1951 Yılında Adı ; TSK'da Assubay diye adlandırılan bu mazlum zümrenin yenemediği / yenilmesininde bu güne kadar asla istenmediği bu makus talihi başladığında Cumhuriyet henüz 28 yaşında imiş,
Cumhuriyet,
Cumhur’un, yani halkın yönetimi…
Allah’tan başka kimseye kul olmamayı emreden bir dinin mensuplarını “kul” olarak gören bir yönetimin, kendisini kutsallaştırmış, masum inananların sırtından geçinen asalak şeyhlerin, şıhların gidişatına dur diyen bir sürecin başlangıcıdır Cumhuriyet!
Kişiye; “sen bireysin, senin kimseden, kimsenin de senden farkı yok” diyen bir yönetimdir Cumhuriyet!
İnsanı Kul’a kul olmaktan kurtarıp, BİREY olma şansı veren sistemdir Cumhuriyet!
Cenneti Anaların ayağının altına seren bir inancın mensuplarının, kadını ikinci sınıf “insan” durumuna düşüren ahmaklığına son verip, kadını layık olduğu yere yücelten bir yönetimdir Cumhuriyet!
Bu gün Suriye ile, Irak’la, İran’la aramızdaki anlayış, yaşam, kalite farkıdır Cumhuriyet.
Sopa korkusu ile değil, yüreğinden geldiği için ibadet etmeyi ön gören, kimseyi inancından, derisinin renginden, etnik kökeninden dolayı farklı görmeyen, insanı sadece insan olarak gören, insana en çok yakışan bir yönetim biçimidir Cumhuriyet.
Bu Ülkeye Cumhuriyeti tüm güçlüklere rağmen armağan eden, Mustafa Kemal Atatürk ve Arkadaşlarına minnet ve şükranlarımızı bir kere daha sunuyoruz.
Bu gün,
Cumhuriyete ve Mustafa Kemal Atatürk’e saldıranlar samimi inanç sahiplerinin sırtından geçinen asalaklardır.
Din üzerinden siyaset, din üzerinden ticaret yapanlardır.
Allah'ı aldatmaya çalışıp, Allah'la insanları korkutmaya , aldatmaya çalışanlardır.
15 Temmuz’da sözde dindarların ne kadar insanlık dışı, ne kadar vahşi, ne kadar acımasız olduğuna hep birlikte tanık olduk.
Yunan askerinin bombalamadığı Gazi Meclisi bombalayacak kadar alçalmanın hangi dine, hangi inanca, hangi insanlığa sığdığını hep birlikte düşündük!
Birey olamamış, kişiliğini başkalarının emrine sunmuş insanların ne kadar alçalabildiğini gördük, yaşadık.
“Tüm bu ahval ve şeriat altında” dahi bu cumhuriyeti korumak ve yaşatmak, kendisini “insan” olarak gören her “bireyin” kendisine, geleceğine ve gelecek nesillere namus borcudur.
Aziz Milletimizin Cumhuriyet Bayramını bu duygularla kutluyor,
YAŞASIN CUMHURİYET diyoruz.
SİTE-ASSUBAY GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU YÖNETİMİ
Saygıdeğer Arkadaşlarım,dostlarım;
Göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir yaşamda çekirdekten ekilen fidan gibi doğduk,büyüdük, serpildik. Benim üniversite tahsili ve kariyeri olan gurur duyduğum pırıl,pırıl iki kızım,aslan gibi iki damadım kalp ilacım diye sevdiğim üç erkek torunum var.
Allah evlatlarımızın acılarını bize göstermesin onlara barış,mutluluk ve huzur dolu bir yaşam nasip etsin. Biz “İşte geldik gidiyoruz şen olasın Halep şehri” dedikleri gibi yaşam maçını bitirdik uzatmaları oynuyoruz kendi adımıza hiçbir endişemiz,beklentimiz yok tüm endişemiz ülkemiz, evlatlarımız ve torunlarımızın geleceğidir.
Koskoca Osmanlı imparatorluğu din bezirganı yobazlar ve saltanat düşkünleri yüzünden düşmana peşkeş çekilecek bir hale gelince Allah’ın Türk milletine bir lutfu olan önderimiz Atatürk ile Kurtuluş savaşını başardık.
Savaş sonrası Atatürk Mustafa Kemal Han olarak başımıza padişah olabilir, Allah’ın ona vermediği bir yetki ile Halife kılıçını sağa,sola sallayabilirdi ...
Şehit kanları ile sulanan topraklarımızda huzur ve refah içinde içinde yaşamaktan başka ne derdimiz olabilir?
Atatürk’ün bizlere hedef olarak gösterdiği çağdaş medeniyet seviyesinden her geçen gün uzaklaşmak bizleri geleceğimiz adına,evlatlarımız adına endişeye sürüklemektedir.
İçinizde bu duyguyu yaşamayan var mı?
Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği vatansever Türk Gençliği, Cumhuriyetin 94'üncü yaşını kutlarken, ne yazık ki bazı kesimler tarikat evlerinde Cumhuriyet düşmanı olarak yetiştirilmektedir.
Bunların ülkemize neler yapabileceği emperyalist maşası yobaz fetonun ihanet çetesinin 15 Temmuz darbe girişimi ile ortaya çıkmıştır .
Tehlike henüz geçmedi, Cumhuriyetten rövanş almak isteyen güçler Sevr heveslileri ile birlikte Cumhuriyetin ve Yüce Atatürk’ün devrimlerinin üzerine çullanmış durumdadırlar.
“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE “ demek bile suç olmuştur.
Bu durum karşısında vatanseverler olarak elbette duyarlı olmak zorundayız ve bu arada bizi umutlandıran çok güzel şeyler oluyor .
Ortanca torunum Asil Baki İzmir TAKEV kolejinde okuyor, Almanca eğitim veren bir kurum bu ülkenin toprağında yaşayan ekmeğini yiyen yobazların aksine öğrenciler ATATÜRK ve Cumhuriyet sevdalısı olarak yetiştiriliyor; geçen yıl okulda düzenlenen bir etkinlikte herkes gibi ben de duygulandım, yaşıma erkek olmama bakmadan çocuklar gibi ağladım.
Aynı okul Cumhuriyet haftasında okulla Dumlupınar şehitliğini ziyaret edip Anıtkabir’e gittiler.
Sıradan bir okul gezisi olarak görülebilir, ama aşağıdaki iki resme dikkat edin, geleceğin teminatı olan bu minik yürekler yol kıyafetleri ile Ata'nın huzuruna çıkmamak için sırt çantalarında takım elbiselerini götürüp, Anıtkabir'e ATATÜRK'ün manevi huzuruna takım elbise giyerek saygı ile gururla çıktılar. Bazılarının aksine Atatürk ve Cumhuriyet sevdası ile yetişen gençlerimiz var .
Bizler de onların şahsında vatansever Cumhuriyet gençliği ile gururlandık.
İşte bu yüzden endişelerimizin yanı sıra umutlarımızı da koruyoruz. Evlatlarımızı bu değerlerle yetiştirdiğimiz sürece Cumhuriyet ayakta kalacak,her türlü güçlüğü aşarak Atamızın çağdaş medeniyet seviyesine bu ülkeyi taşıyacaklardır.
CUMHURİYETİN 94' ÜNCÜ YILDÖNÜMÜ KUTLU OLSUN -YAŞASIN CUMHURİYET YAŞASIN TÜRK MİLLETİ .
http://www.pes24.com/ekonomi/pilot-maaslarina-tazminat-ayari/4854
Asubay Tefrikası 6-3
Aldatanlar Ülkesinin Aldatılmaya Doymayan Askeri; Asubaylar
* * * * *
Bildiğiniz üzere Hava Kuvvetlerimiz, ilk üç kuvvet içinde en genç olanı... Kuruluş târihi konusunda “târih uğrusu” havacı beyaz subaylarımız bir takım sinsi ve hâince dolap-tezgah çevirseler de Hava asubaylığının teşkil edilmesindeki gizli maksatları hem çok kısa hem de çok çarpıcı... Bu sebepden dolayı evvelâ hava asubaylığını anlatalım ve geçelim. Çünkü Kara Asubaylığının tertip edilmesi konusunda kelimeleri epeyi yoracağız, inşallah!..
* * * * *
Askerî havacılığımızın filim makarasını günümüzden tam 101 sene öncesine sarmadan evvel Filim yapımcıları Ve hele de Onların arkasına gizlenen beyaz subaylarımızın asubaylığa bakışını fâş eylemesi bakımından Bu konuda çekilen iki filimden kısaca söz etmek isdiyorum. Meraklıları bilir! Askerî havacılığımızı anlatan, benim bildiğim önemli iki filim var; Birincisi, 1963 senesinde çekilen “Şafak Bekcileri.” İkincisi de 2011 senesinde çekilen “Anadolu Kartalları.” Künyelerine bakdığımızda; Bu filimlerin çekilmesinde zamânına göre hem çok para harcandığı Hem de Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın doğrudan ve çok önemli yardımları olduğunu görüyoruz. Mekân tahsis etmiş, uçakları vermiş, hava üssündeki havacı askerleri bu filimlerde bilâ ücret oynatmış... Daha ne yapsınlar ki?.. Hava Kuvvetleri Komutanının kendisi de filimde figüranlık yapacak değil ya! Hele “Anadolu Kartalları”’nın bir oyuncu zümresi var ki! Holivud filimlerine bile taş çıkartacak kadar kalabalık hani! Hava Kuvvetlerimizin sözde 100’üncü kuruluş yıldönümü anısına çekilen bu filfilli filim için Birileri tam 10.000.000 Coni Doları harcamış! Ve dahi Türk sinemasının o güne kadar çekilen “en pahalı filimi” olarak târih yazmışlar! Fakat bu filimi, 1963 yapımı Şafak Bekcileri kadar bile seyretmeye giden olmamış! Yapdığı hâsılât sâdece 5.810.196 Coni Doları... Değirmenin suyu acap nereden geldi, agalar?.. 3 milyon küsur Coni doları zarârı hangi aga, hangi paşa sineye çekdi acap? Bu hakikât bir yana, biz gelelim bu filimlerde oynatılan havacı asubaylara...
Şafak Bekcileri’ndeki "yarım kanat" KARADAYI;
Burada sözümüz, "asubay" dedikleri "ortada sandık" askerlere, havacı zübük subaylarımızın bakış açısıdır elbetde. Bu konuda bir hususu da yeri gelmiş iken burada anlatmayı kendime bir borç biliyorum. Bu hâtırayı bana, 1951 neşetli Hava Makinist Asubay Sayın Ahmet KISA, bıldır anlatdı. Şafak Bekcileri filmi gösderilmeye başladığı senelerde Ahmet Bey, Bandırma Hava Üssünde görevlidir. Ankara, İstanbul ve Eskişehir'de filimi seyreden asubay arkadaşları Ahmet beyi ararlar. Bu filimde, Asubayları tahkir ve tezyif eden sahneler olduğunu söylerler. Ahmet Bey, mesleğine olan saygısından dolayı bu kötü muameleyi kabul edemez. Asubay arkadaşları ile bir araya gelir ve Bandırma Polis Karakoluna giderler. Komiser Muzaffer TUNÇBİLEK'den, bu filimin Bandırma sinemalarında gösderilmesini engellemesini isderler. Komiser Muzaffer, 27 Mayıs subay darbesinde subayların sillesini yemiş ve haksız yere hapis yatmış bir polisdir. Fakat hapisdeyken de asubayların çok yardımını görür. Bu sebepden dolayı asubaylara olan minnet borcunu ödemek isder. Hemen bekcileri odasına çağırır ve emir verir. O senelerde Türkiye’de hâsılât rekoru kıran Şafak Bekcileri filminin Bandırma’daki sinemalarda gösderilmesini böylece yasaklatır. Bu vesile ile Aydın Efesi Sayın Ahmet KISA’ya selâm ediyor, ellerinden saygı ile öpüyorum.
* * * * *
Anadolu Kartalları isimli bu rezil filimde bakınız, "asubaylar" ne yapıyor;
1963 yapımı Şafak Bekcileri’nin bıyıklı “KARADAYI”’sı ile 2011 yapımı Anadolu Kartalları’nın isimsiz ve bıyıksız “Şef”inin Bu memleketin topraklarındaki kaderleri İtilen, kakılan, dövülen, yevmiyesi verilmeyen Ve daha da kötüsü Hep “olduğu yerde otlamaya mahkûm edilen” Sinemamızın unutulmaz sanatcısı Yadigar EJDER ile Hep “ikinci sınıf” ve “ucuz emekci” olmak konusunda birleşdi!.. Biliyorum; Şafak Bekcileri ve Anadolu Kartalları isimli bu filimler hakkında ilk kez böyle yorumlar işitdiniz! Bu tesbitleri de emekli SG asubay Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK gündeme getiriyorum... Şafak Bekcileri’ni 1963 senesinde çekdiler, Anadolu Kartallarını daha şunun şurasında 6 sene evvel, 2011 senesinde çekdiler. Her iki filim arasında tam 48 sene “zamân” farkı var. Bu süre içinde dünyâlar yıkıldı, yeni dünyâlar kuruldu. Ve fakat Asubaya biçilen gömlek ve revâ görülen muâmele hususunda Her iki filimi çeken ve çekdiren şerefsiz zihniyetler arasında en ufak bir fark var mı, Onu da siz söyleyin gayrı!..
* * * * *
Asubaylar hakkında böyle muzâhir sözler etdiğim için Beni, asubayları savunan bir asubay zannetmeyin sakın! Çünkü değilim! Bu konuda bugüne kadar epeyi söz söyledim. Bugün mevcut olan vatan hâini zihniyetden bir şey talep etmiyorum! Ordumuzun “astsubay” dediğimiz askerleri, Anayasamıza göre gayri meşrûdur, gayri kânûnidir. Bu “uyduruk ” ve “ortada sandık” asker sınıfı bir an evvel ilgâ edilmelidir. Bu hakikâti, belgeleri ile birlikde yiğitce söyleyen ilk asubay da gene ben Eski Tüfek Şükrü IRBIK oldum. 19 Ağustos 2016 Cuma günü neşretdiğim Açık Mektup isimli makâlem ile de Bu fikrimi dosda, düşmâna alenen ilan etdim.
* * * * *
Beyaz zâbitân heyetimiz; Şafak Bekcileri ve Anadolu Kartalları isimli filimlerde asubaylara yapdıkları muamelenin aynısını Ve hattâ Daha kötüsünü 1916 senesinde yapdılar. Yapdıkları bu şerefsizliği de 1969 senesinde yazdıkları bir kitapda itiraf etdiler. Makâlemizin bu kısmında ele alacağımız “pilot küçük zabitlik” konusunda biz, İşde, bu kitaba kalem batıracağız, inşallah.
* * * * *
Havâî (Kara Havacılık) Ordumuzda “Pilot Küçük Zâbit” Sınıfının Teşkil Edilmesinin Sebebi;
Kuvvâ-î Havâiyyemizde “küçük zâbit” denilen asker sınıfından “pilot” yetişdirilmesinin sebebini anlamak için fazla yorulmadık!.. Çünkü Merd-i kıptî şecaât arzederken sirkatin fâş eyler imiş ya!.. Genelkurmay Başkanlığımız işde, tam da böyle yapmış! Lâkin, Bu kan donduran “sirkati” fâş eylemeden evvel Askerî havacılığımız hakkında kısa bilgiler arz edelim.
* * * * *
Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın târihcesine bakarsanız, kuruluş senesinin 1911 olduğunu görürsünüz. İngiliz milletinin buhar gücünü keşfetmesi ile başlayan dünyâyı sömürme yarışı, Buhar makinesinden çok daha verimli ve kullanışlı olan “içden yanmalı motorun” icâd edilmesi ile birlikde Çok daha yeni ve çok daha acımasız bir nitelik kazandı... Pistonlu motoru icâd eden Amerika ve Avrupa devletleri; Ȃdem baba - Havva anamızdan beri insanlığın en büyük hayâlinden birisi olan uçmayı mümkün hâle getirdi. Avrupalı insanların “havadan ağır makine” ismini verdiği piston motorlu uçağı;
Ve dahi
* * * * *
Ve fakat
Çünkü bu seneye kadar girdiği iki Dünyâ Harbinde de askerî havacılık faaliyetlerini, Amerika’nın kara ordusu deruhde etdi. Üsdelik Amerika, Kendi müstakil hava kuvvetleri komutanlığını da ancak 1947 senesinde, şu kânun ile teşkil etdi.
* * * * *
Elin gevuru; Kendi hava kuvvetlerini teşkil etdiği târihde; kendi imâl etdiği “jet motorlu” uçakları uçuruyor idi... Fakat bizim her boku bilen hâin ve beyaz zâbitân heyetimiz ise; Hava kuvvetlerimizi kurduğu târihde; masabaşında kendi imâl etdiği “kağıtdan uçakları” uçuruyor idi!.. İçinde yaşadığımız 2017 senesinde de durum hâlâ aynı değil mi?..
* * * * *
Yüzbaşı Fesa ve Mülazim-ı evvel Yusuf Kenan beyleri pilotluk eğitimine gönderdiğimiz Ve dahi Havacılıkda Avrupa’nın en ileri devleti olduğunu zannetdiğimiz Fransa bile Kendi “müstakil hava kuvvetlerini” 1934 senesinde kabul etdiği "kânun" ile ancak teşkil edebildi. Lâkin gel gör ki; Uçak imâl etmek şöyle dursun, Satın alıp uçurduğumuz uçağın tekerinin cıvatasını bugün bile imâl edemeyen ahlâksız hava subaylarımız ise Bizim “müstakil” hava kuvvetlerimizi taa 1911 senesinde teşkil etmişler(!) Helâl olsun vallahi!.. Üsdelik,
Harbiye Nâzırlığındaki bir Paşa’nın imzâladığı bir kağıt parçası ile... Bu soysuzlar, Osmanlı Devletini babalarının çift öküzlü çiftliği zannediyorlar, zâhir!.. Yalan söylemenin de bir haddi, hududu olur da!.. Fakat hava kuvvetleri komutanlığımızın böbürgen ve fakat böbürgen olduğundan daha fazla sömürgen; Kurnaz ve fakat kurnaz olduğundan daha fazla ahmak subayları, Hava Kuvvetlerimizin kuruluş târihi konusunda had, hudud tanımamışlar! 27 Mayıs subay darbesinin karanlık ve kapuska kokulu rüzgârı ile ayakları yerden kesilen havacı subaylarımız, Masaya yumruğu vurmuşlar Ve dahi Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın 1911 senesinde teşkil edildiğine emir-gomuta zenciri içinde karâr vermişler. Bu kepâzelik şimdilik bir kenârda dursun! Biz şimdi gelelim, yirminci asırın ilk senelerinde Osmanlı Kara Ordusunun havâî faaliyetlerine... Kara Ordumuzda “küçük zâbit” denilen “ortada sandık” asker sınıfını, 1909 senesinde teşkil etdik. Zere, Asker, gitdiği yere kendi kânununu da götürür! Kânunu yok ise şâyet asker de yokdur, askerlik de yokdur.
Ağızlarını domaltarak; “1909 senesinden evvel kara ordumuzda küçük zâbitlik var idi” diyen “târih soytarısı” subay ve asubay meslekdaşlarımız, bugüne kadar tükürdüklerini yalamaya şimdiden hazır olsunlar!.. Asubay Tefrikası 6’nın bundan sonrakini terkip edecek dördüncü kısımında; Töre konuşacak, Han susacak! 1909 senesinden evvel Kara Ordumuzda “küçük zabit” denilen asker sınıfının mevcut olmadığını Bugüne kadar hiç görmediğiniz ve bilmediğiniz belgeler ile isbat edeceğiz, evvel Allah!..
* * * * *
Hava Ordumuzda “küçük zabit” dedikleri “ortada sandık” cinsinden asker sınıfının teşkil edilmesinin menhûs maksadını teşhir etmeden evvel, Târih konusunda bir iki kelâm kaynatmaya mecbûr kaldım.
Fakat bu vecize mefhûmu muhalifinden bakdığınızda, dünyânız değişebilir. İlimsiz kitap yazan kimi târih soytarıları; Bildiğimiz hakikâtleri, insanlığı kandırmak ve aldatmak için kullanmakdan utanmıyorlar. Bu sebepden dolayı ATATÜRK’ün târih konusunda irâd etdiği birkaç vecizini bu sayfaya misâfir edeceğim.
* * * * *
Târihimizi çarpıtarak kendilerine yağlı bir kemik bulmaya çalışan târih soytarıları Evvelâ, ATATÜRK’ün çakmak çakmak yakan şu gözlerinin içine bir baksınlar!.. Ve dahi Akabinde de Târih konusunda söylediği şu vecizleri bir okusunlar hele!.. “Herhangi bir târihi elinize aldığınız zamân, onun gerçeğe uygun olup olmadığına inanmak için istinad etdiği kaynak ve belgeler araştırılır. Bizim şimdiye kadar doğru bir millî târihe mâlik olamayışımızın sebebi târihlerimizin, hakikî okuyucuların belgelere dayanmaktan ziyâde ya birtakım meddahların veya birtakım kendini beğenmişlerin hakikât ve mantıktan uzak sözlerinden başka kaynak bulamamak bedbahtlığıdır.” Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi Mustafa Kemal, 1924.
* * * * *
“Târih ne güzel aynadır! İnsanlar, özellikle ahlâkda gelişmemiş kavimler, en büyük mukaddes mefhumlar karşısında bile hasis duygulara tâbi olmaktan nefislerini menedemiyor. Târihin sinesine geçen büyük hâdiselerde, bu hâdiseler içinde âmil ve fâil olanların hâl, hareket ve muameleleri onların ahlâk seviyelerini ne de açık gösterir.” Kaymakam (yarbay) Mustafa Kemal, Anafartalar, 1915.
* * * * *
Becereksizliğini itiraf et, pişmân olma! Sonradan uydurma bir eser vücuda getirerek ertesi gün pişman olmaktansa, hiçbir eser vücuda getirmemek, beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir. Birinci Cumhurbaşkanı Gâzi Mustafa Kemal, 1931.
* * * * *
Ey Hayyâm! Sen hakikâtsin, lâkin sözlerin yalan! Tıpkı sen gibi, Havacı Osman hakikât, lâkin sözleri yalan!
Ne bilginler geldi, neler buldular! Mumlar gibi dünyâya ışık saldılar, Hangisi yarıp geçdi bu karanlığı? Bir masal söyleyip uykuya daldılar!
* * * * *
ATATÜRK’ün târih konusunda irâd etdiği muhteşem sözlerinden sâdece bir ikisini sizlere hatırlatdıkdan sonra İmdi, bu sözleri kim için söylediğini görelim. ATATÜRK’ün unvânını taşıyan Gâzi Üniversitesinin neşretdiği bir dergi var. Senede iki kere neşredilen ve ismi “Gâzi Akademik Bakış” olan bu dergide bilim adamlarımız makâle neşrediyorlar. Aşağıda söze konu bu derginin örütbağdaki sayfasını görüyorsunuz.
Birinci Cumhurbaşkanımız ATATÜRK’ün yukarıdaki bölümde okuduğunuz vecizlerinin bugün birinci muhatabı, Osman YALÇIN isimli havacı bir subaydır. “Gâzi Akademik Bakış” isimli derginin Aralık 2015 sayısında, Osman YALÇIN isimli “târih kasab”ı havacı öğretmen subayımız, bir makâle neşretdi; “Türk Hava Kuvvetleri Tarihinde Hava Okulu ve Harp Okuluna Geçiş Süreci.” Aşağıda gördüğünüz bu makâlesinde havacı Osman YALÇIN, iki hususda iki ucuz yalan yumurtalamış;
* * * * *
Osman YALÇIN isimli hava öğretmen bu beyaz subayımızın, kendinden olmayan “diğer” sınıf askerlere bakışını, bugüne kadar yazdığı makâlelerinden biliyoruz. Fırsatını bulsa “asubay” kelimesini sözlüğümüzden kazıyıp atacak kadar mutaassıb birisidir kendisi. Fakülte mezûnu, sonradan görme havacı Osman öğretmen;
Ya da Biliyor ise şâyet,
Târih şuurundan mahrum olması, "târih uğruluğu" yapmak için yanıp tutuşması bir yana; Elinden gelse, kendisinden başka askerlere bir yudum su vermeyecek tıynetde Ve dahi Diğerleri gibi her boku bildiğini zanneden öğretmen bir subayımızdır. Allah böylelerini düşmânımıza bile vermesin. Yukarıda gördüğünüz makâlesinde Havacı Osman YALÇIN, 2015 senesinde şöyle üfürmüş;
“Gedikli erbaş” dediği askerlerin “pilot” yapılmasını tartışmak, Havacı Osman’ın boyunu aşar!
Çünkü "Gedikli erbaş" (küçük zâbit)’ların pilot yapılmasına karâr veren 1916 senesinin Karacı zâbitân heyeti, Havacı öğretmen Osman YALÇIN’dan çok daha akıllı insanlar idi. Masa başında oturup 101 sene geriye bakıp da târih(!) yazdığını zanneden bu beyaz subayımızın kendisi, İstiklâl Harbinde portakalda vitamin bile değil idi. Fakat O günleri yaşayan dedesinden harbin ne demek olduğunu dinleyecek kadar akıllı olsa idi Ve hele de Genelkurmay Başkanlığının biraz sonra fâş eyleyeceğmiz kitabını okusa idi şâyet Böyle, börkenekden külsüz üfürmez idi... Doçent Doktor unvânı taşıyan “kitaplı” Osman YALÇIN, 1916 senesinde Osmanlı Ordusunda “gedikli erbaş” isimli bir asker sınıfı “mevcut olduğunu” iddia ediyor. Ben de Osman YALÇIN’ı bu iddiasını isbata dâvet ediyorum. Sâhil Güvenlik Komutanlığı emeklisi asubay olan ben, “kitapsız” Şükrü IRBIK ise 1916 senesi Osmanlı Ordumuzda “gedikli erbaş” isimli bir asker sınıfı “mevcut olmadığını” iddia ediyor Ve dahi Bu iddiamı da kânun ile bugün, burada isbat ediyorum. “Gedikli erbaş” tâbiri; Osmanlı askerî mevzuâtına 2717 sayılı şu kânun ile ilk kez 25 Mayıs 1935 Cumartesi günü hulûl eyledi.
* * * * *
Aşağıda gördüğünüz “erbaş” kelimesini de Birinci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK, Gene 1935 senesinde bizzat terkib etdi. Havacı Öğretmen Osman, biliyor musun bu hakikâti?
* * * * *
Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ. Yarbay Osman YALÇIN’ı tanıyanlar, bu adama söylesin! 1935 senesinden evvel ordumuzda “gedikli erbaş” olarak tesmiye edilmiş bir asker sınıfı yok idi. Farkında olmaması anlarız, Bilmemesini de... Eğer bilmiyor ise şâyet, Bilmediği bu hakikâti ben Sâhil Güvenlik Şükrü IRBIK; bugün burada, Havacı Osman YALÇIN’ın burnuna dayıyorum. Nedâmet getirsin ve bu hakikât karşısında eğilsin! Fakülte mezunu olmasına rağmen subaydan daha da subay rengine boyanan Ve dahi Subay olduğu için Osman YALÇIN, bir asubaya teşekkür edemez, bunu biliyorum. Çünkü hakkı, sâhibine teslim etmek, ancak bilim ahlâkı olan insanların işidir. Fakat makâlemizin hemen altına bu konudaki nedâmetini itiraf etsin! Aksi takdirde, “gedikli erbaş” kelimesi konusunda “yalancı” yaftasını boynuna kendisi takacak. Ve dahi Söylediği bu ucuz yalan, Havacı Öğretmen Osman YALÇIN’ın peşini bırakmayacak, haberi olsun!..
* * * * *
“Gedikli erbaş” tâbirinden söz açılmış iken söyleyelim. Gedikli erbaş asker sınıfının ordumuza gayri meşrû olarak sokuşdurulmasının sebebini öğrenmek isder ise şâyet İki bölümden mürekkep şu makâlemizi okumasını Havacı Öğretmen Osman’a tavsiye ederim; “Gedikli Erbaş Sahtekârlığı”
* * * * *
Bugün, 29 Ekim 2017 Pazar. Saat, 01:20 Bu kısımdaki bilgileri buraya, bugün ekledim. Yrd.Doç.Dr.Hv.Öğ. Yarbay Osman YALÇIN’ın kim olduğunu az evvel öğrendim. Meğerse “târih uğrusu" bu subayımız, Hava Asubay Sınıf Okulu ikmâl sınıfından 1990 mezûnu tâze bir meslekdaşımız imiş! Kendisi gizlemiş! Fakat, bu hakikâti biz burada fâş eyliyoruz!
Hava İkmâl Asubay Osman YALÇIN,
Okumuş, subay olmuş! Kendisini tebrik ederim. Ancak ne var ki bu “eski asubay”, “yeni subay” arkadaşımız, Bilim adamı olamamış! Hava Harp Okulunun 1951 olan kuruluş senesini 1912 senesine tebdil etmekdeki hırsına bakılırsa, Yrd.Doç.Dr. Osman YALÇIN, Prof. olmayı kafasına koymuş! Fakat bu arkadaşımızın Yalanlar ile, yanlışlar bir yere kadar gidebileceğini anlamasının vakdi geldi! Subaylığa terfi etmiş “sâbık bir asubay” olarak; Daha kendi aslının târihini bilmeden Hava Harp Okulu’na “sahte târih” düzmeye tevessül edersen, işde böyle madara olursun! Şunu da söylemeye mecburum; Koz, kabuğundan çıkmış da kabuğunu beğenmemiş! Aslını inkâr edenin akıbeti berbâd olur! Böyle de bir durum var burada. Yazık, sana Osman YALÇIN! Hem de çok yazık!
* * * * *
Târih uğrusu zâbitân heyetimiz inkâr etmeye çalışsa da Aradan geçen tam 101 sene sonra Târihin bir hakikâti daha inşallah Ayna olup bize işin aslını gösderecek! Ordumuzun zâbitân heyeti de târihimiz konusunda böyle idi. Bizlere de kendi uydurdukları düzmece târihi yedirdiler. Fakat bu yalanları bugün artık yemiyoruz. Ve uydurdukları bu sahte târihlere karşılık olarak Bilimin aydınlık tokadını bu zâbitân heyetimizin suratlarına birer birer aşkediyoruz! Nasıl mı? Şöyle; 1911 senesinde kurulduğunu üfürdükleri “hava kuvvetlerimizin” o zamândaki ismi, Tayyâre Komisyonu idi. Harbiye Nâzırlığına merbut bir şubedeki masabaşında oturan bu komisyonun üyeleri, yapdıkları kağıtdan uçakları uçuruyorlar idi... Osmanlı Devletini yıkan 31 Martcı Mahmut Şevket Paşa’nın Harbiye Nâzırlığına denk gelen bu senelerde, havâî faaliyetlerimizi Berrî (Kara) Ordumuzun askerleri icrâ ediyorlar idi. Bir başka ifâde ile, Avrupalı Tomi’ler, Amerikalı Coni’ler;
Coni’nin ve Tomi’nin yazdığı havacılık kitaplarını daha tercüme etmek ile meşgul oluyorlar idi...
* * * * *
Nereye baksanız görürsünüz! İlk pilotlarımız Mülâzım bilmem kim, Yüzbaşı filan fısdık diye dağa-daşa, gaba gumaşa yazarlar.
Târihden şan, şöhret kahramanlık pâyesi aşırmaya, Devletden madalya, maaş, terfi kapışmaya gelince gözlerini kan bürüyen hâris ve beyaz zâbitân heyetimiz, Acap hiç merâk buyurdunuz mu? O vakitler “küçük zâbitân” dedikleri “asubayları”, niye “pilot” yapdılar?
* * * * *
“Küçük zâbit” dedikleri askerleri 1916 senesinde “pilot” yapmaya karâr vermelerinin esbâb-ı mucibesini anlayabilmek için İltifât buyurursanız şâyet, 1910’lu senelerin havacılığına şöyle bir nazâr eyleyelim. İnsanoğlunun “havadan ağır makine” dediği uçağı icâd etdiği günlerde Havacılık çok tehlikeli bir meslek idi... Uçmayı anlamak, uçağı öğrenmek ve tekâmül etdirmek için yapılan denemeler esnâsında Avrupa ve Amerika’da ölen mucit ve askerlerin sayısı belli değildir. Uçakları sınadıkları meydanlar, düşen uçaklarda ölenlerin cesetleri ile dolu idi. Kurban Bayramında açık salhâneye dönen memleketimiz Türkiye’dekine benzer manzaralar var idi, oralarda. Aynı senelerde, uçak imâl edeyim derken bizim memleketimizde bir tek vatandaşımız ya da askerimiz ölmedi. Tıpkı bugün cep telefonu, bilgisayar vs.’de hazıra konduğumuz gibi O senelerde de havacılığı Coni ve Tomi, icâd etdi, biz Türkler de hazıra konduk! Ben kendimi bildim bileli “kendi uçağını kendin yap” deyip dururuz. Bugün, içinde yaşadığımız 2017 senesinde bile "kendi uçağımızı hâlâ kendimiz yapamıyor isek" şâyet, Aslında bu konuda kelimeleri isrâf etmeye hiç lüzum yok demekdir. 1910’lu senelerde ilk uçağı icâd eden ve uçuran Coni’ler ve Tomi’ler, Bu tuhaf makinenin askerî maksatlar ile bir silâh olarak kullanılacağını çokdan idrâk etmişler idi bile... Bizim Harbiye Nâzırımız da Avrupa’daki bu gelişmeleri öküz-tiren mesâbesinde seyrediyor idi. 1911 senesinde “Tayyâre Komisyonu”’nu kağıt üzerinde teşkil etmek ile ahmak zâbitân heyetimiz, “Hava kuvvetlerimizi” kurduklarını zannetdiler! Fakat “çocuk doğurmak” ile “çocuk evlad edinmek” aynı şey olabilir mi, Allah aşkına? İlmini bilmediğin, imâl etmediğin uçağı uçurmak, bu senelerde çok tehlikeli bir iş idi. Tıpkı bugünkü trafik kazası haberleri gibi o senelerin gazeteleri de uçak kazasından söz eden haberler ile dolu idi. Avrupa’da, Amerika’da o senelerde havalanan uçakların çoğu tecrübesizlikden ya da arıza sebebi ile düşüyor idi. Henüz paraşütün dahi bilinmediği bu dönemde uçak yere düşünce de içindeki “pilotlar” ölüyor idi. Bu sebepden dolayı da bu senelerde uçak uçurmak mârifet ve fakat mârifetden daha çok cesâret isdeyen, yürek isdeyen bir iş idi. Kendi uçağımızı kendimizin yapması gerekdiğini anlayacak kadar da hamiyyetli ve akıllı zâbitimiz yok idi. İşde, Harbiye Nâzırlığımızın omuzu püsküllü garpperestiş zâbitân heyeti; Avrupa’nın “doğurduğu” havacılığı, tıpkı "evlatlık edinir" gibi, Osmanlı Devletinin çil çil altın lirası ile bu şartlar altında Avrupa’dan “satın almayı” mârifet belledi.
* * * * *
İmdi gelelim, Harbiye Nâzırlığımızın “küçük zâbit” dediği askerleri “pilot” yapmasının pinhân-ı esbâb-ı mucibesine... Asubayların bir zamânlar ordumuzda “pilotluk” yapdığından söz edilince, aklımıza hemen Vecihi gelir. Öyleyse, Osmanlı Kara Ordusundaki “küçük zâbit” sınıfının “ilk pilotu” olan Vecihi hakkında kısa bilgi verelim.
Vecihi (HÜRKUŞ), 1895 senesinde Üsküdar’da dünyâya geldi. 15 yaşındayken, 1910 senesinde Dersaadet (İstanbul) (Berrî) Küçük Zâbit (Orta) Mektebine kayıt yapdırdı. 12 Ağustos 1912 Pazartesi günü bu mektebden, üçüncü dönem olarak mezûn oldu. Vecihi efendi 17 yaşında iken “Piyâde küçük zâbit onbaşı” rütbesi ile Berrî (Kara) Ordumuzda takım komutanı olarak göreve başladı. Yukarıda gördüğünüz tavsırı; Piyâde Küçük Zâbit merhum Nurettin PEKER’in oğlu Sayın Orhan PEKER’i ziyâret etdiğim 16 Aralık 2016 Cuma günü kendisinden aldım. Balkan Harbine gönüllü olarak giden Piyâde Küçük Zâbit Onbaşı Vecihi efendi; Bolu Alayı Gerede Taburu 2’inci Bölüğünde, Kırklareli, Pınarhisar, Saray ve Çatalca’da takım komutanı olarak görevler yapdı. Pekiyi, Üsküdar’lı Vecihi efendi, havacı mı idi? El cevâp! Hayır, havacı değil idi. Çünkü; O senelerde Osmanlı Devletinde Hava Kuvvetleri olarak bilinen bir kuvvet komutanlığımız yok idi. 1913 senesinde Ordumuzda ilk kez başlayan havacılık faaliyetlerinde Küçük zâbit Vecihi efendi, “çavuş” rütbesi ile "gönüllü olarak" görev aldı. Kısa süreli makinist eğitiminden sonra 1914 senesinde Bağdat Cephesi 7’inci Ordu, 2’inci Tayyâre Bölüğünde “uçak makinisti” olarak göreve başladı. Mayıs 1915 senesinde, “çavuş” rütbesindeyken Yeşilköy Hava Mektebinde "gönüllü olarak" “pilotluk” eğitimine başladı. Pilotluk eğitimini başarı ile tamamlamasının akabinde “başçavuş” rütbesine terfi eden Vecihi efendi, Aralık 1916’da Kafkas Cephesi 7’inci Tayyâre Bölüğüne “pilot” olarak tâyin edildi. Cephede ve düşmân mevziileri üzerinde ve gerisinde başarılı keşif-gözetleme ve muharebe uçuşları yapdı. 26 Eylül 1917 Çarşamba günü Rasıdı Yüzbaşı Şükrü (KOÇAK) efendi ile bir Rus uçağını düşürdü. 08 Ekim 1917 Pazartesi günü uçurduğu keşif uçağı ile Rus av uçağını it dalaşına zorladı. Bu vuruşma esnâsında pilot Vecihi, başından yaralandı ve Erzincan Ovasına inmeye mecbur kaldı. Burada Ruslara esir düşdü ve Hazar Denizindeki Nargin Adasına sürgün edildi. Aşağıda, Vecihi efendiyi, esir kampında Rus askerler ile çekdirdiği zoraki hâtıra tavsırında görüyorsunuz.
Nargin adasındaki esir kampından kaçmayı başaran Vecihi efendi, İran üzerinden yürüyerek; yalın ayak başı gabak bir şekilde 13 Mayıs 1918 Pazartesi günü memleketine geri geldi. Bunu yapan bir zâbitimiz olsa idi şâyet Genelkurmay Başkanlığımız bu kaçış konusunda şimdiye kadar yüzlerce tefrikalık kahramanlık hikâyeleri düzdürür idi. Fakat “zâbit” olmadığı için Vecihi’nin bu muazzam kaçış mâcerâsını Fesat küpü ve beyaz “zâbitân heyetimiz" bugün bile utanmadan hâlâ inkâr etmeye çalışır. İran sınırından başlayıp Anadolu’yu, şarkdan garba kadar başdan başa yürüyerek kateden Vecihi efendi, İstanbul’a geldi ve Millî Mücâdeleye bırakdığı yerden devâm etdi. Bu ilimizin müdafaasını deruhde eden 9’uncu Tayyâre Bölüğünde “kıdemli başçavuş” rütbesi ve "avcı pilot" unvânı ile görevine tekrâr başladı. 30 Ekim 1918 Çarşamba günü Mondros Mütârekesini imzâlayan Osmanlı Devleti, Birinci Cihân Harbinde mağlup ilan edildi. Ordumuz silah bırakdı ve askerimiz terhis edildi. 31 Aralık 1919 Perşembe günü seferberlik sona erdirilince, 6 senelik mecburî hizmetini tamamlayan Vecihi efendi;
Ve dahi
* * * * *
Ve dahi
1919 senesinde Berrî (Kara) Ordumuzdan terhis edildi...
Çünkü, 1909 Nizamnâmesine göre mecburî hizmetinden sonra ayrılan "küçük zâbitânın" emekli olma hakkı yok idi.
Tıpkı, Sokakda donarak öldüğü o soğuk Mart gecesinin sabâhında, Cebinden 5 guruş para çıkmayan “üçüncü sınıf sinema emekcisi” Yadigar EJDER gibi... Ey Ali Fehamoğlu gâzi pilot küçük zâbit kıdemli başçavuş Vecihi HÜRKUŞ! Duy beni! Bu vatan topraklarında senin ve Yadiğar EJDER’in kaderi Varlıkda değil fakat yoklukda birleşdi! Evvela rûhunuz şâd olsun, Sonra da haberiniz...
* * * * *
Üsküdar’lı “pilot küçük zâbit” Vecihi ile biz asubaylar haklı olarak gurur duyarız. O’ndan sitâyiş ile bahsetmeyi de kendi mesleğimiz için bir iftihâr vesilesi biliriz! Peki,
Daha doğrusu,
Zâbitân heyetimiz bu kadar mert, bu kadar cömert, bu kadar alicenâp, bu kadar vatansever mi idi? Şan, şöhret paypaylamaya gelince gözlerini kan bürüyen bizim beyaz zâbitân heyetimiz “Piyâde küçük zâbit çavuş” Vecihi efendiyi; Evvelâ niye “tayyâre makinisti”, Akabinde niye “pilot” yapdılar dersiniz?..
* * * * *
* * * * *
Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler, Binbir derde düşer, canlarından bezerler. Öyleyken, ne tuhafdır, yine de övünür, Onlar gibi olmayana adam demezler.
* * * * *
23 Temmuz 1919 Çarşamba günü Erzurum Kurultayını küşâd ederken Mustafa Kemâl, şu harika vecizi söyledi; “Târih her milletin kanını, hakkını, mevcudiyetini hiçbir zamân inkâr edemez!” Bizim bu makâlemize konu etdiğimiz hususda da Târih, bir milletin değil fakat Küçük zâbit denilen askerlerin kanını, hakkını ve mevcudiyetini inkâr edemedi. Tam 101 sene evvel târihde vuku bulan Ve dahi Tam 48 sene evvel târih kitabında ölüm uykusuna yatırılan bir hakikât daha Bugün, burada Eski Tüfek’in kaleminde tekrâr hayât buldu!
* * * * *
Uğruların vay hâline!.. Târih, böyledir işde! Eğrisi ile doğrusu ile bir gün gelir, kendini teşhir eder! 27 Mayıs subay darbesinin hava gazı ile cezbeye tutulup Şöhret orgazmı olan beyaz zâbitân heyetimiz, Genelkurmay Başkanlığının arşivindeki belgeleri incelediler Ve dahi 1969 senesinde bir kitap neşretdiler. Bu kitabın adı “Birinci Dünya Harbi - IX’uncu Cilt, Türk Hava Harekâtı” Târih yazar uzmanı dedikleri Em.Hv.Kur.Alb. İhsan GÖYMEN’e yazdırdıkları işbu kitabı;
Ve dahi
Bu kitabda yer alan bilgilerin ve hakikâtin asıl sâhibi Genelkurmay Başkanlığımız oluyor.
Bu kitabın aşağıda gördüğünüz sayfalarında, Vecihi (HÜRKUŞ) efendi’nin unvânının “pilot astsubay” olduğunu söylemişler. Târihi inkâr edecek değiller ya! Öyle de yapmışlar. Ancak ne var ki Genelkurmay Başkanlığımızın üfürdüğü bu iki kelimede bile bir yanlış var. O da şudur; “Pilot” tâbiri doğru da. Bu senelerde ordumuzda “astsubay” olarak tesmiye edilmiş bir asker sınıfı yok idi ki! Siz beyaz zâbitân heyeti; Bu kitabı yazan(!) “albay” İhsan GÖYMEN’den bahserderken “miralay” diyor musunuz? Demiyorsunuz!.. Öyle ise şâyet, 1917 senesinden bahsederken de; 1909 Nizamnâmesine tevfikan “küçük zâbit” dediğiniz Vecihi efendi’ye de siz, “astsubay” diyemezsiniz! Terbiyesizliğin âlemi yok! Hangi renk ve cinsden olursa olsun, her guş, kendi yuvasına aitdir! Sen, bu yuvanın garga guşunu alıp kendi keyfine göre şu gartal guşunun yuvasına goyamazsın! Kendi zamânına ait olan bir tâbiri, başka bir zamân zarfında da kullanamazsınız! Bu cümleden olmak üzere, Her tâbir, kendi zamân zarfında mazrûfdur! Bu sözü ilk kez, Eski Tüfek ben Şükrü IRBIK söylüyorum! Bilmeyenler de ilk kez öğrensin!.. “Astsubay” dedikleri bu “ortada sandık” ve “ucube” tâbiri Genelkurmay Başkanlığımızın sahtekâr subayları, 1951 senesinde uydurdular. Bunu da öğrensinler artık!.. 1969 senesinde yazdığın kitapda şâyet sen 1917 senesinden bahsediyor isen; Vecihi efendi’ye “astsubay” değil fakat ”küçük zâbit” demeye mecbursun. Bu ince mevzuyu bir kenâra bırakalım Ve dahi Aşağıdaki şu sayfada yazılan acı ve fakat bir o kadar da dehşet verici bilgilere bakalım.
Bu makâlemizin asıl konusu, Aşağıda gördüğünüz şu sayfada gizli...
Münevver dediğin O’dur ki; Herkesin okuduğunu okuya Ve fakat Herkesin okuduğundan, hiç kimsenin anlayamadığını anlayabile!
1916 senesine kadar sâdece zâbitândan pilot yetiştiriyorlar idi. Düşen uçaklarda da tabii olarak hep zâbitimiz şehid oluyor idi. Genelkurmay Başkanlığımızın 1969 senesinde yazdığı kitabın yukarıdaki sayfasında gördüğünüz bu cümleler, Aynı zamânda şu acı hakikâtin itirafıdır;
* * * * *
Bize yıllardır yedirilen bir ezberi daha bugün, burada bozduk evvel Allah!.. "Makbûl" asker olduğumuz için “pilot” yapmamışlar Asubayları! Biz “küçük zâbitân” kendimizi; Çevirdiğimiz askerî havacılık foliminin “esas oğlanı” zannediyor idik! Ne acıdır ki; Tehlikeli sahnelerde zâbitân heyetimizin yerine “ölmesi” için oynatdığı “ikinci sınıf figüran” imişiz meğerse!..
* * * * *
Makbûl mü yâ Rab, yoksa maktûl mü?
11 Temmuz 2017 Salı günü neşretdiğimiz Asubay Tefrikası 4: Erlikden Harp Okulu Komutanlığına isimli makâlemizde şöyle demiş idik; “Türk Ordusunun asubay denilen askerinin kellesi, Subayının kellesinden daha mı ucuz?”
Şükrü IRBIK (E) SG Tls.Asb. III Kad.Kd.Bçvş.
|
Temad şubeleri bulundukları bölgelerdeki sivil toplum kuruluş ve sendikaları ile demokratik derneklerle, yerel basın ile, yerel yönetimlerle, siyasi partilerle, sendikalar, emekçi örgütleri , düşünce kuruluşları ve öğrenci , gençlik federasyonları ile, kadın örgütleri, çevre ve hatta hayvan örgütleri ile iç içe, destek ve dayanışma içinde bulunmalıdır. Bu örgütler ile STK. yapısına geçişin sağlanabilmesi yönünde sıkı bir ortak çalışma ve bilgi alışverişinde bulunulmalı ; artık asker emeklisi görüntüsü ve haleti ruhiyesinden çıkıp tam bir sivil kuruluş ve düşünce toplumu yapısına dönüşülmelidir. Dernek yönetim kurullarının ayda iki kez toplanmasındaki hedef ve gaye de bu çalışmalara dair organizasyonları yapmak ve teşkilat bazında görev dağılımını sağlamaktır. Uyduruk, saçmasapan, bu topluma bir vizyon ve hedef sunmayan, sadece milyarlarca lirayı har vurup harman savurmaya yönelik bir 17 ekim dünya assubaylar gününün 2014 ten itibaren geldiği nokta bir avuç yöneticinin anıtkabirde düştüğü sayısal zavallılıkta bu gün bizlere göstermiştir ki, Akıl ve hedeften yoksun 100 şubeli ve bir milyonluk aileye sahip bu toplum bu gün ne acı ki acınası bir çaresizliğin ve acziyetin iflası noktasındadır. Bu acziyette bize gösteriyor ki; Bu temad; yapısı ve mevcudiyeti acilen sil baştan yeniden kurulmalı, bu toplumun sivil toplum kuruluşu doğrultusunda acilen eğitime tabi tutulmalı, eğitilmeli, biliçlendirilmeli ve hızlı bir sendikal yapı şeklinde örgütlenerek tabandan tavana çare akıtılmalıdır. Bunu başaracak örgütsel bir kadro ise ne acı ki bu gün mevcut değildir. Bu kadro planlı olarak ihraçlarla tasviye edilmiş; mücadelemiz dava derneği hedefinden saptırılmıştır. Bu iktidarın mevcut yönetime biçtiği bir görev ve rol dür. Amaca da ulaşılmıştır. Önümüzdeki dönemde ne yapılabilir derseniz, Bu amaçla da genel merkezin bir eğitsel AR-GE ofisi olmalıdır. Bu çalışmaların içinde temel olarak il başkanlıkları bulunmalıdır. Kısacası temad ın bu çürümüş lokal dernek yapısı terk edilmeli, yeni sendikal yapı kurulmalı, bu yapı da mutlak suretle üyelerine sınıfsal bilinçlenme eğitimi vermelidir. Bizler anayasal anlamda, çağdaş ve akademik eğitim standardında insan haklarımızı zayıf, bilgisiz kuru kalabalıklarla değil, eğitimli ve donanımlı yeterli azınlıklar ile daha etkili bir şekilde alabileceğimize artık inanmak zorundayız. Temad teşkilatlarının gerçek birer STK. gibi davranış ve eylem ortamına sokulması, üretken ve yapıcı çözüm ve reçeteler üretmesi, en önemlisi yıllarca yaşamın ölümle ayrıştığı o pamuk ipliğinde, düşmeden ayakta kalabildiğimiz o asker cesaretini bu derneğin çatısı altında da sürdürmeliyiz. Hem “ biz işi en iyi bilen yöneticiyiz “ diyenlerin, hem “ bizler sadece basit üyeleriz “ diyenlerin, hem de; “ bizler ilgilenmiyoruz temadı da tanımıyoruz “ diyenlerin mazeretsiz ve koşulsuz bir ateş topunun içinde bir arada olmasının zamanı aslında çoktan geçmiştir. Çok geç kalınmış, çok şeyler avucumuzdan kaymış, kaybedilmiştir. ÇOK TA ZAVALLI BEDELLER ÖDENMİŞTİR Her şeyi ile bu çağdan ve insani gündeminden uzak kalmış sahipsiz bir toplumun artık 3 yılda bir yapılan uyduruk ve temelsiz seçimlerle değil: baştan aşağı değişim ve dönüşümde birleşme zamanıdır aslında geçip giden, geç kalınan ama hala umudu bulunan, istenirse yakalanabilecek olan.. TÜRKİYE EMEKLİ ASSUBAYLAR DERNEĞİ VE TEŞKİLATLARI, ÜYELERİ, SEVENLERİ, ÇEVRELERİ , KISACA BU DOKUNUN TÜM KATLARI ; 2013 Abdi İpekçi ruhu diriltilmelidir. Hedef bu olmalıdır. Yıllarca hiçbir gerici maddesine dokunulmayan, artık çürümüş ve kadük olmuş tüzüğün en kısa sürede toplanacak bir genel tüzük kurultayı marifetiyle hazırlanarak; Yeni Assubay tanımı ile bu yeni tanımın TSK daki yeri ile statüsünün , ATATÜRK ün kurduğu bu büyük Cumhuriyetin 2023 teki 100. Yılı büyük Cumhuriyet yıldönümü vizyonuna uygun gerçeklik ve öngörülülükte yeniden Türk Ordusunda yer almasını, çağdaş ve modern bir Assubay sınıfına yeniden kavuşturulmasını bir an önce başarmak en olmazsa olmaz vazifemizdir. TEMAD' ın teşkilat yapısında köklü bir derinlik oluşturmadan dava adına başarı beklemek, sadece aynı “ SALAKO “ isimli Kemal Sunal filmini defalarca oturup seyretmek ve bundan haz duymaktır. Bu toplum bu şekilde kullanılmaktan ve şerefi ile onuruna yakıştırılan bu tabirden bir an önce kurtarılmalıdır. Saygımla Adnan Fuat ÖZDEMİR
Derneklerimizin görevi; tüzük işletmeciliği yapmak değil, kendi insanlarımızı eğitmek, bilinçlendirmek, sosyal bir bireye dönüştürmek ve bu insanlar ile topluma insani, ekonomik, mesleki ve hukuki alanlarda açılım yapabilmektir.
Genel Merkez Yönetimi ile Temad şubelerinin yönetim kurulları bir proğram dahilinde; toplumsal hak ve taleplerimizi, bunların yasal ve hukuki gerekçelerini, Assubay toplumunun bulunduğu yer ile olması gereken yer ilişkisine ait sosyolojik bulguları, mesleki ve insani özlük haklarımızı, oluşum gerekçelerimizi ve toplu hareket tarzımızın nasıl olması gerektiğini, bünyesinde kayıtlı tüm üyelerine bir kurs ve seminer ortamında öğretmelidir.
yeni yol, yeni çare, yeni çalışma ve yeni irade ile topyekün yeniden dirilmeli, sıratı geçeceği köprüsünü kendisi kurmalı ve artık mazeretlere, aldırmazlıklara, düşmeden bir güç yumağı olup davaya yürümesini öğrenmelidir.
Saygıdeğer Meslektaşlarımız
Ankara'daki törene katılan bir meslektaşımızın izlenimlerini kelimesine dokunmadan aynen yayınlıyoruz.
Saygılarımızla.
17 Ekim 2017 günü Ankara, güneşli ve serin bir sonbahar sabahına uyanıyordu.
Anıtkabir’in kapıları ziyarete açılır açılmaz alışılmadık bir hareketliliğe sahne oluyordu, oysa bu gün herhangi bir milli bayram değildi.
Kapıların açılmasını bekleyen otobüsler konvoy halinde Anıtkabir alanına giriş yapıyor, Aslanlı yolun iki tarafına diziliyorlardı. Otobüslerden inen emekli, görevi müsaade ettiği için izin alıp gelebilen muvazzaf astsubaylar Aslanlı yolun girişindeki geniş alanı dolduruyorlar, otobüsler girişe devam ediyor, girişten itibaren sağlı sollu yürüyerek gelen astsubaylar meydandaki coşkulu kalabalığa katılıyordu.
TEMAD’ın töreni saat 1100’de olmasına rağmen meydan tamamen dolmuştu. Saat 0930 da Sayın TEMAD Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri gelip kalabalığa katıldı. Başkanın gelmesi ile meydan daha bir hareketlendi. Başkan il ve ilçelerden gelen guruplara “HOŞGELDİNİZ” diyor teker teker hepsi ile kucaklaşıyor, başkan herkesle kucaklaşabilmek için mümkün olduğunca seri hareket ediyor, bir guruptan ötekine geçiyordu. Meydan tamamen dolmuştu, buna rağmen girişler devam ediyordu.
Saat 1015’te bir yabancı ülke temsilcilerinin Ata’yı ziyaret töreni vardı, yerli ve yabancı basın oldukça kalabalık gelmişti. Türkiye ile o ülke arasında yaşanan son dönemdeki gerginlik nedeniyle bu ziyaret normalden fazla ilgi çekiyordu.
Saat 1000’da Anıtkabir görevlileri nazikçe yabancı misyonun törene başlayabilmesi için yer açılmasını istediler, tören başlangıç noktasındaki alan boşaltıldı. Yabancı misyon saat tam 1015’te Aslanlı yola çıktı.
Saat 1045’te TEMAD’ın gönderdiği bir araçla Saygıdeğer abimiz, TEMAD’ın kurucu üyesi Mehmet DAREGENLİ, elinde bastonu, fötr şapkası ve her zaman olduğu gibi güler yüzü ile araçtan indi, kendisini TEMAD Başkanı karşıladı, elini öptü. Araçtan SÜVARİ giyimli bir ağabey ve bir gazi daha indi. Kalabalık o tarafa yöneldi.
Basın olağanüstü ilgi göstermişti kalabalığa, CNN ve KanalD’nin 7 dakikalık canlı yayın yaptığı söyleniyordu. Muhabirler bir çok arkadaşımıza mikrofon uzattı. Hepsi gururla mesleklerini ve burada bulunuş amaçlarını anlattılar.
Saat tam 1100’de Tören Başlangıç noktasında Sayın TEMAD genel Başkanı, hemen arkasında Mehmet DAREGENLİ ağabeyimiz, arkasında TEMAD Başkan adayları Sayın Yüksel BİNİCİ, Hamza DÜRGEN, Sami İnan, yönetim kurulu üyeleri ve meslektaşlarımız vardı. Bir ara başkan adayları ile Sayın TEMAD Genelbaşkanı’nın samimi sohbet ettiklerini gördüm. Hepsi neşeliydi.
Saat tam 1100’de tören başladı, Mozeleye çelenk konulması safhasına katıldım, ortalardaydım ama, şeref defterinin imzalanması aşamasına izdiham nedeniyle katılamadım. Çünkü Sayın TEMAD Başkanı Mozeleye çelenk koyarken, aslanlı yola yeni girenler vardı.
Tahminimce 18000-20000 (onsekiz-yirmibin) kişi katılmıştı.
Birlikten doğan gücümüzden duyduğumuz gurur ve müthiş dayanışmanın mutluluğu ile meydandan ayrıldık.
İNANMADINIZ DEĞİL Mİ?
AMA KABUL EDİN, ÇOK GÜZEL BİR HAYALDİ,
BÖYLESİNİ HAYAL ETMEK BİLE GÜZELDİ.
Siz istediniz!
Gerçeğini anlatayım o zaman!
Saat 0930 gibi meydana ilk TEMAD Kurucu Üyesi Mehmet DAREGENLİ ağabey gelmiş. Saat 1030’da meydana vardığımızda 50-60 kişi vardı.
İlgi odağı Mehmet DAREGENLİ Ağabeydi.
Saat 1100 de FACEBOOK’taki resimlerde de görüleceği üzere 150 kişi civarında kişi toplanmıştı. Oysa Ankara’da 20.000 emekli astsubay olduğu söyleniyor.
Sayın TEMAD Genelbaşkanı saat 1110 gibi geldi, kimseyle muhatap olmadan tören başlangıç noktasındaki yerini aldı. Birkaç dakika sonra tören başladı. Alandaki tek basın mensubu (!) Ayhan Bayırlı meslektaşımızdı.
Beni TEMAD’tan ihraç eden Süleyman KALYONCUOĞLU beni görünce muhtemelen astsubaylıktan da atamadığı için üzülmüştür.
Rutin tören programını takiben alandan ayrıldık.
Başkan adaylarından sadece Sayın Sami İNAN vardı. Sayın Yüksel BİNİCİ ve Hamza DÜRGEN’i görmedim. Katılmadılar dersem hata yapmış olabilirim. Katıldılarsa da ben görmedim.
Her tören sonunda oluğu gibi, hayal kırıklıklarımızı omuzlarımıza yüklenip, tören alanından ayrıldık.
Temad Genel Merkez Yönetimi henüz seçimle ilgili bir tarih açıklamadı.
Tüzüğe göre de son tarih zaten 18/19 Kasım 2017. Yeterli %51 sağlanmazsa 25/26 Kasım.
Her ne kadar parasızlık yüzünden seçimin her yıl 17 ekimde yapılır iken bu yıl kasıma sarktığı söylense de bence asıl sebep bu değil.
Asıl sebep Bir aylık kalan süreçte Hükümet kanadından bir müjdenin çıkması beklentisi.
Çıkar mı…. Çıkabilir.
Uzman erbaşlarla ilgili kanuni düzenleme bitmek üzere, bunun içine 9/2 başlangıç derecesi de büyük olasılıkla konulacak. Uzmanlıktan Assubaylığa, Assubaylıktan da Subaylığa geçiş hızlandırılıp genişletilecek. Sınıf okuluna 2+1 modeli getirilecek. Başlangıç derecesi işi kolaylaşacak.
Genel Merkezin beklediği haber işte bu.
Gelelim seçime.
Ben mevcut guruplar içinde en şanslı gurubun Sayın Hamza DÜRGEN gurubu olduğunu biliyorum. Herkes te böyle biliyor.
Ama……
Bana göre Hamza Dürgen gurubu seçilmeyecek.
Olağan Genel Kurul sabahı olmadan daha arefe gecesi Sami İnan Yüksel Biniciye katılacak.. Yüksel Binici de Ahmet Keser gurubuna katılacak. Sayın Binici, Genel Başkan ortak adayı olup platforma çıkacak. Zaten yüksel binicinin öyle aman aman 17 tane de adam listesi falan da yok.
Ahmet Keser ise 2019 da AKP den Ankara bölgesi milletvekili adayı olarak siyasete yelken açacak. O döneme kadar ne olacak derseniz….
Yüksel Binicinin ekibi içinden seçilip Başkan yardımcısı sıfatı ile 3 ay kadar yönetimde görev alacak. Sonra da ya görev değişikliği ile “görevlendirme ile “ Genel Başkan olacak ; ya da hiç listeye girmeyip Akp kadrolarına katılacak.
Benim okuduğum resim bu.
Peki ya Assubay ekmek ve adalet davası için Temad ne yapacak….?
İktidar tarafından 3 yıl önce kulağı çekilen Temadın artık mücadele misyonu yok. Olmayacak ta….
AKP kadrolu bir Askeri dernek olarak içi doldurulacak. Bedeli de Ahmet KESER vekil yapılarak ödenmiş olacak.
Niye böyle olmalı derseniz…….
SAYIN Erdoğan kendisine bağlılık andı içmeyen hiçbir kurum ve kuruluşa bu güne kadar hak ihsan etmedi.
Muhaliflik ekmek getirmiyor. Azap ve yokluk getiriyor.
Fetö darbesi bir çıkış fırsatı olarak planlandı.
Bu yüzden sayın keser “ Assubayların % 40 ı fetöcüdür” diyerek biat açıklaması yaptı.
% 40 ı temizlenince de Assubay toplumu nişana ,bröveye hazır hale gelecek.
Planlanan algı bu.
Bu % 40 aslında keskin ve inatçı ATATÜRK aşığı Cumhuriyetçi Assubaylar.
İktidarın parlattığı çeliğindeki rüya bu.
Kuzulaşmış bir Assubay toplumu, iktidara ve saraya “ size tam bağlıyız “ diyen bir yeni yönetim anlayışı.
Bunu kim yapabilir…..?
AKP de aylarca bunun stratejik donanımını ve eğitimini almış bir zat.
Yüksel BİNİCİ.
Temizlik bittiğinde, Temad iktidara yama olduğunda, yönetim tamamen bu algıda oluşup yerine ve rayına oturduğunda kısmen bir şeyler önümüze konulacaktır.
Konulmayacak olan tek şey ise 4 yıllık Fakülte yasalı bir toplum.
O olmayacak. O bir yıl hep pandoranın kutusunda kalacak.
Uzmanlıkla assubaylık,Assubaylıkla Subaylık biraz daha iç içe hale getirilecek.
En azından Prusya modeli ordu teşkilinden uzaklaşılacak.
Ama bir şartla.
TEMAD ın Mustafa Kemal ATATÜRK ü artık Sayın Erdoğan olacak….
Proje bu.
Ben 17 senelik süreçte bu iktidardan bir 100 lira olsun koparamayan bu toplumdan bunu anladım.
Kahraman Ömer Halisdemir e rağmen.
Anlayana akıl,fikir,zeka, mantık, saz …….
Anlamayana……
Temad, hak, adalet, ekmek,onur, insanlık falan az.
Saygımla.
Adnan Fuat ÖZDEMİR
Vatanı için şehit ve gazi olan astsubay ve diğer vatan evlatlarının canlarının ve kanlarının bedeli ne yapılırsa yapılsın hiçbir şekilde ödenemez.
EMEK VE ALIN TERİ; Üretimde veya hizmette bilginin, fizik gücünün ve paranın kullanılmasıyla meydana gelen yorulma ve yıpranmadır.
HAK: Emek ve alın terinden doğan alacaktır. Bilgi ve fizik gücünü kullanırken yorulan, yıpranan veya masraf eden; işçinin patrondan, mühendisin, esnafın, tüccarın ve sanatkârın müşterisinden, doktorun hastasından, avukatın müvekkilinden ve memurun devletten alacak hakkı doğar.
Emek ve alın terinin karşılığı olan alacak hakkı teşekkürle ödenemez.
Her biri görevinin uzmanı, mimar, mühendis, ekonomist, işletmeci, hukukçu olan ve mesleklerinin generali ve profesörü gibi çalışarak soğukta, sıcakta, dağda, taşta, arş-ı âlemde ve denizin dibinde canları pahasına vatanı savunan emekli astsubaylar emek ve alın terlerinin karşılığı olan haklarını tam olarak alamamaktadırlar.
Fedakâr Astsubayların emek ve alın terlerinin karşılığı olan haklarını alamamalarının acısını en çok, cefakâr astsubay eşleri çekmektedir.
Dağda taşta, arş-ı âlemde ve denizin dibinde vatanı savunan fedakâr astsubaylar;
EVDEN UZAKTA KALDIKLARI ZAMANLARDA YOKLUK VE KITLIK DEMEDEN AİLENİN TÜM SORUMLULUĞUNU ÜSTLENEREK ÇOCUKLARINA HEM ANALIK HEM BABALIK YAPAN CEFAKÂR EŞLERİNE MİNNETTARDIR!
Bilindiği üzere 2017 Ekim-Kasım aylarında TEMAD Genel Başkanlığı seçimleri yapılacaktır.
Başkan adayları ekipleri ile birlikte TEMAD Şubelerini dolaşmakta, sosyal medyada resimleri yer almaktadır.
Öncelikle bütün Başkan adaylarına başarılar dileriz.
Delegelerin sağduyusuna güveniyor, toplumumuz için en sağlıklı seçimi yapmalarını diliyor ve bekliyoruz.
Adaylar yalnızca nezaket ziyareti mi yapmaktadırlar?
Hedefleri, planları nelerdir?
Çözüm önerileri nelerdir?
Öncelikleri nelerdir?
Bu toplantılarda neler konuşulmaktadır?
Bu güne kadar iş başına gelen yönetimler basın açıklamasından, protesto yürüyüşüne, ölüm orucundan (!) gazete ilanına kadar bir dizi eylem gerçekleştirmiş, tatmin edici bir sonuç alınamamıştır.
Göreve talip olanların farklı çözümleri nedir?
ASSUBAY KAMUOYUNA ÇÖZÜMLERİNİ AÇIKLAMALARI HEM SORUMLULUKLARI HEM DE ASSUBAY KAMUOYUNUN HAKLI BEKLENTİSİDİR.
Kamuoyuna, Başkan adaylarınca bu güne kadar görebildiğimiz kadarıyla “SLOGANVARİ” söylemler dışında pek bir açıklama yapılmamıştır.
Ziyaretler esnasında yapılan görüşmelerin kapalı kapılar arkasında kalması ortalıkta bir takım söylentilerin dolaşmasına yol açmaktadır. Şeffaf olunması durumunda bu söylentiler de sona erecektir.
Eğer Başkan adayları “bize delege lazım, oy verecek olan onlar, kamu var da nasılsa oyu yok” diye düşünüyorlarsa, seçilene kadar delege, seçildikten sonra toplumun tümüne ihtiyaçları var.
Toplumsal desteği arkasına alamayan bir TEMAD Yönetimi SEMBOLİK olmanın ötesine geçemez!
Tek cümle ile ifade etmek gerekirse “TEMAD YÖNETİMLERİNİ DELEGELER SEÇER, SEÇİLEN TEMAD YÖNETİMİ TÜM ASSUBAYLARI TEMSİL EDER, GÜCÜNÜ DELEGEDEN DEĞİL TOPLUMUN TÜMÜNDEN ALIR”
Delege meslektaşlarımıza hem ahlaki, hem vicdani ciddi sorumluluk düşmektedir.Toplum adına seçimi onlar yapacaktır. Seçilmiş yönetimlerin başarı ya da başarısızlıkları onların seçimine bağlıdır. Başarısızlıktan en az yönetimler kadar DELEGELER de sorumludur. Yaptıkları seçimler kendi etik anlayışlarının ve vicdanlarının eseri olacaktır.
Mevcut Yönetimin de bir ekiple dolaşması ile ilgili olarak da bir çekincemizi toplum adına belirtmek isteriz. Teyit edilmemiş söylentilere göre Sayın KESER’in de içinde olduğu bir ekip seçime girecek, bir başkası başkan seçilecek, daha sonra başkan seçilen kişi istifa edecek, Yönetim Kurulu Sayın KESER’i başkan seçecek, böylece kanunun arkasından dolaşılmış olacaktır...
Bu söylentiler doğruysa-ki ihtimal vermiyoruz- Bu hem ahlaki hem de TEMAD’a yakışır bir tutum olmayacaktır. Seçilen yönetim baştan Milli Savunma Bakanlığı ile kavgalı başlamış olacaktır. Devamında neler olacağını ise her aklıselim sahibi tahmin eder.
Sorunlarımızın çözülmesi için çok zamanımız yok, emeklilerimizin yaş ortalaması 65, her birimiz 200 yıl yaşayacak değiliz.
Testi kırılmadan söyleyelim;
ÖMRÜNÜN SON DÖNEMLERİNİ YAŞAYAN EMEKLİLERİN VE GÖREVDEKİ MESLEKTAŞLARIMIZIN VEBALİ, HAKLARIMIZIN ÖNÜNE SET OLANLAR KADAR SEÇEN DELEGENİN VE SEÇİLEN YÖNETİMLERİN DE OLACAKTIR.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.