×

Uyarı

JUser: :_load: 75 kimlikli kullanıcı yüklenemiyor.

SORUNLARI NİÇİN ÇÖZSÜNLER Kİ?   

Söze bir de fıkrayla başlayalım.

Mahallenin  hali vakti yerinde ağabeyi, berber dükkanında tıraş oluyor. Beş altı yaşlarında bir çocuk da dükkanın önünde oynarken, kah gelip cama burnunu dayayıp  içeri bakıyor, kah başka şaklabanlıklar yapıyor. Görünüşü cin gibi bir çocuk izlenimi veriyor. Tıraş olmakta  olan ağabey çocuğa bakıp berbere, “Maşallah  ne zeki çocuk, bu kimin oğlu” türü sorular sorunca berber, “Yok abi ya, görüntüye aldanma, o  çocuk safın tekidir” diye cevaplıyor. İspat için de, “olacakları gör” diyerek çocuğu, dükkana, yanlarına  çağırıyor. Cebinden  bir yirmilik, bir de beşlik iki kağıt para çıkarıp çocuğa uzatarak, "al sana harcamak için harçlık veriyorum, istediğini parayı alabilirsin, ama sadece birini alacaksın” diyor. Çocuk yirmiliği eliyle  itip beşliği kapıp vınlayıp gidiyor. Berber müşteriye "gördün mü" der gibi bakıp sırıtıyor..

Müşteri tıraştan sonra sokakta, biraz önce harçlığı kapan yaramaza rastlıyor. Dayanamayıp çocuğa, niçin yirmiliği değil de beşliği aldığını soruyor. Çocuk sırıtıp,"ben salak mıyım, yirmiliği alsaydım oyun biterdi" yanıtını veriyor.

Demem şu ki, uzun yıllardır sorunlarımızı duyurmaya çalıştıklarımıza, ya biz duyurmakta başarılı olamadık veya onlar  duymazdan geldiler. Son zamanlarda ise, sorunlarımızı duyması gerekenlere teknolojinin de yardımıyla duyurmakta bir hayli yol kat ettik; bence duyurduk, duydular. Bu kez de ülkede gücü elinde bulunduran ve sorunlarımızı çözme durumunda olanlar duydular ama bu kez çözmekten kaçındılar, yan çizdiler.  Benim bu güçlerin çözmek yerine bazı amaçlarını gerçekleştirmek için  sorunlarımızı özellikle kullandıkları konusunda şüphelerim var. Emperyalizmin ve iç işbirlikçilerinin, kendilerinin çıkarlarının tekerine çomak sokma potansiyeli olan Türk Ordusu’nu çökertmek için yaptığı operasyonlarda, assubayların varlığı inkar edilmez sorunlarını, kalaycı ustasının bakır kabı kalaylarken nişadır kullanması misali, çözmek yerine işi  uzattıkça uzatarak katalizör olarak kullandıkları inancındayım. Sorunlarımızı  Türk Ordusu’nun mensuplarını kendi aralarında  birbirlerine düşürmekte kullandılar ve bunda başarılı oldular. Son on yılda, Cumhuriyet Tarihi boyunca hiçbir iktidarın sahip olmadığı güce sahip olan siyasi iktidarın, önlerinde hiçbir engel yoktu. Çözmediler; çünkü tıpkı  fıkrada uyanık çocuğun dediği gibi, çözseler oyun sona erer, bir daha  kullanamazlardı. Hem ellerinin altında böyle her ihtiyaç duyduklarında gündeme getirip kullanabilecekleri bir enstrüman varken çözüp bundan niçin yoksun kalacaklardı ki?

FOTOĞRAFIMIZ.

Fıkra ile başladık, toplumun ve toplumun bir kesimi olan bizlerin durumunu tespit eden bir fotoğrafla anlatmayı sürdürelim.Çoğu kişi biliyordur da ben yine de anlatayım.. “Koyak” kelimesi coğrafi bir terim olup bir yeryüzü  şeklinin adıdır. Etrafı  yükseltilerle, çevrili kuytu alan anlamına gelir.. Ben ülkemizi bir koyağa benzetirim. Toplumu katmanlar halinde koyak tabanından tepelere yerleşmişler gibi farz ederim. Toplumun bir avuç kesimi koyağın etrafını çevreleyen yükseltilerin havadar doruklarında rahat bir yaşam sürdürürken, diğer bir bölümü aşağıya doğru yükseltilerin yamaçlarına yerleşiktir. Çoğunluk ise sıkış tepiş  koyağın tabanında yer alır. Tabandakiler haliyle, sıkıntılarla boğuşarak yaşamaya çalışırlar. Biz maalesef öteden beri bu koyağın en alt tabanında bulunan  toplum kesiminin mensubu olagelmişizdir. Tabanda yer alıyor olmamızın da verdiği rahatlıkla birileri,  bir o tarafa, bir bu tarafa gelip geçtikçe, devamlı üzerimize basmayı, bizlere nefes aldırmamayı özellikle hakları ve  görevlerinin gereği sayıyorlardı. Yaşamlarını devamlı  sırtımıza binerek sürdürmek olmazsa olmazlarıydı. Bizler ise, yıllardır bulunduğumuz yerden ezilmişliklerimizden şikayetçiydik. Maddi ve manevi yönden, toplum katmanlarında hak ettiğimiz yerin, biraz daha üstlerde olduğu inancındaydık. Hep bu inancın mücadelesini vermeye çalışıyorduk.

Ancak son yıllarda,  ülkemiz toplumu çok büyük  sarsıntılar ve değişiklikler yaşadı. Toplumun içine yerleştiği koyak, adeta  kalburda  buğday çalkalarcasına  sallandı ve toplum katmanları alt üst edildi. Bu sarsıntının ciddiyetini anlatmak için çarpıcı bir anekdot. Bir ülkenin dünya  basın özgürlüğü sıralamasındaki yeri o ülkenin çağdaşlık düzeyinin bir göstergesidir. Son on yılda  Türkiye bu listede, 180 ülke arasında 102. sıradan 154. sıraya gerilemiş. Durumun vahametini vurgulamak için belirtelim, bu listede Yunanistan 87., Kongo 152., Irak 153., Gambiya 155. sırada yer alıyor. Yani toplum ağır bir baskı altına alındı. Bence bu çalkalanmadan en fazla etkilenen  ise bizler olduk. Bulunduğu  yerden zaten şikayetçi olan bizim kesim, daha beter duruma düştü. Bir de ne görelim; meğer  koyağın tabanından daha altlara  inen  kuyular varmış. Biz o kuyulara düştük. Üstelik kuyuda, bizim sırtımıza binmeyi alışkanlık haline getirenlerle beraberdik ve sırtımıza binmeye devam ediyorlardı. Nefes almakta zorlanır duruma geldik. İşin garibi, kuyuya itilmemizin ve orda uzun süre  tutulmamızın en büyük nedenlerinden  biri de, kalburu  sallayanların, sırtımızda taşıdıklarımıza olan gareziydi. Özellikle onları cezalandırma isterlerken bizleri onlardan bir türlü  ayırt etmediler, veya kasıtlı olarak onlarla birlikte  bizleri de cezalandırmak istediler.

DÖRDÜNCÜ NESİL SAVAŞ:

Toplumu alt üst eden, nefes almakta bile zorlanır hale gelmemize neden olan  güç, bence sadece içten kaynaklanan bir güç değil. Kuyuya düşmemiz sadece ülke şartlarlarından kaynaklanan bir durum değil. Toplumumuzu kalburda sallar gibi alt üst eden irade küresel bir irade. Bizim kalburu sallayan olarak gördüklerimiz sadece işbirlikçi maşalar. En azından kendi kuşağım adına konuşuyorum; biz assubaylar şunlar öğretilerek yetiştirildik. “Uluslararası ilişkilerde, devletler arası sorunlar çözülürken savaş en son çaredir. Diplomasinin bittiği yerden sonra savaş başlar. Bu nedenle ülkelerin dış güvenliğini sağlamaları, varlıklarını devam ettirebilmeleri için düzenli bir orduları olması şarttır. Bu ordunun bel kemiği, çoğu ülkede olduğu gibi ülkemizde de assubaylık mesleğidir ve assubaylık mesleği bir ordu için   vazgeçilmezdir”. Bir yandan bu bize öğretilenleri aklınızda tutarken, bir de aşağıda  İnternet’ten  alıntı bilgilere bir göz atalım.. Son yıllarda tüm  dünyada, komşu ülkelerde  ve  bizim ülkemizde yaşanan olayları bu bilgiler ışığında tekrar değerlendirelim. Belkemiği olduğumuzu bildiğimiz düzenli ordular ve biz hâlâ  vazgeçilmez miyiz ona göre karar verelim..

Alıntılarda görüldüğü üzere, biz kendi kendimizi “vazgeçilmez belkemiği” sanmaya devam ederken, içinde bize öğretilen anlamda bir assubaylığın adının  yer almadığı bir sistemi doktrinleştirmişler; doktrine bir ad bile koymuşlar.  “Dördüncü Nesil Savaş”. Dünyanın geldiği aşamada amacı,  birbiriyle barış içinde yaşayan uluslar değil, parçalara bölünüp birbirleriyle devamlı çatışan uluslar olan emperyalizm, düzenli ordularla bir cephe savaşı ve savunması yerine, "Dördüncü Nesil Savaş" askeri doktrinini koymaya çalışmaktadır. İşte şimdi bu “Dördüncü Nesil Savaş” üzerine yazılanlara kısaca bir göz atalım.

Dördüncü Nesil Savaş, harp ile siyasetin, asker ile sivilin, barış ile çatışmanın, savaş alanı ile emniyetli bölgenin aralarındaki bulanık hatların olması olarak nitelendirilen savaş türü." diye tarif edilmektedir. Bu askeri doktrin, 1989 yılında aralarında William S. Lind'in de bulunduğu bir Amerikalı analist takımı tarafından savaş halinin tek merkezden idare edilmeyen bir biçime dönüşmesini tanımlamak için kullanıldı. En basit tanımı esas hasım tarafların bir devlet olmayıp onun yerine şiddetli bir ideolojik ağ olduğu herhangi bir savaşı içerir. Dördüncü nesil savaşlarda, hasmın bir üstünlüğü olan kazanma inancı körelten önceki nesil savaşlarda kabul edilemez addedilen klasik taktikleri sıklıkla kullanılır. Dördüncü Nesil Savaş, aşağıda listelenen unsurları içine alan çatışmalar olarak tanımlanır:

Karmaşık ve uzun dönemli
Terörizmi kullanan
Milli olmayan veya milli sınırları aşan hüviyette
Düşman'ın kültürüne doğrudan tecavüz eden
Bir hayli teferruatlı psikolojik savaş, bilhassa medyayı manipule eder.
Politik, ekonomik, içtimai ve askeri bütün mevcut şebekeler kullanılır.
Bütün şebekelerin aktörlerini içine alan düşük yoğunluklu çatışmalarda cereyan eder.
Mücadele dışı unsurlar taktik ikilemlerde…..

Lütfen anlatılanlardan, kalın yazıyla yazılan bölüme dikkat. Bana çok tanıdık geldi.

Şunlar da dördüncü nesil savaş üzerine  yerli bir bilim adamının yazdıkları:

Yeni küresel güvenlik ortamında artık ‘en üst politik şiddet türü olarak savaşın tekeli’ ulus- devletlerin elinden çıkmış, savaşan taraflardan biri veya birkaçı devlet düzenli orduları dışındaki aktörler olmuştur. Dünya genelinde ‘küreselleşme’ ve ‘yerelleşme’ olguları nedeniyle bireyi devlete bağlayan vatandaşlık birincil kimliğinin gücü zayıflamış, buna bağlı olarak ulusla devlet arasındaki tirenin gücü azalmıştır. Artık savaş olgusu bireyler, suç örgütleri, aşırı dini akımlar, etnik şiddet yanlısı akımlar gibi farklı devlet-dışı aktörlerin etkilerine açık hale gelmiştir. Ayrıca örneklerini Afganistan ve Irak‟ta gördüğümüz taktik seviyede muharebe yetenekleri olan “Özel Askeri Şirketlerin” güvenlik alanında kullanılmaya başlanması ile “güvenlik” kavramı ticarileşmiştir.

Savaşın Evrimi ve Teorik Yaklaşımlar Bilgesam Metin Gürcan.

Uzun sözün kısası, bu şu demek oluyor.  Karşılıklı siperlerde göğüs göğüse erkekçe yapılan, çatışma alanındaki cesetleri toplamak için mola verilen, “Çanakkale’de yaralı Anzak’ı kucağında taşıyan Mehmetçik” anlayışı çok gerilerde kaldı. Patronu emperyalizm olan savaşlar artık daha bir puştça yapılıyor. Bu anlatılanların bizim bölgemizde yaşanan durumlarla  yakından ilgili olduğu sonucuna, kendi kendinize soracağınız, örneğin, “Basın haberlerine göre Adana’da yakalandığı söylenen silah yüklü kamyonlar, madem  ülkemizin güvenliği ile ilgili kamyonların  başında araç komutanı olarak niçin üniformalı bir astsubay yok?” sorusundan sonra  soracağınız, konuyu irdeleyen bir veya iki soruya vereceğiniz  yanıttan  sonra siz de erişebilirsiniz.. Yukarıda anlattıklarımı güçlendirmek için  iki cümle daha kurayım. Komşu ülke Suriye’den bir milyon muhalif insan Türkiye’ye kaçtığına  göre, Suriye’de savaşan muhalifler  kimlerdir. Haydi onlar cihatçılar deyip geçiştirelim. Peki Ukrayna’da birdenbire ortaya çıkan, elleri silahlı ve telsizli savaşçılar kim olabilir? Acaba yukarıda, Dördüncü Nesil Savaş Doktrini’nde  öngörülen  “Özel Askeri Şirket” elemanı kiralık katiller olabilir mi?

Sonuç olarak diyebiliriz ki, tüm ülke kalburda sallanır gibi alt üst edilerek bizim kuyuya düşmemiz tesadüfi değildir. Kuyuya düşmemiz için kalburu sallayan ile ülkenin askerinin yani assubayının  yaptığı işi, AVM kapısında  asgari ücretle özel  güvenlik görevlisinin  yaptığı işten farksız gören güç aynı güçtür. Kalburu sallayan el maşa, maşayı kullanan güç de emperyalizmdir. Yukarıda anlatılanları dikkatle  tekrar okuyunuz. Bu anlatılanların hiçbir yerinde, bizim bildiğimiz anlamda  “Şehidi en fazla toplum kesimi olan assubaylık” mesleğinin yer almadığını göreceksiniz. Ülkeyi altüst eden gücün siyasi tercihi  sonucu, bilerek ve isteyerek  kuyuya itilmiş durumdayız. Unutmayalım,  üstelik kuyuda  tek başına da değiliz; kuyuda bizimle beraber toplumun başka kesimlerinden olanlar da var.

KUYUDAN KURTULMANIN YOLU..

Peki kuyudan kurtulmanın yolu nedir?.  

Önce geçerli olmadığını yaşayarak deneyimlerimiz arasına kattığımız yolları kısaca hatırlayalım.. Milletvekilinin eline dosya sıkıştırma, assubay çocuğu bakandan randevu koparıp  çayını içmenin ve beraber fotoğraf çektirme seçeneklerinin sözünü bile etmek istemiyorum. Geçtiğimiz dönemlerde, kuyuya atan güçler için, kravatları takıp TBMM kapısı önünde basın açıklaması yapmanın, Ankara'da bir semtte toplanıp Anıtkabir'e yürümenin, "Biz Hakkari dağlarında  - 30 derecelerde bu ülkeye hizmet veren, en çok şehidi ve  gazisi olan mesleğin mensuplarıyız, bizi klimalı ofislerde görev yapan diğer memurlarla bir tutamazsınız. Ayda intihar eden meslektaşımızın sayısı artık çift rakamlara ifade edilir hale geldi" diye haykırmanın bizi kuyuya mahkum eden güçler için  hiçbir şey ifade etmediğini gördük. Katılmış olduğum son yürüyüşlerin birinde, Ankara caddelerinde yürürken, aksayan trafik nedeniyle araçlarının içinde birazcık beklemek zorunda kalan insanların yüz ifadelerini gözlemlemeye çalıştım. Çoğunluğun yüzlerinde bizlere hak veren, destekleyen değil, maalesef daha çok “nerden çıktı bu kravatlı göstericiler, durumunuza şükredin” diyen bir ifade vardı.. Bu durum da gösteriyor ki, kurtuluş yöntemlerimizde eksikliklerimiz var.

Kuyuya düşen bir kişi, kurtarıcı birilerinin aşağıya bir ip sarkıtmadığı durumda, nasıl kuyu duvarlarından destek alarak kurtulmaya çabalarsa biz de o yöntemi kullanmalıyız. Doğrudur, kuyudan çıkmamızı zorlaştıran koşullardan  biri de, hep omzumuza binerek yaşam sürdürmeyi alışkanlık haline getirmiş olanlardır. Onlar yine omzumuzdalar ancak, bu dönemde bir anlamda bizimle beraber onlar da kuyuda. Onları kuyuya düşmemizin tek suçlusu ilan edip, olduğumuz yerde tepinerek küfürler savurmak kuyudan kurtuluşumuzun çaresi olamaz. Çare etrafa tutunarak kuyudan çıkmaya çalışmaktır. Kuyuda yalnız olmadığımıza göre, kurtulmanın yolu  toplumun diğer kesimleriyle dayanışmak, el ele vermektir. Hâttâ gerekirse omzuna binili kişilerle bile dayanışma içinde olmanın yollarını aramaktır.

Biliyorum, çoğu zaman olduğu gibi, kendilerini hâlâ kışlada sananlardan bu yazdıklarım için, “yine siyaset yapıyorsun”  diyenler çıkacaktır. Rakip futbol takımlarının seyircilerinin bile birleşip, futbol stadyumlarında ülkede yaşanan  adaletsizliklere karşı siyasi tepki göstermek zorunda kaldığı ve intihar eden assubay meslektaş sayısı ayda beş altıyı bulduğu ülke şartlarında, nefes alamaz duruma düşürülmüş bir mesleğin mensubu olarak, yapılabilecek  “siyaset yapıyorsun” suçlaması umurumda bile değil. Daha ne olacaktı, ölümden öte başka  yol olabilir mi?

Ama kuyudan düzlüğe çıkmayı başarmanın kolay olacağı konusunda  maalesef pek iyimser değilim diyenler çıkabilir. Doğrudur; kiminle el ele tutuşup dayanışmaya gireceksiniz.  Alın size kötümser olmak için İnternet ortamından alıntı yaptığım çok çarpıcı bir örnek. Adresini gizlediğim twitin Türkçe  yazım hataları sahibine ait.  “UZMAN…Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. iktidar giderse, maddi ve manevi enkazların altında, yokmu bizi kurtaraaan!diye bağıracağız!Allah aşkına görün!duyun!anlayın!ve birleşin”. Bu kafa içimizden değilse bile, anlaşılabileceği üzere, kuyudan çıkarken el ele tutuşmamızın şart olduğu en yakınımızda bulunan  bir kesimden.  Bir an, ben bu ifadeleri yazan ile  aynı ülkede mi yaşıyorum  diye tereddüt ettim. Yorum sizlerin.

Fazla olmamakla birlikte, ülkemizde kuyudan çıkışa umut ışığı olabilecek olaylar da yaşandı. İşte kurtuluşun bilinçli ve çevreyle dayanışma içinde olmaktan geçtiğini, el ele tutuşmanın şart olduğunu gösteren  güzel bir örnek. Örnek Muğla Yatağan’dan...

Haber ve haberle ilgili değişik görüntüler, günümüzde sayıları ikiyi üçü geçmeyen düzgün haber vermekte ısrarlı televizyon  kanallarında geçtiğimiz aylarda  on gün  kadar yer aldı. Haberlerin konusu, devlete ait bir fabrikanın, maden ocağının satılması ve özelleştirilmesinin,  çalışanlarının  köleliğe terk edilmesi anlamına geldiğini özellikle son on yılda yaşayarak öğrenmiş olan, iş yerleri siyasi iktidar tarafından özelleştirme ihalesine çıkarılan bilinçli, Muğla – Yatağan Termik Santrali emekçileriydi. Haber ile ilgili görüntülerde, başları açık örtülü, köylü şehirli kadınlar, sakallı sakalsız genç yaşlı erkekler, istisnasız tüm insanlar, dayanışma içindeydiler. Mikrofon uzatılan herkes, ellerinde al bayrak, "Aç kalmak istemiyoruz, aşımız ekmeğimiz olan Yatağan Termik Santralini sattırmayacağız." diye haykırıyorlardı.  Yatağanlı işçiler, Ankara’ya yürüme kararı aldılar. Haklarını arayan bu insanlara, Zonguldak Bölgesi’nden  maden işçileri destek verip, Ankara’da buluşma sözü verdiler. Türkiye Barolar Birliği, ADD, TGB başta olmak üzere bir çok sivil toplum örgütü ve sendika, Yatağanlı maden işçilerini Ankara’da karşılama hazırlıklarına başladılar. Bu hazırlıkları duyan, 30 Mart seçimleri öncesi pabucun pahalı olduğunu bilen  siyasi  iktidar ne yaptı dersiniz;  tarihi ilan edilen Yatağan Termik Santrali özelleştirme ihalesini iptal etti, geri adım attı.

Sonuç olarak toparlarsak:

İçine düşürüldüğümüz sıkıntılı durum ve yıllardır haykırdığımız halde  sıkıntılarımızın duymazdan gelinmesi bilinçli yapılan bir harekettir.  Bu duruma düşürülmemiz tesadüfi değil siyasi bir tercihin, uygulanmaya çalışılan  sistemin gereğidir.  Bu sistem ve tercihler, emperyalizmin  çıkarları ile doğrudan ilgilidir. Bu durumda kurtuluşun yolu, bir şeyhe mürit olmaktan değil, bilinçli yurttaş olmaktan geçer.  Dünyada ve çevremizde olan her olaya,  içinde bulunduğumuz duruma  geniş açıdan bakıp  sorgulayıcı olmalıyız. İş başa düşerse, bir yurttaş olarak, tarihte atalarımızın yaptığı gibi üzerimize düşeni yapar, baltayı kazmayı  kuşanıp mücadeleye katılırız. Ancak o aşamaya gelinmediğine göre şimdilik, sahip olduğumuz  silahlarımızı çok dikkatli kullanmalıyız. Yarın bu günden  daha kötü duruma düşebileceğimizi göz ardı etmemeliyiz. Atatürk Cumhuriyetinin bir yurttaşı olarak söylüyorum; emperyalizm yenilmez değildir. Bu cümleden olarak, camiamızın temsilcisi TEMAD ülkenin diğer sivil toplum örgütleriyle dayanışma içinde olmalı, onları da yanına almalı.

Örneğin  önümüzde bir seçim var; bireyler olarak bizler de güçlü bir  silahlarımız olan oylarımızı, kılı kırk yararak içine düşürüldüğümüz kuyudan kurtulmaya hizmet edecek yönde kullanmalıyız..

Bir çivinin bir nalı, bir nalın  bir atı, bir atın bir kişiyi, bir kişinin oyunun da bir ülkeyi kurtarabileceğini aklımızdan çıkarmayalım. 

Bir fıkrayla başladık, şiirle bitirelim..

Bir değil,

beş değil,

yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüye katılıverirsin hemen

ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup

deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm

senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

— demeğe de dilim varmıyor ama —

kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

Nazım Hikmet

 

Sürçü lisan ettikse affola..

Mehmet Ali KILINÇ Şubat 2014

Ögeyi Oylayın
(44 oy)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

Yorumlar  

#6 MEHMET KAYALI 28-02-2014 18:28
FARKLI BİR STİLDE, USTA BİR KALEM TARAFINDAN KALEME ALINMIŞ BİR MAKALE BU. İÇERİĞİNDEKİ SÖYLEMLERİ, KONULARI , İRDELENMEKTEN ÇOK TAKDİR TOPLAMA OLGUSUNDA.
OKUDUKÇA, BENİ DAHA DİKKETLE OKU DİYEN, KENDİNE BAĞLILIK OLUŞTURUR, BİR HALİ VAR SANKİ USTANIN.
MAKALENİN İÇERİĞİNDE, SIRTIMIZA BİNENLERDEN, BAHSEDİLMEKTE VE ÜRETTİĞİMİZ VERİLERİ KENDİLERİNE PAYE OLARAK DÖNÜŞTÜRENLER. ÇAĞDAŞ ORTAMDA HAKLARIMIZA ULAŞMAMIZI ENGELEME ÇABALARININ İÇERİĞİ. KENDİ, HUZURLU ORTAMLARININ SÜREKLİLİĞİ SAĞLAMA OLGUSU İÇİNDİR.

ANCAK BURADA UNUTULAN BİR KONU VAR Kİ.
EZİLMİŞLERİN, BU EZİLMİŞLİK ORTAMINDAN, KURTULABİLMELERİ İÇİN ÇARELER ARAYACAKLARI MUHAKKAKTIR.

EZİLMİŞLERİN KENDİ İÇİNDE DERTLERİNİ DİLE GETİREN KALEMŞÖRLERİNİN VE ÖNCÜLERİNİN, İLK BAHARDAKİ ÇİMENLER GİBİ BAHAR ORTAMI YARATIP, YEŞERTMEKTE OLACAKLARI VE ÇARE BULACAKLARI OLAĞANDIR.

BU ARADA EZİLMİŞLİK EDEBİYATININ ÜRETİMLERİ İLE YETİŞMİŞLİK ORTAMINDA, GERÇEKLERİ DİLE GETİREN.
” ATILGAN’LAR,GÜNŞER’LER,KAYA’LAR, KILIÇ’LAR. 'GÜRPINAR’LAR,İÇER’LER,'ÖZDEMİR’LER,IRBIK’ DAHA,DAHA NİCELERİ. İSİMLERİ BURAYA SIĞMAYACAK KADAR ÖNEMLİ YAZARLAR KAZANMIŞ OLUYOR TOPLUMUMUZ. ASTSUBAYLARIN BU YENİ, YENİ KAZANIMLARI EDEBİYATIN VE EZİLENLERİN SAVUNUCULARI OLARAK ORTAYA ÇIKANLAR. BUNLARI BAKLEYEN GÖREVLERDİR HAK SAVUNUCULUĞUNU YAPMAK.

SAYIN KILINÇ'IN MAKALESİNİ DEFALARCA OKUMAK GELDİ İÇİMDEN. GEÇMİŞİ İRDELEYİP, GÜNCEL ORTAMA TAŞIYIP, HAK ETTİKLERİMİZİ, KULLANAMAMANIN, KULLANDIRILMAMASININ ÜZÜNTÜLERİNİ YAŞADIM İÇİN, İÇİN.

EKONOMİK ORTAMDA, SOSYAL TESİSLERDE, LOJMANLARDA, SERVİSLERDE AYRICALIKLI VE AYIRIMCILIĞIN OLMAMASI GEREKİRDİ ÇAĞDAŞ İNSAN HAKLARININ VAR OLDUĞU ORTAMLARDA. EŞİTLİK OLGUSU İÇİNDE OLMALI PAYLAŞIMLAR.

ACILAR İZ BIRAKIR DURUMDA. ARADAN 37 SENE GEÇTİ.
GEÇTİ AMMA LOJMAN KELİMESİNİN HER GÜNDEME GELMESİNDE HANİ NEREDE EŞİTLİK, DİYEREK YÜREK SIZLAMASINI ANIMSAMAMAK OLASI DEĞİL. SOSYAL TESİSLERDE FARKLI BİR AYRICALIKLI.

1976-1977 YILLARINDA EŞİT MAAŞ ALDIKLARIM BU GÜN BENİM İKİ BUÇUK KATIM MAAŞ ALMALARI GÖRÜLEMEYECEK, EŞİTSİZLİKLERDEN DEĞİLDİR. 1965 YILINDAN SONRA, LİSANS EĞİTİMLİ OLARAK EMEKLİ OLDUĞUM 1977 YILINA KADAR TÜM AMİRLERİM BENDEN İKİ YIL EKSİK EĞİTİMLİ... ONLARIN HAKLARI YÜRÜDÜ. BENİMKİ NEDEN YÜRÜMEDİ ANLAMAK ZOR. ONLARA TAZMİNATLAR... BENİM TAZMİNATIM YOK. GÖRMEZDEN GELİNME.SAYIN KILINÇ KUTLARIM SENİ, GÖZLERİNDEN ÖPERİM.
Alıntı
#5 Halil ERGENLİ 28-02-2014 00:26
Mehmet Ali Ağabey,
Yazının başlığının sonunda İKİ NOKTA görünce heyecanlandım. Şimdi diyebilirsiniz ki İKİ NOKTA ha üst üste olmuş ha yan yana olmuş başka heyecanlanacak konu mu kalmadı?
Anlatayım; cümlelerin sonuna hep İKİ NOKTA koyan, Değerli Ağabeyim Hüseyin SAVCI 3 yıl aradan sonra geri döndü sandım. Heyecanım bundandı. Sonra bir baktım ki yazı size ait. Buna da en az ilk gerekçem kadar heyecanlandım ve sevindim. Siz de 3 ayda bir yazarak kendinizi hayli özletmişsiniz.
Yazınızdaki durum tespitleri ve bunları dayandırdığınız bilimsel verileri fıkra ve şiirle yoğurarak bu fıkaraya şiir tadında bir yazı sunmuşsunuz.
Emeğinize kaleminize sağlık.
Haklarımızın verilmemesinin, EGEMEN güçler arasındaki SİYASİ GÜÇ kavgasının bir sonucu olduğu endişesini yıllardır bende taşırım. Hele HAKLARINI alabilmek için en kutsal insan hakkı olan YAŞAM hakkından vazgeçerek, ÖLÜM ORUCU gibi insanın verebileceği en ağır kararı veren bu camiaya, HALA KÖR ve SAĞIR olan muhataplarımızı gördükçe bu düşüncem daha da pekişiyor.
Alıntı
#4 Melih ÇEVİK 27-02-2014 23:27
Sayın KILINÇ bu güzel yazınız için elinize sağlık. Her bir satırı önemli olmakla beraber benim için, bizler için şu günlerde en önemli satırların Muğla – Yatağan Termik Santralı emekçilerinin izlediği yol ve yöntemleri içeren satırlar olduğunu düşünmekteyim. Çünkü şu günlerde çıkılacak yolda izlenecek yöntemler ve bizlerin dışından alınacak destekler o kadar önemliki, sizin Ankara eylemlerinde gördüğünüz veya hissettiğiniz gibi nereden çıktı bu insanlar, durumunuza şükredin anlayışı veya benzeri söylem ve davranışlar, bizim yapmaya çalıştığımız ve çalışacağımız hak arama mücademizi, bir mum ışığı gibi bırakır ve söndürülmesine neden olur. Sonrasını düşünmek ve yorumlamak bile istemiyorum. Saygılarımla.
Alıntı
#3 Ersen Gürpınar 27-02-2014 17:42
Değerli kardeşim kendine has üslubunla yine güzel bir analiz yapmışsınız;eline yüreğine sağlık.
Bizim sorunlarımızın kaynağı genelkurmay onlar bilmiyor mu;bir üniforması kefen olan assubayı birçok memurdan daha alt kademeden başlatmanın adaletsizliğini,vicdansızlığını; elbette biliyor ama assubayın sorunu devam etmeli benimle değil hakları ile uğraşmalı diyor. İktidar mutlu, bir taşla iki kuş vuruyor; amaç orduyu yıpratmak ordunun komuta kademesi ile yardımcı personeli arasında adaletsizlik devam ettiği sürece sevgisizlik sarmaşığı her geçen gün büyüyor bunu kullanmak gerektiğinde orduyu daha güçsüzleştirmek kolaylaşıyor. Ardından tabanına bakın ordu benim kontrolumda istedikleri herşeyi yapmıyorum mesajı veriyorlar, tabii bu mesajı verirken adalet yüreklerinde değil partinin tabelasında olduğu için 28 Şubat'ın rövanşı assubaylardan alınıyor, teklifler tozlu raflarda bekletiliyor. O halde yapılacak şey kuyudan yukarıya bakmak yerine kuyudan çıkmak için daha güçlü ve kararlı olmamız gerekiyor.
Alıntı
#2 Zekeriya 27-02-2014 13:48
Teşekkürler sayın Kılınç.Temad'a desteğe devam.
Alıntı
#1 TEKİNAY 1977 27-02-2014 12:08
Herkesin anlayabileceği şekilde çok güzel dikkat çeken bilimsel bir analiz olmuş.
Kaleminize sağlık,yazıp derlediklerinizden faydalanan çok olsun.Saygılar..
Alıntı

Son Eklenenler

Copyright © 2006 Emekli Assubaylar. Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım İhsan GÜNEŞ