal eden efendiler, resmen zâbit olurlar

Ve dahi

Devletin başı ve ordunun Başkomutanı olan Reisicumhur’un imzâladığı karârnâme ile;

Hem T.C. devletini temsil etmek hakkını ihrâz eder

Hem de emrindeki askerlere emir ve komuta etme “berâtını” alır idi...

İşde, harbiyeden çıkan 317 efendinin terfisi için;

Millî Müdafaa Vekili Mustafa Abdülhalik RENDA

Başvekil ismet İNÖNÜ

Ve dahi

Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi M. Kemal’in 1929 senesinde imzâladığı türkce ilk terfi karârnâmesi...

 

3a 3b

İşde sırf bu sebepden dolayı Başkomutan olan Cumhurbaşkanları, iki elleri kanda bile olsa

Nasıp karârnâmesini imzâladığı harb okulları talebesinin diploma törenini teşrif ediyor

Ve dahi

Cumhuriyet târihimizde ilk defâ olmak üzere Birinci Cumhurbaşkanımızın verdiği bu “berât” ile

Zâbitânımız “muvazzaf/commissioned” olarak ordumuza hizmet ediyorlar idi...

Genelkurmay Başkanlığımızın neşretdiği aşağıdaki şu sözlüğün sayfasında gördüğünüz üzere

Zâbitân heyetimize biz de haklı olarak;

İngilizcesi ile “commissioned officer” demek olan “Cumhurbaşkanından berâtlı zâbit” diyor idik!

4a   4b

 

 Lâkin bugün artık böyle değil! Tekrâr söylüyorum; bugün artık böyle değil!

Subaylarımızın “berâtı”nı ellerinden aldılar... Hem de 15 Temmuz’dan bir hayli zamân evvel...

Daha basit kelâm ile yazalım;

Zâbitân heyetimiz;

İngilizcesi “commissioned” olan ve cumhurbaşkanından aldıkları “muvvazzaflık berâtını” AKP’ye kapdırdı.

Ve bundan kelli subaylarımızın hepsi artık ingilizcesi “officer” demek olan sâde “zâbit.”

Nasıl mı?

Gözlerimizin önünde cereyân eden ve fakat sâdece bakdığımız bu canlı folimi

Şâyet iltifât buyurursanız, şöyle resmedelim sizler için...

 

*  *  *  *  *

 

Yönetmelik ile eğitilip teğmenliğe nasbedilen subaylarımız,

Kendileri gibi “muhdes ve mutlak harbiyeli” olan Başkomutan ve Cumhurbaşkanlarının elinden

3’lü karârnâme ile subaylık “berâtını” (commission) alır iken

Kânûna göre eğitilip asubay çavuşluğa nasbedilen asubaylarımız,

Bakanlarının elinden 1’li  “tasdiknâme” (non-commission) alıyor idi.

Görevbaşı yapma hususunda asubaylar için kelimenin anlamı ile “üçün biri” söz konusu idi...

 

*  *  *  *  *

 

Harbiye’den mezûn olup da

Kendisi gibi “harbiyeli” cumhurbaşkanlarının elinden diplomasını aldığı gün

Her subayımız,

Elinden diploma aldığı cumhurbaşkanı gibi, kendisini “müstâkbel cumhurbaşkanı” telâkki eder idi... Hakikâten de biricik istisnâsı olsa da 1989 senesine kadar bu saltanât böyle deverân eyledi.

Harbiyeli cumhurbaşkanlarının son temsilcisi, 12 Eylül’cü darbecibaşı Zottirik Kenan oldu...

Lavantalar süründükden sonra Küçüksu’da küçük turgut’u(!) pazar gezmesine götüren büyük Turgut,

Bu fasit dâireye, 9 Kasım 1989 Perşembe günü bir fiske vurdu ve yer ile yeksân etdi.

 

5

 

Bu filfilli fiskesi ile de Büyük Turgut,

Harbiyeli” cumhurbaşkanı Zottirik Kenan’ın koltuğuna köskelmiş

Ve dahi

Harbiyesiz” cumhurbaşkanlarının birincisi olma unvânını çokdan hak etmiş idi...

 

*  *  *  *  *

 

09

 

Gördünüz! Karârnâme sûretini yukarıdaki sayfalardan birisinde verdik.

1929 senesinde Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi M. Kemal’in başlatdığı devlet geleneği ile

Harbiyeden çıkan efendilere,

Cumhurbaşkanı, kendi imzâladığı karârnâme ile orduda görev veriyor idi.

Çünkü Devletin başı olan cumhurbaşkanları aynı zamânda ordunun başkomutanı idi...

Kâzım SEVÜKTEKİN isimli şerefsiz bir mirlivâ’nın yapdığı sahtekârlık neticesinde

Gedikli zâbitlikden gedikli erbaşlığa tenzil edilen askerler de tıpkı zâbitân heyetimiz gibi

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde karârnâme ile terfi ettiriliyorlar idi.

İşde, 1944 senesinde Gedikli Erbaşların terfisine dâir Cumhurbaşkanlığı karârnâmesi...

 

 

6a 6b

*  *  *  *  *

1951

 

1951 senesi,

Türkiye’nin NATO’ya üye olması için gizli tezgâhların tertiplendiği ve çalışmaların başladığı senedir.

Başbakan Şemsettin GÜNALTAY ile başlayan Coni’nin kucağına oturma sevdâsı,

Bir sene sonra Başbakan olan Adnan MENDERES ile geri dönülmez bir yola girdi...

NATO maskesi ile Bâb-ı Ȃli’nin kapısına dayanan Coni,

Türkiye’yi Küçük Amerika yapmak isdeyen zübük siyâsileri devletin başına,

Coniperest subayları da ordumuzun başına oturtdu.

Coni’nin ilk yapması gereken iş de

Mustafa Kemal’in askerlerini evvelâ gemlemek, akabinde de kafeslemek idi.

Çünkü, Mustafa Kemal’in çarıklı askerleri,

Dedelerimizin Harb-i Umûmi-î dediği savaşlarda garbın tek dişi kalmış tekmil canavarlarının

O biricik dişini de kerpeten ile kanırta kanırta sökmüş idi.

İşde, sırf bu sebepden dolayı bu canavarlar,

Türk askerinin savaşkan rûhunu törpülemek için yanıp tutuşuyorlar idi. Bunun için de subaylarımıza süslü püslü elbiseler giydirip kadınlar gibi süslemek

Ve daha da önemlisi,

O vakde kadar subay ve er olmak üzere iki sınıflı olan Türk askerini çeşitli sınıflara bölmek isdediler.

Coniden beslemeli ve feslemeli garb perestiş subaylarımız,

Astsubay” dedikleri “ortada sandık” cinsinden yeni ve köle bir asker sınıfını 1951 senesinde peydahladılar.

7

 

Subay yardımcısı” dedikleri Astsubayların  yetiştirme usûlleri

Bakanlıkların peydahlayacağı “Yönetmelik” ile  tesbit edilecek,

 

8

 

Yükselmeleri de Bakanlık onayı ile yapılacak idi...

9

 

Bakanlık onayı, “tasdiknâme” demek. Bir başka ifâde ile “çalışma izni” demek.

İlgili Bakanlarımız diyor ki;

“Ey, çavuş! Ben sana, orduda sâdece “çalışma” izini veriyorum. Emir verme yetkin yok, komutan olmazsın!.

 

*  *  *  *  *

21

 

27 Mayıs subay darbesi ile kudret zehirlenmesine uğrayan sömürgen subaylarımız;

Yeni bir kânûn daha peydahladılar! İsmine de TSK Personel Kânûnu dediler. Ve birbirine hiç benzemeyen subay ve asubayları aynı torbanın içine tıkışdırdılar.

Bu kânûn ile subaylarımız, 1951 senesinde tertipledikleri 5802 sayılı Astsubay Kânûnunu “ilgâ” etdiler.

Fakat bu kânûnun sâdece bir maddesine dokunamadılar; birinci maddesini “ipkâ “etdiler.

Çünkü

Sırtını dayayacakları, kendi işlerini sırtına yıkacakları,

Maçaları sıkışdığında da kendi suçlarını üzerine atacakları bu “ortada sandık” askerden vazgeçemediler.

1951 senesinde peydahladıkları ve “subay yardımcısı” dedikleri astsubayları

Personel Kânûnunun aşağıdaki şu parantezin içine “korka korka ve küçük harfler ile” sakladılar.

10

  • Kendileri gibi harbiye neşetli Cumhurbaşkanlarından imzâlı “berât” ellerinde,
  • Döne döne pervâne olmuş emir erleri, seyis erleri ve hizmet erleri her dâim etrâfında,
  • Mayın eşşeği gibi ileri sürdükleri “yedek subay” önlerinde,
  • Kendi işlerini sırtına yükledikleri “subay yardımcısı” asubaylar da yanlarında idi nasıl olsa!

 

Bu subaylarımızın sırtını kim yere getirebilir idi şu dünyâda?

Fakat!

Öyle değil midir?

Her saadetin sonu felâket değil midir?

 

*  *  *  *  *

15

 

27 Mayıs’ın darbeci subaylarının tertiplediği TSK Personel Kânûnu,

Tamâmen subayların saadetini tahakkuk etdirmek üzerine tezgâhlandı.

Subay yardımcısı” dedikleri astsubayı da kerem eyleyip

Bölük anası” ya da “tampon” olarak kullanmak maksadı ile  bu kânûna sokuşdurdular.

926 sayılı işbu TSK Personel Kânûnuna göre subaylarımızın yetiştirilmesi,

Özel Kânûnuna göre yürütülecek idi.

11

 

Yukarıdaki maddeye bakmayın siz. Bu kânûn, 1967 senesinde kabul edildi. Fakat bu târihde harp okullarının kânûnu hâlâ yok idi. 926 sayılı TSK Personel Kânûnu meriyyete konuldukdan sonra 4 sene boyunca daha harp okulları, “Yönetmelik” ile idâre edildi. Çünkü işlerine öyle gelmiş idi. Asubaylar için 1951 senesinde kânûn tertipleyen Genelkurmay Başkanlığımız için bir kânûn da subaylar için tertip etmek zor değil ki...

 

20

 

*  *  *  *  *

 

21

 

Gene aşağıda gördüğünüz Kânûna göre

Taa 1929 senesinden beri mûtâd olduğu üzere

Zâbitân heyetimiz, gene Cumhurbaşkanı karârnâmesi ile subay nasbedilecek idi.

13x

Subaylarımızı özel kânûnlarına göre yetiştirip

Cumhurbaşkanı karârnâmesi ile işbaşı yapdıran 926 TSK Personel Kânûnu

Asubay dedikleri askerlere gelince suyu yokuşa akıtdı.

Subay yardımcısı olan asubaylar;

Bakanlarımızın çala kalem tertip etdiği “Yönetmelik” ile yetişdirilecek idi...

14

 

Subay yardımcısı olan asubaylar;

Bakanlarımızın ayak üsdü imzâ etdiği “tasdiknâme” ile ordumuzda görevbaşı yapacaklar idi.

 

15x

 

*  *  *  *  *

25

 

Harbiyeli Efendilere Kelime Ayârı!

2013 senesi dâhil olmak üzere harbiyeli subaylarımızın teğmenliğe nasıpları,

Cumhurbaşkanının imzâladığı karârname ile yapılır idi.

11 Şubat 2014 târihinde  bir kânûn ile bu “karârnâme” kelimesine bir ayâr verdiler ve “onay” yapdılar.

Subaylarımızın 1929 senesinde başlayan “Cumhurbaşkanlığından berâtlı muvazzaflık” saltanâtı

Tam 85 sene sonra mutlak zevâl buldu!..

 

Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi M. Kemal’in 1929 senesinde başlatdığı bir devlet geleneğini;

  • Onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL 2014 senesinde yıkdı.
  • Sonuncu Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN da 2017 senesinde yıkdı... 

 


İşde, o kânûn tasarısını imzâlayan vekiller.

16

 

6519 sayılı kânûn ile 11 Şubat 2014 târihinde

926 sayılı TSK Personel Kânûnunun 34’üncü maddesinde birkaç “kelime ayarı” yapdılar ve

Subaylarımızın teğmenliğe nasıpları için şart olan cumhurbaşkanı karârnâmesini “iptâl” etdiler.

Yerine de Bakanların “onayı” şartını ikâme etdiler.

Komisyon Raporunun madde gerekcesinde şöyle yazdılar;

Subaylığa nasıp işlemlerinde “karârnâme” esâsının kaldırılması ve yerine “onay” sisteminin getirilmesi...

17 6519

 

*  *  *  *  *

29

 

2014 senesinde 6519 sayılı kânûn ile yapılan “kelime ayârını” yeterli bulmayan AKP hükûmeti,

15 Temmuz’culara abdestsiz yakalanınca korkudan epeyi ecel terleri dökmüş olmalı ki

2017 senesinde tertiplediği 681 sayılı KHK ile “çift dikiş” yapdı...

18a

 

İşde, 681 sayılı KHK’yi imzâlayan siyâsiler...

khk 681 imza

 

*  *  *  *  *

 

Karârnâmesi yok! Fakat Cumhurbaşkanı var!

R. Tayyip ERDOĞAN,

Harp okulu öğrencilerinin subaylığa nasıp karârnâmesini imzâlama geleneğine Başbakan sıfatı ile 11 Şubat 2014 târihinde son verdi.

Fakat karârnâme vermediği teğmenlere, bu kez Cumhurbaşkanı sıfatı ile diploma vermeye gitdi...

Birisi dese ki; Cumhurbaşkanım; sen, o teğmenlere hangi hakla diploma veriyorsun? Diyelim ki protokol denen şeyde bir yanlışlık oldu... Fakat bu işi yapanlar iyi bilir; protokolde yüzde 99 başarı bile başarı sayılmaz. Olacak iş değil fakat ben şaşırmıyorum! Çünkü R. Tayyip ERDOĞAN’ın tarzı bu. Anayasaya Mahkemesinin aldığı karârı bile tanımayan O değil miydi? Kural, kânûn, karârnâme kendi işine nasıl gelirse öyle tatbik ediyor.

 

20x

 

Subaylığa nasıp için karârnâme imzâlamaya 2014 senesinde son verildi. Haydi, bir alışkanlıkdır, belki de bir yanlışlık olmuşdur diyelim 2014 senesinde...

Fakat Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN, 2015 senesinde de aynı şeyi yapdı. Harp okullarına gitdi ve mezûn edilen teğmenlere diplomasını verdi... Peki, verdiğin o diplomaların karârnâmesini imzâladın mı, Cumhurbaşkanım?

Cumhurbaşkanı olarak sen, hem karârnâme imzâlamaya son ver.

Hem de karârnâmesini imzâlamadığın teğmenlere diploma ver!..

Türk tipi Anayasa,

Türk tipi başbakan

Türk tipi başkanlıkdan sonra

Bu da herhâlde Türk tipi diploma vermek oluyor!..

 

21x

 

*  *  *  *  *

 

Komutanlık Vasfının Dayanılmaz Ayrıcalığı!..

Burada şu tesbiti yapmalıyız!

Mevcudu ne olursa olsun! Bir askerî birliğe "komuta etmek"; askerlik sanatının bir askere tahmil etdiği en yüce yetki ve en büyük ayrıcalıkdır.

Komuta etmek demek; tıpkı Atatürk’ün yapdığı gibi, emrindeki askerlere “ölmeyi ve öldürmeyi” emretmek hak ve yetkisine sahip olmak demekdir.

Gemi Komutanından, Karakol Komutanına kadar,

Bizim ordumuzda da “komutanlık yapan” çok sayıda Asubayımız var.

 

Fakat

  • Hem subay yardımcısı,
  • Hem muvazzaf oldukları hâlde

       Ve dahi

  • Hem de komutanlık yapdıkları hâlde

Bizim Asubaylarımız, bizim ordumuzda “subay” sınıfına dâhil edilmezler.

Şu koca dünyâda sâdece T.C. Ordusuna has olan;

  • Bu saçmalığı,
  • Bu akılsızlığı,
  • Bu ahmaklığı,
  • Bu kalleşliği,
  • Bu şerefsizliği,
  • Bu hâinliği,
  • Bu ahlâksızlığı,
  • Bu kânunsuzluğu,

Şu koca dünyâda “insanım” diyen hiç kimse izâh edemez!

 

*  *  *  *  * 

 

Gitdi Karârnâme, Geldi Tasdiknâme...

Cumhurbaşkanına özgü bir imtiyâz olan subay nasıp onay yetkisi,

Hem 2014 senesinde hem de 2017 senesinde kabul edilen her iki mevzuât ile Millî Savunma Bakanına verildi.

Harb okulu mezûnu subaylar, ingilizcesi “commission” olan türkcesi “berât” demek olan “imtiyaz” hakkını, işde, böyle kaybetdiler. Bu değişiklik yapılasıya kadar Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden ve başkomutan olan cumhurbaşkanın imzâladığı karârnâme ile Türkiye Cumhuriyetini temsil etmek üzere “berat” verilen subaylarımız, böylece Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil etme hak ve imtiyâzını kaybetdiler. Bugün artık harb okulundan neşet eden subayların nasıplarını Millî Savunma Bakanı “tasdik” ediyor.

Subaylarımız bir şey daha kaybetdiler;

Başkomutan sıfatı ile cumhurbaşkanının verdiği “emir verme ve komuta etme yetkisini

Meriyyete konulan bu yeni uygulama ile;

Yetki ve imtiyâz bakımından subaylar, yüksek bir irtifâ kaybetdiler ve asubaylar ile eşit düzeye indiler.

Bir başka ifâde ile üst’lerde uçan subaylarımız, kendilerini bir anda ast’ların yanında buluverdiler.

1929-2014= Tam 85 sene ediyor.

Birinci Cumhurbaşkanımız Gâzi M. Kemal’in,

1929 senesinde meslekdaşı subaylara, başkomutan sıfatı ile armağan etdiği karârnâmeli “berât”ı

Onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2014 senesinde

Sonuncu Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN da 2017 senesinde subaylarımızın elinden geri aldı.

 

2014 senesinden itibâren subaylarımızın artık;

  • Devletin başı Cumhurbaşkanı nâmına T.C. Devletini temsil etmek hakkı ve
  • Başkomutan Cumhurbaşkanı nâmına emir vermek ve komutanlık etmek “berâtı” yok!


Merhabâ Memur isimli makâlemizde 15 Kasım 2014 Cumartesi günü söylemiş idik!

Sucukcu Necdet’in başlatdığı irtifâ kayıbını, Seri Paşa Hulusi, sıfır noktasına getirdi.

211 ve 926 sayılı kânûnlara tâbi olsalar da

1967 senesinden beri asubayların olduğu gibi

2014 senesinden buyana subaylarımız da

Millî Savunma Bakanından “tasdiknâmeli” devlet memurudur artık!

Çünkü, Anayasamıza göre sâdece Cumhurbaşkanı karârnâme imzâlayabilir.

İngilizcesi “commissioned” olan (cumhurbaşkanından berâtlı) sıfatı, bu târihden sonra mutlak zâil oldu.

Subaylarımızın diploma tevdi törenlerine Cumhurbaşkanının gitmesi için artık hiçbir sebep kalmadı.

Bu da şu demek oluyor ki;

Şu târihden sonra yapılacak subay ve asubay diploma törenlerinde artık sâdece ilgili Bakanları göreceğiz.

Subaylarımız, Cumhurbaşkanın elinden diploma ve karârnâme berâtı alma imtiyâzını da kaybetdiler.

Diploma töreni konusunda da subaylarımız,

Şöyle bir “tebdil-i vâsıta” eylediler ve

Küheylân atdan inip, karakaçan eşşeğe bindiler...

 

brove 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

kapak-1

 

İstiklal Madalyalı ve Fakat Kuru Ekmeğe Muhtac Pilot Küçük Zâbit Vecihi

22 Mayıs 2017 Pazartesi günü Hava Kuvvetleri Karargâhında,

"Pilot Astsubay Vecihi HÜRKUŞ Onur Ödülü"nün üçüncü törenini icrâ etdik.

1Her gün beş on uçak uçuran Hava Kuvvetlerimiz

Bu ödül töreni hakkında boyalı basına tek kelime haber uçurmadı!..

Bu tören konusunda Hava Kuvvetlerimiz;

Tâbiri câiz ise şâyet; kendisi pişirdi, kendisi yedi...

Bu törene;

Konya TEMAD Eski İl Başkanımız, şâir ve yazar Tayyar YILDIRIM da TEMAD’ı temsilen iştirâk etdi.

Biz asubaylar bu töreni,

Tayyar Başkanın emekliasubaylar.org’da neşretdiği haberinden öğrendik!

*  *  *  *  *

İşbu tören;

Saat 14.00 sularında, Alb. Salim İLKUÇAN Konferans Salonunda, Hv. K.K. Kuvvet Asubayı Asb. Kd. Bçvş. Ali GÜMÜŞBAŞ’ın açılış konuşması ile başladı,

Ali Kardeşimizin konuşmasının ardından misâfirler, Asubay Vecihi HÜRKUŞ’un hayâtını anlatan videoyu izledi.

Bu videonun bitiminden hemen sonra,

1982 mezunu Emekli Asb. İsmail YAVUZ, slayt gösterisi eşliğinde Vecihi HÜRKUŞ’un İstanbul’un işgâli sonrasında; Ütğm. Hazım ve diğer arkadaşlarıyla birlikte uçakların Millî Mücâdele için Anadolu’ya kaçırılması hikâyesini anlatdı.

Bu videonun ardından;

2Emeklisiyle çalışanıyla tüm asubayların medâr-ı iftihârı olan Hava Tuğgeneral Cemal BALIKÇI,

Programın sunucusu Asb. arkadaşımız tarafından; “Kendisi de Asubay kökenli, olan Tuğgeneral Cemal BALIKÇI’yı konuşmalarını yapmak üzere kürsüye arz ediyorum” diye dâvet etmesi bir başka önemli olayın altını çizdi. Asb. kökenli bir personelin general olması târihte bir ilkti. Bu arada Asb. kökenli ve Jandarma sınıfından Tuğgeneralliğe yükselen Tuğgeneral Engin ÇIRAKOĞLU’nu da unutmamak gerek idi.

3Daha sonra; 

Ödül alan personele ödüllerinin verilmesi bölümüne geçildi. Farklı sınıflardan 35 Asubaya Vecihi HÜRKUŞ Onur Ödülü verildi. Uçak Teknisyeninden, Levâzım sınıfına kadar farklı sınıflardan 35 Asubay, Hv. K. Komutanımız Hv. Orgeneral Abidin ÜNAL; “Hava Kuvvetlerinde görev yapan 18 bin Asubay adına bu ödülleri veriyoruz. Çünkü biz hiç birisini diğerinden ayıramayız” dedi.

Ödül töreninin ardından;

Hv.Tek.Ok.K.lığında açılan Asb. Vecihi HÜRKUŞ Köşesinin açılışı telekonferans sistemiyle yapıldı. Hv.Tek.Ok. Komutanı Hv.Tuğg.Turan TOKER İzmir’den,  Hv. K. Komutanı Org. Abidin ÜNAL Ankara’dan köşenin açılışını canlı olarak yaptılar ve törene katılanların tamâmı bu açılışı izledi.

Bu açılışın ardından Hv.K.K. Org. Abidin ÜNAL konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıktı ve

  • Asubayların Hv.K.K.lığı içindeki öneminden,

  • Vecihi HÜRKUŞ’un ve Asubayların zamânın en iyi pilotları olduğundan,

  • 15 Temmuz hâin darbe girişiminden,

  • AMYO’ların durmuna kadar birçok konuya değindi.

*  *  *  *  *

Hv.K.K. Org. Abidin ÜNAL konuşmasının devâmında;

15 Temmuz darbe girişiminden sonra Hv.K.K.dan ilişiği kesilen 2000 civârındaki asubayın yerine 1900 civarında öğrenci alındığını ve açığın bu şekilde kapatılmaya çalışıldığını anlattı. “Türk Silâhlı Kuvvetlerinin milletin gönlündeki yerini korumaya yönelik her türlü faaliyetin yapılması gerektiğini”, bunun da; “bir personelin iki personel gücüyle çalışmasına bağlı olduğunu” söyledi.

  • Terör ile ilgili mücâdelede Hv. K.K.lığının hedef atışlarındaki başarısının “yüzde 97,5” olduğunu belirten Org. ÜNAL, aslında yüzde 71’lik bir oranın genel geçer kriterlere göre “başarı” sayıldığını fakat oranın yüzde 97,5 şeklinde büyük bir değerle sonuçlanmış olmasının, geldiğimiz noktanın neresi olduğuna bir delildir şeklinde konuştu.

  • Konuşmasının tam burasında; “her personelin bir icât yapamayacağını, aynı başarıyı göstermesinin beklenemeyeceğini, herkesin bir kâbiliyeti bulunduğunu, tüm personelden bir kitap yazmasının istenemeyeceğini vurgulayan Hv.K.K Org. ÜNAL, silâhçı Asb.lardan bahsederken de; şahsımın da mezuniyet tören târihi olan, 1980 mezunu asubayların mezuniyet törende ödülü verilen, TÜMBAŞ Adaptörünün mucidi Rahmetli Mehmet BAŞAĞ ağabeyimizden bahsetmesi de bir vefâ örneğiydi.

  • Konuşmasına; Harp Okullarının da açıldığını ve bu okullarla birlikte çeşitli kaynaklardan temin edilen subay personel ile subay açığının hızla tamamlanmakta olduğunu söyleyerek devâm eden Org. ÜNAL, bu çerçevede 165 asubayın da son bir yıl içinde subaylığa geçirildiğini belirtti.

  • “Türk Silâhlı Kuvvetlerinde subay ve asubay personelin aynı önemi hâiz personel olduğunu, statülerde bir farklılık olabileceğini, buna kimsenin itirazı olmadığını, ancak; onur, şeref ve haysiyet gibi konularda kesinlikle bir farklılığın olamayacağını” belirten Org. ÜNAL, “Bu yüzde 97,5 luk başarı oranının sadece pilotun butona basmasıyla yakalanan bir başarı olmadığını, bunun, “uçağın yerde iken yapılan bakım ve faaliyetlerle birlikte elde edilen bir başarı olduğunu” ifâde etti.

  • “Uçağı kendi malı bilen, pilotu kendi evladı olarak gören bir anlayışla görev icra eden, teknisyen sınıfının olmadığı bir Hava Kuvvetleri bir hiçtir” dedi.  

  • Başarıyı; ne tek başına pilota ne tek başına bana ne de tek başına teknisyene mâl edemeyiz. Başarı hep birlikte Hv. Kuvvetleri personeline aittir” diye konuştu.

  • Daha sonra “Milli Muharip Uçağımızın yapılma aşamasında olduğunu, bu sürecin 5 yıl önceden başladığına” değinen Hv.K.K. Org.Ünal, “görünen bütün aksaklıkları el birliği ile aşacağımızı” söyledi. 

*  *  *  *  *

  • 4Hv.K.K.’nın konuşmasının ardından Programın hazırlayıcılarından olan Hv.Bnd.Asb.Kd.Bçvş. İsmail YAVUZTEKİN sahneye çıktı ve salondaki tüm izleyenlere parmak ısırtan Asb. Vecihi HÜRKUŞ’un hayatını Hv. K.K.lığı Bandosu eşliğinde yaşayarak anlatdı.

  • Benim” diyen oyunculara taş çıkartan gösterisi salondakiler tarafından büyük beğeniyle karşılandı ve alkışlarla tebrik edildi.

Programdan sonra kısa bir görüşme yaptığım İsmail YAVUZTEKİN; “çok farklı ve beğeniyle izlenecek çalışmalarım, faaliyetlerim var” diyerek Tayyar Başkanı merak içinde bırakdı. İrtibatı kesmemek adına da sözleşdiler ve sürprizleri ileriki zamanlara bırakdılar.

İsmail YAVUZ arkadaşımızın sunumunun ardından “Hava Kuvvetlerinde Astsubay Olmak” konulu videoyu izlerken bir kez daha duygulu anlar yaşadım. Bu zümre için ne yapılırsa yapılsın asla hakları ödenmez. Kaldı ki yıllardır ötelenen bazı haklarını (İNTİBAK gibi, 1'in 4'ü gibi, makam tazminatı almayan asker emeklilerine aylık 100.00 TL  verilmesi gibi) almış olsalar bile, bu zümreye mutlaka hak ettiği değerin verildiğinin gösterilmesi ve isteklerine kulak verilmesi gerektiğini bütün yetkililerin dikkate alması gerekiyor.

 

*  *  *  *  *

 

Hv. K. Komutanımızın, biz assubaylar hakkındaki samimi düşüncelerini ve sözlerini duyduk.

Fakat

“Başlangıç Derecesi” ve “Tazminât konusu” süratle halledilmesi gerekdiği hâlde

Bu çok önemli iki konu, Tayyar Başkanımızın gönlünde sâdece “temenni” mesâbesinde kaldı.

Temenni, asubayın ekmeği nasıl olsa!..

Program; “Hava Kuvvetleri Târihinde Astsubaylar” konulu resim sergisinin gezilmesi ve ikramla sona erdi.

*  *  *  *  *

Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK,

Bu törende yok idim. İştirâk edenler bahsetdi mi, bilemiyorum.

Fakat TBMM’nin üç takdirnâme ile taltıf etdiği tek Türk olan Ali Fehamoğlu Vecihi hakkında

Bu törende tek kelime dahi bahsedilmeyen bir hususu

İlk defâ sizlere anlatmak için bugün, burada, bu satırları işgâl ediyorum...

*  *  *  *  *

Allah’ın Türk milletine bir armağanı olan Pilot Küçük Zâbit Vecihi,

Ordumuzda görevdeyken en çok silleyi o zamânki kendi zâbitlerinden yedi...

Ve en çok hıyâneti de gene kendi gibi pilot olan meslekdaşları gedikli zâbitândan gördü.

Vecihi’nin kendi parası ile yapdığı uçağa, denemesi için kendi zâbitânı, uçuş izni vermedi.

Vecihi’nin kendi parası ile yapdığı uçağa, kendi devlet adamları, ruhsat vermedi.

Birlikde ilk sivil hava yolu şirketini kurduğu ve kendisi gibi pilot olan gedikli zâbit arkadaşları,

Vecihi’nin uçağını alıp yurtdışına kaçırdı, şirketini iflâs etdirdi...

Doğuşdan uçmak için yaradılmış Ali Fehamoğlu Vecihi’ye istediği imkânlar o zamânlar verilse idi şâyet

Hele bir de şu ihânetlere mâruz kalmasa idi

Hiç kuşku yok ki Türkiye bugün, havacılıkda dünyânın en ileri seviyedeki ülkelerinden birisi olacak idi.

Fakat, devletimiz ve ordumuzun içine sızan, zâbitinden siyâsetcisinden 15 Temmuz’cu vatan hâinleri,

Ali Fehamoğlu Vecihi’yi buldukları her fırsatta çelmelediler...

Bu şerefsiz ve nâmussuz devlet adamlarımız ve zâbitânımız,

Allah’ın Vecihi’ye bahşetdiği havacılık kâbiliyetini vatanı için, ordusu için kullanmasını engellediler.

Ve bir zamân geldi, şerefsiz ve nâmussuz devlet adamlarımız ve zâbitânımız

Vecihi’yi öyle zor bir duruma düşürdüler ki...

Hayatının son demlerinde Vecihi’yi bir somun ekmek, bir kuru soğana muhtac etdiler.

İşde, bu acıklı ve ibretlik

Ve

Tayyar Başkanın iştirâk etdiği o törende kimsenin bilmek isdemediği

Ve hattâ kimsenin bahsetmediği hikâyenin vesâiki...

*  *  *  *  *

22 Mayıs 2017 Pazartesi günü Hava Kuvvetleri Karargâhında

3'üncüsü icrâ dilen "Pilot Küçük Zâbit Vecihi Hürkuş Onur Ödülü" töreninde;

Asubayından,

Asubay neşetli subayına ve tuğgeneraline

Ve dahi

Hava Kuvvetleri Komutanına kadar herkes

Ali Fehamoğlu Vecihi hakkında hoş fakat boş bir şeyler söyledi.

Övgü düzmek, iltifât dağıtmak; şan, şöhret paylaşdırmak zor değil nasılsa.

Meğer dost, zor zamânda belli ola!..

Bugüne kadar hiç söylenmeyen bir şey var ki

Onu da iltifât buyurursanız şâyet

Eski Tüfek, ben Şükrü IRBIK söyleyeyim size.

Söyleyeyim de

Bugün gıyâbında övgü ve hamâset dolu laflar üfürdüğümüz

Ve dahi

Devletimizi temsil eden devlet adamları ve ordumuzu temsil eden subaylarımızın

Bütün dünyânın hayran olduğu meslek önderimiz Ali Fehamoğlu Vecihi’yi

Ömrünün son demlerinde ne duruma düşürdüklerinin ibret dolu hikâyesini

İlk defâ olmak üzere Eski Tüfek’den öğrenin...

*  *  *  *  *

 

Pilot Küçük Zâbit Vecihi’nin belgelerini isdedim Hava Kuvvetleri Komutanlığımızdan, üç sene evvel...

16

Lâkin, mevzuât hazretlerinin engeline takıldım.

5

Tayyar Başkanın nakletdiğine göre

Hava Kuvvetleri Komutanımız Orgeneral Abidin ÜNAL konuşmasında;

  • Asubayların Hv.K.K.lığı içindeki öneminden,

  • Vecihi HÜRKUŞ’un ve Asubayların zamânın en iyi pilotları olduğundan,

 

Bahsetmiş idi.

Buraya kadar güzel. Peki, teşekkür ile insanın karnı doyar mı? Doymaz! Bu hakikât bir yana...

Mâdem diyorsun ki Vecihi, zamânının en iyi pilotu idi.

Peki, Vecihi hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığı olarak bugüne kadar sen,

İki sayfalık bir kitap neşretdin mi? Etmedin!

Senin yazmadığın o kitabı bırak, biz kendimiz yazalım.

O zamân da senin yazıp imzâladığın yönetmeliği karşımıza duvar olarak dikiyorsun...

Pilot Küçük Zâbit Vecihi’nin;

Hava Kuvvetleri Komutanlığı arşivindeki belgelerini sarımsaklayıp saklamışsın.

Kimse bilmesin, kimse öğrenmesin de herkes unutsun diye...

Senede bir gün de çıkıyorsun ortaya ve

Adına iki cümlelik kitap yazmadığın Vecihi hakkında minnet ve şükrân methiyeleri üfürüyorsun.

Şu memleketin insanı, en çok;

Kendini Atatürkcü olarak pazarlayan sahte Atatürkcü siyâset gürûhundan çekdi...

Şu ordumuzun asubayları da en çok;

Kendini Atatürkcü olarak pazarlayan sahte Atatürkcü subay gürûhundan çekdi...

Ali Fehamoğu Vecihi’nin sırtından şöhret paylaşmaya gelince zihin orgazmı olan havacı subay gürûhu,

Vecihi’nin diplomasını bir görelim hele diyen Eski Tüfek’in önüne de

İşde, böyle osurukdan yönetmelik duvarını ördü.

Ey havacı subay gardeşlerim!

Bırak bu murâiliği, bırak, bu çift taraflı kıvırmayı...

Ben, ikisinden herhangi birisine çokdan râzıyım;

Ya olduğun gibi görün; ya da göründüğün gibi ol!

*  *  *  *  *

 

Pilot Küçük Zâbit Vecihi’nin emekli olup olmadığını sordum, Sosyal Güvenlik Kurumu’na, 2014 senesinde...

6

Bu kez de mevzuât hazretlerinin engelini aşamadım

Vecihi HÜRKUŞ’un emekli olduğunu bir vatandaş bilse kime ne? Bilmese kime ne Allah aşkına?..

7

*  *  *  *  *

Hava Kuvvetlerinden aldığım bilgiden

Vecihi HÜRKUŞ’un, 22 Mart 1925 târihinde, o dönemin Kara Ordusundan istifâ ederek ayrıldığını öğrendim.

Fakat emekli maaşı bağlandığına dâir bilgi elde edemedim.

Bu sebepden dolayı emekli maaşı alamadığını söylemek herhâlde yanlış olmaz.

Son üç seneden beri Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın

Hâtırâsına ödül töreni tertip etdiği Pilot Küçük Zâbit Vecihi,

1962 senesine geldiğinde, yaşlı ve yardıma muhtac duruma düşdü...

İstanbul Vâliliğine 1962 senesinde bir dilkece verdi ve

Canı bahâsına müdafaa etdiği devletinden yardım talep etdi...

İstanbul Vâliliği, Ali Fehamoğlu Vecihi’nin yardım talebini, Başbakanlığa havâle etdi.

Başbakanlık da bu talebi, bir kânûn tasarısı olarak zamânın hükûmeti vasıtası ile Meclis’e getirdi...

Başbakanlığın talebi şöyle idi;

“Hâlen ileri yaşda ve yardıma muhtaç durumda olan Vecihi’ye

Vatanî hizmet tertibinden aylık bağlanması...”

8

*  *  *  *  *

 

Kânûn tasarısında serdedilen hususuları hükûmet temsilcileri lutfen yerinde gördü

Ve dahi

Vecihi’ye kayd-ı hayât şartı ile 500 lira aylık bağlanmasını kabul etdi...

9

*  *  *  *  *

Hükûmetin teklifi aynen kânûnlaşdı...

İleri yaşda ve yardıma muhtac durumda olan Vecihi’ye

01 Temmuz 1963 târihinden başlamak üzere

Ayda 500 lira maaş verilecek idi...

10

*  *  *  *  *

Türkiye Büyük Millet Meclisi, târihinde sâdece bir tek kişiye üç adet harb takdirnâmesi vermiş idi.

Bu kişi de Ali Fehamoğlu Pilot Küçük Zâbit Vecihi idi.

Ömrünün son demlerinde bir somun ekmek, bir kuru soğana muhtaç etdiği bu kahramana 

Ayda sâdece 500 lira verilmesi için meclisde açılan celsede

Vecihi hakkında bir tek vekil dahi söz alıp

Bir tek kelime söz söylemedi...

Kânûn tasarısını sayın vekillerimiz sessiz sedâsız kabul etdi.

11 1

*  *  *  *  *

12

Cenâzesine de 

Üç beş yakınından başka kimse gelmedi...

Darbeci subayların tabutunun başında tesbih dânesi gibi dizilip nöbet tutan o zübük subaylarımızdan hiçbirisi

Bu son yolculuğunda Vecihi’ye el sallamadı...

*  *  *  *  *

1963 senesi Temmuz aybaşından başlamak üzere

Ali Fehamoğlu Vecihi HÜRKUŞ’a

Vatanî hizmet tertibinden 500 lira maaş verile...

13 1

1951 neşetli Hava Makinist Asubay Ahmet KISA’yı bugün aradım sordum;

Ahmet Bey, 1963 senesinde maaşınız kaç lira idi?

a-1a-2a-3a-4

Ahmet bey, hiç teklemeden cevâp verdi; 

“O vakit ben, Asubay başçavuş idim. Ben uçuyordum! Maaşım da 500 lira civârında idi” dedi.

Takdir sizin gayrı...

İşde;

Devletimizn arşivinde 54 seneden beri çürümeye terkedilen belgeyi

Bugün, burada ilk defâ sizler gördünüz, şâhidsiniz;

Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası sâhibi

Ve dahi

TBMM’nin üç takdirnâme ile taltıf etdiği yegâne vatandaş olan Vecihi’yi,

Yüzbinlerce emekli asubay Vecihi’yi bugünlerde muhtac etdiğimiz gibi

Bir somun ekmek, bir kuru soğana muhtaç etdik!

Dünyâda hiçbir havacının bugün bile hâlâ kıramadığı rekorların sâhibi

Kara Pilot Küçük Zâbit Vecihi HÜRKUŞ,

Memleketinde askerî ve sivil havacılığın inkişâf ve tekâmülüne adadığı

Ve dahi

Eşsiz başarılar ile doldurduğu 74 senelik koca ömrünün sâdece son 6 senesinde Devletinden maaş alabildi!

O da ayda sâdece 500 lira...        

                 

 

 İstiklal Madalyalı Fakat Kuru Ekmeğe Muhtac Pilot Gedikli Küçük Zabit Vecihi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 TEMAD'DA BİTMEYEN İHRAÇLAR!


 Mevcut TEMAD Yönetimin,  ilk ihraç ettiği kişi olmanın onurunu ve gurunu yaşayan biriyim.


Bunlarla birlikte olmaktansa, ihraçlı olmayı tercih ettiğimi defalarca dile getirmiştim.  Ya bunlarla beraber olsaydım! Düşünmek bile istemiyorum.


Mevcut yönetim, ihraca ilk önce şahsım  ve Sn. Bülent CİVAN ile başladı.  Ömür boyu TEMAD'dan İhracıma neden olan cümle aynen şudur;


"
Meselemiz TEMAD ile değil, TEMAD'ı kullananlarladır. Mücadelemiz hem içimizdeki egemenler ve onun köpekleri ile, hemde egemen güçlerle sürecektir."


Bu yorum yüzünde en başta anlı şanlı utanmaz bir İl  Başkanı "dede TEMAD'ın köpekleri" dedi diye özelden insanlara mesaj attı. Tabi bu mesajlar bana ulaşınca yerin dibine geçti. Çünkü böyle bir şey yoktu. Aynı il başkanı, Sn. CİVAN ve şahsımı kastederek, "bunları ihraç etmezseniz, mahkemeye vermezseniz hakkımı helal etmem"  diye yazılar yazdı. Şimdi o koca il başkanı silindi gitti, delege bile olamadı ama biz aynı yerimizde ve çizgimizdeyiz. 


Bize sürekli hakaret eden kişi, önce adeta ödüllendirilerek Genel Başkan yardımcılığına yükseldi, hızlı çıktığı yerden, daha hızlı şekilde  düştü ve O da  ihraçtan nasibini aldı, yetmedi 2 kez de mahkemeden hapis  ve para cezası alarak yaptığı yanlışın bedelini ödedi ve ödemeye devam ediyor. İnanın bu kişinin başına gelenlere sevinmiyorum, sadece acıyorum. 


Yine, Antalya TEMAD'a üye olmamıza engel olan Genel Başkan Yardımcısı da, ihraçlardan nasibini aldı. Biatının bedelini ihraç olarak aldı!


 O kadar çok insan ihraç edildi ki isimleri ve sayısını unuttum. Bu kadar ihraçla emin olun yeni bir dernek bile kurulur.


Bu kez,  ihraç konusu gündeme gelen kişi ise çok farklı. Hemen hemen sosyal medyada her konuya cevap veren, adeta herkesi bıktıran ve "Stajyer TEMAD Genel Başkan Adayı" olduğunu açıklayan biri.


Bu arkadaşın da maalesef,  "üyesi olduğu şubece  disiplin kuruluna sevk edildiği" ilgili şubenin sosyal medya hesaplarından açıklandı.


Söz konusu kişi, kurucusu olduğu şubenin başkanı olan devresi emekli jandarma assubay ve yönetimi tarafından disipline sevk edilmiş olması ayrı bir konu. Yani ikisi de jandarma, aynı devre, beraber okumuşlar, kader arkadaşı olmuşlar. Birlikte dernek kurmuşlar, şimdi biri diğerini disipline sevk ediyor! 


Söz konusu iki devre arkadaşı, kaybettikleri İl seçimi sonrası, mevcut şubeye 500 metre bile olmayan bir mesafede Genel Merkezin izni ile yeni şube kurmuşlar şimdi bu durumdalar. Yazık.


Disipline sevk edilen kişi ise sosyal medyadan başkanlık adaylığını açıkladığı paylaşımda aynen şu cümleyi kullanmıştı; Gn.Bşk.Adaylığı için Gn.Mrk.de Gn.Bşk.lık stajıma başladım. Ben başkan olursam çirkinlik yaparak Assubaylığa yakışmayanların ihracına devam edilecek."


Kaderin cilvesi olsa gerek,  ihraçlar devam edecek diyen kişiye de ihraç yolu göründü.


Şimdi kendisine kendi ifadeleri ile  sormak lazım;  çirkinlik yaparak Assubaylığa yakışmayan bir iş mi yaptın da  disipline sevk edildin?


 

Cevabını ben yazayım; HAYIR!



Yüz kızartıcı suç işlemediği müddetçe hiç bir assubay ihraç edilmemelidir. Ana ilkemiz bu olmalıdır. 


 İşte en bariz örnek benim;

 

Ahmet KESER beni ihraç etti de ne oldu? Susturabildi mi?


Mahkemeye verdi! Ne oldu?


Yazmaktan vazgeçtim mi? 


 


***



Disipline sevkedilen Arkadaşın son paylaşımı ise daha da manidar?


Bakın ne diyor?

 

"KOLTUK UĞRUNA BU CAMİYA KIYMAYIN"

 

Günaydın. Dün maharetmiş gibi nutuk attığı ihraç konusu, bugün başına gelince "Koltuk için bu camiaya kıymayın" diye paylaşım yapıyor. Bir doğruyu görmek için illa başınıza bir iş mi gelmesi lazım?


"Sen yoksan bir kişi eksiğiz" derken, en yakınındaki Genel Başkan Yardımcılarını ihraç eder, koskoca İstanbul İl Başkanlığını kapatır, oy alamadıkları şubelerin yanına çakma şubeler açar duruma düşenler, adeta birer ibret vesikası gibi karşımızda duruyor. 

 


 Çözüm Astsubayı dernekten ihraç etmek değil, derneğe ithal etmektir!

 


Saygılarımla

Dede Ersel AKSU


 Not: Sn. Eyup YILDIZ'ın bir yazısı var. Çok yakında onu  yorumum ile birlikte sizlerle paylaşacağım. Olayları hep beraber değerlendireceğiz. 

 

Gedikliler ve Adem SERT

Gedikliler ve Ȃdem SERT

 

Ortaokulda iken Hasan MÜLȂYİM hocamdan yarım asır evvel öğrendiğim şu hârika mısraları kullanmak

Meğerse bugüne kısmet imiş!

Tevriye sanatının gözel örneklerinden birisidir.

Yazdığı hicive öfkelenip kendisine “köpek” diyen softa Tâhir Efendiye cevâben

Meşhûr heccâv Nef’î’nin tertiplediği şu dörtlük dize, tam da yerine denk geldi;

adem sert 2

Aynı ailenin(!) üyesi olduğumuz emekli bir subay gardeşim, biz asubaylara “gedikli” demiş!

Hem de köylerden “teneke” çalarak toplamışlar bizi!

Nef’î’nin yukarıdaki şu dörtlük mısrâsı aslında bu subay gardeşime en iyi cevâbı veriyor vermesine de...

Anlamak isdeyene işin doğrusunu öğretmek aşkına

Tam da birinci sene-i devriyesine denk gelen Şubat’ın 16’sında

Aşağıdaki şu kısacık dersimizi verelim dedik.

*  *  *  *  *

Kıymetli meslekdaşım Mustafa AYTAR,

2016 Şubat 16’da bir tek kare resim neşretdi emekliasubaylar.org’daki FOTO-YORUM köşesinde...

Bu resimde;

İhtisâs bröveleri göğsünün sol üst tarafından yukarı doğru taşıp omuzunu aşan bir Asubay çocuğumuz var idi.

Görünce ben de abartılı bulup inanmamış idim. AYTAR herhâlde gene bir hınzırlık yapdı diye düşünmüş idim. TEMAD Muğla İl Başkanımız Halil ERGENLİ’yi arayıp sordum, işin aslını. Halil bey, resim, gerçek dedi.

Yazısından emekli Subay olduğu anlaşılan Ȃdem SERT isimli bir vatandaşımız, sağolsun

Bu resimin altına aynı gün kendi yorumunu eklemiş idi. Demek ki subay gardeşlerimiz Mustafa AYTAR’ı yakın takibe almışlar!

adem sert 3

Yukarıda gördüğünüz yorumunda Ȃdem SERT şöyle demiş;

  • 15 yaşında tenekeyle köylerden toplanıp
  • 18 yaşında asb. çıkıp
  • 38 yaşında emekli olup kaçan
  • Şimdi de açız diye ağlayan gedikliler.

Emekli maaşımızın azlığından dolayı biz asubaylar ekmek parası için emlâkçılık filan yapdığımız günlerde de

Ȃdem bey şunları yapacak imiş;

  • Oyak’tan aldığı lüks dairesinde
  • Devletden aldığı 5.000 lira emekli maaşı ile
  • Kruvaze kanyak içerek keyif yapacak imiş!

Yapsın elbetde! Türkiye gibi ateş cehenneminin göbeğinde kavrulan bir devletin ordusunda

Kellesini vermek bahâsına askerlik yapmak her kişinin harcı değildir, bu bir.

Biricik canını sermâye ederek vazifesini şerefiyle yapıp emekli olabilen her askerimiz de

Ȃdem beyin yapdıklarını yapabilmelidir, bu da iki...

Darısı hepimizin başına. Sağlıklı ve huzûr dolu bir emeklilik temenni ederim kendisine.

Lâkin bu sözündeki bunca doğruların içinde Ȃdem beyin iki yanlışı var ki tashih etmeden geçmek olmaz;

  • Birinci yanlış, “teneke ile toplananlar.”
  • İkinci yanlış da “Gedikli (Asubay).”

Bu yanlışlarından dolayı Ȃdem beye kızamıyorum. Çünkü yorumunda her ne kadar rütbesini söylemese de,

Bir subay olarak Harp Okulunda kendisine öğretilen kadarıyla biliyor askerî târihimizi.

Daha fazlasını merâk edip de öğrenmediyse şâyet işde,

Câhil cesâretiyle tertiplenmiş böyle berbâd bir üfürüzma çıkıyor ortaya...

Fakat burada bugün vereceğimiz bilgiden sonra meselenin doğrusunu öğrendiği için

Ȃdem bey hem şaşıracak hem de sevinecek...

Kim bilir, belki de bize teşekkür edecek!..

Ȃdem beyin söyledikleri konusunda asubaylarımızın takındığı tavıra bakdığımda ise

Beni asıl şaşırtan husus da şu oldu;

Emekli subay olduğu anlaşılan fakat kimliği meçhûl birisi,

Asubayların teneke ile toplanan gedikliler olduğu” yalanını üfürmüş!

Bu subayımızın yorumu hakkında fikir serdeden asubaylarımız da bu yalanı peşinen yutmuş!

  • Asubayların teneke çalınarak gedikli nasbedildiğini söyleyen Ȃdem SERT kimdir?
  • Gedikli konusunda bugüne kadar bir tek cümle kurabilmiş midir?
  • Ordumuzdaki gedikliler konusunda söylediği bu iddialar doğru mudur, buna kimse kafa yormamış!

Bir Ȃdem işgillenip yellenmiş!

Bin âdem yellenmeden abdest bozmuş!

Demek ki Ȃdem beyin üfürdüğü yalanları sorgulamadan kabul eden asubaylarımız

Subaylarımızın biz asubaylara dayatdığı “belletilmiş çâresizlik” foliminin ucuz figüranı oluvermişler...

*  *  *  *  *

adem sert 4

Hepsi bu kadar değil elbet. Bugüne kadar hiçbir yerde duymadığınız, bilmediğiniz hakikâtler de var elbetde...

İmam-ı Şâfiî, bir delil ile kırk âlimi iknâ etdi,

Fakat biz, kırk delil ile bir Ȃdem’i iknâ edeceğiz, evvel Allah.

Bu girizgâhdan sonra,

Ȃdem beyin yanlışlarından başlayalım işe...

adem sert 5

Dellâl, Davul ve Türk

Konuya girmeden önce dellâl kelimesinin sözlük anlamını verelim; “Bir şeyin satılacağını veya herhangi bir haberi halka bildirmek için çarşıda, pazarda yüksek sesle bağıran kişi.” Dellâl, bugün bizim postacının görevine benzer iş yapar idi. Duyurusuna başlamadan evvel ahalinin dikkatini celbetmek için yüksek ses ile peşrev çekip davul çaldığını da biz ilâve edelim.

Araplardan aldığımız tellâl ya da dellâl geleneği bizim milletimizde de vardır. Hattâ, meskûn mahallerde devlet memuru olarak görevli (Gedikli) maaşlı dellâllarımız var idi. Haberleşme imkânlarının son derece sınırlı ve zor olduğu eski devirlerde devletin buyruklarını memleketin ücrâ yerlerindeki ahaliye iletmek için dellâl çıkartıp davul çaldık. Çağın gereği olarak davuldan daha iyi imkânımız da yok idi.

Biz Türkler; davul çaldık, sevincimizi çoğaltdık!

Davul çaldık, üzüntümüzü azaltdık!

Dellâllık geleneği memleketimizin taşrasında bugün de hâlen devâm eder.

Davul kelimesinin Arapça “tabl” kelime kökünden geldiği tahmin edilir. Türk müziğinin en eski vurmalı çalgılarından biridir. Hattâ, çift derili davulun en çok kullanılan ve uzun mahrut biçiminde olanına “Tabıl-ı Türkî” denir.

Harblerde kullandığımız davulları görüp tanıyan Avrupalı milletler bu davulları kendi ülkelerine götürdü ve benzerini yapdılar. Mehter Takımındaki köszenin çaldığı kösün Türk’e çoşku, düşmâna dehşet ve korku salan sesini arkasına alan Türk Ordusu’nun zaferlerinde davulun payı büyükdür. Beethoven, Mozart gibi Avrupalı meşhûr besteciler “Türk Marşı”nı bu yüzden bestelediler.

Biz müslüman olduktan sonra davul, eski işlevini yitirdi. Fakat bu kez de tuğ ve sancakla birlikte devletimiz, askerimiz ve hürriyetimizin timsâli oldu. Türk’ün târihi kadar eski olan davulun izini aradığımızda, bakınız karşımıza neler çıkıyor;

adem sert 6

*  *  *  *  *

Ȃdem bey teehhül etdi mi?

Ya da teehhül etdiyse, düğününde davul vurdurup, gelin-güvey çıkıp meydâna yiğitce oynadı mı, bilmiyorum!..

Fakat bakınız Ȃdem bey, biz Türkler daha başka;

Nerede,

Ne zamân,

Ne için davul çalarız;

Hepsi bu kadar değil elbetde... Daha fazla sebepler de var. Fakat biz burada câhile davul dersi vermiyoruz.

  • Oğulumuzu, davul çalarak sünnet ederiz.
  • Asker çağına gelince, devletine gurban olsun diye eline gına yakıp gene davul çalarak askere uğurlarız.
  • Evlilik çağına gelen gızımızı da gocasına gurban olsun diye eline gına yakıp davul çalarak goca evine uğurlar,
  • Gelin gızımızı da gene davul çalarak güvey evine indiririz.

Bu kadarla sınırlı değil elbet, davul çalmamızın sebepleri... İşde, birkaçı daha; 

  • Yiğitler er meydânında güreş tutarken, davul çalarız,
  • Onbir ayın sultânı Ramazân’da sahura kalkmak için davul çalarız,
  • Mehter takımında, toyda ve şölende eğlence niyetine davul çalarız,
  • Devlet buyruklarını ahaliye duyurmak için davul çalarız,
  • Şehirlerin, kalelerin kapılarını akşamları kapatırken davul çalarız,
  • Yardıma koşup gelsinler diye yangını mahalleliye duyurmak için davul çalarız,
  • Cenkde nizâm almak, düşmân üzerine hücum etmek ve dağılan askerimizi toparlamak için davul çalarız
  • Kaleyi muhasâra ederken davul çalarız,
  • Fütühâtı muştulamak için davul çalarız,
  • Hazarda asker celbetmek için davul çalarız,
  • Hakkını aramak isdeyen emekcilerimizin nümâyişinde, davul çalarız.
  • Hattâ, müslüman olmadan evvel cenâzelerimizi bile davul çalarak defneder idik. 

 

Aslını inkâr edenin nesli gevşek olur; Neslimizden dolayı aslımızı da inkâr etmiyoruz...

Neticeten biz Türkler;

  • Târihimizin her döneminde davul çaldık,
  • Bugün hâlen çalıyoruz,
  • Ve dahi ebediyete kadar da davul çalacağız, evvel Allah...

Fakat asker celp etmek için hiçbir dönemde teneke çalmadık! Geç de olsa Ȃdem SERT, bu hakikâti öğrenmelidir.

Davul dese idi, isâbetli ve doğru bir tesbit olurdu.

Fakat “davul” yerine “teneke” diyen Ȃdem bey, diken ile tahâretlenmiş!

adem sert 7 adem sert 8

Üsdelik teneke çalarak değil fakat

Zamânın Padişahı II. Madmud Han’ın 1837 senesinde irâde buyurduğu fermân ile...

İşde belgesi.

Kara Harp Okulu öğretim görevlisi Kara Dr.Öğ.Yzb. Hayrullah GÖK hocamızın doktora tezinden...

adem sert 9

adem sert 10

*  *  *  *  *

1701 Donanma Kânunnâmesi: Bahriyemizde “İlk Gedikli Subay" Sınıfı

Bahriyemizdeki gedikli konusunu kısaca şöyle izâh edelim.

Buhar makinesi gemilere koşulmadan evvel,

Bir başka ifâde ile şunun şurasında daha 100-150 sene evveline kadar

Donanmamızın Harp gemilerinde iki sınıf muvazzaf bahriye tayfası var idi;

1. Muvakkat (Geçici, mevsimlik) tayfa

2. Müdâvim (Gedikli) tayfa

Donanma-yı Hümâyûnun kürek ve yelken ile yürütülen gemileri;

  • Yaz mevsiminde seyr-ü sefere, cenge gider,
  • Kış mevsimini ise limanlarda geçirir idi.

Limanda bağlı durduğu kış mevsimi süresince gemide işi gücü olmayan “muvakkat” tayfaya yol verilirdi.

Böylece;

  • Gemide yapacak işi olmayan tayfaya devlet boş yere maaş ödemekden kurtulur,
  • Tayfa da kış mevsimini “ücretsiz izinli” olarak evinde, yurdunda geçirir idi.

Limanda geçirilen kış dönemi, geminin bakım-onarımı ve eksiklerin ikmâl edilmesi için bir fırsat olarak görülür idi. Bu süre içinde gemide yatıp-kalkan ve bakım-onarımda çalışan tayfaya “daimî çalışan” anlamına gelen “gedikli” denilir idi. 1890 senesine kadar Donanmamızda "subay-asubay" vs. gibi bölücü sınıflaşmalar henüz yok idi. Gemide kış mevsiminde de çalışan ve maaş alan “müdâvim” (gedikli) tayfanın hepsine birden “Gedikli” ya da “Gedikli Zâbit” denilir idi.

adem sert 11

315 sene evvel meriyyete konulan bu kânunnâme,

Bugün yürürlükde olan 926 sayılı TSK Personel Kânunundan bile çok daha âdil, çok daha şeffâf ve câzip haklar veriyor idi. Her tayfanın dikey ve sonsuz terfi hakkı var idi. Coni personel kânununun temelinde, bizim bu kânunun ruhû ve esâsı vardır hâlâ.

Fakat Deniz Kuvvetlerimizin her boku bilen tavşan yürekli subayları,

Bu kânundan, vampirin salipden korkduğu kadar korkar ve tek kelime dahi bahsetmezler.

Çünkü 1701 senesinde meriyyete konulan bu kânunda, bahriye gediklilerinin zâbit olduğu açıkca yazılıdır.

Resmî ve fakat sapkın subay zihniyetinin uşağı olmuş Prof. unvânlı târihciler de bu kânunu hep görmezden gelirler.

adem sert 12

Ȃdem SERT’in ikinci yanlışı ise şudur; "Gedikliler", bugün “Asubay” olarak bildiğimiz askerlerdir.

Bahriye ordumuzun “ilk gediklileri”, bugün “zâbit” olarak bildiğimiz asker kişilerin ta kendisi idi.

ünkü Gediklilerin istihdam edildiği dönemlerde bahriyemizde “asubay” denilen uyduruk ve “ara kademe” bir asker sınıfı henüz tezgâhlanmamış idi.

*  *  *  *  *

1890 Nizâmnâmesi: Bahriye’de “Gedikli (Asubay)” Sınıfının İlk Defâ Teşkil Edilmesi

adem sert 13adem sert 14Hakkında söylenen filfilli rüşvet iddialarını, dünyânın öbür ucundaki sağır sultan bile duydu.

Fakat sarayda sefâ süren bizim sultan, kulağının dibindeki bu dedikokuları bir türlu duyamadı...

Hiçbir zamân büyük söz söylemeyi beceremedi!

Fakat lokmanın en yağlısını ve en büyüğünü yutmasını her zamân becerdi.

Kendisine “yeyici” diyenleri aynı gün Basra’ya, Bahri-î Ahmer’e veya Karaman’a sürgün etdi.

Donanma gemileri için yüksek kalorili parası verip en ucuzundan curûflu ve tozlu kömür satın aldırdı. Kazanlarda sitim azaldı, sefineler denizde kaldı!..

Aradaki farkı, kemiği ile birlikde midesine indirdi.

Bahriye efrâdına; mahlût undan yapılmış ekmek, gayr-i kâbil yemek, yağ, erzak, kart ve hasta hayvanât eti yedirdi.

Fakat kendisi, sâdece rüşvet yedi...

Yediği rüşvet neticesinde edindiği sitim serveti ile meşhûr olan Bozcaadalı Müşir Hasan Hüsnü Paşa,

Tam 24 sene Bahriye Nâzırlığı yapdı. 1903 senesinde eceli ile irtihâl etdi de Bahriyemiz O'ndan ancak kurtulabildi...

1902 neşetli bahriye Zâbiti Emin YÜCE, Hasan Hüsnü Paşa dönemi Bahriyesini hâtırâtında şöyle târif ediyor;

“Bahriye, Hasan Hüsnü Paşa’nın çiftliği, bizler de O‘nun hayvanâtı idik!”

((Yayına hazırlayan Şakir BATMAZ, Yazar: Emin YÜCE. Abdülhamit Donanmasında Bir Bahriyeli; Donanma Zabiti Emin YÜCE’nin Hatıraları. Timaş Yayınları, İstanbul-2010. Sayfa:100.)

 

Donanmamız Haliç’de çürüyüp tel tel dökülür iken,

Böyle bir Bahriye Nâzırının 1890 senesinde tertipletdiği ve

Padişah II. Abdülhamid’in buyurduğu 154 sayılı irâde-i seniyye ile

Bahriyemizde ilk Gedikli (Asubay) sınıfını ihdâs etdiler.

Bu tanımı ile de gedikliler, bugün Asubay dediğimiz asker sınıfının ta kendisi idi...

Tam 5 senelik çok iyi ve çok donanımlı bir tâlim-taâllüm-tedris verilen İstanbullu çocuklarımıza

Böylesi uyduruk, tahkir ve tezyif edici ara kademe bir görevi lâyık gördüler.

Bugün Deniz Harp Okulu ismiyle mâhûd Bahriye Mektebinde

O senelerde tâlim-taâllüm-tedrisin süresi, sâdece 3 sene idi.

Üç sene oku, "Zâbit" ol!

Beş sene oku, "Gedikli Zâbit" ol!

Gel de bu rüyâyı hayra yor!

Bahriye zâbitân heyeti, kurmay zekâsını hemen kullanmış

Ve

Kendi yapması gereken işleri, sırtına yıkacak “ara kademe” ve “hamal” bir asker sınıfını nihâyet peydahlamış idi.

adem sert 15

Zâbitâna bile “hayvan” muamelesi yapılan bahriyede

Zâbitin mâdûnu olan Gedikli Zâbitâna ne muamelesi yapdıklarını varın siz tahâyyül edin...

d1

İşde belgesi.

adem sert 17

Bahriyemizde “Gedikli Asubay” sınıfının ilk denemesi olan 1890 Nizâmnâmesine göre;

  • Sıbyan efrâdından başka efrâdın gedikli sınıfına geçirilmeleri külliyen yasak,

          Ve dahi

  • Gediklilerin de yüzbaşı ve mülâzim ve sâir rütbelere nakil ve tahvili kat'iyen câiz değil idi.

Erlikden Gedikliye terfi zinhar yasak; Gedikliden zâbitliğe terfi, kat’iyen yasak!..

Hem altdan hem de üstden tahkim edilerek ömür boyu hapse mahkûm edilmiş bir askeri sınıfı demek oluyor bu...

Bu açıdan tetkik etdiğimizde 1890 Bahriye Gedikli Asubay Nizâmnâmesi,

1967 senesinde meriyyete konulan ve sözde dikey terfi imkânı veren 926 sayılı TSK Personel Kânununa benziyor idi.

Gemide talim-terbiye edildikden sonra 1895 senesinden itibâren mezûn edilen İstanbullu Gedikli Zâbitân;

  • Bahriye zâbitânından daha fazla tahsilli olduklarını,
  • Zâbitânın yapdığının aynısını ve hattâ daha fazlasını yapdıklarını,
  • Kıyâfetlerinin er kıyâfeti, maaşlarının ise zâbitân maaşının sülüsânı olduğunu,
  • Fakat bütün bunlara rağmen mesleğe “gedikli” başlayıp “gedikli” olarak bitirdiklerini görünce
  • Bahriye Gedikli Mektebine rağbet birden bire dibe vurdu!..

Gediklilerden gelen haklı ve şedit şikâyetlere iknâ edici cevâplar veremeyen Bahriye Nâzırlığımız,

Zâbitân kadar donanımlı olduğunu çok iyi bildiği bahriye gediklilerinin hepsini “zâbit”nasbetdi ve mektebi kapatdı.

Üsdelik,

Bahriyeli zâbitlerimiz, kendilerinin tezgâhladığı bu kepâzeliğin suçunu da Padişah II. Abdülhamid’in üzerine atdılar.

Deniz Harp Okuluna sahte târih uydurmak için her türlü hileyi yapan Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın subayları,

Nizâmnâmesi olan ve açıldığı târih, gününe kadar bilinen bu “Bahriye Gedikli Zâbit Mektebini” kapatdığı târihi,

Bugün dahi bilememektedir(!).

adem sert 18

Bahriyemizde “Gedikli Asubay sınıfı” teşkiline dâir 1890 senesinde ortaya konulan bu ilk teşebbüs ve ilk tecrübe,

Yirminci asırın ilk senelerinde işde böylesi koca bir kepâzelik ile son buldu.

*  *  *  *  *

1915 Kânunu: Bahriye’de “Gedikli Zâbit (Asubay)” Sınıfının İkinci Defâ Teşkil Edilmesi

1890 Donanma Nizâmnâmesi ile peydahlanan Bahriye Gedikli Zâbit (Asubay) sınıfı kısa zamânda iflâs edince

Bu kez de 9 Mart 1915 târihinde kabul edilen ve

20 Mart 1915 târihli Bahriye Efrat Ve Küçük Zâbitaniyle Gedikli Zâbitânı Kânun’u ile bahriyeli zâbitân gürûhu

Bahriyemizde Gedikli (Asubay) sınıfı teşkil etmek için ikinci teşebbüse “tam yol ileri” dedi.

Sefine-i Hümâyûnda Gedikli Sınıfının Sûreti Teşkiliyle Usûlü Terfi ve Terakkileri Hakkında Rumî 19 Temmuz 1913 târihli (muvakkat) Kânunu fesheden 1915 Kânunnâmesinin önemli maddeleri ise şunlar idi;

  • Birinci sınıf gedikliler, mühendisin (asteğmen) mâfevki ve mülâzımın mâdûnu, dediler,
  • Bahriye Gediklilerin cümlesine Efendi diye hitap olunacak, dediler,
  • Bahriye bandosunda zâbitândan münhâl vuku buldukça yerine gedikli zâbitân tayin olunacak, dediler.
  • “Gedikli zâbitân demek, sefâini bahriyenin demirbaş insanları, dediler.
  • Gedikli zâbitân, bahriye meselesinde âdeta bir “hayât ve memât” vazifesi ifâ etmektedir, dediler.

Lâkin

Tıpkı 1890 Gedikli Nizâmnâmesinde olduğu gibi,

1915 Kânunnâmesi de Gediklilere dikey terfiyi gizli olarak yasaklıyor ve tamamen kendi sınıfı içine hapsediyor idi.

Mühendisin (Asteğmen) mâfevki (üsdü) olan Bahriye Gediklisi

1923 senesinde kabul edilen aşağıdaki şu kânunda “Zâbit” sınıfına dâhil edilmedi.

adem sert 19

Fakat yanlış hesâb, Bab-ı Ȃli’den döndü! Cumhuriyetin kurucu ruhû, gediklinin hakkını gedikliye teslim etdi...

Bahriye Gedikli Zâbitânının “zâbit” sınıfına dâhil olduğunu anladılar.

Ertesi sene kabul etdikleri 508 sayılı şu kânun ile Bahriye Gedikli Zâbitânını, “zâbit” sınıfına dâhil etdiler.

adem sert 20

*  *  *  *  *

1927 Kânunu: Kara ve Hava Ordumuzda “Gedikli (Asubay)” Sınıfının İlk Defâ Teşkil Edilmesi

d2

Hava ordumuz bu târihde henüz müstakil bir “kuvvet” değil idi. Kara ordumuza merbut bir “şube” idi.

Kara ve Hava ordumuzda ilk “Gedikli” asker sınıfını 1001 sayılı bu kânun ile 1927 senesinde teşkil etdiler.

adem sert 22

Tertipledikleri bu yeni(!) asker sınıfına “Gedikli Küçük Zâbit” ismini verdiler.

1890 ve 1915 Kânunları ile Bahriyemizde piyasaya sürdükleri rezâlet ve kepâzeliğin aynısını bu kez de

1927 senesinde Kara ve Hava’da yapdılar;

  • Kışlada göt gezdiren sınıf: beyaz zâbitân.
  • Beyaz zâbitân sınıfının yapdığı herşeyi yapan, yapmadığı herşeyi de yapan fakat “zâbit” olması yasaklanan “hamal” bir asker sınıfı: Gedikli...

adem sert 23

Nazâriyyât, ameliyyâta tatbik edilirse menâfî olur!

Kendisi de bir zâbit olan Müdafâî Milliye Vekili Recep bey

Meclisde verdiği ve sizin de yukarıda gördüğünüz asker sözünün hiçbirisini tutmadı.

Fakat bu kânun ile “Gedikli Küçük Zâbitân” ismini verdiği asker sınıfına

Meclisimizin biçdiği görevin özeti aslında tam da şöyle idi;

  • Vakd-i hazarda; Kışlada göt gezdiren beyaz zâbitin yamağı ol!
  • Vakd-i seferde; Tam siper göt gezdiren beyaz zâbitin yerine öl!..

adem sert 24

adem sert 25

*  *  *  *  *

d3

İşde, belgesi.

Bugün Asubay olarak bildiğimiz asker sınıfına dâhil olan baş gedikliler

Bu kânun ile efrâd (erat) sınıfına dâhil edildi.

Demek ki biz Asubaylar, 1930 senesinde erat idik!

 Aslında uluslarası hukûka göre işin doğrusu da bu idi...

adem sert 27

*  *  *  *  *

Yukarıda verdiğimiz târihlerde bu tâbir, “gedikli” değil fakat “gedikli zâbit” şeklinde yazılıyor idi. Bir başka ifâde ile bu kânunların bâzılarında da “gedikli” denilen askerler, tıpkı Ȃdem SERT gibi “subay” sınıfına dâhil ediliyor idi. 

Bu konuda tafsilâtlı bilgi edinmek ister ise şâyet

Ocak 2015 senesinde neşretdiğimiz “Gedikli Erbaş Sahtekârlığı” isimli iki bölümlük makâlemizi okumalıdır.

Ȃdem SERT, yukarıda verdiğimiz târihlerden öncesini kast ediyor ise şâyet

O dönemlerdeki gedikliler, ordumuzun müdâvim askerini teşkil eden ve bugün “subay” dediğimiz askerin ta kendisi idi.

adem sert 28

Bu târihlerden geriye doğru giderseniz “Gedikli” sınıfı zamân aynasında siz, ancak kendi aksinizi görürsünüz Ȃdem bey.

Dolayısı ile ordumuzda olmayan “Gediklileri” teneke çalarak toplamak da söz konusu değil idi.

*  *  *  *  *

Devlet, ordusu ile; ordu da kânunu ile kâindir!

Belgesiz bilgi, ancak bebelere masal olabilir. Biz bu makâlemizde bebelere masal anlatmıyoruz...

adem sert 29

*  *  *  *  *

25 Şubat 2016 târihinde Ȃdem SERT’e cevâben yazdığı makâlesinde

TEMAD Konya İl Başkanımız Tayyar YILDIRIM şöyle demiş idi;

  • Teneke ile toplanan Gedikliler” şeklinde devletimiz, asubay aday alımında bir kriter belirlemiş midir?
  • Ȃdem SERT’in Asubaylara yapdığı bu hakâreti ...

adem sert 30

Bugün, burada, buraya kadar verdiğimiz izâhât ve fâş eylediğimiz deliller tahtında böylece;

Tayyar beyin gündem etdiği bu iki iddianın her ikisinin de külliyen sâkıt olduğu ortaya çıkıyor.

*  *  *  *  *

Şâir Nef’î ile başladık,

Ruhûnu şâd edip Şâir Nef’î ile bitirelim!

Şâir Nef’î, kendisine "köpek" diyen softa Müftü Tâhir Efendiye ithâf etmiş idi,

Eski Tüfek de biz asubayalara “Gedikli” diyen emekli subay Ȃdem Efendiye ithâf ediyor şu sözü;

Ȃdem Efendi biz Asubaylara “Gedikli” demiş,

İltifâtı bu sözde zâhirdir!

Uyduruk "Asubay" sınıfımız bizim, zere

Kânuna göre “İlk Gedikli”, Bahriye Zâbiti Ȃdem’dir.

 

brove

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

Ordumuzun Hacıyatmazları: Albaylar -1-
 
Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar-1-
 
Mutlu insanların öyküsü olmaz derler! Hakikâten doğru bir kaziyye bu!

Çünkü

Meselâ bakınız,

Emekli subay gardeşlerimiz, bahsetdiğimiz bu “mutlu insanlar” zümresine dâhildir!

Niye diyorsanız, şöyle anlatayım...

Cumhuriyet târihimiz boyunca emekli subaylar, ölüm orucuna yatdı mı hiç?

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKMeclisin Dikmen Caddesine bakan giriş kapısının önünde ya da

  •      Ankara’nın, İstanbul’un, İzmir’in veya herhangi bir şehrimizin,
  •     Herhangi bir meydânında her sene üç beş kere içtimâ eyleyip de 

 

     “Açlık sınırının altında maaş alıyoruz!” diye

Farzımuhâl,

Şehit verdik, gâzi olduk!

Açlık sınırında boğulduk! diye sokaklara dökülüp de nümâyiş yapdığını gördünüz mü?

Sözgelimi,

Subay gardeşlerimizin bir demet çiçek, bir kutu lokum alıp da ellerine; televizyon televizyon dolaşarak gazetelere ziyâretler tertipleyip de

Bakınız, muhterem beyefendi! Meclis daktilocusu bile göreve şu dereceden başlıyor! Fakat benim genç teğmenim ise daha aşağı dereceden göreve başlıyor! Ayıpdır, yazıkdır, günâhdır!” dediğini duydunuz mu?

Farazâ,

TESUD’un Dünyâ Subaylar günü ismini verdiği bir gün tertipleyip de

Memleketimize dâvet etdiği misâfir ülkenin emekli subaylarına; “Valla biz Türk subaylarının hâli perli perişân! Haydi, burada yeyip içelim de... Avrupa’ya varınca, emekli Türk subaylarının şu maaş işine bir el atıverin, İsa aşkına!” dediğini okudunuz mu?

Söz temsil,

Subaylarımız emekli olunca maaşı yüzde 45 oranında azalıyor,

Subaylarımızın yüzde 50'si ek iş yaparak

Yüzde 20'si de işportacılık yaparak geçinmeye çalışıyor! diye gıçlarını yırtıyorlar mı?

Peki,

Hele bir de emekliassubaylar.org ve emekliasubaylar.org mecrâlarına bakın, Allah aşkına!

Ortalık, her dâim Perşembe pazarı gibi, toz duman... Göz gözü görmüyor! Sayfaları tıklım tıklım şikâyet dolu!. 

Buralarda dertlerini yazacak iki satırlık yer bulmak için emekli asubaylar, neredeyse üsde para verecekler!..

Fakat

Emekli subaylarımızın yegâne içtimâ mekânı olan TESUD’un örün sayfasına bakınız bir de...

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bomboş! Ne ses var, ne de nefes!.. Sanki ölü subaylar derneği...

Yok!

Örnek, önümüzde; işde, emekli subay gardeşlerimiz...

Demek ki mutlu insanların öyküsü olmuyormuş!

Peki, mübârek Ramazân ayının şu vakdinde,

Üsdelik bir de insanı buharlaşdıran eyyâm-ı bâhurun merhâmetsizce üsdümüze çöküp de

Asfaltda fütursuzca yumurta pişirdiği şu günde her şey dâhil

İki bölüm, 61 sayfa ve 66.842 harf ve rakamdan mürekkep

Böyle bir öykü peydahlamaya yeltenen Eski Tüfek’in derdi ne öyleyse?..

Kurdeşen olmak bahâsına biz bu makâleyi üfürmeye çabaladığımız günlerde

İftâr-sâhur aralığında terâvih namâzı için câmiye gitmek yerine

Evde kalıp da gevur memleketinde oynanan maçlara, osdura osdura bakan cemaate bizim câmi hocasının bir diyeceği var! Ramazân ayında oynanan maçlardan dolayı câminin boşaldığından yakınan bizim başhoca şöyle yalvardı, sizler için Allah’a; “Allahım, şu mübârek Ramazân ayında câmiye gelmeyip de evlerinde maçları seyreden ümmet-i Muhammed’in sipora olan heveslerini ve heyecânlarını, no’lursun, câmimize çevir ya rabbim!”

Sünnetdir, hem de vebâli vardır! Üsdümüzde kalmasın, söylemesi bizden...

*  *  *  *  *

Mutlu insanlar öykü yazmıyor ise

Ve dahi biz de kurnaz davranıp bu mefhuma, muhalifinden şöyle bir dikiz atar isek şâyet

İşde, o zamân bizim, yazacak bir öykümüz oldu, demekdir.

Lâkin

Nasreddin Hoca’nın Akşehir gölünü yoğurt niyetine mayalaması misâli

Bizim bugün buraya mayalayacağımız öykü, bu seferliğine kendimiz hakkında değil!

Ramazânın şu mübârek günlerinde, hayırımıza olsun diye

Bu kez de başkası için bir öykü üfürelim, evvel Allah.

Mâdemâki mübârek günleri edâ eyliyoruz, biz de bu öyküyü, albaylarımızın gül hatırına mayalayalım öyleyse.

*  *  *  *  *

Albaylarımız, domuz değil!

Şu an itibârıyla kesinkes kanaat getirdim! Haklarını teslim etmeliyim!

Evet, son karârımdır; albaylarımız, domuz değil!

Çünkü “Devletin malını yemeyen domuzdur!” demişler ya! İşde bu, ebemdedem sözüne muhâlifinden bakıyor ve diyorum ki; albaylarımız, domuz değil!

Devletden her fırsatda bir şeyler yemesini bilen; bunu yapmak için de elvân türlü filfilli işi yapabilen bu subay türü, “domuz” değil fakat olsa olsa “hacıyatmaz” olabilir.

Çünkü;

Şahsî menfaatlerini tahakkuk ettirmek için, elvân türlü dolapları döndüren ve

Netice itibâriyle de her hâlûkârda zevâhiri kurtarıp cebini dolduran albay gardeşlerimiz,

Hacıyatmaz sıfatını çokdan hak ediyorlar bile...

*  *  *  *  *

Ordumuzun Hacıyatmazları Albaylar-1-

Erken maaş kademe terfii vermek için 1/2’deyken, birin üçünü görmeden 1/4’üne çöreklenip ve albaylara özgü 1500 gösderge rakamını alan yarbaylarımızı, cürmü meşût yapdık ve fâş eyledik!

Ordumuzun Hacıyatmazları Albaylar-1-Çalışmadan, terlemeden, 1 sene fazladan maaş kademe terfii almak için kaçak yollara sapan binbaşı gardeşlerimizi de uygunsuz yerlerde suç üsdü yakaladık ve kamuoyu vicdânına teslim etdik!

Düşük profilli Başbakan Ahmet beyin kısa süren saltanât döneminin son günlerine denk gelen 2016 senesinin ilk günlerinde de

Albaylarımızın şu hakları, bir çırpıda cebellezi etdiğine de hep berâber şâhid olduk!

1.Emeklilikde şâibeli ikinci ikrâmiye; Subayların yapdığı darbe dönemlerinde kimi subaylara çifte ikrâmiye verip emekli etmişler idi. Fakat bu sefer darbesiz-marbesiz indirdiler, ikinci ikrâmiyeyi cebe.

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK2.Emeklilikde bile devâm eden karanlık OYAK üyeliği; Bu tatlı imtiyâz, OYAK’ın 55 senelik târihinde ilk kez albaylarımıza bahşedildi.

Ordumuzun Hacıyatmazları Albaylar-1-3.Sâbık Genelkurmay Başkanı Necdet beye göre ordumuzda 8 sınıf asker var!  Bu 8 sınıf askerin yekûnu, takribî 700.000 ediyor. Fakat bunca asker sınıfı ve bu kadar askerin içinden, sâbık Millî Savunma Bakanı İsmet beyden, sayısı sâdece 6.102 olan albaylarımıza, “kurumsal vefâ” var!

4.Şimdi de yeni düşük profilli Başbakan Binali Bey de albaylarımıza yeni kıyaklar geçmek için ayağının türâbıyla işe koyuldu. Liyâkatlı albaylarımıza, 60 yaşına kadar göreve devâm etme imtiyâzı verdi.

Bu sözü ile Binali Bey, albaylarımızdan liyâkatsiz olanlarının da mevcut olduğunu itirâf etdi. Peki, bu liyâkatsiz subaylarımız, albaylığa nasıl terfi ettiler? Şemsipaşa bosdanında karpuz gibi yatarak mı?

Yazdık, çizdik! Herkes biliyor. Tabii ki bunlar, şu güne kadar ortaya çıkartabildiğimiz dümenler. Bizim kalem batırmamızı bekleyen Allah bilir, daha ne orostopolluklar var hâlilerde!

Müreffeh, mutlu, memnun, mesûd ve mesrûr etmek için hacıyatmaz albaylarımız bakalım, bundan sonra siyâsetden daha ne imtiyâzlar ve daha ne tâvizler kopartacaklar...

Fakat

Aslında herkesin tam 7 seneden beri bilip de

Hem görmek isdemediği

Ve daha da beteri görüp de idrâk edemediği “kaçak bir durum” daha var. Albaylara “1 sene erken rütbe kıdem” ulûfesi...

Lâkin

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKGüle çıkdım, gülmedim,

Gülden düşdüm, ölmedim!

Şu yaşın sahibiyim de Şerfem

Böyle kumpas görmedim!

Albaylara 1 sene erken “rütbe kıdem kıyağı”nı da şu 2016 senesi Şâbanında gördüm!

Binbaşı gardeşlerimizin “rütbe bekleme süresinin” 6 seneden 5 seneye düşürülmesinde oynanan oyunun aynısını,

Bu kez de albaylarımızın 3 sene olan “rütbe kıdemi bekleme süresini” 2 seneye düşürmek için oynamışlar.

“Rütbe kıdemini” 1 sene erken almak, kıdemli albay rütbesine mahsus olan “tazminâtları”, 1 sene erken cebe indirmek

Ve dahi

Niyeti olan albaylara, 1 sene erken emeklilik vermek demek oluyor.

Bu açıdan bakıldığında 1 senelik erken rütbe kıdem terfiinin, çarpan etkisi var.

Meselâ, Allah daha çok versin!

Temmuz 2016 itibâriyle makâm + hizmet tazminâtı olarak kıdemli albaylarımız 1.479,60 TL alacaklar.

Bu 1 senelik erken terfinin neticesi olarak da basit bir hesâpla 1.479,60 TLX12 = 17.755,20TL alacaklar...

Sanki kıdemli albaylığa terfi ikrâmiyesi alıyor mübârekler!..

*  *  *  *  *

Makâlemizin ismi, Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar.

Biz O’nu güyâ dinlenmeye, eğlenmeye gönderdiydik! Tatilde yan gelip yatdığını zannediyor idik. Fakat kâğıt bile bulamadığı bir mekânda sabahın erken saatlerinde, eve içinde ekmek getirdiği poşeti kesip biçmiş! Ve üzerine bir de çizgi resim çizmiş! İşde, aşağıda gördüğünüz şu hacıyatmaz albaylarımızı da kıymetli meslekdaşım ve sanatçı Mustafa AYTAR, tatildeyken hazırlamış. Makâlemize hediye etdiği bu hârika çizgi resmi için kendisine hassaten teşekkür ediyorum! Mustafa gardeşim, ellerine sağlık!

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Şimdi gelelim albaylarımızın niye ordumuzun hacıyatmazları olduğuna...

926 sayılı TSK Personel Kânûnu madde 140’a göre

Ordumuzdaki bütün subay ve asubaylar 1989 senesinden beri her 3 senede bir “rütbe kıdemi” alıyor.

Lâkin

Nasıl oluyor da albaylarımız “rütbe kıdemini” 2 senede alıyor?

Nedir bu albaylarımızın kerâmeti de kimsenin alamadığını bunlar, bir hamlede cebe indirebiliyor?

12 Eylül darbecibaşı Zottirik Kenân bile albaylarımıza böyle bir mama vermedi. Peki, ne oldu da 2009 senesinde albaylarımıza “1 senelik erken rütbe kıdem terfi maması” hediye edildi?

2009 senesinde subaylarımız tost modern darbe yapdı da bizim haberimiz mi yok?..

*  *  *  *  *

Albay gardeşlerimizi;

Rütbe kıdemini 1 sene erken almaya götüren dümenler silsilesini

Ve dahi

Niçin ordumuzun hacıyatmazları olduğunu

Geliniz, hep yapdığımız gibi, gene târih sırasına göre tek tek fişleyelim!

 

SENE: 1967

 

Harp okulları, 2 senelik eğitim veriyor ve asteğmen rütbesinde subay mezûn ediyor...

Albaylık dâhil, subaylarımızın toplam görev süresi 30 sene.

Aşağıda gördünüz kânûn ile albaylarımızın “rütbe bekleme süresini” 4 sene olarak tesbit etdiler.

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

*  *  *  *  *

SENE: 1971

 

TSK Personel kânûnunu meriyyete koyduktan sâdece 7 sene sonra aşağıdaki kânûnu piyasaya sürdüler.

4 sene olan albaylarımızın rütbe bekleme süresi değişmedi.

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Fakat bu kânûn ile subaylarımız muazzam bir kazanç elde etdi.

11’inci maddeye göre, muvazzaf subaylar içindeki albay oranının % 8 olması hükme bağlandı.

*  *  *  *  *

SENE: 1975

 

Kıbrıs Barış Harekâtının ertesi sene... Harp bitmiş, darp bitmiş! Toplam sehit sayısı 498. Şehid olan subay sayısı ise sâdece 38. Kıbrıs Fâtihi Karaoğlan, Kıbrıs’ı Yonan mezâliminden kurtarmış! Türk ordusu, adada huzur ve barışı temin etmiş. Memleketimizde askere olan ihtiyac aslında azalmış.

Fakat sâdece 38 şehid verdikleri Kıbrıs Barış Harekâtındaki ordumuzun başarısını subaylarımız, kendi hânelerine yazmışlar. Ve bu fırsatı ganimete dönüşdüren albaylar cuntası, subaylar içinde %8 olan oranı, bu kânûnun 17’inci maddesiyle %14’e çıkartmışlar. Sağa-sola eğilip bükülüp öne-arkaya kalkıp yatan albaylarımız, ordu içindeki oranlarını %75 oranında arttırmış ve hacıyatmaz gibi ayakda kalmayı becermişler. 27 Mayıs darbesinde şâhid olduk! Harb okullarında, Genelkurmay Başkanı olacaksınız nenninleriyle büyütülen subaylarımız, albaylıkdan öteye gidemeyip de föteri giyeceğini anladığı anda hemen kazan kaldırıp darbe yapmayı kendilerine hak belliyorlar. Subaylarımızın yapdığı darbelerin mihrâkını arayanlar, işde albay oranındaki bu gereksiz artışda aramalıdır.

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bu kânûn ile ele geçirdikleri en önemli mevzi ise aslında “rütbe bekleme süresindeki” zaferleri idi.

Albaylarımız, bu rütbede bundan böyle artık 1 sene fazla görev yapacaklar idi. Çünkü, canları öyle isdemiş idi.

*  *  *  *  *

SENE: 1982

 

Darbecibaşı Zottirik Kenân, 12 Eylül 1980 subay darbesi ile

Henüz bulûğa ermememiş, bıyığı bile terlememiş çocuklarımızı

İdam sephasına göndermek için dizi dizi kânûnlar tertip eylerken

Aynı günlerde aşağıdaki şu kânûnu da peydahladı...

Ve böylece ordumuzda subaylar ve asubaylar için ilk defâ “rütbe kıdemi” mefhûmunu ihdâs etdi...

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bugün de geçerli olan ve kıdem alan bütün subay ve asubaylar için “rütbe kıdemi bekleme süresinin” 3 sene olması hükme bağlandı.

Ve böylece nasıplarından itibâren 3 senelik görev süresini tamamlayan albaylara, kıdemli albay denildi.

*  *  *  *  *

SENE: 1989

 

İşde,

Albay gardeşlerimizin ordumuzun hacıyatmazları olduğunu tevsik eden bir kânûn daha...

Albaylarımızın rütbe bekleme süresi;

1967 senesinde 4 sene idi, 

1975 senesinde 6 seneye yükseltildi.

1989 senesinde ise bu kez de 5 seneye indirildi.

2009 senesinde de “rütbe kıdemi bekleme” süresi 1 sene azaltıldı ve 2 seneye indirildi.

Terfi edecek çapta olmayan palamut albaylarımızın

Öfkesini söndürüp gönlünü hoş tutmak için kânûnlarımız, emme-basma tutumba gibi çalışdırıldı.

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Esbâb-ı mûcibesi mi? Sormayın! Hacıyatmazlar için olmaz diye bir şey yok, şu ordumuzda... Sebep ne olursa olsun albay gardeşlerimiz gene hacıyatmaz gibi sağa sola öne arkaya sallandı, sallandı ve dimdik ayakda kaldılar.

*  *  *  *  *

SENE: 2009

 

Yirmi birinci yüzyılın dokuzuncu senesinin ilk günlerine vâsıl olduğumuz günlerden birinde

Yüce meclisimiz bir kânûn tertipledi. Bu kânûnun bir maddesinde, şöyle bir cümle zuhûr etdi.

 

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

İlk bakışda ne kadar da mâsum bir cümle gibi görünüyor, değil mi?..

2 sene hizmet etmişler ve kıdemli albay olmuşlar canım, ne var bunda? diyenlere bir sözümüz var!

Aman, dikkat! Merhâmetden marâz doğar vecizini atalarımız boşuna söylemedi.

Bu meseli terkip edesiye kadar Allah bilir;

Kaç âdemoğlu,

Kaç âdemoğlundan,

Kaç türlü

Ve

Kaç dâne kazık yedi! 

İşde, bu vecizin ne kadar doğru olduğunu anlamanın biricik yolu var; bu makâleyi okumak!

Fakat yukarıdaki çerçevenin içinde gördüğünüz şu cümlenin üsdünü kazıyıp da dibine bakınca,

İnsanın kanını donduran bir sahtekârlık tezgâhı ile göz göze geleceksiniz!..

*  *  *  *  *

Hacıyatmaz albaylarımıza hile ile verilen kânûnsuz 1 sene erken “rütbe kıdem terfisi” meselesinin göynümde herc-ü merc olup da havilsiz ve ahlâksızca volta atdığı günlerden birinin,

2016 Şâban öğleden sonrasında

Can kardeşim Albayımı aradım. Aramızda şöyle bir muhâvere cereyân etdi, telefonda;

Hacıyatmaz Albayım, neredesin?

Hacıyatmaz mı? O da ne yahu? Sen gene neler yumurtluyorsun, bakayım!

Anlatırım! Bir yerde buluşalım seninle! Döner-ayran benden!

Buluşmak konusunda ikimiz de birbirimizi bugüne kadar hiç geri çevirmedik!

Bu kez de öyle oldu! Şöyle devâm etdi sözüne;

Ben de acıkmışdım! Karnımı doyuracak bir avanak arıyordum. Olur, buluşalım!

Neredesin şu anda?

Kızılay’da kaldırımları arşınlıyorum!

İyi, arşınlamaya devâm et! Evdeyim, yarım saate kadar o civârdaki kaldırımları ölç ve bana söyle! YKM’nin önünde buluşalım!

Tamam, koş gel!

Hanım, kısır şöleni tertipleyen komşu kadınların dâvetindeydi. Evden bu kez de sipâriş almadan sıvışdım. Telefonu evde bırakdım ve böylece hanımın uzakdan sipâriş verme ihtimâlini sıfırladım! Bugün de eve elim boş geleceğim, çok sevinçliyim! Beş dakika içinde kendimi hemen dışarı atıp İ. Melih GÖKÇEK’in mâvi otobüsüne daldım. Bu kez vakdinde geldi nasılsa! Bilet yok artık! İki sene evvel Melih bize 10 lira mukâbilinde mâvi kart satdı. Şoförün sağ yanında, ön camın dibindeki yeşil cihaza kartımı şöyle bir dokundurdum ve iki buçuk liramı Güzel Melih’in cebine atdım. Yollar bomboş! Yirmi dakikada düşdüm Adliye önüne. Akabinde, Albayım ile buluşduk! Hoşbeş ile şerbetlediğimiz on dakikalık bir yürüyüşden sonra vardık bizim dönerciye... İki döner iki ayran aparıp oturduk bir köşeye. Hem elimizdeki dönerlerimizi dişledik hem de devâm etdik muhabbete...

Beş on gün evvel subay gardeşlerimizin yapdığı bir darbeyi daha keşfetdim!

İyi, bokunda yeni bir boncuk daha buldun demek! Peki, bana ne bundan?

Kıdemli albay rütbesiyle emekli oldun! Sen de varsın bu tost modern subay darbesinin içinde.

Allah, Allah! Sen ne diyorsun be kardeşim? Ne tostu, ne darbesi?..

Aldığımız dönerleri, çöreklendiğimiz küçük masanın etrafında hapur hupur öğütürken kafamda dolaşanları bir bir anlatdım Sayın Albayıma. Hayretden gözleri fal taşı gibi açıldı ve şöyle devâm etdi konuşmasına;

Bakıyorum da! Gün görmedik, göz değmedik konuları çıkartıyorsun ortaya! Tebrik ederim seni! Fakat, söyler misin bana deli adam? Nereye gidiyorsun sen böyle?..

Hiç düşünmeden şöyle dedim ben de...

Vallahi, ben bir yere gitmiyorum Albayım! Ucunu yakaladığım ip nereye götürürse, oraya!..

Şöyle cevâp verdi heyecânla, yüreği şefkât dolu bu yiğit insan;

Aman, Eski Tüfek, dikkat et! Ucunu tutduğun ip, yağlı urgan olmasın!”

Hiç beklemediğim bu tembih karşısında şu sözler döküldü dudaklarımdan vehleten;

Ben, asubay denen asker sınıfının kânûnlarda, kitaplarda bugüne kadar yazılan resmî târihine bakmıyorum albayım. Bu görünenleri herkes yazıp çiziyor!  Ben, subaylarımızın emir gomuta zenciri içinde yalanlar ile doldurup önümüze koyduğu resmî târih dolmalarını yutmuyorum! Ben, meselenin görünmeyen tarafına; bu kânûnlarda bugüne kadar yapılan sahtekârlıklara, hilelere, kalleşliklere, şerefsizliklere kalem batırıyorum. Asubay denen askerlerin gayri resmî, hattâ, gayri meşrû târihini yazıyorum. Hâl böyle olunca da yolumuza hep kaltâbanlar, hırsızlar, hâinler ve ordubozan sahtekârlar çıkıyor! Tembihine gelince! Ölmekden korksaydım şâyet asker olmazdım. Demir ıslanmaz, deli uslanmaz!  Gönlün rahat olsun Albayım. Neticede, bir can borcumuz var Çalap’a...

Susdu! Evet, dedi önce. Sonra da;

Ben de 2 senede kıdemli albay olmuşdum.

Peki, ordumuzdaki subay ve asubayların hepsi rütbe kıdemini 3 senede alır iken sen, 2 senede aldın! Ve tazminâtları 1 sene erkenden indirdin cebine. İçine siniyor mu harâm lokma?

Bak, dedi! Ağzındaki lokmayı bir kaç kere çiğneyip yutkundu ve akabinde şöyle devâm etdi sözüne;

Konuya şu ana kadar hiç bu noktadan bakmamışdım!

Eee, sözü geveleme Albayım! Ne demek isdiyorsan yekden söyle!

Vallahi ordudaki askerlerin hepsi 3 senede alırken biz albaylara “rütbe kıdeminin” 2 senede verilmesi en azından hakkaniyet ölçüsü ile bağdaşmaz! Hem vicdâna da sığmaz! Daha da önemlisi ordumuzda silâh arkadaşlığına olan inancı örseler! Doğru söylüyorsun be kardeşim! Anlaşılan o ki gene saydıracaksın biz subaylara!..

Haksız mıyım, Sayın Albayım?

Haklısın be Eski Tüfek! Saydır saydırabildiğin kadar. Hak etmişiz vallahi! Kızmam sana!..

Asıl, ben sana ve senin gibi ehli vicdân, koca yürekli subay gardeşlerime kızmam! Hem bu işleri çeviren subaylarımız dururken sana sıra gelmez! Fakat bu orostopolluğu tezgâhlayan; bu kânûnu hazırlayan ve meclisde rey verenler, paylarına düşenlerini alacak elbet, bunu da bilmiş ol Albayım...  

*  *  *  *  *

İşde,

Albaylarımızın 1967 senesinde başlayan hacıyatmazlık dümenleri 2009 senesinde şâhikasına erişdi.

5837 sayılı kânûn teklifinin 19-̶ 26’ıncı maddeleri, sâdece Asubaylar hakkında. Bu maddelerin içinde bir tek albay kelimesi yok. Fakat 22’inci maddenin ikinci fıkrasının başına, albay bombasını gizlemiş, benim şerefli gardeşlerim. İşde, burada yapdıkları bu iş, tam anlamıyla bir kumpasdır.

Bu kânûn ile Asubayların “rütbe kıdemi bekleme süresini” 6 sene arttırdılar ve “toplam rütbe bekleme süresini” 24 seneden 30 seneye yükseltdiler. Bir hak vermek şöyle dursun, Asubayların var olan bir hakkını geri aldılar.

Fakat gündemde olmadığı hâlde, aynı kânûn ile albaylarımızın 3 sene olan “rütbe kıdemi bekleme süresini”  1 sene azaltdılar ve 2 seneye indirdiler.

Aynı kânûnun meclisde görüşülmesi esnâsında MHP, Asubaylara birinci derece dördüncü kademeye yükselme imkânı verilmesi için bir kânûn teklifi verdi. Fakat hem MSB komisyonu ve Genelkurmay Başkanlığı hem de AKP hükûmeti el birliği edip MHP’nin bu teklifini reddetdi. Buradaki konuşmalardan, Asubaylara birinci derecenin verilmesinin önündeki gerçek engelin de aslında kimler olduğunu böylece kesin olarak anlıyoruz.

Aşağıda gördüğünüz şu kânûn ile;

Asubayların “rütbe kıdemi” bekleme süresi 6 sene arttırıldı,

Albayların “rütbe kıdemi” bekleme süresi ise 1 sene azaltıldı. Ve alacakları avuç dolusu tazminâtlar Albaylarımıza 1 sene erkenden ikrâm edildi.

Böylece Asubay torbasının içine saklanan albaylarımız, gene hacıyatmaz olmayı başardılar.

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Hillary Clinton_Ahmet Davutoğlu-çak- hareketi_Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

“Rütbe kıdemini” 1 sene erken vermek için albayları,

2009 senesinde asubayların şalvarının içine saklayan

Zamânın MSB ve Genelkurmay Başkanı,

Bu kânûn meclisde kabul edildikden sonra

Hem bıyık altından kıs kıs gülmüşler

Hem de

Düşük profilli Başbakan Ahmet bey gibi

Herhâlde şöyle bir çak hareketi yapmışlardır!

Fakat

Evvelâ bıyık altından gülüp

Akabinde de böyle çak yapdıkdan tam 7 sene sonra suç üsdünde yakaladığım şahıslaraOrdumuzun Hacıyatmazları; Albaylar-1- Okan Bayulken kol saati_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Ben de yazdığım bu makâlem üzerinden

Ayıp ve günâh olduğunu bilerek ve isdeyerek

2016 senesi Ramazân ayının şu mübârek gününde

Şimdi, şu kol saati hareketi ile karşılık veriyorum!

Haberleri olsun!

*  *  *  *  *

Albaylarımız 1 sene “erken rütbe kıdemini” almasına aldı da

Eti subayın, kemiği asubayın meselinde olduğu üzere

Asubayların hissesine de rütbe kıdeminde 3’er seneden yekûn 6 sene haybeye avara kasnak yapmak düşdü.

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

*  *  *  *  *

SENE: 2015

Biz,

Albay gardeşlerimizin “rütbe kıdemini” 1 sene erken cebe indirme dümenini araşdırırken ilginç bilgiler dokundu, gözümüze...

Millî Savunma Bakanlığı, daha doğrusu kuyruğuna takıldığı Genelkurmay Başkanlığı,

Emekli etmek için “ikinci ikrâmiyeler” ve emeklilikde de devâm eden tatlı “OYAK üyeliği” gibi havuçlar ile

Hiçbir işe yaramayan palamut albaylarımızı teselli etmeye çalışırken bakınız neler takıldı kalemimizin ucuna...

Kışlada, özellikle de karârgâhlarda palaskanı şöyle bir sallasan hani, albayların beşine onuna birden değer!

İsbatı mı?

İşde, MSB İsmet YILMAZ’ın meclis konuşması;

Savunma Bakanı İsmet YILMAZ_Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKTürk Silahlı Kuvvetleri'nde halen 6 bin 102 albay görev yapıyor.

Bu miktar, toplam subay sayısının yüzde 16'sına tekâbül ediyor.

İdeal oran, yüzde 8'dir. (1971 senesini kasdediyor)

Diğer NATO ülkelerindeki albay oranları da şöyle;

Fransa'da yüzde 7,

ABD'de yüzde 6,

İngiltere'de yüzde 4

Bakan İsmet bey diyor ki; Albay sayısı için ideal oran, yüzde 8. Peki, bu yüzde 8’lik oranı nerenden uydurdun, Sayın Bakanım? Seri Paşa kulağına öyle mi fısıldadı yoksa? Mâdemâki albaylar için ideal oran yüzde 8 diyorsun!.. Fakat sende var yüzde 16. Demek ki şu anda ordumuzdaki albayların yarısına boş yere maaş ödüyorsun! Geriye kalan yüzde 8 albayı ne yapacaksın, Gürün’lü gözel garındaşım? Albay oranı, 1971 senesindeki oranına göre % 100 çoğalmış! Ordumuzdaki her 5 subaydan biri albay olmuş! Kurumsal vefânı gösderip onlar ile ne yapacaksın, kışlada, karârgâhda?

Gemi mühendisi ve avukat olan İsmet bey;

Meclisde yapdığı konuşmasıyla aslında 1923 sayılı kânûn ile 1975 senesinde albay oranının %8’den %14’e yükseltilme gerekcelerini kökden çürütdüğünün farkında bile değil.

Albay oranının % 8’den % 14’e yükseltilmesi için Genelkurmay Başkanlığının 1975 senesinde ileri sürdüğü ihtiyacın gerekcesi demek ki koca bir yalan imiş!

Ayrıca,

Senin verdiğin bilgiye göre bizim 4 albayımız demek ki ancak 1 İngiliz albayı ediyor! 

Tıpkı İngiliz lirası gibi!..

Bu memleket; ne gözel memleket, değil mi?..

4 Türk Lirası = 1 İngiliz Lirası

4 Türk Lirası eşitdir 1 İngiliz Lirası_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

4 Türk Albayı = 1 İngiliz Albayı

Bu ordu; ne gözel ordu, değil mi?..

4 Türk Albayı eşitdir 1 İngiliz Albayı_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Atatürk sizlere;

Bir Türk askerinin dünyâya bedel olduğu bir ordu bırakdı.

Fakat bugün Atatürk’ün koltuğunda oturan sizler,

4 Türk albayını 1 İngiliz albayına eşitlediniz!

Helâl olsun sizlere...

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar-1- Mustafa Kemal ATATÜRK_Eki Tüfek Şükrü IRBIK

Yeri geldiğinde böbürlenmek için börkenekden külsüz üfürmeyi pek iyi bilirler.

Bizim ordumuzda 4 albayın yapdığı işi gevur İngiliz ordusunda sâdece 1 albay yapıyor! Hakikâten çok hicap edilecek bir vaziyet! Hacıyatmaz numaralarını pek iyi bilen bizim albaylarımız; çalışmaya gelince, nöbete gelince, zimmete gelince demek ki arâzi olmayı pekiyi beceriyor. Ordumuzu bu hâle ben mi getirdim ki ben utanayım?..

Peki,

Daha yüksek rütbeli subaylardaki fazlalığı ne yapacaksın İsmet bey? Dünyânın en fazla tuğ-tüm-kor-orgenerali senin ordunda! Handiyse faal tank sayısından fazla tuğ-tüm-kor-orgeneral var, bugünkü Kara Kuvvetlerimizde! Gülünç bir durum gerçekden! Bakalım, bu general mezârlığının farkına ne zamân varacaksınız.

*  *  *  *  *

Şimdi gelelim Albaylarımıza 1 sene erken rütbe kıdemi verilmesi için meclisde döndürülen dolaplara...

AKP milletvekili Hasan Kemal YARDIMCI’nın yazdığı 02 Ocak 2009 târihli kânûn teklifine 5 vekil daha imzâ attı.

Bu 6 vekilin 5’i AKP milletvekili, birisi de CHP milletvekili.

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

5 Ocak 2009 târihinde AKP milletvekili İsmail GÖKSEL ve

Buraya lutfen dikkat ediniz,

6 Ocak 2009 târihinde de AKP milletvekili emekli subay Nurettin AKMAN da bu kânûn teklifine iştirâk etdi.

Böylece, kânûn teklifine imzâ atan milletvekili sayısı 8 oldu.

İşde, imzâ veren o 8 vekil, şunlar;

Milletin vekilleri_Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIKMilletin Vekilleri_Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Bu 8 vekilimizin iştigâl etdiği meslekleri de şöyle;

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Ve böylece

Ordumuzun hacıyatmazları Albaylarımızın “rütbe kıdemi bekleme süresini” 1 sene azaltan kânûn teklifini,

2 Ocak 2009 târihinde 232 sayılı dilekce ile Meclise teslim etdiler.

*  *  *  *  *

AKP milletvekili Hasan Kemal YARDIMCI’nın verdiği kânûn teklifini,

Meclis, 322 Sıra Sayı ve 2/365 Esâs Numara ile gündemine aldı.

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

8 vekilin imzâladığı 2/365 Esâs Numaralı şu kânûn teklifi,

Aşağıda gördüğünüz şu dilekce ile 6 Ocak 2009 târihinde Meclis Başkanlığına teslim edildi.

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

2/365 Esâs Numaralı kânûn teklifinin Genel Gerekcesinde,

“Asubayların rütbe kıdemi bekleme sürelerinde değişiklik yapılması” derpiş ediliyor idi...

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

2/365 Esâs Numaralı kânûn teklifinin Madde Gerekcesinde;

“Asubayların rütbe kıdemi bekleme sürelerinin yükseltilmesi kapsamında;

Asubay üstçavuş ve Asubay kıdemli üstçavuşlar için “kademe” tanımının getirilmesi” amaçlanıyor idi.

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Lutfen dikkat buyurunuz;

Yukarıda gördüğünüz kânûn teklifinin Genel Gerekcesinde ve Madde Gerekcesinde bir tek dahi olsun, albay kelimesi yok.

Fakat albayların 3 sene olan “rütbe kıdemi bekleme süresini” 2 seneye düşüren cümleyi 22’nci maddenin ikinci fıkrasının başına

  • Kim,
  • Ne zamân
  • Ve nasıl ekledi?..

 

İşde, bütün orostopolluk, burada gizli duruyor.

Hacıyatmaz albaylarımıza “rütbe kıdemini1 sene erken vermek için meclisde tezgâhlanan hileyi de

İkinci bölümde hep berâber göreceğiz, evvel Allah!

Ordumuzun Hacıyatmazları; Albaylar -1- _ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

 

 

 

 

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

 

 

Kapak Resmi : (E) Dz.İda.Asb.Kd.Bçvş. Mustafa AYTAR

*** Devâm edecek

Kaynak; Makâlede münderiçdir.

asubay misin

 Asubay Mısın, Er Misin

 

İkrâr ediyorum!

Gül alıp gül vermek isderdim herkese, adını bile sormadan; allı morlu, mis kokulu...

Ya da

Makâleler yazmak isderdim, suya sabuna dokunmayan; harir kadar saf, çocuk kadar mâsum...

Aşk kokan, sevgi dolu... Ayşe’den, neş’eden, meşeden dem vuran!

Benim de sevdâya teşne kalbim var, ne de olsa!

Türkü yazmak isderdim hele!

Mertlik üsdüne, yiğitlik mayalı; her nağmesi dostluğa dokunan, kardeşlik kokan ... 

Çünkü

Türk’ü bilen türkü bilir,

Türk’ü seven de türkü yazar.

Ben de insanım, nihâyetinde!

Ya da!..

Ya da,

Her kalem oynatışımda ucundan sitâyiş süzülen, vefâ dökülen, garındaşlık mumuyla ışıldayan...

Fakat olmuyor!

Daha doğrusu oldurtmuyorlar!

Bâzen, söyleyen özne olsa da söyleten nesne oluyor, maslahat icâbı. İşde bu durumda, söyletenin kim olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Çünkü burada, asıl fail özne değil fakat nesne oluyor.

Evet, insanım, nihâyetinde... Haksızlığa, yolsuzluğa, nâmertliğe, zorbalığa isyân eden!

Biz Asubaylara yapılan bu ahlâksızlık, bu haksızlıklar karşısında

Tencere bile olsa tıngırdar; köpek bile olsa havlar be!

Benim, köpeğinki kadar bile aklım, köpeğinki kadar bile haysiyetim yok mu sanıyor bu kaşalotlar!

Haksızlığa uğramışsam,

Bağırır, çağırırım!

Ȃsi olur, başkaldırırım ödlek firavunlara.

Bu topraklarda yiğide deli demek âdet olmuş nasıl olsa!

Ağız dolusu küfür bile ederim alayına...

İşde o vakit derim ki;

Kiremitde özler var

Başkanlarda elâ gözler var

Sizleri tenhâlarda bir görsem 

Söyleyecek çok sözler var!

Mâdem öyle!

Bolu’nun Zorbeyi var ise şâyet,

Dağlarının da Köroğlu’su elbet olacak!

Hele bir de damarıma basarlar ise şâyet!

Öyle yazılar yazarım ki!

Kesip biçmeden söker alırım o üç paralık ciğerlerini, fesât dolu döşlerinden, evvel Allah.

İşde meydân! Söze söz! Varsa diyecekleri şâyet

Çıksınlar karşıma!

Yedikleri haltların, yapdıkları nâmertliklerin, hainliklerin, kânunsuzlukların hesâbını versinler!

Şu memleketde iyiye, güzele dâir söz söyleyen, iş yapan herkes mutlaka kösdeklenir, cezâlandırılır. Bizim için de durum ayniyle vâki oldu!

Gevur Coni’nin ordusunda bir Er olsaydım şâyet

Bugüne kadar ortaya dökdüğüm bunca kânunsuzluk, yanlışlık, haksızlık, ahlâksızlık ve sahtekârlıklardan dolayı

Coni Genelkurmay Başkanı herhâlde bana üç beş madalya takdim eder idi...

Fakat bizim müslümân bildiğimiz Genelkurmay Başkanlarımız ise

Bu kânunsuzlukların, haksızlıkların, ahlâksızlıkların ve sahtekârlıklardan üzerine gitmek yerine

Doğruları söyleyen Eski Tüfek’i öksüz yetim zannedip ezmeye tevessül ediyorlar...

Bugüne kadar söylediklerimin bir tek kelimesini dahi tekzip edemediler, iftirâ diyemediler!

Hakâret etdiğimi söylüyorlar... Evet, ortada bir hakâret var da ... Kim, kime etdi acap?..

 

Zihniyet Sürgünü isimli makâle benimdir, ben yazdım! Bütün hukûkî mesuliyet bana aitdir diye ilk gün dilekce verdim. Fakat subaylarımıza bu da yetmedi. Hemen koşup gidip mahkemeye itirâz etdiler. Asubaylık dâvasına büyük emek veren kıymetli meslekdaşım Semih KOÇ ve emekliassubaylar.org’un hizmet aldığı şirketin sahibini de cezâlandırmak için üst mahkemeye itirâz etdiler. Fakat mahkeme, bu talebi reddeddi.

Hakkımda açdıkları cezâ ve tazminât dâvaları da bu subaylarımıza yetmedi! Bu kez de bu makâlem ile bu zevâta iftirâ etdiğim iddiasıyla üst mahmekeye itirâz etdiler. Mahkeme, subaylarımızın bu talebini de reddeddi.

İşde, gene ikrâr ediyorum!

Zihniyet Sürgünü isimli makâlenin müellifi, Eski Tüfek mahlaslı ben Şükrü IRBIK’ım.

Elinizden geleni ardınıza koymayın da nelere kâdir olduğunuzu bütün dünyâya gösderin!..

 

Duydum ki gevurun hâkimleri Berlin’de imiş! Bizim müslüman hâkimler nerede, onu da göreceğiz elbet...

Hâl böyle olunca;

Eski Tüfek’in kısmetine de

Asubaylara yapılan haksızlıklar ve kânunsuzluklar târihcesini fâş eyleyen acı makâleler yazmak düşüyor…

Aşkı, meşki; gülü, bülbülü; Ayşe’yi, neş’eyi bir kenara bırakdık!

Kalem ve kâğıdı alıp da elimize

Ömrümüzün şu son fasılında

Üzerine fesâtlık, nâmertlik, şerefsizlik, hâinlik ve ödleklikden dem vuran kelâm akıtmak düşüyor bize de, yiğitce... 



*  *  *  *  *

Kiremitde Buz musun?

Türkülerimiz olmasaydı ne yapardım, bilmiyorum!

Değil yazmak, söylemek; konuşmaya bile mecâlim olmazdı herhâlde!

Dünyânın en büyük kütüphânesinde bile olmayan hazineler var içinde...

Bir türkü, hattâ o türkünün bir kelimesi bile bir kitabdan çok daha fazla şeyler anlatır bize.

Kitaplara sığmayacak kadar sözün mü var diyecek? Bir türkü çığır, daha fazlasını anlatırsın, evvel Allah.

Yeri gelir, gönlüme tercümân olsun diye Muğla’dan Civelek Şerafettin’e veririm sözü;

Deniz üsdü köpürür,

Kayığa da binsem götürür!

Benim böyle âsi oluşum

Nâmertlerden, ödleklerden ötürü... 

Ya da

Kitaplar dolusu kâğıt ve kelâm isrâf etmek yerine Yalova’dan Müşerref Hanımı söyletirim kendileyin;

Kiremitde buz musun? Gelin misin, gız mısın?

Bir suâl soracam sana, ey Genelkurmay Başkanım,

Bana cevâp vermeye hazır mısın?

*  *  *  *  *

Değil!

Biliyorum! Kimilerine her gün, her yer düğün bayram olsa da

Benim için, daha doğrusu, “diğerleri” dedikleri biz Asubaylar için vaziyet hiç de öyle değil!

Bu hususda dilim ne söylesin, elim ne yazsın diye binbir türlü ağrılar içinde geceyi gündüze katık eder iken

Gene anamın sütü gibi Türkülerimiz besliyor dimağımı...

Yersiz, yurtsuz, adsız, odsuz, bir ozan olurum o zamân da;

Bilmem, şu feleğin bende nesi var?

Her gitdiğim yerde, yâr isder benden!

Sanki benim mor sümbüllü bağım var!

Zemheri ayında anam, gül isder benden!

Zemheri ayında gülü hangi şaşkın kaybetmiş ki kim bulup kime versin, Allah aşkına?

Asubay denen uyduruk asker sınıfının târihine her kalem daldırışımda ne acıdır ki gül yerine

İçinde çomca dönmez bok, cerâhat, hamâkat,

Elvân türlü ihânet ve şerefsizlik çıkıyor karşıma!..

Kars’lı Feryâdî olurum, icâp ederse;

Yine geldiyse gam yükünün kervânı,

Yine yazmak şart olduysa Eski Tüfek için, ihâneti, ödlekliği...

Ölsem de bu uğurda şâyet

Çekeceğim bu derdi, her mihnete rağmen!

Karac’oğlan olunca da derim ki, bakın geline

Ömrümün yarısı gitdi talana

Suâl eylen bizden hey dost, evvel gelene!

Kim var imiş, biz bu orduda yoğ iken! 

*  *  *  *  *

Kaşıkdaki Kısmet!

Bunca zamândan beri herkesin okuyup geçdiği kânunların içinde

Senelerden beri çürük yumurta gibi kokuşup duran kânunsuzluklar niyeyse hep bizim kalemimize takılıyor.

Bu sahtekârlıkları yazmak görevini de anlaşılan o ki bugünün târihi, Eski Tüfek’e yüklüyor. Olsun! Kısmetde ne varsa kaşıkda da o çıkıyor nasılsa!

Asubaylık denince şu memleketde ortalık

İçinde çomca dönmez bok çuvalı oluyor!

Bugüne kadar yazdığımız bunca makâlede bunların neler olduğunu belgeleriyle defâlarca fâş eyledik!

Fakat subay gardeşlerimizin cenâhında

Allah, daha çok versin!

Bakınız, bulabildiğimiz kadarıyla vaziyet nasıl tecelli ve tahakkuk eyliyor!..

Sayısını dahi bilmedikleri kadar çok tazminât,

Vakdinden evvel ikrâm edilen intibâklar,

Yarbay ve binbaşılarımıza ulufe gibi dağıtılan kânunsuz ve beleş kademeler,

OYAK yönetim kurullarında ballı üyelik,

Adı sözde Mehmetcik olan vakıflarda kaymaklı huzur hakkı,

Evvel ihâle verip âhiren de koltuk kapdıkları özel şirketlerde sözde danışmanlık...

Kapıdan kovarak emekli edilen palamut albaylarımıza, devletden ikinci ikrâmiye,

OYAK’dan, emeklilikde bile devâm eden kıyak üyelik vs.

Ne diyeyim ben size?..

Gözünü toprak doyursun, inşallah! 

*  *  *  *  *

Devletin milletin, tüyü bitmemiş yetim hakkının üsdüne kendileri için kurdukları sahte cennetlerde

Utanmadan, sıkılmadan saltanât sürenlerin kaba etine Eski Tüfek kalemini batırınca da

Hemen koşup gidip soluğu mahkemede alıyorlar.

Devleti korumak için devletden avuç dolusu para alan eli tabancalı, beli kılıçlı subay gardeşlerimiz

Bu kez de kendilerini koruması için hemen varıp mahkeme kapısına dayanıyorlar.

Varsın, dayansınlar! Demek ki adâlet onlara da lâzım oluyormuş!

Ya da

Adâlet dağıtmak için cübbe giyip celp etdiği askere huzurunda düğme ilikleten hâkim sıfatlı subay gardeşlerimizin,

Bu kez de kendileri adâlet aramak için hâkim önünde kendi cübbesini ilikliyor...

Varsın, iliklesinler! Demek ki adâlet dağıtanlara da adâlet lâzım oluyormuş!

2014 Mart’ında Ankara’nın göbeğinde TEMAD’ın yatdığı ölüm orucunda

Çişini bile tutamadığı için altına bez bağlayıp da

Belediyelerin verdiği külüsdür otobüsler ile memleketin dört köşe bucağından Ankara’ya sökün eyleyen

Seksen yaşında, doksan yaşında emekli büyüklerimizin yürek dağlayan hâlini görünce

Başkan Ahmet KESER’e desdek vermek için bir makâle döküldü, kalemimin ucundan vehleten...

İsmi, Zihniyet Sürgünü!

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

emekliassubaylar.org’da neşretdiğimizin ertesi günü hemen şunları yapdı, bu subay gardeşlerimiz;

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

asubaymisin 3

 

BİMER Müracaatı Şükrü IRBIK‏ 

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

21 Temmuz 2014, Pazartesi ,7:34 PM 

 To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. 

           Sayın Şükrü IRBIK, 

1.    TSK sosyal tesislerine giriş yasağınıza dair 10 ve 17 Haziran 2014 tarihli müracaatlarınıza Genelkurmay Başkanlığınca iki defa cevabi yazı gönderilmiş olmasına rağmen aynı konuyla ilgili 03, 04, 05, 06, 09 ve 10 Temmuz 2014 tarihli olmak üzere toplam altı adet daha BİMER müracaatınız alınmıştır. 

2.    Söz konusu 10 ve 17 Haziran 2014 tarihli müracaatlarınıza verilen cevabi yazılarda da belirtildiği gibi; 

a.    Orduevleri, askerî gazino ve diğer sosyal tesislerden yararlanma usul ve esasları ile söz konusu tesislere girişin yasaklanmasına yönelik hususlar, TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin 664’üncü maddesinde düzenlenmiştir. 

b.    Bu kapsamda; hak sahibi kişiler, bu düzenlemeye istinaden Orduevleri, Askerî Gazinolar ve Sosyal Tesisler Yönergesi’nde (MY 58-4) yer alan esaslar doğrultusunda orduevi, askerî gazino ve sosyal tesislerden istifade etmekte, belirlenen esaslara uymayanların tespit edilmesi hâlinde ise personelin istifadesi Gnkur.Bşk.lığınca oluşturulan bir kurul tarafından yasaklanabilmektedir.

3.    13 Mart 2014 tarihli emekliassubaylar.org internet adresinde adınızla yayınlanan 13 sayfalık “Zihniyet Sürgünü’’ başlıklı yazınız gereği, yukarıda belirtilen mevzuat kapsamında TSK Sosyal Tesislerine girişiniz kurul kararıyla 14 Mart 2014 tarihinden itibaren süresiz olarak yasaklanmıştır. 

4.    Bilgi Edinme Hakkının Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik’in 18’inci maddesi “Daha önce cevaplandığı halde aynı kişiler tarafından yapılan tekrar mahiyetindeki başvurular ile soyut ve genel nitelikteki başvurular işleme konulmaz ve durum başvuru sahibine bildirilir’’ hükmünü amirdir. 

5.    Aynı konuya dair ilave olarak gönderebileceğiniz tekrar mahiyetindeki başvurularınızın 4’üncü madde esaslarına göre değerlendirileceği hususunu bilgilerinize sunar, esenlikler dileriz.

 

Yakın zamânda uluslarası hukukda önemli bir gelişme ortaya çıkdı. Dünyânın önemli hukukcuları, ömür boyu cezânın insanlık şerefine karşı bir suç olduğu kanaatına vardı. Hiç kimseye, hiçbir şekilde ömür boyu cezâ verilemez diyorlar! İdâm cezâsının bile 25 sene ile sınırlandırılması kabul gördü.

Fakat sâbık Genelkurmay Başkanımız Necdet Bey,

Bu uluslararası kuralı çiğnemekde hiç beis görmedi...

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

BİMER Müracaatı Şükrü IRBIK‏ 

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

11:56 AM  

To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. 

From:  Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. 

Sent: 25 Mart 2015, Çarşamba 11:56:24 AM

To: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Sayın, Şükrü IRBIK

İLGİ     :   (a)       TSK sosyal tesislerine giriş yasağınıza dair 09 Mart 2015 tarihli BİMER müracaatınız. 

               (b)       TSK Akıllı Kart Yönergesi.

1. TSK sosyal tesislerine giriş yasağınıza dair ilgi (a) dilekçeniz alınmıştır.

2. TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin 664/4 maddesi kapsamında hakkınızda verilmiş olan TSK sosyal tesislerine giriş yasağı, 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu’nun 98 ve 99’uncu maddelerinde belirtilmiş olan orduevi, askeri gazino, kışla gazinosu, vardiya yatakhaneleri ile özel/yerel ve kış eğitim merkezlerini kapsamaktadır.

3. Bununla birlikte, hakkınızda 13 Mart 2014 tarihinde TSK sosyal tesislerine süresiz giriş yasağı verildiğinden ilgi (b) Yönerge’nin;

         a.  “Askeri sosyal tesislere girişin süresiz olarak yasaklanması (muvazzaf personel hariç) durumlarında TSK Akıllı Kartları iptal edilir’’

   b.  Geçerliliği sona ermiş kartlar kullanılmaya çalışıldığında, Birlik/Karargâh/Kurum/Askeri Sosyal Tesis/Askeri Hastane vb. birimlerce el konularak TSK Akıllı Kart Yönetim Merkezine imha edilmek üzere gönderilir’’ hükümleri gereğince kullanmakta olduğunuz TSK akıllı kartınızı imha edilmesi maksadıyla Genelkurmay Akıllı Kart Merkezi Başkanlığına göndermeniz gerekmektedir. 

 Bilgilerinize sunulur.

 

Üsdelik mahkeme sürecinin devâm etdiğini bile bile istediler...

Hem yazılı olarak hem de telefon ile sözlü olarak...

Genelkurmay Başkanlığından beni arayan Yüzbaşı gardeşime dedim ki;

Kimlik kartımı ben, vermiyorum! Yerimi biliyor! Gücü yetiyor ise şâyet gelsin, Necdet Bey kendisi alsın!

İki seneden fazla zamân geçdi. Şu gün oldu, kimse gelmedi...

Fakat bana yapdıkları bütün bunlar, bu subay gardeşlerimize az geldi...

Akabinde;

Yapacak başka işleri yokmuş ki dördü bir araya gelip, benim hakkımda;

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Yeri geldiğinde ordumuzun baş komutanı olduğunu söyleyen subaylarımız,

Ortaya dökdüğümüz bu kânunsuzlukları telâfi edip ordumuzda huzuru yeniden temin etmek yerine

Ellerindeki bütün imkânlarını benden intikâm almak için seferber etdiler…

Canları sağ olsun! Kimin haklı olduğunu zamân elbet gösderecek.

*  *  *  *  *

İkrâren Sukût

Bir dilekce gönderiyorum,

Bir suâl soruyorum

Ve

Bir kelimelik  bir cevâp talep ediyorum...

Diyorum ki;

Er mi? Asubay mı?

 

KONU: Bâzı Türkce Askerî Terimlerin İngilizce Tercümesi Hakkında.

İLGİ: (a) (http://www.eucom.mil/media-library/photo/24821/fleet-master-chief-petty-officer-roy-m-maddocks-jr-spoke-with-more-than-100-students-of-the-sixth-class-at-the-sergeants-major-academy) bağlantısında münteşir haber.

(b) Deniz Kuvvetleri Komutanlığının https://www.dzkk.tsk.tr/icerik.php?icerik_id=39&dil=1 bağlantısında münteşir Kuvvet Astsubayı tanıtım sayfası. 

(c)  4982 sayı ve 09 Ekim 2003 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânunu.

(ç) 2004/7189 sayı ve 19 Nisan 2004 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânununun Uygulanmasına İlişkin Esâs ve Usûller Hakkında Yönetmelik.

1. İlgi (a)’da mezkûr haberde, ABD Deniz Kuvvetleri Kuvvet Kıdemli Er’i Roy M. MADDOCKS JR.’ın 03 Nisan 2013 târihinde Genelkurmay Başkanlığımızı ziyâret etdiğinden ve söze konu şahısın AÜKHE eğitimi alan 100’den fazla Astsubayımıza bir konferans verdiğinden bahsedilmektedir.

2. Aynı haberde Genelkurmay Başkanlığımızın;

    a. “Genelkurmay Başkanlık Astsubayı” dediği Astsubaydan “Senior Enlisted Leader”,

  b. “Astsubay Üst Karargâh Hizmetleri Eğitimi” (AÜKHE ) ismini verdiği okuldan da Kıdemli Er MADDOCKS’un “Akademi” olarak bahsetdiği görülmektedir.

3. İlgi (a)’da mezkûr ve yukarıdaki madde 2’de verdiğim bilgiler muvacehesinde benim suâllerim şöyledir;

   a. İlgi (a)’da mezkûr haberde, “Genelkurmay Başkanlık Astsubayı” için kullanılan “Senior Enllisted Leader” ve “AÜKHE” için kullanılan “Akademi” tâbirleri konusunda Genelkurmay Başkanlığımız ne düşünmektedir?

    b. Genelkurmay Başkanlığımızın;

         b.1  “Genelkurmay Başkanlık Astsubayı” ismini verdiği unvânın İngilizce tercümesi nedir?

         b.2. “Astsubay Üst Karargâh Hizmetleri Eğitimi” (AÜKHE ) ismini verdiği okulun İngilizce tercümesi nedir?

c. Genelkurmay Başkanlığımız; Deniz Kuvvetleri Komutanlığının İlgi (b)’de münteşir örün sayfasında yapdığı gibi, Genelkurmay Başkanlık Astsubayı için kendi resmî örün sayfasında tanıtıcı bir sayfa tahsis etmeyi düşünmekte midir?

4. Yukarıda mezkûr madde 3’de tevcih etdiğim suâllerimi İlgi (c ve ç) mevzuât kapsamında cevâplamasını Millî Savunma Bakanlığımızdan saygılarımla arz ederim.17.05.2016. 572511.                                               

                                                                                                          Şükrü IRBIK

 

Cevâbı, çocuk işi; Er ya da Asubay.

Fakat Genelkurmay Personel Başkanımızın gönderdiği cevâba bakınız...

Kurum içi düzenleme,

Tavsiye ve mütalâa...

İyi,

Sizinkini bilmiyorum!

Lâkin,burada bildiğim bir şey var ki

Benim ismim, çocuk değil muhterem başkanım...

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Verdiği bu cevâp ile Genelkurmay Başkanlığımız;

Hem kamuoyunun bilgi edinme hakkına olan saygısının mertebesini gösderdi,

Hem de ve daha da kötüsü, şeffâflaşıp büyümeyi değil fakat içine kapanıp küçülmeyi tercih etdi.

Kimin ne bildiğini ve fakat

Kimin de neleri söyleyemediğini anlamak için de

Son çâre olarak Başbakanlığın yoluna vurduk kendimizi...

 
T.C. BAŞBAKANLIK BİLGİ EDİNME DEĞERLENDİRME KURULU’NA

Bakanlıklar/Ankara                 

08 Haziran 2016  

KONU: BİMER Dilekceme Cevâp Verilmemesi Hakkında.

İLGİ: (a) 4982 sayı ve 09 Ekim 2003 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânunu.

(b) 2004/7189 sayı ve 19 Nisan 2004 târihli Bilgi Edinme Hakkı Kânunun Uygulanmasına İlişkin Esâs ve Usûller Hakkında Yönetmelik.

(c) 572511 sayı ve 17 Mayıs 2016 târihli BİMER dilekcem.

(ç) Genelkurmay Personel Başkanlığı (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.)’nın 02 Haziran 2016 Perşembe gün ve 17:58:17 saatli e-posdası.

1. İlgi (a ve b) mevzuâta müsteniden hazırladığım ilgi (c)’de mezkûr dilekcemi, işlem yapılmak üzere 17 Mayıs 2016 târihinde BİMER’e gönderdim. İşbu dilekcemde, bâzı Türkce askerî terimlerin İngilizce tercümesinin ne olduğunu Millî Savunma Bakanlığımızdan talep etdim.

2.  İlgi (ç)’de mezkûr e-posda ile tarafıma gönderdiği yazı ile Genelkurmay Başkanlığımız, İlgi (c) dilekcem ile tevcih etdiğim suâlleri, İlgi (a) kânun madde 25 ve 27’si kapsamında mütalaa ederek cevâp vermedi. Bu itibarla Genelkurmay Başkanlığımız, İlgi (a) kânunun Bilgi Vermek Yükümlülüğü altbaşlığında mezkûr madde 5 ve Başvuruların Cevâplandırılması altbaşlığında mezkûr madde 12, ikinci fıkrayı ihlâl etmiş ve aynı kânun madde 4’den neşet eden hakkımı engellemişdir.

3. Başbakanlık Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulumuzun, dilekceme konu etdiğim İlgi (c) talebimi İlgi (a ve b) mevzuât muvacehesinde değerlendirmesini ve neticeyi tarafıma bildirmesini, saygılarımla arz ederim.

                                                                                                   Şükrü IRBIK    

 

Şu vakitden sonra

Genelkurmay Başkanlığımızın söyleyeceği sözün artık bence hiçbir kıymet-i harbiyesi yok!

Çünkü, Başkanların söylemeye dili varmasa da

Cevâbı, Eski Tüfek biliyor;

65 seneden beri senin “Asubay” dediğin gayri meşrû asker kişinin unvânı,

Müttefiki olduğun Coni ve üyesi olduğun NATO’da nasıl yazılıyor?

Senin “AÜKHE” dediğin uyduruk kaydırık kursun adı

Coni defterinde nasıl yazılıyor?

Çavuş Mustafa Kemâl’de, 

Sözün Doğrusu’nda, 

Beterin Beteri’nde  herkesin anlayacağı sâdelikde fâş eyledik!

Bu konuda senin de söyleyeceğin söz yok aslında!

Çünkü

Tıpış tıpış gidip masasına çöreklendiğin Coni,

Seni kendi kitabına göre çokdan yaftalamış bile...

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İşde,

Coni’nin Türk Ordusundaki askerlerin hepsini tıkışdırdığı torbanın içinde 2 sınıf asker var;

     1. Subay

     2. Er

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İşin aslına bakarsak şâyet kamu vicdânına göre bizde de iki sınıf asker var.

Meselâ

Cumhuriyet gazetesinde neşredilen 13 Haziran 2016 târihli şu habere göre de

Ordumuzda Asubay denen asker sınıfı yok!

Eşkiya ile mücâdelede şehit olan asker sınıfı şunlar; 

     1. Subaylar

     2. Diğerleri

Konu şehit olunca bu haberi yazan kaşalot gazetecilerin aklına sâdece subaylarımız gelmiş!..

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

*  *  *  *  *

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Terbiye (Eğitim) Ve Atatürk

Atatürk, Eylül 1924’de Samsun’da öğretmenler ile yapdığı konuşmada şu çok önemli tesbiti dile getirdi:

“En mühim, en esâslı mesele, eğitim meselesidir. Terbiyedir ki, bir milleti, ya hür, müstakil, şanlı, yüksek bir cemiyet hâlinde yaşatır ya da bir milleti, esâret ve sefâlete terk eder.”

Atatürk,  bu sözüyle ordumuzu eğitmeyi ve kölelikden kurtarmayı siz gomutanlara emretdi.

Fakat

Türk Ordusunda Genelkurmay Başkanı olan sizler;

Asubayları nasıl ezeriz, nasıl bezeriz diye kafa yorarken

Ve dahi

Yüksekokul dümeniyle oyalamaya,

YÖK nezdinde hiçbir değeri olmayan meslekiçi kurslar ile kandırmaya,

AÜKHE isimli elma şekeri ile avutmaya,

Ve kahraman Asubay nennileri ile uyutmaya çalışırken

Bakınız, Coni’ler ne haltlar ediyor;

Onlarda, bizdeki gibi Asubay denen bir asker sınıfı yok! Subay haricindeki askerlerin hepsi alaylı Er.

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Fakat

Devletimiz ve milletimizin “kanatlı ordusu” olduğunu söyleyen bizim Hava Kuvvetlerimiz;

Kendi Asubayları tam kanat mı yoksa "kırık kanat" bröve mi taksın diye tekere hava basarken

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIKElin Havacı Coni’si;

Çift kanatlı brövesi olan Hava Üniversitesini taa 1946 senesinde kurdu bile...

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Deniz Kuvvetlerimiz bu konuda, kulağına kar suyu kaçmış palamut gibi serhoş dolaşıyor!

Fakat gevur Coni,

Deniz Piyâde Üniversitesini de 1989 senesinde hizmete açdı da 25’inci kuruluş senesini kutluyor...

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Her iki kuvvet de Eratına lisans düzeyinde mühendislik eğitimi veriyor. Haberiniz var mı bunlardan?..

Haydi, diyelim ki bu yenilikleri onlardan önce yapmaya kafanız basmıyor...

Hiç olmazsa bunları onlardan gördükden sonra alacak kadar bâri aklınız olsa!..

NATO’nun en büyük ikinci ordusuyuz(!) diye yıldızını parlatan bizim Genelkurmay Başkanımız,

Şemsipaşa bosdanında kabak yetişdirip

Asubay şapka sakandırık şeridi sırma mı olsun, burma mı olsun diye taktik ve stratejik barut patlatırken

Elin Coni Genelkurmay Başkanı kendi resmî örün sayfasında

Kendi Kıdemli Er’i için bir sayfa tahsis etdi...

Ve bu Genelkurmay Kıdemli Er’ini bütün dünyâya gururla takdim ediyor!..

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Türk Genelkurmay Başkanı olarak sen ise

“Başkanlık Asubayı” unvânı verdiğin askerine

Kendi sayfanda iki satır yer vermeye bile lâyık görmüyorsun!..

Ya da

Bizim Kara Kuvvetlerimiz,

“Ordumun usta eli” dediği kendi Asubaylarının pontulunda zıh mı olsun, mıh mı olsun? diye ümüğünde laf gevelerken

Üçüncü bin seneye hükmetmek için kolları sıvayan Coni Kara Kuvvetleri

Şimdi de

“Kargaşa ile dolu dünyâda kazanan ordu olmak için Eratını eğitmek” hedefiyle 

25 Şubat 2015 târihinde kendi üniversitesini hizmete açdı bile...

Aşağıda gördüğünüz şu Coni Tuğgeneral

O üniversitenin Dekanı oluyor.

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Şu Er Coni de

O üniversitenin dördüncü adamı olarak Dekanlık Er’i oluyor.

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Başdarbeci Zottirik Kenân; 

Kendi yazdırdığı ve kendisini Cumhurbaşkanı yapan darbe Anayasasını,

Süngü-dipcik-posdal gölgesinde milletin burnuna 1982 senesinde dayamış idi...

Bu darbeci subay, bundan evvel bir şey daha yapdı.

Ordumuza, kendi üniversitesini kurma imtiyazı vermiş idi...

Şu memleketde hiçbir devlet teşkiline verilmeyen bu muazzam imtiyazı Zottirik Kenân, sâdece size bahşetdi. 

Zorti’nin taa 1981 senesinde size cennetden gönderdiği şu kânuna göre

Kendi üniversitenizi şimdiye kadar 50 kere kurabilirdiniz!..

Zottirik Kenân’ın bir zamânlar gönül eğlendirdiği koltukda oturan ey Sayın Genelkurmay Başkanlarım!

Sizler, bu hakikâtin farkında mısınız?

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

İşde şu kânun, câmi avlusuna terkedilmiş bebe gibi 35 seneden beri gözlerinizin içine bakıp duruyor!..

Yüce devletimiz, sizler için beş yıldızlı subay orduevleri yapabiliyor ise şâyet, çok şükür!..

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Demek ki;

Paramız var!

Aha, işde, kânun da var! 

Peki,

Asker üniversitelerini bugüne kadar niye kurmadınız?..

Asker Hastanelerimiz var nasıl olsa!..

Subaylar için inşâ etdiğiniz yukarıdaki şu 5 yıldızlı subay orduevini

Paşa gönlünüz isdese hemen yârın T.C. Asker Üniversitesi yapamaz mısınız?

Yaparsınız!..

Sizde, eksik olan nedir öyleyse?

Akıl mı?

Zihniyet mi?..

*  *  *  *  *

Kabak ve Asubay

Türk Ordusunun kendi üniversitesini kurması gerekdiği konusunda;

Coni’de Asubay Akademisine eğitime gönderilen Asubaylarımızdan, hazırladıkları raporlarda bu üniversitelerden tek kelime bahsedeni var mı?

İsmi EDOK olan palamut albay mezârlığı komutanlık

Ya da

Herhangi bir kuvvetimizin, bu konuda tek bir kelimelik sözü var mı acap?

Subaylarımız harp okulunda yüksek lisans eğitimi alsın diye gizliden hazırlıklar yapılırken

Asubay dediğiniz uyduruk askerlerin lisans eğitimi alması için parmağını oynatan bir subay var mı?

Ve dahi

Bu konuda şu güne kadar Başbakana bir satırlık teklif götüren bir Genelkurmay Başkanı gördük mü?

Genelkurmay başkanlık astsubayı ünvanı verdiğiniz Asubay Harun AĞPAK,

NTV'ye verdiği mülakatda ordumuzda "Asubay akademisi" kurulmalı dedi, işttinizmi?..

Daha da kötüsü

Askerlik konusunda dünyânın nereye doğru evrildiğinin farkında olan kaç subayımız var?..

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK
Nisan 2013’de NTV televizyonuna verdiği mülâkatda

Genelkurmay Başkanlık Asubayımız Harun AĞPAK şöyle dediydi;

“Ben, bir çiftci, bir köylü çocuğuyum. Kabak bile 4 ayda yetişiyor!” 

Kabağın bile 4 ayda yetişdiği memleketimizde

Bizim Genelkurmay Başkanlığımız 2 senede Asubay yetiştiriyor. Hakikâten tebrik etmek lâzım!

Asubay Mısın, Er Misin? Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Hulâsa,

Asubayların ordumuzdaki bugünkü vaziyeti

Demek ki şöyle oluyor;

6 kabak = MYO = 1 Asubay

Asubay dediğimiz bu asker kişilerden de sâdece binde birine

Sekiz buçuk ayda da “üst eğitim” denilen  AÜKHE eğitimi veriyor.

Bizim Asubaylarımızın

Bizim Genelkurmay Başkanlarımızın nazârında demek ki ancak 6 bal kabağı kadar itibarı var!

Sen, MYO dediğin okullarda 2 senelik meslek eğitimini ve

AÜKHE dediğin okullarda verdiğin 8 buçuk aylık daktilo kursunu Asubayların için yeterli görürken

Elin gevuru kendi Eratına kendi üniversitesinde askerî mühendislik eğitimi veriyor, farkında mısın?

Bütün bu acı gerçekler bir yana;

Coni kendi Erine;

Kuvvet Komutanı ve hattâ Genelkurmay Başkanı olma fırsatı verirken

Türk Genelkurmay Başkanı olarak sen;

AÜKHE deyip züğürt tesellisi niyetine ikrâm etdiğin elma şekerinin İngilizcesini bilmiyorsun

Ve hattâ

Genelkurmay Başkanlık Asubayı unvânı verdiğin Asubayın İngilizcesini dahi söyleyemiyorsun...

*  *  *  *  *

Asubay Sınıfının Hukûkî Durumu Nedir?

İnsan var ise şâyet;

Orada ses vardır, nefes vardır; renk vardır, koku vardır; huzur vardır, kavga vardır; gürültü, patırtı vardır... Bunların hepsi aslında, umudun sesi, hayâtın emâresidir.

Fakat

İnsanın olduğu yerde ses yoksa, selen yok ise şâyet orada umut bitmiş demekdir.

İşde, orada fırtına öncesi suskunluğu var demekdir ki hiç de hayıra yorulmaz!

Genelkurmay Başkanlığımızın bu dilekcem konusunda büründüğü derin sessizlik aslında

Asubay denen asker sınıfının gayri meşrû olduğunun ikrâren sukûtundan başka bir şey değildir.

Ben bilirim, ben yaparım diyerek her şeyi kendilerine hak gören haris subaylarımızın

Yalandan yamalar ile bugüne kadar giyegeldiği yalan donu,

Bugün, burada artık gıçlarından düşdü! Mal, meydâna çıkdı!

Manzara, rezâlet...

1951 senesinde uydurdukları

27 Mayıs subay darbesiyle 1961 senesinde 211 sayılı kânuna hapsetdikleri

Ve dahi

1967 senesinde de TSK Personel Kânununa yamadıkları kalp Asubaylık sınıfının,

Hem Anayasamız hem de uluslararası hukuk nezdinde iflâs etdiğini burada bir kez daha fâş eyliyoruz...

 
Bu sessiz ve derin sukûtuyla Genelkurmay Başkanlığımız
Asubay denen asker sınıfının gayri meşrû olduğunu zımnen ikrâr etdi...
Bizler, bugün burada seyretdiğimiz bu dilekce oyunları tiyatrosunda
Asubay denen uyduruk asker sınıfının hem iç hem de dış hukukumuzdaki yeri konusunda
Bugüne kadar börkenekden üfüren kurmay subaylarımızın rütbe-i akıllarının
Ordumuzu, milletimizi ve devletimizi düşürdüğü hazin durumu seyrediyoruz aslında...

 

  

 brove

Şükrü IRBIK

(E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.

Kapak Resmi : (E) Dz.Por.Asb.Kd.Bçvş. Halil ERGENLİ

 

Okumak için resimleri tıklayınız!

 

                Sözün Doğrusu                                                  Beterin Beteri                                          Açık Mektup! 

sozun-dogrusu

beterin-beteri

 acik-mektup

 

 

 



Beterin Beteri!

Haziran 10, 2016

 

Beterin Beteri!

  

  Beterin beteri var,

  Hâline şükret sen ey, Türk Asubayı!

  NATO’da Erat oldun, olmasına da...

  Peki, şimdi de

  Hizmet eri olduğunun farkında mısın?

*  *  *  *  *

beterin beteri_ Ömer Hayyam_Çadırcı Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  Varlığımız iki yokluk arasında, ey Çadırcı!

  Dünyâ, esen yel üsdüne kuruldu!.. 

  Çevrendekiler hiçdir, sen de bir hiçsin!

  Eski Tüfek de öyle!

  Lâkin,

  Saltanatcı paşalarımızın “statü hukuku” dediği şu nâmussuz agalık düzeni

  Neyin üsdüne kuruldu acap?..

*  *  *  *  *

  5802 sayılı Astsubay Kânununun 1951 senesinden beri “subay yardımcısı” dediği biz asubaylara;

Ø  1632 sayılı Askerî Cezâ Kânununu hâlâ "Gedikli Erbaş" diyor,farkındayız!

Ø2013 Karakış 15’de İkinci Başkan "Müdür" Yaşar Bey, Balçiçek'e "Çaycı" olduğumuzu söyledi, unutmadık!

Ø  2016 Mart 28’de neşretdiğimiz Sözün Doğrusu'nda

1951 senesinden beri biz Asubaylara NATO’da “Er” muamelesi yapıldığını fâş eyledik!

Çünkü statü hukuku yalanıyla bizleri afyonlayan Genelkurmay Başkanlarımız öyle buyurmuşlar!

Ø  Son tahlil de gene bu senenin Abrul ayında geldi. Bu kez de GATA’daki tabip subaylarımız;

     Biz Asubayların "Hamallık" yapabileceğine dair rapor verdi, unutmayacağız!.. 

  Asubay azâbda gerek diyen kaşalotların tenhâlarda neler tezgâhladığını da

  Yeri ve demi geldiğinde Osmanlı şamarı gibi yüzlerinde şaplatacağız evvel Allah! 

*  *  *  *  *

  Peki, 

  Beterin beteri var diyen Esengül’ün şarkısında söylediği gibi biz Asubaylar için

  Er olmakdan da beteri var mı dersiniz?

  Var, elbet Esengül!

  Olmasa idi şâyet

  Ne gerek vardı bu ömür değirmeninde kelâm-kalem-kâğıt ve mürekkep öğütmeye, şu iki yokluk arasında?

  Asubaydan hizmet eri olur muymuş canım diyenler, kulak kesilsinler!

  Olduğunu görecekler bugün burada, evvel Allah...

  *  *  *  *  *

        STANAG Nedir?

   STANAG (Standardization Agreement), NATO üyesi ülkelerin askerî alandaki temel kurallarını tesbit eden beyânnâmedir. Merkezi, Brüksel'dedir. NATO üyesi ülkelerin imâl etdiği bütün askerî malzemeler, teşkilât ve kadroları bu beyânnâme ile tesbit edilen evsâfa uymak zorundadır. Bu beyânnâmedeki açıklanan seviyeye ulaşması için ordusunu yenilemek isdeyen ülkelere, diğer ülkeler yardım eder. Bu yardım, malzemeyi doğrudan vermekten çok teknoloji, tecrübe ve bilgi alış verişi vasıtası ile yapılır. Balık vermek yerine balık yakalamayı öğretmek gibi... 

beterin beteri 3

 

  Coni’nin kendi töresine ve ihtiyacına göre tertip edip NATO’da piyasaya sürdüğü bu STANAG 2116’ya göre

  Subayın târifi belli... Ȃrife târif ne hâcet! Coni lirası gibi! Uzayda bile rağbet görüyor!

  Fakat “diğer rütbeler” cenâhında işler arapsaçı gibi!

  Çünkü subay hâricinde kalan askerlerin tamamını “diğer rütbeler” ismini verdiği torbanın içine tıkışdırmışlar. Bu torbadaki askerlerin hepsine birden Erat demişler. NATO’da kural böyle... Çünkü oyunu tertipleyen devletler oyunun kuralını da tesbit ediyor. Elin oğlu seni NATO’ya zecren üye yapmıyor. Sen, kendi ayakların ile tıpış tıpış gidip yalvara yakara üye olmuşsun bir kere!

  Hamama girmeye niyetin varsa terlemeye peşinen hazır olmalı, değil mi?..

  İşde,

  Genelkurmay Başkanlarımızın Asubay dediği biz askerleri

  STANAG 2116’ya göre NATO üyesi ülkelere 1952 senesinden beri “Erat” olarak beyân ediyorlar!

*  *  *  *  *

  İmdi gelelim ikinci meseleye

beterin beteri 4

  Biz, bugün bu makâlemizde, konumuz ile alâkalı olan üçüncü sözleşmeyi tetkik edeceğiz.

  Bu sözleşme ile harp esirlerine yapılacak muamele kuralları tesbit edilmiş.

*  *  *  *  *

  İmdi de

  Şâyet teveccüh buyurursanız

  Biz Asubayları Hizmet Erliğine tenzil ettiren kânun ve olaylar silsilesini târih sırasıyla görelim.

SENE: 1949

  İsviçre’nin Cenevre şehrinde yapılan toplantı neticesinde,

  Üçüncü Cenevre Sözleşmesi olarak bilinen anlaşmayı

  Türkiye ile birlikde 59 ülke temsilcisi 12 Ağustos 1949 târihinde imzâladı.

beterin beteri 5

  Rana TARHAN isimli hâriciyecimizin 1949 Cenevre Sözleşmesini imzâlamasıyla

  Türkiye, işbu Sözleşmeye taraf olduğunu dünyâya ilân etdi.

*  *  *  *  *

SENE: 1951

  Genelkurmay Başkanlığımız, aşağıda gördüğünüz Astsubay Kânunu isimli şu kânun ile

  Astsubay ismini verdiği yeni bir uyduruk asker sınıfı ihdâs etdi.

beterin beteri 6

  Bu kânunun yukarıda gördüğünüz birinci maddesi

  1967 seneli TSK Personel Kânununda Ek madde-21 olarak bugün de hâlâ yaşamaya devâm ediyor.

  Ordumuzun Asubay denen asker sınıfı, 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile 1951 senesinde teşkil edildi. Bu sebepden  dolayı iç hukukumuzda Asubay denen bir asker sınıfı var. Genelkurmay Başkanlığı cenâhında vaziyet böyle görünüyor.

  Fakat NATO hukukunda Asubay denen böyle uyduruk bir asker sınıfı yok!

  Peki, devletimiz nezdinde ve devletlerarası hukukda Asubaylığın yeri var mı?

  Yok! Üzgünüm fakat tekrâr ediyorum. Devletlerarası hukukda Asubay denen bir asker sınıfı yok!

  Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı bu tutarsızlığın ve samimiyetsizliğin farkında mı acap?

  Yukarıda gördüğünüz kânuna göre “Subay yardımcısıdır” dediği Asubaylarını

  Uluslararası andlaşmalara göre “Erat” ve “Hizmet eri” olarak beyân eden Genelkurmay Başkanlığımızın bu tutarsızlığını ve samimiyetsizliğini ifâde edecek söz bulamıyorum!

  Yukarıda gördüğünüz kânun, asubayların subay yardımcısı olduğunu emrederken

  1952 Kuzey Atlantik Andlaşmasına göre “Er” olarak muamele yapılan

  Ve dahi

  1949 Cenevre Sözleşmesine göre de “hizmet eri” olarak muamale yapılan başka bir asker sınıfı yokdur bu dünyâda.

*  *  *  *  *

SENE: 1952

  Coni’nin kucağına oturan zamânın siyâsetcisi ve conisever kimi subaylarımızın pışpışlamasıyla Meclise getirilen aşağıda gördüğünüz 5886 sayılı kânun

  Beyni midesine bağlı vekillerin gözünü kapatarak verdiği reyler ile Meclisden bir çırpıda geçirildi.

  Ve 1952 senesinde NATO’nun doğu sınırlarını canı bahâsına bilâ bedel bekleyen cendermesi olduk! 

beterin beteri 7

  Rana TARHAN isimli hâriciyecimizin işbu sözleşmeyi imzâlamasıyla

  Türkiye, işbu Andlaşmaya taraf olduğunu dünyâya ilân etdi.

  NATO üyeliğini kabul etmekle birlikde NATO’da asker sınıflarını tesbit eden STANAG 2116’yı da kabul etdik.

beterin beteri 8

  Bu irâdenin neticesi olarak Türkiye aynı zamânda

  Türk ordu teşkilâtını yukarıda gördüğünüz 2 sınıflı asker üzerine tertip edeceğini de taahhüt etdi.

*  *  *  *  *

SENE: 1953

  Genelkurmay Başkanlığımızın Astsubay ismini verdiği asker sınıfını teşkil etmesinden sâdece 2 sene sonra

  Devletimiz, 12 Ağustos 1949 târihli Cenevre Sözleşmesini Meclis’de tek celsede görüşdü ve

  6020 sayılı kânun olarak onayladı...

  Kabul edildiği günden bugüne kadar tam 63 sene geçmesine rağmen

  Raflarda tozlanan bu kânunun bir tek kelimesine dokunan olmadı...

beterin beteri 9

  İşbu Andlaşmayı Yüce Meclis’de tasdik etmekle Türkiye

  12 Ağustos 1949 târihli Cenevre Sözleşmesine taraf olduğunu teyid etdi.

  Bu irâdenin neticesi olarak Türkiye aynı zamânda

  Türk ordusunu aşağıda gördüğünüz 2 sınıflı asker teşkilâtı üzerine tertip edeceğini de taahhüt etdi.

beterin beteri 10

beterin beteri_ Mehmet Şevki YAZMAN_ Eski Tüfek Şükrü IRBIK

Cenevre Sözleşmesi Meclisde; Dışişleri, Millî Savunma ve Sağlık ve Sosyal Yardım Komisyonlarında tek celsede görüşüldü ve kabul edildi. Milletvekillerimizin 2 sene evvel kabul etdiği 5802 sayılı Astsubay Kânunu ile Astsubay kelimesi askerî mevzuâtımıza duhûl eylemiş idi. Millî Savunma Komisyonuna da emekli subay M. Şevki YAZMAN vekâlet ediyor idi. Fakat bu görüşmede, biz Asubayları ilgilendiren İngilizce kelimelerinin Türkceye tercümesine Millî Savunma da dâhil olmak üzere komisyonlardan hiç kimse itiraz etmedi...

Ve Sözleşmenin İngilizce metinindeki subay kelimesi hâricindeki kelimeler Türkceye şöyle tercüme edildi.

Beterin Beteri_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

 

Sözleşmenin kabul edildiği 1953 senesinden 2 sene evvel Astsubay kelimesinin mevzuâtımıza girmesine

  Ve dahi

  Millî Savunma Komisyonununda emekli bir subay olmasına rağmen

  Yukarıda gördüğünüz Türkce tercümede bir tek dahi Astsubay kelimesi olmadığına dikkat ediniz.

  6020 sayılı kânunun kabul edilmesiyle birlikde

  Yukarıda gördüğünüz “diğer rütbeleri” ve bunlardan birisi olan Asubayı târif eden Esir asker, bunlar, Erbaş, Gedikli ve Er unvanları askerî mevzuâtımıza dâhil edildi.

  Cenevre Sözleşmesi İngilizce metinin madde 44, üçüncü fıkrasındaki “orderlies” kelimesini Türkceye “bunlar” şeklinde çevirmek için eşşek değil fakat eşşekoğlu eşşek olmak lâzım, o ayrı

  Fakat

  Yüce Meclisimizin “orderlies” kelimesini Türkceye “bunlar” şeklinde tercüme etdiğine dikkat buyurunuz.

*  *  *  *  *

  Bir düşmeye gör, acıyan olmaz! 

  Hâlin nedir diye soranın olmaz!

  Cephede omuz omuza cenk edip

  Şehâdet şerbetini birlikde içdiğin subay gardeşin

  Esir kampında seni hizmet eri olarak kullanırsa şâyet

  Genelkurmay Başkanlığımızın 63 sene evvel imzâ atdığı kânuna göre

  Bunun günâhı olmaz!

*  *  *  *  *

  Uluslarası andlaşmaları imzâlayıp imzâlamamak her ülkenin kendi özgür irâdesine bağlıdır. Fakat andlaşmaya imzâ atdıkdan sonra artık şemsiye içeriye kaçmış demekdir! Çıkartmaya çalışdıkca acıtır!

  Peki,

  Cenevre Sözleşmesindeki bu anlamsız kelimeler niye değişdirilmemiş diyebilenler var ise şâyet

  Bu suâli Genelkurmay Başkanına ve Millî Savunma Bakanına sorsunlar!

  Üsdelik

  Taraf olunan uluslararası bir sözleşmede değişiklik yapmak, bizim memleketimizde Anayasa yapmakdan çok daha zordur. Çünkü teklif edilen bir değişikliği sözleşmeye taraf olan bütün ülkelerin kabul etmesi gerekir ki işde bu neredeyse imkânsız gibidir. 

  Hele Türkiye gibi son zamânlarda itibarı beş paralık edilen bir devlet böyle bir işi

  Sabah eli ıslak donunda uyanan şımşırık olmuş tâze ergen gibi ancak rüyâsında becerebilir.

*  *  *  *  *

SENE: 1960

  1960 subay darbesiyle subay gardeşlerimize birer “Hizmet Eri” hediye edildi...

  Böylece “Hizmet eri” tâbiri askerî mevzuâtımıza tekrâr zuhûr eyledi.

beterin beteri 13

  Genelkurmay Başkanlığımız, Başçavuş dedikleri askerlere, osduracak bir beygir vermeyi dahi çok görüyor idi. Çünkü ordumuzda beygir istihdam edildiği dönemlerde sâdece subaylarımızın at binmek hakkı var idi. Bu sebepden dolayı hizmet eri, sâdece subaylarımıza veriliyor idi... Ve bu hizmet erlerinin, subaylarımızın beygirleri ile ilgilenmesi gerekiyordu.

  Fakat

  İkinci Dünyâ Harbi hurdası olan Coni hibesi motorlu cemseler 

  O târihlerde beygilerin yerini çokdan almışdı bile.

  Bir başka ifâde ile ordumuzda osduracak beygir yok idi ki hizmet eri veresin!..

  Olsun, maksat beygir beslemek, at binmek ya da hizmet eri kullanmak değil idi zâten...

  Asıl gâye, bugün yapdıkları gibi sâdece subay gardeşlermize yeni bir tazminât daha vermek idi... 

  Çünkü at binmeyen ve hizmet eri isdemeyen subaylarımıza dahi hizmet eri tazminatı veriliyor idi...

*  *  *  *  *

SENE: 1961

  27 Mayıs subay darbesinden bir sene sonra 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu Meclis’de kabul edildi.

  Böylece, Türk ordusunun en şümullu idârî kânunu askerî mevzuâtımıza duhûl eyledi.

  İşbu kânun ile ordumuzda;

  6 sınıf “asker” ve

  4 sınıf “rütbe” ihdâs edildi.

beterin beteri 14

   İşde, 6 sınıf askerlerimiz, aşağıda;

beterin beteri 15

  Kabul edildiği günden bugüne tam 55 sene geçmesine rağmen

  Yukarıda gördüğünüz “asker sınıfı” sayısında ve aşağıda gördüğünüz “rütbelerde” hiçbir değişiklik yapılmadı.

beterin beteri 16

  TSK İç Hizmet Kânununun aşağıda gördüğünüz madde 111’e göre

  Harb esirlerine yapılacak muamele konusunda Türkiye

  1953 senesinde Meclisden tek celsede geçirip meriyyete koyduğu ve

  Aşağıda gördüğünüz 6020 sayılı kânun ile kabul etdiği 1949 Cenevre Sözleşmesi harb hukukunu tatbik edeceğini beyân etdi.

beterin beteri 17

*  *  *  *  *

  TSK İç Hizmet Yönetmeliğinin aşağıda gördüğünüz maddesinde,

  Harb hukukuna göre esir düşmüş Asubaylar yok sayıldı.

  Ya subay ya da hiç!

  Subay yok ise şâyet,

  Diğer askerlerin esir olmasının Genelkurmay Başkanlığımız nezdinde bir kıymet-i harbiyesi yok demek ki... 

beterin beteri 18

*  *  *  *  *

  27 Mayıs 1960 Cuma günü darbeyi yapan beyaz subaylarımız,

  Yapdıkları bu darbenin bir sene sonrasında, tam da sene-i devriyyesinde;

  27 Mayıs 1961 Cumartesi günü bu kez de darbe Anayasası’nı hazırlayıp piyasaya sürdüler.

1961 ANAYASASI

     Kurucu Mecliste Kabul Tarihi : 27/5/1961

     Halkoyuna Sunulmak Üzere Tasarının Resmi Gazete ile İlanı : 31/5/1961

     Kanunun Resmi Gazete ile İlanı : 20/7/1961 / Sayı: 10859

     Kanun No Kabul Tarihi: 334 9/7/1961

  Bu Anayasa’nın aşağıda gördüğünüz 65’inci maddesi şöyle diyor idi;

   II. TBMM’nin Görev ve Yetkileri

    b) Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma

   Madde 65- Türkiye Cumhuriyet adına yabancı Devletlerle ve milletlerarası kurullarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.

   (…)

   Türk Kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasına 1 inci fıkra hükmü uygulanır.

   Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.

   Bunlar hakkında 149 uncu ve 151 inci maddeler gereğince Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. 

*  *  *  *  *

27 Mayıs darbeci subayı Kara Piyade Kurmay Albay Alpaslan TÜRKEŞ_ Beterin Beteri! Eski Tüfek Şükrü IRBIK

28 Mayıs 1960 Cumartesi günü sabah saat 04;30’da

O dâvudî sesi ile darbe beyannâmesini radyoda okuyan

Darbeci Kara Piyâde Kurmay Albay Alpaslan TÜRKEŞ de şöyle demiş idi;  

 “Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasası’na ve İnsan Hakları Prensiplerine tamamıyla riayettir.

 

   Fakat;

   Dünyâ ve Türk milletinin gözünün içine bakarak tükürdüğü sözü TBMM’de yalayan darbeci subaylarımız;

   "Birleşmiş Milletler Anayasası'na İnsan Hakları Prensiplerine "riayet" etmiyor"

   Ve dahi

   Kendilerinin hazırlayıp meriyyete koyduğu “6 sınıflı asker teşkilâtını” esas alan 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu ile;

  • 1952 senesinde 5886 sayılı kânun ile Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin kabul edip meriyyete koyduğu ve “2 sınıflı” asker teşkilâtı ihdâs eden “1951 Kuzey Atlantik Andlaşması (NATO)” ile bu andlaşmaya merbut STANAG 2116’yı

         Ve dahi

  • 1953 senesinde 6020 sayılı kânun ile gene Başbakan Adnan MENDERES hükûmetinin kabul edip meriyyete koyduğu ve “2 sınıflı” asker teşkilâtı ihdâs eden “1949 Cenevre Sözleşmesi”ni çöpe atıyor idi.

   Tuhaflığa bakınız ki;

   Bir yandan kendilerinin hazırladığı 211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu ile ordumuzda “6 sınıfl asker” teşkil eden 27 Mayıs’ın darbeci subayları;

   Diğer yandan gene kendilerinin hazırladığı 1961 Anayasası’nın 65’inci maddesi ile “milletlerarası andlaşmaların kânun hükmünde olduğunu” söylüyor

   Ve dahi bu kez de

   211 sayılı TSK İç Hizmet Kânunu ile kendilerinin teşkil etdiği “6 sınıflı” askerî teşkilâtını gene kendileri ilğa ediyor idi.

*  *  *  *  *

SENE: 1967

  1967 senesinde meriyyete konulan TSK Personel Kânunu ile ordumuzdaki “rütbe” kavramı târif edildi.

  İşbu kânunun aşağıda gördüğünüz üçüncü maddesiyle

  Ordumuzda sâdece subay ve asubayların rütbesi olduğuna hükmedildi.

beterin beteri 19

  Beterin Beteri isimli işbu makâlemizin burasında bir çay molası verelim ve bir soluk alalım hele!

  Zere bu satırlardan sonra duyacağınız hakikât, insanı beyin dumuruna uğratacak cinsden...

  1949 Cenevre Sözleşmesine göre subayların târifi gâyet açık olarak yapılmış. Bu sözleşmenin İngilizce metinindeki “officer” kelimesi de Türkceye hep “subay” olarak tercüme edilmiş.

  Fakat

  Gene aynı Cenevre Sözleşmesinin İngilizce metinindeki “other ranks” kavramını TSK Personel Kânununa uyarlar isek şâyet “diğer rütbeler” kavramı içinde sâdece "Asubay" denen askerlerin olduğunu görüyoruz.

  Bugüne kadar kimselerin farketdirmediği ve kimselerin de farkedemediği bu filfilli “bit yeniğini” ilk duyan ve dahi ilk bilenler siz oluyorsunuz, haberiniz olsun!

  Makâlemizin başında Asubayların "hizmet eri" olduğunu fâş eylemiş idik.

  İşde, burada öğrendiğiniz bu bilgi, az sonra bizleri Asubayların hizmet eri olduğu gerçeğine götürecek...

*  *  *  *  *

SENE: 1982

  Bizim oğlanların elebaşı Zottirik Kenan’ın subay darbesini icrâ eylemesinden 2 sene sonra

  Vatandaşlarımızın büyük teveccühüne mazhar olan(!) 1982 Anayasası, hükmünü ele aldı.

beterin beteri 20

  Bakınız, yeni Anayasamızın yukarıda gördüğünüz doksanıncı maddesi ne diyor;

  “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.”

  “kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

  Bu hükümden, kolayca şu neticeye varabiliriz;

  1. 1949 Cenevre Sözleşmesi, kânun hükmündedir.

  2. 1952 Kuzey Atlantik Andlaşması, kânun hükmündedir.

  3. Hattâ bu iki milletlerarası andlaşma, kendi kânunlarımızın bile üstündedir. M.S.B’nin cüpbeli cingöz hâkim subayları ve Genelkurmay Başkanlığımızın kurnaz kurmay subayları bu gerçekleri göremiyor mu?..

beterin beteri 21

beterin beteri 22

  Şimdi burada,

  Ordumuzda 1961 senesinde teşkil edilen 6 çeşit asker sınıfı konusunda

  211 sayılı TSK İç Hizmet Kânununun;

  1949 Cenevre Sözleşmesine

  Ve dahi

  1952 Kuzey Atlantik Andlaşmasına aykırı hükümler içerdiğini söylesek, yalan mı olur?

  Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı bu andlaşmaları ihlâl etmiyor mu?

  Ya da 

  Anayasanın 90’ıncı maddesini alenen ihlâl etdiği gerekcesiyle TEMAD;

  211 sayılı TSK İç Hizmet Kânununun iptâlini talep eden bir dâva açsa ne olur? 

*  *  *  *  *

  Karârgâhındaki fitneci subayların dolduruşuna gelen Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Necdet ÖZEL,

  04 Mayıs 2012 Cuma günü bir Basın Açıklaması yapmış idi.

ek-001

  Kamu vicdânında “Asubaylara e-muhtıra” olarak yer alan yukarıda gördüğünüz açıklamanın ikinci maddesinde

  Necdet Bey, 8 sınıfa ayırdığı Türk Ordusundaki askerleri kendince şöyle tasnif ediyor idi;

  1. Subay

  2. Astsubay

  3. Sivil memur

  4. Uzman jandarma

  5. Uzman erbaş

  6. Sözleşmeli er

  7. Erbaş

  8. Er

ek-003

  Bu tesbitlerimizi ilk söyleyen biz, 

  İlk duyan ve bilenler de sizler oluyorsunuz...

  Hayırlara vesile olur inşallah!

*  *  *  *  *

  Şimdi gelelim Hizmet eri olacak biz Asubaylara...

  1949 Cenevre Sözlemesinde bir kelime var; “orderlies”. Meclisimizde kabul edilen Türkce metinde, bu kelimeyi “bunlar” şeklinde Türkceye tercüme etdiler.

  Bizim vekillerin “bunlar” şeklinde tercüme etdiği kelimenin gerçek anlamı “hizmet eri” demek oluyor.

  İngilizce metinde “orderlies” şeklinde yazılan ve gerçek anlamı “hizmet eri” olan bu kelimenin Meclisde “bunlar” şeklinde Türkceye tercüme edilmesine Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığının da onay verdiğinde şüphe yok.

  Şu vakitden sonra ortaya çıkıp da pişmiş kelle gibi valla haberimiz yok, diyemez! 

 Beterin Beteri_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  Şimdi, burada bir kurgu yapacağız. Hem de uluslarası andlaşmalar üzerine kurulu...

  Allah gösdermesin!

  Fakat dünyânın bin türlü hâli var. Memleketi idâre eden AKP’nin son 14 senede tatbik etdiği “sıfır sorun” siyâsetinin neticesi olarak içinde olduğumuz 2016 senesinde “sıfır komşu” noktasına geldik. Akrabalık bağımız olan sınırdaş devletler ile bile kanlı bıçaklı olduk! Hâl böyleyken bir vakit gelir, bu beceriksiz siyâsetci ve devlet memuru olduğunu ilan eden sünepe subaylarımız yüzünden ordumuz harbe girebilir. Subaylarımız ve asubaylarımız düşman eline esir düşebilir. Köstebek Hilmi Genelkurmay Başkanı iken 4 Temmuz 2003 Perşembe günü olmadı mı? Eline kelepçe vurup başına başına çuval geçirdiği ordumuzun en seçkin askerleri olan özel kuvvetler mensubu subay ve asubaylarımızı Coniler Irak’da esir almadı mı? İşde, böyle bir durumda, subay ve asubaylarımızın aynı yerde esir düşdüğünü farz edelim.

beterin beteri 24

  Genelkurmay Başkanları ve subay gomutanlarımızın hazarda “kahraman” dediği biz Asubaylar

  Sefer zamânı esir kampında

  •   Hem iç mevzuâtımıza
  •   Hem de 1949 Cenevre Sözleşmesine göre meşrû olarak

  Subaylarımızın yemeğini pişiren, çamaşırını yıkayan “Hizmet Eri” oluyoruz vesselâm!..

Beterin Beteri_Eski Tüfek Şükrü IRBIK

  

                                                     Okumak için resimleri  tıklayınız!                                                        

         Sözün Doğrusu!                       Asubay mısın, Er misin?                           Açık Mektup!

sozun-dogrusu            asubay-misin              acik-mektup

 

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ